36. Bölüm

36.BÖLÜM- YENİ DÖNEMİN KAPILARI

Duru Taşkulak
durutaskulakk_

Aşklarım, ballarım, canlarım ben geldim1

Ölümle Baş Başa'nın 36.Bölümüyle sizlerleyim...

Finale son 4!

ÖBB ve diğer kurgularımdan haberdar olmak için sosyal medyada buluşalım.

Kendi hesabım: durukurtk

Kitap hesabımız: olumlebasbasaaofficiall

Kitap için yaptığınız editleri yukarıda yazan olumlebasbasaaofficiall hesabına yollayabilirsiniz.

Bölüme geçmeden önce yıldıza basmayı ve satır arası yorumlarınızı yazmayı unutmayın!

Seviliyosunuz, keyifli okumalar!

 

 

 

36.BÖLÜM YENİ DÖNEMİN KAPILARI

 

“Tebrikler Tan! Bu başarınla bizi ne kadar gururlandırdığını tahmin dahi edemezsin. Ülkemizi terörden yavaş yavaş arındırırken, elde ettiğimiz bu büyük başarı senin sayende.” Boz karşımda çatık kaşları ve dik omuzları eşliğinde yüzüme gururla baktığında, ellerimi bacaklarımın iki yanından ayırarak selama durdum.

“Sağ ol!”

“Çıkabilirsin.”

Odadan çıkar çıkmaz dudaklarımı ısırarak şen bir kahkaha patlattım. “Ah Allah’ım şükürler olsun!” Artık operasyon tam anlamıyla başlamış, bu toprak adına kanlarını dökmüş onlarca yiğidin intikamının ikinci adımı atmıştık.

Çalışmasını tek başıma yürüttüğüm Tok Adım operasyonu, bütün üstlerin elinden geçmiş ve icraata dökülmüştü. Koşarcasına dinlenme odasına girdiğimde, “Başardım!” diyerek bağırdım. Hepsi bu anı bekliyormuş gibi beni sıkıca sarmalarken, kollarımın arasına sığdırabildiğim kadar adama sarılmaya çalıştım.

“Operasyon artık tam anlamıyla kabul edildi. Yeni bir dönem bizleri bekliyor!”

Ayrıldığımızda karşımda Kalender’i buldum. “Başaracağından hiç şüphem yoktu. Yolun açık olsun Armin.”

Gülümseyerek omzunu sıvazladım. Hepsinin tebriklerini aldığımda ortam oldukça neşeliydi. Tekin bu neşenin üzerine bize güzel bir kahve yapmış, şu anda ise ellerimizdeki fincanlar ile mutlu mesut oturuyorduk.

“Komutanım nikah işlemlerini hallettiniz mi?” Emir bakışlarını kahvesinden çekerken sormuştu bu soruyu. Kahvemden ufak bir yudum alarak, “Hastane işlerini hallettik, Göktuğ geri kalanını halledeceğim demişti ama daha konuşma fırsatım olmadı.” Dedim sakince.

Yıldırım oturduğu yerden öne kayarak bana yaklaştı. “Komutanım düğün yapıyoruz değil mi?”

Sanki kendi evleniyordu manyak!

Kahkaha atarak, “Ee herhalde. Ben zaten oynamaya yer arıyorum, gerçi Göktuğ’unun tarafı çok kalabalık. Onlar zaten düğün istiyor ama planladığımız gibi giderse yakında oynarız karşılıklı.” Dedim keyifle.

Hepsi son zamanlardaki halime hayran gibi bakıyordu.

Nişanlanmamızın üzerinden bir hafta- on gün anca geçmişti ama ben o kadar keyifli o kadar mutlu yaşıyordum ki her şeyi, bu halimi ister istemez garipsiyorlardı.

Telefonum çalmaya başladığında arayan kişi elbette ki nişanlım beydi.

“Efendim sevgili nişanlım?”

Telefonu açışıma gülerek hızlıca konuştu. “Aşkım şu mutfak için istediğin tabak setini aldım da fincanlarda karar veremedim. Attıklarıma bir baksana ona göre alayım.”

Normalde bu konuşmanın tam tersi olması lazımdı ama bu aralar operasyon hakkında biraz sıkı çalıştığım için, düğüne de izin bırakmam gerektiğinden tugayla bitişik yaşıyorduk resmen.

Hızlıca attığı fotoğraflara baktığımda içlerinden beyaz altıgen gibi çıkıntıları olan güzel bir kahve fincan takımı gördüm. “En son attığın beyaz daha güzel sanki? Başka varsa bak gene de ama onu daha çok beğendim.”

“Tamam hayatım onu alacağım o zaman. Çünkü baya baktım ama ötekiler çok desenli, en sadesi o attıklarımdı.” Duyduklarım ile gülümsediğimde aklına bir şey gelmiş gibi garip bir nida çıkardı. “Bu arada nikah işlemleri bitti, tarih seçmeye gitmemiz lazım. Akşam müsait olursan tugaydan alayım seni, nikah dairesi kapanmadan yetişelim.”

Dudaklarımdaki gülümseme bozulmadan başımı salladım. “Tamam haberleşiriz.”

“Öptüm yavrum.”

Bakışlarımı zemine dikerek gülmemek adına büyük bir mücadele verdim. “Ondan tatlım hadi bay bay.”

Telefonu kapattığımda Yıldırım gülmemek adına zor dururken, “Bende öptüm deseydiniz ya komutanım.” Dedi yanaklarını içten ısırarak.

Arkamdaki yastığı yüzüne fırlattığımda Tekin içimi okumuş gibi ensesine bir güzel geçirdi.

“Boş boğaz.” Kendi kendime mırıldandığım şeyle herkes keyifle gülmüştü. Bu aralar huzurluydum. Göktuğ ile hayatlarımızı birleştirmek kulağa garip gelse de kalbim bunun heyecanı ile çoktan yanıp tutuşmaya başlamıştı bile.

Kaşlarım hafifçe çatılırken, “Ben sizi uzun zamandır havuza gömmedim sanki… Kalender, en son ne zaman sıkı bir çalışma yaptık?” dedim yanımda oturan adama dikkatle bakarken.

Kalender bir müddet düşündü. “Pek emin olmamakla birlikle, rahat üç ay olmuştur.”

Dudaklarımın arasından bir ıslık firar ederken, “Kalkın. Hemen, hemen, hemen!” diyerek kapıya yöneldim. Dikişlerim çoktan alınmıştı. Hareketlerim eskisine nazaran pek aktif olmasa da gene de iyiydim.

Bahçenin kalabalıklığı gene hoşuma gitmemişti. Boşta gezen askerleri öteye savuşturarak kendi yavru ördeklerimi havuza sürüklediğimde aklımda hafif bir plan canlandı.

“En son yaptığımız kilit çözme bence çok zevkliydi, sizce?”

Bakışlarım Barkın ve Emir’in haricinde kalan dörtlüye dönerken Ertuğrul’un gözlerini benden kaçırdığını gördüm. Kaşlarım alayla havalandı. “Ne o, Duman? Pek beğenmedin sanırım.”

Ertuğrul boğazını temizleyerek başını dikleştirdi. “Yok komutanım, estağfurullah. En sevdiğim içtima havuzlu olanlar, bilirsiniz.”

Gülerek omzuna bir tane geçirdim. Havuzun ahşap kapaklarını açtığımızda, üzerinden baya zaman geçen saldırının etkisi ormanlık arazide hâlâ tazeliğini koruyordu. Eskiden havuzun tepesini kapatan, gür ağaçlar şimdi yoktu. Pek çoğu atılan bombalar ile sağa sola devrilmiş ve alanın yeşilliklerini götürmüşlerdi.

Havuzların içi en son bıraktığımızdan farklı olarak toprak doluydu. Ben çamurlu su, normal su gibi sıvı bir madde göreceğimi umarken içi toprak dolu havuz hevesimi kursağımda bırakmıştı.

“Bu ne şimdi ya?” Memnuniyetsiz sesim Yıldırım ve Ertuğrul ikilisini güldürürken, üzerlerine attığım delici bakış susmaları için yeterli olmuştu.

“Komutanım!” Bana koşan Erdem’e döndüğümde nefes nefese kalmış adam hızlıca konuşmaya başladı. “Atmaca timi, yani yeni gelen timin komutanı kullandı havuzu en son. İsterseniz toprağı boşaltıp su doldurabiliriz.”

Dudaklarım gerilirken başımı iki yana salladım. “Gerek yok. O komutanlarına benden selam söyle, kullandığı malı eskisi gibi bırakmayı öğrensin.”

Erdem sakince dediklerimi onayladığında yanımızdan tüydü.

“Komutanım siz de hiç ısınamadınız değil mi şu yeni time?” Yıldırım dibime girmiş fısıldarken sırtına sertçe vurdum. “Dedikoducu mu kesildin sen başıma oğlum? Defol git lan!”

Kalender Yıldırım’ı köşeye çekerken, “Gidelim kahvaltı yapalım bari, iki hevesimiz vardı kursağımızda kaldı.” Dedim söylene söylene tugaya girerken.

Etrafımda dolaşan askerlere pas vermeden ağırca yemekhaneye çıktığımda, köşede kalan masamıza kurularak sandalyeme yayıldım.

Bakışlarım elimdeki yüzüğe düşerken, tugayda pek ilgi çeken teklif yüzüğümü nedense çıkarmak içimden gelmiyordu. Nişan alyansım ve üzerinde yer alan teklif yüzüğüm sanki parmağıma aitmiş ve seneler sonunda yerini bulmuş gibi sarmıştı derimi…

Önüme bırakılan kahvaltılık için Kalender’e gülümsediğimde, büyük bölmede yer alan salatalık yığını ile kısık bir kahkaha attım. Seviyordum ve bunu gayet iyi biliyorlardı…

Derin bir nefes alarak kahvaltımı yemeye başladığımda, titreyip duran telefonumu sinirle çıkardım. Göktuğ elli çeşit tabak, bardak ve kaşık- çatal setini bana yollamış, hangisi alması gerektiğini soruyordu. Kızamıyordum da… Bazen gözüme o kadar tatlı ve masum gözüküyordu ki…

Her attığına tek tek cevap verirken aradan uzunca bir zaman geçti. Buharı üzerinde olan çayımın, ince dansı kesildi. Yeni haşlandığı belli yumurtanın keskin kokusu dindi. Sıcak simidim buz kesti. Ama ben onca şeye rağmen her attığı şeye sakince cevap verdim.

Neredeyse bütün askerler kahvaltısını yapmış ve yemekhaneden ayrılmışlardı. Masada beni bekleyen altı adama mahcupça baktığımda Tekin imdadıma yetişerek masaya çay getirmişti. Hepsi çaylarını içerken bende hızlıca kahvaltımı yapmaya başlamıştım.

“Murat ve Füsun ikilisi burada mı kalacak artık?” Yıldırım bugünün ilk ciddi konuşmasına geçiş yaparak mırıldandığında, ağzıma tıktığım beş salatalığı nazikçe çiğnemeye çalıştım ama pek de nazik bir görüntü ortaya çıkmadı.

Boğazım yırtılır gibi zor yuttuğum salatalık ile hafifçe öksürdüm. “Buradalar. Bilmiyorum belki de düğünden sonra giderler… En son konuştuğumuzda burada kalacaklarını söylediler ama bilemiyorum.” Yıldırım başını sallayarak sakince çayını içmeye başladı. Tabağımdaki son salatalık parçasını da yuttuğumda beni izleyen adamlara gülümsemekle yetindim.

Zengin kalkışı yaparak yemekhaneden ayrıldığımızda, Kalender ve ben çalışma odasına, diğerleri dinlenme odasına geçmişlerdi. Elimin altında oluşan yığına güldüğümde, “Koskoca yüzbaşı ve Üsteğmenin düştüğü hallere bak! İnsan azcık acır da birazını kendi okur, değil mi ama?” dedim kınarcasına.

Kalender kahvesinden keyifle bir yudum aldı. “Bilemem artık. Emir geldi mi devamına laf düşmez, bilirsin.”

Elimin altındaki dosyayı açtığımda son zamanlarda yakalanan teröristlerin listelendiği bir not kâğıdı ile karşılaştım.

“Tiplere bak Allah’ım yarabbi sabır!” Kalender söylenmelerime alışmış gibi gülmekle yetinirken kıkırtısını söndürerek sakince sordu. “Ağrın yok değil mi? İyi gözüküyorsun ama gene de…” Başımı iki yana salladım. “Nişandan beri çok keyfim yerinde, maşallah!” dilimi ısırarak masaya vurduğumda aynı anda güldük.

“Göktuğ diğer yarın gibi… O yokken ya çok fevriydin ya da çok donuk. O hayatına geldi geleli, karanlık dünyan renklendi sanki. Daha çok gülüyorsun, çok çabuk parlamıyorsun… Bu çok güzel bir şey Armin.”

Duyduklarım beni mutlu ederken yüzüklerimle oynamaya başladım. “O beni anlıyor. Bana bir kere bile sesini yükseltmedi mesela, ya da ona karşı yaptığım her atağın durulmasını ve kendime gelmemi bekledi. Hatta bekledi değil, kendime gelmem adına kendi hayatından ödünler verdi. Öfkelendiğimde beni durgunlaştırmaya çalışıyor… Hiç kimse benim öfkemi bu denli kolay benimseyip, sakinleştirme çabasına girmemişti. Onunlayken kendimi özel hissediyorum, bu çok güzel bir his.”

Kalender anlam veremediğim bir ukalalıkla güldü. “Bu aşkın mimarı benim yalnız.”

Gözlerimi devirerek kahvemden bir yudum aldım. “Sen değilsin hayatım, bu aşkın baş mimarı Mine Çilerdir üzerine konuşmak istemem.” Burun kıvırarak elindeki kalemi kâğıdın üzerinde kaydırdı. Alışık olduğun K harfi ve onu takip eden harflerin sonunda büyük bir Ç ile imzasını sonlandırdı.

Ona da çok alışmıştım. Sanki Kalender de hayatımın büyük bir kısmında benimleymiş ve onu yansımam bellemiştim. Zor anlarımda yanımda olan ve bana koşan adam, o kötü günlerde bile dudaklarımda hafif bir gülümseme oluşmasına neden olmuştu.

Kalender sakince ayaklanarak kenarda duran dolabını açtığında, istemsizce hareketlerini takip etmeye başladım. Eline aldığı geniş kutuyu bana uzattığında anlamsızca kutuya baktım.

“Bu ne?”

Kalender kutuyu bırakarak önümde dikilmeye devam etti. Dilini dudaklarında gezdirirken, elini ensesine attı. En sonunda bakışlarımız kesişti.

“Sana bir söz vermiştim. Onları o gün elime aldığımda, sözüm olsun ikisini de kendi ellerimle sana vereceğim demiştim. Kendine geldiğin zamanı ve her daim yanında olan adamı gördüğüm gün, nişan günü anladım. Artık o kutuyu açtığında yıkılsan dahi seni toparlayacak birisi var. O kutuyu yalnız ya da Göktuğ ile aç Armin. Sen her ne kadar çok detaylı hatırlamasan da ben o günkü çaresizliğini kendi gözlerimle gördüm. Aylardır senin için saklıyorum, kutuya koyduğum günden beri de bir kere açılmadı o kapak… Bu senin geçmişinle olan son yüzleşmen. Aç, bak, oku ve sindir. Kabullendikten sonra her şey çok daha güzel olacak.”

Kutuda ne olduğunu az çok anlamıştım sanırım. Afil ile büyük bir yaşanmışlığa damga vurduğumuz gece; yüzüme fırlatılan elbise ve zarf, yüksek ihtimalle bu kutunun içerisine son nefesini bırakmıştı.

Kutunun dış yüzeyini okşayarak masanın üzerine bıraktığım. Hafif titreyen gözlerim Kalender’in kahvelerinde takılı kalırken dudaklarımda buruk bir gülümseme oluştu.

“Sözünün eri olduğun zaten belliydi ama gene de bunca zaman sakladığın için teşekkür ederim. Allah izin verirse bu saatten sonra en zor anında yanında olacağım. Sen benim en darmadağın olduğum dönem hep yanımdaydın, inşallah sende bunu görmem ama görürsem de elimden geldiğinin fazlasıyla yanında olacağım.” Kalender dediklerime karşılık kollarını iki yana açmakla yetindiğinde dudaklarımı birbirine bastırarak kollarına girdim. Sıkı sıkıya sarıldığım adamın varlığı, onun kollarından sonra en güvenli gelen ikinci liman olabilirdi.

“İyi ki aynı yola aynı zamanda sapmışız Armin. Ne olursa olsun ne yaşanırsa yaşansın Mine’yle aynı yerdesin benim gözümde. Gücümün yettiği yere kadar her daim, Kalender sözü…”

Buruk gülümsemem yüzüme dağılıp acı bir buruşma ile sonlanırken, sıkıca sırtını sıvazladım.

 

 

KURTULUŞ

“Aslanım benim falan desem hoşuna gidecek herhalde.”

Yanında söylenen adama göz devirerek sigaramı yaktığımda dudaklarımın arasından sızan ince dumanı arabanın içerisine üfledim.

“Ne alakası var?” Huysuz sesime alayla gülerek karşılık verdi. “Hayatım adamın içini dışına çıkardın resmen. Ayrıca tamam askersin orasına bir lafım yokta, adam iki metreydi neredeyse… Gücün nasıl yetiyor?”

Sigaramı ukalaca dudaklarıma sıkıştırıp, kaşlarımı değişik bir hâle soktum.

“Meslek sırrı tatlım.”

Göktuğ beni nikah tarihi almak için işlerim bittiğinde tugaydan almıştı. Şu an nikah dairesine çok az kalmıştı ama bizim konuştuğumuz konu hâlâ aynıydı. Alt tarafı tam çıkacakken arkamdan konuşan askerlerden birini yakalayıp azıcık hırpalamıştım. Vay neymiş, çok gergin ve suratsızmışım. Sana ne ulan! Duyduklarım bana yeterken adamı tuttuğum gibi kendime çekerek yumruğumu tam yüzünün orta yerine indirmiştim. Tekin o sırada şans eseri tugaydan çıkmış ve beni sıkıca kendine çekmişti. Her ne kadar Tekin’i kenara savurup adamın üzerine atlamış olsam da sakince işimi bitirmiştim.

Göktuğ sigara kokusundan rahatsız olmuş gibi iki camı da sonuna kadar indirdi.

“Hayır o kadar Armin dedim birini de duyup durmadın yani…” Gülerek gözlerimi kıstım. “Tekin beni kenara çekerken bile varlığı zor fark ettim senin sesini mi duyacaktım o sırada. Hem biraz bağırıver canım sende, ne olacak yani?”

Göktuğ bayık bir bakış atarak, “Normalce konuşunca duyuyorsun, bağırmama ne gerek var? Hem birine bağırmak saçma bir eylem bence. Karşındaki canlı işte, konuşunca seni anlayabiliyor.” Dedi sakince.

Şu adamın sakinliği beni bitiyordu gerçekten.

Elimi viteste duran kemikli elinin üzerine bırakarak, cilveli bir tavırla, “Ne kadar da kibar bir bey.” Dedim kıkırdayarak.

Göktuğ elimi sıkıca kavrayıp, dudaklarını sertçe elimin üzerine bastırdı. “O sesini yerim demek isterdim lakin trafikteyiz yavrum. Şansına küs…”

Gülerek sigaramı dışarı fırlattım.

“Yarın sabah randevun var, bırakacağım seni.” Başımı usulca salladım.

Sonunda nikah dairesine geldiğimizde el ele içeri girdik. Kısa bir süre sıra beklediğimizde, boşalan alana doğru sakince yürüdük.

Kadın gülümseyerek bize baktığında oturduğumuz sandalyeden kadının dediklerini dinlemeye başladık. Gerekli evrakları ve hastane işlerini hızlıca halletmiştik ve şu anda hallettiğimiz evrakların incelenmesi yapılıyordu. Kadın sakince önündeki bilgisayara baktı. En erken verebileceği nikah günü bile iki hafta sonraya sarkarken Göktuğ ile kısaca tartıştık. En sonunda ortaklaşa bir karar vermiştik.

3 Nisan 2021

Kadın Göktuğ’a birkaç kâğıt verdiğinde bütün işlemlerimiz bittiği için, teşekkür ederek kadının yanından ayrılmıştık.

Dışarı çıktığımızda heyecanla kağıtlarda yazan tarihe baktım. “Resmen evleniyoruz!”

Göktuğ beni kolunun altına çekerek başıma ufak bir öpücük kondurduğunda, “Seni Kurt yapacağım demiştim, sevgili nişanlım.” Diyerek fısıldadı.

Her ne kadar iki hafta sonraya alabilsek de çok aceleye getirmek istemediğimiz için bir ay gibi bir zamana yayılmayı tercih etmiştik. Bu aralar benim dalıp gittiğim görev, Göktuğ’unun benim halletmem gereken işleri de devralması derken biraz sıkışmıştık. O yüzden en iyisi zamanla, sakince istediklerimizi yerine getirmekti.

Arabaya binmemiz, benim kağıtlara bakıp bakıp sırıtmam ve Göktuğ’unun imalı lafları derken hayatımda geçirdiğim en keyifli yolculuk bu olmuştu. Kâğıdı sıkı sıkıya kavramışken, Kurtuluş’un, kaşıkçıların, Samet’in, Emek ve Kadir’in, Mine’nin olduğu karmakarışık bir gruba kâğıdın resmini yolladım. Grubu Yıldırım kurmuş ve hep bir araya geldiğimiz adamlar ile daha da samimi olmayı ummuştu. Ki öyle de olmuştu…

Fotoğrafı yollamam ve mesajların yığılması bir olmuştu. Emek en abartı tepkiyi vermekle kalmayıp, çığlık attığı bir ses kaydını gruba yollarken Kadir araya girerek biraz heyecanlandığını ve kusuruna bakmamız gerektiğini yazmıştı.

Yıldırım hızlı bir şekilde düğünde çalacak parçaların listesini hazırlamaya başladığını duyurmuş, Hüseyin Yıldırım’a sinirlenerek o işin kendisinde olduğunu kanıtlamaya dair bir ses atmıştı. Grupta ufak çaplı bir kaos çıkarken arada en masum kalan Mine ve Samet ikimizi sakince tebrik etmiş ve mutlu olmamız adına güzel dileklerini yollamışlardı.

Göktuğ ötüp duran telefonuna bakma gereği duymadan, “Ne yazıyorlar?” dedi hevesle. Gülerek baştan sonra mesajları okuyup, ses kayıtlarını dinlettiğimde ikimizde oldukça eğlenmiştik.

“Düğün salonu için bir yer buldum. Açık mekân ama oldukça geniş ve güzel gözüküyor… Eğer sende tamam dersen yarın gidip rezervasyonumuzu yaptıracağım bebeğim.” Göktuğ mekânın fotoğraflarını açarak telefonunu bana verdiğinde, dediği gibi oldukça güzel bir yer olduğunu gördüm.

Gülümseyerek, “Güzel gözüküyor hayatım. Fırsatım olursa bende çıkarım, beraber bakarız olmazsa.” Dediğimde Göktuğ başını sakince iki yana salladı. “Sabah da psikolog ile randevun var, iki kere çıkma sen ben gider hallederim. Sonra düğünde iznin kalmaz falan maazallah… Düğün var gelin yok, Allah korusun.”

Gülerek yanağına ufak bir öpücük kondurduğumda eve gelmiştik.

Aklıma gelen soruyu hızla yönelttim. “Evlenince nerede kalacağız?” Göktuğ dudaklarını büzerek arabadan indiğinde hızlıca kapımı açtı. “Benim evim tugaya uzak kalıyor, istersen senin evinde oturabiliriz.”

Elini tutarak indiğimde usulca apartmana girdik. “Ama hastanede benim evime uzak kalıyor. Nereden baksan bir buçuk saat yol çekersin öylede… Tam orta noktada bir ev bulsak iyi olabilirdi.”

Göktuğ anahtarı elimden çekerek kapıyı açtığında sakince içeri baktı. Geçmem için işaret verirken elindeki kutuyu alarak kenara bıraktım. Göktuğ ayakkabılarını çıkarırken, “Senin düzenin bozulmasın, ben sabah seni bırakınca geçerin hastaneye. Ayrıca ne olacak sanki yol uzunsa… Sevgili nişanlımın mutluluğundan önemli mi?” dedi gülerek.

Sakince güldüğümde bakışlarım kutuya düştü. Göktuğ’unun kaşları çatıldı. “Sahi, o ne?” Ağırca yutkundum. Göktuğ hoş bir şeyler olmadığını anlar anlamaz dibime gelerek kollarını belime sardı. “Hayatım, yanındayım.” Yanağıma inen ufak öpücüklere gülümsemekle yetindim. Saçımda gezen elleri beni mayıştırırken, “Buradayım, seninleyim, her zamanki gibi…” dedi usulca.

Kutuyu sakince elime aldığımda ondan biraz uzaklaşarak yüzüne baktım. “Sanırım biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var.” Göktuğ alnıma dudaklarını bastırarak mutfağa girdiğinde hızlıca odama geçtim. Yatağın üzerinde bağdaş kurmuş önümdeki kutu ile bakışırken kaç kez yutkunduğumu sayamamıştım. Ellerimin üşüdüğünü hissettim. Bedenimden kan çekilmiş gibi, ellerimin soğukluğu bütün bünyemi etkilemişti. Elimin üzerindeki damar üşümemin etkisiyle daha da yeşerirken, titreyen parmaklarım usulca kutunun kapağına ilişti. Kutunun kapağını olabildiğince ağır bir şekilde kaldırdığımda gözlerim hızla kapandı.

Ona ait bir şeyi görmek beni ne kadar sarsardı tahmin edemiyordum çünkü en son ona ait bir görüntü gördüğümde kanlar içerisinde bir odada sürünüyordum. Elalarımı kapatan deri parçası göğe mıhlandı. Açılan gözlerim sakince kutuya düşerken, dolmuş gözlerimden akan iki damla yaş kutunun içerisine aktı.

Altta beyaz bir elbisenin kanlı yüzeyi, üstte ise elbisenin tam ortasında duran sararmış ve eski olduğu her halinden belli olan bir zarf vardı.

Titreyen ellerim önce zarfı sonra elbiseyi kavradığında, minicik duran beyaz elbiseye akıttığım gözyaşlarım eşliğinde baktım. Alt tarafındaki yoğun kan on bir seneye inat kurumuştu. Kan sanki o elbiseye ait gibi oldukça büyük bir ustalıkla çiçek motiflerine bulaşmış, beyazın bordoya evrimini açıkça anlatmıştı.

Parmaklarım kurumuş kanın üzerinde gezindi. Ona aitti işte. Canınım yarısından bana kalan tek can parçası, onun kanına bulanmış bir elbiseydi.

Elbiseyi göğsüme bastırdığımda, yanaklarıma akan ılık yaşlar titrememe neden oldu. Üşüyordum ama gözyaşlarım da bir o kadar sıcaktı.

Sararmış zarfı tek elimle açmaya çalıştığımda içinden düşen kâğıtların buruşmuş zeminlerine baktım. Bir kâğıt nasıl buruşurdu? Ya göz yaşıyla ya da sinir anında gelen dengesizlikle…

Bu kâğıtlar oldukça büyük bir yaş görmüş gibi buruşmakla kalmamış kabarmıştı da…

O kadar ağır o kadar buruktu ki hareketlerim…

Sakince kağıtları elime aldığımda üzerine işlenmiş bir ve iki rakamına baktım. İlk kâğıdı açtığımda, görmeye hiç alışık olmadığım o düzgün el yazısı ile gözlerimden bir damla yaş daha firar etti. Bir insan ikizinin yazısını bile mi ayırt edemezdi?

Elalarım usulca ilk satıra kaydığında içimden bir parçanın daha kopup gittiğini hissettim.

 

Mihar’dan Mihri’ye

16.12.2009 (Saat 01.16)

Elalım, bu mektubu aramızda yıllarca oluşamayan ama her zaman var olan bağ adına yazıyorum.

Bir mercimek tanesi kadardık, aynı rahimi paylaştığımızda…

Aylar süren engelle dolu yolculuğumuzda dünyaya ilk gözlerimizi açtığımız tarih, 16 Aralık 1993.

Küçüktüm, küçüktük.

Annem geceleri yanıma gelirdi, üzerim açıkta kalmış mı bakmak için…

Küçüktüm ama sende küçüktün.

Annem bir kez olsun üzerin açık kalmış mı diyerek yanına geldi mi bilmiyorum Elalım, özür dilerim. Annemin ilgisi bundan birkaç seneye kadar o kadar çok hoşuma giderdi ki… Ama sonradan sonraya fark ettim ki, bu sevgiyi yalnızca hak eden ben değildim.

Sendin bir tanem…

Eğer ki bizi kucağına aldığı gün ilk bana sarılmak yerine senin kokunu da içine çekseydi bir daha vazgeçemezdi senden. Şu zamana kadar, on altı sene boyunca sana hiç sarılamamak, kokunu içime çekememek çok kötü bir his ama bu hissin tadına bugün bakacağım Elalım.

Sana annem gibi değil, kendim gibi yaklaşacağım.

Çocuklar ilgi isterdi öyle değil mi? Ben annemin bana olan büyük ilgisi yüzünden kör olurken, sen kapının eşiğinden ikimizi izledin, biliyorum ama anneme de karşı gelecek gücüm yoktu ki bir tanem.

Şu yaşıma geldim, yazarken utanıyorsam konuşurken dilim lâl olur.

Sana bu mektubu saatler sonra vereceğim, evet. Ama sana verirken diyeceğim cümleleri sakın unutma. Bu mektubu açmak gibi bir fikir aklında dolaşıyorsa, demek ki yanında olamayacak kadar uzaktayımdır. Ya da kim bilir, belki de oldukça yakınındayken sana öyle hissettirememişimdir.

Dışarıda şiddetli bir kar yağışı var. Sen her ne kadar hissedemesen de pardon, sana ne kadar hissettiremesem de kar yağışını ne kadar sevdiğini biliyorum. Yere yavaşça düşen her bir kar tanesini saatlerce izleyerek keyfi aldığını da… Aslında ben kar yağışını sevmezdim, ta ki senin yağan tanelere hayranlıkla baktığını görene dek. Bugünden itibaren kara olan bakış açımı da değiştiren sen oldun Elalım…

Sokak lambasının odayı aydınlatarak içeriye sızdırdığı ince ışık bütünüyle ile yazıyorum bu mektubu.

Yerler beyazlaşmaya başladı Elalım…

Karın beyazdan da öte rengine bayıldığına bizzat şahit olmak çok güzel. Seneler önce bir defalığa mahsus beraber alışverişe gittiğimizde elinin hep beyaz elbiselere gittiğine tanıklık etmiştim.

Seni bir renge itham etmek zorunda kalsam bu renk kesinlikle beyaz olur bir tanem…

Çünkü sen bir beyaz kadar masum ve temizsin.

Aynı rahimde aylarca yan yana, dip dibeyken dünyaya araladığımız gözlerimizle bağımızda ayrılmıştı sanki.

Ah, ağlamak bir fayda etmiyor be güzelim. Bak sayfaya, gözyaşım akıp deldi satırlarımı… Ne oldu sanki? Anne sevgisine aç çocuk doydu mu? Canımın yarısı, canım diyerek hitap ettiği ikizinden hislerin gramını tadabildi mi?

Seninle sarılmak, kokunu içime çekmek, hislerimi dökmek, o güzel saçlarının tellerini saymak, duyguları aynı anda yaşamak istiyorum. Aynı bir ikiz gibi… İnanıyorum ki, bugünden itibaren yeni tertemiz sayfalar bizi bekliyor olacak.

Özür dilemek bir erdemdir derler ama böyle bir olayda özür dilemek kifayetsiz kalır bana göre…

Bir çocuktan anne sevgisini çalmak ne demek? Ben sana bunu yaşattım Elalım.

Eğer ki bir gün bu mektubu açıp okursan, unutma! Benim yaptığım hata, dünya üzerinde bir insanın tanımadığı bir insana bile yapmayacağı cinsten bir hataydı. Bir çocuğun anne sevgisini çalmak, o çocuğun canını gözler önünde almaya eş değerdir…

Şu an gözlerimden akan inci taneleri, satırlarımı deliyor.

Ben çok ama çok korkuyorum Mihri. Ben annem gibi ruhsuz, sevgisiz bir insana dönüşmekten çok korkuyordum. Eğer ki cesaretim olsaydı buradan yazmayı değil, yanına gelerek yüz yüze anlatmak isterdim bu korkumu sana.

Bilmiyorum biliyor musun? Ben psikolog olmak istiyorum.

Kim bilir? Belki bizim gibi sevgisiz büyüyen. Ah, hayır. İkizinin şımarıklığı yüzünden senin gibi sevgisiz büyüyen çocuklar vardır.

Bana soracak olursan sevgisiz büyümenin tek yanı benim şımarıklığım derdim. Şimdi sen şöyle söylersin, ‘Senin suçun değildi.’ Hayır bir tanem, benim suçumdu.

Ben çocuksam sende çocuktun.

Allah’a yalvarıyorum, zamanın su gibi açıp geçmesi için… Belki zaman her şeyin ilacı olmayı becerir. Psikolog olmayı becerirsem, ikimizin arasında olan ama asla hissettiremediğim bağı çözebilirim belki… Şimdi düşünüyorum da aradan on sene de geçse, yirmi sene de geçse sen içindeki o boşluk hissiyle büyüyeceksin. Keşke sana içimdeki o büyük sevgiyi iliklerine kadar hissettirebilseydim. Belki annemin bana karşı olan hissine benzerdi…

Bugün bir o kadar mutlu bir o kadar mutsuzum. Kalbim o kadar ağrıyor ki, içim parçalanacak gibi hissediyorum. Bu his senin ahın olabilir mi Elalım?

Uzatmadan kısaca sana hislerimi dökerek bitireceğim güzelim.

Seni aynı rahme düştüğümüz saniye itibari ile tarifi olmayan bir his ve bağ ile benimsedim. Bu zamana kadar seni sevmediğimi düşünmüş olabilirsin. Ki haklısın da diyecek bir lafım yok. Annemin çocuk ayrımı iki tarafı da oldukça olumsuz etkilerken en büyük yaraları sen aldın biliyorum. Yukarıdaki satırlardan birisinde dediğim gibi ‘Özür dilemek bir erdemdir derler ama böyle bir olayda özür dilemek kifayetsiz kalır bana göre…’ senin gözünden de düşünmeye çalışıyorum, belki de suçu bende de değil direkt annemde bulacaksın. Çocuklarını ayıran, bir tarafa sevgi diğer tarafa öylesine bir şeymişçesine bakan bir kadın. Ben hem annem hem kendim adına senden binlerce kez özür dilerim. Allah izin verirse iki sene sonra seninle tertemiz bir sayfa açmak istiyorum. Senin ve benim hayallerimize koştuğumuz güzel günler… Olacak bir tanem, seni sevgimi hissettirerek iyileştireceğim. Beraber toparlanacağız, beraber öğreneceğiz.

Bu mektubu bir daha keşke veyahut belki dememek adına sonlandırıyorum.

Seni sevdiğimi ve nefesimin son zerresine kadar seveceğimi unutma.

Elalımın gülen yüzüne bir ömür şahit olmak dileğiyle…

 

 

“Belki ve keşke çelişkilerinin üzerime devrilerek nefessiz kalmamın anısına…”

 

 

MİHAR’DAN MİHRİ’YE ÖLÜMSÜZLÜĞE…

 

16.12.2009

 

SAAT: 02.16

 

Dudaklarımın arasından kopan çığlık ve durmak bilmeyen gözyaşlarım ile yıkılmış bir halde boşluğa bakakaldım.

‘Bu mektubu açmak gibi bir fikir aklında dolaşıyorsa, demek ki yanında olamayacak kadar uzaktayımdır.’

Belki çok yakınımdaydı belki de çok uzak… ondan o kadar bir haberdim ki, gözlerimin önünde yayılan kanına baktığım anın onunla vedalaştığım an olduğunu yeni idrak edebiliyordum.

Bana bu mektubu verirken, “Sana verdiğim o mektubu çok sıkıştığın ve yanında asla olamayacağımı hissettiğin bir zaman oku Elalım. Eğer ki ben, mektubu açtığın ve okumaya başladığın zaman varsam ama sen o mektubu açarsan şunu hatırla, ben seninle aylarca aynı rahmi boşuna paylaşmışım. Ama eğer ki yoksam ve sen çok zor bir durumdaysan, üzerine binen zorlukların yükünü de taşıyamıyorsan aç ve oku. Oku ki için rahatlasın. Oku ki yanında olmadığım o zaman, yanında ne kadar olmak istediğimi hatırla Elalım.” Demiş ve karşımda ilk defa şiddetle ağlamıştı.

Zihnim beni mazinin zehirli sarmaşıkları arasında boğarken omuzlarımın şiddetle sarsıldığını hissettim. Ben onunla büyük haller kurmayı değil, iki küçük çocuk gibi eğlenmeyi ummuştum. Hem de her daim… Mihar bir hatanın sonunda gözlerini dünyaya yumarken bile pişmandı. Halbuki saatler öncesinde bana yazdığı mektupta, güzel bir gelecekten bahsetmiş ve mutlu olmak istediğini satırlara dökmüştü.

Ne kadar kolaydı öyle değil mi? Bir günümüz bir günümüzü tutmazken, sevdiklerimizin kolayca aramızdan ayrılması…

“Benim için yazmış!” ağlamalarımın ve titremelerimin arasına karışan sesim kırık ve cılızdı.

Acaba büyüyünce nasıl gözükürdü? Kumrala yakın saçları vardı mesela, ela gözleri, keskin yüz hatları, ince uzun fiziği…

O kadar merak ediyordum ki. Onu en son gördüğümde bana sarılarak içlice ağlamıştı, yaşanılanlar için… O gün onunla ilk kez sarılmamıza rağmen onun üzüntüsüne ortak olarak, sorunun onda olmadığını fısıldamıştım.

Kapım ağırca aralandı.

“Bir tanem.”

Elimdeki mektup kayıp düşerken dudaklarım ağırca aralandı. Aylar sonunda Göktuğ’unun kime benzediğini hatırlamıştım. Karşımda duran adam, nişanlım, aynı Mihar’ın büyümüş haline benziyordu. Koyu kumral saçları, elaya yakın değişik tonlu gözleri, keskin çene hattı, çıkık elmacık kemikleri, biçimli burnu, uzun- kalıplı vücudu…

Bakışlarımdaki garipliği anlamış gibi tek kelime etmeden yanıma geldiğinde bedenimi sıkıca sarmaladı. Sarsılan omuzlarım bütün bedenimi titretirken, saçlarımda gezinen el ve başımın üzerine konan masum öpücükler gözlerimi acıyla yummama neden oldu.

“Seneler evvel yazdığı mektubu yeni okudum. O kadar ince yazmış ki Göktuğ…”

Göktuğ beni göğsüne çekerek sırtını yatağın başlığına yasladı. “Senin ikizindi bebeğim, elbette ki ince düşüncelerle yazacak.”

Aklıma gelen satırlar ile burukça gülümsedim. “O da psikolog olmak istiyordu biliyor musun? Annem gibi olmaktan çok korkuyor, insanların bu çaresiz hallerini ve kendini düzeltmeyi umuyordu…” Yüzümü yüzüne çevirdiğimde elalarım büyüleyici gözlerine kitlendi. Titreyen elim alnına düşen saçlarına uzandığında, saçlarını naifçe geriye attım. “Ona o kadar çok benziyorsun ki…”

Göktuğ bunu beklemiyormuş gibi kasıldı. Bakışları donuklaşırken akana burnumu çektim. “Sadece onun gözleri de benimki gibi elaydı ama senin gözlerin… Çok değişikler. Sanki ela gibi ama değil gibide.” Göktuğ’u ilk gördüğümde babama çok benzetmiştim lakin bugün yüzüme tokat misali patlayan gerçek onun aynı Mihar’ı anımsattığıydı.

Göktuğ yanağımı okşayarak, “Elalar zaten, sadece etrafına doğru biraz açık kahveye dönüyor o kadar.” Dedi basit bir şey söylermiş gibi.

Dudaklarım gözlerinin üzerine kapandığında, kapattığı gözlerinin üzerinden iki minik öpücüğü derisine işledim.

“Çok güzeller.”

Göktuğ yüzümü burukça izledi. “Mutlu olmayı o kadar hak ediyorsun ki… Bazen yalnızca yanımda durup hiçbir şey ile meşgul olmanı istemiyorum.” Başımı göğsüne yaslayarak dizlerime düşen elbiseyi ortamızda tuttum. “O gün düştüğünde, üzerime bulaşmıştı… Meğerse ondan bana kalan son şey, kanına bulanan elbisem olmuş.”

Göktuğ kanlı kısmın üzerinde parmaklarını gezdirerek donuk bakışlarını yüzüme indirdi. “Geçerli bir sebebi olmak zorunda, değil mi? Bir anne evladına neden bunları yaşatır sence?” Alay edercesine güldüm ama ılık bir yaş gerdanıma doğru süzüldü. “Bilmiyorum. Ona birçok kez sordum ama bana cevap vermedi. Bazen ister istemez ona hak veriyorum ama sadece bunları yapacak kadar delirmesine neden olan bir olay olduğundan… İllaki bir şey vardır değil mi? Yoksa neden bu kadar canımı yakmak istesin?”

Sorum sanki büyük bir çığ gibi büyüyerek üzerime düşmüştü. Göktuğ beni daha sıkı kendine bastırırken sakince fısıldadı. “Elbet vardır bir yarası, bu denli düşüncelere sahip insanların çoğu zaman psikolojik rahatsızlıkları hat safhada oluyor. Senden dinlediklerime göre mantıklıca düşünmeye çalışıyorum da sanırım o iyi bir insanken canavara dönüşmek zorunda kalmış hayatım.”

Gülerek ağladım. Dudaklarımın arasından çıkan kesik nefesler kahkaha atmama, kahkaham ağlamanın etkisi ile nefesimi kesmeye başlamıştı. “Onu bu denli yaralayacak ne olabilir? Ben ona bir şey yapmadığımdan çok eminim çünkü doğdum doğalı bana hissettirdiği nefreti hissedebiliyorum… Ne olabilir? Aklım almıyor.”

Göktuğ boynuma gömdüğü başını iyice derime bastırırken derin bir nefes alarak, kokumu içine çekti. “Geçerli bir sebebi vardır. Tamam, sana ve Mihar’a yaptıklarını asla savunmuyorum ama altında yatan gerçek illaki sarsıcıdır. Çoğu insan yaralarının ve ihanetlerinin üzerini kirli işlerle örtmeye çalışır. En masum görünen insanlar genellikle bir cinayetin baş sorumlusu çıkar, bunu bilir misin? Çünkü, masumluklarını kullanan insanlara bir süre sonra içinde asla oluşmayacağına emin oldukları kin duygusunu büyüterek, o insanın en savunmasız anında darbelerini indirir.”

Afil’i anlamaya çalışıyordum ama bana tek bir açık kapı bile bırakmadığı için duygularım yarı yolda parçalanıyordu.

Dudaklarımda hissiz bir gülüş büyüdü. “Umarım bana yaşattıkları kadar canı yanmamıştır.”

Göktuğ güldü. “Umarım hayatım. Sen öyle umuyorsan, bende öyle umarım.”

Elim hızla yeni çıkan sakallarının üzerine kayarken dudaklarına usulca bir öpücük bıraktım. “Sana âşık olmak, dünyadaki renklerin açığa çıkmasına bedelmiş. İyi ki benimlesin, hayatım.”

Boynuma kollarını sararak doğrulduğum yerden düşmemi sağlayan adam beni göğsüne çekerek, zarfı ve elbiseyi kutuya koyarak üzerimize pikeyi çekti. “Uyuyalım, yarın yoğun bir gün olacak gibi gözüküyor.” Dudaklarım hafif büzülürken, “Beni sevmiyor musun sen?” dedim çatılan kaşlarım eşliğinde.

Göktuğ hafifçe doğrularak yüzüme baktı. “O da nereden çıktı?” Omuz silkerek sırtımı döndüm. “Bugün hiç beni sevdiğini söylemedin. Ne o, sürekli ağlamam ve her şeye öfke dolu olmamı çekemiyor musun yoksa?”

Göktuğ beni kendine çevirerek hızlıca üzerime çıktığında büyüttüğüm gözlerim eşliğinde yüzüne baktım. “Ne yapıyorsun?”

Göktuğ tek tarafı kıvrılan dudakları eşliğinde elalarıma baktı. “Seni sevdiğimi gösteriyorum.”

Daha ne olduğunu anlamaya fırsatım kalmadan üzerime abadan adam, hızla dudaklarıma kapandı. Aç kalmış gibi alt dudağımı emerken, kalbim hızla çarpmaya başladı. Bir elini omzumun yanına sıkıca bastırmış, üzerime çok abanmamak adına bedenini dik tutarken, diğer eli sıkıca yanağıma kapanmıştı.

Titremesi azalan parmaklarım boynundan kayarak ensesine çıktığında, öpüşüne karşılık vermeye başladım. Aramızda çıkan boğuk sesler gözlerimi şehvetle yumdururken, naif derime saplanan dişleriyle kısıkça inledim. Alt dudağımı dişleyen adam hafif geri çekilirken, dudağım da onunla beraber öne çıkmıştı.

Göktuğ üzerimden keyifle bana bakarken, inatçı bir tavırla ensesinden tuttuğum adamı kendime çektim. Göktuğ bu hareketimi beklemiyormuş gibi üzerime düştüğünde tam kalkacakken yerlerimizi değiştirerek üzerine çıktım. Kasıklarına oturduğum adam şaşkınlıkla bana bakakalırken, yüzüme dökülen saçlarımı arkama atarak Göktuğ’a eğildim.

Çıkıntılı duran âdem elmasına kışkırtıcı bir öpücük bırakarak çenesine doğru çıktığımda, Göktuğ’dan çıkan kısık mırıldanmalar beni güldürmüştü.

Minik, kışkırtıcı öpücüklerim derisine işlenirken, belime sıkıca bastırdığı kemikli elleriyle ister istemez üzerine daha çok abanıyordum. Dilim ikimizin arasına sızdığında dudakları ağırca aralandı. Dudaklarına kapana dudaklarım onu şehvetlendirmiş olacak ki, belimdeki elinden birisi sırtıma kayarak beni kendisine çekmişti.

“Ölüyorum kadın.” Dudaklarıma fısıldadığı cümle ile nefes nefese kalarak yüzümü geri çektim. “Sadece bana…” Dediklerime gülerek, “Sadece sana.” Diyerek tekrarladı.

Sertçe dudaklarına kapandığımda, artık bu durum onu zorlamaya başlamış gibi beni ağırca havalandırdı. Belimi yukarı çeken adam yüzünden dudaklarımız ayrıldığında, alnında biriken ter damlalarının yansımalarını görebiliyordum.

Beni sakince yatağa bıraktığında derin bir nefes alarak yatağın köşesinde belli bir süre oturdu.

“Geliyorum hemen.”

Yataktan kalkan adamın arkasından ayaklandığımda munzurca kapıya sokuldum. “Bende geleyim.”

Göktuğ zor bela ayakta duruyormuş gibi gözlerini belerttiğinde, başını geriye atarak ofladı. “Sen artık dur biraz bence Armin.” Baskın çıkan sesiyle kapının tahta kısmına yaslanarak yutkundum. Göktuğ yanımdan hızla kaybolduğunda lavaboya girerek kapıyı kapattı.

Hızlı kalp atışlarım dinmezken elimi göğsümün üzerine bastırarak soluklandım. Onunlayken kendimi kaybediyordum ve bu beni beklediğimden de fazla eğlendiriyordu.

Göktuğ’unun yere bıraktığı kutuyu tekrardan açmadan dolabın altına yerleştirdiğimde, bir devrin daha kapandığını hissettiğim zamana damga vurmuştum. Mihar benden ayrılalı çok olmuştu ama ona edemediğim vedanın emaresi hâlâ yarım kalan kalbimde nefes alıyordu.

Düşüncelerime sızan telefonum ile ekrana düşen aramayı yanıtladım.

“Efendim Tekin?”

Karşıdan huzursuz bir mırıltı yükseldi. “Komutanım kusura bakmayın bu saatte sizi rahatsız ediyorum ama bir şey sormam lazım.” İster istemez bende huzursuz olduğumda bir elimi belime atarak kaşlarımı çattım. “Ne oldu? Kötü bir durum yok değil mi?”

Tekin ofladı. “Ya komutanım! Vallahi ben bu kadınları anlamıyorum… Şimdi evlerinin önünde duruyorum tamam mı? Sırf görmek için ta lojmandan Yüksekova’ya geldim yani! Çık bir konuşalım diyorum, elli saatin sonunda çıkıyor şükür… Yüzünü görmeye geldik pas vermiyor. Ya Allah’ım! Komutanım ben ne yaptım gene yüzüme bakmıyor bu kadın!” Hızlı hızlı konuşan adama şen bir kahkaha atarak karşılık verdiğimde Göktuğ sesimi duymuş ve odaya gelmişti. Telefonla konuştuğumu görünce dinlemek istemediğinden mutfağa kaçmıştı.

Kahkahamı bastırarak, “Kalender’den çekiniyor işte anlasana Tekin. Ayrıca Mine’yi tanımıyor gibi konuşma. Kalender iler aralarında bir abi- kardeş değil dostluk ilişkisi var. İster istemez Kalender’in sözünden çıkmak istemiyor ama sana olan sevgisini de bastıramıyor. Hem insan bir haber vermez mi? Emin ol Kalender çıkma demiştir ama o gene de geldiğin için iki dakika olsun çıkmış… Çok kafana takma, en kısa sürede de Kalender ile aranı düzelt yoksa bu iş böyle devam etmez.” Dedim sonlara doğru ciddileşen sesimle. Derin bir nefes alan adam, “Komutanım vallahi gece gece fenayım, iki yüzünü görüp geleyim dedim hevesim kursağımda kaldı. Ayrıca ben o mükemmel abisine hiçbir şey yapmadım tamam mı? Kendi kendine gelin güvey olup aramızda bitiyor ikidir. Komutanım olmasa çoktan birbirimizi yemiştik de üstüm işte, laf geçmiyor.” Dedi huysuzca.

Kaşlarım çatılırken ciddi bir tavırla, “Adamın kardeşiyle öpüşürken basıldığın için aranızda bitiyor olabilir mi?! Konuşturma şimdi beni. Yarın öpüşün barışın ikinizde, dakika başı didişmenizi çekemeyeceğim.” Dedim.

“Aşk olsun komutanım. Neyse zaten başınızı şişirdim sanırım ben kapatayım.”

Dudaklarım açık kalırken, “Lan bir de trip mi atıyorsun sen bana? Ay Allah’ım sabır ver!” dedim trajikomik bir olay yaşamış gibi.

“Yok komutanım ne tripi estağfurullah. Tekin kim ki zaten? Tekin anca azarlanır anca ittirilir… Neyse iyi geceler.” Yüzüme kapanan telefonla içimde oluşan burukluğu gizleyemeden Tekin’i tekrar aradım. Aramamı hızlıca yanıtladığında, “Seni kırmak istemediğimi biliyorsun Tekin. Seni kıran bensem eğer, özür dilerim gerçekten.” Dedim üzgünce.

Tekin sakince güldü. “Yok komutanım olur mu öyle şey? Sabah konuşuruz gene, iyi geceler.”

Dudaklarım şaşkınlıkla büzüldü. “İyi geceler.” Telefonu komidinin üzerine fırlattığımda şaşkınlıkla yere bakakaldım. Tekin’i mi kırmıştım şu anda?

“Bebeğim. O surat da ne öyle? Bak bakayım bana.” Göktuğ çenemi tutarak gözlerini gözlerime iliştirdiğinde dudaklarım şaşkınlıkla büküldü.

“Tekin’i kırdım sanırım. Bilerek olmadı aslında ama kırıldı işte…”

Neden buna bu kadar üzülmüştüm bilmiyordum ama gerçekten amacım onu kırmak değildi. Göktuğ ciddiyetle bana baktı. “Özür dileyebilirsin bebeğim.” Omuz silkerek, “Dilemedim ama bir kere kırdım onu… Önce kırıp sonra özür dilesem de saçma oldu.” Dedim boş bir sesle.

Göktuğ beni yatağa iterek, “Yatalım artık günü uzattıkça tadımız kaçacak.” Dedi.

Yatağa uzandığımda, yanıma yatan adama sokularak yanağımı üzerindeki tişörte rağmen hissedebildiğim kaslarına yasladım.

“Şimdi sana bir şey soracağım ama eğer bu soru seni zorlar veya şu an konuşmak istemezsen anladım tamam mı?” Sesim ikimizin arasında kaybolurken Göktuğ’unun başını hafif kaldırdığını hissettim.

“O da ne demek öyle? Söyle bakayım, ne merak ettin?”

Dudaklarımı kemirmeyi bırakarak elalarımı gözlerine diktim. “Baban… Neden öldü? Yani bir hastalığı mı vardı yoksa…”

Göktuğ burukça gülerek gözlerini tavana dikti. “Babam. Babam tabii… Babam, tıp camiyasında adı çekiştirilen, ünlü bir psikologdu. Yazdığı psikolojik romanlar, insanların hayat hakkındaki görüşlerine vurgu yapan eserler… Her biri paha biçilemez büyüleyicilikteydi. Onu tanıyan insanlar ister istemez, yaşam tarzına çok imrenirlerdi. Bir gün işten geldiğinde, annemle bir konu hakkında konuştuklarını duydum. O gün, insanları gizli saklı dinlemenin hayatta açılan yolların mimarı olduğunu anladığım gündü. Babam hiçbir hastasının bilgilerini anneme ya da bir yakınına anlatmazdı. O süreçte ne yaşandıysa, hastası ile arasında garip bir şeyler dönmüş olacak ki, bu konudan anneme bahsetmişti. Bende kapıda olduğum için az çok konuyu anlamıştım tabii… Babam hastalarından birinin, psikolojik problemlerinin hat safa da olduğundan bahsetmişti ve bu durum adına hastasının, akıl hastanesine yatışının gerçekleşmesi gerekebileceğine kadar uzayabileceğinden de söz etmişti. Annem başta olayın pek ciddi olmadığını düşündüğünden olsa gerek, bu durum hakkında pek bir yorum yapmamıştı. Şimdi düşününce sahiden de pek bir olay yok gibi duruyor.”

Alt dudağını dişlerinin arasına alarak ağırca gözlerini yumdu. Yanında olduğumu hissettirmek için elimi yanağına bastırıp sakince okşadım. Bu onu az da olsun gülümsetmeye yetmişti.

“Hastanın ailesi, babamın yönlendirmelerine karşı gelerek hastanın yatış işlemlerini gerçekleştirmemiş. Babam bir an önce yatışı yapılırsa çok daha kısa bir süre içerisinde toparlayabileceğini, eğer destek olurlarsa hastayı hızlıca kurtarabileceğinden bahsetmiş. Hasta yakınlarının nasıl bir mazereti var bilinmez, işlemleri uzun bir süre kabul etmemişler… Her neyse konu bu değil. Bir gece yarısı hep beraber salonda otururken kapı çaldı. Gecenin geç bir saati olduğundan babam hızlıca ayaklanmış, kapıya gitmişti.” Durdu. Hem de oldukça uzun bir süre. Kapalı gözlerinin arasından bir inci tanesinin göz altlarında asılı kaldığını ve düşmemek adına büyük bir çaba sarf ettiğine tanıklık ettim.

“Her şey çok ani gelişmişti. Kirli sakallı, iri-yarı bir adam elinde karşısına doğrulttuğu silah ile öylece dikilirken, bir kurşun sesinin ne denli insanı uyuşturduğunu dokuz yaşımda öğrenmiş oldum. Ardı arkası kesilmeyen kurşunlar, babamın bedenine saplanırken, annemin Gök’ün üzerine kapandığını, benimde öylece kapının karşısında kalakaldığımı hatırlıyordum. Saniyeler içerisinde gerçekleşen olayda adam çoktan uzaklaşmış, babam da yığıldığı yerden gözlerime bakakalmıştı. Onun gözlerine baktığımda, sanki bana olan güvenini görmüştüm. Kaşlarını zorla kaldırarak annem ve altında kalan Gök’ü işaret etmiş adete sana emanetler der gibi bakmıştı.”

Gözlerini açarak kızaran akına inat elalarıma baktı. “Çok zor geldi Armin. Babamı kanlar içinde yere yığılırken görmek ve annemin çaresizce Gök’ün üzerine kapanmasına şahit olmak çok zor geldi. O günden sonra bütün hayatımız değişti. Annem uzun bir müddet depresyona girdi. Gök avazı çıkana kadar ağlamayı tercih etti. Ben de elimden geldiğince ikisine bakmaya çalıştım. Dokuz yaşındaki bir çocuk evin babası görevini ne kadar üstelenebilirse, o kadar… O adam kimdi, neden bunu yaptı, ilk anlattığım olayla alakalı mıydı? Hâlâ bu sorulara cevap alamıyorum. Babamı aniden kaybetmenin yükü omuzlarımdan hiç kalkmıyor. Sanırım bu hayatta içimde en ukde kalan şey, seni babamla tanıştıramamak olurdu. O da yaşadığı süre zarfında, askerlerin psikolojisine merak salmış ama bir türlü bir söyleşi yapabileceği birine rastlayamamıştı. Onun görevini ben devraldım ama ne kadar başarabildim, orası meçhul.”

Ağırca yutkundum. Gözümün önünde canlanan anlar ile bakışlarım boşluğa daldı. Onunla ilk tanıştığımız andan şu zamana dek, yanımdayken bana karşı hiçbir kapıyı açtırmamıştı. Kapıyı açmadan önce mutlaka bir içeriye bakar, bazen önden kendisi geçer bazen de sakince elini içeri uzatırdı.

“Anlattıklarından anladığıma göre; aynı ona, babana benziyorsun bir tanem.” Kelimeler dudaklarımın arasından büyük bir güçlükle çıkarken, avcuma batan sakallarını okşayarak gözlerine baktım.

“Uyuyalım. Uyuyalım çünkü o anı hatırlamak bana pek iyi gelmiyor hayatım.” Gülümsedim. Gülümsedi. İkimizin de kıvrılan dudaklarındaki benzerliğin alt dalı, burukluk içeriyordu. Alnımda hissettiğim dudakları ve kararan oda ile yumduğum gözlerime ek son duyduğum ses ise gene ona ait olmuştu.

“İyi geceler kırgın savaşçı.”

Derin bir nefes verdim. “İyi geceler babayiğit.”

 

KURTULUŞ

“Aşkım benim üniformamın içine giydiğim tişörtümü sen mi kaldırdın, neden hiçbir yerde bulamıyorum?”

Mutfağa doğru bağırırken diğer yandan da dolapları karıştırıyordum.

Göktuğ elindeki tahta kaşık ile odaya girdiğinde omzuna attığı mutfak havlusu onu oldukça komik gösteriyordu ama daha önemli bir sorunumuz vardı. Tişört bulmak!

“Bak bakayım şuraya düzgünce.”

Göktuğ beni kendine çekerek işaret ettiği noktaya bakmamı sağladığında, dolabın içine teptiğim tişört ile kısa bir müddet bakıştık.

Sakince, “Görememişim, ne var yani?” dediğimde şakaklarıma inen öpücük ile kıkırdadım. “Bulamamış, ne olacakmış… Hadi giyin de gel bugün yoğunuz.”

Göktuğ gülerek odadan çıktığında üzerime giydiğim tişörtü, kamuflaj pantolonumun içerisine sokarak kemerimin kayışını biraz hırçınca çekiştirdim. Kısa kollu tişört sanırım bana artık olmuyordu çünkü, pazularımda biten tişört nedense gerilmeye başlamıştı. Ya kilo alıyordum ya da kemiklerim irileşiyordu…

Göktuğ’u bekletmemek adına mutfağa geçtiğimde, masanın üzerine dizilmiş onlarca çeşit kahvaltılık ve yeni pişen krepler ile göz göze gelmiştik. Acıktığım için kahvaltıya başlamam pek de vakit almamıştı. Mideme inen parçalara ek, Göktuğ’unun ağzıma teptiği ballı ekmekler de kilo almamım- kemiklerimin iri olmasının- tek nedeni olabilirdi.

Belimdeki beylik tabancasının kılıfını sağa kaydırarak evden çıktığımda merdivenlerin başında bekleyen adama naifçe gülümsedim.

“Şu asalete, boya posa, endama bir bak. Bir de silahını düzeltiyor…” Dediklerine karşılık yanağımı omzuna bastırarak merdivenleri şen adımlarla indik. Cipe geçiş yaptığımızda ana yolun zemini bıçağın altına döşenmiş etler gibi ağır ağır parçalanmaya başlamıştı.

“Bana güveniyor musun?”

Kaşlarım hafifçe çatıldı. “O nasıl laf? Elbette güveniyorum bebeğim.”

Göktuğ elimi sıkıca kavradı. “Zaten seni ilk gördüğüm andan şu ana nazaran çok daha iyisin ama biraz içini dökmen seni daha çok rahatlatacaktır. Seninleyim. Her daim bana gelebilirsin ama bir uzman görüşünü de almak, hayatını yönlendirmende iyi bir etken olabilir.”

Hafif bir gülümseme ile yüzüne baktım. “Başaracağım sevgilim, her daim olduğu gibi gene başaracağım.”

Göktuğ’unun beni rahatlatma çabaları eşliğinde hastaneye geldiğimizde Göktuğ önden yeni psikoloğum ile konuşmuştu. Kadın ciddi dursa da yüzündeki tatlılıktan, ister istemez kanımı kaynatmıştı.

En baştan başladığım hayat hikâyemi dikkatle dinleyen kadının, doğum gününe geldiğim zaman gözlerince canlanan sinir ve acı duygularını sezmiştim. Afil’den Mihar’a, Mihar’dan Tan Bey’e derken, seans bizi Yıkım timine sürüklemiş, ailem bellediğim adamların nasıl ihanetine uğradığımdan da söz etmiştim.

Anlatırken çoğu yer canımı yaktığında, aldığım nefeslerin bana yetersiz geldiğini hissetmem normaldi. Yer yer akıttığım göz yaşlarım canımı yaksa da omuzlarım artık her daim dikti.

Elimde buruşan peçeteyi çöpe fırlattığımda karşımdaki kadının elini sıkarak, bir sonraki randevu adına sözleşmiş ve teşekkürlerimi kendisine iletmiştim. İyi gelmişti. Anlatmak ve içimi dökmek zaten bana her daim iyi gelirdi. Şimdi de öyle olmuştu.

Odadan çıktığımda beni karşılayan adama tek kelime etmeden sokulmuş, o da bu anı bekler gibi beni sıkıca sarmalamıştı. Birbirimize yapışmış gibi cipe ilerlediğimizde Göktuğ beni tugaya bırakmış kendisi de düğün salonuna bakmak için yola çıkmıştı.

Elimdeki, yol üzerinde aktardan aldığım onlarca bitki çayına bakarak hızlıca dinlenme odasına girdim. Ayaklanan adamları umursamadan Tekin’e baktığımda, “Hemşir… Ne o, küs müyüz?” dedim üzgünce.

Tekin şaşkınlıkla başını iki yana salladı. “Estağfurullah Komutanım olur mu öyle şey?”

Yavaşça gülümseyerek ona doğru iki adım attım. Uzun adama bakmak adına başımı kaldırdığımda, “Seni kırmak istemedim. Yorgundum ve ne söylediğimi pek düşünmedim açıkçası. Bilerek yapmayacağımı biliyorsun…” dedim duru bir sesle.

Tekin sakince gülümsedi. “Önemli değil. Zaten saçma bir konuydu, o anki üzüntümü anlatmak istemiştim.” Gülerek başımı eğdiğimde, elimdeki poşeti aramızda kaldırdım. “Hem bak sana bitki çayları aldım. Artık hangisi kırgınlığa iyi geliyorsa onu içmemiz gerekiyormuş.”

Tekin kısık bir kahkaha attığında poşetin içindeki onlarca çaya bakarak kaşlarını kaldırdı. “Bu kadar şeye ne gerek vardı Komutanım?”

Poşeti bacağına vurarak, “Sus da içinden birini yap bakayım.” Dediğimde elimdeki poşeti alarak tezgâha yöneldi.

Sakince koltuğa oturduğumda gözlerim Kalender’e ilişti. “İçtima?” sorarcasına dediğim kelimeye karşılık başını sakince salladı. İçtima yaptıklarını zaten yüzlerinden anlamıştım ama gene de sormak istemiştim.

Kalender gözlerime pür dikkat bakarken, ağırca gülümsedim. Dünkü kutu ve sabahki psikolog olayından haberi olduğu için meraklandığını biliyordum.

Gülümsemem bir şeylerin yolunda olduğunu belli ederken Kalender’de yüzümü izleyerek gülümsedi.

“Ne kaçırıyoruz biz tam olarak?” Emir Kalender’in yanından öne kaymış, bir benim bir Kalender’in yüzünü incelerken Kalender postalının ucunu Emir’in bacağına geçirdi. “Fazla merak iyi değil derler, bilir misin?”

Emir yanaklarını şişirerek geri yaslandı. “Bilirim komutanım.”

Elalarım kollarını göğsünde toplamış usulca zemini izleyen Yıldırım’a kaydığında yanımda oturan adama fısıldayarak, “Onunla bu denli samimi olduğunuzu bilmiyordum. Bilsem o kadar ani karşılaştırmazdım sizi.” Dedim. Yıldırım alt dudağını sarkıttı ama gözlerini kilitlediği yerden çekmedi. “Oğlum dediği insanın böyle bir şey yapabildiğine inanınca içimde oluşan o ufak umut da sönüp gitti. Kendi öz babam beni hiç istemezken babam yerine koyduğum kişinin bu saçmalığa inanması beni üzdü işte… Kafana takma sen, geçer birkaç güne.”

Dizimi kırarak üstüne oturduğumda Yıldırım’a döndüm. “Saçmalama. Bu normal bir olay değil ki, iki güne unutasın… Az biraz hatırım varsa, onunla bir kere konuş Yıldırım. En az senin kadar onun da haklı sebepleri vardır.”

Yıldırım gözlerini olabildiğince ağır bir hamleyle bana çevirdi. “Tamam konuşacağım. Zaten hayatımdan hızla silip atabileceğim bir sima değildi onun siması, konuşalım.”

Gülümseyerek omzunu sıktığımda Tekin’de çayını hazırlamış ve bizlere getirmişti. İsmini hiç bilmediğim garip çayı, keyifle içerken aradan geçen saatlerde sevgili nişanlım- Göktuğ Bey- arayarak düğün salonu hakkında kısaca bilgilerini vermiş ve istediğimiz tarihte düğünümüzü yapabileceğimizi söylemişti. Yıldırım bu haberin üzerine kendisi evleniyormuş gibi sevinirken, Emir ile gene anlam veremediğimiz bir konuda atışmaya başlamışlar, Ertuğrul’un ikisini de çekememesinin üzerine ufak bir ceza yemeleri sonucu aramızdan ayrılmalarını izlemiştik.

Tugaydaki evrak işlerimi Kalender yardımıyla bitirmiş, operasyonun detaylarına sakin kafayla tekrardan bakmıştım. Şu anlık güzel giden bir sürecin içerisindeydim ve bu beni oldukça sevindiriyordu.

Hayatım; resmen Göktuğ’dan öncesi ve sonrası olarak ayrılıyor, kalbimde büyük bir yer kaplayan adam bedenimin zinde, yüzümün gül bahçesine dönme nedeniydi. Kahvenin açık tonuna harmanlanan gözlerinde hayat bulduğum an, zamanın bu denli güzel bir nakış işleyeceğini bilemezdim.

Kurtuluş yanımdaydı. Barkın bile bana kendini affettirmek, eskinin üzerini az da olsa örtmek adına çırpınıyordu. Artık bir babam vardı mesela. Füsun’umun yanında bana eşlik eden ve varlığını hissettiren bir adam… İşlerim yolundaydı. Başlatılan büyük operasyon, canı yanan, içinde kalan ukdelerle yaşamak zorunda kalan her ana, evlat, eş ve daha nicesi içindi.

Artık Armin için hayatın yeni döneminin kapıları yeni açılıyordu.

 

ÖBB için fazla soft bir bölüm...

Sona yaklaştığımız bölümlerin hafifliği ve duygusallığından belli oluyor mu? ;)

Timin bir aile ortamına dönmesi?

Göktuğ'unun ev alışverişleri?

Sözünün eri=Kalender Çiler

Kalender'in Armin için sakladığı kutu?

Geçmişle yüzleştik mi dersiniz?

Mihar'dan mektup var!

Uzun zamandır okumayı beklediğimiz o mektup...

Mihar'ın mektubu?

Göktuğ'unun her daim Armin'in yanında olması?

Göktuğ ve Armin ikilisi çok tatlı olmaya başlamadılar mı???

Tekin'in aşk sancıları?

Tekin Armin dostuğu?

Kalender Armin dostluğu?

Yıldırım ve Murat babanın arası düzelir mi dersiniz?

Armin'in yeni psikologu?

Sanırım Armin artık iyileşiyor ballarım ❤️‍🩹🩹🥹

Sanırım evleniyorlar ve sona yaklaşıyoruz...

Aşklarım bir sonraki bölüme kadar kendinize dikkat etmeyi unutmayın.

Yıldıza basalım, keyfimiz yerine gelsin :)))

Finale doğru adım adım, son 4!

 

14.12.2024

 

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

 

 

 

 

Bölüm : 14.12.2024 09:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Duru Taşkulak / ÖLÜMLE BAŞ BAŞA / 36.BÖLÜM- YENİ DÖNEMİN KAPILARI
Duru Taşkulak
ÖLÜMLE BAŞ BAŞA

27.86k Okunma

2.26k Oy

0 Takip
41
Bölümlü Kitap
1.BÖLÜM- BEDENİMDE DEĞİL RUHUMDA SIZI2.BÖLÜM- ÖZÜRLER VE SÖZLER3.BÖLÜM- ÇAKIR İLE TAN DAVASI4.BÖLÜM- EVVELİM SEN OLDUN AHİRİM SENSİN5.BÖLÜM- YENİ BAŞLANGIÇLAR YENİ KURTULUŞLAR6.BÖLÜM- ÖLÜMÜNE İÇTİMA7.BÖLÜM- BU DA İNSAN BU DA CAN8.BÖLÜM- AJANLAR & BORDOLAR9.BÖLÜM- ESKİMİŞ TREN RAYI10.BÖLÜM- MASKENİN ARDINA SAKLANAN ACILAR11.BÖLÜM- BİR BORDO MESELESİ12.BÖLÜM- ASLANIN İÇERİSİNDEKİ KEDİ13.BÖLÜM- KANLAR VE GÖZYAŞLARI14.BÖLÜM- KIRILMIŞ KALBİN PARÇALARI15.BÖLÜM- GÜNLERE DEVRİLEN HAFTALAR16.BÖLÜM- CAN YARISININ KATİLİ17.BÖLÜM- AÇIKLANAMAYAN GERÇEKLER18.BÖLÜM- İHANETLERİN HANÇER DARBELERİ19.BÖLÜM- BAZI VEDALAR CAN YAKARMIŞ20.BÖLÜM- DOLAP CESET KANLANMASI21.BÖLÜM- SESSİZ HAYKIRIŞLAR BİR GÜN ÖLÜMLE SON BULUR22.BÖLÜM- SAHAYA MEN23.BÖLÜM- PSİKOLOG BEY24.BÖLÜM- YAŞARKEN ÖLENLER25.BÖLÜM- İSTİHBARATA İLK ADIM26.BÖLÜM- ATAĞA KARŞILIK ATAK27.BÖLÜM- AŞK DEDİĞİN28.BÖLÜM- SEVİLENLER VE SEVGİSİZLİĞE MAHKÛM OLANLAR29.BÖLÜM- SEVGİLİ SEVGİLİM30.BÖLÜM- GEÇE KALINMIŞ İNTİKAM31.BÖLÜM- MAZİNİN ZEHİRLİ SARMAŞIKLARI32.BÖLÜM- SON BAKIŞTAKİ GÖZLER33.BÖLÜM- ENDİŞENİN RENGİ34.BÖLÜM- TAN'IN KURT'A EVRİLDİĞİ SAHNE35.BÖLÜM- GÜZELLER İÇİNDEN BİR SENİ36.BÖLÜM- YENİ DÖNEMİN KAPILARI37. BÖLÜM-İSTİRİDYENİN İNCİSİ38.BÖLÜM- MEYHANENİN ÇÖZÜLMÜŞ DİLİ39.BÖLÜM-ADI YAŞATILAN SÖZ40.BÖLÜM- ÖLÜMLE BAŞ BAŞA (FİNAL)ÖLÜMLE BAŞ BAŞA- Göktuğ Kurt Özel
Hikayeyi Paylaş
Loading...