40. Bölüm

38.BÖLÜM- MEYHANENİN ÇÖZÜLMÜŞ DİLİ

Duru Taşkulak
durutaskulakk_

Aşklarım, canlarım, ballarım ben geldim!

Ölümle Baş Başa adına son 2!

Finale doğru adım adım...

Ölümle Baş Başa soru cevapları ve diğer kurgularım hakkında fikir sahibi olmak isteyenleri instagram hesaplarıma davet ediyorum.

Kendi hesabım: durukurtk

Kitap hesabımız: olumlebasbasaaofficiall

Bölüme başlamadan önce yıldıza basarak satır arası yorumlarınızı bana sunmayı ihmal etmeyin lütfen.

Seviliyorsunuz, keyifli okumalar!

Bölüm Şarkıları, (Sırasıyla dinlemenizi tavsiye ederim:)

Barış Manço: Dönence

Canozan: Kalbimden Tenime

Canozan: Sar Bu Şehri

Emir Can İğrek: Tırnağın Kırılmasın

Gripin: Aşk Nereden Nereye

Majeste: Aşk Dediğin

Müslüm Gürses: Sorma

 

38.BÖLÜM MEYHANENİN ÇÖZÜLMÜŞ DİLİ

 

Onun kollarında başlayan sabahlardan onun kollarından biten gecelere uyanıp-uyanmak meğerse dünyanın en kalp çarpıtan olayıymış.

Yorucu geçen evlilik arifesi ve üst üste binen nikah, kına, düğün derken kendimi ne kadar yorduğumun farkına yeni varabilmiştim. Düğünün üzerinden altı gün, nikahımızın üzerindense bir hafta geçmişti. Günlerdir onunla aynı evi paylaşmak, yorgun argın eve dönerken kapıyı onun açacağını bilmek, kollarında dinlenmek, en sevdiğim aktiviteler arasına girmişti.

Her ne kadar benimkiler yeni gelin olduğum için benimle alay etse de ben gayet sıradan bir gelindim işte.

“Hadi yüzbaşım görelim hünerlerinizi.” İddiayla yüzüne baktığım adam, alayla güldüğünde başını omzuna yatırarak kollarını göğsünde topladı. “Yüzbaşım iddianızı anlıyorum ama yorulan siz olursunuz.”

Kaşlarım havalanırken yeri işaret ederek geçmesini bekledim.

Göktürk ve timi bana alayla bakarken arkamda hissettim Yıldırım omuzlarımı sıkarak kulağıma fısıldadı. “Komutanım dayanamayacak raddeye gelince bana bakın yeter, takarım çelmeyi hemen.” Dirseğimi karın boşluğuna geçirerek dudaklarımı birbirine bastırdığımda Yıldırım geri çekilerek kenardan beni izlemeye başladı.

Yiğitler timi ve benim timle topluca çardakta otururken Göktürk ile aramızda geçen hafif sürtüşme sonucu minik bir iddiaya girmiştik.

Göktürk ile aynı anda kollarımızı yere yapıştırdığımızda, karnımı kasarak bedenimi havalandırdım. En fazla plank da duran kim olursa iki timi de yemeğe çıkarıp yemek ısmarlayacaktı. İşin asıl amacı yemeği kimin ödeyeceği değil tamamen benim inadımdı ama denemekten zarar gelmezdi.

“Yüzbaşım hafif kaldı derseniz iki de tuğla getirsin çocuklar.”

Göktürk yandan bana laf attığında omzumun üzerinden delici bir bakış atarak susması gerektiğini belirttim. Göktürk keyifle gülerken başımıza toplanan adamlarda merakla ikimizi izliyorlardı.

Normalde en iyi yaptığım hareket zaten plank hareketiydi. O yüzden kendime güveniyordum ama yanımda da ayıdan iki saniye sonra doğan bir adam olduğu için tam gücünü çok hesaplayamıyordum açıkçası.

Saniyeler dakikaya devrilirken Yıldırım ve Emir heyecanla önüme çökmüş, zorlanıp zorlanmadığımı anlamaya çalışır gibi yüzüme bakıyorlardı. Aynı hareketi de soyadının Sezer olduğunu hatırladığım adam ve başka bir adam da Göktürk’e yapıyorlardı.

Göktürk hafif terleyen alnıyla derin bir nefes aldığında imayla yüzüne baktım. “Yüzbaşım, bir sorun yoktur umarım.”

Göktürk tepkime karşılık inatla güldü. “Yok yüzbaşım siz rahat olun.”

Dirseklerim yavaştan yanmaya başlamıştı çünkü asfalta benzer zemin, üzerimdeki kısa kollunun açıkta bıraktığı derimi aşındırıyordu.

Çok değil, nereden baksanız üç dakika sonra yanımdan gelen bağırış sesi ile kapalı gözlerim hızla aralandı.

“Ulan komutanım ne yaptınız ya?!”

“Komutanım gitti yemek!”

Sezer ve diğer adam şok olmuş bir şekilde Göktürk’e baktıklarında kendini sırt üstü yere atmış adam herhangi bir tepki vermedi. Bende sakince doğrularak yere oturduğumda Göktürk’e baktım. “Yüzbaşım cidden bir sorun var sanırım şu anda.”

Göktürk tek gözünü açarak hafif bir sinirle yüzüme baktığında gene alayla gülmeyi tercih etti. “Sonra alay etmesinler diye yardımcı olayım dedim Yüzbaşım.”

Burun kıvırarak yanımda dikilen Ertuğrul’un elini tuttuğumda, bedenimi hızla yukarı çektim. Üzerimi çırparak karşımdaki Yiğitlere baktığımda, “O zaman bir yemeğinizi yeriz beyler.” Diyerek güldüm.

Göktürk ağırca başını salladı. “İstediğiniz yemek olsun, hallederiz.”

Gülerek içeri geçtiğimizde dinlenme odasına girerek kendimi koltuğa fırlattım. Bu arada psikoloğum ile görüşmelerim de devam ediyordu. Neredeyse Kurtuluş’a kadar anlatmayı becermiştim ve beni etkileyen yerleri vurgulamaya devam ediyordum. Kadın gerçekten iyi bir psikologdu ve en az Göktuğ’unun baştaki yaklaşımları kadar sıcak ve bilgili yaklaşıyordu bana karşı.

“Eveeet!” Tekin bağırarak elindeki tepsiyle karşıma geçtiğinde gözlerimi devirerek hareketlerine baktım.

“Yeni gelin kahvemiz de hazır!”

Elinde tepsi olmasa açılıp bir tane yapıştırırdım ama şükretmeliydi ki elinde tepsi vardı.

Kahvemi alarak arkama yaslandığımda karşı çaprazımda kalan Barkın ile göz göze geldik. Barkın bir haftadır olduğu gibi her göz göze gelişimizde bana kara bakışlarını atmıyor, sıcak bir gülümse yollayıp önüne dönüyordu. Gamzelerini görmek beni de sevindiriyordu çünkü ne olursa olsun bendeki yeri çok ayrıydı…

“Komutanım.” Kalender hafif kaşlarını çatmış bana yaklaşmışken anlamsızca yüzüne baktım. “Ne oldu?”

Kalender telefonuna bir bakış atarak bana uzattı. “Göktuğ arıyor.”

Kaşlarım havalanırken telefonu elinden alarak hızlıca aramayı yanıtladım.

“Kalender günaydın, Armin’i aradım ama ulaşa-“ Sözünü keserek, “Duymamışım içtima yaptırıyordum.” Dediğimde yüzüm hafiften buruşmuştu. Göktuğ’unun tek çekilmeyen tarafı aradığında bana ulaşamazsa çıkardığı hafif iç savaş olabilirdi.

“Hiç de duymuyorsun maşallah bebeğim.” Sesi tam beklediğim üzere imalı ve hafif sinirliydi.

Rahatça kahvemden bir yudum aldığımda, “Ne var? Ben senin gibi kutu kadar odada oturmuyorum, tugay büyük diyorum anlamıyor musun? Telefon odada kalmıştır duymamışımdır. Ayrıca ikidir aynısı yapıyorsun sinir etme beni. Duymuyorum diyorsam duymuyorum. İnatlaşma.” Dedim ruhsuz bir sesle.

Sesimden gerildiğimi anlamış gibi sessizleştiğinde asıl bombayı atarak sessizleştim. “Akşam konuşuruz Göktuğ.”

Telefonu geri Kalender’e verdiğimde odanın atmosferi bile gerilmişti yani…

“İlk evli kavgası! Of çok iyiydi komutanım!” Yıldırım kahvesini içip bağırırken Tekin ağzının üzerine sertçe vurdu.

Kahvemin son yudumunu alarak suyumu üzerine içtiğimde Kalender’e baktım. “Dosyalara bakalım mı beraber?”

Kalender saate bakarak fincanını masaya bıraktığında ayaklandı. Hızlıca odadan çıktığımızda, “Dosyaları bitirmiştik zaten, ne geçiyor senin aklından?” dedi merakla peşimden gelirken.

Kalender’in bileğine yapışıp zemin katın merdivenlerine çektiğimde, şaşkınlıkla hareketlerimi izlediğini biliyordum. Zemin kata indiğimizde köşede kalan odaya doğru ilerledim.

“Ne yapıyorsun Armin?”

Kapının önünde dikildiğimde yüzüme vuran kırmızı ışık ile çenem kasıldı. Yüzümü tarayan kırmızı ışık bir süre sonra durduğunda kapının üzerinde bir bir canlanana harfler gene aynı kişiye aitti.

B O Z

Kapı ağırca açılırken Kalenderi sertçe kendime çektim. Kalender odaya girdiğinde içeriye bakar bakmaz bir adım geriledi. Kaşları çatılan adam dikkatle karşısındaki duvarı izliyordu.

“Sen… Ne yaptın Armin?”

Ağırca karşı duvara hazırladığım operasyon planına ilerledim. “Biraz yardıma ihtiyacım var. Üstlere sunacağım dosyanın pürüzsüz olması lazım o yüzden bu sefer seni de getirdim.”

Kalender duvarı boydan boya kaplayan, fotoğraflar ve fotoğrafların yanlarına yapıştırdığım not kağıtlarına baktı. Fotoğrafların her biri, altına açılan beş adama bağlı olduğundan, hepsinin üzerinden dolanan bir kırmızı ip vardı.

“Bu şerefsiz, en son ki esir olayının başı değil miydi?” Kalender işaret parmağını bir resmin üstüne vurduğunda, gördüğüm kansıza bakarak yüzümü buruşturdum. “O.” Tek bir harf bile sinirlenmesine yetmiş gibi yumruğunu fotoğrafın üzerine geçirdi. “Adi piç kurusu!” Normalde küfür etmeyi pek tercih etmese de bazen kendini tutamadığı aşikardı. Haklıydı da bu panoda olan -öteki ele başlarından yer kalmayan- pek çok adi piç kurusu vardı.

Raflardan birine dizdiğim Tok Adım operasyon dosyalarını çıkarıp ortadaki masaya bıraktım.

“Bak şimdi, hepsi birbirine bağlı ve en üstteki şerefsiz her kimse o asla ortada yok. Hepsinin birbirlerinden emir aldığı aşikâr… Sanki bir bedendeler ama başları yokmuş gibi hareket ediyorlar. Ejder ve Kobra ayrılmaz ikili… İkiliye ek olan ise binlerce kansız var.”

Dosyalardan birini açtığımda Kalender’de bana döndü. Parmağım bir satırın üzerinde gezindiğinde, “Hakkâri ve komşu iller geneline bakarsak toplam, iki yüz altmış dört kamp var. Tabii bu bilgi eski görevlerden bu yana görülen ve tespit edilen yerlere göre tahmini bir veri… Bu kampların her birinde ortalama yüz on beş piç olduğunu varsayarak, toplamamız gereken pislik sayısı otuz bin üç yüz altmış… Son üç ayda çıkılan operasyonlar ile bu sayı otuz bin tabanlarına inmiş ancak mantıklı bir şekilde düşünürsek bunları temizlemek kolay olmayacak. Komşu illerde bu operasyonu şimdi başlatırsak, tahmini iki sene içerisinde temizlik son bulur.” Dedim derin bir sesle.

Kalender altta kalan dosyayı açtığında göz göze geldik.

“Ama kalan iller…” Aynı anda fısıldadığımızda benim sesim onunkine nazaran oldukça kısıktı. Komşu iller hakkında güzel bir operasyon planı çıkarmıştım ancak geri kalan iller için durum daha karışıktı.

Kalender sakince yazdığım sayıları incelemeye başladı. “Ege tarafının verileri tam da beklenilen üzre daha az… Egedeki tugaylara bilgiler dağıtılsa bu sayılara göre muhtemelen bir senede Egeyi temizleyebiliriz. İç Anadolu da ortama bir sayı var…” Tek kaşım havalandığında masaya yaklaşarak duvardaki tiplere bakmaya devam ettim. “İlk amacımız doğu olmalı Kalender. Geçmiş görevlerin bilgileri doğrultusunda her şeyin ucu doğuyla birleşiyor. Baştaki şerefsize ulaşmak kolay olmayacak ama hiçbir zamanda imkânsız demeyeceğimi bilirsin.”

Raftan bir dosya daha indirdiğimde Kalender gülerek dosyaya baktı. “Demek kader ağlarını örmüş...”

Açtığım sayfada iki şehir ve diğer şehirlere yazdığım tim vardı.

Kalenderin kahvelerine bakarak, “Hakkâri yakınlarını size bırakmak istedim. Van ve Şırnak ikilisi de verilerin en fazla olduğu iki il… Eğer ki ikisini de temizlemeyi becerirseniz diğer illere geçiş çok daha kolay olabilir. Bu dosyayı bugün içerisinde Boz’a teslim edeceğim. Dosyada iller adına yazdığım timlerin isimleri mevcut. Örneğin, Tunceli ve komşu illerinden, Bingöl’le Elâzığ için Yiğitler timini düşünüyorum. Kars ve komşu illerinden, Iğdır’la Ağrı içinse Komando timini düşünüyorum. Ardahan ve komşu illerinden, Erzurum’la Artvin ise şu kadın Binbaşının atandığı tim var ya… Böyle ilerliyor işte. Başarabilirsek çok güzel olacak.” Dedim burukça gülümseyerek.

Kalender sırtımı sıvazlayarak gülümsediğinde, “Şu zamana kadar başaramadığın bir şey mi oldu? Sen yeter ki hazırla devamı bizde komutan!” diyerek yüzüme baktı.

Gülerek odanın içini süzdüğümde derin bir nefes aldım. İşte hayat bir yeni dönemin kapılarını da şimdi açıyordu.

 

KURTULUŞ

Emir yandan soğuktan titrek çıkan sesiyle, “Boz bile hayran kaldı komutanım bırakın Allah aşkına.” Diyerek mırıldandı.

Barkın, “Emir bile doğru konuşuyor, kendinizi mi sorgulasanız komutanım?” dediğinde gülerek onlara döndüm. Rüzgâr sövercesine yüzüme çarparken soğuktan gözlerim kısıldı. “Hepinizi susun zaten acıktım bayılırım şuraya kaldıramazsınız.”

Tekin koluma girerek beni çekiştirdiğinde, “Günün kahramanı Armin Tan!” diyerek ufak bir çığlık attı.

Kalender alayla, “Kurt oldu yalnız.” Dediğinde Tekin duraksayarak bana döndü. “Komutanım sizde hiç yeni gelin gibi değilsiniz biraz kendinize gelin lütfen.”

Kaşlarım havalanırken garipçe yüzünü süzdüm. “Kes be, asker kadına dediğin şeye bak.”

Söylene söylene arabaya bindiğimizde bir süre sonra yollarımız ayrılmış ve eve gelebilmiştim. Saat şu an oldukça geçti çünkü operasyon planını Kalenderden sonra tüm time anlatmış, Emir’in operasyonlar konusundaki titizliği ile de güzel bir sonuç daha elde etmiştik. Tabii bunlar olurken saat çoktan on ikiye devrilmiş ve gecenin karanlığına tutsak olmuştuk.

Kapıyı çalarak bezgince beklemeye başladığımda kapı hızla açıldı.

“Yani geçe kalacağından bile haber vermiyorsun ya, bravo doğrusu.” Söylenen adama bakmadan içeri girdiğimde, vestiyere oturarak postallarımın iplerini çözmeye başladım.

“Konuşmayacak mısın?”

Gözlerimi sıkıca yumarak postallarımı sertçe kenara fırlattım. Yanından geçip banyoya girdiğimde beni anlamıyormuş gibi konuşmasının ne kadar sinirimi bozduğundan bahsetmeme gerek kalmadığını anladım.

Yüzüme çarptığım soğuk su ile kendime geldiğimde hem uykudan hem de açlıktan gerçekten çok halsiz hissediyordum.

Evin sıcaklığı üşüyen bedenimi ısıtıp, yanmama neden olurken üzerimdeki tişörtü çıkararak odaya girdim. Hızlıca altıma kısa bir şort, üzerime de uzun ve bol bir tişört giydiğimde mutfağa geçtim. Göktuğ burada değildi. Muhtemelen kendi çalışma odası haline getirdiği, eski misafir odasındaydı.

Dolaptan dün yaptığım pırasa yemeğini çıkarttığımda çabucak ısıttım. Masaya geçerek yemeğimi yemeye başladığımda dalıp giden gözlerim ve ürperen bedenim pek de mutlu olmama neden olmuyordu.

Yemeğim bitti. Aradan her ne kadar zaman geçtiyse ana yolun arkasında kalan köylerin ışıkları ağır ağır söndü. Kalkıp gidecek gücü kendimde bulamadım çünkü hiç olmadığım kadar halsiz hissediyordum.

Zor bela tabağımı makineye yerleştirip mutfaktan çıktım. Koridorun sonunda kalan odanın önüne geldiğimde, cam kısımdan bana vuran sarımtırak ışık ile gözlerim kısıldı. Kapıyı ağırca araladığımda karşımdaki masada oturmuş dikkatle bilgisayar ekranına bakan adamı gördüm.

Varlığımı elbette ki hissetmişti ama dönüp bana bakmadı.

Uzun, kemikli parmakları klavyenin üzerinde gezinirken kulaklarıma dolan tatlı kıtırtılar ile kapıya yaslandım. Arkasındaki duvarı tamamen kaplayan kitaplıkta onun yanına ilk gittiğimde dikkatimi çeken kitapları diziliydi.

Şu aralar az da olsa zaman bulduğum sıralarda onun kitaplarını okumaya çalışıyordum. Şu an okuduğum kitabın içinde bir kadının yaşadığı zorluklar ve o zorluklarla başa çıkmaya çalışması anlatılıyordu. Yazdığı kadınları o kadar büyük bir ustalıkla aktarmıştı ki, insanın okurken yüreği burkuluyordu.

“İzleyeceksen gel de koltuğa geç.”

Sakince konuştuğunda bakışlarım aniden kitaplıktan kayarak yüzüne düştü. Masanın ucunda duran gece lambası yüzünü aydınlatırken, kahveyle harmanlanmış elalarının koyu gözüktüğünü gördüm.

Sakince, “Neden böyle yapıyorsun?” dediğimde kaşları çatıldı. Elleri klavyenin üzerinden ayrıldığında bilgisayar ekranını kapatarak bana baktı. “Ne yapıyormuşum?”

Kapıyı ittirerek görüş alanımı genişlettim. Yaslandığım yerden, “Sanki bu aralar operasyonla ilgilendiğimi ve yoğun olduğumu bilmiyormuş gibi davranıyorsun. Yoğunum Göktuğ, gün boyu kaç tane adamı hizaya getirmeye çalışıyorum… Sana ayıracak vaktim var ama o vakit ne zaman denk gelirse o zaman var. Sen her bana ulaşmak istediğinde bana ulaşamazsın. Bunu zaten ilk konuştuğumuz zamanda sana söylemiştim. Beni bekler misin dediğimde olumlu bir yanıt vermiştin… Biliyorum merak ediyorsun ama saniye başı seninle konuşamam, olmuyor yani yapamıyorum.” Dedim kısık bir sesle.

Göktuğ deri koltuğunu ittirerek ayaklandığında sakince bana yaklaştı.

“İnsan sevdiğini merak eder Armin. Seni her aradığımda ulaşamayacağımı biliyorum elbette ama kabul et ki sende beni aramayı unutuyorsun. İki gün önce sabah bir şey sormak için aradım. Açtığında bir dakika konuştuk, sonra sana döneceğim dedin ve akşam timle nöbete kaldın… Daha önce hiç nöbete kalmadığın için haliyle merak ettim, tekrar aradım ama şansa bak ki o telefon hiç açılmadı. Sonra Kalender’i, Yıldırım’ı arayınca kızıyorsun. Sen de biraz olsun aklında tutmaya çalış. Malum evliyiz ve ben senin kocanım ya hani.”

Kollarımı göğsümde bağlayarak yere baktım. Aslında nöbete kaldık derken operasyon hakkında çalışıyorum ve timde benimle çıkmak istediği için beni beklemişlerdi. O kadar aklım bulanıktı ki o gün haliyle aradığı da aklımdan çıkmıştı işte.

Sakince fısıldadım. “Unutmuşum.”

Göktuğ alay eder gibi güldü. “Konu bu da değil aslında. Bugün gene normalce sana ulaşamadığımı ima ettim ama sen sağ olasın ki bağırıp çağırdığın için… Her neyse dikkat edersen iyi olur diyorum o kadar. İstiyorsan sen git yat benim biraz daha işim var.”

Konuşa konuşa koltuğuna yerleştiğinde tekrardan bilgisayarını açtı. Kaşlarım çatılırken anlamsızca hareketlerini izledim. Ciddi ciddi bir şeyler yazmaya devam eden adama şaşkınlıkla baktığımda beni pek de ciddiye almadığını gördüm.

Yüzüm sinirle buruştu. “Şaka mısın be sen?!”

Göktuğ ağırca başını kaldırdı. “Ne şakası?”

Gözlerimi devirerek masasına yaklaştım. Ellerimi masanın kenarlarına bastırarak Göktuğ’unun yüzüne eğildim. “Zaten evde beş altı saat anca kalıyorum onda da nazını mı çekeceğim? Kalk yatmak istiyorum ben.”

Göktuğ anlamsızca yüzüme baktı. “İşim var sen git yat istersen demiştim.”

Elim sıkıca bileğini kavradığında, “Kalkıyor musun?” dedim boş bir sesle. Başını ağırca iki yana salladı. “İşim olduğunu da söylemiştim, üç oldu sanırım.”

Masanın üzerinde üst üste yığılmış mavi dosyaları sinirle kenara ittirdim. “Kalk diyorum kalk! Şurada altı saat anca görüyorum seni neden uzatıyorsun her şeyi?!”

Göktuğ sinirli bir tavırla ayaklanarak ittiğim dosyalara baktı. “Önce bir bağırma istersen, sonra konuşalım.”

Sinirle, “Bağırtma o zaman! Baksana hâlâ uzatıyorsun!” diyerek bağırdım.

Göktuğ gözlerini yumarak yere eğildiğinde sakince dosyalarını toplamaya başladı. “Normal bir sesle konuşunca anlamıyor muyum ben seni? Adam akıllı derdini anlattın, bende sana hoşuma gitmeyen konudan söz ettim. Asıl uzatan biri varsa o da sensin Armin. Yorgun gözüküyorsun, o yüzden git. Bende işim bitince geleceğim diyorum niye anlamıyorsun? İlla senin gibi bağırmam mı lazım?”

Odasından hırsla çıkarak kapıyı çarptığımda, cam kısımdan gelen cızırtı ile kapının üstünden ortasına kayan çatlağı gördüm. Sinirle yatak odasına girdiğimde toplanmış odayı süzmeyi bırakarak yatağa girdim. Üşüyordum işte. Onsuz yatınca bedenim buz gibi oluyordu. Neden her şeyi uzatıp anlamsızca beni yoruyordu ki? Zaten sabahın beşinde kalkıp altıdaki içtima için hazırlanıyor ve çıkıyordum. Bu aralar operasyon yüzünden de yeteri kadar yoğun olduğum için eve gelmem bazen dokuz bazen on ikilere kadar sarkıyordu. Sanki mesleğimi bilmiyor gibi sergilediği davranışları beni gerçekten sinir ediyordu.

Yüzüm hüzünle buruştuğunda başıma çektiğim pikeyi yana savurdum.

“Gel buraya!” Sinirle bağırdığımda yorgunluktan yanan gözlerim salak gözyaşlarım yüzünden kızarmaya başlamıştı. İstemsizce ağlamaya başladığımda neden bir anda bu kadar moralim bozulmuştu bir fikir yürütememiştim.

Kapı aralandığında gece lambasının ışığı yüzünü görmeme neden oldu.

Yattığım yerden doğrularak, tepinirken aşağı kayan tişörtümün göğüs kısmını düzelttim. “Sensiz üşüdüğümü ve düzgün uyuyamadığımı biliyorsun ve inadına gelmiyorsun! Gel diyorum işte, gelsene yanıma!” Elimi yatağa vurarak sinirle yüzüne baktığımda Göktuğ üzerindeki tişörtü tek hamlede çıkarıp somurtarak yanıma geldi. “İnatçısın Armin.”

Yatağa oturan adama sırtımı dönerek cenin pozisyonuna geçtim.

“Sende inatlaştırma o zaman. Düzgünce gel diyorum gelmiyorsun, işin varsa sabah gitmeden önce halledebilirsin. Zaten ben erken gidiyorum diye benimle kalkıyorsun, işe gidene kadar üç saat zamanın oluyor o zaman halletsen ölür müsün?!” Sinirden titreyen sesim yüzümden başımı yastığa gömdüğümde bedenimin havalandığını hissettim. İstemsizce titrediğimde gözlerimi açarak beni kucaklayan adama baktım. “Ne yapıyorsun ya?”

Göktuğ kendini sırt üstü yatağa attığında üzerine düştüm. Sinirle yüzüne bakmaya devam ederken umursamazca fısıldadı. “Üşüme diye geldim yoksa sinirle olduğumu fark etmişsindir.”

Sinirli tavrıma tezat üzerine bir kedi gibi yayılarak sırnaştım.

“Bende sinirliyim ama kocam sağ olsun hiç alttan almıyor.” Göktuğ başını hafifçe kaldırarak ciddi olup olmadığımı anlamak istercesine yüzüme baktı. “Ciddi misin kızım sen?”

Kapalı gözlerimden tekini açarak yüzüne baktım. “Yalan söyledim azıcık.”

Göktuğ bir anda beni ters çevirdiğinde, kendini de üzerime mıhlamıştı. Başımı omzumun üzerinden arkaya çevirdiğimde şaşkınca, “Ne yapıyorsun sen gene?” dedim yastığa değen yanağım yüzünden boğuk çıkan sesimle.

Burnunu boynuma sürterek kulağıma doğru fısıldadı. “Bu yalanlardan burnun uzayacak Pinokyo. Hem, kocanı kandırmaya utanmıyor musun sen?” Göz göze geldiğimizde göğsüne ellerimi bastırarak bedenini ittirdim. Altında dönerek yüzümü yüzüne çevirdiğimde ağırca yutkundum. “Kusura bakma kocacığım.”

Göktuğ gülmeye başladığında bakışları göğüslerime düştü. Sabır çekercesine başını yana çevirdiğinde, tişörtümü hızlıca yukarı çekti.

“Hiç giymesen daha makul olurmuş, madem giyiniyorsun beni kışkırtmayacak şekilde giyin. Gece gece sınanıyorum yarabbi, sen affet.”

Dudaklarımı büzerek gülümsememi bastırmaya çalıştım. “Çok aşıksın değil mi bana?”

Göktuğ soruma yanıt olarak dudaklarıma kapandığında ellerimi gülerek ensesine sardım. Alt dudağımı talan ederken hafif geri çekilerek fısıldadı. “Aklının eremeyeceği şiddette, benim bile duygularımı tarif edemeyeceğim kadar…”

Gülerek boynuna doladığım kollarımı üzerime doğru çekerek yatmasına neden oldum. Yana ittirdiğim adama sokularak, “Daha dikkatli olacağım ama sende beni anlamaya çalış ve bu şekilde davranma lütfen.” Dediğimde gülerek başımın üzerine minik bir öpücük bıraktı. “Hadi öyle olsun bakalım.”

Gülerek gözlerimi yumduğumda, sıkıca bedenine sarıldım. “Canım kocam benim.”

Göktuğ kaşlarını havalandırarak, “Kocam diyen dillerini yesem kim tutabilir beni şu an?” dediğinde gözlerimi büyüterek geri çekildim. “Sabah işe gideceğim erken erken, yorulmayalım sevgilim.”

Göktuğ gülerek beni kendine çektiğinde ikimizde anlaşmış gibi gözlerimi yumarak karanlığın esiri olmaya ant içtik.

 

KURTULUŞ

“Ya gördüm diyorum kadına sarılmış güle oynaya çıkıyorlardı Göktuğ!”

“Kızım dur bir gelsin konuşalım sakin ol.”

“Anne bana inanmıyor musun sen? Resmen başkasına sarılıp güldü!”

Ellerimi yüzüme kapatarak bacaklarıma yasladığım dirseklerime baktım. Baya büyük bir kaosun içerisindeydik ve ne yapmam gerektiğini bilmiyordum açıkçası. Kalender ile dosya okurken Güliz ağlayarak beni aramış ve buraya geldiğini söylemişti. Daha ne olduğuna anlam veremeden ağlayan kadın sinirle, Gök’ün başka bir kadınla bir mekândan çıktığını ve sarılarak güldüklerini söylemişti. Gamze annem Güliz’in peşinden gelmiş sinirini belli etmemeye çalışır gibi köşeden sinirle titreyen Güliz’i izliyordu.

Göktuğ Güliz’in önüne çökerek ellerini tuttu. “Gök yapmaz diye düşünüyorum ama gelince konuşacağız güzelim tamam mı? Hem sen sakin ol, belki kadını tanıyamamışsındır. Kadın arkadaşı olabilir, Gök’ün kız arkadaşları olduğunu biliyorsun… Onlardan biridir belki.”

Güliz ellerini tutan adamı kollarına doğru başını eğerek ağlamaya devam etti. “Göktuğ kadının kim olduğunu bilsem tanımaz mıydım? Gök’ün sarışın kız arkadaşı yok. O kadın sarışındı!” Öfkeyle bağıran kadın ayaklanmaya çalıştığında Göktuğ kollarını sıkıca Güliz’e sardı. “Sakinleşmeyi dene Güliz, gelecek birazdan.”

İstanbul’dan uçağa atladığı gibi gelen Güliz ve Gamze annem oldukça kötü gözüküyorlardı. Güliz sinirle kadını tanımadığı için bağırmaya devam ederken Göktuğ Güliz’i tutmaya çalışıyordu.

“Göktuğ, yapmamıştır de.” Titreyen ellerini Göktuğ’unun göğüs hizasında kaldıran kadın nefes nefese Göktuğ’unun yüzüne baktı.

Göktuğ başını iki yana sallayarak tavana baktı. “Yapmaz Güliz. Sana ne kadar âşık olduğunu bilmiyormuş gibi konuşma. Gök bu, arkadaşıdır kesin.” Güliz bayılacakmış gibi öne arkaya sallandığında oturduğum yerden kalkarak hızlıca arkasına geçtim.

“Güliz kendine gel lütfen. Kendini üzdüğüne değmeyecek bak boşuna evhamlanıyorsun.”

Sakinde dediklerime karışan zil sesi ile Gamze annem koşarak kapıyı açtı. “Neredesin sen çocuk!”

“Geldim anne. Güliz nerede?” Gök daha önce tanıklık etmediğim bir ciddiyetle salona girdiğinde, Göktuğ ve benim tuttuğum kadına baktı.

Güliz sinirle ellerimizden kurtulduğunda Gök’e yürüyerek sertçe göğsüne vurdu. “Sen nasıl bir adamsın be?! Nasıl yaparsın bunu bana Gök?! Aklım almıyor bak sinirden titriyorum, şu halime bak!” Derin bir nefes alarak yakalarını çekiştirerek Gök’ü kendine çekti. Ölümcül bir fısıltıyla, “Kimdi o kadın?” dediğinde Gök’ün yüzü acıyla kasıldı. “Kimdi o kadın Gök söyle bana! Bende bulamayıp onda bulduğun neydi söyle!”

Gök karşısındaki kadına inanamaz gibi baktığında dördümüz de durup ona bakakaldık. Cebinden ağırca telefonunu çıkardığında bir yerlere girerek ekranı hızla Güliz’e çevirdi.

“Bak. Sana mesaj atmışım. Bak bak. Ulan kendi arkadaşını bile tanımıyor musun sen Güliz? Bak beni delirtme bir de kalkmış Hakkâri’ye gelmişsin! Al sana Deniz! Kuaförden yeni çıkmış. İlk başta bende tanıyamadım. Hatta senin yanına gelecekmiş, beni görünce arayalım da sürpriz olsun demişti. Ne güzel güveniyormuşsun sen kaç senelik kocana, şu paniğe evhama bir bak. Bravo Güliz, benden de bunu bekledin ya bravo.”

Bağıran adama şaşkınlıkla bakan Güliz daha şiddetli ağlamaya başladığında Göktuğ kardeşine atıldı. “Kadına bağırıp durma çeneni yerinden çıkarırım senin. Geç otur adam akıllı şuraya canımı sıkmayın benim.”

Gök abisinin zoruyla koltuğa oturduğu sinirle yere baktı.

“Ne sandın, seni aldattığımı falan mı?”

“Sus!”

“Söyle, söyle ne zannettin söyle?”

“Sus diyorum!”

“Yazıklar olsun Güliz!”

“Asıl sana yazıklar olsun! Şu bağırışına bak, terbiyesizleştin iyice!”

Ayaklanmış birbirine bağıran ikilinin arasına girdiğimizde Göktuğ kardeşini bende Güliz’i kenara çektim.

İkisine de bakarak, “Yanlış anlaşılma olmuş işte bağırmayı kesseniz mi acaba?” dediğimde Gök sinirli bakışlarını bana çevirdi. “Bana yedirdiği şeye bak yenge! Aldatmışım güya, dediğine bak! Senin arkadaşın lan! Tanıyamadıysan benim sorunum mu? Kalmış ta buraya gelmiş bir de, delirdin iyice!” Göktuğ hırsla Gök’ün kolunu sıktı. “Bağırma demedim mi ben sana? Sesine dikkat et kısacağım şimdi az kaldı.”

“Yaptın sandım Gök! Gene ihanet ettiler sandım!” Güliz bağırarak yere düştüğünde dizlerini kendine çekerek ağlamaya devam etti. “Gene yaptılar sandım…” başını iki yana sallayarak yüzünü dizlerine bastırdı.

Gök ağlayan kadına bakarak gözlerini yumduğunda, daha fazla dayanamayarak Güliz’in yanına çömeldi. “Tamam, tamam unuttum özür dilerim. Özür dilerim bebeğim bilerek olmadı, vallahi unuttum özür dilerim.” Güliz ağlamaya devam ederken sıkıca Gök’ün boynuna sarıldığında Göktuğ’a dönerek kapıyı işaret ettim. Salondan çıktığımızda Gamze annenin mutfakta donuk bir halde sigara içtiğini gördüm.

Şaşkınlıkla, “Anne?” dediğimde Gamze annem bana döndü.

“Efendim yavrum?”

Sigarasına baktığımda, “Sen içmezdin.” Dedim anlamsızca.

Gamze annem gülümseyerek sigaraya baktı. “Senin paketin sanırım, aldım içinden bir tane… Arada içiyorum, can sıkıntısı güzelim.” Gülümseyerek yüzüne baktığımda sakince gözlerini kapatıp açtı. “Hadi sen git işine, bizde akşam döneriz zaten o zaman konuşuruz tekrar.”

Üzgünce yüzüne baktım. “Kalsaydınız biraz.”

Belime dolanan kollar ila sağa sendelediğimde, Göktuğ çenesini omzuma bastırdı. “Daha kırkımız çıkmadı kalmasınlar.” Anlamsızca yüzüne baktım. “Ne saçmalıyorsun be?”

Gamze annem halimize gülerek, “Yeni evlisiniz kızım, Güliz evhamlanmasa gelmezdik bile zaten siz biraz tadını çıkarın.” Dedi.

Göktuğ yanağıma sert bir öpücük kondurup, “Hadi seni bırakayım tekrar.” Diyerek mırıldandı.

Gamze annemle vedalaştığımda çoktan cipe binip yola çıkmıştık.

“Görüşmen nasıl geçti?”

Sabahın erken saatleri gene psikoloğum ile görüşmem vardı. Artık neredeyse Barkın ve Emir’in de tekrar hayatıma dahil olduğuna kadar gelmiştim… Acılarım yavaş yavaş diniyordu. Her ne kadar asla kapanmayacaklarını bilsem de şu anlık dinen acılar iyi hissetmeme neden oluyordu.

Sigaramı dudaklarıma kıstırıp yakarken, “İyiydi. Zaten iyiyim ama anlatmak da iyi geliyor işte.” Dedim.

Göktuğ boşta kalan elimi sıkıca kavrayarak dudaklarına götürdüğünde sigaramdan derin bir nefes aldım. Titreyen cebim ile şaşkınca telefonumu çıkardığımda ne ara titreşime aldığımı hatırlamadığımı fark ettim.

Arayan Barkın ile kaşlarım çatılırken elimi Göktuğ’dan kurtarıp telefonu kulağıma sıkıştırdım.

“Ne oldu?”

Barkın özel bir bilgi veriyormuş gibi fısıldadı. “Armin, yani komutanım bir konu vardı.”

Sigaramın külü kamburlaşırken yüzüm buruştu. “Ne oluyor Barkın, söylesene.”

Rüzgârın hırçın sesleri karşıdan Barkının borazan sesine karışırken, “Emir… Ankara’daki evi satıp parayı verdik ama tedavi için bazı özel ilaçlar lazımmış. Söylemeye gönlü razı gelmiyor ama ben kardeşimin halinden anlarım. Benim bankada birikmişim var ama parayı pek tamamlamama yardımcı olmayacak gibi… Biliyorum tam düğün yeni çıktı masraf falan vardır belki ama destek olmak istersen…” dedi hafif çekinir gibi.

Alt dudağımı ısırarak yola bakakaldım. “Emirle ihtiyacı olduğu zaman gelmesi konusunda konuştum ama gelmeyeceğini biliyordum tabii… Benim şu esir olayında bankaya parayı düzenli olarak yatırmaya devam etmişler. O yüzden fazlasıyla birikmişim var… Ben zaten tugaya geliyorum detaylıca konuşuruz ama acilse hemen çekip geleyim parayı.”

Barkın dilini damağına vurdu. “Yok acele etme hemen. Önce bir planlayalım ona göre çekeriz paraları.”

“Tamam geliyorum birazdan haberleşiriz.” Aramayı sonlandırdığımda, bankadan ne kadar paramın kaldığına göz atarak telefonu kapattım.

Normal insanlar birbirlerinin telefonlarını dinlemeliydi bence… Ben şahsen Göktuğ ne zaman biriyle konuşsa yarım kulak konuşmayı dinlerdim. Göktuğ sağ olsun hiç kulak vermediği için konulardan da bir haber yaşıyordu.

“Etik bulmuyorum Armin. Ne yapayım senin konuşmanı dinleyip, üçlü mü konuşalım yani?” Göktuğ garip garip bakınarak söylendiğinde anlamsızca yüzüne baktım. Zihin mi okuyordu manyak?

“Bir şey demedim nerenden uydurdun şimdi etiği falan?” Göktuğ kırmızı ışıkta durduğunda gülerek bana döndü. “Ağzının içinde mırıldanıyorsun ama duyuyorum hanımefendi. Hem sen ben konuşurken dinliyorsun sanırım?”

Sigara telefonla konuşurken çoktan dibi boyladığı için izmariti kenara fırlattım.

Yalan söylemeye ihtiyaç duymadan, “Evet dinliyorum.” Dedim.

Göktuğ bir anda beni kendine çektiğinde, şakaklarıma iki tane kuvvetli öpücük bıraktı. “Dinle aşkım, dinle hayatım; sen nasıl mutlu olacaksan onu yap bebeğim.” Gülerek aynı hareketi tekrarladığımda, gözlerinden akan aşk şelalesine hayranca baktım. Göktuğ bazen resmen bakışları ile seviyordu beni… O kadar naif ve güzel bakıyordu ki gözleri.

Kısa bir süre sonunda Göktuğ beni tugaya bıraktığında kendisi de randevusu olduğu için hastaneye gitmişti.

Barkın ile para mevzusunu konuştuğumuzda belli bir meblağda anlaşarak paraları birkaç güne Emir’e vermeye planlamıştık.

Dinlenme odasında öylece otururken Yıldırım ve Tekin arasında çıkan sürtüşme ile pek ilgilenmemiştim. Düz bakışlarımla inatlaşan adamlara bakarken konudan bir o kadar uzaktım.

Kalender yanıma kayarak, “Sıkıldın mı?” dediğinde yüzümü buruşturup başımı salladım.

Pat diye açılan kapı ve içeri giren Erdemle Ertuğrul, “Kapıyı çalsaydın keşke.” Dediğinde Erdem umursamadan bana döndü. “Komutanım acil 7.alaya geçmemiz gerekiyor. Saldırı düzenlenecekmiş Komando timi destek çağırısı yolladı, sadece yarım saatimiz var.”

Apar topar odadan çıktığımızda teçhizat odasına yönelerek, hazırda bekleyen çantaları kapının yanına ittik. Tişörtümün üzerine çelik yeleğimi giyip kamuflajımı üzerime geçirdim.

“Komutanım sizin tüfek hazır mı, hazırlayayım mı?” Ertuğrul dolabımı açıp tüfeğimi çıkarıp bana baktı.

“Hazırla hemen çantalara bakıyorum ben.” Hızlıca çantalardaki mermileri çıkardığımda yere yığdım. “Herkes üzerine yerleştirsin, çantayı elden ele dolaştıramayız.”

Ertuğrul tüfeğimi hazırladığında sırtıma asarak yedek mermilerimi de ceplerime doluşturdum. Yumruklanan kapı ile hızlıca çıktığımızda, Yiğitler ve yeni gelen timlerin de hazır bizi beklediğini gördüm.

“Yüzbaşım durum ciddi miymiş?” Yanımda yürüyen Göktürk’e bilmiyorum dercesine baktığımda koşarak zırhlı araçlara bindik. Yiğitler ve benimkiler bir araçta sıkışmış, diğer timler diğer araçta sıkışmıştı.

Kucak kucağa kalan Yıldırım ve Emir bana baktıklarında, Yıldırım’ı ittirerek ayağımın ucuna düşürdüm. “Yere otursana Çaylak!”

Barkın tüfeğinin dürbününe bakarken gene ciddiyet maskesini takmıştı.

“Emek ile konuştun mu bugün hiç?” Kalender yandan bana bakarken başımı iki yana salladım. “Sabah bir şey sormak için aramıştım ama ulaşamadım. Umarım iyilerdir.”

Son hız giden zırhlı araç sayesinde on dakika gibi kısa bir süre içerisinde alaya gelmiştik. Yüzümüz gözümüz kapalı, başımızdaki kasklar ve iri gözükmemize neden olan kamuflajlar ile koşarak alayın demir kapısından atladık.

Alayın içine girdiğimizde, etrafa mevzilenen askerleri gördüm.

Bağıran bir kadın sesi duyduğumda kalbim tekledi. “Dayanın çocuklar bunu da atlatacağız!”

Gür bir sesle, “Emek!” diyerek bağırdığımda bağırışlar kesildi. Koşarak sesin kaynağını aramaya başladığımızda çatıya çıkan merdivenin önünde konuşan kadını gördüm.

Kamuflajların gizleyemediği tek yer mavi gözleriydi. Ciddiyetle bana döndüğünde gözlerimi tanımış gibi omuzlarını düşürdü. “Armin…”

Kadir, Emek’in arkasında belirdiğinde, “İyi ki geldiniz, sayımız çok azdı.” Diyerek sert bir sesle konuştu.

Arkamda kalan Yıldırım’a döndüğümde, “Keskin, çatı.” Diyerek merdiveni işaret ettim. Barkın omzuma dokunduğunda onunda gitmesi adına kenara çekildim.

Emek kendi timini de mevzilenmeleri adına belli noktalara yönlendirdiğinde, yanımda Emek dışında yalnızca Kalender kalmıştı. Emek tam bir şey demek için ağzını araladığında dışarıdan gelen mermi sesleri ile kısık bir küfür savurarak çatıya koştum.

Kalender de peşimden geldiğinde çatıda dört kişi odluk. Alayın kenarlarından sıkan piçleri dürbünle yakınlaştırdığımda, kulağımdaki kulaklığa vuran yer koordinatları ile adamların yerlerine dikkat kesildim.

“Komutanım atış?”

Yıldırım dikkatini bozmadan mırıldandığında, “Atış serbest!” diyerek bağırdım. Gördüğüm her pisliğe sıkmaya başladığımda, git gide çoğalan tiplere iğrenerek baktım.

“Nereden çıkıyor bu piçler?!” bir askerin bağırışını duyduğumda ister istemez güldüm.

“Komando durum bildir?” Emek’in sesini duyduğumda kulağıma dolan durum bilgileri ile derin bir nefes aldım. Sindiğim çatının üzerinden önüme gelene sıkmaya devam ederken Barkın kükrercesine bağırdı. “Bomba!”

Yerime iyice sinmiş sıkmak için hazırken sarsılan çatı ile bedenim kaydı. “Ha siktir!”

“Komutanım!”

“Armin!”

Kalender zorla bedenini süründürerek beni tuttuğunda, etrafı kaplayan toz ile zorla gözlerimi araladım.

“Komutanım Ali! Ali vuruldu!”

Kulağıma gelen bağırışların arasından Emek’in sesini duydum. “Ali revire yakındı… Doktorun yanına bırakın onu!”

“İkinci bombayı atmaya hazırlanıyorlar!” Barkın bağıran tekrar mevzilendiğinde, bombayı gördüğü yere ateş etti. Ateşle eş zamanlı patlayan bomba ile tekrardan sarsıldık.

“Revirin olduğu katı hedef alıyorlar vurun!” Var gücümle bağırdığımda mevzilenerek saklanan bir pisliği daha indirdim.

“Armin komutan, sizin timde var mıdır doktor?” tanımadığım bir adamın sesini duyduğum gözümü dürbünden çekmeden, “Yaralı mı var?” dedim. “Benim timden iki onbaşı vuruldu, revirin doktoru ve komandoların doktoru yetişemiyor adam lazım.”

Sıkmaya devam ederken, “Tekin neredesin?!” dedim mermi seslerini bastırmaya çalışıp bağırırken. “Komutanım revire geçiyorum hemen.” Kulaklarım çınlarken gözümü tozlara inat zorla açıyordum. Sıktığım her pislik yere yığılırken Yıldırım nasıl beceriyorsa ben birine sıkarken o üçünü birden deviriyordu.

“Bomba!”

Bağırış ve patlama sesini aynı anda duyduğumda bedenim sertçe bir yere savruldu. Başımı çarptığım yerden acıyla kalkmaya çalıştığımda yüzüm buruştu. Sırtıma saplanan keskin ağrı ile inlediğimde, “Herkes iyi mi?!” dedim bağırarak.

Kimseden ses gelmeyince panikle doğruldum. “İyi misiniz lan ses versenize!”

“Piçler tam dibimize attılar, sağır oldum amına koyayım!” Barkının söylenmesini duyduğumda sakince duvarın dibine sindim. Bakışlarım etrafta gezindiğinde çatıdan düştüğümü yeni anlayabilmiştim çünkü gözüm anca açılmıştı. Sırtım dışında ağrıyan bir yerim yoktu.

“Kapıyı bombalayacaklar, boşta olan kapıya dönsün!” Kadir’in sesini duyduğumda sürünerek kapıyı görebileceğim bir konuma geldim. Kapıda beliren tiplere hızla sıkmaya başladığımda, benimle aynı anda sıkan adamlar yüzünden pisliğin üzerine ondan fazla delik açılmıştı.

Etraf benim tarafımda temiz olduğunda, “Tekin çok yaralı var mı?” dedim sakince.

Tekin hızla, “Hayır komutanım, üç yaralı vardı hepsini hallettik. Durumları iyi.” Dedi. Yüzümü ovuşturduğumda, kararan ellerime bakarak derin bir nefes aldım.

“Etraf temiz gözüküyor. Çocuklar gözetleme kulesinden bakınca bir sorun var mı?” Emek sakince sorduğunda bakışlarım tekrardan etrafta gezindi. Herhangi bir pislik yoktu ancak tekrardan gelme ihtimalleri vardı. Buna nasıl cüret ederlerdi ayrı bir konuydu lakin, bizde onlar için dökülecek bir kan yoktu. Canımız kan çekerse biz onları kanatırdık.

“Komutanım alay çevresi temiz, görünürde kimse yok.”

Oturduğum yerden boş boş etrafı izlerken tepemden bir ses yükseldi. “Lan komutanım! Komutanım ne ara düştünüz siz?!” Yıldırım şaşkınlıkla bana baktığında gülerek haline baktım. “Üçüncü bombada gittim kanka kusura bakma.”

Yıldırım çatıdan yanıma atladığında, “Estağfurullah komutanım, o nasıl söz öyle?” dediğinde Barkın ve Kalender de yanımıza inmişlerdi.

“Emir ve Ertuğrul nerede?” Şaşkınlıkla Kalender’e döndüğümde Kalender bilmiyorum dercesine omuz silkti.

“Buradayız komutanım!” Ertuğrul’un koluna girmiş gülerek bize yaklaşan Emir havayla konuştuğunda hâllerine şen bir kahkaha pattım. “Delisiniz oğlum siz.” Gülerken Kalender’e dönüp, “Tam da canım sıkılıyor demiştim, şansa bak!” dediğimde herkes gülmeye başlamıştı.

Karşıdan bize doğru koşan bir kamuflaj gördüğümde yaklaştıkça bu kişinin Emek olduğunu anladım.

“Bir sorun yok değil mi?”

Bacaklarımı önce uzatarak, oturduğum yere iyice kuruldum. “Kızım yardıma geldik zaten ne sorunu?” Emek yüzünü buruşturup bana baktığında, düşerken yüzümden kayan bezi boynuma çektim.

Aklıma gelmiş gibi, “Bu arada iki oldu bak bir daha gelmem.” Dediğimde daha önce onlara yardıma gittiğimizde dediklerimi ima ettim. Emek omuz silkerek kollarını göğsünde topladı. “Allah’ın hakkı üçtür diyeceğim de umarım gene böyle bir şey yaşanmaz.”

“Yüzbaşım, gidelim mi yavaştan?!” Göktürk arkasına topladığı Yiğitler ile yanımıza geldiğinde Kalender beni kaldırdı. “Gidelim yüzbaşım.”

Emek ile vedalaştığımızda tekrardan zırhlı araçlara geçtik. Sırtım cidden ağrıyordu çünkü sert bir şekilde düşmüştüm.

“Komutanım yemeğe ne zaman gidiyoruz?” Yıldırım gülerek Göktürk’e baktığında Göktürk de aynı şekilde güldü. “Gideriz koçum bir soluklanalım hele.” Kısa yolculuğumuz Yıldırım’ın ve Emir’in ne yemek yiyeceği hakkında ettikleri sohbet ile geçerken nihayet tugaya geri gelmiştik.

Hava kararmaya başlamıştı. Teçhizat odasında üzerimizdeki askeri malzemelerden kurtulduğumuzda aniden aklıma düşen şeyle Kalender’e döndüm. Kalender söyle dercesine bana bakarken, “İçmeye gidelim mi?” dedim aniden.

Bir anda bütün bakışlar bana döndüğünde, usulca yüzlerine baktım. Kalender gülerek beni kolunun atlına çektiğinde, “Komutanımızın canı çekmiş, tabii gideceğiz.” Dediğinde gülerek Kalender’e baktım. Aklıma gelmiş gibi hafif geri çekildiğimde, “Ama kocam da gelsin.” Dedim usulca.

Tekin burun kıvırarak, “Yeni gelin işte.” Dediğinde Barkın Tekin’i kenara ittirdi. Tekin çarptığı dolaba tutunarak, “Göktuğ da gelsin.” Dediğinde hâllerine güldüm.

“Eve geçip mi gidelim, direkt mi?” Emir kenardan bana baktığında, “Evler çok uzak değil bir uğrayıp çıkalım size de uyarsa… Çünkü Göktuğ’unun annesi ve kardeşi bizde onları uğurlayacağım havalimanına.” Dedim aklıma yeni gelmiş gibi.

Hepsi onayladığında Göktuğ’u aramaya başladım.

“Saldırı düzenlenmiş, haberlerde gördüm, bir sorun yok değil mi?” Hızlıca telefonu açan adama karşılık, “Bizde oradaydık, herhangi bir sorun yok. Beni tugaydan alsan diyorum…” dedim sakince.

Göktuğ zaten dışarıdaymış gibi, “Annemleri havalimanına bırakacaktım, yoldayım. Yol üstünden sana uğrayalım hem gitmeden görmüş olursun.” Dedi.

Üzerimdeki çelik yeleği çekiştirirken Tekin yelekten çok benim can çekiştiğimi görmüş gibi yeleği üzerimden tek çırpıda çıkardı.

“Tamam o zaman bekliyorum.” Telefonu kapattığımda herkes işini bitirmişti. Sakince dışarıya çıktığımızda soğuktan sağa sola sallana sallana bir sigara yakmıştım. Kalender bu sefer benden otlanarak cebimden sigara aldığında, sigaramın ucunu sigarasına bastırdım.

Aynı anda dumanı havaya üflediğimizde bir anda uluyan Yıldırım ile şaşkınlıkla yüzüne bakakaldım.

“Napıyon la sen?” Ertuğrul’un Ankara damarı tutmuş gibi Yıldırım’a söylendiğini duyduğumda şen bir kahkaha patlattım.

“Komutanım aynı anda üfleyince bir gaza geldim, kusura bakmayın.”

Kalender’e omuz atarak sağa sola zıplanırcasına sigara içmeye devam ettim. Cidden Hakkâri’de her an kıştı resmen.

Kalender az önce yaptığım gibi bana omuz attığında karşıyı işaret etti. “Geldi seninki.”

Omuz silkerek iki adım attım. “Gidiyorum ben. Sizlerle daha fazla muhatap olamayacağım, kocam geldi!”

Hepsi güldüğünde erlerin tanıdıkları için içeriye aldığı adamla aramızdaki mesafeye rağmen göz göze geldik. Kalender’e dönüp, “Meyhane var mı burada?” dediğimde Kalender başını salladı. “Sen uğurla misafirlerini konumu yollarım guruba.”

Hepsi peşime takıldığında arabadakilere selam verip erkenden yola çıktılar. Yan koltuğa geçtiğimde arkadaki üçlüye dikiz aynasından baktım.

Güliz başını Gök’ün omzuna yaslamış kızarık gözleriyle yolu izlerken Gök de boş bir şekilde yeri izliyordu. Gamze annem de usulca yolu izlerken Göktuğ’a döndüm.

Hissetmiş gibi bana baktığında, “Var mı yaralı?” dedi böyle bir şey istiyormuş gibi. Başımı salladım. “Üç yaralı vardı, Tekin ilgilenmiş ama sorun yok.”

“İyi bari. Sende bir şey var ama çözemedim.” İşkillenmiş gibi ara ara bana döndüğünde, ağrıyan sırtım yüzünden yüzümün buruştuğunu kast ettiğini anladım. Sakince, “Bomba attı şerefsizler, çatıdan düştüm.” Dediğimde arabayı sertçe durdurdu. Hızla bana döndüğünde, “Yaralandın mı?” dedi üstümü süzerek.

Gök aramızdan başını uzatarak, “Yenge bir sorun mu var?” Dediğinde hızlıca başımı iki yana salladım. “Düşünce sırtımı çarptım, ağrıyor biraz bir şeyim yok.”

Göktuğ elimi sıkarak arabayı çalıştırdığında uçuşlarına yetişmek adına hızlıca havalimanına gelmiştik. Apar topar çıktıkları için yanlarında hiçbir şey yoktu o yüzden sakince sarılarak üçünü de uğurladık.

Gidişlerini Göktuğ’unun koluna sarılmış izlerken iyice bizden uzaklaşan üçlü ile Göktuğ’a döndüm. “İçmeye gidiyoruz.”

Göktuğ şaşkınca bana baktı. “Nereye?”

Omuz silkerek söylendim. “Meyhaneye.”

 

KURTULUŞ

Üzerimdeki saten gömleğin bir düğmesini daha açarak rakımı kafama diktim. Hızlıca dolan bardaklar ile etrafımı izlemeye başladım.

“Vay anasını avradını, bizimde baya içesimiz varmış.” Tekin gözlerini zor aralayarak mırıldandığında Ertuğrul gülerek bardağını Tekin’in bardağına vurdu. “Sus da iç işte başka ne zaman içeceksin?”

Yıldırım ayaklanarak bardağını kaldırdığında, “Kaybettiklerimize.” Diyerek dudaklarını yaladı.

Hepimiz rakı bardaklarını aynı noktaya kaldırıp tokuşturduğumuzda bir yudum aldık.

Bu sefer ayaklanan bendim. “Kaybettiklerimize ek kazandıklarımıza.” Hepsi gülerek bardağıma vurduklarında usulca yerime oturdum. Rakıyı hızla başıma diktiğimde hafif çakır keyiftim ama sorun yoktu.

“Hızlısın sevgilim.” Yaslandığım adam kulağıma fısıldadığında aman dercesine elimi savuşturdum. “Aman ölümlü dünya sevgilim, şimdi içmeyip ne zamana içeceğiz?”

Biten mezelerin yerine konulan yeni mezelerden birine çatal attığımda, hoşuma giden mezeye ek rakımı içtim.

“Sanırım kardeşim elden gitti.”

Kalender ellerini başına yaslayarak ağıt yakarcasına konuştuğunda Tekin gülerek Kalender’e baktı. Kalender önündeki kuruyemişten bir tane alarak Tekin’e fırlattığında, “Gülme lan! Düğünde de sırnaştın zaten pamuk gibi kardeşime!” Diyerek yüzünü buruşturdu.

Gülerek Göktuğ’unun göğsüne yaslandım. “Sende bırak şunları artık, seviyorlar birbirlerini işte.”

Kalender bana bakarak rakısını havalandırdığında gülerek aynı şekilde karşılık verdim.

Tekin bir anda üzgünce masaya eğildi. “Komutanım Mine düğündeki tekliften sonra bana pek pas vermedi yalnız. Ben nereden bileyim Kalender komutanlarımın ailesini de çağırdığınızı… Babamın önünde yaptığın iş mi dedi.”

Kalender Tekin’e eğilip, “Sen dua et babam dövmedi seni.” Dediğinde Tekin sakince rakısını içmeye devam etti.

Ertuğrul bir anda, “Annemi özledim desem çok mu absürt olur?” dediğinde herkes sustu.

Tekin omuz silkerek Ertuğrul’a baktı. “Bende özledim.”

Barkın alayla güldü. “Tanımıyorum ama bende özledim.”

Bardaklarını birbirine çarpan üçlüye bakarak burukça güldüm. Meyhanede diller çözülür, gizli saklı olmazdı. Sanırım benim hiçbir zaman özleyeceğim öz bir annem olmayacaktı.

Göktuğ anlamış gibi şakağıma ufak bir öpücük bıraktı. “Her zaman yanındayım.”

Gülerek yüzüne baktım. “Yanımdasın sevgilim.”

Masadan yükselen kahkahalar, yeni açılan sohbetlerin derinliği derken onlara gerçekten de ne kadar alıştığımı gördüm.

Barkın ve Emir’in omuz omuza ettiği özel sohbetler, Yıldırımla Tekin’in, Kalenderle Ertuğrul’un daldığı konular git gide derinleşirken rakımı yudumlayıp keyiflenen adamları izlemeyi sürdürdüm.

Gecenin ilerleyen saatlerinde hepsi yavaştan kafayı attırmıştı. Çok sarhoş olmasalar bile keyifleri yerindeydi anlayacağınız…

Rakımı masaya usulca bir kez vurduğumda bakışlar rakı gibi usulca bana döndü.

Ağırca yutkundum. “Zaman ne kadar akıp geçse de bu masada hissettiğim samimiyetin bir zerresin başka bir yerde hissedemezdim sanırım. Beni kendinize alıştırdınız çocuklar… O zaman, seneler de geçse bu masada hep beraber oturalım. Belki kayıplarımız var belki yaralarımız, her ikisini de beraber saracağız. Hadi bakayım, göreyim bardakları!”

Hepsi ufak bir tebessümle bardağını havalandırdığında, bardağımı her bardağa aynı özenle çarptım.

Hepsi benim için çok özeldi. Yıldırım; kardeşim, Tekin ve Ertuğrul; eksik parçalarım, Kalender; senelerdir onunlaymışım gibi göz açıp kapamama gerek kalmadan beni anlayan ruhum, Emir; atik ve haylaz gözükse de içimdeki çocuğun ikizi, Barkın; ilk yaslandığım koca dağım ve sırdaşım…

Her biri ayrıydı, her biri birbirinden özel…

Usulca Göktuğ’a dönerek dudaklarına minik bir öpücük bıraktım. “Varlığına sevgilim, varlığına…”

Rakımı yüzüne doğru kaldırdığımda burnumun ucunu öperek rakısını kaldırdı. “Mutluluğuna sevgilim, mutluluğuna…”

Kurt çifti olarak birbirimizi tamamlayan özel bir ikiliydik. Ben Göktuğ’u rastgele sevmemiştim. O sanki bana ait bir parçaymış gibi beni bulmuş ve çekmişti. Biz her daim birbirimize aittik ve bu aitlik asla bozulmayacaktı…

 

Göktürk-Armin inatlaşması?

Göktuğ'un Armin'i merak edip aramasını doğru buluyor musunuz? Armin'in tepkisi sizce doğru muydu?

Operasyon var!

Armin'in operasyonu hakkında neler düşünüyorsunuz?

Kalender'in her daim Armin'in yanında olması...

Göktuğ'un kavgada haklı olduğunu düşünüyor musunuz?

Gök ve Güliz kavgası hakkında?

Göktuğ'unun etik kavramı? (Telefon dinlememesi...)

Emek'leri 2.kurtarışımız...

Çatışma?

Meyhane?

Sanırım meyhanede derin izler bırakılacak...

Genel olarak nasıl bir bölümdü, yorumlarınızı bekliyorum.

Bölüme oy vermeyi unutmayın ballarım. Pamuk eller yıldıza!

Ayın 25'inde bölümde görüşmek üzere, seviliyorsunuz.

 

11.01.2025

 

Sevgilerle, Duru TAŞKULAK

Bölüm : 11.01.2025 19:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Duru Taşkulak / ÖLÜMLE BAŞ BAŞA / 38.BÖLÜM- MEYHANENİN ÇÖZÜLMÜŞ DİLİ
Duru Taşkulak
ÖLÜMLE BAŞ BAŞA

27.86k Okunma

2.26k Oy

0 Takip
41
Bölümlü Kitap
1.BÖLÜM- BEDENİMDE DEĞİL RUHUMDA SIZI2.BÖLÜM- ÖZÜRLER VE SÖZLER3.BÖLÜM- ÇAKIR İLE TAN DAVASI4.BÖLÜM- EVVELİM SEN OLDUN AHİRİM SENSİN5.BÖLÜM- YENİ BAŞLANGIÇLAR YENİ KURTULUŞLAR6.BÖLÜM- ÖLÜMÜNE İÇTİMA7.BÖLÜM- BU DA İNSAN BU DA CAN8.BÖLÜM- AJANLAR & BORDOLAR9.BÖLÜM- ESKİMİŞ TREN RAYI10.BÖLÜM- MASKENİN ARDINA SAKLANAN ACILAR11.BÖLÜM- BİR BORDO MESELESİ12.BÖLÜM- ASLANIN İÇERİSİNDEKİ KEDİ13.BÖLÜM- KANLAR VE GÖZYAŞLARI14.BÖLÜM- KIRILMIŞ KALBİN PARÇALARI15.BÖLÜM- GÜNLERE DEVRİLEN HAFTALAR16.BÖLÜM- CAN YARISININ KATİLİ17.BÖLÜM- AÇIKLANAMAYAN GERÇEKLER18.BÖLÜM- İHANETLERİN HANÇER DARBELERİ19.BÖLÜM- BAZI VEDALAR CAN YAKARMIŞ20.BÖLÜM- DOLAP CESET KANLANMASI21.BÖLÜM- SESSİZ HAYKIRIŞLAR BİR GÜN ÖLÜMLE SON BULUR22.BÖLÜM- SAHAYA MEN23.BÖLÜM- PSİKOLOG BEY24.BÖLÜM- YAŞARKEN ÖLENLER25.BÖLÜM- İSTİHBARATA İLK ADIM26.BÖLÜM- ATAĞA KARŞILIK ATAK27.BÖLÜM- AŞK DEDİĞİN28.BÖLÜM- SEVİLENLER VE SEVGİSİZLİĞE MAHKÛM OLANLAR29.BÖLÜM- SEVGİLİ SEVGİLİM30.BÖLÜM- GEÇE KALINMIŞ İNTİKAM31.BÖLÜM- MAZİNİN ZEHİRLİ SARMAŞIKLARI32.BÖLÜM- SON BAKIŞTAKİ GÖZLER33.BÖLÜM- ENDİŞENİN RENGİ34.BÖLÜM- TAN'IN KURT'A EVRİLDİĞİ SAHNE35.BÖLÜM- GÜZELLER İÇİNDEN BİR SENİ36.BÖLÜM- YENİ DÖNEMİN KAPILARI37. BÖLÜM-İSTİRİDYENİN İNCİSİ38.BÖLÜM- MEYHANENİN ÇÖZÜLMÜŞ DİLİ39.BÖLÜM-ADI YAŞATILAN SÖZ40.BÖLÜM- ÖLÜMLE BAŞ BAŞA (FİNAL)ÖLÜMLE BAŞ BAŞA- Göktuğ Kurt Özel
Hikayeyi Paylaş
Loading...