37. Bölüm

37. BÖLÜM-İSTİRİDYENİN İNCİSİ

Duru Taşkulak
durutaskulakk_

Aşklarım, ballarım, canlarım ben geldim!

ÖBB'nin en soft ve tatlı bölümüyle sizlerleyim...

Bölüme özel playlist hazırladım, linkleri instagram hesabımda paylaştım. Eğer dinleyerek okumak isterseniz sosyal medya hesabımı aşağıya bırakıyorum.

Kendi hesabım: durukurtk

Kitap hesabımız: olumlebasbasaaofficall

Finale son 3!

Bölüme başlamadan önce yıldıza basmayı ve satır arası yorumlarınızı bana sunmayı ihmal etmeyin bebeklerim.

Seviliyorsunuz, keyifli okumalar!

 

 

37.BÖLÜM İSTİRİDYENİN İNCİSİ

 

 

“Aşk temiz bir deftere yazıldığı taktirde her daim güzel ilerleyen, ömürlük bir yolculuktu.”

“Alıyoruz.”

Kaşlarım havalandı. “Almıyoruz.”

“Mecbur alıyoruz.”

Gözlerim ağırca yumuldu. “Kesinlikle almıyoruz.”

“Kızım kendine gel sen gelinsin! Akşama kına var, birkaç saate nikah… Ve sen hâlâ benimle inatlaşıyor musun? Yürü yürü!” Kolumdan çekiştiren Emek, beni hevesle bir mağazaya soktuğunda yaşadığım olayın saçmalığına katlanmak adına kendimi çok zor tuttuğumu fark ettim.

Geçen hafta tugaydan çık alışverişe git, alışverişten dön tugaya git modunda gezdiğim için şuracıkta kusmama az kalmıştı. Yok çeyiz yok düğün hediyesi yok kına ve nikah ikramlığı derken Emek’in benden daha evhamlı olması… Kelimelerin kifayetsiz kaldığı noktaydım.

Şu anda tamamen hiçbir işimiz yokmuş gibi kına ve nikah hediyeliği seçmeye çalışıyorduk. Daha doğrusu Emek çalışıyordu demem daha doğru olurdu.

Annem ve Gamze annem evde akşamki kına için hazırlık yapıyor, Göktuğ’unun sayısız teyzesi, halası ve yengesi ise iki hanıma yardım ediyordu. Knadan önce başka bir koşuşturmamız daha vardı halbuki… Mesela nikah.

Emek elinde tuttuğu küçük bir kutuyu bana gösterdiğinde, “Bak minik ve tatlı. Bunları alalım bari.” Diyerek dudaklarını gerdi. Küçük şeffaf kutuların içinde dört minik, top gibi duran mumları gördüğümde Emek’e anlamsızca baktım. “Mum mu alacağız?”

Emek maviş gözlerini kırpıştırdı. “Evet. Hediye işte.”

Gözlerimi devirerek mumların olduğu sepeti kasaya bıraktığımda, “Ne kadar?” dedim umursamazca cüzdanımı çıkarırken… Kasadaki kadın mumların fiyatlarını hesapladığında, tutan meblağı ödeyerek çok şükür ki alışveriş alanından çıkabilmiştik.

Arabaya biner binmez eve doğru sürmeye başladım. Daha hazırlanıp nikah dairesine gidecektik ve üstüne dini nikahımız da hızlıca kıyılacaktı ama işte Emek vaktimiz bolmuş gibi beni de yanında sürüklemişti.

Çalan telefona bakmadan açtığımda, “Acilse söyle işim var!” dedim bağırırcasına.

“Hayatım sakin ol. Ne oldu gene, Emek mi yanında yoksa?”

Göktuğ şaşkınca mırıldandığında sinirle Emek’e bakıp yola döndüm. “Tabii ki Emek var yanımda, başka kim olacak?! Nikah, dini nikah bir de üstüne kına var ama Emek çok önemliymiş gibi hediyelik almaya çıkardı beni! Mükemmelim ya, resmen uçuyorum kanatlarım çıktı!”

Göktuğ sakince, “Sakin ol. Saat daha sabahın dokuzu, nikaha çok var. Hem mutlu olman lazım, saatler sonra bir Kurt oluyorsun.” Dediğinde ister istemez güldüm.

“İsmimle baya uyumlu olacak sende haklısın. Düşünsene bir yere imza atmam lazım, sadece ismimin baş harflerini yazmışlar… Baya trajikomik bir olay cidden hayatım.” Göktuğ güldü. Kahkaha atarak hem de… “Biz kibar insanlarız hayatım, aklının ucundan bile geçirme ne gerek var? Hem sen zaten Kurt olmak için doğmuşsun, yorma o güzel aklını…”

Gülerek, “Tamam kapatmam lazım geldim şimdi. Sen eve gelirken beni ara ona göre hazırlansın annemler, zaten ev çok kalabalık anca biter hazırlıkları.” Dedim sakince.

Göktuğ dediklerini onaylayarak telefonu kapattığında Emek kucağına aldığı mum sepet ile apartmana girdi. Oyalanmadan eve çıktığımızda annem üzerindeki lacivert kalem elbisesinin askısını düzeltmeye çalışıyordu. “Of bu da bir türlü olmadı ya. Gamze, bebeğim işin bittiyse bana bir yardım etsen!”

Annem, Gamze anneme bağırarak misafir odasına girdiğinde, salona doluşan erkek tarafına kısaca selam vererek odaya kaçtım.

“Nihayet yani! Ay Emek sende çok acilmiş gibi götürdün Armin’i, az daha oyalansanız kendi nikahına geç kalacaktı yani.” Mine saçına bir tel toka sokuştururken, aynadan Emek’e bakarak konuşmuştu.

Emek umursamazca kendi elbisesini çıkarırken, “Aman sizde… Sanki elimiz boş olunca milletin dilinden düşecektik, ne olmuş yani iki çıkıp geldiysek. İyilik de yaramıyor anam!” dedi oflayarak.

“Komutanım-“ Gözlerimi belerttim. “Sende komutanım deyip durma, Armin desene artık Çağla!”

Çağla yavaşça yutkunurken, “O zaman hadi otur da saçını yapalım hemen.” Dedi fısıldarcasına.

Gözlerimi devirerek güldüğümde minik pufuma yerleştim.

“Nasıl yapsak?”

“Açık olsun bu sefer.”

“Elbisesi sade, çok abartılı da yakışmaz ama.”

Üçünün sesleri birbirine karışırken, salondan ve evin belli yerlerinden gelen kahkahalar ve konuşmalar birbirine harmanlanmıştı resmen.

Ben oturduğum yerden boş bakışlarımı etrafa atmayı sürdürürken, tek yaptığım gözüme uygulanan makyaj yüzünden göz kapaklarımı açıp kapamak oluyordu.

“Ya abartma Emek! Bir de sim dök istersen.” Mine Emek’i ittirerek yüzüme bakakaldığında, “Bu ne ya?” dedi iğrenç bir şey görmüş gibi.

Kaşlarım hızla çatıldı. “Ne oldu?”

Hızlıca aynaya yaklaştığımda yanaklarıma sürülen pespembe allık ile dudaklarım şokla aralandı.

“Dost musun, düşman mı? Bu ne Emek, sen beni oyalamak için mi geldin bugün? Kızım geç kalacağız adam akıllı yardım etmeyeceksen git lütfen ya.” Sinirli sesimi sakin tutmaya çalışsam da pek becerememiştim. Bugün zaten yeteri kadar gergindim, Emek de her şeyin içinde geziniyor gibiydi.

Emek şaşkınlıkla yüzüme bakakaldı. “Vallahi fark etmedim. Cama ters kalıyor makyaj masası, az gelmişti gözüme… Dur sileriz şimdi, bekle.”

Emek elinde pamukla bana yaklaştığında geri çekildim. “Tamam istemiyorum. Siz gidin hazırlanın ben giyineceğim.” Emek şaka yaptığımı düşünüyormuş gibi güldüğünde, yüzümdeki ciddi ifadeyi görür görmez geriledi. “Bilerek yapmamıştım.”

Mine gergince, “Tamam Emek biz çıkalım. Gel hadi.” Dedi.

Çağla da ikisini sakince dışarı çıkardığında kapıyı kapatarak bana döndü. “Neden bu kadar evhamlanıyor anlamıyorum. Sabah sabah seni alıp götürmesi de saçma geldi bana, amacı ne şu anda?” Derin bir nefes vererek gözlerimi kapattım. “Vallahi içim daraldı Çağla. Ya yardım et ya da köstek olacaksan sende çık.”

Çağla hafifçe gülümseyerek arkama geçti. “Geç kalmadık. Halledeceğiz şimdi, çok güzel olacaksın.”

Dakikalar bir çivi gibi bedenime işlerken, Çağla sakince makyajımı yapmıştı. Göz pınarlarıma sürdüğü, simli gibi beyaz bir farı güzelce dağıtmış ve ela gözlerimin parlamasına neden olmuştu. Beyaz fara ek göz kapağımın ortasına dağıttığı siyah far, buğulanarak bir eyeliner görüntüsüne sahip olmuş, rimelle dolgunlaşan kirpiklerim eşliğinde hoş bir uyum sağlamışlardı.

Yanaklarıma hafifçe sürdüğü allık, utanmışım gibi gözükmeme neden olsa da üzerine binen higlighter pembeleşen derimi parlatmıştı. Kontür ise yüzümün belli noktalarını belirginleştirip gözden kaybolmuştu. Dudaklarımı kahverengi bir kalemle çerçevelemiş ve üzerine sürdüğü mat kahve ruju dondurmuştu.

Saçlarım ise aralarında en beğendiğim yer olabilirdi. Sanki uzun süre örülü kalmış ve bir müddet sonra açılmışçasına kabarmış, ufak kıvrımlar halinde omuzlarıma dökülmüştü.

Makyaj yüzünden çekikleşen gözlerim, koyu rujla öne çıkan dudaklarım ve hoş bir görüntüye ev sahipliği yapan saçlarım ile kendimi çok beğenmiştim. Çağlaya hayranca bakarak ufak bir öpücük gönderdim. “Ne yaptın kız sen bana? Şuna bak resmen kül kedisine döndüm.”

Çağla gülümsediğinde eşen bir kahkaha attım.

“Nikah elbiseni de giy de öyle bakalım.” Kılıfın fermuarını çekerek elbiseyi çıkartmaya başladığında, üzerimdeki gömlek elbiseden kurtularak nikah elbisem için aldığım iç çamaşırlarını köşede giyindim. Çağla elbiseyi giyinmem konusunda bana yardımcı olurken, kat kat inen ince kumaşın belirli noktalarını beraber düzeltmeye başladık.

Düz yaka elbisenin, dirsek hizamın az üstünde yer alan bir bileşkesi vardı. Kollarımı sıkıca saran beyaz, kat kat tül bedenime de yapışarak ilerliyordu. Düz yakası, uzun kolları ve bedenime yapışan asil elbisenin pileleri sık ve art arda düşüyordu.

Çağla açıkta kalan köprücük kemiklerime higlighter sürerken kullandığı fırçayla darbeler indirirken, parlayan derime gülerek baktım. “Oldu mu sence?”

Çağla kınarcasına gözlerime baktı. “Oldu mu ne demek? Çok yakıştı…”

Aynaya yansıyan görüntüme bakarken kapım ağırca aralandı. Annem bana bakarak dudaklarını birbirine bastırdığında Çağla hızlıca odadan kaçtı.

“Çok zarif ve güzel olmuşsun bebeğim.” Burukça güldüm. “Kusuruma bakma ama şu anda sanırım Göktuğ’a ihtiyacım var.”

Haftaların koşuşturmasından kaynaklanan sorunlar beni biraz germiş ve yıpratmıştı. Göktuğ ile görüştüğümüz nadir anların çoğunda ya annemler ya Emek ya da Kurtuluş gibi faktörlere takılmış, asla baş başa kalamamıştık.

Füsun Hanımcığım gülerek ellerimi tuttu. “Az sabret güzel kızım, o kadar bekledin şimdi mi zorlanıyorsun?”

Gülerek gözlerimi kaçırdım.

Gözlerini boşta kalan gerdanıma dikti. “Fazla boş gözüküyor. Murat sana bir kolye vermiş olmalıydı, onu takmak ister misin?”

Çekingence, “Geçen çeyiz alışverişinde Göktuğ bana bir set almıştı aslında… Yani nikahta onu takmam daha doğru olur sanırım. Olmaz mı?” dedim gözlerine bakakalırken.

İçtenlikle elalarım baktı. “Olur tabii ki, Göktuğ oğlum almış takmamak olmaz.”

Dolabın mücevherat için boşaltmak zorunda kaldığım kısımdan yeni aldığımız seti çıkardığımda, annem ışıldayan gözlerini kutunun içerisine dikti.

“Ah, çok güzel bir seçim.” Fransızca bir iltifatı dudaklarının arasında yuvarladığında hafifçe kıkırdayarak kutuyu makyaj masasına bıraktım.

Minik yaprakları andıran özel kesim taşlar, birbirlerine yapışık bir şekilde boynumu sararken sol tarafımdan uzanan taşlar daha aşağıda bitiyor, sağımdaki taşlar diğer hizaya göre üstte kalıyorlardı. Sol tarafımda en aşağıda yer alan taş diğerlerine nazaran daha büyük ve göz alıcıydı.

Kolyeye uyumlu, küpelerim de birbirlerine yapışık yaprak misali boşlukta sallanıyordu. İnce bileğimi saran bilekliğim, isteme teklifinde parmağımı sıkıca saran baget yüzüğüm ve nişan yüzüğüm dışında üzerimde başka mücevherat yoktu.

“Çok yakıştı.” Anneme aynadan ufak bir gülümseme yolladığımda kapıdan içeriye kafasını uzatan Mine ile göz göze geldik. “Hüseyin’ler geldi. Abimler de yoldaymış, beş dakikaya evdeyiz dedi.” Hızlıca yatağın kenarında duran beyaz düz stilettolarımı ayağıma geçirerek odadan çıktım. İlk göz göze geldiğim kişi Burak olurken, beni beğeniyle süzen gözlerine gülerek karşılık verdim.

“Kız sen git gide güzelleşiyor musun?” Gülerek sakince sarıldığım adam hızla yana ittirilirken Hüseyin’in gıcık bakışlarını Burak’a attığını gördüm. “Kuala gibi yapışmış gene, sülük.” Dediklerine gülerek Çağrı ve Hamza ile de sarıldığımda çalan kapının imdadına Hüseyin yetişmişti. En önde duran Kalender elindeki kına sepetiyle zar zor içeri girip Hüseyin ile selamlaştı.

“Mine! Ağabey’im şu sepeti bir içeri götür.” Kalender elindeki sepeti Mine’ye uzatarak bana döndüğünde başını omzuna yatırdı. “Aman Allah’ım…” Şen bir kahkaha daha patlattığımda Kalender’i ittiren Yıldırım ağzı beş karış açık kalmış vaziyette bana döndü. “Anam! Komutanım nerde ulan?”

“Ya çık kenara boş boğaz!”

Tekin Yıldırım’ı ittirerek beni gördüğünde o da hafifçe duraksadı. Gözlerimi devirerek, “Abartmayın da geçin içeri, birazdan gelirler sanırım. Pek boş odam kalmadı ama mutfağa doluşabilirsiniz.” Dedim dudaklarımı büzerek.

Herkes mutfağa girerken tam kapıyı kapatacakken kapı ağırca bana itildi. Barkın baştan aşağı simsiyah bir şekilde eve adımını attığında kara gözleri elalarıma sert bir şekilde çarpıştı.

Gözlerime derince bakarak hiç beklemediğim bir anda yanaklarını çukurlara davet ederek, “Çok güzel olmuşsun.” Dedi fısıldarcasına.

Hızla gözden kaybolan adama burukça baktığımda koluma giren Çağla ile adımlarım hızla odama ilerledi.

Telefonumu bana uzattığında arayanın Göktuğ olduğunu gördüm.

“Efendim?”

“Biz çıktık hayatım. Annemi arıyorum ama bir türlü ulaşamadım, birazdan Güliz de gelecekmiş senin yanına. Yardıma ihtiyaç olursa söylersin.”

Güldüm. “Tamam tamam. Gelin hadi bekliyoruz…”

Telefonu kapatmam ve odaya giren Güliz’le göz göze gelmem bir oldu. “Hoş geldin Güliz.” Güliz üzerindeki uzun tüllü, bordomsu elbisesini çekiştirerek gülümsedi. “Hoş buldum.”

Güliz’i de alarak misafir odasına -annemlerin yanına- geldiğimizde telaşla hazırlanmaya devam eden iki kadına güldüm.

“Ay Füsun ötekini mi giyseydim acaba?”

“Saçmalama Gamze bu çok güzel oldu işte.”

Annemin üzerinde kalın askılı, lacivert, kalem bir elbise vardı. Gamze annemin üzerinde ise daha açık bir maviye sahip olan kot bir elbise vardı. İkisi de pek yaşını göstermediği için giydikleri de bir hayli üzerlerine uyum sağlıyordu.

 

(Füsun'un elbisesi, temsili.)

 

(Gamze'nin elbisesi, temsili.)

Kaşlarımı kaldırarak, “Hanımlar bu ne şıklık?” dediğimde annem gülmekle yetinmiş Gamze annemde beni kınarcasına ufak bir bakış atmıştı.

Gamze Hanım demeye de Gamze anne demeye de pek alışamadığım için en sonunda Gamze anne konusunda ufak bir anlaşmaya bağlanmıştık. Hanım dememe kızdığında, anne demek her ne kadar zor da gelse anne diyordum kendisine.

“Kızımızın güzelliğine bak Füsun… Maşallah ne kadar da yakışıyor her şey.”

Gamze anneme gülümsediğimde, “Göktuğ aradı az önce, çıkmışlar. Salondakilere haber vermedim ama hazırlar sanırım…” dedim bakışlarımı üzerinden çekmeyerek.

Gamze annem kolumu sıvazlayarak yanımdan geçtiğinde salona gittiğini görmüştüm. Bende ona ayak uydurduğumda, Gamze annemin ve Güliz’in salondaki erkek tarafını toplayarak dışarı çıkma anlarını izledik. Normalde erkek tarafının Çukurca da -Göktuğ’unun evinde- hazırlanmaları lazımdı ama Gamze annem, anneme yarım etmek için hepsini toplayıp benim eve getirmişti.

Ben panikle ne yapmam gerektiğini bilmediğim için odadan odaya anlamsızca yürürken, kulaklarıma varan davul ve zurna sesleri ile balkona koştum. Arkama doluşan kızlar ve anneme güldüğümde nereden çıktığını anlamadığım babam da huysuzca konuşmuştu. “Aman, gelmeseler miydi acaba? Bak geç değil kızım daha girmediler binaya, almasak da olur.”

Annem gülerek babama sarıldığında, “İlahi hayatım, saçmalama istersen.” Dedi usulca.

Geçen istemede olduğu gibi meşaleler pembe sisini havaya yayıyordu. Davul ve zurnacı dayılar sağ olsun kendilerinden geçmiş gibi hem oynuyor hem çalıyor, erkek tarafından paraları koparıyorlardı.

Göktuğ üzerindeki siyah, özel dikim takımıyla oldukça nefes kesici gözükürken, bakışları sanki nerede olduğumu biliyormuş gibi doğrudan elalarıma saplandı. Aramızdaki onca mesafeye rağmen gözlerindeki ışıltı bedenimi titretecek şiddetteydi.

Gök elindeki iki meşaleyle Göktuğ’unun etrafında döndüğünde, Göktuğ’unun kaybolmasına neden olan pembe duman ile şen bir kahkaha attım. Dumanların arasından silikçe gördüğüm görüntüye göre Göktuğ Gök’ün kafasına okkalı bir tokat patlatmıştı.

“Murat babam, Murat babam! Lütfen gelmesinler babam! Bizde onlara verilecek kız yok!” Hüseyin mutfaktan koşarak ufak balkonda kendine yer bulmaya çalışırken annem Hüseyin’i hafifçe ittirdi. “Sus be çocuk! Geldiğinizden beri bir diliniz durmadı he!”

Babam ukalaca güldü. “Niye öyle diyorsun aşkım? Çocuk doğru söylüyor. Açmayın siz oğlum kapıyı.”

Hiç birini dinlemeden aşağıda kopan eğlenceyi izlemeye devam ettim. Göktuğ’unun erkek kuzenleri sanki bugünü bekliyormuş gibi yere çökerek, davul ve zurnacı dayıları ortalarına almışlardı. Keyifle oynayan genç gruba güldüğümde, Gamze annem balkona doğru elini sallayarak, “Geliyoruz!” diyerek bağırdı ama onca sesin arasında anca dudaklarını okuyabilmiştim.

Davul ve zurna asla durmazken apartmana giren kişi sayısı azdı. Sadece Göktuğ ve çekirdek ailesine ek Göktuğ’unun en büyük dayısı ile amcasının içeri girdiğini gördüm. Diğerleri aşağıda oynama devam ederken oldukça mutlulardı çünkü.

Hızlıca kapının önüne yığıldığımızda evdeki kalabalıktan yükselen bazı seslerin sahiplerini seçebiliyordum. Hüseyin kapıyı açmayalım diye bağırırken Burak tarafından susturuluyor, Yıldırım ileri atılacakken Tekin tarafından tutuluyordu.

Kapının önünü zor bela araladığımda çalan kapının dibinde biten Hüseyin ve Emek’e göz devirmekle yetindim. İkili inatlaşırken bir de sözlü tartışma fitillenmişti.

“Çıksana cadaloz!”

“Asıl sen çık be, sana ne oluyor?!”

İkisine ek hiç beklemediğim bir adamı önümde gördüğüm şaşkınlıkla bakakaldım. “İkinizde çıkın lan ben alacağım!” Ertuğrul, Hüseyin ve Emek’i kenara savuşturduğunda çalan kapıyı açarak aradan elini uzattı. “Kapı tutulmuş enişte, sal parayı!” Şaşkınlıkla Kalender ve Barkına bakakaldığımda ikisi de keyifle gülerek Ertuğrul’a baktı.

Göktuğ’unun binanın içinde yankılanan kahkahasını duyduğumda iyice keyiflenmiştim.

“Kız çiçeği unuttuk! Emek çiçek nerede?” Mine telaşla odaya koştuğunda Emek de peşinden gitmişti. Saniyeler içerisinde elime tutuşturulan çiçeğe bakakaldığım dudaklarımda naif bir gülümseme yeşerdi.

Elimdeki hoş şakayık buketine baktığımda, beyaz renkli şakayıkların altındaki yeşil yaprakların kenarlarını düzelttim. Sıkıca kavradığım buket ile kapı sonuna kadar aralandığında karşı karşıya kaldığım adam ile dudaklarımın arasından şuh bir nefes firar etti.

Kahveyle harmanlanan ela gözleri beni baştan aşağı süzmekle görevlenmişken, yakasındaki ufak şakayık çiçeğine naifçe baktım. Çok yakışıklı gözüküyordu. Saçlarını her zamanki gibi özenliydi. Bu sefer ceketinin çiçek yerleştirdiği cebinden sallanan yaka iğnesi ve iğnesiyle uyumlu kol düğmeleri… Düşüp bayılmamak adına zor dururken, halime gülen insanların neşeli seslerini duyabiliyordum.

Annemin ve babamın elini öperek sakince Göktuğ’a bir adım attığımda, kemikleri ve damarlı elini bana uzatarak elimi yavaşça kavradı. Alnıma bastığı dudakları ile içeriden bir alkış tufanı koparken başımı omzuna yaslayarak güldüm.

Ağır ağır merdivenleri inerken evden çıkan ordunun arkamdaki varlığını hissetmek bana güç veriyordu.

Dışarı çıktığımızda bir anda davul zurna sesleri durdu. Gök aniden, “Alkış!” diyerek bağırdığında kuzenler bu anı bekliyormuş gibi hızla alkışlamaya başladılar. Teyzeler ve halalar tarafından kopan ıslıklar, amcalardan gelen tebrik sözcükleri derken Gök hızla davulu eline alarak tokmağı vurmaya başladı. Göktuğ bana bakarak güldüğünde, Gök’ün hallerine verdiğim tepkilerin onu neşelendirdiğini anlamak pek de zor değildi.

Daha ne olduğunu anlamadan etrafımız kuzenler ve benimkilerle çevrildiğinde Emek’in çiçeği elimden çektiğini gördüm. Çalan oyun havalarına kahkaha atarak kollarımı kaldırdığımda, apartmandan uzanan başları da görebiliyordum.

Karşımdaki çok az bir süre sonra kocam olacak adam keyifle oynarken kalbim hızla çarpmaya başladı. Etrafımızda oluşan çemberin arasında keyifle oynarken zamanın ne denli aktığını hesaplayamamıştım bile.

En son Gök’ün başının üzerinde çalmaya çalıştığı davula Yıldırım’ın tokmakla vurmak adına cebelleştiğini gördüğümüz an artık gitmemiz gerektiğini anlamıştık.

Göktuğ’unun nikah için hazırlattığı cipine salına salına ilerleyip sakince koltuğuma kurulmuştum. Göktuğ arabasını Gök’e bırakmamak adına oldukça kesin bir tavır sergilerken, arabayı süren kişi dostluklarının nasıl bu kadar ilerlediğini anlayamadığım Kadir olmuştu. Emek Kadir’e sırnaşa sırnaşa keyifle oturduğu yerden oynuyor, ara sıra bana laf atıyordu.

Arkamızda oluşan sayısız araba, ilk defa bu denli kalabalık konvoy görmeme neden olmuştu. Arkamızdaki arabada Hüseyinler vardı ve Hüseyin sağ olsun bir saniye durmuyor, elini kornayla bütünleştiriyordu. Arabanın camından sarkıp oturan Gök ellerini sallandırarak alkış tutuyor, arka camdaki Güliz onu içeri çekmeye çalışıyordu.

Göktuğ’unun kuzenleri zaten ayrı bir evredeydi. En son nasıl becerdiklerini asla anlamadığım bir şekilde tavanda uzanmış tulumba çekercesine debelenen birini görmüştüm mesela…

Yıldırım arabanın tavan camından çıkmış, belediye başkanının halkı selamladığı hesap çevreye el sallarken Tekin’in ara sıra havaya çıkıp Yıldırım’ı çekiştiren elini de görebiliyordum. Herkes kendi halinde mutluydu, şu an benim olduğu gibi…

Başım Göktuğ’unun omzuna yaslı keyifle akan yolu izlerken dudaklarını başımın üzerinde hissettim. “Nasıl her defasında bu kadar çekiliyorum sana… Nasıl bu denli duru bir güzelliğe sahipsin bebeğim?”

Başımı hafifçe kaldırarak gözlerine baktım. “Seni çok seviyorum.”

Göktuğ içi gidiyormuş gibi başını geri atıp dudaklarını ısırdığında elini daha sıkı kavradım.

Sıktığı dişlerinin ardından, “Karım oluyorsun.” Diyerek baskın sesini bedenime kazıdı.

Başımı ağırca salladım. “Karın oluyorum.”

Göktuğ ne yapacağını bilemez gibi bana sıkıca sarılırken, dudağı çıplak kalan derimde gezindi. “Tan olarak geçirdiğin son dakikalar sevgilim.”

Dudaklarımı birbirine bastırarak kıkırdadım. “Evleniyorum resmen. Seninle, seninle ben! Ay Allah’ım çıldıracağım!”

Göktuğ ile aynı duyguları yaşıyor olmak çok özel bir histi. Onun gözlerindeki parıltı benim dudaklarımda yer alan şen gülümseme birbirine karışıyor, dakikalar sonra resmi bir şekilde evleneceğimize akıl sır erdiremiyorduk.

Tam gözlerimiz birbirine takılı kalmış, onun parıltısıyla büyülenirken aramızsa birkaç satırdan oluşan sözler girdi.

Geçmez bu ömür sensiz

Bu dağlar taşlar şahidim olsun

Kalbime sırlarımı gömdüm

Dudaklarını dudaklarıma yaklaştırarak, aramızda kalan mesafeden yararlandı. “Bu saatten sonra, sensiz hiçbir ömür geçmez ela gözlüm.”

Kadir ve Emek kendi dünyasında olduğu için fırsattan yararlanarak dudaklarına ufak bir öpücük kondurdum. “Sensiz geçecek ömür de olmaz olsun güzel gözlüm.”

Sensiz geçecek ömür de olmaz olsun güzel gözlüm…

“Ay geldik!” Emek ellerini birbirine çarparak hevesle oturduğu yerden dikleştiğinde ellerimiz sıkıca birbirine kilitlendi.

Emek çiçeğimi bana verdiğinde Göktuğ sakince arabadan inmeme yardım etti. Sayısız araba belirli aralıklarla durduğunda, nikah dairesinin önü zaten yeteri kadar kalabalık değilmiş gibi iyice birbirine girmişti. Bizden önceki nikahlara gelen insanlar, Hakkâri’de olduğumuzu ispatlamak için buradalardı resmen. Kabarık işlemeli gelinlikler, altından yüzü gözü gözükmeyen kadınlar, pos bıyıklı dayılar derken liste kalabalıktı.

Kendimi çok sade hissetmem normaldi ama bu pek umurumda değildi. Beş dakika içerisinden boşalan alana bizimkiler doluşunca bana gene ufak bir ateş basmıştı.

İçeriye girmeye başlayan erkek tarafı sağ olsun alanı boşatmamız adına yardımcı olmuşlardı. Şu an nedense çok stres olmuştum ve bir dal sigaraya hayır demezdim. Gözlerim Kalender’i ararken köşede usulca sigara içen adamla göz göze geldik. Sinsice güldüğümde sigarayı dudaklarından çekerek sakince güldü.

Kurtuluş ve Hüseyinler köşedeydi. Onların haricinde annemler ve Gamze annemlerden yakın akrabalarımız da içeri girmişlerdi.

Emek takıntı yaptığı mum sepetini kucağına almış, üzerindeki dar kalem eteği ve kısa büstiyerine inat içeri koşuyordu. Kadir arkasından sabır diler gibi ellerini iki yana açtığında Göktuğ ve benimle göz göze geldi. Haline gülerek karşılık verdiğimizde başını iki yana sallayarak Emek’in peşinden içeri girdi.

Göktuğ’u çekiştirerek benimkilerin yanına sürüklediğimde, Kalender’in benim için yaktığına emin olduğum sigarayı parmaklarının arasından çektim. Göktuğ halime kınarcasına bakarken Yıldırım tam ondan beklenen bir hareket ile öne geçerek telefonunu havalandırdı.

“O zaman fotoğraf vakti!”

Herkes bu anı bekliyormuş gibi birbirine sokulduğunda, ufak bir yarım ay haline gelmiştik. Sigarayı geri uçta kalan Kalender’e vererek kolumun birini Göktuğ’unun sırtına diğerini de Hüseyin’e sardım.

Herkes genişçe gülerek kameraya bakarken art arda düşen pozlar ile ne kadar mutlu olduğumu dile getirmeme gerek yoktu sanırım. Resmen mutluydum. Armin Tan için mutluluk çok olağan dışı bir durumken Tan’a veda ettiğimi ilk defa bu denli iliklerime kadar işlemiş bir haldeydim.

Fotoğrafın sonuncusunda dudaklarımı Göktuğ’un yanağına sertçe yapıştırdığım için bütün gözler bana dönmüştü ama asıl olayın fotoğraf içlerinden en doğalı olması olmuştu.

İçeriden çıkan bir kadın Göktuğ’a nikah için işlemlerden bahsederken bende o anki zamandan yararlanarak sigaramı içmeye başlamıştım.

“Komutanım.”

Yıldırım bana yaklaştı. Yüzündeki Munzur ifadeye kaşlarımı alayla çatmakla yetinirken, “Ne oldu gene?” dedim gülerek. Sigaram dudaklarımın arasında dururken gözlerini yavaşça kıstı. “Hatırlarsanız bir muhabbetimizde, evlenmeyi düşünmediğiniz söylemiştiniz. Bende ilk sizin evleneceğinizi söylemiştim…”

Gülmeye başladığımda, “Eee?” dedim sorarcasına.

Yıldırım takım elbisesinin önünü ilikleyerek, “Bir yemektir, sürprizdir falan hiç gerek yok biliyorsunuz.” Dedi gözlerimi içlice yumarken.

Stiletto’mun sivri ucunu bacağına vurduğumda, “Ne âlem adamsın ulan Yıldırım!” dedim kahkaha atarak.

Sigaramı bitirerek ezdiğimde benimkiler de zaman daraldığı için içeri geçmişlerdi.

Göktuğ yanıma gelerek omuzlarımı kavradığında, alnımı sakince öptü. “Hazır mısın?”

Gülerek gözlerine baktım. “Hiç olmadığım kadar.”

Parmaklarımız birbirine dolanırken nikah dairesinin minik merdivenlerini usulca çıktık. Geniş salonun içerisinde dizilmiş sandalyelerin hepsi dolu, üstüne üstlük benimkiler çoğu da ayakta dikiliyorlardı. Her ne kadar sadece yakın akrabalar da gelmiş olsa, Kurt tarafı oldukça kalabalıktı.

Görevli kadın geçmemiz adına içeriyi işaret ettiğinde Göktuğ’a döndüm. Kalbim hızla çarparken bacaklarımın titremesi pek hoşuma gitmemişti ama heyecanlıydım işte.

“Bu kapıdan girdikten sonra Kurt oluyorsun sevgilim, olması gerektiği gibi.” Başımı omzuna yaslayarak güldüğümde sakince ileriye doğru bir adım attık. Onunlayken doğru ya da yanlış yoktu. O varsa tek gerçek her şeyin olması gerektiği gibi olduğuydu.

İçeri girdiğimizde salondan kopan gür alkış ve ıslık sesleri ile gülümsedim.

Beyaz deri koltukların uzunluğu beni hafif bozguna uğratırken, Göktuğ hızlıca sandalyemi çekti. Oturduğum yerden karşımda kalan sevdiklerime baktığımda, en önde dolu gözleriyle beni izleyen annem ve babama baktım.

Nasıl da zor geliyordu insana, hiç tanımadığın yabancıların seni öz annen ve babandan daha çok sahiplenmesi…

Göktuğ elimi sıktığında içeri giren nikah memuru oturanlara hafif bir baş selamı vererek, kendi koltuğuna oturdu.

İşte en kalbimi tekleten bir diğer konu da nikah şahidi seçmek olmuştu… Kızlardan birini seçmeyi elbette ki isterdim ama onlardan öte, hayatımın büyük bir yerinde mesken tutan adamın bu anımda bana şahitlik etmesini daha çok istiyordum. Ona bu fikrimi sunduğumda bana buruk bakışlarını atmış ama karşı da çıkmamıştı.

Mikrofonu eline alan nikah memuru çıkan cızırtıya alışmış gibi sakince misafirlere döndüğünde, “Evet değerli misafirler, öncelikle böyle güzel, anlamlı ve özel bir günde sizleri bir araya getiren, Armin ve Göktuğ çiftimizin nikah merasimine hepiniz hoş geldiniz diyorum.” Diyerek hafifçe gülümsedi.

Bize dönerek, “Ve nikah merasimine geçmek istiyorum.” Dediğinde buz kesen ellerimi Göktuğ’a sıkıca sardım.

“Damadımız Göktuğ Bey’in şahidi, Atalay Ateş’i, gelinimiz Armin Hanım’ın şahidi Barkın Koç’u da yerlerine davet ediyorum.”

Bakışlarım kalabalık içerisinden kömür karası gözlerine tutunduğunda gamzelerini bizlere sunarak ceketini ilikledi. Atalay ile beraber yerlerine oturduklarında nikah memuru sakince ikimize baktı.

Beni işaret ederek, “Gelin Hanım’ı tanıyalım; adınız, soy adınız.” dediğinde titreyen ellerimi önümdeki mikrofona sardım.

“Armin Tan.”

Nikah memuru usulca başını salladı. “Teşekkür ediyorum. Damat bey adınız, soy adınız.”

“Göktuğ Kurt.”

Bu sefer karşısında kalan iki adamı işaret ederek, “Sayın şahitlerimizi tanıyalım. Adlar ve soy adlar.” Dedi.

İkili sırayla, “Atalay Ateş, Barkın Koç.” Dediğinde nikah memuru tekrardan teşekkür etti.

Yüzündeki naif gülümsemesiyle bize bakan kadın, “Birbirinizle evlenmek istediğinizi bizlere beyan ettiniz, bizlerde gerekli araştırmaları yaptık ve evlenmenize engel bir halinizin olmadığını tespit ettik. Ancak evlenmek istediğinizi bir kez de sayın şahitlerimiz, değerli misafirler ve şahsım huzurunda da son kez sözlü söylemeniz gerekiyor.” Dediğinde naifçe bana döndü.

Elalarım titrerken kadının sakin sesini duydum. “Sayın Armin Tan, hiç kimsenin baskısı ve etkisi altında kalmadan kendi arzunuz ve özgür iradeniz doğrultusunda, Göktuğ Kurt beyefendiyle hastalıkta- sağlıkta, iyi günde- kötü günde evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”

Kalbim hızla çarparken elalarım Göktuğ’unun hoş yüzünde dolandı. Göktuğ bana içten bir gülümsemeyle bakarken derin bir nefes aldım.

Gür bir sesle, “Evet!” diyerek bağırdığımda salondan kulak çınlatan bir alkış koptu.

Nikah memuru başını sakince sallayarak Göktuğ’a döndü. “Sayın Göktuğ Kurt, hiç kimsenin baskısı ve etkisi altında kalmadan kendi arzunuz ve özgür iradeniz doğrultusunda, Armin Tan hanımefendiyle hastalıkta- sağlıkta, iyi günde- kötü günde, bulaşıkta-çamaşırda evlenmeyi kabul ediyor musunuz?”

Memurun vurguladığı cümleye tüm salon gülmeye başladığında bende onlara katılmıştım.

Göktuğ az önce yaşanan anı tekrar canlandırmak ister gibi bana döndüğünde sıkı sıkıya tuttuğum elime baskı uyguladı. Göz bebeklerindeki titremeye şahit olurken, elalarıma dikkatle baktı.

Ondan ilk kez bu denli şiddetli bir ses duyduğumda kalbim artık yerinden çıkacak gibi şehvetle çarpıyordu.

“Sonsuza dek, binlerce kez evet!”

Gözlerim kapanırken, gülmekten çatılan kaşlarım ve ağrıyan çenemi havaya diktim. “İnanamıyorum.” Fısıltımız aramızda kaybolurken kadın şahitlerimize döndü.

“Peki siz değerli şahitlerimiz, bu güzel çiftimizin evlenmesine değerli misafirlerimiz ve benim huzurumda şahitlik ediyor musunuz?”

Atalay imayla Göktuğ’a bakarak, “Evet şahitlik ediyorum.” Dedi.

Barkın gözlerime bakarak eminliğimi gördüğünde, genişçe gülümseyerek gamzelerinin derinlerine indi. “Evet şahitlik ediyorum.”

Misafirlere de sorduğunda her bir ağızdan yükselen, “Evet!” sesleri ile kadın mutlu bir tavırla güldü.

“Benim huzurumda, şahitlerimiz ve misafirlerimiz huzurunda evlenmek istediğinizi beyan ettiniz. Bende sizleri Yüksekova belediye başkanımızın bana verdiği yetkiye dayanarak, karı-koca ilan ediyorum!”

Gözlerim mutluluktan dolarken önümüze itilen deftere sakince imzalarımızı atmıştık. Herkes bir anda ayaklandığında bende ayaklanarak nikah memurunun bana uzattığı kırmızı evlilik cüzdanını sıkıca kavradım.

“Değerli misafirler ve şahitler huzurunda, çiftim adına hayırlı olsun dileklerimi iletiyorum.”

Defteri alarak havaya kaldırdığımda Hüseyin, Yıldırım, Emir ve Gökten yükselen eş zamanlı, “Ayağına bas!” bağırışı ile stiletto’nun yumuşak tabanını ayakkabısının üzerine süttüm. Göktuğ yaptığım harekete gülerken sevgili dostlarım Göktuğ’unun ayağını deldiğim düşüncesi ile gülüyorlardı.

Cüzdan hava dururken Göktuğ dudaklarını alnıma basarak geri çekildi. “Hayatıma hoş geldin Armin Kurt.”

Armin Kurt…

Armin Mihri Kurt…

Tan vakti çoktan geçmiş, tan vaktinin başladığı dağı bir solukta tırmanan kurt asilce uluyordu. Bir devrin daha kapandığı noktaya kalıbımı basmıştım. Tan ile yaşadığım yirmi yedi seneyi geride bırakmak bana pek de etki etmezken, Kurt olarak nefes aldığım tarih kalbimi şehvetle çarpıtıyordu.

3 Nisan 2021

İllaki bir doğum günüm olması gerekiyorsa, söyleyin benim doğum tarihim artık bu tarihtir.

Yeniden doğduğum anda bir Kurt’um, mazide ise eskimiş ve kenara itilmiş bir Tan.

Dudaklarım garip bir dürtüyle kıvrıldı. “Hoş buldum kocacığım.”

Göktuğ şaşkınlıkla yüzüme bakakaldı. “Karıcığım.”

Birbirimize bakarken yüzümüze patlayan flaş, elbette Yıldırım’a aitti.

Dakikalar sonra ortalık elli altıya dönmüş, fotoğraf çekinmek isteyenler koşarak üstümüze gelmişlerdi.

Göktuğ’unun kuzenleri garip pozlar vererek elli bin çeşit fotoğraf çektirdiği için bir sonraki nikah için gelenler de salonda oturacak yer bulamamışlardı. Kadın görevli bizi nazikçe kovmasına rağmen bu durum kuzenlerin umurunda olmamıştı resmen.

Arabaya bindiğimde Emek çalan telefonumu bana uzatmıştı. Arayan kişi Samet’ken onu bu karmaşa içinde hiç fark etmediğimi hatırladım.

“Seni hiç göremedim, nikahta var mıydın?” Telefonu şaşkınlıkla açtığımda Samet güldü. “Deli! Vardım tabii, sen kalabalıktan fark etmedin. Ben şey için aradım, şu dini nikah için hocayı aldım şimdi eve az kaldı. Sizin konvoyu göremedim, neredesiniz diyecektim.”

Bakışlarım yolu taradığında Kadir olayı anlamış gibi, “Beş dakikaya evdeyiz.” Dedi.

“Beş dakikaya geliyormuşuz.” Telefonu kapatıp Emek’e verdiğimde Göktuğ’unun dikkatle elime baktığını gördüm. “Artık sola takmalıyız sanırım.” Dediği şeyle bakışlarım yüzüklerime düştüğünde yavaşça gülümsedim. “Evlendik Göktuğ. Hâlâ inanamıyorum…”

Göktuğ boynuma sokularak, “İnandırırım ben seni, az bekle.” Diyerek mırıldandığında huylanarak geri çekildim.

Elim ona uzattığımda yüzüklerimi yavaşça çıkardı. Sol elimin yüzük parmağına naifçe yerleşen iki yüzüğe baktığımda kalbimdeki hoş sızının gün boyu benimle olacağını anladım.

Aynı hareketi bende Göktuğ için tekrarladığımda eve gelmiştik. Apartmanın önündeki tek tanıdık araba Samet’e aitken dışarıda bekleyen iki adama bakarak hızlıca apartmana girdik. Arkamızdan gelen orduya artık alıştığım için tepki vermedim.

Kapıya geldiğimizde açılan kapıya şaşkınlıkla bakakaldım. “Hoş geldin güzel kızım.”

Kalender’in annesi ve teyzesi kapıda bizi karşılarken şaşkınlıkla iki kadına bakakaldım. “Ay hoş geldiniz. Kalender hiç bahsetmemişti geleceğinizden…”

Kalender’in annesi gülümseyerek bana sarıldı. “Füsun ile tanıştık. Evde hazırlıklar bitmediği için yardım istemişti, bizde elimizden geleni yaptık işte.”

Gülümseyerek iki kadına baktığımızda arkamızdaki ordu yüzünden hızlıca kapının önünde ayrıldık.

O karmaşada annem ve kızlar beni hızla odama sokmuş, dini nikah için üzerime beyaz bir takım ve başıma da beyaz bir şal atmışlardı.

Herkesin hazır olduğunu düşündüklerinde beni de alarak salona geçmişlerdi. Ortaya koyulan iki sandalyenin birinde Göktuğ oturuyordu. Boşta kalan yere de hızlıca ben oturduğumda, dini nikahımız kıyılmaya başlanmıştı.

Göktuğ’unun daha tanışmaya fırsatım olmayan yabancı arkadaşları, nikahımız için ikimize şahitlik ederken on beş dakika kadar süren nikah mehrin sorulması ve şahitlerin kabulü ile son bulmuştu.

Artık hem resmi hem de dini olarak karı-kocaydık.

Salondaki kalabalık, akşamki kına için dağılmaya müsaitken Göktuğ beni hızla odaya sokmuştu.

Bedenimi kapıyla arasına aldığında üzerime doğru eğilerek yavaşça güldü. “Her şeyi çözeriz de senin bu içten gülüşünü ne yapacağız?”

Gözlerim yavaşça kısıldığında onun gibi güldüm ama gülüşüm kendimden hiç beklemediğim kadar cilveliydi. “Çözersin zamanla.” İnatçı cevabımı bekler gibi erkeksi bir kahkaha attığında sesi odada yankılanarak kulaklarıma çarptı.

Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında burunlarımızın temas etmesine o kadar az bir mesafe vardı ki…

Renklerine sonunda karar verebildiğim kahveyle harmanlanan elalarını kısarak, “Çözdür o zaman zamanla…” diyerek mırıldandı.

Dudaklarımız birbirine değmeden hızla geri çekildi. Kaşlarım çatılırken, “Ne yapıyorsun ya?” dedim anlamsızca.

Göktuğ elini kapıda çekmeden hafifçe bana eğildi. “Karı- koca olarak seni öptüğüm ilk anı kaçak gibi bir odada gerçekleştirmeyi düşünmüyorum karıcığım kusura bakma. Sen bindallı giyecekmişsin sanırım, hadi yardım etsin Güliz sana.” Tam odadan çıkacakken kolunu sıkıca kavrayıp tehditvari bir şekilde gözlerine baktım. “Bu yaptığını unutmadım kocacığım, intikamım acı olur haberin olsun.”

Kolunu bırakarak aheste aheste dolapta asılı duran bindallımı çıkardım. Göktuğ usulca odadan çıkarken odaya giren kızlar ve Güliz bana yardım etmeye başlamışlardı.

Göktuğ kına için çok büyük bir mekân tutmaya gerek olmadığını düşündüğünden, bizim için minik bir mekân kiralamıştı. Zaten Hakkâri’de böyle mekanlar bulmak zordu çünkü çoğunlukla evlerin önünde, bahçede düğün yaptıkları için böyle yerlere ihtiyaç duymuyorlardı.

İçimde bedenimi sıkıca saran, balık model hâki yeşili bir elbise vardı. Elbisenin göğüs dekoltesi m şeklinde bir kalbi anımsatıyordu. Bindallı gibi duran vatkalarında çiçek işlemeli, hâki yeşili tülü omuzlarıma atarak belinde yer alan, çiçek görünümlü taşlı kemeri kapattım.

Omuzlarımda ve göğsüme doğru inen tülün V dekoltesinde beyaz taşlı yaprakları anımsatan objeler vardı. Üzerimi tam saran elbise hareketlerimi biraz kısıtlıyordu ama sorun yoktu.

Yeşil tül, kollarımı kaldırdığımda dirseğime düşebilecek kadar boldu ama bu detay benim çok hoşuma gitmişti.

“Makyaj ve saçla uydular bence değiştirmeye gerek yok değil mi?” Mine bana bakarak mırıldandığında Güliz arkama geçerek kemerimi biraz daha aşağı çekti. “Böyle gayet güzel. Ayrıca değiştirmeye kalkışsak çok geç kalırız, mekanla ev arası varmış biraz Göktuğ dedi.”

Emek elindeki yarım ay şeklindeki çiçek ve yaprak işlemeli yeşil duvakla yanıma geldi. “Tel toka tutar mı acaba?”

“Deneyelim.” Mine tel toka kutusuyla yanımda dikilirken birkaç dakikalık uğraş sonucu duvak saçımda durmayı becermişti. Yeşil duvağın üzerinde aynı renk minik inciler vardı.

 

(Ben duvağı yeşil olarak yazdım ama görsel açıdan yeşil-incili duvak bulamadım ballarım, siz yeşil farz ederek görün lütfen.)

“Çıkalım mı?” Çağla üzerindeki bordo saten gömleğin bir düğmesini açtığında, altındaki siyah kumaş pantolonun belini düzeltti.

“Gök’e bakayım bir.” Güliz aramızdan sıvıştığında açılan kapıdan sevgili kocam göz göze gelmiştik.

Bana hayranlıkla bakakalırken ağırca gülümsedim. Arkasında kalan Gök, Göktuğ’u çekiştiriyor ama Göktuğ donmuş gibi bana bakakaldığı için bu durum onu pek etkilemiyordu.

Haline gülerek karşılık verdiğimde Emek beni yatağa oturtarak ayakkabılarımı giyinmeme yardım etti. Hâlâ beni izlediğini biliyordum ama bu durum hoşuma gittiğinden ona dönüp bakmadım.

Ayaklarımı sıkıca kavrayan hâki yeşili stilettoların, topuk kısmını saran sarmaşık misali çiçekler, üzerimdeki bindallı ile oldukça uyumluydu.

Kızlar beni kaldırdığında bu sefer elime verilen çiçek, yeşil lalelerden oluşan sade bir buketti.

Başın ve omuzlarım dik odadan çıktığımda Göktuğ’a bakarak güldüm. “Kocacığım ne bu hâl?” Gök arkadan gülerken Göktuğ üzerimi süzdü. “Ne kadar… Ne kadar güzel olmuşsun böyle.”

Gülerek elini kavradığımda, evden çıkarak merdivenleri ağırca inmeye başladık. Üzerimdeki bindallı ayaklarımın altına dolanıp durduğundan ufak çaplı bir sinir krizine az kalmıştı ama Göktuğ sağ olsun bindallının eteklerini toplayarak beni büyük bir azimle dışarı çıkarmıştı.

Nikahta oluşan tablo gene aynı olurken, uzun bir konvoy oluşmuştu. Bu sefer konvoy daha da kalabalıklaşmıştı çünkü nikah yerine direkt kınaya gelecek olan misafirler daha fazlaydı.

Kadir gömleğinin yakasını düzeltmek adına yan koltuktan üzerine abanan Emek’e derin bir derin bir nefes alarak karşılık verdi. “Bir yerine mi otursan acaba artık? Hani yolu görmem lazım da çünkü.” Kadir bağırmadan bağırma etkisiyle kavrulan sesini Emek’e işletirken Emek sakince yerine sindi. “İyilik de yaramıyor nankörler sizi!” Kadir gözlerini devirerek yola döndüğünde Göktuğ ikisini haline gülerek, bindallımdan ona kalmayan bit kadar yere sığmaya çalıştı.

“Erkekler kınaya gelmez diye kural mı varmış? Ne saçma şey… Hem ben karımla karşılıklı oynamak istiyorum belki, kime ne bundan?”

Söylenip duran Göktuğ’a güldüğümde elini sıkıca kavradım. “Hayatım zaten kına yakılırken erkekler de gelecek salona, ayrıca sen sizin için ayrı mekân tutmadın mı? Eğleneceksiniz hep beraber işte.” Kadir önden bana salça olarak, “Evli adamla bekarlığa veda yapmak da ayrı bir olay yenge sende haklısın.” Diyerek güldü.

Göktuğ gülerek, “Orada ufak bir teknik arıza oldu kardeşim sen devam et.” Dediğinde arabada ufak çaplı bir kahkaha tufanı kopmuştu.

Bekarlığa veda partisi gibi garip şeyler bana pek uyum sağlamadığından ben zaten yapmak istememiştim. Göktuğ’da aslında yapmak adına oldukça hazırlanmıştı ama Gök ile girdikleri bir tartışma sonunda işler karışmış, bekarlığa vedayı da nikahtan sonraya almışlardı.

Göktuğ’a sırnaşarak, “Bugün yeniden doğduğum tarih sevgilim. Beni küllerimden doğuran kişi sen oldun. Her zaman benimle ol, olur mu?” dediğimde Göktuğ sakince saçlarımı okşadı.

“Doğum günün bellediğin tarihi sana asla unutturmayacağım sevgilim, ayrıca her zaman da seninleyim. Bırakma da hiç niyetim yok.”

Başım onun göğsüne yaslı uzun uzun yolu izlemeye daldığımda, ardımızdan gelen korna sesleri, bağırışlar, alkışlar birbirlerine karışıyordu.

Yolları kilitleyip trafik oluşturan konvoyumuzla sonunda mekâna geldiğimizde kadınların tümü tutulan salona girmiş erkekler ise salonun dibinde yer alan başka bir mekâna geçmişlerdi. Her ne kadar Göktuğ benden ayrılmak istemese de Gamze annem sağ olsun sevgili kocamı çantasıyla döverek, kovmuştu.

Şu an gelin odasında boş boş oturmuş, hazırlıkların bitmesini bekliyordum. Ben kınayı evde sakince yaparız diye düşünürken, annem ve Gamze annem bu fikre şiddetle karşı çıkmışlardı.

“Ay ayakkabıya ismimizi yazsana Armin!”

Emek yandan kedi gibi bakarken Mine gözlerini devirerek duvara yaslandı. “Saçmalama Emek. Yarım düğünde yazar işte, ne gerek var şimdi?

Emek somurtarak oturduğu sandalyeye sırtını yasladı. “Siz de bugün beni zorbalamak için bir araya geldiniz herhalde. Tamam konuşmuyorum rahatlayabilirsiniz.” Annem ve Gamze annem Emek’e güldüklerinde kapı sakince açıldı. “Armin Hanım, hazırsanız çıkabilirsiniz.”

Şükür çekerek ayaklandığımda, kızların -Emek’in- on dakika önce bana öğrenmeye çalıştığı saçma sapan kına danslarından oldukça uzak, tam benlik bir giriş ile sahneye çıkmaya hazırdım.

Annem ve kızlar da sahnenin dibindeki masaya kurulmuş, benim çıkmamı bekliyorlardı.

Müzikleri ayarlayan kadınla anlaştığımız gibi başımı ağırca salladığımda, elimdeki yeşil tüylü yelpazeyi andıran şeyi sallamaya başladım.

Herkes usul bir şarkı çalacakmış gibi sakince geleceğim noktaya bakarken, bir anda patlayan oyun havası ile kollarımı kaldırarak salona sert bir giriş yaptım.

La bize her yer Angara

Oyun havası ve arkasından gelen enstrümanların sesi kahkaha atmama neden olurken, üzerimdeki garip bakışların hiçbiri umurumda değildi.

Elimdeki tüylü şeyi sallayarak kaldırdığım kollarımı ahenkle savuşturdum. Sağa sola sallanarak piste geldiğimde annemle göz göze geldik. Bana gülerek bakarken arkasında dehşetle bana bakan Emek’e minik bir öpücük yolladım.

Oyun havasının sonuna kadar tek başıma oynadığımda, ikinci parça da istediğim gibi oyun havasıydı.

Bu sefer yalnız değildim. Gamze annem dayanamamış ve karşıma geçmişti. Mutlu mesut oynayan kadına karşı bende oynamaya başladığımda, etrafımıza doluşan kadınlar da sanırım bugünü bekliyorlardı.

Annem ıslık çalarak alkış tutuyor, Emek asla becerememesine rağmen bize ayak uydurmaya çalışıyor, Çağla sert duruşunu az da olsa kırarak kenardan bana alkış tutuyordu.

Üzerimizden patlayan konfetiler kıyafetlerime ve saçıma yapışmış, renk paletine dönmeme neden olmuştu. Halime gülerek keyifle oynama devam ettiğimde zaman o kadar çabuk geçmişti ki, erkeklerin gelmesine dakikalar vardı.

Göktuğ’u zor tuttuklarına dair Kalender’den gelen mesaja gülmüş ve kocamı bana getirmelerini istemiştim.

Ortaya kurulan iki sandalye ve bir sandalyenin önüne serilmiş bez ile ortam hazırdı sanırım.

Müzik sesi durduğunda, salonun ahşaptan yapılan geniş dış kapısı iki yana açıldı. En önde yer alan Göktuğ’unun omuzlarına yeşil bir örtü atılmıştı. Arkasında Gök, Atalay, Kadir ve benimkilerin tanıdık simaları ile yüzümde geniş bir gülümse yer aldı.

Benimkiler bir anda bana koştuğunda, salona doluşan oyun havası ile güldüm. Kınalar yansın oyun havasının neşeli ritmi aramıza girerken bunu yapanın Çağrı olduğuna adım kadar emindim.

Arkamda duran Hüseyinler, Kurtuluş, kızlar, annemler ve daha nicesinden oluşan büyük ordu ile neşelendiğimde, benim ordumla yarışan Göktuğ’unun tarafı da epey kalabalıktı.

Kollarımı asilce kaldırarak parmaklarımı şıklatmaya başladığımda Göktuğ hayran bakışlarını üzerimden çekmeden ağırca oynama başladı.

Arkamızdaki ekip alkış tutarak sağa sola sallanırken oyun havasının o meşhur kıtası gelmişti.

‘Damat tarafı bir ses gelsin!’

Sanki hepsi bu anı bekliyormuş gibi, “Ey!” diyerek kükrerken benimkilere dönerek bağırdım. “Bana bakın hele bir sesiniz çıkmasın döverim hepinizi!”

Yıldırım elini göğsüne vurarak, “O iş bizde siz rahat olun!” diyerek bağırdı.

‘Gelin tarafı bir ses gelsin!’

“Eeeeeeyyyyy!”

Arkamdan böğüren Yıldırım’ın sesi bütün erkek tarafına bedelken, ukalaca gülerek Göktuğ’a yaklaştım.

‘Kınalar yansın davulda çalsın, gelin damat oynasın’

Söylenerek Göktuğ’a bakmaya devam ederken ikimizde keyifle oynuyorduk.

Yıldırım aniden önüme atladığında, Göktuğ ile aramıza girmişti. Hiç beklemediğim bir anda ellerini iki yana açarak, “Bugün de ediyorsunuz vedaaaa, bekarlığın sultanlığınaaaaa!” diyerek kendini yırtarcasına bağırdı.

Göktuğ Yıldırım’a yüksek sesli bir kahkaha atarken, bende haline gülmeden edememiştim.

Yanımda kalan Gamze anneme dönerek oynama devam ettiğimde ortalık sabahki gibi elli altıya dönmüştü. Çığlıklar, ıslıklar, alkışlar birbirine girerken hiç olmadığım kadar mutluydum.

Yıldırım ortada deli dürtmüş gibi garip hareketlerle oynuyor, ara sıra Kalender’in ara sıra Tekin’in Yıldırım’a attıkları hafif tekmeler ile yere düşüyorlardı.

Birçok oyun havasıyla oynadığımızda alnıma biriken terler ve üzerimdeki bilmem kaç kiloluk bindallı ile oldukça yorulmuştum ama onun için değerdi.

Sonunda müzikler kesilmiş ve Göktuğ sandalyesine kurulmuştu. Ben tekrardan salonun dışında bekliyordum çünkü Göktuğ varken bir daha girmem lazımmış… Bu bilgide Emek Dağ Hanım efendiden özel olarak gelmişti tabii ki.

Arkamda kırmızı bindallıları giymeye dünden razı olan Gök, Yıldırım, Emir, Samet, Hüseyin, Burak, Çağrı, Hamza ve en sonda kızlar vardı. Elindeki kına tepsisini dünyalar yokmuşçasına sallayarak kıvıran Yıldırım heyecanla arkamdan gelirken, bende elimdeki tüylü şeyi sallayarak cilveyle Göktuğ’a ilerlemeye başladım.

Göktuğ arkamdaki adamları görünce başını geriye atarak yüksek bir kahkaha patlattı. Gök ağabeyine el sallayarak bindallımı sağa sola çekiştirdiğinde Göktuğ iğrenmiş gibi dudaklarını buruşturdu.

Sezen Hanım’ın güzel sesiyle anılan Rakkas ile salona keyifli bir giriş yapmıştık. Göktuğ’unun etrafında dönerek cilveli gülümsemelerimi ona sunduğum dakikalarda oturan adamın kendini zor tutuyormuş gibi bir havası vardı.

Uzun bir müddet Göktuğ’unun etrafında döndüğümde en sonunda annem beni de oturtarak Yıldırım’ın dünden razı olduğu başımızda dönme olayını başlatmıştı. Sanırım ağlamam gereken bir olayın içerisindeydik çünkü kulağımı patlatacak saçma acıtasyonlu parça bütün enerjimi sömürmüştü. Açıkçası pek umurumda değildi çünkü yirmi yedi senelik hayatımın yirmi altı senesinde falan ağlamış sayılırdım. Mutluydum ve gülecektim. Ağlamaya niyetim yoktu.

Üzerime attıkları yeşil, incili duvağımdan etraf pek gözükmezken Göktuğ bana eğildi. “Gül karıcığım sana çok yakışıyor, biliyorsun.” Dediklerine güldüğümde başımda dönen Yıldırım, elindeki tepsiyle beraber önüme çömeldi. “Ağlasana kızım! Aman yani komutanım işte! Ağlamanız lazım!” Eteklerimi toplayarak Yıldırım’ın baldırına sert bir tekme attığımda inleyerek önümden çekildi.

Ellinci tura bindirdikleri dönme işlemi çok şükür bitmiş olacak ki duvağım sakince aralandı. Önüme çöken kadına sakince gülümsediğimde, annemin bu kadını bulmak için ne kadar cebelleştiği aklıma gelince hafifçe kıkırdadım.

Kına öncesi telaşla dolaşan sarı kıvırcık kafam -Füsun- kınayı bana yakacak olan kadının, mutlu bir evliliği olması, anne- babasının hayatta olması ve acı dolu bir hayatı olmaması adına uzun arayışlara girerken Gamze annem imdadına yetişerek erkek tarafından bu kriterlere uygun birini bulmuştu.

“Aaa gelin elini açmıyor!” Emek hızla açık duran elini sıkarak yumruk haline getirdiğinde sinirle yüzüne baktım. “Ya açıyorum işte, saçma sapan adetlerden bir uzaklaşsana artık!” Emek dudaklarını sertçe birbirine bastırarak gözlerini belerttiğinde çaktırmadan belime bir çimdik attı. Yüzüm buruşurken sinirle önüme döndüm.

Gamze Hanım ikimize gülerek açık duran avuçlarıma iki adet tam altın yerleştirdi. Daha ne kadar yerin dibine girmem lazımdı bilmiyordum çünkü şu zamanlarda ayaklı bir kuyumcuya dönmüştüm.

Kadın daire şeklini verdiği kınayı yaydığında, dairenin üzerine tam oturan yeşil çiçek motifli bir şeyi avcuma geçirdi.

Göktuğ’unun da sertçe parmağına yakılan kına ile herkes ayaklandığında koşarak annemi buldum. Elimdeki devasa çiçekli şeyi çıkararak kınayı maviş gözlerinin dibine soktuğumda, “Yıkayalım şunu lütfen, çok kötü kokuyor.” Dedim sızlanarak.

Annem gözlerini devirerek, “Saçmalama dursun elinde, sonra yıkarız.” Dedi ve benden uzaklaşarak soluğu pistte aldı.

İlla avcuma tükürüp kınayı çitilemem mi gerekiyordu yani?

Göktuğ nerden geldiğini anlamadığım bir şekilde bana sokulduğunda sakince elimi kavradı. Islak mendili avcuma sürterek, daha donmasına vakit kalmayan kınayı hızlıca sildi.

“Kocama bak derdimi nasıl da anlamış hemen…”

Göğsüne sırnaşarak güldüğümde, kendi parmağındaki kınayı da silerek ıslak mendili yanımızdaki masaya bıraktı.

Bana hak verir gibi, “Kötü kokuyor çünkü haklısın bebeğim.” Dedi.

Gülerek avcumu yanağına yasladım. “Sen hanımcı modunu mu açtın, ne? Pek bir hoşuma gitti bu hallerin Göktuğ Kurt.”

Göktuğ gülerek tek kolunu belime sardı. “Ben hep hanımcıydım. Sadece kendi hanımıma tabii… ayrıca hoşuna gidecek epey hâlim var, sen hiç merak etme Armin Kurt.”

Kaşlarım imayla kalktığında Gök koşarak yanımıza geldi. “Ağabey koş davulcu geldi!” Göktuğ sınanıyormuş gibi gözlerini kapattı. “Bu çocuk iyi anlarımın katili, yeminle bak.”

Gülerek kolumu sırtına sardım. “Hadi gidelim de az oynayalım bebeğim.”

Göktuğ bana ayak uydurarak soluğu pistte aldığında, Hüseyin hızla ellerime kaşıkları tutuşturmuştu bile.

Kırarcasına birbirine vurduğum şimşirler ve etrafıma doluşan adamlar ile keyifle güldüm.

Kısa bir süre sonra annem bir testiyi, Göktuğ’unun önünde kırmam adına elime tutuşturmuş ve bende kendimi Göktuğ’unun etrafında dönerken bulmuştum. Dört- beş turun ardından yere serilen bezin üzerine sertçe fırlattığım testi ufak parçalara ayrıldı. İçinden saçılan paralar, beze yayıldığında annem birinin bir yerine bir şey olmasın diye bezi toplayıp kenara kaldırdı.

İlerleyen dakikalarda keyifle oynamaya devam ederken bedenimin yorgun düştüğünü hissetsem de pek umurumda olmamıştı.

Kurt olmamın şerefine, oldukça hoş bir geceydi…

 

 

KURTULUŞ

“Gelin olmuş gidiyorsun! Dırırım dırırım haydi!” Elindeki kırmızı mendiller eşliğinde etrafımda dönen Emek’e derin bir nefes alarak karşılık verdim. Onu da öyle kabullenmiştik, ne yapabilirdik ki?

“Çok güzel oldun Armin.”

Çağla arkamdan bana ufak bir gülümsemeyle bakarken aynadan kendimi izlemeye başladım. Gözlerimin içine sürülen siyah kalem, elalarımı dahada belirginleştirirken göz kapağıma dağıtılan siyah farda oldukça hoş bir buğuya sahip olmuş, siyah far yukarılara doğru hafif kahveleşmiş ve gözden kaybolmuştu. Kirpiklerim rimel sayesinde oldukça dolgun ve gür gözüküyorlardı. Siyah göz makyajımı tamamlayan rimel, alt kirpiklerime de hafifçe uygulamıştı.

Göktuğ’unun demesiyle farkına vardığım, yanaklarıma belli belirsiz serpilen ufak çiller sanki bugün daha da belirginleşmiş ve açığa çıkmak istemiş gibi koyulardı.

Yanaklarımdaki hafif allık ve yüzümün belli noktalarını keskinleştiren kontür dışında pek de göze çarpan bir makyajım yoktu. Dudaklarımdaki hafif kahvemsi ruj ile güzel gözüküyordum.

 

(Makyaj temsili, aynı zamanda kadın Armin'in modeli ballarım.)

Saçlarım ensemde ufak bir topuz haline gelmiş, önden alnıma dökülen iki tutam tel ise dalgalanarak süzülmüştü.

Çağla’nın büyük yardımı sonucu gelinliği üzerime geçirebildiğimizde Emek hevesle arkama geçti. “Kırk bir tane düğümleyeyim de görsün Göktuğ Paşa!” Dediklerine göz devirip gülerken, “Saçmala istersen. Çağla sen bağla şu ipleri.” Dedim gözlerimi belerterek.

Aynadan arkama doluşan üçlüye baktığımda, Mine Emek’i çekmeye çalışıyor Çağla ise ikisinin haline gülerek ipleri bağlamaya çalışıyordu.

Göğüslerimi sıkıca kavrayan straplez yaka gelinlik, belime kadar oldukça dar ilerliyordu. Kollarımın iki yanında duran çemberler, tüylü bir görüntüyü anımsatsa da tüllerden oluşan kabarıklık göze hoş geliyordu. Belimde sıkı bir kemer gibi duran tül parçasının aşağısından, yerlere dökülen beyaz tüller oldukça sadeydi. Gelinlik ne abartılı ne de çok sadeydi. Tek göze çarpan yer, dediğim gibi kollarımın etrafından dolanan hafif tüllü, kabarık kısımdı. Balon kol denemezdi ama kollarımı tutan bir parçaydı.

Çağla ipleri sertçe kendine çekip, iki adım gerilerken oldukça büyük bir çaba sarf ediyor gibiydi.

“Mine şu kenarı bir tutsana.”

Çağla uzun ipi Mine’nin eline verirken Emek kenarda usulca ayakkabısını giyiyordu. Emek’in üzerinde gözleriyle uyumlu uçuk mavi, saten bir elbise vardı. Elbisenin ince askılı sıkıca omuzlarını kavramış, göğüs kısmına doğru hafif bollaşmış ama sonra düz bir şekilde ayak bileklerine dökülmüştü. Ayaklarına geçirdiği topukluların bacaklarını saran iplerini sıkıca bağlarken, dalgalandırdığı platin saçları da yüzüne dökülmüştü.

 

(Elbise temsil, aynı zamanda kadın Emek'in modeli.)

Arkamda cebelleşen kızlardan gözüm Mine’ye takıldığında, sakince üzerini süzdüm. Üzerinde, boyundan bağlamalı siyah uzun bir elbise vardı. Elbise sade gibi gözükse de Mine’nin attığı her adımda bacağından az daha üstte kalsa kasıklarına çıkacak yırtmaç, asilce savruluyordu. Bugün bir kalp krizi vakası yaşanırsa o kişi ya Tekin ya da Kalender olurdu sanırım.

Çağla gene çok süslenmeyi tercih etmemişti ama üzerinde ilk defa bir elbise görmüştüm. Diz kapağının üzerinde bite, dar kot elbisenin kolları balon kol olduğundan ipi her kendine çektiğinde sönerek geri şişiyordu. Elbisesi zaten spor bir elbiseydi. Çağla da bunu kullanmak ister gibi ayaklarına beyaz sade bir spor ayakkabı giymişti.

“Ay oldu.”

“Şükür yarabbi.”

İkisi de aynı anda söylenerek derin bir nefes verdiklerinde, gülümseyerek kendime baktım. Attığım her adımda yere sürtünen gelinliğin tülü anlamsızca çok hoşuma gitmişti.

Dünkü kınada taktığım, incili bir duvağın beyazı vardı saçlarımda. Topuzumun altından takılan beyaz incili duvak, gelinliğimin sade tülüne şaşa katmak ister gibiydi.

 

(Bu sefer olduğu gibi düşünebilirsiniz ballarım:)

Ayaklarımda yüksek topuk bir topuklu yerine, ufak beş santim anca olan bir topuklu vardı. Bileğimden bağladığımız su yolu taşlı işlemenin yanından sarkan damla taş güzel gözüküyordu. Ayakkabımın ucu sivrice ilerlerken, gelinliğin kabarık tüllerinden gözükmemesine biraz üzülsem de sorun değildi.

Emek oturduğu puftan kalkarak telefonuna baktı. “Hadi bitirdiyseniz salona geçelim daha el öpme faslı var.”

Emek ve çok bildiği evlilik adetleri…

Çağla komidine bıraktığım iki çiçekten elimde tutacağımı bana uzattığında çiçeğimi sakince kavradım. Beyaz lalelerden oluşan bir demetin altından minik minik çıkan cipsolar güzel bir görüntüye neden oluyordu.

“Bunu atacaktın değil mi?”

Çağla elindeki çiçeği hafifçe salladığında Emek ile göz göze geldik.

“Tüm genç hanımların dikkatine, güzel gelinimiz çiçeğini atmak için bütün genç bekar arkadaşlarını sahneye davet ediyor!” diyerek bağırdığında arkadan çalan şarkı ile çiçeğini sallaya sallaya gelen gelin hanımı gördüm.

Emek ayaklandığında kaşlarım havalandı. Önümde döndüğüm esnada kolumda hissettiğim el ile bakışlarım oraya yoğunlaştı. “Evettt!” diyerek ellerini çırpıştırdı. “Şimdi sıra bende, kalk kalk kalk öyle oturması değil! bizde gidiyoruz.” Dediğinde dudaklarım yavaşça aralandı.

“Ay yok!” dediğimde adamın sesi aramıza karıştı. “Bütün bekarları sahneye bekliyoruz! Gelin hanımın özel isteği üzerine, erkek kadın fark etmeksizin herkesi bekliyoruz!”

Başımı iki yana salladım. “Yok, yok olmaz. Ben evlenmek istemiyorum kızım. Tutup ne yapacağım çiçekle!” dediğimde kolumdan çekerek ayağa kaldırması bir oldu. “Sormadım zaten, kalkıyorsun. Hadi hadi.” Sırtımdan iteklediği gibi sahneye gelmiştik.

Boş bakışlarım ile etrafı süzerken gelin elindeki çiçeği bir sağa bir sola sallamaya başladı. Önümdeki kızlar deli gibi şarkıya eşlik edip, oldukları yerde süzülürlerken ben arkada dümdüz durmuş ileriye bakınıyordum.

Şarkı yarılandığında gelin çiçeği önüne götürerek hızla geriye doğru savurdu. Kızlar almak için birbirlerinin üzerine atlarken, kollarımın arasına düşen çiçek ile Emeğe döndüm. Emek kahkaha atmamak için zor dururken boş bakışlarım eşliğinde çiçeği süzdüm.

Çiçeğe bakarak başımı omuzuma eğdim. “Bir gün olursa evlenirsem bekar arkadaşlara seni atacağım yavrum.”

Emek şaşkınlıkla çiçeğe bakakaldı. “Sakladın mı cidden?”

Gülerek başımı salladım. “O kadar da emindim evlenmeyeceğimden oysaki…”

Hepimiz kahkaha attığımızda daha fazla oyalanmadan salona geçtik. İçerisi çok kalabalıktı. Kurtuluş, kaşıkçılar, Samet’in tarafından gelenler, Emel teyzem, Kalender’in yakın zamanda tanıştığım akrabaları ve benim için ta Hatay’dan kalkıp gelen güzel Alphan çifti… Gözlerim hafiften dolarken, bakışlarım Emel teyzemde takıldı. Saçları kanser yüzünden dökülmüş, kaşları seyrekleşmiş ve yüzü incelmişti. Onu bıraktığım dinamik halinden eser yoktu.

Ayaklanmaya çalıştığında hızlıca önünde çömeldim. Oturduğu sandalyenin iki yanında dikilen Barkın ve Emirle bakıştığımızda ağırca yutkundum.

“Armin’im, güzel kızım.”

Seneler sonra duyduğum sesi asla değişmezken dolan gözlerimi saklamak adına hızlıca bedenini sarmaladım.

“Geç kaldığım için özür dilerim.”

Emel teyze sırtımı sıkıca sıvazlarken, “Dileme kızım, benden daha çok dağılan birisi varsa o da sendin. Hepinizi anlıyorum ben, üzülme sakın.” Diyerek kulağıma fısıldadı.

Salon çok kalabalıktı. Bir evin odasına nasıl sığabilirlerse o kadar sığmışlardı işte. Herkesin bakışlarının üzerimde olduğunu biliyordum ama kokusuna hasret kaldığım kadından ayrılmak da zor gelmişti.

Ellerini öperek kokusunu içime çektim. “Beni kırmayıp geldiğin için çok teşekkür ederim.” Emel teyzem ağırca gülümsediğinde yanında oturan, Mehlika Hanım ile göz göze geldik. Ağırca yutkunduğumda buruk bir tebessümle yüzümü izledi.

“Çok güzel olmuşsun.”

Gözyaşlarımı akıtmamak adına zor dayanırken, en son ki sarılmamızın burukluğuna inat sıkıca sarmaladım bedenini. “İyi ki geldiniz… Benim ona gidecek cesaretim olmadığı için size de uğrayamamıştım ama siz iyi ki geldiniz.”

Mehlika Hanım gülümseyerek omzumu okşadı. “O olmak istediği mertebede Armin, artık ağlamanın bir faydası yok. Duyduğuma göre de bir intikam alınmış, içim artık çok rahat.” Sakince gülümsedim. Emek beni kaldırırken, salona giren babamı gördüm.

Ana yolu inleten korna seslerinden Kurtların geldiğini anladığımda kalbim hızla çarpmaya başladı.

“Kızım…” babam üzerindeki siyah ceketin önünü çekiştirip burukça yüzüme baktığında ikimizde aynı anda gülümsedik. “Sana çok geç kaldım, bunun farkındayım ama bu saatten sonra hep birlikteyiz. Yeni yuvanda, kurduğum temiz ailende her daim mutlu ol güzelim. Arkanda duran ordunun farkına vardığı düşünerek, biz her zaman burada olacağız…”

Ellerimi kavramış, başparmağını derimin üzerinde gezdirdiğinde dolan gözlerimi bozmadan gülümsedim.

Başıma duvak, belime kuşak gibi değişik adetlere uymak istemediğim için herkes beni anlayışla karşılamıştı. Çalan kapı ile kapının yakınında olan Çağla hızla kapıyı açtı. En önde duran Göktuğ salondaki halimizi gördüğünde adımlarını içeriye attı.

Babam Göktuğ’a bakarak, “Kızım sana emanet evlat, gözümün arkamda kalmayacağını biliyorum.” Dediğinde Göktuğ gözlerindeki inanç dolu ifadeyi babama sunarak açtığı kolunu bana uzattı.

Göktuğ’unun koluna girdiğimde Emek duygusal anlarda düşürdüğüm çiçeğimi elime tutuşturarak gelinliğimin eteklerini topladı. Göktuğ ve kızlar yardımıyla evden çıktığımda, merdivenleri büyük bir çabayla inmiştim.

Kapının önünde kısaca oynayarak arabaya bindiğimizde yanımda bakışlarını benden bir saniye çekmeyen adama döndüm.

Dudaklarımdaki naif gülümsemeyle, “Ne oldu?” dedim.

Göktuğ’unun yüzü acı bir hâl alırken, sıkıca ellerimi kavradı. “Hiçbir pusulanın işlemediği derin bir okyanustayım. Ne yönümü biliyorum ne de gideceğim yolu… Elalarını gördüğün an zaman da duruyor sevgilim, seni gördüğüm her gün bayram ama bugünkü bayramım çok ayrı...”

Kadınsı bir kahkaha attığımda, “Pusulanı işleten de yolunu bulan da ben olurum sevgilim. Sen yeter ki yanımda ol, yeter ki tuttuğun eli bırakma.” Diyerek fısıldadım.

Ellerime daha sıkı sarılarak, “Bu eli bırakmaya ne gücüm yeter ne aklım, ben çoktan ayyaş oldum ayılmaya da niyetim yok.” Dedi.

Onunlayken hayat vardı. Onsuz ise bir hiç…

Sanki gözleri derin bir okyanustu. Ona her daldığımda, hırçın dalgalarıyla dibe çekildiğimi ve benliğine yaklaştığımı hissediyordum. Oradaydı. En dipte. En izbede. Bir istiridyenin içine gizlediği inci misali, bulunması nadir olanlardandı. Okyanusta attığım her kulaç beni kafese çekiyordu. Kafes oydu, zincirse ben. Kafesi bulduğum an demir parmaklıklara dolanan zincirin açılma imkânı yoktu. Biz birbirimiz için yaratılmış iki yabancıyken, artık resmi olarak bir bütündük.

“Göktuğ şunu yakana taksana.”

Emek romantik anlarımızın katili gibi aramıza eğilmiş, yaka çiçeğini uzattığında gülerek elinden aldım. Göktuğ’unun yakasına usulca yerleştirdiğim çiçek, gelin çiçeğimin minik haliydi.

“Bu arada geldik sayılır, hazır mısınız siz?” Kadir dikiz aynasından ikimize baktığında aynı anda başımı salladık.

Emek önden telefonunu açarak bir video kaydı başlattığında radyonun sesini açarak kulakları sağır edecek şarkıya eşlik etmeye başladı.

“Bugün 4 Nisan 2021! Armin ve Göktuğ çiftinin düğününe gidiyoruz… Evet damat bey heyecan var mı?”

Emek şarkının arasından bağırarak telefonu Göktuğ’unun yüzüne çevirdiğinde, yakışıklım koyu kumral saçlarına elini daldırdı. “Heyecan çok ama önemli olan yanımdaki güzel kadının resmi olarak karım olması… Birazdan içimizdeki enerjiyi dökeceğiz, genel olarak çok mutluyum.”

Göktuğ’a hayranca bakıp güldüğümde Emek neşeyle bağırdı. “Gelin Hanım, gelin hanım! Sizde durumlar ne?”

Duvağımı kucağıma çekerek incilerimle oynamaya başladım. “Artık bir Kurt olarak kelimelerin kifayetsiz kaldığı noktadayım… Onunlayken hayatın ne demek olduğunu anladım, iyi ki varsın kocam!”

Hiçbirinin beklemediği bir atiklikle Göktuğ’unun dudaklarına yapıştığımda Emek çığlık atarak bana baktı. “Gelin çıldırdı dostlar!”

Geri çekildiğimde Göktuğ alay edercesine yüzüme baktı. “Kocam…”

Mırıldandığı şeyle ukalaca burun kıvırdım. “Kocamsın. Benimsin. Armin’in Göktuğ’usu, karısının bir tanecik kocası!” Göktuğ tek eliyle iki yanağımı kavradığında dudaklarım balık ağzı gibi buruştu. Yanağıma inen sert öpücükler ile Emek kahkaha attığında Kadir’de keyifle gülüyordu.

Düğün salonunun önüne geldiğimizde salonun görevlilerinden birkaç kadın yanımıza gelerek bizi misafirlerden ayrı olarak başka bir girişe yönlendirmişlerdi.

Emek arkamdan tülleri toplaya toplaya gelirken Göktuğ’da elimi sıkıca kavramış, tüllerin ayağımın altına dolanmaması için gelinliğin önünü hafifçe toplamıştı.

“İkinizi de buraya alayım efendim.” Kadın açtığı odayı işaret ettiğinde içeriye geçtik. Kızlar ve annem de peşimizden geldiğinde annem hızla önümde durdu. “İki parça bir şey yeseydin sabahtan beri açsın sen.”

Göktuğ hızla bana döndüğünde, “Hiçbir şey yemedin mi gerçekten? Armin…” diyerek sızlandı.

Yakışıklılığından etkilenen kalbim pat pat atarken bir elim göğsüme kapandı. Ben bayılacaktım onlar bana yemek diyordu yani.

“Komutanım açın ağzınızı!”

Odaya dalan Yıldırım elindeki ekmeği sıkıştırarak soluğu dibimde aldığında daha ne olduğunu anlamadan ağzıma tıkılan lokma ile gözlerim büyüdü. “Lan Yıldırım!” Ağzım dolu dolu bağırdığımda Yıldırım anneme göz kırparak güldü.

“Komutanım maazallah bayılırsınız falan… Daha karşılıklı göbek atacağız!”

Gelinliğin eteklerini toplayıp bacağımı sertçe Yıldırım’a uzattığımda, topuklunun sivri ucu bacağına battı.

“Ayıp ettiniz vallahi.” Bacağını tutan adam hızla diğer lokmayı da ağzıma teptiğinde hâline gülerek beş dakika içerisinde bütün dönerimi bitirmiştim.

Yıldırım etrafı organize etmek adına çıktığında Göktuğ kapının dibinde Kadirle konuşuyordu.

Emek elindeki keçeli kalemi bana uzattı. “Hadi isim yaz.”

Ayakkabımı çıkararak tek tek kızların isimlerini yazmaya başladığımda, Çağla her ne kadar istemese de onu da yazmıştım. Zaten bir üçünün ismi vardı ne olacaktı yani?

Çağla hariç annem ve kızlar da odadan ayrıldığında Göktuğ yanıma geldi.

“Hazır mısın?”

Gülerek başımı salladım. “Her zaman olduğu gibi.”

Çağla kapıdaki görevli kadınla konuştuğunda çıkmamız adına son iki dakika kaldığını öğrendim.

“Kapının önünde bekleyelim isterseniz.” Çağla söylenerek yanıma geldiğinde Göktuğ ile anlaşmış gibi gelinliğimin eteklerini topladılar.

Elime aldığım çiçeğimi sıkıca tutarken heyecandan bayılmama çok az kaldığı gerçeği ile bir kez daha yüz yüze gelmiştik. Göktuğ’unun elini sıkıca kavradığımda, onun sıcak tenine tezat buz kesen tenim ile kısaca göz göze gelmiştik. Göktuğ halime gülerek kapıdan çıkmama yardım ettiğinde, görevlilerin son hazırlıklarını yaptığını gördüm.

“Armin Hanım, kırmızı halıda yürüyüşünüzü bitirdikten sonra hemen ilk dans müziğinizi verecekler, eğer hazırsanız bilgi vereyim giriş müziğini başlatsınlar.”

Kadının dedikleriyle Göktuğ’a baktığımda aynı anda gülümsedik.

“Biz hazırız, başlatabilirler.”

Kadın elindeki telefondan birilerini aradığında kısa bir süre sonra tüm salonda yankılanan bir ses duyuldu.

“Sevgili misafirlerimiz, genç çiftimiz Armin ve Göktuğ için kuvvetli alkışlar gelsin lütfen!”

Salondan kopan ıslık, tezahürat ve alkışlar ile genişçe gülümsedim. Göktuğ elimi daha sıkı kavradığında giriş müziği olarak seçtiğimiz, Rumeli Hisar’ının Yapılışı hoş bir ezgiyle içeri yayılmaya başlamıştı.

Kırmızı halının üzerinde ters U şeklini almış demirlere sarılan güzel çiçeklerin arasında yürümeye başladığımızda, etrafımızı saran sevdiklerime gülerek baktım.

Konfetiler başımızda patlarken, çiçeği havaya kaldırarak müziğin ritmine göre sallanmaya başladım. Sayısız konfeti etrafa saçılarak gelinliğimin belli yerlerine yapıştığında, omuzlarımı sallandıra sallandıra yürümeye devam ettim.

Göktuğ’unun elini kavradığım elimi de çiçeği salladığım gibi havaya kaldırdığımda, Göktuğ ve etrafıma doluşan benimkiler taraftan şen bir kahkaha yükseldi.

Kenardan keyifle bizi çeken Yıldırım’ın kamerasına geniş bir öpücük attığımda kıvırmaya devam ettim. Emek kenardan ıslık çalarak gülmeye başladığında, arkasında dikilen kaşıkçılar da ellerindeki meşaleleri havaya kaldırdılar.

Kırmızı halıda assolist gibi yürümek de oldukça hoşuma gitmişti açıkçası…

Kalender kenardan, “Şu endama bakın gençler!” diyerek bağırdığında kaşlarım havalandı.

Çiçeği, halkı selamlayan cumhurbaşkanı misali sallarken oldukça mutlu ve halimden memnundum.

Mikrofon elinde bekleyen adam bize bakarak, “Genç çiftimize kuvvetli alkışlar!” diyerek misafirlere döndüğünde herkes tekrardan alkışlamaya başlamıştı.

Şarkının sonuna geldiğimizde kırmızı halıda olan anımız da sona ermişti. Pistin ortasına kadar yürüdüğümüzde bana en yakın duran Çağla’ya çiçeğimi fırlattım.

İlk dans müziğimizi de Göktuğ ile ortak seçmiş, bunu yaparken de oldukça eğlenmiştik. Zakkum- Seni Rastgele Sevmedim tam ikimize özgü bir parça olduğu konusunda hem fikirdik.

Elimi elinden çekmeden, boşta kalan elimi sert omzuna yasladığımda elalarım, harmanlı elalarına tutundu.

Ben deli gibi sırıtırken Göktuğ dudaklarındaki hoş gülümsemesiyle yüzümü izliyordu. Şarkı çalmaya başladığında sakince sallanmaya başladım.

Çevremizden yükselen düğün volkanlarının gri-beyaz görümü arasında asilce sallanırken, o meşhur kıtaya uğramıştık.

Ben seni rastgele sevmedim ki

İhtimallerden seçmedim ki

Yanarsa yansın canım

Ben senden razıyım

Göktuğ’unun yüzüne bağırırcasına söylediğim parçayla başımı usulca omzuna yasladım. Göktuğ iki kolunu da belime sararak beni tam tur döndürdüğünde dudaklarımdan çığlığa benzer bir kahkaha yükseldi.

“Hayatım evlendik!”

Göktuğ hafif çekilerek yüzüme baktığında genişçe gülümsedi. “Güzelim benim”

Kollarım boynunda, ritme uygun sallanırken kendimi bu denli huzurlu hissettiğim nadir anlardaydık.

“Ben seni rastgele sevmedim ki.” Göktuğ burnunu burnuma sürterek mırıldandığında, yan masalardan yükselen ıslıkların, kaşıkçılar ve Yıldırım’a ait olduğunu anlayabiliyordum.

Dansımızı çeken kamerana bakarak güldüğümde Göktuğ’da hayranca bana baktı. Yüzümüze patlayan flaşla gülerek başımı eğdim.

Göktuğ gülerek, “Hep merak ediyordum ne konuştuklarını, aşk-ı ilan ediyorlarmış meğerse.” Diyerek konuştuğunda gülerek karşılık verdim. Çenem düşecekti sanırım, çok az kalmıştı hissediyordum.

Müzik sakince sonlandığında adamın, “Çiftimize eşlik etmek isteyen misafirlerimizi de sahnede görmek istiyoruz.” Dediğini duydum.

Klasikleşen bir düğün parçası haline gelen, Müslüm Gürses’ten Seni Yazdım bütün asaletiyle salona sızmıştı.

Etrafımız hızla dolmaya başladığında, bütün çiftlerin önce bize sonra kendilerine döndüklerine tanıklık ettim.

Göktuğ beni dürterek ileride bir yeri işaret ettiğinde kalabalık arasından hangi noktayı gösterdiğini anlamaya çalıştım. “Kalender uyumuş herhalde, Tekinle Mine’ye bak.”

Gülerek dans eden ikiliye baktığımda Mine halinden oldukça memnun gözüküyordu. Tekin hayran hayran karşısındaki kadını izlerken dikkatimi çeken başka unsur, Tekin’in sıkı sıkıya tuttuğu yırtmaçtı. Mine attığı her adımda yırtmacını da kendiyle sürüklediğinden, Tekin eteği sıkı sıkıya kavramış avcunda buruşturmuştu.

Gülerek başımı Göktuğ’unun boynuna gömdüğümde Göktuğ beni sarmalayarak sallanmaya devam etti.

“Ne kadar da yakışıklı olmuş benim kocam.” Burnumu boynuna sürterek kulağına mırıldandığımda Göktuğ’unun kasıldığını hissettim.

“Kocan yesin seni.” Dudakları kulak mememe sürtünürken hızla geri çekildim. “Düğündeyiz farkındaysan.” Belerttiğim gözlerime bakarak keyifle güldü. “Evet düğün de bizim düğünümüz farkındayım.” Gülerek omzuna vurduğumda yanımıza yaklaşan ikiliden deli olan, “Kız düğünde de yemezsin adamı, az öteye git.” Diyerek platin saçlarını savurdu.

Gözlerimi devirerek Kadir’e baktığımda sevgilisini kenara çekerek güldü.

“Böyle bir aşk görülmemiş dünyada!” elimi havaya savurarak Göktuğ’unun yüzüne bağırdığımda çenesini kasan adam, dudaklarını ısırarak deli hallerimi izledi.

Biz kendi kendimize eğlenirken adamın, “Sevgili misafirlerimizden gelen istek üzerine, genç çiftimizi biraz oynatalım diyoruz efendim!” diyerek bağırdığında meşhur Ankara parçalarından Misket çalmaya başlamıştı.

Herkes pisti boşaltırken karşımda keyifle kollarını kaldıran İstanbul beyefendisi kocama baktım. Kollarımı ağırca kaldırdığımda oyun havasına eşlik ederek oynamaya başladım.

Göktuğ’a yaklaşa yaklaşa ağırca oynamam herkesin ilgisini çekmiş gibi üzerimdeki yüzlerce gözü hissedebiliyordum.

Parmaklarımı kırarcasına şıklatarak oynarken sırtımı Göktuğ’a dönerek ters bir şekilde oynamaya başladım. Göktuğ başını eğmiş yüzümü izlerken ağırca sağa sola sallanarak oynuyordu.

Tam dalmış oynamaya devam ederken Gök tarafından üzerimize saçılan iki yüzlükler ile kahkaha attım.

Kısa bir süre sonra pist iyice karışmış, kaşıkçılar beni arasına almış keyifle dönüyorlardı.

Hüseyin karşıma geçerek elime tutuşturduğu kaşıklara bakıp kendi kaşıkları çaldı.

“Oyna gelin hanım oyna!” karşımda bağıran adama bakarak kaşıklarımı çalmaya başladığımda, tam bir Angara havasıyla karşı karşıyaydık. Çubuklu Yaşar’dan gelen Kostak ile coşmamız elbette ki beklenilen bir durumdu.

Burak keyifle Hüseyin’in üzerinden kaşıklarını çalıyor, Çağrı ve Hamza yere çökmüş karşılıklı hafif hafif sallanarak kaşıklarını kırmak adına cebelleşiyorlardı.

Ayaklarımın altına dolanan gelinliğe bir tekme atarak tüllerini uçuşturduğumda Hüseyin ile bakışarak eş zamanlı yere çöktük. Minik adımlarla birbirimize yaklaştığımızda, kaşıklarımızı dip dibe getirerek çalmaya başladık.

Pistteki herkesin durmuş burayı izliyor olmasına takılmadan oyun havasına eşlik etmeye başladık.

“Kostak kostak yörü yörü! Çapraz çapraz yörü yörü!”

Hamza ve Çağrı ey çekerek bağırdıklarında Göktuğ’unun kuzenlerinin garip bakışlarına kahkaha atarak karşılık verdim.

Hızlıca ayağa kalktığımızda ağır abi gibi sallanarak yer değiştirdik. Burak Hüseyin’i ittirerek karşıma geçtiğinde değişen parça ile kahkaha attım.

“Seni gidi topal!”

Yanımdan bağıran Çağrıya gözlerimi belerterek baktığımda dördü de anlaşmış gibi ufak bir çember yaparak aralarına beni sokmuşlardı.

“Yandan çarklı geliyor da kaçın… kapıları, bacaları kapatın… seni gidi topal, seni hain topal!” Hamza ve Çağrı dönerek oynamamıza rağmen deli gibi çömelip, zıplayarak kalkıyor bütün dengenin içine ederek oynadıkları havadan keyif alıyorlardı.

Kollarım tam havada, kaşıklarımı kahkahalar eşliğinde çalarken kolumdan çekildiğimi hissettim.

“Salın ulan komutanımı!” Yıldırım ve Emir beni çekiştirerek başka bir çembere soktuklarında, değişen parçaya hızla uyum sağlayarak kollarımı iki yanımda kalan Yıldırım ve Emir’in omuzlarına sardım.

Tekin’in zorla ortaya çektiği Göktuğ’u aramızda kalmış ne olduğunu anlamaya çalışır gibi bana baktığında gülerek zıplamaya başladım.

“Baylar, bayanlar, kayacak merdiven bulamayanlar, sizlere bir manimiz var, dinleyiverin ga’ri!”

Ritme kendimi kaptırmış deli gibi zıplarken Barkının bile bu durumdan hoşnut olduğunu görmek neşemi iyice yerine getirmişti.

Göktuğ gülerek bizi izlerken çember halinde etrafında zıplamaya devam ettik.

“Aşkım hazır mısın?!” Göktuğ’a eğilerek bağırdığımda Göktuğ başına gelecek şeyi anlamış gibi kahkaha atarak başını salladı.

Şarkının tam yerine geldiğimizde Yıldırım beni kolunun altına alarak geri çekildi.

“Kıl olmadan dinleyiverin ga’ri, ga’ri de ga’ri! Hayret bir şey oluve’imeyin ga’ri ga’ri de ga’ri!” Tekin ve Barkının Göktuğ’unun üzerine çullandığımı gördüğümde diğerleri gülerek zıplamaya ve üçlünün etrafında dönmeye devam ediyorlardı.

Göktuğ’unun sırtını okşama seansları bittiğinde Yıldırım’la beraber tekrar aralarına girerek dönmeye devam ettik.

Bir kolum havada sağa sola sallanıyor keyifle şarkıya eşlik ediyordum. Dudaklarımın arasından kopan kahkahalar ve çevremdeki adamların mutlu bakışları ile huzurluydum.

Yıldırım ellerimi tutarak ikimizi de pistin ortasına çektiğinde çalan tulumba ile deli gibi oynamaya başlamıştı. Üzerindeki takım elbisenin ceketini kenara savuşturarak ellerini havaya kaldırdığında, parmaklarını birbirine kenetleyerek, tulumba pozisyonu aldı.

Haline güldüğümde benim de ondan aşağı kalır bir yanım yoktu. Ellerimi onun gibi tulumba pozisyonuna getirdiğimde çalan parça ile hızlıca oynamaya başladık. Etrafa savrulan tüller ile coşkuyla oynamaya başladım.

“Benim ağam tulumbacı canım ağam tulumbacı!” Yıldırım bağırarak ellerini şakıtmaya devam ettiğinde sert adımlarla bir ileri bir geri tulumba çekiyordum.

Şarkı hızla değiştiğinde Yıldırım bağırarak koluma girdi. “Eşarbını yan bağlama!” Hamza ve Çağrı aniden önümüze çöktüklerinde, çamaşır çitiler gibi garip hareketlerle öne arkaya sallanmaya başladılar.

Tekin parmağına girip çekiştirdiği Kalender ile elindeki kırmızı mendili sallayarak yanımıza geldi. Bir anda halay çekmeye başladığımızda olayın komikliği ile şen bir kahkaha patlattım. Göktuğ’unun parmağına yapışarak onu da yanıma çektim. Ağırca halay çekmeye başladığımızda kuzenler de olaya el atmış geniş bir halay çemberi kurmuşlardı. Çağrı ve Hamza olaydan bağımsız pistin ortasında çökmüş garip hareketlerine devam ederken yanlarına çöken Hüseyin ve Burak’a bakarak yuh çektim.

Yıldırım müzikleri ayarlayan adama bağırarak beni kolumdan çekiştirdiğinde, yerdeki dörtlüyü umursamadan roman havası moduna girmişti.

“Sevenleri sevdiğine vermediler vermediler!” ağıt yakar gibi kendini işaret ettiğinde yaşadıklarıyla bu denli alay geçmesi hoşuma gitmişti. Bizim umursama bir roman havasıyla giderdi Tuğba Hanım!

Eteklerimi kollarımın arasına sıkıştırarak ayakkabılarımı kenara savuşturduğumda, çıplak ayak oynamaya başladım. Yıldırım ile birbirimizi ittire kaktıra oynarken çevremizde oluşan geniş çemberden alkışlar yükseliyordu.

Çemberin arasından çıkan Gamze annemi gördüğümde, “Abe kaynana…” diye kendine laf atarak güldüğünü gördüm. Gök’ün etrafa savuşturduğu paraları kendi eline alarak üzerime atmaya başladığında gülerek ellerini kavradım. Yıldırım’ı kenara ittirip Gamze annemi karşıma aldığımda, parça da değişmişti.

Keyifle kollarımı kaldırdığımda Gamze annem de kollarını kaldırarak sakince oynamaya başladı.

Parmaklarımızı her şıklattığımızda eş zamanlı yükselen ıslık ve alkışlar ile oldukça hoş bir melodi açığa çıkmıştı. Kenarda yan yana alkış tutan annem ve Göktuğ’a baktığımda ikisine de hoş bir gülümseme yolladım.

“Oğluna gelin getirdik kalk da oyna kaynana!” Gamze anne yandan bağıran Yıldırım’a şen bir kahkaha ile karşılık verdiğinde bana hafif yaklaşarak oynamaya devam etti.

Aradan geçen süre sonunda bütün bedenimde boncuk boncuk terler vardı. Bunun adı yorgunluk değil mutluluktu.

Adam bağırdı. “Bütün bekar hanımlar ve beyler, sahneye lütfen!”

Çağla koşarak atacağım çiçeği elime tutuşturduğunda gülerek çiçeği havaya kaldırdım. Göktuğ kenardan beni izlerken minik bir öpücük yollayarak arkamda toplananlara döndüm. Arkamda duran tayfanın neredeyse hepsi erkekken gülmekle yetindim.

“At kız artık hadi!” Emek en önden cıyaklarken, oynamaktan birbirine giren küt, platin saçına baktım.

Arkamı dönerek çiçeği sağa sola sallamaya başladığımda klasik çiçek atma şarkısı da altımızda yerini almıştı tabii ki.

Uzun sallanışlar sonucu çiçeği yere indirerek sertçe arkaya fırlattım. Bir çığlık kıyamet koptuğunda hızla arkama döndüm. Yıldırım’ın tuttuğu çiçeği var gücüyle çekiştiren Tekin’i gördüğümde dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Benimkilerin olayla alaka seviyesi umarım bir şakadır derken ciddi ciddi çiçek çekişen ikiliyi Göktuğ’a sokulurken izliyordum.

Tekin zor bela çiçeği eline geçirdiğinde nefes nefese kalmış bir şekilde etrafına bakındı. Havaya kaldırdığı çiçekle kenarda ikilinin haline şaşkınlıkla bakakalan Mine’ye koştuğunda hızla dizlerinin üstüne çöktü.

“Mine! Çıkar mısın güzelim benimle?!” Mine şaşkınlıkla önündeki adama bakakaldığında Tekin’in üzerine atlayacak Kalender son saniye Barkın ve Ertuğrul’un sayesinde var gücüyle geri çekilmişti.

Mine gülerek çiçeği aldığında üzerinde duran yüzlerce bakıştan utanmış gibi topuklusunun ucunu Tekin’in bacağını dürterek kullandı. Yarım ağız, “Kalk kalk.” Diyerek mırıldandığında Tekin kollarını gülerek Mine’nin beline sardı. Havaya kaldırıp döndürdüğü kadınla oldukça mutlu gözüken ikiliye gülümsediğimde pasta kesimi ve takı merasimine başlamış bulunuyorduk.

Pastayı kılıç misali saçma bir şeyle kestiğimizde arkadan after için seçtiğimiz liste çalmaya başlamıştı. Klişelere koşarak çatalı birbirimizin ağzına teptiğimiz saniye yüzüm buruşmuş ve kişnercesine gülmeye başlamıştım. Yıldırım bu anı bekler gibi flaşı patlattığında elimi yüzüme siper etsem de pek bir etkisi kalmamıştı.

Pasta ortadan giderken üzerimizdeki kuşaklara onlarca kiloluk altınlar yığılmaya başlamıştı. Annemler ve benimkiler sağ olsun kuyumcu toplamış gibi altınları bir bana bir Göktuğ’a takmış keyifle köşede oynamaya devam etmişlerdi.

Kuzenlerden gelen bilezik bombardımanı ile kollarımda yer kalmamış pek çok bilezik boynuma asılmıştı.

Göktürk ve timi, tugaydan pek çok er de düğünüme gelerek beni sevindirmişlerdi. En sevindiğim kısım ise Erdem’in kolunda sakince bana gelen Şeyma hemşireyi gördüğüm andı.

Timlerden ve erlerden gelen altınlar ile her ne kadar mahcup kalsam da güzel dileklerine neşeyle karşılık vermiştim.

Göktuğ’unun tarafından, ta İstanbul’dan gelip sırf takı takmak için gelenler olduğunu öğrendiğimde çok şaşırmıştım doğrusu. Pek çoğu takı merasiminden sonra salondan ayrılmışlardı çünkü.

Benden daha ağır altınlara bile sitem edemeyecek kadar mutluydum şu anda. Dirseklerime kadar uzanan burmalar ile kollarımı hava kaldırdığımda arkadan çalan hareketli parça ile sallanmaya başladım.

Şu anda benimkiler ve Göktuğ’unun genç kuzenleri ile mekânın açık kalan kısmında kendi halimizde eğleniyorduk. Annemler ve gelen akrabalar içeride sakince otururken biz buraya geçmiştik.

Ertuğrul ve Emir ellerindeki şampanyaları patlatarak akan köpüğü etrafa savuşturduklarında Göktuğ’unun koluna yapışmış dans ederek etrafı izliyordum.

“Uçardım gönlümce seni görmeden önce, yazılmış inan kaderime!” Şarkıya bağırarak eşlik ederken onca insan arasından tek duyulan ses bana aitti.

Göktuğ kollarını belime sarmış usulca yüzümü izlerken tam beni anımsatan cümleyi yüzüne doğru bağırarak söyledim. “Vazgeçmem, geçemem seni ne zor buldum ben. Düşlerim çıkmasa da yine!”

Göktuğ kahkaha atarak dudaklarıma ufak bir öpücük kondurduğunda aramıza sokulan kadeh ile hafifçe geriledim. “Yenge şampanya!” kuzenlerden en deli olduğuna kanaat verdiğim ama adını asla hatırlayamadığım sarı çiyan kadehi elime tutuşturduğunda Göktuğ tarafından ensesine sert bir tokat yemişti.

İnce uzun kadehi tekte kafama dikip, uzun masalardan birine bıraktığımda, gelinliğimin eteklerini toplayarak kısık bir kahkaha attığımda, Göktuğ’unun önüne geçerek zıplamaya başladım. Hareketlerim çocuk gibi olabilirdi ama yirmi yedi sene boyunca eğlenmek nedir bilmeyen bir yetişkin için şahsen normal karşılanması lazımdı.

Yüzüm her zıpladığımda yüzüne yaklaşıyordu. Bu fırsattan istifade, “Gir kanıma, hani bekarlık sultanlık derdin. Yetti canıma, yaşarım ben senle, gir kanıma!” diyerek ıslık çalarak sallanmaya devam ettim. Göktuğ aniden ellerini belime bastırarak bedenimi bedenine yapıştırdığında, yüzünü boynuma gömerek konuştu. “Kanına öyle bir gireceğim ki, şehvet sarhoşu olacaksın sevgilim.”

Nefes nefese kalmış bir halde gerilediğimde kollarımın arasına sardığım tüller usulca yere kaydı.

Atalay nerden çıktığını bilmediğim sarhoş tavrıyla kadehini kaldırdı. “Gençler, çiftimiz ateş almış gidiyor! Alkışlar nerede? Hadi!”

Yıldırım ve Emir Göktuğ’unun sırtına zıplarcasına ellerini vururken bir anda kolumdan geriye çekildim. Emek şampanyasını başına dikerek yüzüme bağırdı. “Kız sana hayran olsunlar! Öpüp de başlara koysunlar!”

Yanımızdan başını uzatan Ertuğrul hafif ayyaş bir havayla Göktuğ’u işaret etti. “Yollarına paspas olsunlar komutanım!”

Göktuğ herkesin arasından sıvışarak ellerimi sıkıca kavradığında, etrafımızda oluşan kalabalığa inat sertçe dudaklarıma yapıştı. Ellerim ensesine gittiğinde herkes yavaştan sarhoş olduğu için bu hamle pek de gariplerine gitmemişti.

“Ölüyorum kadın. Sadece sana, her daim sana.” Alınlarımız birbirine yaslıyken gözlerim usulca kapandı. “Nefesim kesiliyor adam. Sadece sana, her daim sana.”

Artık o okyanusun tam ortasındaydım. Ayağıma dolanan zincir benliğimi oluştururken, hırçın dalgalar zinciri geriyor, bedenimi aşağı çekiyordu. Karşı çıkabilecek güce sahiptim ama karşı çıkmaya gönlüm yoktu. Derinde o vardı. Sadece o. Bir tek o. İnci misali parlayan tek bir nokta vardı. O nokta da gözlerine hasta olduğum adamın ta kendisiydi.

Ben istiridyeydim o ise bir inci. İçimi açsalar görecekleri tek bir inci olurdu o da ölesiye âşık olduğum adamdı.

İstiridye ve inci için yeni bir hayat vardı. Görülmesi ve yaşanması gereken hoş bir hayat…

 

 

KURTULUŞ

Bedenime sardığım büyük vücut havlusunu göğsümün üzerinden içeri kıvırdığımda, şampuandan yanan kırmızı gözlerimi kırpıştırarak halime güldüm.

Düğün biteli iki saate yakın bir süre olmuştu. Kendi kendimize eğlendikten kısa bir süre sonra üst üste açılan şampanyalar ile neredeyse herkes sarhoş olmuş ve kendinden geçmişti. Zor bela ayık olanlara, benimkilerden birkaçını ittirerek evlerine bırakmaları konusunda ricada bulunurken sağ olsunlar beni kırmayarak dediğim adreslere sevgili sarhoş dostlarımı bırakmışlardı.

Eve girmek adına çok cebelleşmiştik çünkü kuzenler sağ olsun Göktuğ’u bırakma konusunda pek sıcak değillerdi. Apartmana girmeden bir güzel hırpalanan kocamın hafiften şaftı kaymış, en son gördüğüm kadarıyla da aldığı darbelerin etkisinden kurtulmaya çalışıyordu.

Saçlarımı tarayıp kuruttuğumda, mayışan bedenimle banyodan çıktım. Göktuğ nerede ne yapıyordu pek bir fikrim olmadığından yorgunca odama yöneldim.

(+18)

Bedenim bir anda geriye çevrildiğinde dudaklarım şokla aralandı. Aralık dudaklarıma bastırdığı dudakları ile derin bir nefes aldığımda bacaklarımı sıkıca kavrayarak bedenimi kucağına çekti.

“Sevgili karım, hayatıma hoş geldin.”

Burnunu yanaklarıma sürterek fısıldadığında güldüm.

“Hoş buldum kocacığım.”

Dudaklarımdan çıkan kelimeler biter bitmez tekrardan dudaklarıma yapıştı. Dudaklarımı koparırcasına öperken, aramızdan yükselen sesler hoşuna gitmiş gibi minik mırıltılar ile onlara katılıyordu.

Bacaklarım sıkı sıkıya beline dolanmış, dudaklarımız bir salise bile ayrılmazken sıkı sıkıya yapışmış vaziyette bir yere girdik. Sırtım sert biz zeminle buluştuğunda, beni duvara yasladığını hafif geri çekilirken görmüştüm.

Nefeslerimiz birbirine karışırken, üzerime sardığım beyaz havlu kucağında olduğum için hafif yukarıya çıkmıştı. Başını boynuma gömerek derin bir nefes aldığında aldığı nefesi sertçe vererek güldü.

“Evlendik. Bunun farkındasın değil mi?” Kızaran yanaklarım ve ateş fışkıran bedenimle ağırca başımı salladım. “Evlendik sevgilim.”

Dilini dudaklarında gezdirirken boynuma yaslı yüzü yüzünden dilinin darbelerini derimde hissetmiştim. Bu hareketi kasılmama neden olurken o da hissetmiş gibi erkeksi bir şekilde güldü.

“Karımsın. Sevgili Armin Kurt…”

Yavaş hareketleri beni kışkırtırken, başını ensesinden geriye çekip sertçe dudaklarına yapıştım. Sert hareketim yüzünden dişlerimiz birbirlerine vurduğunda aynı anda hafifçe inledik. İki elim de sıkıca ensesine baskı uygularken, belimdeki elleri sıkılaştı.

Beni duvardan çekerek bir yere yürümeye başladığında dengem bozuldu. Tam geriye düşecekken kollarını sertçe belime sararak bedenimi hafifçe zıplattı. Bedenim sarsıntının etkisiyle sarmalandığı havludan kayarken, sırtımın açıldığını hissettim.

Göktuğ’unun eli çıplak kalan tenime ulaştığında, bedenimi sakince bir yere bıraktı. Sırtım yumuşak bir yere ulaşırken, yatakta olduğumu yeni anlamıştım.

“Çok güzelsin bebeğim. Fazla güzel, hayallerimden de güzel…”

Üzerindeki ceketi ve gömleği yırtarcasına çıkardığında, parçaları hızlıca yere fırlattı.

Yattığım yerden hareketlerini izlerken, evlendiğime resmen akıl sır erdiremediğimi fark ettim. Karşımdaki adam kocamdı.

Göktuğ Kurt ve Armin Kurt.

Nasılda hoş duruyorlardı yan yana…

Göktuğ kumaş pantolonundan da kurtulduğunda, altında yalnızca boxer ile kaldığını görmek kalbimin sertçe çarpmasına neden oldu. Onu ilk defa bu kadar detaylı görüyor, ilk defa bu kadar şehvetli bir an yaşıyordum…

Üzerime kapanarak, ağırlığını vermemeye çalıştığında yüzlerimiz arasında santimler vardı. Derin bir nefes aldığımda nefesim yüzüne çarptı. Bu durum hoşuna gitmiş gibi sakince güldüğünde elalarım gülüşüne takıldı.

Elim ağırca dudaklarının yanında oluşan minik kırışıklıklara gittiğinde, “Gülümsemeni seviyorum. Varlığımın seni gülümsetmesini çok seviyorum hayatım.” Diyerek mırıldandım.

Yanaklarıma minik minik öpücükler kondurduğu sırada, “Sen varsan mutluyum güzelim, devamının önemi olmadığını biliyorsun.” diyerek mırıldandı.

Derin bir nefes daha aldığımda üzerimde emanet duran havlunun usulca düştüğünü gördüm. Bu durum Göktuğ’unun da ilgisini çekmiş gibi bakışlarını havluya çevirdiğinde kemikli eli havlunun üzerinde gezindi.

“Oynarken pek bir cesur gözüküyorlardı…” eli iki göğsümün arasındayken dediği şeyle göz göze geldik.

Dudaklarımdaki alaycı gülüşe eline baktım. “Beni mi dikizliyorsun sen?”

Göktuğ işaret parmağının altına taktığı havluyu hafifçe çekiştirdiğinde, “Karımsın artık, bir mazuru yok diye düşünüyorum.” Dedi fısıldarcasına.

Ağırca havluda geze eli geriye ittirdiğimde kasıklarıma kadar gerileyen havlu, bütün göğsümü açığa çıkarmıştı. Göktuğ bu hamleye hazırlıksız yakalanmış gibi donakaldığında, dibimde duran çenesinde dilimi gezdirdim.

“Nasılsın sevgilim?”

Sorum onu hafiften kışkırtmış olacak ki genzinden sert bir ses yükseldi. Beni yattığım yerden doğrultarak kucağına çektiğinde ortamızda kalan göğüslerimi film izler gibi dikkatle izliyordu.

“Ah benim güzelim.” Elleri ağırca göğüslerime iliştiğinde, hafif soğuyan elleri ile inledim. Tenim yangın yeriydi, elleri ise buz.

Elleri göğüslerimde gezinirken dudaklarını yavaşça gerdanıma sürttü. “Güzel, küçük kızım.” Göğüslerimde gezinen eline ek, göğüs ucumu sıkıştırdığı parmaklarını hissettiğimde sertçe inledim. “Göktuğ!”

Gerdanımdan usulca çeneme çıktığında, bir elini sırtıma atarak bedenimi sertçe kendine çekti. Dudaklarımız hızla buluşurken buna ihtiyacım varmış gibi alt dudağını sıkı sıkıya kavradım.

Ağzımın içesine ismimi inleyen adama hafif bir kıkırtıyla karşılık verdiğimde, dişlerini ince derimde hissettim. Bu sefer inleyen ise bendim.

“Beni ne hâle getirdiğine bir bak.” Bacaklarımı iki yana ayırarak, kucağına iyice kurulmamda yarımcı olduğunda hissettiğim sertlik ile dudaklarımı dişledim.

“Bebeğim, baka bak.”

Eli çeneme gittiğinde bakışlarımız kesişti.

“Seni istiyorum.” Baskın bir sesle fısıldadığım şeye, şuh bir nefesle karşılık verdi. “Benimde seni istediğim gibi.”

Ellerimi omuzlarına bastırarak kucağında hareketlendiğimde dudaklarının arasından bir feryat yükseldi. “Ah, Armin.”

Göğüslerim hareketlerim yüzünden sarsılırken, çıplak tenine değen kabarık göğüs uçlarım ile başını omzuma bastırdı.

Dilim boynunda gezindiğinde altımdaki aletinden gelen sertlik ile bedenim kasıldı. Kulak memesini dişlerimin arasına alarak hafifçe çekiştirdiğimde hırlayarak bedenimi geriye itti. Sırtım yatakla buluşurken üzerime çıkan adama alttan cilveli bir bakışla baktım.

“Benimsin bebeğim, her daim olacağı gibi…”

Hâlâ bacaklarımın üzerinde duran havluya sinir olmuş gibi sertçe kenara fırlattığında, altımdaki beyaz iç çamaşırına bakarak dudaklarını dişledi.

“Beni istiyor musun?”

Sorusu arsızdı. Aynı sesinin derinlerinde yer alan gizli şehvet gibi…

Ellerim iki yanıma sertçe koyduğu kollarına gittiğinde, hızlı nefeslerimin arasından mırıldandım. “Çok istiyorum. Sen istemiyor musun yoksa?” Soruma alayla güldüğünde, eli ağırca iç çamaşırımın üzerine gitti. Sıcak tenim onu da yakmak istercesine daha da harlanırken elini attığı yerin ateşi onu da etkilemiş gibi sertçe inledi.

Bakışları, esir düştüğüm zaman bedenime bırakılan emarelerden bacaklarımın iç kısmında kalanlara düştüğünde hareketleri donuklaştı. “Bu…” sesindeki titreşim bedenimi de titretmiş, tüylerimi kabartmıştı. “Bu nasıl…” İşaret parmağı derin kesiklerin üzerinde gezindiğinde gözlerim usulca kapandı. Mâzi gözümde canlanırken, terle karışan kan kokusu burnuma doldu. Ürpertim onu germiş gibi elini hızla geri çektiğinde, çektiği elini sıkıca kavradım.

“Mâziden bir emare. Bugün sorma ve sadece sar onları, olur mu?” Dediklerime ölüyormuş gibi acıyla baktığında, “Ölürüm sana kadın.” Diyerek dudaklarıma naif bir öpücük kondurdu. Omuzumdaki temren, kurşun ve bıçak yaralarına kondurduğu öpücükler ile bedenim git gide kasılıyordu. Aşağı indikçe titrediğimi ve içimdeki arzunun daha da şiddetlendiğini hissediyordum.

Elleri bacaklarımın iki yanına gittiğinde, etli baldırımı sıkıca kavrayarak dudaklarını iç çamaşırımın hemen dibinden başlayan derin bıçak izine bastırdı. “Yanan canına ölürüm.”

Öpüşlerinin sesi kulaklarımda çınlarken sertçe saçlarına yapıştım. Şiddetle inip kalkan göğsüm görüş açımı daraltırken, “Çok kötüyüm Göktuğ.” Diyerek mırıldandım. Göktuğ bedenini yukarı çektiğinde yüzüme bakarak, “Benim için bebeğim, sadece benim için…” diyerek fısıldadı.

Eli iç çamaşırıma gittiğinde tek hamlede bacaklarımdan ayırdı. Karşısında tamamen çıplakken onun üzerinde bir kumaş parçası olması pek de hoşuma gitmemişti.

Elim usulca altındaki iç çamaşırına gittiğinde göz göze geldik. Dudaklarında anlamsız bir ukala gülüş vardı. Gülüşüne kaşlarım çatılırken, iç çamaşırını usulca aşağı indirdim.

Gördüğüm organ ile nefesim kesilirken bacaklarımı sertçe birbirine bastırdım. O kadar boya nasıl bir şey beklediğim konusunda hiç girmemem daha makuldü sanırım.

Göktuğ beni kendine çekerek tekrardan kucağına aldığında, altımdaki sert organı yüzünden yüksek bir sesle inledim. “Ah, Göktuğ!”

Göktuğ belime bastırdığı elleriyle bedenimi kucağında yükselttiğinde, nefes nefese kalmış bir vaziyette yüzüne bakakaldım. “Çok kötüyüm.” Fısıltıma karşılık güldüğünde onun da benden aşağı kalır bir yanını olmadığı göğsünde birikip karnına akan terlerden anlayabiliyordum.

Bedenim hafif havadayken elalarım, harmanlı elaları ile kesişti. İkimiz de buna hazır mıydık yoksa değil miydik fikrimiz yoktu ama o varsa her yol doğru olduğundan bunu da sorgulamadım.

Göktuğ son saniyede bile gözlerimin içine derince bakarken gözlerimi utançla kaçırarak başımı boynuna gömdüm. Bu hareketimle eş zamanlı olarak bacaklarımın arasında gezinen organını içimde hissettiğimde, acıyla inledim.

“Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim…” kulağıma fısıldayarak sıkıca bedenime sarıldığında, yalnızca organının başı içimde olmasına rağmen içimde şiddetlenen kasırgaya anlam veremedim.

Boynuma sert bir öpücük kondurduğunda, belimi aşağı yukarı hareketlendirerek kucağına yerleşmemi sağladı. Her hareketinde canım daha çok yanıyordu ama inlemekten başka bir şey yapamadım. Yüzüm acıyla kasılırken başımı gömdüğüm boynundan çekmedim.

Kalçalarını hareket ettirerek organını içime daha sıkı bir şekilde ittiğinde dudaklarımın arasından bir çığlık koptu. Tırnaklarım sertçe ensesine saplandığında ters dönen yüzüğümün sivri taşı derisini yarıp geçti.

Nefeslerimiz birbirine karışırken bedenimi yatağa yatırdığını hissettim. Hâlâ içimdeyken, git gide büyüdüğünü hissediyordum.

Dudakları göğüs uçlarıma kapanırken, dilinin kabaran kahvelerde olduğunu hissettim. Bacaklarım beline, kollarım boynuna sıkıca dolandığında kalçalarımı sertçe hareket ettirerek organını en derinlerime çektim.

“Benimsim sevgilim.”

“Seninim sevgilim.”

Benimdi. Kendisinin de dediği gibi, ‘seninim sevgilim’

Kalçasını her bana ittiğinde parçalanacakmışım gibi içimi yırtan şehvet ile daha fazla inliyor, onu da git gide tahrik ediyordum.

“Armin…” kulağımın dibinde verdiği sert soluklara karıştırdığı ismimi duyduğumda dudaklarımı birbirine bastırarak inledim. “Çok sert.” İstemsizce fısıldadığım şeye normalde olsa kızaracağıma yüzde yüz emindim ama şu an ne utanma ne de o utanmaya lazım olacak bir yüz vardı.

Göktuğ dudaklarıma kapanarak, alt dudağımı dişleri arasına aldığında beline sarılı bacaklarım güçsüzce iki yana düştü. Islak dili dudaklarımda dolaşırken ellerim usulca kasıklarına kaydı. Kasıklarından aşağıya indiğimde, elime vuran toplar ile gözlerim sertçe kapandı.

“Ah!”

“Armin.”

İkimizin sesi de birbirinden baskınken parçalanmama ramak kalmış gibi avazım çıktığınca gür bir çığlık attım.

Hızlıca doğrularak kucağına çıktığımda, ellerimi sıkıca omuzlarına bastırarak bütün gücümle üzerinde aşağı yukarı inmeye başladım. Göğüslerim bu sert hareketlerim yüzünden hızlıca sallanıyor ve Göktuğ’u daha da sertleştiriyordu.

Göktuğ, “Ah.” Dediğinde ellerini sıkıca göğüslerime kapatarak göğüs uçlarımdan birini ağzına aldı. Yeni doğan bebeğin açlıkla süt içtiği hesap, göğüslerimi talan eden adama üstten bakarak kesik nefesler vermeye devam ettim.

Üzerinde sertçe oturduğumda kalçalarını kaldırarak karşılık verdi. Elleri, yüzü, dudakları… her zerresini göğüslerime adamış gibiydi.

Tırnaklarım derisini yarıp geçiyor, hafif uzun tırnaklarımın arasına kan dolmasına neden oluyordu.

Organı her kalkışımda içimde büyürken acıyla haykırdı. Geldiğimi anladığım an şokla açılmış dudaklarım eşliğinde tavana bakakaldım. Göktuğ göğüslerimden ayrılarak parmaklarını derimi deşmek istercesine sıkıştırdı.

Dudaklarımı dişlediğimde ağzıma dolan kan aroması ile yüzüm buruştu. Göktuğ sert hamlelerle bedenimi kendine çekerken etrafa savrulan saçlarım, sarsılan göğüslerim ve zevkten akmaya hazır göz yaşlarım ile dağılmak üzereydim.

Göktuğ dişlerini yumruk yaptığı eline geçirirken elini ağzından çıkararak dudaklarına kapandım.

İkimizde zevkle inlerken kısa bir süre sonunda bacaklarıma akan sıcak sıvı ile bedenim sertçe titredi. Göktuğ’a ait sıvının üzerine saçılan zevk suyum ile ağlarcasına bir iniltiyi ortaya koydum.

Nefeslerimiz düzensizken, boşalmanın verdiği boşluk etkisiyle göz göze geldik. Göktuğ’unun çok uzun olmayan saçları hafiften alnına dökülmüş ve zevkin getirdiği boncuk terler ile ıslanmıştı. Göğüsleri de aynı şekilde terle doluyken benim de ondan aşağı kalır bir hâlim yoktu açıkçası.

Kuruyan dudaklarımı ıslatarak yüzüne baktığımda, yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasında sıkıştırarak gülümsedi.

“Artık tam anlamıyla bir Kurt’uz bebeğim.” Duyduklarım gülümsememe neden olurken başımı göğsüne yasladım. Hâlâ içimdeydi. Hâlâ benimleydi.

Çenesini nemli saçlarıma yaslayarak başımın üzerine minik bir öpücük kondurdu. Bende aynı şekilde göğsünü usulca öptüğümde elalarımı gözlerine tırmandırdım. Üstten bana bakarken dudaklarında hoş bir gülümseme vardı, aynı benim gibi.

“Her şeyin ilki seninle güzelmiş bir tanem, iyi ki benimlesin. İyi ki…”

Erkeksi bir kahkaha atarak kollarını çıplak sırtıma sardı. Yanağım göğsüne ilişirken erkeksi hoş sesini duydum. “Aşk, iki kişinin birbirine bakması değil, iki kişinin birlikte aynı yöne bakmasıdır der ünlü yazar. Ben sevgilim, seninle tanıştığım andan beri gözlediğin yolu gözlüyorum. Artık bir bütünüz ister bir yol bekle ister beni, ben her daim elalarının dikildiği zemine döneceğim.”

Aşk bu değil miydi zaten? Açılan yolda beraber yürümek, seyredilen pencereye beraber dönmek…

Hayat, hayatınızda bir sevdicek varsa hayattı. Aksi taktirde ne yaşamanın anlamı vardı ne de boş duyguların…

Aşk temiz bir deftere yazıldığı taktirde her daim güzel ilerleyen, ömürlük bir yolculuktu. Yolculuğun başında olmamıza rağmen açılan her yolun doğruluğunu onunla ölçeceğimi bilmek ise, merak uyandırıcı ve kalbi tekleten bir histi.

Bitirdik...

Gerçekten ÖBB için oldukça tatlı bir bölüm oldu.

Emek'in deli tavırları?

Tüm dostlar...

Armin'in yanında olan ve mutluluğunu paylaşan arkadaşları?

Siz Armin'in yerinde olsaydınız nikah şahidi olarak kimi seçerdiniz? Bence Barkın'ı kimse beklemiyordu...

3 Nisan 2021 bu tarihi asla unutmayacaksınız ;)

Armin'in kıyafet seçimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Armin çok güzel bir gelin oldu...

Zamanında tuttuğu çiçeği hâlâ saklaması şoku?

Tekin ve Mine ikilisi?

Emek ve Kadir ikilisi? (Deli dolu kadın-Ağır başlı erkek ilişkisi)

Armin ve Göktuğ çifti hakkında ne düşündüğünüzü birkaç kelime ile buraya yazarsanız çok sevinirim.

Armin bile evlendi, sıra kalan tüm bekarlarda diyelim :)

Armin ve Göktuğ artık tam anlamıyla bir bütünler, konuşacak çok şey var lakin finalde görüşeceğiz şimdilik derin bir nefes alarak devam ediyorum ;)

Buraya kadar okumuş birisi olarak kitap hakkındaki genel yorumlarınız neler merak ediyorum ballarım, iyisiyle kötüsüyle genel bir eleştiri yapalım...

Bir sonraki bölüme dek kendinize iyi bakın, seneyi bu bölümle kapatıyoruz. 2025 için son 3 bölüm!

Yıldıza basalım, senemiz yıldız gibi parıldasın...

 

28.12.2024

 

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

 

Bölüm : 28.12.2024 12:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Duru Taşkulak / ÖLÜMLE BAŞ BAŞA / 37. BÖLÜM-İSTİRİDYENİN İNCİSİ
Duru Taşkulak
ÖLÜMLE BAŞ BAŞA

27.86k Okunma

2.26k Oy

0 Takip
41
Bölümlü Kitap
1.BÖLÜM- BEDENİMDE DEĞİL RUHUMDA SIZI2.BÖLÜM- ÖZÜRLER VE SÖZLER3.BÖLÜM- ÇAKIR İLE TAN DAVASI4.BÖLÜM- EVVELİM SEN OLDUN AHİRİM SENSİN5.BÖLÜM- YENİ BAŞLANGIÇLAR YENİ KURTULUŞLAR6.BÖLÜM- ÖLÜMÜNE İÇTİMA7.BÖLÜM- BU DA İNSAN BU DA CAN8.BÖLÜM- AJANLAR & BORDOLAR9.BÖLÜM- ESKİMİŞ TREN RAYI10.BÖLÜM- MASKENİN ARDINA SAKLANAN ACILAR11.BÖLÜM- BİR BORDO MESELESİ12.BÖLÜM- ASLANIN İÇERİSİNDEKİ KEDİ13.BÖLÜM- KANLAR VE GÖZYAŞLARI14.BÖLÜM- KIRILMIŞ KALBİN PARÇALARI15.BÖLÜM- GÜNLERE DEVRİLEN HAFTALAR16.BÖLÜM- CAN YARISININ KATİLİ17.BÖLÜM- AÇIKLANAMAYAN GERÇEKLER18.BÖLÜM- İHANETLERİN HANÇER DARBELERİ19.BÖLÜM- BAZI VEDALAR CAN YAKARMIŞ20.BÖLÜM- DOLAP CESET KANLANMASI21.BÖLÜM- SESSİZ HAYKIRIŞLAR BİR GÜN ÖLÜMLE SON BULUR22.BÖLÜM- SAHAYA MEN23.BÖLÜM- PSİKOLOG BEY24.BÖLÜM- YAŞARKEN ÖLENLER25.BÖLÜM- İSTİHBARATA İLK ADIM26.BÖLÜM- ATAĞA KARŞILIK ATAK27.BÖLÜM- AŞK DEDİĞİN28.BÖLÜM- SEVİLENLER VE SEVGİSİZLİĞE MAHKÛM OLANLAR29.BÖLÜM- SEVGİLİ SEVGİLİM30.BÖLÜM- GEÇE KALINMIŞ İNTİKAM31.BÖLÜM- MAZİNİN ZEHİRLİ SARMAŞIKLARI32.BÖLÜM- SON BAKIŞTAKİ GÖZLER33.BÖLÜM- ENDİŞENİN RENGİ34.BÖLÜM- TAN'IN KURT'A EVRİLDİĞİ SAHNE35.BÖLÜM- GÜZELLER İÇİNDEN BİR SENİ36.BÖLÜM- YENİ DÖNEMİN KAPILARI37. BÖLÜM-İSTİRİDYENİN İNCİSİ38.BÖLÜM- MEYHANENİN ÇÖZÜLMÜŞ DİLİ39.BÖLÜM-ADI YAŞATILAN SÖZ40.BÖLÜM- ÖLÜMLE BAŞ BAŞA (FİNAL)ÖLÜMLE BAŞ BAŞA- Göktuğ Kurt Özel
Hikayeyi Paylaş
Loading...