
Aşklarım, canlarım, ballarım...
Ben geldim!
Ölümle Baş Başa evrenine veda için artık son 1!
Benim için çok ayrı bir evren. Çok ama çok garip duygular besleyen bir yuva... Bu yuvaya veda etmek zor olacak.
Bu bölümde artık biraz zaman atlaması yapma vakti gelmişti ve öyle de oldu. Zaman atlamalı tatlı ve duygu seli yaşatacak ağır bir bölümle sizlerleyim. Yazmak istediğim çok şey var lakin kendimi finale saklıyorum. Bu arada final, 28 Ocak Salı günü yayında olacak. Son iki bölüm arasını çok açmak istemedim.
Ölümle Baş Başa ve diğer kurgularımdan haberdar olmak için sosyal medyaya deavetlisiniz!
Kendi hesabım: durukurtk
Kitap hesabımız: olumlebasbasaaofficiall
Bölüme başlamadan önce yıldıza basmayı ve finale yaklaşmamızın şerefine güzel yorumlarınızı bana sunmayı ihmal etmeyin.
Sizleri çok seviyorum, keyifli okumalar ballarım!
Bölüm Şarkıları,
Adele- Lovesong
Aşkın Nur Yengi- Yalancı Bahar
Barış Manço- Dönence
Bedük- Santa Fe
Dolu Kadehi Ters Tut- Dilerim Ki
Mabel Matiz- Ya Bu İşler Ne
Sezen Aksu- Bir Zamanlar Deli Gönlüm
39.BÖLÜM ADI YAŞATILAN SÖZ
3 SENE SONRA…
Sırtım kapıya yaslı, ellerim dudaklarımın üzerinde sıkı sıkı baskı uygularken bacaklarım usulca zemine düştü. Dudaklarımın arasından kopan hıçkırık ile omuzlarım şiddetle sarsılmaya başladığında yere savrulan kâğıda bakakaldım.
Birkaç ay sonra evlilik yıl dönümümüzdü ve ben Göktuğ’a güzel bir haber vermek adına çırpınırken gene dibe batmıştım.
Ayların yıla devrildiği sürede onlarca birlikteliğin tek bir meyvesini bile görememiştim. Ben bu hayatta mesleğimden sonra en çok anne olmak istemiştim. Sırf onun gibi kötü biri olmamak için…
İkinci tüp bebek tedavimde olumsuz sonuçlanmış, hiçbir yol katedememiştim. Çok istiyordum. Göktuğ ve benden bir parçaya hayat vermeyi… Olmuyordu, imkânsız diyorlardı ama bu durumu kabullenmek çok zordu.
Titreyen ellerimle kâğıda uzandığımda, yaşlı gözlerim onlarca kez satırların üzerinde dolaştı. Olumsuz yazıyordu işte. Olmuyordu.
Gözlerimden akan yaşlar satırların üzerine akmaya başladığında dudaklarımın arasından güçlü bir inilti firar etti.
“Yapamıyorum! Olmuyor yapamıyorum!” Ellerimi sertçe saçlarıma sardığımda başımı iki yana sallayarak fısıldadım. “Anne olamıyorum.”
Göktuğ çok güzel bir baba olurdu. Gözlerindeki isteğe bizzat şahit olduğum gece, onu içime buyur ettiğim geceydi. İstiyordu ama her sonucun olumsuz olduğunu gördüğünden bunu dillendirmiyordu.
İlk tüp bebek tedavisinin sonucu olumsuz geldiğinde, boşanmak istediğimden bahsetmiştim. Bunu duymak bile onu sinirlendirmiş gibi hızlıca evden ayrılmış sabah yanıma gelir gelmez bu konuyu bir daha açmamam adına beni sıkıca tembih etmişti. Sinirlenmişti. Lakin bana kibar bir dille karşı çıkmış, asla kırmamıştı.
Bu konu canımı çok sıkıyordu. O muhteşem bir baba olabilecekken benim yüzünden olamıyordu. Bunu asla hak etmese de beni sevdiği için ağzını bıçak açmıyordu.
Yaslandığım kapı sertçe çalmaya başladığında ellerimi ağzıma kapattım. Hıçkırıklarım şiddetlenirken genzimden gelen mırıltılar ile gözyaşlarım şiddetlendi.
“Armin aç şu kapıyı.”
Başımı dizlerime gömdüğümde baskın bir sesle konuştu. “Aç şu kapıyı ya da çık arkasından.”
Beni bu şekilde görmesini istemiyordum. Kabul, beni çok kez yıkılmış görmüştü ama bebek konusunda onu daha fazla hayal kırıklığına uğratmak istemiyordum.
“Kapının arkasından çekil Armin.” Bedenimi usulca kenara kaydırdığımda kapı sertçe arkaya savruldu. Yüzümü dizlerimin arasından çıkarmadan sessizce ağlamaya devam ederken önüme çömelen adamın varlığını, bacaklarıma sürten kıyafetinden anladım.
“Bana bak.” Başımı belli belirsiz iki yana salladım. “Git lütfen.” Eli sertçe çeneme sarıldığında bakışlarımız kesişti. Sinirle bakan gözlerine bakmak istemediğim için gözlerimi kaçırdığımda çenemi hafifçe sıkarak ona bakmamı sağladı.
“Bu mu tek sorunun?” Kâğıdı bana doğru salladığında yüzüm acıyla buruştu. “Ya istemiyorum diyorum. Ben seninle çocuk yapmak için mi evlendim Armin? Bazen kendimi çok zor tutuyorum bağırmamak için… Neden anlamıyorsun? Olmuyorsa olmuyor, uzatmanın alemi yok ki. Hem sen askersin, yoğunsun… Benim hastalarım git gide artmaya başladı bunu sende biliyorsun. İkimizde bunun için çabalamıyorken, neden kafana takıyorsun? Yapma bunu Armin. Kendini yorduğuna değmez güzelim.” Kâğıdı buruşturup sertçe dolaba fırlattığında kollarını bedenime sararak beni kendine çekti.
Yüzüm göğsüne denk gelirken acıyla inledim. “Ben ona kendimi ispatlayacaktım… Nasıl anne olunur, minik bir bebeğe nasıl güzelce bakılır onu gösterecektim. Ben onun gibi bir anne olmayacaktım Göktuğ! Anne olmak en çok benim hakkımdı, o hakkı elimden aldılar!”
Ellerimi göğsüne yaslayarak geri çekildim. Dikkatle gözlerine baktığımda, “Ben çok istiyorum anlıyor musun? Senden, benden bir parçayı büyütmeyi çok istiyorum… Sen çok güzel bir baba olacaktın, bende iyi bir anne olmaya çalışacaktım. Güzel olacaktı. Her şey yolunda gidecekti. Olmadı! Yapamıyorum! Lanet olsun Göktuğ, yapamıyorum!” diyerek acıyla bağırdım.
Gözlerimden akan yaşlar üzerime damlarken dudaklarım hüzünle buruştu. “Anne olmak istiyorum.” Ellerimi sertçe başıma vurduğumda hızla ellerimi kavradı. “Bırak! Bırak beni, yapamıyorum bırak!”
Yüzümü yere eğdiğimde sinirle konuştu. “Bana bak.”
Başımı iki yana sallayarak sert bir çığlık attım. “Neden olmuyor?! Ben bunu hak edecek hiçbir şey yapmadım ama olmuyor! Bıktım, bıktım, bıktım artık her şeyin benim üzerimden oynanmasından bıktım artık!”
“Bana bak, yeter artık. Olmuyorsa olmuyor, hem bu konuyu seninle daha önce de konuştuk. Kendine gel artık canımı sıkıyorsun Armin.” Beni sıkıca göğsüne bastırdığında kollarım güçsüzce iki yana düştü. Göktuğ beni hafifçe iterek yüzüme baktı. “Evraklarımız hazır, sadece gidip konuşmamız lazım biliyorsun değil mi? Sen evet de önüne dünyaları sererim ama sadece evet de Armin.” Kararsızca yüzüne baktım. Bu hemen karar verilecek bir konu değildi elbet ama onlarca kez dillendirdiğimiz için de Göktuğ ağzımdan çıkacak tek kelimeye bakıyordu.
Ağlamam durulmaya başladığında titrek bir sesle sordum. “Yapabilir miyim? Yapabilir miyiz Göktuğ? Hiçbir evlat anne babasını seçemez, ya büyüyünce bizi istemezse?”
Göktuğ buruk bir gülümsemeyle yüzümü izledi. “Senin gibi bir annesi varken daha ne istesin ki güzelim? Hem, onu en iyi şartlar altında büyüteceğimizi biliyorsun… Sadece bana cevap vermen lazım.”
İlk tüp bebek denemesinin sonuçları olumsuz çıkınca Göktuğ ile ortak bir fikirde karar kılmıştık lakin ikinci kez denemekten de geri kalmamıştım.
Biz bir bebek evlatlık edinmek istiyorduk.
Ben üçüncü kez denemeye kararlıydım ancak Atalay bedenimin bu tedaviyi üçüncü kez kaldırmayacağını, kaldırsa dahi rahmimin ciddi manada hasar alacağından bahsetmiş ve tedaviyi onaylamamıştı. Aynı şekilde Göktuğ’da bu konuya sıcak bakmıyor ve evlatlık edinme işindeki ciddiyetini vurguluyordu.
Yanan gözlerimi kırpıştırıp güzel gözlerine baktım. “Yapabiliriz değil mi? Hep yanımda olacaksın ve onu beraber büyüteceğiz, değil mi?” Göktuğ acıyla karışık bir gülümsemeyi bana yollayarak dudaklarını ateş basmış alnıma bastırdı. “Yapabiliriz bebeğim. Her daim yanında olduğum gibi onu büyütürken de yanında olacağım.”
Dudaklarımın arasından mutlu bir nefes kaçtı. “O zaman gidelim. Zaten planlamıştık her şeyi, gidelim bir an önce.”
Göktuğ kollarını belime sararak beni kucağına çekti. “Gidelim bebeğim, halledelim her şeyi.”
Bir müddet öyle kaldıktan sonra banyoya çekilmiş ve yüzüme çarptığım sular ile biraz toparlanmayı ummuştum. Çeneme kadar kayan damlalar usul usul yere damlarken ıslak yüzümü kurulayıp banyodan çıktım.
“Aşkım.” Mutfaktan bana seslenen adama yöneldiğimde sakince yüzüne baktım. “Ne oldu?” Elindeki su bardağını tezgâha bıraktığında, “Kalender sana ulaşamamış, tugayda işleriniz varmış sanırım. Yorgun değilsen seni bırakmamı ister misin?” diyerek bana yaklaştı.
Hızlıca cebimdeki telefonu çıkardığımda, mesajlar ve aramaların üst üste düştüğünü gördüm.
Bir şey mi oldu korkusuyla Göktuğ’a baktığımda, “İşin yoksa beni de bıraksan? Yoksa kendim de gidebilirim.” Dedim usulca.
Göktuğ beni kolunun altına çekerek ayakkabılığın önüne sürüklediğinde, “Tek işim evlatlık edinme evraklarına tekrar göz atmak. Seni bırakayım sonra haberleşiriz olur mu?” diyerek bana döndü. Başımı salladığımda postallarımı giymek için eğilecekken Göktuğ benden önce davranarak postallarımı sakince giydirmeye başladı.
“Her şey güzel olacak yavrum, kocan yanında.” Bacağıma minik öpücükler bırakan adamın saçlarını karıştırarak güldüğümde uzaktan bir öpücük yollayarak kendi ayakkabısını giydi.
Hızlıca evden çıktığımızda yolculuğumuz sessiz geçmişti. Biraz yorgundum ve konuşmak da pek içimden gelmiyordu açıkçası.
Göktuğ beni tugayın önünde getirdiğinde yanağına minik bir öpücük bırakarak cipten indim. Kapıyı açan erlere baş selamı verdiğimde, senelere inat değişmeyen odamıza sakin bir giriş yaptım. Hepsi içinde olduğum süreci biliyor ve bana ona göre yaklaşıyorlardı.
Yavaşça koltuğa oturduğumda koltukta sıralanmış adamlara buruk bir gülümsemeyle baktım. Saçımın üstlerine düşmeye başlayan beyazların farkındaydım. Bu süreç beni çok yorduğu için böyle şeyler de normal geliyordu. Kızaran gözlerim ve şişmiş yüzümü inceleyen adamlarla göz göze geldim.
Üç senenin bizde bıraktığı pek çok iz vardı. Bunların en başında Serpil Ada -Kadına şiddet uygulayan adamı döven ve Yıldırım’ın sayesinde kurtarılan kadın- ve Ertuğrul’un arasında filizlenen bir aşk vardı. Her ne kadar Ertuğrul başlarda çekilmez bir adam gibi gözükse de Serpil ile oldukça güzel bir çift olmuşlardı. Aralarında şimdilik çok büyük bir olay yoktu belki ama ikisinin de birbirine tutulduğunu görmeyen kör sayılabilirdi.
Tekin ve Mine ikilisi artık tam anlamıyla beraberlerdi. Ciddi giden bir ilişkileri vardı hatta bundan birkaç ay öncesinde de Çiler ailesine giderek kızımızı bir güzel istemiş ve ikili için söz kesmiştik. Kalender her ne kadar Tekin’i pek beğenmiyor gibi davransa da ikisinin ilişkisini destekliyor ve Tekin’e sonsuz güveniyordu.
Yıldırım, annem ve babamla aynı evde yaşamaya başlamıştı. Babamla aralarındaki buzları tamamen eritmeyi beceremeseler de oldukça iyi anlaşıyorlardı. Yıldırım için bir aşk hayatına yolculuk yoktu. O kendini tamamen kadınlardan soyutlamış ve mesleğine odaklanmıştı. Üç senenin en büyük darbesini yiyen kişi de aslına bakarsak Yıldırım olmuştu. Babası ve amcasının para mevzusuna dahil olmak istemediğinden hiçbiriyle iletişime geçmezken, amcası bir gün çıkagelmiş ve bütün düzeni yerle bir etmişti. Yıldırım’ın onun yanında yaşaması adına kurduğu baskı ve amcasının yanında çıkagelen birçok akraba ile Yıldırım hayatının darbesini yemiş gibi yıkılmıştı. Bu saçmalıkların yanı sıra Tuğba; Yıldırım’ın yanına gelmiş, yaptığı her şey için pişman olduğunu ve onu çok sevdiğinden söz etmişti. Yıldırım karşısındaki kadını kırmamak adına büyük bir mücadele vermiş ancak yaşadıklarını atlatamamış gibi bu mücadele hızla dibi boylamıştı. Tuğba’ya karşılık nefretini kusan adam gecenin sonunda soluğu dibimde almış, kollarımda ağlamıştı. Yıldırım artık benim dostum, kardeşim, diğer yarım hatta evladım gibi olmuştu. En kötü zamanlarında hep benimleydi ve elimden geldiğinde ona destek olmaya çalışmıştım.
Barkın ve Emir ikilisinde pek bir olay yoktu. İkili beraber yaşamaya başlamış ve mesleklerine daha sıkı tutunmuşlardı.
Barkın ile aramız, senelerin verdiği yaşanmışlık ile daha da sıkılaşmış, atlatılamayan olaylar olsa dahi ilk anlara nazaran daha iyiydik. Barkın bana verdiği fevri davranışlarını söndürme sözünü elinden geldiğince tutmaya çalışıyor, benim yanımda ve görevlerde sükûnetini koruyordu.
Üç senenin en güzel ve ağzı kulaklara vardıran olayı, Emel teyzemin kanseri yenmesi olmuştu sanırım. Kanseri yenmiş ve hızlıca toparlanmıştı. Sanki bizlere daha sıkı tutunmak ister gibi uygulanan tedaviye olumlu yanıt vermiş, yüzümüzü güldürmüştü.
Tim haricinde başka dostlarımızdan Emek ve Kadir ikilisi iki sene önce sade bir nikah ile dünya evine girmişlerdi. Benim yürüttüğüm Tok Adım operasyonu bütün timleri etkilediğinden, operasyonun bitmesini beklemek istemeyen ikili hızlıca evlenmeyi uygun bulmuşlardı.
Bizim tugayın eli ayağı Erdem ve Şeyma hemşiremiz de geçen yaz nişanlanmışlardı. Oldukça tatlı bir ikili haline gelen çiftimiz, tugayın arasında bir çiçek gibi doğmuşlardı adeta.
Miralay emekliye ayrılmış ve tugaydaki son günü beni yanına çağırarak hayatımdaki pek çok dönüm noktası adına bizzat özür dilemişti. Artık başımızda başka bir albay vardı ve Miralay’a nazaran ondan kaçmıyor ve mesleğime daha sıkı tutunuyordum.
Kaşıkçılardan da ses seda yoktu. Özel bir operasyona çıkacaklarını bana alttan alttan ima eden Hüseyin’den merakla haber bekliyordum ama konu hakkında pek fikrim yoktu.
Samet hâlâ buradaydı. Hakkâri’de olaylar pek durulmadığı için avukatlık işi de iyi gidiyordu. Samet de Tuğba mağduru olduğu için Yıldırım ile omuz omuza oldukça iyi bir dostluk kurmuşlardı. Yıldırım’ın zor anlarında yardıma koşan bir diğer kişi de değerli dostum Samet olmuştu.
Psikoloğum ile artık aydan aya görüşüyor ve genel bir durum analizi yapıyorduk. Artık zamanın verdiği olgunlukla olayları daha da kabullenmiş, yaşanmışlıklar yüzünden karakterim daha da oturmuştu.
Genel olarak oldukça dolu bir üç yıl geçirmiştik. Tok Adım operasyonu çoktan başlamış, timler harıl harıl çalışıyorlardı. Kurtuluş üyeleri zamanlarının çoğunda göreve çıktıkları için onları görmek de pek kolay olmuyordu.
“Komutanım kahveniz soğudu.”
Bir anda silkelendiğimde masada tek kalan kupaya bakakaldım.
“Dalmışım.”
Kalender zamanla daha da olgunlaşan yüzünü bana çevirdiğinde kahvelerine bakarak gülümsedim. İyi olup olmadığımı anlamak isteyen adama gülümsememle karşılık verdiğimde tedavinin olumsuz sonuçlandığını anlaması çok da zor olmamıştı.
“Komutanım.” Bana seslenen Tekin’e döndüğümde senelerin birikimi ile daha da irileşen vücudu yüzünden üç kişilik alan kapladığını gördüm. Gülmeye başladığımda buz mavisi gözlerini belerterek bana baktı. “Üzülmeyin komutanım, bu işte de vardır bir hayır… Sizi böyle görünce biz de üzülüyoruz.”
Tekin’e burukça gülümsediğimde kahvemden bir yudum aldım. Bakışlarım yere dalarken, “Çok istiyordum. En çokta onun gibi bir anne olmamak için…” diyerek fısıldadım.
Barkının oturduğu yerden kalkarak yanımda oturduğunu gördüğümde, bedenimi göğsüne çekti. “Sen asla onun gibi bir anne olmazdın. Olmayacaksın da… Kendini üzmene değmez, elbet vardır bir yolu.” Burukça tebessüm ederek elini sıktım. “Size bir haberim var.” Bütün bakışlar bana kitlendiğinde gülümseyerek yüzlerine baktım. “Zaten düşünüyorduk ama bugün iyice kesinleştirdik… Göktuğ ile evlatlık edinmeye karar verdik.”
Yıldırım gözlerini büyüterek bana baktığında hızla ayaklandı. “Allah! Dayı oluyorum ulan!” Beni sıkıca kendine çektiğinde sırtımı sertçe sıvazladı. Geri çekilerek, “Dayı oluyorum komutanım!” dediğinde gülerek yüzüne baktım.
“Hayırlı olsun komutanım.” Yanımdan aynı anda seslenen Kalender ve Barkın ikilisine gülümsediğimde Tekin donakalmış bir şekilde bana baktı. “Topluca dayı olduk yani…” Tekin kendi kendine mırıldandığında Emir gülerek omzuna vurdu. “Dondu bizimki, çok ani oldu komutanım.”
Gülerek hallerine baktım. “Hayırlısı neyse o olsun.”
Hepsi dediğimi onaylarken Kalender’e döndüm. “Dosya var demişsin, bitirmiştik hepsini.”
Kalender masaya bıraktığım kupayı alarak ayaklandığında bende peşinen ayaklandım. Dışarıya çıktığımızda boş bir çardağa oturduk.
Kupamın sapıyla oynarken, “Bir şey olmuş.” Dedim karanlık bir sesle.
Kalender keskin çene hattını saran sakallarını okşayarak masaya baktı. “Bir şey olmadı aslında.”
Kahvelerini elalarıma iliştirdiğinde alt dudağı hafif öne çıktı. “Bu aralar mental olarak yoruldum biraz, operasyondan yeni döndük zaten biliyorsun… Birkaç güne gene çıkarız herhalde, koşuşturma yordu anlayacağın.”
Gülerek kahvemden bir yudum aldım. “İşimiz bu ciğerim.”
Gülerek bana döndüğünde yüzü geri eski halini aldı. “Kalbim ağrıyor bu aralar.”
Kaşlarım çatıldı. “Nasıl yani, gittin mi doktora?”
Kalender kupanın ağzında parmağıyla çemberler çizerken, “Öyle değil. İçim daralıyor, bir garibim yani.” Diyerek mırıldandı.
Elimi elinin üzerine kapatarak bana bakmasını sağladım. “Anlatmadığın, içinde kalan bir şey mi var?” Başını ağırca iki yana salladı. “Hayır tabii ki. Gizlimiz saklımız mı var? Sadece istemsizce mutsuz hissediyorum.”
Gülerek arkama yaslandım. “Saçma sapan konuşma. Hiçbir şey yokken gene başlama bilmiş bilmiş konuşmaya. Ne desen ertesi güne bir pislik çıkıyor zaten.” Kalender de garip bir ruh hali vardı. Ne hissetse o hissin altından bir bit yeniği çıkıyordu.
Kalender omuz silkerek çardağa yaslandı. “Daralıyorum işte.”
Gözlerimi büyüterek yüzüne baktım. “Bir rakıya çıkarayım istersen seni, uzun zaman oldu.”
Timden sigara içen Kalender ve ben vardık. Ben tedaviye başlayınca mecbur sigarayı kesmiştim. Kalender de göbeği benimle bir kesişmiş gibi sigarayı bırakmış, üç senedir doğru düzgün ağzına sürmemişti.
Yüzünü buruşturarak kupasını kavradı. “Dalga geçme be.”
Gülerek kahvemi içmeye devam ettiğimde bahçede içtima yapan timi gördüm. Tim artık tugayın maskotu haline gelmişti. Komutanları her ne kadar adamlarına diş bilese de bu durum onların pek umurunda değildi.
“Ben hâlâ ısınamadım bunlara.”
Kalender abartma dercesine yüzüme baktı. “Komutanları iyi adammış aslında. Bir ara konuştum, aklı yerinde çok şükür ama diğerleri için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.” Yüzümü buruşturup kahvemi içmeye devam ettim. “En iyisi biziz tamam mı? Benim timim herkesi yer bitirir.”
Kalender gülerek, “Tamam komutanım bizde sizi seviyoruz.” Dediğinde yandan kopardığım yaprağı yüzüne fırlattım. Yani en azından denedim. Yaprak atışın hızına rağmen usulca yere düştü.
“Komutanım!” elindeki telefonu sallayarak bana koşan Yıldırım’a anlamsızca baktığımda, arkasında beliren adamlar ile hafifçe gülümsedim. “Ne oldu gene Çaylak?”
Yıldırım nefeslenerek bana baktı. “Fotoğraf çekineceğiz.”
Gözlerimi devirdim. “Gene niye fotoğraf çekiniyoruz acaba?”
Yıldırım beni ittirerek yanıma oturduğunda diğerleri de çardağın boş kısımlarına oturmaya çalışmıştı. Ama sadece çalışmışlardı çünkü Barkın ve Tekin ikilisinden pek yer kalmamıştı. İkili ayakta dikilmeyi tercih ettiklerinde Yıldırım bana döndü. “Öyle demeyin komutanım bunların hepsi hatıra, sonra açıp bakacağız hep beraber.”
Dilimi damağıma vurup başımı eğdiğimde, Yıldırım kamerayı açarak beni dürttü. Hafifçe gülümseyerek kameraya baktığımda göz altlarımın hafif şiş, göz akımın da hafif kanlı olduğunu gördüm.
Yıldırım peş peşe bir sürü fotoğraf çektiğinde Emir’in Yıldırım’a laf atması ile günü yarılamaya başlamıştık.
KURTULUŞ
Kapıdan çıkmadan arkamda bekleyen adamlara el salladığımda hepsi aynı anda el salladılar. Göktuğ camdan başını uzatıp benimkileri selamladığında ayak üstü sohbet etmişlerdi.
Ana yola çıktığımızda Göktuğ elimi sıkı sıkıya kavradı. “Siparişleri hazırlamışlar, birazdan eve getirecekler.” Kaşlarım havalanırken beklemediğim olay karşısında gülümsedim. “O kadar hızlı mı gelmişler?”
Göktuğ başını sallayarak dediğimi onayladı.
Depo olarak kullandığımız odayı bebek odası haline getirmeye başlamıştık. Karar vermemizin üzerinden neredeyse iki gün geçmişti. Ben lazım olarak kaba eşyaları seçmiş ve Göktuğ’a alması adına yollamıştım.
Eve geldiğimizde kapının önünde bekleyen taşımacıları gördüğümde Göktuğ gülümseyerek kapımı açtı. El ele adamlara ilerlediğimizde Göktuğ adamlardan biriyle konuşarak eşyaları indirebileceklerini söyledi.
Hızlıca eve çıkarak odanın kapısını açtığımızda, adamların nefes nefese taşıdığı koliler ile gülümsedim. “Çok güzel olacak.” Fısıldadığım şeyle Göktuğ kollarını belime sardığında, “Olacak bebeğim, biz senelerdir ne kavgalar atlattık. Bunun mu üstesinden gelemeyeceğiz?” diyerek imada bulundu.
Dirseğimi karnına geçirdiğimde inatla yüzüne baktım. Tamam kabul, ara sıra minik kıskançlık krizlerim olmuştu. Hatta bu krizler yüzünden masasını, kitaplığı baştan sonra yıkmışlığım bile vardı ama hepsinde ben haklıydım. Kadınlar gül gibi kocamı görünce iltifatları, kahkahaları havalarda uçuşturuyorlardı ve bu durum beni sinir ediyordu. Hayır parmağındaki yüzük de mi önemsizdi yani? Sırf yüzüğü görmüyorlar diye Göktuğ’a kafam kadar nişan yüzüğü aldığım günü bile dün gibi hatırlıyordum.
“Ben haklıydım.”
Göktuğ alay edercesine başını salladı. “Tabii tabii, hep sen haklısın zaten bilmez miyim?”
Koluna vurduğumda, “Pislik.” Diye söylendim.
Adamlardan biri Göktuğ’a seslendiğinde odaya girerek kurulmaya başlayan mobilyalara baktım. O kadar minik ve tatlı gözüküyorlardı ki…
Göktuğ adamlara yardım etmeye başladığında zamanın ne kadar çabuk geçtiğini anlamamıştım bile. Oda hızla kurulduğunda, dudaklarımda buruk bir tebessüm belirdi.
Tam kapının hizasında minik bir tahta beşik vardı. Beşiğin üzerinden yanlarına dökülen beyaz tül açık camdan esen hava yüzünden sağa sola sallanıyordu. Beşiğin yanında üç çekmeceli büyük bir komidin vardı. Göktuğ ne ara almıştı hiç bilmiyordum ama çekmeceler bez, emzik ve bir sürü kıyafetle doluydu. Odanın tam ortasında atılmış, beyaz tüylü, minik halı; beşik ve eşyalarla uyumluydu. Duvara astıkları süsler ve odadaki pek çok detayı mimarı kesinlikle sevgili kocamdı.
Mobilyaların tozunu alıp yerleri de bir güzel sildiğimizde yorgunca yere oturdum. “Hangi ara aldın bunca şeyi sevgilim?” Gülerek sorduğum soru ile bedenimi kendine çekip alnımı öptü. “Her şey hazır demiştim.”
Avcum çenesine sarılırken, elalarımı güzel gözlerine sabitledim. “Bir bebek… İkimize ait olacak küçük bir can…”
Göktuğ gülümsedi. Beni kucağına oturtarak gözlerime baktığında, “Bir oğlumuz olsun güzelim.” Diyerek mırıldandı. Kaşlarım çatılırken naif bir sesle söylendim. “Kız istediğini düşünmüştüm.”
Göktuğ dudaklarını birbirine bastırıp başını omzuna eğdi. “Tabii ki önce sağlıklı olsun ama sana erkek anneliği yakışır bebeğim.” Gülerek dediklerini hayranlıkla dinledim. “Oğlunun ismini de buldun mu peki?”
Göktuğ alay edercesine güldü. “Elbette.”
Kaşlarım havalanırken, “Neymiş o?” dedim şaşkınlıkla.
Kollarını sıkıca sırtıma dolayıp, “Mihar Alphan Kurt.” Diyerek fısıldadı.
Şaşkınlıkla yüzüne bakakaldığımda ağırca yutkundum. “Ciddi misin sen?”
“Hiç bu kadar ciddi olmamıştım.”
Ellerimi dudaklarımın üzerine kapattığımda keyifle güldüm. “Oğlumuz olsun, mutlu büyüsün sevgilim.”
Ağırca başını salladı. “Mutlu olacak sevgilim.”
KURTULUŞ
Yüzümü şiddetle tokatlayan soğuk havaya yüzümü buruşturduğumda, Göktuğ’unun sıcak elini sıkıca kavradım.
Göktuğ ben karar verir vermez dosyaları teslim ettiğinden, gereken incelemeler yapılmış, aile ve sosyal hizmetlerden başvurumuzun onaylandığına dair bir haber almıştık.
Şu anda inanılmaz stresliydim ve elim ayağım ciddi manada titriyordu.
“Hadi güzelim, gidelim.” Göktuğ beklentiyle bana bakarken titrek bir nefes verdim. “Ya yapamazsak? Ya ona istediği gibi bir hayat sunamazsak Göktuğ?”
Göktuğ bana boş bir bakış atıp, beni ileri doğru çekmeye başladı. “Saçmala artık, iyilik konusunda annemi bile geçecek potansiyelin var.” Gözlerimi devirerek dediklerine güldüm. Gamze annem her ay yetim çocuklara oyuncak, kıyafet ve okul gibi pek çok temel ihtiyaçlarını karşılıyordu. İyilik konusunda onu geçer miydim, orası muallaktı.
Göktuğ ile sıkı sıkı sarılarak içeri girdiğimizde yetimhane müdürünün odasına geçtik. Odaya üç kahve söylediğinde, sakince kendi kahvesini içmeye başladı. Saçları bembeyaz olmuş yüzünün belli yerleri kırışmıştı. Beyaz saçlarını ensesinde sıkı bir topuz yapmış, üzerindeki ceketi ve bacaklarını sıkıca saran kalem eteği ile tam bir müdüre görünümündeydi.
Kahvesinden bir yudum alarak önce beni sonra da Göktuğ’u süzdü. “Başvurunuz onaylanmış ama benim de sormam gerekenler var haliyle...”
Göktuğ ağırca başını sallayarak kadına döndü. “Elbette, buyurun lütfen.”
Bana bakıp, “Okuduğum kadarıyla askermişsiniz.” Dediğinde başımı sallayarak, “Evet müdüre hanım, askerim.” Dedim.
“Evlatlık edindiğiniz çocuk ile nasıl vakit geçirmeyi düşünüyorsunuz tam olarak?” Ellerimi bacaklarımın üzerine bırakıp sakince konuşmaya başladım. “Eskiden sahalara çıkıyordum ancak sonradan ilgi alanım olan istihbarata yöneldim. Yani görev olsa dahi ben sahaya inmediğim için bu durum çocuğuma herhangi bir sorun yaratmayacaktır. Ona kendimden de iyi bakacağıma şüpheniz olmasın.”
Müdüre hanım başını iki yana sallayarak yüzünü buruşturdu. “Buraya gelip bu cümleleri tekrarlayan pek çok ebeveynden evlatlık edinilen çocukları geri aldılar. Şiddet, tecavüz ve daha nicesi… Askerin bugünü yarını belli olmaz ama gözlerindeki güven beni etkiledi doğrusu.”
Gülümseyerek başımı salladığımda Göktuğ’a döndü. “Sizde psikologmuşsunuz, bunda herhangi bir sorunumuz yok ancak sormak istiyorum… Neden evlatlık ediniyorsunuz? Yani çocuk almanızdaki sebep nedir?”
Gülümsemem ağırca solduğunda kadınla göz göze geldik. Göktuğ tam cevap verecekken konuyu uzatmadan söyledim. “Benim çocuğum olmuyor. İki tüp bebek tedavim de olumsuz sonuçlandı, doktorum üçüncü tedaviyi bünyemin kaldırmayacağını söyledi. O yüzden evlatlık edinmek istiyoruz.”
Müdüre hanım ağırca gülümseyerek ellerini masasının üzerinde birleştirdi. “Aylık geliriniz istediğimiz meblağının da oldukça üzerinde, yaşlarınız zaten ebeveyn olmak için uygun, görünüşe göre mutlu bir evliliğe de sahipsiniz… Zaten başvurunuz onaylandı, son olarak sorayım. Bebek mi yoksa büyük bir çocuk mu evlatlık edinmek istiyorsunuz?”
Göktuğ ile birbirimize bakarak gülümsediğimizde Göktuğ söze girdi. “Biz bir bebek evlatlık edinmek istiyoruz.”
Müdüre hanım gülümseyerek ayağa kalktı. “O zaman sizi bebeklerimizle tanıştırayım.”
Hep beraber ayaklandığımızda müdüre hanım önden yürümeye başladı. Göktuğ’unun elini sıkıca kavradığımda kalbim sertçe çarpmaya başlamıştı.
Müdüre hanım bir kapının önünde durduğunda bize bakarak kapıyı yavaşça araladı. Odaya girdiğimizde yan yana sıralanmış pusetlerin içindeki bebekleri gördüm.
“Gülsüm, çiftimize bebekleri göstermeye geldim sen rahatına bak.” Kadın bize bakarak gülümsediğinde, elindeki biberonu kenara bıraktı.
Müdüre hanım bir beşiğin önünde durduğunda aynı anda bebeğe döndük. “İsmi Ceyda, geleli üç aydan fazla oldu ve oldukça sakin bir bebek.”
Üzerinde pembe zıbını ile bize bakan bebeğe gülümsediğimde arkamdaki beşiklerden gür bir ağlama sesi koptu.
“Gülsüm, gene neden ağlıyor bu?”
Müdüre hanım içeride duran kadına döndüğünde adının Gülsüm olduğunu duyduğumuz kadın panikle beşiğe gitti. “Hiç susmuyor ki hanımım, sürekli ağlıyor.”
Göktuğ’unun elini bırakarak beşiğe döndüğümde gördüğüm bebekle olduğum yere çakılı kaldım. Bebeğin yaşla dolu gözleri aynı benim elalarıma benzerken, biçimli burnu ve minikliğine nazaran oldukça belli çene hattına bakakaldım. Kumral saçları bir-iki telken, kaşları ve kirpikleri kumrallığından kaynaklı yokmuş gibi gözüküyordu.
Dudakları ağlamanın etkisiyle titrerken aniden göz göze geldik. Kısıkça bana bakan bebeğe büyüttüğüm gözlerimle bakmaya devam ederken müdüre hanımın sesini duydum.
“Geleli beş-altı gün anca oluyor. Doğumunun üzerinden tam üç hafta geçmiş, erken doğmuş minik adam… Babası askermiş, tayini sebebiyle buraya gelirlerken yolda bir trafik kazasına kurban gitmişler. Anne sekiz aylık hamileymiş, kazanın etkisiyle doğum başlamış. Hastaneye geldiklerinde baba çoktan hayatını kaybederken anne de doğum sırasında ölmüş.”
Beşiğin içini işaret ettiğimde, “Kucağıma alabilir miyim?” dedim kısık bir sesle.
Müdüre hanım ağlayan bebeğe bakıp usulca başını salladı. “Tabii.”
Sakince beşiğe eğildiğimde bir elimi başının altına diğer elimi de minik poposuna sararak bebeği kendime çektim. Ağlayan minik adama birden susup, akan gözyaşlarıyla bana baktığında göz göze geldik.
“Aşkım şuna bak.” Göktuğ’a seslendiğimde arkama gelen adama başımı kaldırıp baktım.
Göktuğ gülerek parmağını bebişin eline uzattığında, minik elini hızlıca kapattı. “Baksana sustu.” Gülerek dediğini onayladığımda kısık bir sesle fısıldadım. “İkimize çok benziyor.”
Göktuğ yaşların ıslattığı yanağını hafifçe okşadığında, “Senin gibi minik çilleri var.” Diyerek fısıldadı.
Müdüre hanıma döndüğümüzde aynı anda konuştuk. “Onu istiyoruz.”
Müdüre hanım karamsar bir tavırla ikimize baktı. “Çok ağlıyor ve sesi de oldukça kuvvetli, emin misiniz gençler?” Gözlerimde kollarımda sakince etrafa bakan miniği işaret ettim. “Baksanıza müdüre hanım, nasılda sessizleşti hemen…”
Müdüre hanım gülerek bebeğin başını okşadı. “O zaman Gülsüm minik adamı hazırlasın, bizde son işlemleri halledelim.”
Gülsüm denilen kadın bebeği usulca benden aldığında, bebek tekrardan ağlamaya başlamıştı. Kalbim sıkışırken ağlayan bebeğe baktım. “Ama ağlıyor.”
Müdüre hanım sakinde gülümsedi. “Ama imzanız gerek Armin Hanım.”
Göktuğ kolunu belime sararak beni odadan çıkardığında heyecanla yüzüne baktım. “Çok benziyor… Göktuğ ikimize çok benziyor…” Alnıma sıkı bir öpücük kondurarak yüzüme baktı. “Bizim bebeğimiz sevgilim. Al bak, sana ve bana ait bir bebek.”
Yüzüm yavaşça düştü. “Annesi ve babası çok kötü ölmüş-“
“Onların yerini dolduracağız sevgilim. Büyüdüğünde bu durumu ona açıklarız ama artık onun annesi ve babası biziz.” Dediklerine başımı salladığımda müdüre hanım hızlıca işlemleri ve gerekli bilgileri bize anlattı. Evrakları imzaladığımızda müdüre hanımla el sıkıştık.
İçeri giren Gülsüm sarmaladığı bebeğe gülümseyip bana uzattığında hiç beklemeden bebeği kollarıma aldım.
Göktuğ ile son kez kadınlara teşekkür ettiğimizde hızlıca dışarı çıktık.
“Göktuğ inanamıyorum.” Şaşkınlıkla mırıldandığımda, Göktuğ hızlıca kollarını bedenime sardı. “Çok tatlı gözükmüyor mu?” Başımı sallayarak dediğini onayladığımda dışarının soğuğu ile endişeyle ona döndüm. “Çok soğuk, üşür Göktuğ!”
Göktuğ beni hızla arabaya bindirdiğinde artık önde değil arkada oturuyordum. Bebek için getirdiğimiz pusete kucağımdaki minik adamı yerleştirdiğimde, sakince beni izlediğini gördüm.
Göktuğ dikiz aynasını düzelterek ikimize baktığında, “Hazır mısınız sevgili Kurt ailesi.” Diyerek mırıldandı.
Gülerek başımı salladım. “Hazırız tabii ki.”
Göktuğ arabayı olduğunda yavaş sürerken ben gözlerimi minik adamdan alamıyordum. İkimize de bu kadar benzemesi tesadüf müydü yoksa Allah’ın bir hediyesi miydi?
İşaret parmağımı minik eliyle sarmaya çalıştığında gülerek gözlerine baktım. Minikti ama yanakları oldukça tombikti. Elleri ise yumuşak ve pofuduktu. Boğum boğum gözüken kollarını ısırmamak için kendimi zor tutuyordum desem yeriydi.
Yolculuğumuz çok keyifli bir şekilde geçmişti. Evin önünde durduğumuzda Göktuğ hızlıca arka kapıyı açtı. Pusetin üzerine örtüsünü çektiğimde Göktuğ puseti alarak inmemi bekledi. El ele apartmana girdiğimizde o kadar heyecanlıydım ki, bacaklarımdan belime vuran titremeyi hissediyordum.
Anahtarı cebimden çıkardığımda Göktuğ titreyen parmaklarıma gülerek anahtarı elimden çekti. Senelerdir değişmeyen bir diğer özelliği de bana hiçbir kapıyı açtırmamasıydı.
İçeri geçtiğimizde puseti vestiyere bıraktı. Ayakkabılarımızı çıkarıp pusetin örtüsünü geriye ittiğimizde bize şaşkınca bakan bebeğe döndük.
“Gözlerine bak ne kadar güzel.” Hayranca fısıldadığım şeyle Göktuğ kollarını belime sararak üzerime abandı.
Dudakları kulak hizamdayken usulca fısıldadı. “Evine hoş geldin minik adam.”
Kollarımı sakince pusetin içine uzattığımda, minik bedenini sıkıca sarmaladım. Göğsüme yatırdığım bebişe gülerek baktığımda sakin adımlarla odasına yürümeye başladım. Onun için özenle hazırladığımız odaya aynı anda girdiğimizde kenarda duran ahşap, sallanan sandalyeye oturdum.
Göktuğ sandalyenin koluna tutunarak çömeldiğinde bebekle aynı hizaya geldi. “Oğlum…” Duyduğum kelimeyle içim titrerken Göktuğ işaret parmağının tersiyle bebeğin yanağını okşadı. “Mihar Alphan Kurt. Yeni hayatına merhaba de minik aslan.”
Kaşlarımı yalandan çatıp yüzüne baktım. “Çocuğa baskı kuramazsın. Aslanım, koçum falan deyip durma bebeğime çarparım ağzına.”
Göktuğ kaşlarını kaldırıp bana baktı. “Erkek ama…”
Omuz silkip, “Erkekse erkek, daha bebek o bebek gibi davran.” Dedim.
Göktuğ yüzünü buruşturup bana baktığında hiç beklemediğimiz bir şey gerçekleşti. Mihar Alphan minik elini Göktuğ’unun tam burnunun üzerine geçirdiğinde, huysuz bir ses çıkardı.
Gülmeye başladığımda Göktuğ şaşkınlıkla Mihar Alphan’a baktı. Minik oğlumu işaret ederek, “Bak oğluma, annesini nasıl da koruyor.” Diyerek mırıldandım.
Göktuğ, Mihar Alphan’ın elini ısırır gibi dudaklarına değdirdiğinde, “O minik elini yersem görürsün babaya vurmak ne demekmiş minik şey.” Diyerek huysuzca konuştu.
Kollarımın arasında iyice kısılan gözleriyle bana bakan oğlumu kollarımın arasında hafif hafif sallamaya başladığımda, zaten dünden razıymış gibi gözlerini yumdu.
Yüzünü göğsüme gömen minik adama bakarak endişeyle konuştum. “Nereden anlayacağım acıktığını? Ya doymazsa Göktuğ… Nasıl bakacağız ona?”
Göktuğ saçlarımı okşayarak başımın üzerine minik bir öpücük bıraktı. “Beraber öğreneceğiz hayatım. Hem annem burada, kadın hemşire o kadar yardım edecektir.”
Alt dudağımı öne büküp, “Ama annem her zaman yanımda olamaz ki, bizimde öğrenmemiz lazım.” Dedim fısıldayarak.
Mihar Alphan ellerini aniden göğsüme vurduğunda panikle doğruldum. Göktuğ elini sırtıma atarak sakin olmam için sıvazladığında, “Ver bana, hiç kucağıma alamadım.” Diyerek fısıldadı.
Göktuğ yere oturduğunda, Mihar Alphan’ı usulca kollarına bıraktım. Göktuğ başını eğerek kollarındaki oğlunu izlemeye başladığında gülümseyerek ikisini izledim. Bir yabancının ikimize aitmiş gibi bu denli bize benzemesi beni çok etkilemişti sanırım… O kadar minik olmasına rağmen nasıl da bize benziyordu…
Göktuğ, Mihar Alphan’ın minik burnunu okşadığında, “İyi ki geldin oğlum.” Diye söylenerek mırıldandı.
Elimi Göktuğ’un sırtına koyduğumda mışıl mışıl uyuyan bebek ile gülmeden edemedim.
“Üzerini değiştirelim.” Fısıldayarak ayaklandığımda yeni alınan ve özenle yıkadığım kıyafet çekmecesini açtım. Üzerindeki takım masmavi ve oldukça düzdü. Artık ona ait kıyafetler giymesi gerekiyordu ve annesi ona özenle seçtiği parçaları giydirecekti.
Göktuğ minik adamı beşiğe yatırdığında, beşiğin tahta kısmını indirdi. Kollarını iki yana açmış, horuldayan miniğe güldüğümde yeni kıyafetlerini beşiğin yanına bıraktım.
Göktuğ üzerindekileri dikkatle çıkarmaya başladığında birkaç saniye içerisinde bezi haricinde üryan kalmıştı. İçine beyaz bir zıbın giydirdiğimde, zıbın üzerine neredeyse tam olmuştu. Bacaklarını bisiklet çevirir gibi hareket ettirmeye başladığında Göktuğ boğumlanmış bacağına minik bir öpücük kondurup geri çekildi.
Üzerine kiremit rengi çapraz çıtçıtlanmalı bir üst giydirdiğimde altına da üstüyle aynı renk bol bir eşofman giydirdim.
Göktuğ beyaz minik battaniyeyi Mihar Alphan’ın üzerine çektiğinde, indirdiği tahtayı da geri yukarı kilitledi.
Kollarımı göğsümde bağlayıp uyuyan minik adımı seyrederken Göktuğ da bir kolunu belime diğer elini de tahtalığa koydu. “Anne ve baba mıyız biz şimdi?” Başımı heyecanla sallayıp dediğini onayladım. Göktuğ çekmeye bıraktığımız telsizi beşiğin ucuna bıraktığında diğerini de cebine attı.
“Herkes Mihar Alphan’ı görmek için can atıyor.” Göktuğ’unun dediğine karşılık karamsar bir tavırla yüzüne baktım. “Ama daha çok küçük.”
Sevgili kocam bana karşı hain bir gülüş atarak, “Ona bakarsak sende benim için küçük bir şeysin.” Dediğinde kaşlarım çatıldı. “Sen küçük görmemişsin.”
Göktuğ kollarını belime sararak bedenlerimizi yapıştırdı. “Sevgili karım, uzun zamandır sana olan aşkımı itiraf etmedim sanırım.”
Gözlerimi devirerek göğsüne tutundum. “Tabii canım…”
Burnunu burnuma sürterek güldü. “Aşığım sana Armin Kurt. Her zerrene, her anına, her tebessümüne…” Ellerim çenesinin iki yanına konumlanırken, “Hadi bende söyleyeyim bari… Bende sana yanığım be sevgili kocam, çok seviyorum seni.” Diyerek burnumu kırıştırıp söylendim.
Göktuğ burnuma parmağını vurarak, “Bir de sevme istersen.” Dedi alayla.
Yanağına uzanıp sert bir öpücük bıraktığımda, öpücün çığlığı odada yankılandı. Mihar Alphan aniden gözlerini açtığında bizi görür görmez, belli bile olmayan kaşlarını çattı. Şiddetli bir şekilde ağlamaya başladığında panikle Göktuğ’dan uzaklaştım.
Beşiğe eğildiğimde onu hızla kollarıma aldım. “Bebeğim, ne oldu sana bir tanem?” Ağlayan oğlum anında susarken kısık gözlerini Göktuğ’a dikti. Göktuğ dilini damağına vurarak, “Bu da bana taktı be. Ulan minik çaki, sen daha kaç günlüksün de babana atar yapıyorsun?”
Göktuğ’a sırtımı dönüp söylendim. “Oğlum annesine âşık olacak, bizden uzak dur Göktuğ Kurt.”
“Daha geleli bir saat olmadı, karım elimden gidiyor adalete bak.”
Gülerek hafif hafif sallanamaya başladığımda Mihar Alphan tekrardan uykuya dalmıştı. Onu beşiğe yatırarak Göktuğ’a baktım. “Oğlum en az annesi kadar zeki. Şehvetin kokusunu alıyor sevgilim, ayağını denk al.”
Odadan çıkarak mutfağa gittiğimde, Göktuğ hızla peşimden geldi. “O daha şehvet görmemiş. Minik sıpaya bak, kıskanç çıktı bir de.”
Tezgâhın üzerine yığdığımız mamalardan annemin gösterdiği gibi hazırlamaya başladığımda Göktuğ’unun arkamda dolaştığını, hışırdayan kıyafetlerinden anlıyordum.
“Sana da çok garip gelmiyor mu…”
Kaşlarım çatılırken biberonu sallamaya başladım. “Ne?”
“Bizim oğlumuz var ve ikimiz de ebeveyn olduk. Sen anne ben baba… Kulağa çok hoş geliyor.” Dediklerine gülerek yüzüne baktığımda elimdeki biberona kısa bir bakış attı. “Sana da ayrı bir yakıştı sanki bu annelik, hatunum…”
Kollarını sırtıma sararak gözlerime üstten bir bakış attığımda hafifçe gülerek bedenini ittim.
“Gene ağlatacaksın oğlumu, git öteye be adam.”
Göktuğ burun kıvırarak bana baktı. “Daha dünyaya geleli bir ay bile olmamış, kıskançlık zirve maşallah.” Kahkaha atarak bebek odasına girdiğimde huysuzca etrafa bakan oğlumu gördüm. Nasıl da güzel bir tabirdi böyle… Benim oğlum, Mihar Alphan Kurt.
Beni görür görmez dudaklarını titretmeye başladığında gülerek ela gözlerine baktım. “O minik gözlerini yerim senin.” Dişlerimi sıkarak yüzüne eğildiğimde, gülerek ellerini yüzüme vurdu. Yüzümü buruşturup geri çekildiğimde biberonu Göktuğ’a verip, Mihar Alphan’ı kucakladım. Kenardaki sallanan sandalyeme oturduğumda biberonu usulca ağzına bıraktım.
Maalesef ki onu emzirebilecek bir imkânım yoktu ve elimden tek gelen en iyi mamalarla karnını doyurmaktı.
Bir elini biberonun yanında koyarak dudaklarını hızlı hızlı hareket ettirmeye başladığında haline güldüm. O kadar komik ve tatlı gözüküyordu ki…
Göktuğ yanıma çömelmiş aç olduğu her halinden belli olan minik adama bakıyordu.
Biberon saniyeden saniyeye azalırken, bir süre sonra karnının şiştiğini koluma değen minik şişlikten anlamıştım. Biberonu çekerek nefes almasını sağladığımda şebek bir gülüşü bize sunarak mırıldandı.
“Ay şuna bak resmen cilveleşiyor.” Dediğim şeye karşılık Göktuğ, Mihar Alphan’ın tombik elini ısırır gibi yaptı. “O benim karım minik şey, yerini bil ısırmayayım tombik elini.”
Mihar Alphan elini Göktuğ’unun elinden kurtararak dizimin üzerine yasladığım biberona vurdu. Biberonu son saniye yakaladığımda, bana bakarak dilini çıkaran minnacık şeye şaşkınlıkla baktım.
Dili bütün dudağının üzerinde gezdiğinde, ellerinin tersiyle gözlerine doğru garip hareketler yaptı. Ellerini şişmiş karnına indirip mayışmış bir tavırla bana baktığında, çok sert bir kahkahayı patmış bulunmuştum.
Kahkahanın şiddetiyle minik yüzü buruştuğunda kollarımı sıkıca bedenine sardım. “Uyuyalım mı anneciğim? Hadi gidelim yatalım bebeğim, baban da gelsin ama yoksa anne üşüyormuş…”
Söylene söylene odadan çıkıp yatak odasına girdiğimde Göktuğ da Mihar Alphan’ın battaniyesini alıp arkamdan geldi.
Yatağımız zaten oldukça genişti. Aramıza katılan minik adam içinde bir hayli yer vardı elbette…
Mihar Alphan’ı yatağa yatırarak dolaptan geceliklerimi çıkardığımda, üzerimdeki sakince çıkararak kenara kaldırdım.
Arkamdan sırnaşan adama hafif bir dirsek geçirerek geceliğimi üzerime giydiğimde karnını tutmuş bana bakan Göktuğ ile göz göze geldik. “Karıma da sarılamıyorum arkadaş.” Kendi kendine mırıldanmasına gülerek yatağa girdiğimde Mihar Alphan’ın battaniyesini de altına serdim. Aramızda kalan minik adam bana dönerek gülmeye başladığında kaşlarım şaşkınlıkla havalandı.
“Sen annene mi âşık oldun minik sıpa, ağzını burnunu yerim senin.” Ağzım sulana sulana konuştuğumda hoşuna gitmiş gibi parmağımı kavradı. Göktuğ dirseğini yastığına bastırmış, keyifle ikimizi izlerken göğsüme yatırdığım oğlumun neredeyse olmayan saçlarını sevmeye başladım.
“Gruba şu minik eli çekip atsak ortalığın ne kadar karışacağını biliyorsun, değil mi?” Göktuğ gülerek konuştuğunda gözlerimi belerterek ona baktım. “Emek içimden geçer bebeğim, şu an gayet sakiniz hiç gerek yok böyle atraksiyonlara.”
Göktuğ beni kendine çekerek başımı kolunun üzerine yasladığında, artık daha yakın bir şekilde hızlıca uykuya dalmış olan oğlumuzu izliyorduk.
“Çok minik ve masum gözüküyor.”
Gülerek sıkıca tuttuğu parmağıma baktım. “Umarım ona iyi geliriz Göktuğ.”
Göktuğ ağırca saçlarımı okşadı. “İyi geleceğiz bebeğim, onu en iyi şekilde büyüteceğiz.”
Yanımda duran elini kavrayıp üzerine ufak bir öpücük bıraktığımda Göktuğ’da alnımı öptü. Birbirimize gülümsediğimizde aramızda yükselen hırıltılı nefesin, oğlumuza ait olduğunu bilmek huzur dolu bir nefesi beraberinde getiriyordu.
KURTULUŞ
“Komutanım mayınlı araziden başarıyla geçmişler, sonunda geliyorlar.”
Erdem’in keyifli sesini duyduğumda içtenlikle gülümsedim. Benimkiler Tok Adım operasyonu için yeni bir göreve daha çıkmışlardı ve bu görev oldukça uzun süreye yayılmıştı. Neredeyse üç aydır göremediğim adamları oldukça özlemiştim.
Ayrıyeten Hüseyinler ile de haberleşebilmiş, görevden sonunda döndüğünü ve diğerlerinin de iyi olduğunun haberini alabilmiştim.
İstihbarat odasından çıktığımda Çağla’nın yanımda yürüdüğünü gördüm. Senelerin Çağlaya kattığı en güzel şey, artık kendi halinde değil daha sosyal bir yaşama atılması olabilirdi. Eskiden Çağla’yı tugayın içinde görmek imkansızken, şimdi tüm timlerle arası çok iyi bir kadını görmek güzel hissettiriyordu.
Çağla ile aramızda bir kardeş ilişkisi doğmuş, istihbarat haricinde pek ciddi kalmıyorduk.
“Mihar Alphan nasıl?” Çardağa kurularak bana baktığında gülümseyerek yüzüne baktım. “Kocaman oldu biliyor musun? Neredeyse üç ay anca geçti ama resmen çok büyüdü. Bana âşık gibi, ilk başlarda Göktuğ’a karşı biraz sert olsa da şimdi çok daha iyi…”
Çağla elindeki kupadan birini bana uzattığında kahve kokusu hızla etrafı sardı.
Kahvesinden bir yudum alıp, “Seninkiler hâlâ göremedi değil mi ufaklığı?” dediğinde burukça gülümsedim.
Mihar Alphan’ı evlatlık edindiğimiz günün ertesi, operasyon planında ani bir değişiklik olmuş ve iki ay sonrasına planladığımız görevi erkene almıştık. Apar topar Hakkâri’den ayrılan adamlara daha oğlumu gösteremeden veda etmek zorunda kalmıştım. Mihar Alphan bu süre zarfına bize iyice alışmış, annesi ve babası gibi görmeye başlamıştı. İlk zamanlar pek çok işini halledemeyeceğimden korktuğum için bir hafta arayla annem ve Gamze annem bana yardıma gelmişlerdi. Onlara gerçekten minnettardım.
Üzgünce, “Daha onlarla tanıştırmama fırsat kalmadan görev erkene çekildi, biliyorsun. Artık geç de olsa tanışacaklar.” Diyerek mırıldandım.
Çağla gülerek, “Yıldırım’ı düşünebiliyor musun? Bence Mihar Alphan, Yıldırım dayısı ile tanışmaya hiç hazır değil.” Dediğinde gözlerimi büyüterek titrek bir nefes verdim. “Ay sus, çocuk Yıldırım’ı görünce konuşmaya, koşmaya falan başlarsa şaşırmam vallahi. Yıldırım’ın gazabına uğramak için çok küçük…”
İkimizde aynı anda tok bir kahkaha patlattığımızda Erdem’in sesini duydum.
“Komutanım sizinkiler geldi!”
Kupayı hızlıca bırakıp bahçeye koşmaya başladığımda, demir sürgünün yana kaydığını gördüm. Kalbim sertçe çarpmaya başladığında içeri giren zırhlı araç ile genişçe gülümsedim.
Aracın kapısı açıldığında ilk inen kişi Kalender olmuştu. Sakalları üç ayda iyice uzamış ve birbirine girmiş, kıvırcık kısa saçları ile uzayarak alnına dökülmüştü.
Gülümseyerek bana baktığında koşarak yanına gittim. Hızlıca bedenini sarmaladığımda beni yavaşça itmeye çalıştığını hissetsem de gerilemedim. “Terledik ve çok kötüyüz hiç tavsiye etmezdim şahsen.” Gülerek omzuna vurduğumda inen adamların, karışmış sakalları ve saçlarını görmeye pek alışık olmadığın için hepsini uzun uzun inceledim.
Yıldırım boynuma atladığımda düşecek gibi sendeleyerek dengemi son anda toparladım.
“Ay hepinizi çok özledim! Hoş geldiniz!” Keyifle bağırdığımda hepsi yorgunca halime güldü.
“Komutanım biz boru muyuz?” Umursamazca mırıldanan Tekin’e anlamsızca baktım. “Ne alaka ya?”
Tekin yanıma yaklaşıp, “Bana da sarılsanıza, hiç mi özlemediniz?” dediğinde gülerek boynuna kollarımı doladım. Sarı saçları çok olmasa da uzamıştı ama sakalları için aynı şeyi söylemeyecektim. Az daha zorlasa, bağlamalık olabilirdi. Tamam yani o kadar da değildi ama özellikle Tekin ve Yıldırım ikilisini hep kısa saç-sakal ikilisiyle gördüğüm için en çok onları yadırgamıştım.
Hepsiyle sıkı sıkıya sarılarak güldüğümüzde, üzerlerini değiştirdikten sonra dinlenme odasına geçmiştik.
Hepsine sıcak çaylarını dağıttığımda Yıldırım hızla ayaklandı. “Komutanım benim yeğenim nerede ya? Çocuğu göremeden göreve gittik, az daha geç kalsaydık kreşten alırdık herhalde.” Dediklerine güldüğümde çayımdan bir yudum aldım. “Yeğenin evde tavuk gibi uyuyor ciğerim, siz yarın güzelce dinlenin ertesi gün zaten Hüseyinler ve Emekleri kahvaltıya çağırdım o zaman topluca görürsünüz oğlumu.”
Yıldırım yüzünü buruşturup yerine oturdu. “Kalabalık kalabalık olmaz komutanım ya.”
Tekin, Yıldırım’ın bacağına sertçe vurduğunda Yıldırım acıyla inledi. “Lan çay var elimde!”
“Oğlum kadın belki müsait değil neyi zorluyorsun sussana az.”
Yıldırım hemen bana döndü. “Komutanım bana her zaman müsaitsiniz değil mi?”
Gülerek başımı salladım. “Elbette.”
Barkın çayını başına dikip ayaklandı. “Komutanım müsaadenizle biz kaçalım, gerçekten çok yorgunum çünkü.” Hafifçe gülümseyerek başımı salladım. “Tabii ben tutmayım sizi çıkın isterseniz. Bu arada, hepinizin canına sağlık arkadaşlar, çok başarılı ve olumlu bir görevdi.” Kalender sakince omzumu sıktı. “O senin sayende, asıl biz seni tebrik ederiz böylesine başarılı bir görevi yazdığın için…”
Utançla ayaklandım. “Hadi kaçalım.”
Hepsi halime güldüğünde tekrardan hepsine sarılarak, sarmaş dolaş tugaydan çıktık. Arabaya atladığımda, gecenin karanlığı her yeri esir almış ve korkuyu etrafa salmıştı.
Oğlumu ve sevgili kocamı görmek adına hızlıca eve sürdüğümde, on dakikaya yakın bir süre sonunda varış noktama ulaşmıştım.
Koşarak aparmana girdiğimde kapıyı çalarak açılmasını bekledim. Kapıya yaslandığımda kapı usulca açıldı. Gördüğüm manzara ile gülümsediğimde Göktuğ gülerek yüzüme baktı.
Göktuğ’unun göğsüne yapışmış, kuala misali uyuyan oğlumun sırtında beyaz bir örtü vardı. Başı Göktuğ’unun boynuna yaslı, düzenli nefesler eşliğinde derin bir uykudaydı.
İçeri girip postallarımı çıkardığımda Göktuğ’unun dudaklarına tatlı bir öpücük bıraktım. Göktuğ hafifçe dizlerini kırıp benim boyuma geldiğinde oğlumun saçlarını okşayarak başının üzerine kuş gibi bir öpücük kondurdum.
“Karnını doyurdun mu?”
Göktuğ başını sallayarak, “Zaten anca yiyor, tosun paşa.” Diyerek mırıldandı.
Mihar Alphan’ı Göktuğ’dan alarak beşiğine götürdüğümde, odayı hafif aydınlatan sarı ışık ile oğlumun aylara göre büyüyen yüzünü izlemeye başladım. Yüzü artık daha büyük ve tombikti. Boyu da uzamaya başlamış bu yüzden de kıyafetleri dar gelmeye başlamıştı.
“Sevgilim.”
Göktuğ kapıya yaslanmış beni izlerken dediği şeyle kıkırdadım. Birbirimize sevgilim demek çok hoşumuza gidiyordu. Bence çok hoş bir tabirdi…
Mihar Alphan’ın yanından ayrılıp kapıda bekleyen kocamın boynuna kollarımı doladım. “Efendim sevgilim.”
Göktuğ bacaklarıma ellerini atarak beni kucağına çektiğinde, hafifçe dengesi sarsıldı. Bacaklarımı beline doğru sardığımda kollarım da boynuna dolanmıştı.
Burnum burnuna değişmiş, dudaklarımız bir olmak adına çırpınırken usulca fısıldadım. “Ben sana bir şey demek istiyorum.”
Göktuğ gözlerini elalarıma dikerek hafifçe kaşlarını çattı. “Neymiş o?”
Naifçe gülümsedim. “Beni daha mutlu ve hayatı yaşamaktan zevk alan bir kadına çevirdiğin için teşekkür ederim. Evleneli iki sene hatta birkaç gün sonra üç sene olacak… Bunca sene bana gülmeyi tekrardan hatırlattığın için çok teşekkür ederim. İyi ki sen sevgilim, iyi ki…”
Göktuğ yüzümün her zerresine kuş gibi öpücükler bıraktı. Hafif geri çekilerek, “Bu nerden çıktı peki?” dediğinde gülerek omuz silktim.
“İçimde kalır, söyleyemem falan… Aklımdayken söyleyeyim dedim.”
Keyifle gülerek burnunun ucunu öptüğümde Göktuğ’da aynı hareketi tekrarladı. “Minik, naif sevgilim benim…”
Şen bir kahkaha attığımda kahkahamı bastıran ağlama sesi ile aynı anda duraksadık.
“Yok bu tosun taktı bana, nedir benim şu çocuktan çektiğim be?” Göktuğ’unun yardımıyla yere indiğimde hızla odaya girdim. Huzursuz ve titreyen dudaklarıyla bana bakan oğlumun aç olduğunu anlamak pek de zor değildi.
“Ne zaman yedirdin?”
Göktuğ yeni hazırladığı biberonu bana uzattı. “Bir saat geçmiştir herhalde.”
Gözlerimi devirerek Mihar Alphan’ı kucakladım. “Oğlum sen deli misin? Daha bir saat olmuş ne acıkması?”
Normalde mamasını iki bazen de iki buçuk saat arayla veriyordum ama acıkıyordu işte.
Üzerimdeki tişörtü çıkarıp sandalyeye oturduğumda ileri geri ağırca sallanmaya başladım. Göğsüme yatırdığım oğlum kokumla mayıştığında biberonu minik dudaklarına yasladım.
Onu beslerken dikkat ettiğim bir nokta vardı. Üzerimdeki şeyleri çıkarıp göğsüme yatırdığım zaman çok daha huzurlu bir şekilde sütünü bitiriyor ve kokumu soluğunda sakinleşiyordu.
Göktuğ telefonu çaldığı için salona gittiğinde konuşma seslerini duysam da oğlumun hızla emdiği biberon yüzünden çıkan şapır şupur sesler daha ilgi çekici gelmeye başlamıştı. Biberonu geri çektiğimde yüzü iki göğsümün arasına düştü. Başını yan çevirip ellerini de iki yana açtığında, resmen minik bir fareye dönmüştü. Yemeğini yiyip uyumak onun en büyük hobisiydi.
“Aşkım.”
Salondan bana seslenen adama sessizce, “Gelsene.” Diyerek fısıldadım.
Göktuğ elindeki telefonu sallayarak yanıma geldi. “Hüseyinler geliyormuş Ankara’dan.”
Gülümseyerek başımı salladım. “Benimkiler de görevden döndü. Hiçbiri Mihar Alphan’ı göremediği için hepsini iki gün sonraya kahvaltıya çağırdım. Güzelce toplanalım, uzun zaman oldu hepsini bir arada görmeyeli.”
Göktuğ yanağımı öperek geri çekildi. “Kadirlerde geliyor değil mi?”
Hafif bir kahkaha atarak başımı salladım. “Tabii ki hayatım.”
Kadir ve Göktuğ üç senede dostluğu ilerletmiş ve oldukça yakınlaşmışlardı. Kadir’in zaten karakterini seviyordum. Göktuğ ile de anlaşmaları beni mutlu etmişti.
Göktuğ kalkmamda yardımcı olduğunda Mihar Alphan’ı kendine çekerek üzerimi giyinmemi bekledi. Hep beraber yatak odasına geçtiğimizde üniformamı kenara asarak geceliğimi giydim.
“Yarın izinlisin değil mi?” Duyduğum soruyla hızlıca başımı salladım. “Evet hayatım.”
Göktuğ hızla gülümsedi. “O zaman hazırlan sevgilim, Hatay yolcusuyuz. Mihar Alphan’ın ve onun tanışması gerekiyor.”
Alphan ve bebek Alphan…
Bunu duymayı beklemediğim için gözlerim hızla dolmaya başladı. Gözlerimi kırpıştırarak tavana baktığımda, “Unuttun sanmıştım.” Diyerek fısıldadım.
Göktuğ, Mihar Alphan’ı yataya yatırıp yanıma geldi. “O günkü gözyaşlarını unutmak zor yavrum, hem ben sana o gün verdiğim sözü tutmak için doğru zamanı bekledim sadece… Mihar Alphan’da eskiye nazaran daha iyi ve sağlıklı olduğuna göre, ufak bir yolculuk kaldırabilir bence.”
Kaşlarım yavaşça çatıldı. “Hatayla buranın arası neredeyse on iki saat bir tanem.”
Göktuğ ellerimi tutarak, “Uçakla gideceğiz, iki saat anca sürer. Mihar Alphan uyur zaten, sen tamam dersen hazır izin günün, gidelim ve artık yüzleş.” Dediğinde bedenim hafifçe titredi.
Bir türlü cesaret edemediğim için senelerdir ona uğrayamamıştım. En son cenazede zor bela ayakta durduğumu ve sinir krizi geçirdiğim anları hatırladığım için, yüzleşmek bana pek de iyi hissettirmiyordu.
Göktuğ beni yatırarak kendine çektiğinde ortamızda uyuyan minik adamı göğsüme yatırdım. Gözlerim usulca kapanırken Göktuğ’unun ve Mihar Alphan’ın bebeksi kokusu burnuma doldu.
KURTULUŞ
Mihar Alphan’ı öperek mutfağa geçtiğimde kırdığım yumurtayı çırpmaya başladım. Çalan telefonum ile duraksayarak aramayı yanıtladığımda tanıdık ses zihnime sızdı.
“Armin, iyi misin?”
Gülerek yumurtayı çırpmaya devam ettim. “Ne o Kalender, rüyanda beni mi gördün? Saat sabahın beşi çünkü.”
Kalender oflayarak, “İyi misin?” diye direttiğinde duraksayarak kaşlarımı çattım. “Kötü mü olmam gerekiyor?”
“Görevden önceki konuşmamızda da dediğim gibi garip hissediyorum, seninle konuşmak istedim sadece.”
Yumurtayı tavaya dökerek dağıttığımda, “İyiyim ben, sende bu kadar kafana takma Kalender. Sadece bir his, en fazla ne olabilir?” dedim gülerek.
Kalender sinirle bir yere vurdu. Tok ses kulağıma gelirken kaşlarım gergince havalandı.
“Kalbim sıkışıyor diyorum, neden kimse beni anlamıyor?! Armin kendine dikkat et, seni çok seviyorum kardeşim tamam mı?”
Kalbime bir ağrı saplandığında tezgâha tutundum. Yüzüm acıyla buruştuğunda, “Bende, bende seni seviyorum Kalender. Üzme beni bak Mihar Alphan beni bekliyor.” Diyerek sızlandım.
Kalender hızla konuştu. “Tamam yeğenimi bekletme sen ama dikkat et tamam mı?” Yüzüm ağlar gibi kasıldı. “Neye dikkat edeyim? Kalender cevap ver! Ne olacak ne hissediyorsun?!”
Kalender acıyla bağırdı. “Dikkat et Armin! Ne olursun kardeşim, dikkat et!”
Kalbime giren ağrı şiddetlenirken sertçe yere düştüm. Kapı sertçe çalmaya başladığında telaşla ayaklandım.
“Açma! Armin açma hayır!”
Kalender’in bağırdığını duyduğumda ağırca ayaklandım. “Kapı çalıyor Kalender bakmam lazım.”
“Açma ulan! Gel buraya, açma şu kapıyı!”
Kapıya ilerlediğimde usulca kola bastırdım. Kapıyı sonuna kadar açtığımda aniden üzerime patlayan silah ile kapının kolunda duran elim gevşedi. Bedenim geriye savrulduğunda, peş peşe üzerime yığılan mermiler ile nefesim usulca kesildi.
Karşımdaki adam kimdi bilmiyordum ama acımasız olduğu kesindi.
Boylu boyunca yere düştüğümde kulaklarıma acı bir feryat ulaştı. “Armin hayır!”
“Hayır!” çığlık atarak gözlerimi açtığımda Göktuğ hızla yüzümü kavradı. “Buradayım. Buradayım bana bak Armin, ben yanındayım, bir şey yok.”
Derin bir nefes aldığımda telaşla ellerimi yüzüme savuşturdum. Terleyen bedenim yapış yapış hissetmeme neden olurken, nefes nefese kalmış bir şekilde Göktuğ’a bakakaldım.
“Bırakma beni. Yalnız bırakma beni Göktuğ.”
Göktuğ sıkıca bana sarıldığında, “Buradayım güzelim, her zaman yanındaydım zaten gene yanındayım. Bir şey olmadı, bak buradayım.” Diyerek güven verici bir sesle fısıldadı.
Yanımdan gelen mırıldanma sesleri ile bakışlarım kollarını ve bacaklarını sağa sola savuran Mihar Alphan’a kaydı.
“Annem, mis kokulum.” Göktuğ kollarını benden çekmemişti ama Mihar Alphan’ı da göğsüme bastırmıştım. Üçümüz sıkı sıkıya sarılırken bedenim hâlâ kan ter içindeydi.
Korkuyla Göktuğ’a baktım. “Bırakma beni sakın tamam mı?”
Göktuğ başımın üzerine sayısız öpücük kondururken, “Asla güzelim asla bırakmam seni.” Dedi sakince.
Bakışlarım odada gezindiğinde havanın aydınlandığını fark ettim. “Sabah olmuş.”
Fısıltım üçümüz arasında kalırken Göktuğ başını salladı. “Çok derin uyuyordun, uyandırmak istememiştim.”
Ağrıyan kalbimi ovarak Mihar Alphan’ın başına ufak bir öpücük bıraktım. “Annen seni çok seviyor minik kuşum.”
“Babası da oğlunu çok seviyor ama annesini de ayrı seviyor.”
Göktuğ’a tedirginde gülerek Mihar Alphan’a daha sıkı sarıldım. “Bırakmayın beni.”
Göktuğ gözlerime bakarak konuştu. “Asla. Şu düşünceyi aklından at, baksana yarın herkes oğlumuzu görmeye gelecek, mutlu olman lazım.” Hafifçe gülümsedim. “Haklısın. O zaman valiz hazırlayayım ben.”
Tam ayaklanacakken Göktuğ omzuma bastırdı. “Ben her şeyi hazırladım bir tanem, siz biraz daha uzanın ben kahvaltıyı tamamlayıp geleyim.” Dediğine karşılık teşekkür amaçlı iki yanağına iki minik öpücük attım.
Sırt üstü uzanarak Mihar Alphan’ı da göğsüme yatırdığımda, minik ellerimi yüzümde gezdiren oğlumun tombik ellerini tek tek öpüyordum. Beni anca bu sakinleştirirdi sanırım…
Göktuğ’unun mutfaktan odaya taşıdığı sesleri ikimizde dinlerken, mayışmış halimizle uzanmaya devam ediyorduk.
“Oğlum,” sakin bir mırıltıyla söylendiğim şeye karşılık ela gözlerini bana çevirdi. “Seviyor musun bakayım sen anneyi?” Mihar Alphan aniden minik bir çığlık attığında, ellerini hızlı hızlı çeneme ve boynuma vurmaya başladı. “Oy annesi yesin bunu!” Sıkı sıkı sarılarak güldüğümde Mihar Alphan’da daha çok bağırarak minik kıkırtılarını etrafa saçmaya başlamıştı. Gerçekten çok akıllı ve tatlı bir bebekti.
Minik dudaklarını gererek başını iki yana salladı. Yüz hızla göğsüme düştüğünde aynı anda gülmeye başladık.
“Oğluma bak ya, benim oğluma bir bak!”
Yavaşça kalkarak Mihar Alphan’ı sırt üstü yatağa yatırdığımda önünde bağdaş kurarak oturdum. Ellerimi tombik göbeğine koyarak parmaklarımı hareket ettirmeye başladığımda bacaklarını ve kollarını sertçe sağa sola itmeye başladı.
“Burada ne varmış? Tombik bir göbek!” Dişlerimi sıkarak konuştuğumda, gülerek yüzüne yaklaştım. Minik ama aydan aya biçimi iyice fark edilen burnunu öptüğümde kahkaha atarak ellerini yüzüme yasladı. Ellerini tutarak boğumlanan kollarından parmaklarına kadar tek tek öptüm.
“Ne yapıyormuş benim iki hayatım?” Göktuğ’unun dediğine gülerek hafifçe geri çekildiğimde Mihar Alphan, Göktuğ’a bakıp çığlık attı. Göktuğ hızla yere çömelip Mihar Alphan’ın ellerini ısırır gibi ağzına götürmeye başladığında Mihar Alphan onu kurtarmam adına pür dikkat bana bakıyordu.
“Anca annene bak sen zaten. Eşek sıpası baban burada baban.” Göktuğ Mihar Alphan’ı aniden kaldırıp omzuna yatırdığında, Mihar Alphan minik bacaklarını Göktuğ’unun göğsüne vurmaya başladı.
Ayaklanarak Göktuğ’unun arkasına geçtiğimde Mihar Alphan gözlerini sonuna kadar açıp bana baktı. Dudaklarını birbirine bastırıp başını hızla sallamaya başladığında haline gülerek başının üzerine bir öpücük bıraktım.
“Yiyeceğim ben bunu ya! Annesi yiyecek bunu, şu minikliğe bak!” Hırçınca konuşmama topluca güldüğümüzde Göktuğ sakince konuştu. “Kahvaltıyı yapıp çıkalım hayatım, uçağa üç saatimiz var.”
Başımı salladığımda odanın köşesine bırakılan valizi vestiyerin yanına sürükledim. Elimi yüzümü yıkayarak mutfağa geçtiğimde gördüğüm görüntüyle gülümsedim. Göktuğ iri cüssesine nazaran minnacık kalan oğlumu kollarına yatırmış, elindeki biberonu bıkmadan özenle ağzına tutuyordu. Açlıktan gözü dönmüş gibi biberona sarılmış minik ise elbette ki, Mihar Alphan’dı.
Masanın üzerinde her şey vardı gerçekten… Kış aylarında olmamıza rağmen benim için salatalık bulan sevgili kocama da diyecek lafım yoktu.
“Sana aldım.” Tam salatalığa kitlenmiş düşünürken duyduğum şeyle gülümsedim. “Teşekkür ederim bir tanem.”
“Afiyet olsun.”
Kahvaltıma başlayacakken bakışlarım Mihar Alphan’a kaydı. “İstiyorsan sen ye ben tutayım Mihar Alphan’ı.”
Başını iki yana sallayarak dediğimi reddettiğinde hızlıca kahvaltımı yapmaya başladım. Midem yavaş yavaş doymaya başladığında ağırca geriye yaslanarak Mihar Alphan’ı kucağıma aldım. Göktuğ’da kahvaltısını yapmaya başladığında kısa bir süre sonunda etrafı toparlayarak evden çıkmıştık. Havalimanına giderken, ben arkada Mihar Alphan ile kucak kucağa uyukluyor, Göktuğ da dikkatle araba sürüyordu.
Uyumamak adına direnen oğlumun, sallanan başına baktığımda gülerek başını göğsüme bastım. Uykusu varken uyanık olduğunda çok komik gözüküyordu.
Havalimanına geldiğimizde Göktuğ valizi eline alarak Mihar Alphan’ın büyük çantasını da omzuna astı. Üzerime attığım örtünün altında uyumaya yeni başlayan oğlum vardı. Sıkı sıkıya kavradığım oğlumu bir kolumla sarmalamışken diğer elim de sevgili kocamdaydı.
Göktuğ gerekli işlemleri hallettiğinde uçağa geçebileceğimizi öğrendim. Sakince uçağa geçtiğimizde koltuklarımıza oturduk. Daha çok Göktuğ oturdu desem mantıklı olurdu çünkü ben bit kadar yerde otururken kalan alanın tümü Göktuğ’unun bacaklarına aitti.
Göktuğ omzumda uyuyan oğlumuzun başına minik bir öpücük bırakıp beni de kendi omzuna çektiğinde, anonsların birbirine karıştığını duydum. On beş dakikaya yakın bir süre beklediğimizde en son uçak kalkışa geçmişti.
Yolculuğumuz zaten çok uzun sürmeyecekti ki öyle de olmuştu. İki sat anca süren uçak yolculuğumuz Mihar Alphan sağ olsun oldukça sakin geçmişti.
Göktuğ valizimizi alarak hızla yanıma geldiğinde, “Neyle gideceğiz şimdi?” dedim merakla.
“Araba kiraladım, birazdan gelecek.”
Sakince Göktuğ’a yaslandığımda Hatay’a ikinci gelişimin de onun sayesinde olduğu gerçeği ile yüzleştim. Ona bir cenaze ile veda etmiş ve bir daha veda etmek için gelmeye cesaret edememiştim.
Önümüzde bir araba durduğunda Göktuğ kapımı açarak binmemi bekledi. Sakince araca geçtiğimde Göktuğ’da hızla öne kurulmuştu.
Başımı iki koltuğun arasından uzatıp, “Mehlika Hanımlara da uğrayalım mı biraz?” dediğimde Göktuğ usulca başını salladı. “Olur ama ev adreslerini biliyor musun sen?” Adresini söyleyip arkama yaslandığımda, Göktuğ havalimanı ile çok arası olmayan eve sürmeye başlamıştı.
Hatay’ın yollarında usulca giderken, araba mâzinin acımasız yollarından birine saparak ağırca durdu. Tanıdık ev kulaklarıma çığlıklar ve acıyı baskılarken gözlerim ağırca kapandı. Dudaklarımın arasından bir nefes firar ettiğinde kapım sakince açıldı. Göktuğ kollarımı sıkıca tutarak ayağa kalkmamda yardımcı olduğunda, Mihar Alphan’ın hareketlendiği için kayan örtüsünü omzuma doğru attı. Bir eli belime kaydığında sakin adımlarla eve yaklaştık.
Titreyen parmaklarımı zile götürdüğümde, senelere inat değişmeyen zil sesi içimdeki ürpertiyi arttırdı.
Kapı sakince aralandığında gördüğüm kadın ile yüzüm hafifçe buruştu. Turuncuya çalan saçları açıktı ve uzadığı için omuzlarının gerisine dökülüyordu. Ela gözleri eskiye nazaran daha da soluk daha da ruhsuz bakıyordu. Gene gençti gene çok bakımlı gözüküyordu ama elalarındaki solgunluk çöktüğünü gösteriyordu.
“Armin…” İsmimi düğünün ardından üç sene sonra duyduğum içim kalbimde ağır bir ağrı oluştu. Mihar Alphan’ı daha sıkı bağrıma bastırıp, Göktuğ’unun elini de destek almak istercesine sıktım.
“Mehlika Hanım.” Ağırca gülümsediğimde, göğsümü tamamen kapatan örtüye anlamsızca bakıp Göktuğ’a döndü. Göktuğ kibarca gülümsediğinde o da aynı şekilde karşılık verip kapının önünden çekildi.
“Gelsenize çocuklar.”
İçeriye geçtiğimizde Mehlika Hanım’ın evde tek olduğunu anladım. Karşımıza oturduğunda burukça yüzümü izledi. “Olgunlaşmışsın, bakışların derinleşmiş.”
Gülümseyerek başımı eğdim. “Ona gelecek cesareti kendimde bulamamıştım, bugüne kısmetmiş.”
Mehlika Hanım hafifçe güldü. “Biz onun dibinde olduğumuz halde gitmeye zorlanıyoruz, seni de anlıyorum Armin üzülmene gerek yok.”
Burukça gülümsedim.
Bakışlarını göğsüme düşürdüğünde başıyla hafifçe işaret etti. “Orada birisi var sanırım.”
Ela gözlerimiz birbirine sıkıca tutunduğunda Göktuğ örtüyü hafifçe aşağı çekerek Mehlika Hanım’a döndü.
“Mihar Alphan Kurt.”
Mehlika Hanım’ın gözlerinde oluşan dalgalanma hızla şiddetlenirken apar topar ayaklanarak yanıma geldi. Yanıma oturduğunda başını yana düşürmüş oğlumun minik yüzüne bakakaldı.
“İkinizin kopyası resmen.” Duyduklarımda güldüğümde derin bir nefes aldım. “Onun ismini yaşatmak istedim, biliyorsunuz her şey çok ani olmuştu.”
Mehlika Hanım hafif buruşmaya başlamış ellerini Mihar Alphan’ın başına yasladığında oğlum aniden gözlerini açtı. Karşısındaki kadına bakakaldığında Mehlika Hanım’da Mihar Alphan’a bakakaldı.
“Ah! Gözlerine bak…”
Mehlika Hanım kesik bir nefes verdiğinde Mihar Alphan’ı kucağımda hızlıca doğrultarak ona uzattım. Bunu bekliyormuş gibi oğlumu kucağına aldığında Mihar Alphan hâlâ Mehlika Hanım’ın gözlerine bakıyordu. İkisinin göz rengi benziyor olduğundan gerek, bu konuda oldukça dikkat kesilmişti.
İkiliye bakarak yavaşça gülümsediğimde Göktuğ sakince elimi kavradı.
Aradan on-on beş dakikaya yakın zaman geçtiğinde Mehlika Hanım oğlumu sakince kollarıma bıraktı. Ayakta beklerken ikimize bakıp, “Aç mısınız? Size bir şeyler hazırlayayım hemen.” Dediğinde başımı iki yana salladım.
“Yok Mehlika Hanım zahmet etmeyin, hem biz daha mezarlığa uğrayacağız.”
Mehlika Hanım ısrar etse de teklifini reddederek ayaklandık. Bana sıkı sıkıya sarılan kadın bir daha gelmem adına sözünü almış, en kısa sürede üçümüzü hatta timi de görmek istediğinden bahsetmişti. Söz vererek yanından ayrıldığımızda hızlıca arabaya bindik.
Göktuğ mezarlığın yerine konum açarak bakmıştı çünkü ben o gün giderken pek de kendimde olmadığım için çok hatırlayamamıştım.
Mezarlığa geldiğimizde araba biraz daha ileri giderek, mezarlığın üstünde kalan şehit mezarlığının önünde durdu. Kollarımı Mihar Alphan’a daha sıkı sararak kokusunu içime çektiğimde, kalbimde büyüyen ağrı ile yüzüm buruştu.
Göktuğ inerek arkayı açtığında, Mihar Alphan’ı hızla benden aldı. Arabadan çıkıp oğlumun üzerine battaniyesini attığımda Göktuğ sıkı kollarını oğlumuza iyice dolamıştı.
Arabanın önünde dikilen adama baktığımda, git dercesine yüzüme baktı. İkisine de uzun uzun baktığımda adımlarım usulca mezarlığa yöneldi.
İçeri girdiğimde, her mezarlığın bembeyaz olduğunu ve mezar taşlarının yanında havada dalgalanan bayrakları gördüm.
Gözlerimden gerdanıma bir yaş süzüldüğünde bedenimin aniden buz kestiğini hissettim. Mezarlığın ne tarafta olduğunu bile hatırlayamıyordum ki…
Sakin sakin her ismi zihnime kazıyarak mezarların arasında yürümeye başladığında, yüzüme vuran sert hava ile saçlarım arkaya uçtu. Gözlerim havanın soğukluğundan kısılırken bakışlarım gördüğüm isim ile dondu.
ŞEHİT ASTSUBAY KID. ÜSTÇAVUŞ
Âhi Alphan
D.T 08.04.1996
Ş.T 16.12.2021
Yüzüm aniden buruştuğunda koşarak mezarlığın yanına gittim. Dizlerim zeminle buluşurken kollarım mezarlığın yanlarına dolandı. Başım mezar taşına yaslı bir şekilde dudaklarımın arasından kesik bir nefes firar etti.
“Özür dilerim!”
Onun bana olan son kelimelerini ona sunmak kadar acı bir an yoktu…
“Özür dilerim Âhi, çok özür dilerim!”
Gözlerim kapandığında aralarından süzülen yaşlarım gerdanıma hatta iki göğsümün arasına kadar iliştiğini hissettim.
Kesik nefesler almaya devam ederken, “Cesaret edemedim, yanına gelemedim… Özür dileyen taraf hep sen olurdun ama şimdi ben senden özür dilerim Âhi, affet.” Diyerek fısıldadım.
Şiddetli rüzgâr, yüzüme çarparken fısıltım da sesimle beraber yok olmuştu.
“Sen gittiğinden beri çok şey değişti biliyor musun?” Gözyaşlarımı ellerimle silmeye çalışıp biraz doğruldum. Artık mezar taşı tam yanımdaydı.
“Ben rahatsızlığımdan dolayı, sahaya çıkmayı bıraktım. İkimizde gidince çok eksik kaldılar… İkimizin yerine başkaları geldi mesela.”
Acıyla güldüm.
“Tugaya saldırı düzenlediler, aynı şekilde Emeklerin birliğine de… İkisinden de çok zarar görmeden atlattık. Sonra başka, başka…” Ellerimi başımın iki yanına sarıp ağlamaya devam ederken, sırtımı mezara yasladım. Sanki beni böyle görmeyecekmiş gibi…
“Her şey değişti ama her şey… Bir tek ne değişmedi biliyor musun?” dudaklarımın arasından bir inleme çıktı. “Senin en son bize kahve yaparken kullandığın bal, hâlâ tezgâha bıraktığın yerde duruyor. Sanki sözleşmiş gibi ona hiç dokunmuyoruz… Bir de şey var, koltuğun hep kapıya yakın tarafındaki kısmın ucuna otururdun… Orasına da kimse oturmuyor, sanki hep oradaymışsın gibi boş orası.”
Kollarımı gözlerimin altına bastırıp sildiğimde, kalbimde ağrı zehir misali bedenime yayılmaya başladı.
“Tamam ağlamıyorum, biraz da güzel şeyler anlatacağım.”
Gözyaşlarımı silmeme rağmen üzerinden akıp giden yeni yaşlar toprağına karıştı. Ellerimi mezarın kenarına bastırıp ağlamalarımın arasında güldüm.
“Tekinle bizim Kalender’in kardeşi Mine, sözlendiler.” Sanki şaşırmış gibi vereceği tepkiyi kestirdiğim için başımı sallayıp güldüm. “Evet evet sözlendiler. Her ne kadar Kalender, Tekin ile uğraşıp dursa da halinden memnun.”
Aklıma bir şey gelmiş gibi kaşlarımı havalandırdım. “Ertuğrul bile birisini buldu artık sen düşün… kadın biraz çekingen, Ertuğrul’u bir görsen şaşar kalırsın. Tam hanımcı oldu!”
Ellerim kurumuş toprağının üzerinde gezindi. “Emek de timinden birini seviyordu. Onunla evlendi. He bir de bizim tugayın baş tacı Erdem! Bizim hastanedeki hemşire ile nişanlandılar… Herkes elden gitti anlayacağın… Yıldırım’ın ailevi sorunları devam ediyor, eskisine nazaran artık bizden başkalarıyla pek konuşmuyor. Kalender aynı, sakin ve beyefendi işte. Onu zaten biliyorsun…”
Toprağının üzerine ekilmiş turuncu menekşeler aynı onu anımsatıyordu. Menekşelerin yapraklarını sevmeye başladığımda dudaklarımdaki gülümseme soldu.
“Bende evlendim bu arada.” Sanki görebilecekmiş gibi elimi kaldırıp yüzüğümü işaret ettiğimde, “Senden sonra işler baya sarpa sarınca birine danışmak mantıklı geldi. Sadece danışmak istemişken nereden bilebilirdim ki hayatımın aşkını bulacağımı? Onu çok seviyorum, sana bunu söylerken çekinmiyorum çünkü sen benim mutlu olmamı isterdin Alphan… Ne kadar çok vakit geçiremesek de seni tanıyorum. O beni mutlu ediyor, yaşadıklarımı anlıyor ve bana her zaman destek oluyor.” Diyerek fısıldadım.
Ellerim toprağın üzerinde gezmeye devam ettiğinde duran gözyaşlarım aniden şiddetlendi.
“İntikamını da aldık bu arada… Senin çektiğin acıyı o da çeksin istedim. O da son nefesinde daralsın, bütün dünya onun üzerine yıkılmış gibi hissetsin istedim.” Toprağa yaklaşıp fısıldadım. “Alerjisi olan maddeyi ona enjekte ettim.”
Geri çekilip etrafıma baktığımda mezarlığın girişinde sağa sola sallanan kocamı ve kucağındaki oğlumu gördüm.
“Seninle tanıştırmak istediğim iki kişi var.”
Göktuğ onu izlediğimi hissetmiş gibi bana döndüğünde, gözlerimden anlamış gibi hızlıca bana doğru yürümeye başladı.
“Tekin ve senin iriliğini geçemese de kocamın da maşallahı var…” Kıkırdayarak söylediğim şey ile gözyaşlarımı sildiğimde Göktuğ mezar taşının arkasında durdu. Gelmesi için işaret ettiğimde iki adım atarak yanıma geldi.
Göktuğ’u işaret ederek, “Kocam Göktuğ, kendisi psikolog… Yarın üçüncü evlilik yıl dönümüzü kutlayacağız.” Dediğimde Göktuğ bana bakarak derin bir ifadeyle gülümsedi. Hemen ardından mezar taşına baktığında sakince konuşmaya başladı.
“Ben aslında Armin bana anlatmadan önce seni görmüştüm. Bunu şu an Armin de ilk defa duyacak ama ben ikinizi de Armin ile tanışmadan aylar önce gördüm. Atalay’ın yanından çıktığınız zaman koridorda koşturan kişi bendim.”
Göktuğ bana döndü. “Hatta sevgilim, Atalay’ın yanındayken kapıyı sertçe açıp seni yere düşüren de bendim.”
Kaşlarım hızla çatıldığında Göktuğ’a bakakaldım. “Neden bundan hiç bahsetmedin?”
Göktuğ gülümsedi. “Hatırlamanı istemiştim ama hatırlayamadın. Her neyse önemli değil.”
Aklıma gelen anlar ile zihnim mâziye dalarken gerçekten de ben Göktuğ ile görüşmeye başlamada önce tanıştığımızı hatırladım.
Sevgili kocam mezara bakmaya devam etti. “Seni ilk gördüğümde Armin’e karşı olan ilgini anlamak pek de zor olmamıştı. Ona sanki kıyamıyormuş ve için gidiyormuş gibi bakıyordum. Öyle olduğunun farkındayım zaten… Aslında teknik olarak seni kıskanmam gerekir ama senin gözünden olaylara bakınca da onu korumak adına çırpınan bir adam görüyorum. Belki birbirinizi tanımaya vaktiniz olmadan aranıza farklı dünyalar girdi belki de sen sadece yaşanılanlardan kaçmak istedin… Seninle tanışmak ister miydim bilmiyorum ama eğer seninle tanışsam muhtemelen kucağımda oğlum, yanımda da karım olmazdı. Gene de iyi ki onun hayatına girip, bazı yaralarına dokunmuşsun Alphan… Hem onun adına hem de onu az da umutlandırmayı başardığın için kendim adına teşekkür ederim.”
Ayaklanarak Göktuğ’a sıkıca sarıldığımda kulağına fısıldadım. “Ben doğru adamı bulmuşum sevgilim, iyi ki benimlesin çok teşekkür ederim.”
Göktuğ bir şey söylemeden alnımı öptüğünde oğlumuzu bana uzattı. Sırtını göğsüme yasladığım oğlum etrafına bakarken oldukça dikkatli gözüküyordu.
“Bu arada seninle tanıştırmak istediğim biri var. Oğlumuz, Mihar Alphan Kurt. Adını yaşatacağıma dair bir söz vermiştim, adını oğluma yaşattırıyorum aziz şehidim.”
Adını yaşatacağıma dair bir söz vermiştim, adını oğluma yaşattırıyorum aziz şehidim.
Bitti.
Derin bir nefes alalım aşklarım...
Armin'in onca tedaviye rağmen çocuk sahibi olamaması...
Göktuğ'un çocuk konusunda Armin'i asla üzmemesi?
Sahiplenilen minik bebek?
Aradan geçen seneler ve değişen kimlikler...
Aşk ve Ertuğrul ikilisinin yan yana geleceği ihtimali bile akıllara gelmezken ilk bomba Ertuğrul paşamdan geldi...
Tekin ve Mine ikilisi?
Şeyma ve Erdem ikilisi?
Yıldırım, kadim dostum...
Emek ve Kadir! Minik çifte kumrularım...
Miralay, ne olursa olsun seni seviyorum yaşlı kurt.
Samet...
Kaşıkçılar?
Kalender ve kara melekleri?
Yıldırım ve fotoğraf sevdası...
Oğluşumuzun ismi...
Mihar Alphan ve bizim ikilinin benzerliği bir tesadüf mü dersiniz?
Mihar Alphan ve Göktuğ arasında ufak sürtüşmeler devam edecek gibi gözüküyor, ne dersiniz?
Tok Adım operasyonu?
Mihar Alphan ve timin tanışmasına bence hiç kimse hazır değil...
Hatay'a yolculuk var...
Alphan ve bebek Alphan karşılaşması ;)))
Mehlika Hanım...
Alphan ve Armin dertleşmesi... Uzun zaman sonra, Armin'in bu konudaki ilk cesareti.
Mihar Alphan'ın şehit ismini yaşatması konusundaki en büyük destekçi Göktuğ oldu. Bu ismin Göktuğ tarafından geleceğini bekliyor muydunuz?
Soracak ve konuşulacak çok var lakin, finale saklıyorum.
ÖBB evreni adına iki gün, bizim evrenimiz adına üç gün sonra finaldeyiz. Armin'in dediği gibi iki gün sonra tüm ekip evde toplanacak, hep birlikte geniş bir veda edeceğiz ballarım. Sizi çok seviyorum. Destekleriniz için şimdiden de teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız, ÖBB ailesi!
28 Ocak Salı, finaldeyiz!
25.01.2025
Sevgilerle, Duru TAŞKULAK
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 27.87k Okunma |
2.26k Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |