32. Bölüm

32.BÖLÜM- SON BAKIŞTAKİ GÖZLER

Duru Taşkulak
durutaskulakk_

Aşlarım, ballarım ben geldim!

Ölümle Baş Başa'nın yeni bölümü ile sizlerleyim...

Bölümlerden ve diğer kurgularımdan haberdar olmak için sosyal medyada buluşalım.

Kendi hesabım: durukurtk

Kitap hesabımız: olumlebasbasaaofficiall

Bölüme başlamadan önce yıldıza basıp satır arası yorumlarınızı atmayı unutmayın lütfen :)

Keyfili okumalar!

 

 

 

32. BÖLÜM SON BAKIŞTAKİ GÖZLER

 

“Vatan için yaşayıp öldünüz; siz toprağa değil, kalplere gömüldünüz.”

 

“Koltuğa yan gelip yatanlara ceset! Vatan uğruna can verip yatanlara ŞEHİT denir!”

(Bölüm Şarkısı: Ümit Sayın- Gül Beyaz Gül)

 

Zamanın acımasızlığından bahsetmeye artık kelimeler bile razı değildi.

Daha önce yaşadığım sahne, tarih tekerrürden ibaret sözünün yüzüme çarpmasına neden oluyordu. Mazide kalan anda, tabutun üzerine bir kurşunu ellerimle bırakmıştım. Geçen haftalardaki mazide ise aynı sahneyi başka bir devrem gerçekleştirmiş, bakışlarındaki acımasızlık ile iliklerimizi titretmişti.

Şehidim vardı!

Saatlerce videosunu izlediğim, yerde iki büklüm kalan adam, adam gibi adam! Gökte dalgalanmaya yeminli al bayrağın içindeydi artık. O kırmızılıkta, onun da kanı vardı.

İçimdeki dinmeyen öfke, bir nefes alışverişimden sonra harlanıyor, ikinciyi almama gerek kalmadan intikama dönüşüyordu.

Onlarca darbeye, onlarca acıya rağmen bir an olsun ağzını açmamıştı koca yürekli şehidim! Soruyordu kansız, ‘En değer verdiğin asker kimdir? Tabii doğru! Eşinle beraber çalışıyordun…’ kendi kendine mırıldanırken, tok bir kahkaha patlatıyordu. Yerde yatan adam acıdan dayanamaz raddeye gelmişken, şehadeti dillerinin ucundaydı. Gözlerindeki iğrenmeye şahit olan biri olarak, o kansızın iliklerine kadar titretmeden ölümü tatmasına izin vermeyecektik!

Yeni öğrenmiştim. Meğerse eşiyle evleneli birkaç hafta bile olmamış… İki gün izin alarak beraber vakit geçirmek istemişler. Çıktıkları yolda ikisine kurulan pusuda kadın her ne kadar bir yara almasa da o an başına aldığı darbe ile bayılmıştı. Fırsattan istifade eden pislikler ise askerimi apar topar kaçırmış, dağlara mahkûm etmişti.

Cenazede eşini görmüştüm. Başındaki bordo beresi ve çatık kaşlarıyla yalnızca tabuta bakıyordu. Elleri arkasında birleşmiş, omuzları dimdik, yüzü ifadesizdi. O kadar belliydi ki, artık yaşamak adına tek bir adımı olduğu. O adımı attığı an bu iş bitecek o da bedenen ölecekti. Ruhen ölmüştü zaten… Onun ruhunu çalanların, iliklerine kadar korkuyu hissettirmeden bedenini salmamaya yeminliydi.

“Komutanım!”

Keskin bakışlarım bana koşan Erdem’e dönerken yavaşça ayaklandım.

“Adamların sorgusu bitmiş, cezaevine sevkleri gerçekleşmiş. Kadın sorguya girmek adına üstlerden izin alabilmiş… Haber alınca bana gel dediğiniz için söylemek istedim.” Bakışlarım donukken başımı ağırca salladım. Demek ki intikam her zaman gerektiği yerde ve gerektiği koşullarda alındığı zaman tatlı oluyordu.

Üzerimdeki kısa kollu tişört, altımdaki kamuflaj pantolonun içinden çıkmak adına mücadele veriyordu. Belimdeki silahı düzelterek tişörtü çekiştirdiğimde buz kesmiş ellerim ile hafifçe irkildim.

Saat oldukça geçti. Neredeyse gece devrilmiş, tan vakti gelmek adına göğü inletiyordu.

Yüzümde haftalardır oluşan gergin donukluk; izlediğim videodan mıdır bilinmez, çevremdeki herkesi ürkütüyordu.

Şehit haberini üç tim görevden döndükten sonra almıştım. Helikopterden indirilen adamın, kapalı gözleri ve kandan gözükmeyen bedenine baktığımda içimden bir parça daha kopup gitmişti sanki. Belki ay geçmişti haberin üzerinden belki de hafta. O kadar bağımsız kalmıştım ki günlerden, hiçbir şe umurumda değildi sanki.

“Tan!”

Boz’un sesi ile kaşlarım çatılırken hızlıca ona doğru adımlayarak tekmil verdim. Boz kasılan yüzüyle belli bir süre gözlerimi izledi.

“Nasıl becerdin kızım, he?” Büyülenmiş sesi bende gram etki yapmazken sakince konuştum. “Siz kapıyı açmasanız ben her şeyden uzak kalacaktım Komutanım. Konu vatansa gerisi önemli değil, bilirsiniz.”

Boz başını iki yana sallayarak yavaşça gülümsedi. “Bu yaptığını senelerdir yapamayan personeller var Yüzbaşım. Sen üç haftadır tıkılıp kaldığın odadan, bomba bir haberle çıktın.” Bakışları yüzümde gezinmeye devam etti. “Senin sayende kırmızı bültenle aranan tam on yedi terör mensubunu ele geçirdik, hem de hepsini eş zamanlı olarak… Tan, zekana hayran kaldığımı bir kere daha vurgulamak isterim kızım!”

Başımı ağırca eğdim. Bakışlarımdaki soğukluğu gözlerine işlemek ister gibi sertçe gözlerine baktığımda, “On yedi kansızı toplasak da benim şehidimin kanlarının bir damlası etmiyor Komutanım. İçimde öyle bir öfke var ki ne kelimelerle ne de bakışlarla anlatabilirim bu öfkeyi… Keşke elimden daha fazlası gelseydi de hepsini bulsaydık.” Diyerek kısık bir sesle konuştum.

Boz beni anlıyormuş gibi elini omzuma attığında yavaşça sıktı. Yanımdan çekip giden adamın arkasından bakmakla yetinirken omuzlarım yavaşça çöktü. Her zaman dimdik olan omuzlarım çökmüştü… Bakışlarım keskin, yüzüm durgundu. Her ne kadar Kurtuluş ile yüzümde bir gülümseme de oluşsa, gülümsememdeki durgunluğu beni tanımayanlar bile fark edebilirdi.

Adımlarım beni dinlenme odasına sürükledi. Yavaşça açtığım kapının ardından, içeride yarı baygın oturan adamlar içimi bir nebze olsun ısıtabilmişti.

“Komutanım.” Yıldırım’ın kırık çıkan sesiyle acı bakışlarım koyu kahvelerinde durdu.

Hepsi dağılmış gibiydi. En az Âhi kadar germişti bu şehitlik bizi…

“Kadın sorguya girmeyi becermiş, muhtemelen cezaevine sevk olmadan cesedini çıkarırlar. Ne olursa olsun, içimdeki yangın dinmeyecek gibi hissediyorum. Siz orada onu ararken, ben saatlerce o videonun başa sarılıp sarılıp oynadığına şahit oldum. Ne o kansızın ölmesi rahatlatır içimi ne de acı çekmesi. Videoda öyle çaresiz ve acı bir haldeydi ki… Sanki çekse elli yerimden vursa da ölsem der gibiydi. O kızgın demiri vücudunun her bir zerresine bastılar. Gene de gıkı çıkmadı biliyor musunuz?”

Bakışlarım ortadaki masadayken hepsinin durgunlaştığını, ortama çöken ağır kasvetli sessizlikten anlayabiliyordum.

“Ama ele başlarının neredeyse hepsini topladık. Baksanıza Komutanım hepsi sizin sayenizde.” Tekin bir umut çıkış yolu bulmak istercesine konuşurken, kanlanmış gözlerimi üzerine çevirdim. Dudaklarım ağırca aralandı. “Şehidimin tek bir iniltisine ben dünyayı da yakardım Tekin. Ama bak gör ki elimden yalnızca on yedisini sepetlemek geldi.”

Bakışlarımı Kalender’e çevirdiğimde ilk defa kendini dizginlemekte bu denli zorlandığını gördüm. Sıktığı çenesi yerinden çıkmak ister gibi bir öne bir arkaya gıcırdarken hırsla ayağa kalktı. Çıktığı kapıyı ardından büyük bir hışımla çarparken gözlerim ağırca kapandı.

Bacaklarım bedenimi taşımak istemiyor gibiydi. Ağırca ayaklandım. Yanımda kalkan birini daha hissettiğimde, koluma sarılan el ile yavaşça dışarı yöneldim. Kim diye bakmadım. Burnuma çarpan ferahlatıcı kokunun sahibi Keskindi çünkü.

“Hepsinin iliklerini sömüreceğiz Komutanım. Hem duyduğuma göre sizin paylaştığınız görev planı hakkında toplantılar yapılmaya başlanmış… başaracağız, hiçbir yiğidin kanı yerde kalmayacak!” Yıldırım beni rahatlatmak ister gibi omzumu sıvazlarken adımlarım yavaşça durdu.

Kanlanmış elalarım koyu kahvelerine mühürlenirken, “Gerçekten başlamışlar mı konuşmaya?” dedim içimdeki bir umutla.

Yıldırım en içten tebessümünü bana sunsa dahi tebessümünün burukluğu apaçık ortadaydı. “Başlamışlar tabii, Erdem ile konuştum çok yakında geniş çaplı bir görev başlatacaklarmış.”

Üç haftadır tek yaptığım on yedi şerefsizi ele geçirmek değil, bütün çeteyi çökertmek adına plan kurmaktı. Elimde bir plan vardı tabii ama üstlerden onay gelmeden bir adım bile atamazdım. Yıldırım’dan duyduğum haber içimi biraz olsun rahatlatmıştı.

Yıldırım bana arabaya kadar eşlik etmiş, “İsterseniz sizi ben bırakayım gözlerin kötü gözüküyor Komutanım?” diyerek bir teklif sunmuştu. Onu onaylarken arabaya binmiştim bile. Tugaydan çıktığımızda Yıldırım’a dönerek, “Eve gitmek istemiyorum, beni Göktuğ’a bırakır mısın?” dedim kısık bir sesle.

Yıldırım ağzını dahi açmadan dediğim adrese sürmeye başladığında durgun bakışlarım akan yoldaydı. Hava biz çıkana kadar aydınlanmış, güneş ise koyu gökyüzüne inat fümelerini bizlere sunmuştu.

Araba Çukurca yakınlarında ilerlerken, ilk gelişim olan yeri dikkatle izliyordum. Ağaçlar, evlerin etrafını sarmış doğayla iç içe bir görünüm sağlamıştı.

Yavaşça durduğumuzda Yıldırım arabayı park ederek bana döndü. “Siz gidin isterseniz Komutanım ben taksiyle dönerim şimdi.”

Kaşlarım çatıldı. “Arabayı al git sen ben gelirim zaten.”

Yıldırım başını iki yana sallayarak, “Yok Komutanım lazım olur falan, siz gidin ben bulurum taksi falan.” Diyerek arabadan indi. Bende sakince arabadan indiğimde anahtarı alarak apartmanın açık kapısından içeri girdim. Bakışlarım kapı numaralarında dolanırken, ilk defa girdiğim binayı dikkatle süzüyordum.

Merdivenleri uzun uzun çıktıktan sonra gördüğüm kapı numarası ile derin bir nefes aldım. Kısa kollu tişörtümün kollarını düzelterek kapıya yöneldiğimde zile basarak beklemeye başladım. İçeriden gelen bağırış sesleri ile dudaklarım büzülürken kısa bir süre içerisinde kapı hızla açıldı.

Karşımdaki genç ve alımlı kadına bakakaldığımda; üzerindeki kare yaka, lacivert, uzun elbisesi ve koyu kahve saçlarıyla yüzüme bakan kadının da gözlerinde en az benimki kadar şaşkın bir bakış vardı.

Kadının arkasında bir adam belirdiğinde bir adım gerileyerek, çatık kaşlarım eşliğinde kapı numarasına baktım. “Ben mi yanlış geldim acaba?” Kendi kendime mırıldanırken içeriden gelen sakin ses ile duraksadım.

“Gök, kim gelmiş ağabeyim?”

Kadın şaşkınlıkla yanındaki adama bakarken bakışlarım adama döndü. Biçimli burnu, keskin kaş hatları ve çıkıntılı çene kemiğiyle bütünleşen yüz kesinlikle Göktuğ’un bir küçük versiyonuydu. Göz rengini gene seçemediğim adamın boyu da en az Göktuğ kadar uzundu. Kadın yanında kısacık kalırken ikilinin ardından tanıdık bir sima gözüktü.

“Armin?”

“Göktuğ?”

İkimizin de sesinden akan şaşkınlık bariz belliyken, yanan gözlerimi kırpıştırmak ile meşguldüm.

Göktuğ ikilinin yanından geçerek bana yaklaştığında bakışlarındaki his kesinlikle beni burada görmeyi beklemediğini haykırıyordu.

“Hoş geldin hayatım.” Sakince mırıldanan adama hafif bir tebessüm gönderdiğimde Göktuğ arkasını dönerek, “İyi misiniz siz, neden dondunuz bir anda?” diyerek mırıldandı.

Kadın şaşkınlıkla bana bakarken adamın dudakları yavaşça aralandı. “Biz beklemiyorduk yani…”

Göktuğ’un koluna tutunarak sakince, “Hoş bulduk, hoş bulduk da yanlış bir zaman da mı geldim?” dedim bakışlarım üçünün arasında gezinirken. Göktuğ beni göğsüne çekerek kollarını bedenime sardığında başımın üzerine ufak bir öpücük bıraktı. “Hayır hayır, haber vermediğin için görünce şaşırdım sadece. Hadi gel içeri geçelim.”

Kadın ve adamın yanından geçerek içeri girdiğimde postallarımı çıkarmak adına eğildiğimde sırtımda dolaşan bakışları hissediyordum.

“Ağabey silahı var!”

Kalın erkek sesi bağırırken yanındaki kadın da, “Göktuğ kimlerle konuşuyorsun öyle? Belinde silah var.” Diyerek fısıldadı. Göktuğ ikisine göz devirerek beni doğrulttuğunda, postallarımı kenara bırakarak buz tutmuş kollarıma elini sardı. “Niye üzerinde hiçbir şey yok senin?”

Yavaşça yutkundum. “Biraz konuşalım mı?”

Göktuğ beni bir odaya çektiğinde hızlıca kapıyı kapattı. Oda karanlık ve ürpertici gözüküyordu. Ahşap masanın üzerindeki masa lambasından çıkan beyaz ışık odayı aydınlatırken, masanın ardında kalan ve duvarı boydan boya kaplayan kitaplıkta daha önce hastane odasında görmüş olduğum kitaplar vardı. Birçoğunun üzerinde kendi adı yazan sevgilim, eserlerini bu odada oluşturuyordu sanırım.

“Yorgun gözüküyorsun bebeğim, sorun ne?” Göktuğ yüzümü ellerinin arasına almış sakince mırıldanırken derin bir nefes aldım.

“Biliyorsun bir olay hakkında çalışıyordum… Yorgunum biraz, seni görmek istedim.” Omuz silkerek yüzüne baktığımda bana yaklaşarak gözlerimin üzerine, iki minik öpücük bıraktı.

Bedenim titrerken naif sesini duydum. “Haberi duydum, şehidimiz varmış.” Gözlerimdeki hırs dalgaları şiddetlenirken başımı kaldırdım. “Hepsinin burunlarından fitil fitil getireceğim.”

Göktuğ’un dudaklarında gururlu bir tebessüm oluştu. “Seninle gurur duyuyorum, şu hayatta tanıdığım en güçlü kadınsın sen sevgilim.” Dudaklarım büzülürken burukça konuştum. “Sanırım sıkı bir sarılmaya ihtiyacım var.” Göktuğ gülerek beni kollarının arasına aldığında, kendimi ilk defa bu denli küçük hissediyordum. Tamam, belki ilk değildi ama onun yanında o dik duruşlu Yüzbaşı Tan gidiyordu işte.

“Bu arada,” dedim çekingen bir sesle. Göktuğ geri çekilerek yüzüme baktığında, “Kalender ile boşandık. Yani zaten formaliteydi ama bitti işte.” Diyerek mırıldandım gergince.

İkimizde çok kötüydük. Samet beni arayıp mahkemeye gelmemi söylediğinde işin tek seferde bitmesi adına Kalender ile beraber gitmiş ve ayrılmak istediğimi vurgulamıştık. İşler beklediğimiz gibi gittiğinden, her iki taraf için de bir sorun olmamıştı.

Göktuğ ağırca başını salladı. “Anladım.”

Arkasında kalan kapıyı işaret ederek, “Onlar kimdi?” diye sordum. Göktuğ beni elimden tutup dışarı çıkarırken başka bir odaya girmiştik. Odanın perdeleri sonuna kadar açık olduğundan içerisi de epey aydınlıktı.

Kapıdaki ikili sırtı bize dönük otururken, tekli koltukta bir bacağını diğerinin üzerine naifçe bırakmış kadın ile göz göze geldik. Gözleri gözlerimle aynıydı. Çene hattındaki keskinlik, bende Kurtlardanım dercesine haykırırken biçimli burnu ile yüzü aynı Göktuğ’du.

Kadın bana bakarak kaşlarını havalandırdığında yavaşça gülümsedi. “Sen, o olmalısın.”

Göktuğ’a bakarak ne demem gerektiğini sorgularken Göktuğ bana gülümseyerek odadaki üçlüye baktı. “Tanıştırayım sevgili Kurt ailesi, sevgilim Armin.” Kapıda karşılaştığım kadın şaşkınlıkla bana bakakalırken adamın da ondan bir farkı yoktu. İlk tepki adamdan gelirken, “Nasıl ya?!” diyerek bağırdı.

Göktuğ’unun annesi olduğu her halinden belli olan kadının kaşları sertçe çatıldı. Bakışları karşısındaki adamdayken, “Gök! O sesinin tonu bir kadına mı yükseldi bana mı öyle geldi?” diyerek tehditvari bir sesle sordu.

Adam yerine sinerken özür diler bakışları üzerimdeydi.

Göktuğ’unun elini yavaşça bırakarak kadına ilerlediğimde karşısında dikildim. Kadın ayaklandığında bana elini uzattı. Elleri bakımlı ve oldukça güzel gözüküyordu. Kendi nasır tutmuş ellerimden hiç utanmadan elini kavradığımda, “Tanıştığıma memnun oldum, Armin Tan ben.” Diyerek konuştum.

Kadın içtenlikle gülümsedi. “Gamze Kurt bende tanıştığıma çok memnun oldum Armin’ciğim.” Boylarımız neredeyse aynıydı, belki ben birkaç santimle ondan uzun olabilirdim ama şu an kan çanağı gözlerim boyunu pek de seçememişti.

Göktuğ yanımıza gelerek elini omzuma attığında, “Bu da kardeşim Gök ve eşi Güliz.” Diyerek bize bakan ikiliyi işaret etti.

Kadın bana yaklaşarak elimi sıktığında ağırca gülümsedi. “Çok memnun oldum.”

Başımı sallayarak aynı şekilde karşılık verdim. Adının Gök olduğunu anca idrak ettiğim adam da bana şaşkınlıkla elini uzattığında Göktuğ, Gök’ün elini iterek, “Sanırsın ilk defa bir kadınla tanışıyor, anne şu oğluna bir şey söyle canım sıkılmaya başladı.” Diyerek mırıldandı.

Gamze Hanım gözlerini devirerek iki kardeşin arasına girdiğinde, “İkinizde susun ve masayı hazırlamaya başlayın. Sonuçta tanışmamız gereken birisi var, öyle değil mi?” dedi. Göktuğ ve Gök inatlaşarak mutfağa geçerken Güliz de çok geçmeden yanımızdan ayrılmıştı. Yorgun halimle karşısında olmaktan pek memnun değildim açıkçası.

Üzerimde dolanan bakışlarına karşılık vermedim. Veremedim. Çünkü ben bir anneyle ne konuşulacağını bilmiyordum.

Mutfaktan odaya taşınan tabaklar ile sofra hızlı bir şekilde kurulduğunda Göktuğ sakince bana yaklaştı. “Hayatım?” sesindeki sorgu ile bakışlarım çehresinde dolandığında kısıkça mırıldandım. “Ne konuşmam gerektiğini bilmiyorum…”

Göktuğ gözlerime güven verir gibi baktığında beni sakince kaldırarak masaya geçirdi. Oturduğum yerin yanına Göktuğ geçmiş, karşımızdaki iki sandalyede ise Gök ve eşi oturmuştu. En başta oturan Gamze Hanım başlayın dercesine ellerini savuşturdu.

Ben yalnızca Göktuğ’u görmeye gelmiştim halbuki…

Göktuğ benim tepkisizliğim yüzünden tabağımı doldururken hemen sağımda kalan kadın naif bir sesle konuşmuştu. “Biraz yorgun gözüküyorsun.”

Göktuğ bakışlarını annesine dikerek tabağımı önüme bıraktığında, “Anne.” Dedi baskın bir sesle.

Gamze Hanım’ın gözleri hızlıca büyüdü. “Çok özür dilerim Armin, seni kırmak için söylememiştim.” Ağırca tebessüm ettim. “Hiç önemli değil, doğru söylüyorsunuz yorgunum.”

“Asker misiniz?” Karşımda oturan Gök merakla yüzüme bakarken eşi de en az onun kadar meraklı gözüküyordu.

Çayımı ellerimin arasına alarak az da olsun ısınmayı ümit ederken başımı salladım. “Askerim.”

Güliz büyülenmiş gibi bana bakarken Gök’ün şaşkınlığı çoktan gitmişti.

“Ben zaten tahmin ettim. Adam durup durup asker hayatına sardığından sonunun böyle olacağı belliydi.” Gök tabağındakileri hızlıca ağzına teperken diğer yandan da söyleniyordu. Eşi Gök’ü dürterek gözlerini belertirken onun pek de umurunda değil gibiydi.

“Bunu yaparken bir hata yaptım sanırım.” Gamze Hanım sitem ederek çatalına taktığı yumurtayı ağzına götürdü.

Göktuğ tarafında oluşan sessizlik bende merak uyandırırken ona döndüm. Sinirli bakışları kardeşinin üzerinde, bir şeyler dememek adına cebelleşiyor gibiydi. Elimi elinin üzerine atarak sıktığımda gözlerinin içine baktım.

Kısa bir sürede herkes kahvaltısını yaparken bende tabağımı eşeliyordum. Aklım doluydu, sanırım hiç gelmemem gereken bir anda gelmiştim.

“Ailen nerede Armin?”

Duyduğum soru ile hareketlerim donuklaşırken Göktuğ tarafından bir hareketlenme hissetim. Ayaklanan adam, masanın ucundan annesine bakarken gergince konuştu. “Sakince kahvaltı yapsaydık keşke anne… Sen değil miydin, masada olur olmadık her konu deşilmez diyen?”

Gamze Hanım oğlunun tepkisine anlam veremez gibi sırtını geriye yasladı. “Oğlum ne sorum sanki? Neden bu kadar gerginsiniz hepiniz ben anlamıyorum. Hem sorun bende mi? İnsan biraz olsun bahseder, bende olur olmadık şeyler sormam böylelikle!”

Göktuğ sinirle mutfağa giderken gergince dudaklarımı yaladım.

“Ailem ile aram iyi değildir Gamze Hanım. Babam vefat etti, annem ile de görüşmeyi tercih etmiyorum. Annem bellediğim başka bir kadın var, en yakın zamanda ikinizi tanıştırmak isterim.”

Dudaklarımdaki hafif tebessüme bakarak genişçe gülümsediğinde, heyecan ve gerginlikle bana yaklaştı. “Öncelikle başın sağ olsun, bilsem gerçekten sormazdım. Ayrıca dediğin gibi kendisiyle tanışmak isterim.”

Gözlerimizle anlaşarak başımızı eş zamanlı eğdiğimizde Göktuğ da geri gelmişti.

“Asker olmak nasıl bir duygu?” Gök arkasından atlı kovalar gibi önündeki her şeyi yediğinden, geriye yaslanıp konuşma faslına geçmiş olmalıydı.

Tek kaşım havalanırken dudaklarım gerildi. “Askerlik zordur ama bir o kadar da asil bir meslektir. Hiç tanımadığın adamlarla sırt sırta verip birileri rahat nefes alsın diye terimizin son damlasına kadar mücadele etmek çok zor. Ne zorluğu olursa olsun, bir daha dünyaya gelsem bir kere daha seçerim bu mesleği. Bana getirileri çok fazla…”

Gök beni gördüğünden bu yana ilk defa bir ışıltıyla bakmıştı gözlerime.

Sakince, “Sizin işiniz nedir?” dedim.

Göktuğ erkeksi bir kahkaha patlattığında, “Ağabey parası yemek.” Diyerek kendini durdurmaya çalıştı.

Güliz de Göktuğ’a katıldığında, masada tek somurtan kişi Gök ve yorgunluktan mecali kalmayan bendim.

“Armin Hanım yengem, sen bu boş boğaz üçlüsüne bakma. Çekemiyorlar beni. Ayrıca her şeye yeteneğimin olması benim suçum değil ki, benden bir tane daha yok bu dünyada.” Gök bana eğilmiş gizli bir bilgi veriyormuş gibi fısıldarken sakince gülmeye başladım.

“Oğlum diye demiyorum demek isterdim ama işte konu Gök olunca… Neyse oğlumu kaybettim gelimi buldum o da bir başarı bence.” Gamze Hanım burun kıvırarak konuşunca Gök trip atar gibi odayı terk etti.

“Kaçtığımı sanmayın elimi yıkayıp geleceğim gençler!” Koridorun sonundan bağıran adam ile gülüşüm derinleşti.

“Kızım sen niye evlendin bu çocukla?” Gamze Hanım sanki kendi oğlu Gök değilmiş gibi Güliz’e bakarken Güliz şımarıkça gülümsedi. “Çocuk ruhlu kocam benim! Ben çok seviyorum onu…”

“Aşkıma bak hele! Beni seviyormuş…” Gök ne ara geldiğini anlayamadığımız bir hızla masada bittiğinde Güliz’in yanağına sert bir öpücük bıraktı.

İkili gerçekten de uyumlu gözüküyordu. Gök’ü biraz çözmüştüm sanırım… Deli dolu neşeli dursa da içinde kalan bir boşluğu doldurmaya çalıştığı için böyleydi muhtemelen... Masadakilerin ortak bir yarası var gibiydi. Sanki derin bir boşluğun içerisinden zor çıkıp anca toparlanmışlar gibi…

Gök ve Göktuğ’unun mükemmel anlaştığı dakikalarda masayı toparlamış ve elimizdeki çaylar ile tekrardan koltuklara kurulmuştuk.

“E o zaman seni istemeye gelelim biz Armin.” Güliz yanımdan neşeyle konuşurken yüzüne şaşkınlıkla bakakaldım.

“Ne istemesi?”

Gamze Hanım tatlı bir kahkaha attı. “Kızım Gök bile evlendi sizi mi evlendiremeyeceğiz yani, aşk olsun!”

Göktuğ gözlerini devirerek arkasına yaslandığında, “Onu da bırakın biz karar verelim.” Deyip gıcık bakışlarını Güliz ve Gamze Hanım’a dikti. Hepsinin isimlerindeki benzerlik beni boğarken, bu denli aynı olan isimler bana biraz garip gelmişti.

“Anne ağabeyim evde kalmış!” Gök at kişnemesine benzer bir ses eşliğinde gülerken yanında oturan eşi tarafından ufak bir şaplak yemişti. Göktuğ yanındaki yastığı sertçe Gök’e fırlatırken bakışlarını annesine çevirdi. “Şu oğlum susacak mı anne?”

Gamze Hanım ikisini de takmayarak bana döndü. “Ne dersin bu işe Armin? İstersen annen ile konuştuktan sonra bu fikri bir düşünelim…”

Bakışlarım Göktuğ’a kayarken, onun zaten dünden razı olduğunu görmek gülmeme neden olmuştu.

“O zaman müsait bir zamanınızda sizi buluşturayım Gamze Hanım.” Gamze Hanım’ın kavisli kaşları sertçe çatıldı. “Hanım ne kız? Bu kadar ciddiyet bana bile fazla, anne de teyze de, hanım ne?” Bakışlarım durgunlaşırken Göktuğ araya girdi. “Tamam anne bir bismillah de, sen müsait olunca söyle bana hallederiz.”

“Ay öğlen kahvesi yapalım! Armin’ciğim annen ne zaman müsait olur? Öğlene müsait olursa bizi tanıştırsan…”

Göktuğ yanımda oflayarak başını arkaya attığında kararsızca dudaklarımı büzdüm. “Ben bir konuşayım ona göre size haber vereyim.” Hızlıca odayı terk ettiğimde mutfağa kaçmayı becermiştim. Kadın her ne kadar sevgi dolu olsa da bana biraz fazlaydı bu tarz şeyler.

Füsun’u aramaya koyulduğumda telefon hızla açıldı. “Ooo yavru ceylanım sen beni arar mıydın?”

Sakince güldüğümde yanan gözlerimi kapatarak başımı dolaba yasladım. “Abartma tatlım, yoğun olduğumu biliyorsun… Şimdi sana bir haberim var, o yüzden derince nefesini alsan iyi edersin.” Mutfaktaki masanın sandalyesini çektiğimde sakince oturdum.

“Ne haberi? Kız korkutma beni, ne haberi?!” Füsun telaşla bağırırken yüzüm buruştu.

“Erkek arkadaşım var.” Karşıda oluşan derin sessizlik beni gererken, gereken tepkiyi nihayet vermişti. “Ne!”

Direklerimi masaya dayayarak sakince mırıldandım. “Anlamıştın zaten boşuna yeme beni şimdi… Sizin hastanedeki Psikolog, Göktuğ Kurt. Annesi seninle tanışmak istiyor, öğlen müsaitsen Göktuğ buluşturacak sizi.”

Füsun sevinç dolu bir nida çıkararak, “Ay Göktuğ damadım mı olacak benim? İnanmıyorum Armin! Durdun durdun turnayı gözünden vurdun! Tamam ben bugün izinliyim zaten buluşalım hemen.” Diyerek hafifçe kıkırdadı.

Deliydi bu kadın. Nasıl bu denli enerjik olabiliyordu bilemiyordum açıkçası.

“Tamam o zaman öğlen iki gibi buluşursunuz, konum atarım birazdan.” Tam içeri geçmek için kapıya yönelirken, mutfağa girip kapıyı kapatan adama anlamsızca baktım. “Ne yapıyorsun?”

Göktuğ dudaklarını yalayarak bana yaklaştığında, “Annemle Gök’ün kusuruna bakma. Gök zaten adam akıllı konuşmayı bilmez, annemin de boşluğuna geldi sanırım… Onlar adına özür dilerim, bir sorun yok değil mi?” diyerek gözlerime baktı.

Başımı olumsuzca salladım. “Olur mu öyle şey? Kadın tabii ki soracak merak ediyor sonuçta hakkı.”

Göktuğ bana yaklaştığında istemsizce geriledim. Kolunu arkamdaki duvara uzattığında, duvar ve bedeni arasında sıkışmış gibiydim. Gözlerime o kadar derin bakıyordu ki, yutkunma gereksiniminde bulundum.

“Korkuyorum Armin. Korkuyorum, anlıyor musun? Benimsin. Benimsin ve bu saatten sonra canını sıkacak en ufak şeye engel olamamak beni korkutuyor. Sen mutlu olmalısın. Şu dünyada milyonlarca insan var ama bu mutluluğu en çok hak eden sensin. Benimleysen de bu mutluluğu iliklerine kadar hissedeceksin. Canının sıkıldığını anlarsam, canını sıkanın canını ortadan kaldırırım. Bu kadar da netim.”

Bakışlarımdaki dalgalanma şiddetlenirken dudaklarım şehvetle aralandı. Büyülenmiş gibi baktığıma emindim ama bakışlarımı düzeltecek gücü bulamadım.

“Benimsin. Her an, her saniye, her dakika. İster yanımda ol ister olma, ben her zaman bir adım berinde olacağım.” Üzerime abanmış sakince fısıldayan adama yalnızca bakmakla yetiniyordum. Dilim lâl olmuş, kelimeler zincire vurulmuştu.

Çenesini yanağıma sürterek aşağı kaydığında, ılık nefesi gerdanıma çarptı. Yumuşak dudakları derimin üzerinde dans ederken, gözlerim ağırca kapandı. Boynumda hissettiğim minik öpücükler bacaklarımı titretirken sert kolunu belime sardı.

“Her zaman sevgilim…”

Elalarımı açarak yüzünü izledim. “Her zaman…”

 

KURTULUŞ

Romantik dakikalarımızı, Gamze Hanım’ın iki kardeş artı gelinini kovması üzerine sonlandırmıştık. Şu anda karşımda oturan kadın ilgiyle beni izliyor, dudaklarındaki naif tebessümü asla bozmuyordu.

Elimdeki kahve kupasıyla oynamaya devam ederken, “Sizin için sorun olmayacaksa, bana kendi gözünüzden Göktuğ’u tanımlar mısınız?” dedim merakla. Belki yaptığım yanlıştı ama ben bir annenin kendi çocuğunu nasıl betimlediğini dinlemek istiyordum.

Gamze Hanım gülümseyerek ellerini üst üste attığı bacaklarının üzerinde kenetledi.

“Göktuğ çok olgun bir çocuktur, bunu zaten anlamışsındır.” Dediğinde başımı sallayarak dediğini onayladım. “Göktuğ, Gök’e nazaran her zaman daha ağır başlı olmuştu. En azından o zamanlar için… biz çok büyük bir kayıp yaşadık Armin. Az çok anlamış olmalısın… Eşim, çok mert bir adamdı. Kadınlara karşı olan tutumu, insanlarla nasıl konuşması gerektiği onun için her zaman çok önemliydi. Biz onu o kadar ani kaybettik ki, anlamaya fırsatımız olmamıştı. Gerçi bundan bahsetmek biraz da Göktuğ’a kalmalı çünkü bu konu onun da özeli. Bu olaydan en çok etkilenen ve hayatı bir anda tepe taklak olan kişi kesinlikle Göktuğ oldu. O sana anlatmak isterse anlatacaktır güzel kızım…”

Derin bir nefes aldı. Bakışları zemine düşmüş, maziye dalan gözlerine kasvetli bir hava yerleşmişti.

“Göktuğ, eşimi kaybettiğimiz zaman küçüktü. Baba rolünü üstlenemeyecek kadar küçük… Kim bilir belki de ben böyle düşünüyordum. Yürek yaşı çok büyükmüş o zamanlar Armin… Gök ona nazaran daha bebek sayılırdı. Yeni koşuyor, yeni konuşuyor, yeni kıskançlıklarla tanışıyordu. Ben çökmüştüm ama Göktuğ o dönem hep dimdik durmuştu. Gök’ü ben değil o büyüttü desem yeridir. O yüzden çok itişirler, Göktuğ her zaman onun iyiliğini ister. Gök o zamanlar ne kadar küçük olsa da olayların farkına varabilecek yaşa girmişti bile… Belki de o yüzdendir bu denli mutlu olması. Her zaman en mutlu gözüken kişiler acılarını derinlerine gömenler değil midir zaten?”

Ellerini yüzüne kapatarak soluklandı. Yüzüne geniş bir gülümseme yerleştirerek bana döndü. “Konudan saptım biraz, Göktuğ diyorduk…”

Sorun değil dercesine başımı salladım.

“Göktuğ insanların derdine derman olmak için bu dünyaya gelmişti adeta. Ben bile kırk yaşıma geldiğim zaman ondan akıl aldığım anı hatırlıyorum… Hep çok zeki ve kollayıcıydı. Yirmi dokuz senelik yaşamına onlarca bilgi, roman ve hikâye kitabı sığdırdı. Göktuğ her zaman yaraları sarmalamayı tercih etmişti. Yazdığı kitaplara bakma şansın oldu mu bilmiyorum ama hepsinin derinliklerinde yaralı bir kadın gizlidir. Kadınlara karşı nasıl davranması gerektiğini ona öğreten her zaman eşim olmuştu. O bu hayattan göçtükten sonra da elimden geldiğiyle ben devam ettirdim bu mirası.”

Dolan gözlerine inat gülmeye başladı. Aklına bir şey gelmiş gibi, “Göktuğ’un hiç sesinin yükseldiğini duydun mu Armin?” dedi merakla.

İstemsizce düşünmeye başladığımda gözümün önüne serilen anların hepsinde sükûnetini koruyan bir adam vardı. Tekin’in dediği gibi de ses tonu hep aynıydı gerçekten. Bir an olsun bağırdığını ya da öfkesini iliklerine kadar hissettirdiğine şahit olmamıştım.

“Hayır, gerçekten de sinirlense dahi hep kendini kollayabilen bir adam oldu Göktuğ.” Dedim şaşkınlıkla.

Gamze Hanım zafer kazanmış gibi güldüğünde gözlerinin içi parladı. “Çok özel bir çocuktu, çok da özel bir adama dönüşmüş. Onu en son buraya göndermeden önce, her zamanki gibi içine kapanık bir adamdı. Ama şimdi bakıyorum da kendini kollamayı unuttuğu tek an senin yanın olmuş güzel kızım.”

Hafifçe tebessüm etmekle yetindim. Utanmam için oldukça büyük bir konuşmaydı bu.

Uzaktan gelen, “Bizi çok özlediniz değil mi hanımlar!” diyen Gök’ün sesi ile hafifçe kıkırdadım. Deli doluydu. Bana biraz Yıldırım ve Emir ikilisini anımsatmıştı bu doğrusu.

“Ağabeyim hadi yürü, hadi.” Göktuğ sakince Gök’ü ittirerek içeri girdiğinde bakışları beni buldu. Bir sorun olmadığına kanaat getirmiş gibi yumuşak bir tebessümle yanıma oturduğunda bu sefer ayaklanan Gamze Hanım olmuştu.

“Hazırlanayım sonrada buluşmaya gidelim! Ay çok heyecanlıyım…” Yanımızdan sıvışan kadına buruk bir tebessümle baktım.

“Beni mi çekiştirdiniz yoksa?” Göktuğ sırtını yaslamış beni kolunun altına çekerken sakince sormuştu. Başımı iki yana sallayarak gülümsedim. “Hayır tabii ki, sakince sohbet ettik o kadar.”

“Öyle olsun bakalım.”

Kollarının arasında huzur vardı. Büyüleyici bir huzur…

 

KURTULUŞ

“Ameliyat şart. Bu konuda daha ne kadar konuşmam gerekiyor bilmiyorum ama bence artık kabullen Armin. Durumun kötüye gidiyor. Bunu her ne kadar demek istemesem de gerçek ortada.”

Atalay sandalyesini geri kaydırarak eldivenleri çöpe fırlattığında donuk bakışlarım tavandaydı.

“Yap şunu.” Sesim baskındı.

“Ne? Sen ciddi misin?” Atalay şaşkınlıkla bana yaklaşmış ve bakışlarını yüzümde gezdiriyordu.

Hızlıca başımı salladım. “Tarih ver bana, uzatmak istemiyorum artık yeter.”

Atalay genişçe gülümsedi. “En iyisi bu olacak Armin.”

Füsun ve Gamze Hanım’ı buluşturma işini Göktuğ’a yıkarak Atalay’ın yanına kaçmıştım. Muhtemelen Göktuğ’da hastaneye gelmişti çünkü buluşmadan sonra bir randevusu olduğundan bahsetmişti.

“Yarın yapalım.”

Bu sefer şaşıran bendim. “Ne?”

“Bugün gerekli tahlilleri yapalım. Yarın da hemen ameliyat… ne kadar beklersek durum o kadar ilerliyor, hızlıca müdahale etmemiz lazım.”

Karnımı silerek doğrulduğumda ayaklarımı sedyeden aşağı sarkıttım. “Göktuğ ile konuşmam gerek.” Atalay kağıtlara not alırken alttan alttan imayla sırıttı. “Arkadaşımı da kapmışsın, fark etmedim sanma…”

Hafifçe tebessüm ettim. “Sen bana mesaj atarsın, ben bir Göktuğ’a bakayım.”

Atalay beni onayladığında üzerimi düzelterek Göktuğ’un odasına ilerlemeye başladım. Kapının yakınlarında oturan kadına randevusunun bitip bitmediğini sorduğumda çoktan bittiğine dair bir yanıt almıştım.

Odanın kapısını yavaşça açarak başımı içeri uzattığımda, önündeki kağıtlara gömülmüş adama bakarak derin bir iç çektim. İçeri geçip kapıyı yavaşça kapattığımda, bir hayli dalmış olmalı ki varlığımı fark etmemişti.

Arkasından dolanarak kollarımı yavaşça boynuna sardığımda, “Hanımefendi ben evliyim, hanımım kızar.” Diyerek elime ufak bir öpücük kondurdu.

Eline vurarak gülmeye başladığımda, “Fark etmedin sandım, gıcık!” diyerek sitem ettim. Kolumdan çekerek beni bacaklarının üzerine oturttuğunda, yüzüme düşen saçlarımı geriye itekledi. “Sen gelirsin de fark etmez miyim?”

Yanağını okşayarak yüzüne baktığımda, “Bıraktın mı anneni?” dedim sakince. Başını salladı. “Annen ile tanıştığımızı bilmiyordum. Meğerse Füsun bizim Füsun’muş.”

Gülerek yüzüne baktım. “Benimde öğlen konuşunca haberim oldu. Seni baya seviyor anlaşılan.”

Kaşları havalandırarak, “Beni sevmeyen mi var yavrum?” dedi ukalaca. Kucağından kalkarak yüzüne bakakaldığımda, “Pek de mütevazısın maşallah.” Diyerek burun kıvırdım. Güldü. Hem de baya keyif alarak.

“Hastanede olduğundan haberim yoktu, tugaydasın sanmıştım.”

Konuşma faslı gelmişti anlaşılan. Gergince dudaklarımı dişledim. “Atalay’a muayene olmak için uğradım. Yarın ameliyata giriyorum.”

En iyisi pat diye söylemek zaten, aferin kızım!

Göktuğ sandalyesini ittirerek ayaklandığında hızlıca yanıma geldi. “Niye çağırmadın beni? Hem çok hızlı olmadı mı? Ne yapacakmış anlamadım, yardımcı olsana Armin.”

Ellerimi göğsüne koyarak sakince yüzüne baktım. “Sakin ol. Dediğim gibi yumurtalıklarımdaki kistlerin büyüklüğü ciddi bir evrede olduğu için ameliyat ile alınmaları gerekiyormuş. Atalay daha fazla beklememem gerektiğini vurgulayınca bende en acilinden ameliyat tarihi istedim. Yarın ameliyatım var. Birazdan da gerekli tahliller için gideceğim.”

Göktuğ’unun gözlerindeki telaş çok büyüktü. Başımı hızlıca göğsüne bastırarak sıkıca sarmaladı bedenimi. “Her şey iyi olacak güzelim. Beraber iyileşeceğiz.”

Her ne kadar belli etmesem de içimde bir korku vardı. Daha önce konuştuğumuz zaman ameliyatın rahmimde bir sorun açabilecek olması beni endişelendiriyordu.

 

KURTULUŞ

Göktuğ yanımda elimi sıkı sıkıya tutarken kaçıncı tüpe döndüğünü bilmediğim kanlarımın sonuncusunu verdim. Tahlillerin ardı arkası kesilmezken en sonunda hepsini bitirmiştik sanırım.

Göktuğ kollarımı tutmuş beni dikkatle yürütmeye çalışırken bu telaşlı hallerine güldüm ister istemez.

Adam yaralı yaralı hayatta kalma çabalarını biliyor mu acaba Armin Hanım? Tabii endişelenecek.

Bugün hayatımın en hızlı geçen günüydü sanırım. Sabahtan akşama elli çeşit olayla mücadele etmek bir tık usandırmıştı beni.

Göktuğ her ne kadar istemese de benden ayrılarak Gamze Hanım’ı almaya gitmişti. Bende şu anda tugaya gidiyordum çünkü yarın için izin almam gerekiyordu.

Çok yorgundum. Şu iki ayın özetini izlemek bile insanın üzerinden tır geçmesiyle bedel olabilirdi. Yaşanmadık olay kalmamıştı resmen.

Sallana sallana tugaya geldiğimde ilk defa bağırmama gerek kalmadan sürgülü kapı açıldı. Gülerek içeri girdiğimde arabamı park ederek tugaya ilerledim. Benimle aynı yönde yürüyen Erdem ile, “Boz odasında mı?” dediğimde bakışları hızla bana döndü.

“Komutanım iyi misiniz?” Erdem benim deli hallerime en çok tanık eden birisi olarak ister istemez endişelenmişti tabii.

Başımı salladım iyiyim dercesine. “Boz?”

“Odasında komutanım.”

Oyalanmadan odasına geçtiğimde hızlıca tekmil vererek selama durdum. “Yüzbaşı Tan!”

“Geç Tan.” Çaprazındaki sandalyeyi işaret etti.

Sakince oturarak yüzüne baktım. “Komutanım bildiğiniz üzre sağlık problemimden dolayı saha görevlerinden affımı istemiştim… Yarın yaşadığım sağlık problemi dolayısıyla ufak çaplı bir operasyon geçireceğim. Eğer izniniz olursa yarın tugaya gelemeyebilirim.”

Boz kaşlarını çatarak sinirle yüzüme baktı. “Dalga mı geçiyorsun sen benimle Tan?!”

Afalladım. “Kusura bakmayın Komutanım, ben sadece fikrinizi almak için-“

“Kızım ameliyat için izin mi alacaksın? İki aydır doğru dürüst uyumuyorsun bile, dün bana verdiğin operasyon planını ağzımız açık okuduk. İster yarın gelme ister bir hafta. Ne zaman iyi hissedersen o zaman aramıza katılırsın, sen kendine iyi bak gerisi önemli değil.”

Böyle bir çıkış beklemediğimden şaşkınlığımı da koruyamamıştım ister istemez. “Sağ olun Komutanım.”

Tekrardan selama durarak odadan ayrıldım. En azından izin alabilmiştim…

Adımlarım beni dinlenme odasına sürüklerken yavaşça içeri süzüldüm. “Nasılsınız beyler?”

“İyidir Komutanım.”

Topluca karşılık veren adamlara sakince gülümsedim. Gözlerim Yıldırım’ı süzmeye başlamış ve iyi olduğuna kanaat getirince durulmuştu.

“Komutanım bütün tugay operasyonun planı hakkında konuşmaya başlamış. Galiba büyük bir intikam bizi bekliyor…” Ertuğrul hırsla gülümsediğinde aynı gülümsemeyle karşılık verdim.

“Hayırlısı neyse o olsun Ertuğ, artık o kadar bitkinim ki…” Sesimdeki kırıklığın hepsi farkındaydı. Farkında olunmayacak gibi de değildi ki… Çok yıprandığımı hissediyordum. Bu aralar aldığım haberlerin yıkıcılığı da bunun tuzu biberiydi işte.

Bakışlarım Kalender’e döndüğünde bir şeyler demek istediğimi anlamış gibi önce genişçe gülümsemiş, sonrada yanımda olduğunu belirttiği güven dolu bakışlarını elalarıma atmıştı.

“Yarın izinliyim arkadaşlar.”

Büyük bir kaos mesajı!

Hiç izin kullanmayan birisi olduğumdan hepsi yadırgayarak yüzüme baktı. Barkının her daim çatık duran kaşları gene aynı vaziyetteydi ama bu seferki tek fark gözlerindeki sorguydu. Onunlayken de yaralanmalarım dışında hiç izin kullanmamıştım. Bir sorun olduğunu anlamış olmalıydı.

“Hayırdır inşallah Komutanım?” Tekin tezgâhtan ayrılarak elindeki tepsiyi masaya bıraktığında, hafiften başlayan tedirginliğini hissetmiştim.

Dudaklarımı sakince yalayarak arkama yaslandım. “Ufak çaplı bir operasyon geçireceğim, aslında sadece yarın değil birkaç gün izinliyim.”

“Komutanım ağzınızdan lafı cımbızla çekiyoruz da alamıyoruz gibi… Olayı anlatmak cazip midir?” Yıldırım buruşturduğu yüzüyle ayaklanmış bana bakıyordu. Gözlerimi devirerek ayaklandım. “Ameliyat olacağım işte ne uzattın lan Çaylak! Tamam en çok sen seviyorsun, sakinleş…”

Yıldırım kıstığı koyu kahvelerini yüzüme kazırcasına sürttü. “Ne zaman olacak bu ameliyat Komutanım? Hangi hastanede? Refakatçınız olmak için hemen izin kullanmam gerekiyor sanırım… Çok telaşlandım. Acil biri beni durdur-“

“Yıldırım sus kardeş!” Kalender Yıldırım’ın omzuna bastırarak yanına oturttuğunda tehdit içeren bakışlarını üzerine attı.

“Öğlen birde başlayacak, devamını bende pek bilmiyorum. Haber vereyim dedim telaşlanacağınız bir durum yok.”

“Komutanım öyle olmaz ama!” Tekin eline aldığı papatya çayına dehşetle bakarken, sanırım sakinleşmeyi umut ediyordu.

“Tekin’ciğim.” Dedim baskın bir tonlamayla. “Sana papatya tarlası aldım. Onun içinde beklersin beni olur mu?” Tekin şaşkınlıkla bana bakarken dudaklarındaki ayrık kalan boşluktan şaşkınlık dolu bir nida yükseldi. “Komutanım ne tarlası Allah aşkına? Siz beni boş verin, biz topluca izin alıp gelelim yanınıza yarın.”

Gözlerimi bir kez daha devirdim. “Kimse izin falan almayacak işleriniz bitince çıkışta gelir görürsünüz çok sevgili komutanınızı, neyse ben çalışmaya gidiyorum sizde ne yaparsanız yapın artık.”

Tam kapıya yönelmişken arkamdan gelen, “Komutanım!” bağırışı ile duraksadım.

Emir sakince, “O zaman akşam yemeğe mi gitsek? Hem Göktuğ da gelir, daha iyi kaynaşırız.” Diyerek tepkimi ölçmek istercesine yüzüme baktı.

Birkaç saniye düşünerek, “Tamam o zaman siz mekân araya koyun bana yazarsınız.” Dedim.

“Eee Göktuğ’a sormayacak mısınız?” Ertuğrul şaşkınca bana baktı. Alayla güldüm. “Yo, birazdan arayıp akşam yemeğe gideceğimizi söyleyeceğim o kadar. Bence gayet makul bir anlaşma.”

Hepsi sakince gülerken çoktan odadan çıkmıştım. Son zamanlarda içli dışlı olduğum, hazine odama ilerlerken kulağıma dayadığım telefonun açılmasını bekledim.

“Gözümün bebeği, kalbimin tek sahibi?” Boğuk ve kışkırtıcı çıkan sesiyle bir kahkaha attığımda sesim spor salonunun içerisinde yankılandı.

“Akşam timle yemeğe gidiyoruz, haber vermek için aradım.”

Karşıdan hafif bir kıkırtı yükseldi. “Hayatım sen zaten tamam demişsin, hastaneye gelip kolumdan çekiştirseydin de olurdu.” Gözlerimi kapatarak gülmeye devam ettim. “Abartma. Haber verdim işte ona göre hazırlanırsın.”

“Tamam bir şey demedim. Yarın ameliyat olacağından bahsettin mi? Ona göre akşam pot kırmış olmayayım.”

Odaya girmek adına kamerayla şirin dakikalar yaşarken aynı anda Göktuğ’a cevap vermeye çalışıyordum. “Bahsettim ama çok detaya inmedim. Hem sen onu boş ver de Gamze Hanım ile sevgili hemşirem nasıl anlaşmış ondan bahset.”

Göktuğ güldü. Ama ne gülmek… Bildiğiniz at kişnemesinden esinlenilen bir gülme.

Gülmesi hafifleyince, “Bunu seni almaya gelince konuşalım bence. Çünkü bayılmak adına aradığın kollar benimkiler olmalı.” diyerek ürpertici bir sesle konuştu.

Açılan kapıdan içeri girerken hafif bir telaşla güldüm. Gülüşüm dudaklarımda solarken, “Durum o kadar feci yani?” dedim sorarcasına.

“Konuşuruz bebeğim, hastam geliyormuş.”

Dediklerini onayladım. “Tamam o zaman haberleşiriz.”

Telefonu kapatarak kollarımı sıvadığımda bakışlarım dosyalara döndü. Asıl intikam şimdi başlıyordu.

 

KURTULUŞ

“Saçmalama istersen!”

Üzerimdeki bordo rengi boğazlı kazağın boyun kısmını katlamaya çalışırken, yatakta oturan Göktuğ’a aynadan delici bir bakış attım.

Göktuğ ayaklanarak arkama geldiğinde boğaz kısmımı düzelterek kollarını belime sardı.

“Asıl sen saçmalama, hem sen değil miydin bugünüm yarınım belli değil diyen? İkisi de iyi anlaşmış, gelip isteyin kızımı demiş Füsun Hanım’da.”

Kollarından kurtularak yüzümü yüzüne çevirdim. “Öyle bir şey demedim. Beni bekleyecek sabrın var mı dedim!”

Çocuk gibi omuz silkti. “Aynı yola çıkıyor.”

Gözlerimi devirerek makyaj masasının pufuna oturdum. “Baya aynı cidden.”

“Sen şuna, ben seninle ciddi düşünmüyorum Göktuğ denese.”

Kollarını göğsünde bağlamış aynadan beni izleyen adama hayret dolu bir bakış attım. “Saçmalamayı kes ağzımdan öyle bir şey çıkmadı bile!”

Ceketini üzerinden yırtarcasına çıkararak kenara fırlattı. “Zaten sen ciddi olmasan da ben çok ciddiyim. İster şimdi erken de ister deme. Her halükârda seni istemeye geleceğiz yavrum. Kabullense iyi edersin.”

Saçlarımı tararken alayla güldüm. “Bu neydi? Tuttuğumu bırakmam hareketleri falan…”

Göktuğ dişlerini sıkarak hızlıca dibimde bitti. Boğazımı sıkıca kavrarken hiç olmadığı kadar sertti. Başım geriye düşerken tarak tutan elim boşlukta kaldı. Dudaklarını sertçe yanaklarıma bastırırken hoşnut bir mırıldanmayı bedenime kazıdı.

“Öyle. Tuttuğumu bırakmam. Bırakacağım dalı da en baştan tutmam.”

Gözlerim geriye kayarken dudaklarımın arasından şuh bir nefes intihar etti. Odadan çıkan adamın ardından hafif hızlanan nefesimle bakakalırken yavaşça boğazımı temizledim. Kendisinin üzerimde etkisi baya büyüktü…

Saçımı hızlıca at kuyruğu yaparak kızaran yanaklarımı yellediğimde dolaptan bir palto çıkarıp üzerime geçirdim. Paltonun derin ceplerinin zeminlerini boylayan cüzdanlarım ve belime sıkıca sarılan beylik tabancam ile hazırdım.

“Çıkalım mı?” Bir anda çıkan kısık sesimle şok olmuş gibi duraksadım. Ne alakaydı yani şimdi? Şurada toparlanmaya çalışıyorduk ne güzel.

“Bence de çıkalım yoksa tek başlarına yemek yiyecekler eşlik edemeyeceğiz.” Bana bakıp imayla gülen adama şaşkınlıkla bakakalırken çoktan ayakkabısını giyinip, ceketini omuzlarından aşağı bırakmıştı.

“Pislik yapma Göktuğ, yemeğe gidiyoruz şurada!” Arkasından sinirle bağırdığımda kahkaha atarak merdivenlerden inmeye başladı. Ayakkabılarımı giyinerek peşinden koştuğumda nihayet evden çıkabilmiştik.

Füsun kuşum ve Gamze Hanım çok iyi anlaşmış, anlaşmakla da kalmayıp bizim evliliğimizi konuşmaya başlamışlardı. Füsun sağ olsun beni evlendirmekte çok kararlı, Gamze Hanım ise isteme için en erken tarihi bulmak adına çırpınıyordu.

Göktuğ ile bir hayat… Kulağa çok hoş geliyordu ama bir anda isteme konusunun açılması gerilmeme neden olmadı desem, yalan olurdu. Göktuğ çok iyi bir adamdı. Hayallerimin de ötesinde, çok farklı bir dünyaya ait gibi… Hiç benim olmayacakmış gibi… Düşünmek beni duygulandırsa da isteme konusunda bir ikilemdeydim.

“Aşkım.”

Bir anda bütün görüntü tuzla buz olurken kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.

“Ne dedin?”

Göktuğ gözlerini kısarak güldü. “Aşkım dedim belki kendine gelirsin diye, umduğumu buldum.”

Onun gibi gülerek, “Zaten beni aşkın olarak kabul etmediğin için, şaşırdım yani yoksa dönmezdim biliyorsun.” deyip radyoya uzandım.

Ümit Sayın, Gül beyaz gül diyor sakince mırıldanıyordu.

Enstrümanlar birbirlerine karışıyor ve ahenkle ritme kapılıyordu.

Bir süre gecenin karanlığına kendini bırakmış yolu izleyerek attan çalan fonu zihnime işlemiştim.

Bahar dallarına ayaz vurunca

Boynun bükülüp yas olunca

Sen bir güldün, ben bir gonca

Nasıl büyürüm sensiz olunca?

Göktuğ kırmızı ışığa uyarak arabayı sakince durdurduğunda, içeri sızan kırmızı ışık yüzünü aydınlatmıştı. Rengine hasta olduğum ama asla çözemediğim gözlerini elalarıma bıraktı. Dudaklarında ufak bir gülümseme oluşurken, sıkıca elimi kavradı.

Ve en beklemediğim anda, “Sen olmazsan ben solarım, gül beyaz gül açarım, sen olmazsan ben solarım, gül beyaz gül açarım…” diyerek hiç bu denli etkileyiciliğini duymadığım sesiyle mırıldandı.

Sanki anlaşmış gibi elini daha sıkı kavrayarak, “Sen susunca karışır içim, tükenir aşkım sensiz gül, sen açınca çözülür içim, yaşarım aşkı senle gül…” diyerek aynı anda söylendik.

Dudaklarımdaki gülümseme tüm yüzüme yayıldığında ona eğilerek yanağına narin bir öpücük bıraktım.

Sevgimi al, sakla koynunda

Dokunmasın kimse ona

“İsteme işini düşün bence, sonuçta yakışıklı bir adamız talibimiz çok.” Ukalaca konuşan adam arabayla hızlıca yola atılırken buruşturduğum dudaklarımla yüzüne baktım.

“Ukalalık desen o da var. Annene diyeceğim seni, gör bak.”

Omuz silkerek kollarımı göğsümde topladığımda, elini hiç beklemediğin bir anda bacaklarımı sıkıca saran pantolonun üzerine bıraktı. Kemikli eli bacağımı sararken, “Tamam ben yarın sabahtan sizi alışveriş merkezine bırakayım, dolaşarak dedikodumu yaparsınız olur mu hayatım?” diyerek baskın bir sesle konuştu.

Ağırca yutkunduğumda, tükürüğüm boğazımda kalmış gibi sertçe öksürmeye başladım. Göktuğ’unun baş parmağı bacağımın içini okşarken, bedenim istemsizce kasılmıştı. “Çek şu elini, yemeğe gidiyoruz.” En az onun kadar baskın bir sesle konuştuğumda, yüzündeki pis gülümsemeyi görmesem bile anlayabiliyordum.

“Tamam bebeğim gerilme, yemeğe gidiyoruz.”

Bu adam biraz fesatlaşmış mıydı yoksa bana mı öyle geliyordu?

Yolun devamı benim kızaran yanaklarımı yellemem ve Göktuğ’unun imayla gülümsemesi ile uzarken intikamımı eve geçince almak üzere saklıyordum.

Göktuğ benim inmeme fırsat vermeden kapımı açtığında, elimi sakince tutarak dışarı çıkardı. El ele mekâna yürürken, geldiğimiz yerin bir ocak başına ait olduğunu görmek beni sevindirmişti. Daha sıcak ve samimi geliyordu bu ortam bana… İçeri girdiğimizde, küçük ve sıcacık olan yer oldukça hoşuma gitmişti.

Küçük alana zor sığan dört masanın birine sığmaya çalışan ciğerlerimi görünce genişçe gülümsedim. Bizi ilk fark eden Kalender ayaklandığında masa da aniden ayağa kalkmıştı.

“Hoş geldiniz Komutanım.” Yıldırım genişçe gülümsediğinde Emir Yıldırım’ı dürterek boş bakışlarını yüzüne attı.

Kalender ikisini de iterek Göktuğ’a yaklaştığında, Göktuğ elimi bırakmadan boştaki sağ eli ile Kalender’i selamladı. Selamlaşma faslı biraz uzamış ve Yıldırım’a ek Emir’in itişmeleri ile çoktan başıma ağrı girmişti.

Tek masaya Göktuğ, Tekin ve Barkın gibi iri cüsseli adamlarım yüzünden sığamadığımız için iki masayı birleştirmiş ve elimizden geldiğince sığmaya çalışmıştık.

“Göktuğ dememde sakınca yok değil mi?” Yıldırım Göktuğ’a eğilerek devlet sırrı veriyormuş gibi garipçe fısıldarken Göktuğ güldü.

“Hayır, hayır rahat ol Yıldırım.”

Yıldırım rahatlamış gibi nefes alırken, “Bir şey soracağım, boyun neden bu kadar uzun?” diyerek merakla yüzüne baktı.

Göktuğ sakince güldü. “Genetik. Annemde Armin ile aynı boyda mesela, bizim ailede kadınlarda erkeklerde oldukça uzundur. Özel bir sebebi yok yani.”

Tekin Yıldırım’ı kolunun altına çekerek alayla güldü. “Arkadaş kısa kaldığı için üzgün de biraz…”

Göktuğ gülmeye devam ederken karşımdaki Kalender tarafından dizime hafif bir tekme yedim. Yıldırım ve Emir’e esinlenen bakışlarıyla yanındaki adama bakıp imayla sırıttı.

Sende mi brütüs?

Gözlerimi devirdiğimde önümüze bırakılmaya başlayan tabaklar ile aç karnım hafifçe kıkırdadı.

Yıldırım, Tekin ve Göktuğ derin bir sohbetin içindeyken bakışlarım masanın en ucunda tek tabanca takılan Barkına kaydı. Her zamanki gibiydi işte. Soğuk, donuk ve huysuz. Bazen hareketlerine çok ayar oluyordum. Geçen seferki hastane olayında yaptığını da hâlâ unutmamıştım.

Emir’i dürterek, “Ne oldu, doktor ne diyor durumu hakkında?” dedim merakla. Ankara’ya gidip gelmiş ama geldiğinden beri yaşananlar yüzünden konuşamamıştık.

Emir alt dudağını dişlerinin arasına alarak çatık kaşlarıyla masaya baktı. “Tedavi masraflarını karşıladım. En son dönmeden önce ilaçlarını almaya başlamıştı, aslında daha fazla yanında olmak istiyordum ama… Doktor durumunun son zamanlara nazaran biraz daha toparladığını söyledi. Yani iyileşeceğini umuyoruz ama gene de hazırlıklı olmamda fayda olduğunu belirtti.”

Omzunu sertçe sıvazladım. “Bir şey olmayacak oğlum. Emel teyze o, kolay kolay yıkılır mı?”

Emir ağırca gülümsedi.

Önümdeki ezmeden bir çatal alarak sakince ağzıma götürdüğümde, masada ağır bir sohbet dönüyordu ama ben konuyu çoktan kaçırmıştım. Yıldırım şen bir kahkaha patlattı. “Herkes tek tabanca gibi gözüküyor ama hepsi birbirinden fena Göktuğ. Sizden önce aramızdan birileri ben evleniyorum diye çıkarsa hiç şaşırmam.”

Yıldırım bir Tekin’e bir Ertuğrul’a alayla bakarken Göktuğ kaşlarını hayretle havalandırdı. Bakışlarımız kesiştiğinde sakince kıkırdamakla yetindim.

Göktuğ Ertuğrul’dan beklemez gibi çaprazına döndüğünde Ertuğrul tam ondan beklenilecek bir tepkide bulunup, göz devirmekle yetinmişti. “Şu mala ne bakıyorsunuz siz? Dili olan konuşuyor işte, sabah içtimada görüşürüm ben seninle.”

Ertuğrul’dan ilk kez duyduğum agresif, sahiplenici tavır beni de şaşırtmıştı.

“Yok Komutanım, Armin komutanım beni sever. Öyle değil mi?” Yıldırım ümitle bana baktı. Bakışlarım ezmedeyken bir çatal daha aldım. Kusura bakma Çaylak, Ertuğ ilk kez sana sinirlendi bu keyfi kaçıramam.

“Komutanım ya…” Yıldırım sızlanarak masanın ucundan bana eğildiğinde, önündeki çatalı alarak ezmeyi üzerine aldım. Ağzına teptiğim çatalı sıkıca tutarak, “Ye Çaylak, yarın lazım olur belki.” diyerek güldüm.

Göktuğ halimize gülerek bana döndü. “Kim kimin üstü oluyor? Yıldırım herkese komutanım diyor neredeyse.”

Tekin Yıldırım’ı tekrardan kollarının arasına aldığında Yıldırım debelenerek kenara çekildi.

Tekin, “Armin Komutanım zaten bir numara, ona laf yok. Armin komutanımdan sonra her daim Kalender Komutanımın sözü geçer. Aslında Kalender, Ertuğrul ve Barkın Komutanım aynı rütbede ama tim komuta yardımcısı Kalender Komutanımdır. Üçlüden sonra Emir Komutanım sonra da ben vardım. Yıldırım da sütten, o yüzden Çaylak demeyi tercih ediyor Armin Komutanım.” Diyerek sevimlice güldü. Sarı saçlarını düzenli kesiyor olmalı ki, her zaman üç numaraydı. Kaşlarının rengi oldukça açık olduğundan, ilk bakışta seçilmiyor ama sonradan dikkatlice bakınca insanı geriyordu. O yüzden bu sevimli halleri cüssesine biraz ağır kaçıyordu.

Göktuğ’a dönerek alayla güldüm. “Sen bu papatya manyağına bakma. Yıldırım olmasa timin gözü olmaz. Onun bakışı bizi hayatta tutuyor, kendi aralarında eğleniyorlar sadece.”

Göktuğ Yıldırım’a gururla bakarken Yıldırım utanır gibi bakışlarını kaçırıp ağzına ezme tepti.

Yemekler geldiğinde sohbet devam etmiş ama ben açlıktan pek dinlememiştim. Önümdeki ciğeri, şişten ayırırken bir anda duraksadım.

“Ne var lan, dönsenize önünüze acıktık şurada!”

Hepsi dönmüş, hayvan gibi yemek yiyen beni izlerken bakışlar üzerimden tek tek çekildi.

Göktuğ bana yaklaşıp, “Yavaş ye hayatım boğulacaksın.” Dediğinde masanın altından bacağına sert bir tekme geçirdim. Bu ona yeterdi sanırım.

“Aa Göktuğ Bey!”

Arkamızdan gelen ince ses ile kısık bakışlarım sesin kaynağına çevrildi. Daha önce gördüğüme emin olduğum kadın hızla masaya yaklaşırken kim olduğunu hatırladığım için gözlerimi devirip önüme döndüm. Ciğerimi ağzına tıka basa doldururken yanımdan kalkan adama çelme takmak bir anlık çok cazip gelmişti.

Şalgamımı hırsla çalkalarken yanımdan gelen kıkırtı ile, ölümcül bakışlarımı Emir’e yolladım. Susması için yeterli bir bakıştı.

Ciğerimi yemeye devam ederken, rahatsız edici cırtlak sesi eşliğinde konuştu. “Ne güzel bir karşılaşma bu böyle. En son ki randevudan sonra tabii…”

Göktuğ beyefendiliğini koruyarak kadının elini sıkmıştı. Bu detayları masaya bırakılan gümüş tepsinin yansımasından izlemek bence gayet etikti.

“İki gün sonra randevumuz var diye hatırlıyorum, o zaman görüşeceğiz zaten hanım efendi.”

Ağzınızı yüzünüzü kırsam daha rahat konuşabilirdiniz ama gene de siz bilirsiniz tabii Göktuğ Bey.

Kadın şen bir kahkaha attı. “Aslında haftada iki olsa çok daha iyi olur ama siz kabul etmiyorsunuz Göktuğ Bey.” Gözlerimi devirdim. Demek ki haftada bir yetiyor abla geri bas!

Göktuğ elini çekerek ceketinin önünü tuttu. “Haftada bir yeterli olacaktır, doktorunuz olarak buna benim karar vermem daha doğru. İşiniz vardı sanırım benimde var, gördüğünüz üzre… Randevuda görüşürüz.”

Kadın bozulur gibi Göktuğ’a bakakaldığında alayla güldüm.

“Görüşüz o zaman Göktuğ Bey’ciğim.”

Sana da abla.

“Görüşürüz Hanım Efendi.”

Göktuğ tekrardan yanıma kurularak yemeğine devam ederken, Kurtuluş’un üzerime dönen bakışlarına ters bir şekilde karşılık verdim.

“Ciğer de mükemmel olmuş değil mi tatlım.” Gıcık bir sesle Göktuğ’a döndüğümde bakışları anlık bir tedirginlikle bana kaydı. Ne tepki vereceğini bilemez gibi hızlıca başını salladı. “Evet hayatım.”

Yıldırım ve Emir’den gelen eş zamanlı kahkahaya, sakin bir bakış atmakla yetindim.

Şişi elime alıp ağırca çevirirken bakışlarım, Yıldırım ve Emir’de gezindi. Ertuğ’a ithafen, “Ertuğ canım, yarın size Emir de eşlik etsin olur mu? Ben boşuna kendimi yormayım.” dediğinde bu sefer keyifle gülen kişi Ertuğ olmuştu.

“Hay hay Komutanım, seve seve.”

Yemeğin devamı hafif bir gerginlikle geçecekken olayı Kalender devralmış ve Göktuğ ile senelerdir bir bağları varmış gibi sohbet etmeye başlamışlardı.

Bilmem kaçıncı şişimi tabağın yanına bıraktığımda, ellerim karnıma kapandı. Bence artık doymalıydım. Masaya bırakılan çaylar ile biraz sakinleme fırsatı bulmuştum. Yemek yemekten yorulanı da ilk defa kendimde görmüştüm cidden.

“Komutanım ne zaman geliyorlar istemeye?” Yıldırım belerttiği kahve gözleriyle bana bakarken, yüzümü buruşturup Göktuğ’a döndüm. “Göktuğ, ne anlatıyorsun sen?”

Göktuğ sakince omuz silkti. “Sordular bende kendi fikrimi söyledim.”

Oflayarak Yıldırım’a döndüm. “Yarın akşam Yıldırım. Allah’ım yarabbi ya! Bir dur oğlum, hele bir ameliyat geçsin bakarız sonrasına.”

“Komutanım normalde sizin acele etmeniz Göktuğ’unun ağırdan alması gerekmez mi? Hani mantıken asker olan sizsiniz ya.” Ertuğrul garipçe bana bakarken güldüm.

Göktuğ hızlıca araya girdi. “Değil mi Ertuğrul? Bence de hemen istemeliyiz komutanınızı ama kız evi naz evi ya, işler zor gözüküyor.” Göktuğ’un omzuna vurarak sus dercesine gözlerimi belerttim. Göktuğ omuz silkerek benden taraf olmazken Kalender’in keyifli kahkahasın duydum.

“Ee tabii bizden kız almak kolay değil Psikolog Bey, bu işler biraz sabır işi.” Kalender imdadıma yetişmiş gibi benden taraf olurken yüzüne bakıp minnetle gülümsedim. Aynı şekilde güldüğünde bu adamla neden daha önce tanışmamıştık, en çok ona yanıyordum.

İlerleyen saatlerde, çaylar tatlılar derken iyice şişmiş ve bunalmıştım. Göktuğ her ne kadar hesap konusunda diretse de benimkiler inatla karşı çıkmış en son çıkan ufak çaplı kavga sonucu resmen Alman usulü hesap ödemiştik.

Göktuğ üzerindekilerden bunaldığını söyleyerek kendine rahat kıyafetler almıştı. Şu anda ben mutfakta Tekin’den bulaşan papatya çayı hastalığımla mücadele ederken o üzerini giyiniyordu.

Elimdeki kupayı sıkıca kavrayıp dudaklarıma yaklaştırdığımda, yüzümde sinsi bir gülüş vardı. Papatya çayı psikolojik olduğunu düşündüğüm bir şekilde bedenimi gevşetirken kupayı yavaşça tezgâha bırakarak odaya doğru ilerledim.

Göktuğ’unun sırtı bana dönüktü. Altına geçirdiği siyah eşofman, her an yeri boylayacakmış gibi yamuk dururken üzerinde hiçbir şey yoktu. Arabada bana yaşattığı iki saniyelik fenalığın bir karması olmalıydı, değil mi?

Üzerini giyinmek için kıyafetine uzanırken, kollarımı arkasından dolayarak buz kesmiş parmaklarımı kasıklarının üzerine bıraktım. Tırnakların derisinin üzerinde oynarken, hiç beklemediğinden olsa gerek aniden kasıldı.

“Armin.”

Başımı sırtına yaslayarak, tırnaklarımla derisini eşelemeye devam ederken dudaklarım ağırca sırtında dolaştı. Kaslı sırtının sertliği yetmiyormuş gibi dahada taşlaşmıştı adeta.

“Yapma.”

Dilim sakince dışarı vurdu. Sıcak basan teni dilimi ısıtırken kasıklarında duran elim hafifçe aşağı kaydı. Eşofmanın düşmesine ramak kalmıştı artık. Elim biraz daha oynarsa, üzerinde pek bir şey kalmamış olacaktı.

Boğazından kuvvetli bir inilti döküldüğünde, kasıklarımda hissettiğim kızgın lavlar harlandı. Onu kışkırtırken kendim kışkırtmam da ayrı bir olaydı gerçi…

Elimin biri bacaklarına biri göğsüne giderken dudaklarımda eş zamanlı hareket ediyordu. Ya ismimi söylüyor ya da tutmaya çalıştığı nefesini hırıltılıyla odaya bırakıyordu.

Dudaklarımı sırtından ayırarak geri çekildiğimde, üzerimdeki kısa geceliğin açıkta bıraktığı bacaklarım ile kıvırarak yatağa yürüdüm. Hiçbir şey olmamış gibi yatağa uzandığımda dudaklarımdan kışkırtıcı bir nefes döküldü.

Göktuğ sırtını duvara yaslayarak gözlerini kapattığında, dünyadan uzaklaşmış gibi bir havası vardı. Ben sakince onu izlerken atik bir hareketle duvardan ayrılarak dibimde bitti. Üzerime çıkan adama irileşmiş gözlerimle bakakalırken, alnında çıkan damardan ve kızaran yanaklarından etkilendiği bir hali belli oluyordu.

“Nefesim nefesine bu denli yakınken, benden kaçmaya çalışma Armin.” Burnunun ucunu boynumda gezdirerek kulağıma doğru fısıldadığında bedenim kasıldı.

Bileklerimi tutarak yatağın iki yana bırakmış, üzerime yükünü vermeden abanmıştı.

“Bana tarih ver. Ya gelin beni isteyin de ya da kapıyı açtığında elimdeki çiçekleri yadırgama.” Sesi bana karşı her zaman naifti. Ama bazı anlarda o kadar baskıcı oluyordu ki… Bağırsa bu denli etki yaratmayacak sesi beni biraz hırpalıyordu.

Bileklerimi kavrayan ellerinden kurtularak, kolumu boynuna sardım. Yüzüm yüzüne bir nefes uzaklıktayken, “Gelin sevgilim, nefesin nefesime en büyük armağanken sunulan teklifi geri çevirmeye niyetim yok.” Dedim kadınsı bir sesle.

Göktuğ gözlerime derince baktı.

Elalarım renk paletine harmanlı gözleriyle alabora olurken, o gemide sağ kalan iki kişi vardı. Ben ve o. Deniz yeri göğü inletiyor, gemi şiddetle savruluyordu. Denizin derinlerinden gelen çığlıklar, yüreğimde miydi yoksa her seferinde dalıp gittiğim o gözlerde mi? Gözleri bir sığınaktı. Girince geri çıkamayacağıma emin olduğum ama adımlarımın beni ısrarla ona sürüklediği bir sığınak.

Alabora. Şiddet. İnleyen gök.

Hepsine inat, ona bakınca bütün sesler duruluyordu sanki. Gözlerindeki derinliğe gömülen bedenim ne ondan kopmak ne de başka bir istiyordu. Onu istiyordu yüreğim. Onu istiyordu benliğim.

O benimdi. Sanki her daim benimle olmuş, araya giren zamanla kopmuş gibi. Kopmuştu ama onu ilk gördüğüm an yüreğime atılan kördüğümün açılmasına imkân yoktu. Ben bu dünyadan göçsem dahi, son bakışımda onun gözlerinde kilitlenecek ve ebediyete karışacaktı.

Diyordu ya Sezen Aksu; Son bakıştaki o gözler kaldı aklımızda…

Son bakıştaki o gözler her iki tarafta da kalacaktı aklımızda.

 

Son bakışlar, son gülüşler...

Şehdimiz...

Armin'in bir projesi var sanırım ;)

Armin x Gök x Güliz x Gamze tanışması?

Gök karakteri yüzümüzü güldüreceğe benziyor sanki...

Armin'in Gamze ile sohbeti?

Armin ameliyat olmayı kabul etti.

İsteme işi?

Göktuğ ve tim hakkında?

O kadını çok takmayalım, Göktuğ sınırını bilir ballar...

Biraz ateş... Biraz talip...

Genel olarak en sevdiğim bölümler arasında ilk beşteki bölümüm, 32.Bölüm. Sizce bölüm nasıldı, yorumlarınızı alayım ballarım?

Yıldıza basmayı unutmayın.

Haftaya Cumartesi 33.Bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın.

 

02.11.2024

 

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

Bölüm : 02.11.2024 16:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Duru Taşkulak / ÖLÜMLE BAŞ BAŞA / 32.BÖLÜM- SON BAKIŞTAKİ GÖZLER
Duru Taşkulak
ÖLÜMLE BAŞ BAŞA

27.86k Okunma

2.26k Oy

0 Takip
41
Bölümlü Kitap
1.BÖLÜM- BEDENİMDE DEĞİL RUHUMDA SIZI2.BÖLÜM- ÖZÜRLER VE SÖZLER3.BÖLÜM- ÇAKIR İLE TAN DAVASI4.BÖLÜM- EVVELİM SEN OLDUN AHİRİM SENSİN5.BÖLÜM- YENİ BAŞLANGIÇLAR YENİ KURTULUŞLAR6.BÖLÜM- ÖLÜMÜNE İÇTİMA7.BÖLÜM- BU DA İNSAN BU DA CAN8.BÖLÜM- AJANLAR & BORDOLAR9.BÖLÜM- ESKİMİŞ TREN RAYI10.BÖLÜM- MASKENİN ARDINA SAKLANAN ACILAR11.BÖLÜM- BİR BORDO MESELESİ12.BÖLÜM- ASLANIN İÇERİSİNDEKİ KEDİ13.BÖLÜM- KANLAR VE GÖZYAŞLARI14.BÖLÜM- KIRILMIŞ KALBİN PARÇALARI15.BÖLÜM- GÜNLERE DEVRİLEN HAFTALAR16.BÖLÜM- CAN YARISININ KATİLİ17.BÖLÜM- AÇIKLANAMAYAN GERÇEKLER18.BÖLÜM- İHANETLERİN HANÇER DARBELERİ19.BÖLÜM- BAZI VEDALAR CAN YAKARMIŞ20.BÖLÜM- DOLAP CESET KANLANMASI21.BÖLÜM- SESSİZ HAYKIRIŞLAR BİR GÜN ÖLÜMLE SON BULUR22.BÖLÜM- SAHAYA MEN23.BÖLÜM- PSİKOLOG BEY24.BÖLÜM- YAŞARKEN ÖLENLER25.BÖLÜM- İSTİHBARATA İLK ADIM26.BÖLÜM- ATAĞA KARŞILIK ATAK27.BÖLÜM- AŞK DEDİĞİN28.BÖLÜM- SEVİLENLER VE SEVGİSİZLİĞE MAHKÛM OLANLAR29.BÖLÜM- SEVGİLİ SEVGİLİM30.BÖLÜM- GEÇE KALINMIŞ İNTİKAM31.BÖLÜM- MAZİNİN ZEHİRLİ SARMAŞIKLARI32.BÖLÜM- SON BAKIŞTAKİ GÖZLER33.BÖLÜM- ENDİŞENİN RENGİ34.BÖLÜM- TAN'IN KURT'A EVRİLDİĞİ SAHNE35.BÖLÜM- GÜZELLER İÇİNDEN BİR SENİ36.BÖLÜM- YENİ DÖNEMİN KAPILARI37. BÖLÜM-İSTİRİDYENİN İNCİSİ38.BÖLÜM- MEYHANENİN ÇÖZÜLMÜŞ DİLİ39.BÖLÜM-ADI YAŞATILAN SÖZ40.BÖLÜM- ÖLÜMLE BAŞ BAŞA (FİNAL)ÖLÜMLE BAŞ BAŞA- Göktuğ Kurt Özel
Hikayeyi Paylaş
Loading...