Uzun zaman sonra özleştiğimizi fark ederek gelmek istedim...1
Bu evrenden uzaklaşmayı ve onların zihnimden gitmesini asla istemiyorum. Hepsi benim için çok özel karakterler o yüzden özel bölümün tarihinin gelmesini canı gönülden istedim. Bu tarih ÖBB açısından değerli bir tarih 16'ları saymazsak eğer...1
Umarım iyisinizdir. Bu evrende kendini bulan ve acılarına bir nebze olsun dokunabilen dostlarım, umarım iyisinizdir...1
Uzatmayı sevmem, sizi biraz gerçeklerle yüzleştirip ağlatacağım o bölüme uğurlamak istiyorum. Bölümü oylamayı ve satır arası yorumlarınızı unutmayın lütfen, yorumlarınızı da oldukça özledim çünkü :))1
Cem Adiran, Aylin Aslım- Herkes Gider mi
Cem Adrian- Ben Seni Çok Sevdim
Cem Arian, Hande Mehan- Bu Yollar Hep Sana Çıkar
Cem Adrian, Emir Can İğrek- Bana Unutmayı Anlat
ÖLÜMLE BAŞ BAŞA (ÖZEL BÖLÜM) -2026-
Göktuğ Kurt
Kol düğmelerimi özenle yerlerine yerleştirdiğimde karşımda kalan aynaya bakarak saçlarımı düzelttim. Salondan gelen kadın çığlığı iç çekmeme neden olurken, iş için gerekli evraklarımı elime alarak odamdan çıktım.1
“Ay yapma! O saça ne kadar para verdim biliyor musun sen cücük?”3
“Abartma daha küçücük ne yaptığını biliyor mu?”
“Ne küçüğü be! Kendi ellerimle tosun gibi yaptım ben onu.”1
Sesler birbirine karışırken salona girerek ayağa kalkmaya çalışan oğluma baktım. Kızlar beni fark etmeden ortalarındaki oğluma dikkat kesilmiş, kendi aralarında şakalaşıyorlardı.2
“Baba!”1
Beni görür görmez çığlık atan oğluma hafif bir gülümseme ile karşılık verdiğimde kızlar beni fark ederek ayaklandılar.
“Uyuyorsun sanmıştık, rahatsız etmemişizdir umarım.” Mine bana bakarak hafif bir telaşla konuştuğunda Emek yüzünü buruşturarak bana döndü. “Aman ne rahatsızlığı şurada iki oyun oynadık, ne var sanki?”3
Emek’e karşılık yüzümü buruşturduğumda bana göz devirerek koltuğa oturdu. Emek ile aradan geçen zamanlarda çok çekilmez iki insana dönüşmüştük. Ben insanlarla çok iyi anlaşan biri olarak bu durumu garip bulsam da karşımdaki kadının Emek olduğunu hatırlayınca pek de şaşırmadığımı fark etmiştim.1
Evrakları koltuğun üzerine bırakarak oturduğumda, bacaklarıma yapışarak gülmeye başlayan oğlumu kucağıma aldım. Emek gerçekten de Mihar Alphan’ın gelişmesi için elinden geleni yapmıştı. Mihar Alphan iki buçuk yaşını çoktan geçmiş bir bebek olarak yaşıtlarından daha iri bir bebekti. Mecazen, bebek…2
Bacağımın üzerine oturttuğum oğlumun saçlarını geriye doğru iterek güldüm. “Oğlum bu Emek teyzen gene mi garip şeyler yedirmeye başladı sana? Bak tosuncuk olacaksın yakında.”1
Mihar Alphan üçümüzün de beklemediği bir anda Emek’e dönerek dil çıkardığında şaşkınlıkla oğluma bakakaldım. Emek elini dudaklarının üzerine vurarak sahte bir sinirle konuşmaya başladı. “Seni pis nankör, ben senin için şu canım platin saçlarımı süpürge edeyim sen dön bana dil çıkar. Baban gitsin hesaplaşacağız seninle cücük!”2
Mine Emek’in dediklerine gülerek, “Görende akranıyla kavga ediyor sanacak, çocuk iyi bile dayandı sana Emek.” Diyerek ayaklandı. Bakışlarım Mine’ye döndüğünde, “İşin mi vardı Mine?” dedim merakla.
Mine üzerindeki çiçekli elbisesinin önünü düzeltirken burukça gülümsedi. “Tekin ile buluşacaktım, son görevden döndüğünden beri göremedim onu.” 1
Tam Mine’ye karşılık verecekken Mihar Alphan yanağıma sert bir tokat atarak yere atladığında şaşkınlıkla yerde yuvarlanan oğluma baktım. “Bu garip hareketleri sana Yıldırım dayın mı öğretiyor oğlum? Doğruyu söyle bak aramızda kalacak.”2
Mihar Alphan yere oturarak ellerini birbirine çarpmaya başladı. Gülme sesi kahkahaya dönen oğlum, “Ertu dayı!” diyerek çığlık attığında Emek, Mihar Alphan’a bakarak gülmeye başladı. “Zaten bu iş anca ikisinden birinin başının altından çıkardı bebeğim sende haklısın.”1
Şaşkınlıkla Emek’e döndüm. “Ertuğ dayım mı dedi o az önce?”1
Emek şaşkınlığıma daha çok gülerek, “Geçen gün Yıldırımla Emir boğuşurken Ertuğrul Mihar Alphan’a yumruk atmayı öğretmeye çalışıyordu, sanırım çalışmalara başlamış.” Dediğinde derin bir iç çekerek yuvarlanmaya devam eden oğluma baktım. Elime aldığım telefondan Mihar Alphan’ı çekmeye başladığımda, oğlum bu anı beklermiş gibi garip oyun figürlerini sergilemekten asla çekinmemişti.1
Yere çömelerek Mihar Alphan’ı öptüğümde evraklarımı alarak ayaklandım. “Emek işin var mı, ona göre Ayşe Hanım’ı arayayım.”1
Emek mavi gözlerini sonuna kadar açarak başını iki yana salladı. “Ay arama o yaşlı bunağı, çocuğa yetmişlerden kalma muamele yapıyor sonra. Ben bakarım yeğenime gidin siz.” Dediklerine gülerek Mine’ye döndüğümde, “Hadi o zaman seni bırakayım.” Diyerek salondan çıktım. Mine arkamdan gelerek ayakkabılarını giymeye başladığında bende ayakkabılarımı giyerek evden çıktım. İndiğim merdivenlere ne zaman baksam sanki minik minik kan damlaları görüyor gibiydim. Güzeller güzeli karımın canını alan kurşunların açtığı yaralardan sızan kanlar etrafa saçılmış ve yılların aşınmasına rağmen gitmemiş gibilerdi. 1
Omzumda bir el hissettiğimde hızla arkama döndüm. Mine iki adım gerileyerek ellerini kaldırdığında, “Seslendim ama duymadın, rahatsız etmek istememiştim.” Diyerek yüzüme baktı. Çenemi sıvazlayarak arabayı açtığımda başımı iki yana salladım. “Dalmışım, asıl sen kusura bakma.”
Mine’nin kapısını açarak binmesini beklediğimde Mine hızla önümden geçerek araca bindi. Bende kendi tarafıma geçtiğimde, sessiz ilerleyen yolculuğumuz tugayın önüne geldiğimizde sona ermişti. Tugaya ara ara uğruyordum lakin her gelişimde sanki Armin bir yerden çıkacakmış gibi hissediyordum. O yüzden sürekli gelmek pek bana yaramıyordu, sevmiyordum eskisi gibi burayı. Eskiden olsa gözlerim etrafta dört döner, güzeller güzelimin gözlerini görebilmek için dikkat kesilirdim. Şimdi bakışlarım boştu, etraf boştu, Armin yoktu. Karım, Armin artık yoktu.
Mine’ye asla uymayan cılız ses yüreğimi hoplatırken burukça yüzüne bakarak gülümsedim. Tanıdıklarım arasında en olgun dediğim Mine dahil yaşanılanların şokundan çıkamamıştı. Ne zaman göz göze gelsek içindeki burukluğu gözlerine yansıtıyordu.
Mine’yi tugayda indirdiğimde yolum artık ezbere bildiğim yere doğru çevrildi. Her gün görmeye alışık olduğumda Fatma teyzeden çiçeklerimi alarak ayak üstü ettiğimiz sohbet sonunda günümü başlatmaya gelmiştim. Paslanmaya yüz tutmuş demir kapıyı geriye ittiğimde etrafa yayılan tiz ses ile yüzüm kasıldı. Elimdeki kırmızı gül buketini sıkı sıkıya kavradığımda, belli bir zaman dilimi içerisinde yürüyerek yüreğimdeki sızının azalmasını diledim. Karşıma çıkan manzara her günkü ile aynı olurken solumda kalan mezara doğru hafifçe bir baş selamı vererek güzeller güzeli karıma döndüm.
Ellerimin titreyişinden yere düşmemek adına direnen gül buketine bakarken dudaklarımı dişleyerek titrek bir nefes verdim. “Yavrum, ben geldim.”
Ağlamamak adına ona çok söz vermiştim ama ağlasam ya da ağlamasam ne fark edecekti ki? Yoktu işte. Kokusunu derin derin içime çekeceğim, ani çıkışlarını dizginlemek için çırpınacağım, çocuksu hallerine uzun uzun bakacağım karım yoktu!
Buketi usulca taşının üzerine bıraktığımda, dünden bugüne hafif tozlaşan mezar taşının üzerine kenarda hazır duran sudan döktüm. Elim mezar taşını okşarken, en son göğsümde yatarken saçlarına hayranca bakıp okşadığım andan oldukça uzaklaştığımı fark ettim. Yanaklarıma süzüldüğü için derimi geren tuzlu yaşları silme gereği duymadan taşın üzerine minik bir öpücük kondurdum.
“Dünden bugüne çok özledim sevgilim.”
Ondan ayrı kaldığım yedi yüz otuz gün, bir milyon elli bir bin iki yüz dakika, altmış üç milyon yetmiş iki bin saniyelik zaman diliminde artık tamamen çöktüğümü söyleyebilirdim. Görünüşüm değişmişti. Saçım, sakalım, sesim, duruşum… Beni ben yapan kadın toprağın altındayken, gerçek bir Göktuğ Kurt görmek imkansızdı.
“Ağlamayacağım diyorum ama sensiz olmuyor güzelim.” Sesim öylesine titrek çıkmıştı ki dizlerimdeki dermanın bittiğini ve bedenimi taşıyamadığını yere düştüğümde anladım. Alnım mezarın yanına denk gelirken omuzlarım sarsıla sarsıla ağladım. “Armin seni çok özledim!” sesim Mihar Alphan’ın ağladığı anlardan bile bebeksi çıkmıştı.
Onu, iki sene önce bugün kaybetmiştim. Tarih 3 Nisan 2026 Armin öleli iki sene oldu.
O gün zihnimden asla silinmiyordu. Baygın bakan gözleri, etraftaki şiddetli uğultu, Mihar Alphan’ın çığlıkları, son nefesini benimle paylaşmaya çalıştığı o an… Her şey birkaç saniyelik zaman diliminde gerçekleşmişti ve ben hiçbir şey yapamamıştım. O zamana dek Armin’in bir isteğini bile geri çevirmezken, o gün benden istediği şeyler için lanet etmiştim. Lanet olsun ki, yaptığı envayi çeşit yemek ona yetmemiş canı simit-açma çekmişti. Keşke aramızda dalga geçtiğimiz özlemime on dakika dayanamıyor musun şakasını ciddiye alarak evden adımımı dışarıya atmasaydım. Ben o gün çok sevdiğim karımın isteğini bir kereliğe mahsus reddetseydim eğer, belki de şu an karşımdaki mezar taşı asla olmayacak, tüm bu an büyük bir kabus olarak uyanmama vesile olacak ve yaşadığım paniği karımın mis kokusuyla yitirecektim.
Canımı en çok yakan olaylardan bir diğeri ise onu ikinci doğum günü bellediği evlilik yıl dönümümüzde, kaybetmemdi. O, canım karım Armin Mihri Kurt; hiçbir yaşında huzurlu bir doğum günü yaşayamamıştı. Buna bende dahil kimse müdahale edememişti. Kalbimde çok şiddetli bir ağrı hissediyordum, bu ağrının tek sebebi ise mezar taşına bakarken bile başımı döndüren kadına olan sevgimdendi.
Tarih 3 Nisan 2026, Armin ile evlilik yıl dönümümüz.
Tarih 3 Nisan 2026, yarın değil; bugün benim doğum günüm çünkü o hayatıma girdi.
Tarih 3 Nisan 2026, sevgili karım Armin Mihri Kurt’un doğum günü.
Tarih 3 Nisan 2026, sevgili karım Armin Mihri Kurt’un ölüm yıl dönümü.
Bana bir gün her şeyi unutacaksın deseler, ömrüm boyunda unutamayacağım tek tarih bu tarih olacaktı. Unutamıyordum, zaten unutmak da istemiyordum. Bu tarih bana dünyanın en güzel armağanını verirken aynı tarihte de o armağanı geri almıştı.
Ne kadar süre ağladığım bilinmez başıma giren ağrılar kendime gelmemi sağlamıştı. Gözlerimin altını silerek telefonumu çıkardım. “Sana oğlumuzu getirmeyi isterdim ama bu aralar çok sık hasta olduğu için çıkarmayayım dedim. Sen olsan sende öyle derdim hayatım…” telefondan daha demin çektiğim videoyu açtığımda, ekranı mezara doğru çevirdim. Mihar Alphan ellerini birbirine vura vura sağa sola dönmeye çalışırken ara sıra attığı kahkahalar ile bizi de güldürmüştü. Kameraya bakarak dil çıkartan oğluma alayla güldüm. “Bak karıcığım bu çocuğu hep senin o minik kardeşlerin ve Emek cadısı şımarttı. Daha biraz evvel Mihar Alphan tarafından hayatımın ilk tokadını yedim resmen. Hayır bir de kim öğretti diyorum Ertuğ dayım diyor, resmen üzerime kurulan bir komplo var hayatım!”
Yakınırcasına söylediklerime karşılık tek taraflı gülerek mezar taşına oturdum. Her gelişimde toprağın üzerine daha canlı ve güzel çiçekler de ekiyordum. Benim karım güzel gibi kadındı. Toprağındaki rengarenk çiçekler gibi…
“Senden sonra işe gideceğim. Aslında teklifi kabul etmek içimden gelmemişti ilk zamanlar… Sanki sen elimden tutup bak hayatım senin için yaptırdım demediğin müddetçe orası benim değilmiş gibiydi. Yalan yok, ilk zamanlar hiç alışamadım. Soğuktu orası. Sensizdi. İçerisi çok boştu. Onca kalabalığa rağmen kimse yok gibiydi.”
Kelimeler ağzımın içerisinde yuvarlanmaya başladığında omuzlarım şiddetle sarsıldı. “O merkeze sensiz girmek o kadar çok koydu ki…” ellerimi yüzüme kapatarak hırsla ağlamaya başladığımda, “Bu zamana kadar sana hiç bunu söylemedim ama sanırım söylemem gerekiyor… Sevgilim, sanki son zamanlar öleceğini anlamış gibi hepimizi sağlama alarak gitmişsin… Bana merkezi bırakmışsın, time görev bilgilerini ulaştırmışsın, hepimizi birbirimize bağlayarak gitmişsin…” diyerek hıçkırdım. Bulanık bakışlarım mezar taşına düştüğünde silikçe beliren sima ile tüylerim ürperdi. Taşın üzerinde resmen Armin’in yüzünü görmüş gibi hissetmiştim. Ellerim taşın iki yanına sarıldığında sima aniden gitti. “Hayır!” sinirle bağırdığımda kendimden çıkan sese dahi inanamadım. İnsanlara bağırmazdım. Sakince konuşursam beni anlayacaklarını düşünürdüm. Otuz üç yaşıma kadar da bu durumu savunmuştum lakin en son patladığım nokta, kanlar içerisinde yerde yatan karıma sesimi duyurmayacağında gerçekleşmişti.
Bir psikolog olarak kişisel hayatımdan o kadar uzaklaşmıştı ki mesleğim… Başkalarına koyduğum teşhisleri kendime koymayı bırak neyin ne olduğunu unutuyordum resmen.
Cebime attığım telefonum çalmaya başladığında arayanın sekreterim olduğunu gördüm. “Efendim.”
Karşıdan gelen hışırtıların ardından, “Göktuğ Bey ilk randevunuzun başlamasına beş dakika kaldı. Sizi göremeyince aramak istedim, hastamız geldi ve sizi bekliyor. Gelecek misiniz?” diye bir cümle işittim. Oturduğum taştan kalkarak yüzümü sıvazladığımda, “Hanım efendiye çok özürlerimi ilet, birazdan orada olacağım.” Diyerek telefonu kapattım.
Kızardığına emin olduğum gözlerim yanarken mezar taşına bakarak burukça gülümsedim. “İşim varmış, tamamen unutmuşum… Bu durumda bile aklımı alıyorsun sevgili karım. Gitmem lazım ama gene geleceğim sakın korkma tamam mı?” mezar taşına yaklaşarak kollarımı etrafına doladığımda, yanağım taşın soğuk yüzeyine denk geldi. Taşı öperek derin bir iç çektiğimde, kokusunu aldığıma yemin edebilirdim ama kanıtlayamazdım.
“Ben gelene kadar beni özle karıcığım çünkü ben şu anda bile seni çok özlüyorum…”
Onu ardımda bırakmanın bu kadar omuzlarıma yük olarak bineceğinden söz etseler hiçbir şey anlamazdım. Şimdi söyleseler anlamak bile istemezdim…
G. KURT
Buz kesmiş kahve boğazımdan aşağı indiğinde yüzümü buruşturarak derin bir nefes verdim. Önümdeki elli defa okuyup hiçbir şey anlamadığım dosyaları kenara kaldırdım. Çalan kapı ile kim olduğunu bilmeden gel dediğim kişi hızla kapıyı açtığında sekreterimle göz göze geldik.
Yavaşça yutkunarak başımı hafifçe sağa döndürdüm. “Bir sorun mu var?”
Elindeki dosyayı masanın üzerine bırakarak geri çekildi. “Son gelen hasta randevusunu iptal etti Göktuğ Bey haber vermek için gelmiştim… Bu dosya da bir önceki hastanıza ait. İncelemek istersiniz diye düşündüm.”
Dosyayı diğerlerinin üzerine bırakarak başımı salladım. “Tamam teşekkür ederim, sen çıkabilirsin.”
Son randevum iptal olduğu için yavaşça toparlanmaya başladım. Her şeyin derli toplu olduğuna kanaat getirdiğimde odadan çıkarak aşağı indim. Danışmada oturan kadına hafif bir baş selamı vererek dışarı çıktığımda, havanın daha kararmaya dahi yüz tutmadığını gördüm. Arabama bindiğimde, yolun su misali akıp gittiğini hissettim. Dalgın bakışlarım anayolun zemininden ne ara eve geçiş yapmıştı anlamamıştım bile.
Aydınlık havaya zıt yorgun bir tavırla binaya girdiğimde sakince merdivenleri çıkmaya başladım. Bu merdivenlere her adım attığımda zihnimde gür bir çığlık kopuyormuş gibi hissediyordum. Yerde damla damla lekeler görüyor ve bu durumu gerçekle ayırmakta zorlanıyordum. Bu evden tanışmak hem çok zor hem de mantıklı geliyordu ama o evde karımın her bir zerresini hissederken bunu yapmak çok zordu. Çok ama çok zor.
Her basamağı inceleyerek olabildiğince ağır adımlarla kata çıktığımda derin bir nefes verdim. Yorgundum. Ruhen. Bedenen. Tamamen.
Avcumu kapının yanına yaslayarak, benim geldiğimi anlamaları için yaptığım tonlamayla kapıyı çaldım. Bu artık aramızda kural gibi bir şeydi çünkü ben bu kapının bir kez daha boşluk anıyla açılmasına dayanamazdım.
Kapı ağırca aralandığımda kulaklarıma çarpan buruk sesler ile bakışlarım havalandı. “İyi ki doğdun Göktuğ, iyi ki doğdun Göktuğ…” duyduğum cümle kalbime derin bir hançerin saplanmasıyla eş değer bir acı hissettirirken alnımı kapıya yasladığım koluma gömerek titrek bir nefes aldım. Doğum günleri artık kutlamaya değmeyecek en son şey bile değildi.
Kızaran gözlerimi karşımdaki kalabalığa çevirdiğimde iki senedir yaptığım konuşmayı tekrarlamak içimden gelmemişti. İki senedir her doğum günümde, doğum günümü ısrarla kutluyorlardı ama bu tarih artık kutlanacak bir tarih değildi, bunun neresini anlamıyorlardı sahiden merak ediyordum. Tarih 3 Nisan, senesi önemsiz, kanlıydı. Bu tarihe bir defa kan bulaşmıştı ve geri dönüşünün ihtimali bile yoktu.
Dilimden lâl olmuşçasına tek bir kelime çıkmazken eriyen mumlar usulca söndü. Onun hayatımdan ani çıkışı gibi…
“Kutlanılacak bir tarih olduğunu düşünmüyorum, teşekkür ederim.” Sesim cüsseme tezat oldukça kısık çıkarken duyduğum ses bir ömre bedeldi. “Baba! Baba!”
Bakışlarım bacağıma sarılan oğluma düştüğünde ayakkabılarımı çıkartarak kucağıma aldım. “Oğlum, ne yaptın bakalım bensiz?” kucağımda sıkı sıkıya sarmaladığım çocuk, artık hayatımın tek kaynağıydı. Yüzüne düşen saçlarını geriye iterek alnına sıkı bir öpücük kondurduğumda, arkamda kalan kalabalığa rağmen bana yakışmayan bir harekette bulunarak sessizce odaya çekildim. Mihar Alphan kucağımda sessizce beni izlerken yere oturarak sırtımı yatağın yanına yasladım.
Benim için çok zor bir gündü. Bugün sevgili karımın hevesle kabullendiği yeni doğum günü tarihiydi ama ben buna sevinemiyordum bile. O gitmişti dünyadan, ne anlamı vardı sahiden?
“Babacığım.” Mihar Alphan minik elini yanağıma yasladığında daldığım noktadan bakışlarımı çekerek oğluma çevirdim. Başını ağırca okşayarak, “Efendim oğlum?” dediğimde renkli gözlerini büyüterek gözlerime baktı. “Alıyo.”
Kaşlarım usulca çatılırken sorma gereksiniminde bulundum. “Ne alıyo babacığım?”
Mihar Alphan elini anlık bir refleksle yanağıma vurduğunda yüzümü nemlendiren yaş yanağıma yayıldı. “Alıyo baba! Bak, bak!”
Göz yaşlarım Mihar Alphan’ın minik avucunda yayılırken kaşlarım çatıldı. Yüzüm acıyla kasılırken sıkıca sarıldığım oğlumun boynuna burnumu bastırarak sakinleşmek adına derin bir nefes almaya çalıştım. Beni yalnızca iki koku sakinleştiriyordu ve birine ulaşmak artık imkansızdı…
Mihar Alphan kucağımda çırpınmaya başladığında, bacaklarıma basarak ayaklandı. Minik elleri omuzlarıma tutunurken, elimi minik beline atarak dik durmasında yardımcı oldum. Mihar Alphan kendisinde dik haline gelmiş olan göz büyütme hareketini tekrarlayarak bana baktığında boşta kalan elimle yüzümü sıvazlayarak gözlerine baktım. Aynı annesi gibiydi…
Odada derin bir sessizlik oluştuğunda Mihar Alphan’dan böyle bir cümle duymayı asla beklemediğimi anımsadım. Bu aralar çok sık hasta olduğundan dışarı çıkmasını istemiyordum ama gerçekten de annesine en son ne zaman götürdüğümü bile hatırlayamamıştım.
Mihar Alphan’ı seri bir hareketle kaldırdığımda odadan çıkarak kendi odasına girdik. Salondan sessiz konuşmalar geliyordu ama şu an oğlum ve karım dışında kimseyle konuşmak istemiyordum.
Mihar Alphan’ı yatağının üzerine oturtturarak dolabından kalın kıyafetler çıkardığımda, yatağa yan devrilmiş ayaklarını tutmaya çalışan oğluma baktım. Dudaklarımda hafif bir gülümseme oluştuğunda, “Sen niye bu kadar şımardın oğlum? Hangi dayın öğretti bu yuvarlanma işini söyle bakayım sen bana bir…” diyerek üzerindeki ince tişörtü çıkardım. Mihar Alphan bana bakarak dilini çıkardığında kaşlarım çatıldı. “Ayıp. Anneye öpücük at babaya dil çıkar, yakıştı mı senin gibi bir yakışıklıya?” gözümden süzülen yaş Mihar Alphan’ın saçlarının arasına karışırken, elimin tersiyle yüzümü silerek başımı tavana çevirdim. Benim için çok zor bir gündü.
Mihar Alphan üzerine yeni giydirdiğim kazağı çıkarmaya çalışırken bir elimle onu tutuyor diğer yandan da altına eşofmanını giydirmeye çalışıyordum. Mihar Alphan normal şartlarda çok yaramaz bir çocuk değildi ama bazen şımarma saati tutuyordu, her çocuk gibi…
Kaşlarım hafifçe çatılırken, “Oğlum rahat dur anneye gidelim, rahat dur.” Diyerek mırıldandım. Mihar Alphan bu cümleyi bekliyormuş gibi gür bir çığlık attı. “Anne!” bütün ev çığlığı duymuştu ve Mihar Alphan anne dememi beklemiş gibi avazı çıktığınca ağlamaya başlamıştı. Neden bu kadar huzursuzlanmıştı bilmiyordum ama şu onu susturmak için ya uyutmak ya da dikkatini dağıtmak lazımdı.
Boynuna atkısını dolayarak montunu giydirdiğimde yüzüme inen tokatlar ve minik yumruklar ile baş etmeye çalışıyordum. “Anne!” kulağımın dibinde patlayan bağırış ve ağlama sesi ile sakin kalmaya çalışırken mırıldandım. “Gidiyoruz babacığım, bak anneye götürüyorum seni.” Ayakkabılarımı zor bela giydiğimde koşarcasına merdivenlere yöneldim.
“Oğlum nereye?!” Annemin arkamdan gelen bağırışı Mihar Alphan’ın ağlayışları ile sönük kalırken kendimi zor bela dışarı attım. Mihar Alphan’ı kendi koltuğuna oturtarak kemerini taktığımda hâlâ ağlamasının sebebini anlayamıyordum. Daha küçük olduğu için annesinin yanına gidişini çok net hatırlamıyordu ama yokluğunu da ara sıra hissettiği zamanlar oluyordu. Bazı geceler çok huzursuzlandığında tüm binaya duyurmaya yeminliymişçesine avazı çıktığı kadar ağlıyor ve soluğu yanında anlamamı sağlıyordu. Yanıma yatırdığımda uzun saatler boyu uyanık vaziyette tavanı izliyor, yorulunca uykuya dalıyordu. Elbette annesinin yokluğunu hissediyordu, onun teninden gelen eşsiz kokuyu daha el kadarken solumuştu. Unutmak mümkün müydü?
Araba karanlık yola girdiğinde, yolun kenarına hızlıca park ederek Mihar Alphan’ı indirdim. Ağlayışı artık derin iç çekişlere dönmüş, sersemce etrafı izliyordu. Alnına minik bir öpücük kondurarak, “Bak geldik oğlum, hadi ağlama artık yakışıklım benim.” Diyerek kulağına fısıldadım. Mihar Alphan minik elinin tersi eşliğinde yüzünü silmeye çalıştığında, cebimden bir peçete çıkartarak ona yardımcı oldum.
Kısa bir yürüyüşün ardından güzelimin yanına ulaşmıştık. Mezarlığı aydınlatan tek şey, tepeden vuran sokak lambasının turuncu ışığıydı.
“Anne!” Mihar Alphan ellerini göğsüme vurarak bağırmaya başladığında mezar taşının yanına oturmasına yardımcı olarak alnını kapatan saçlarını geriye itekledim. “Geldik oğlum, burada annen.”
Mihar Alphan işaret ettiğim mezar taşına dönerek anlamsızca bakmaya başladığında, sessizce fısıldadı. “Anne…” destek amaçlı sırtına yasladığım elim aniden toprağın üzerine düştüğünde, dizlerimin gerçek manada bağının çözüldüğünü hissettim. Mihar Alphan aniden bana döndüğünde göz göze geldik. “Baba, anne neden burada?”
Sanırım bir gün bana sorulan bir soru karşısında boğazın düğümlenecek deseler, bunu asla idrak edemezdim. Lakin bugün bu durumun ne demek olduğunu ne yazık ki anlayabiliyordum. Bu soruya ne verecek bir cevabım ne de ona açıklayabilecek bir gücüm vardı. Gözlerimden birkaç damla yaş usulca süzülürken Mihar Alphan’ın gözlerine bakmanın da canımı yaktığını hissettim. Başkasına sorsak asla benzemiyor diyecekti belki ama Mihar Alphan benim için aynı annesiydi.
Ellerimi yüzüme kapatarak ağlamaya başladığımda, Mihar Alphan’ın birkaç soru daha sorduğunu duymak ve verecek bir cevabımın olmaması ağlayışımın şiddetlenmesine ve hıçkırıklar eşliğinde sarsılmama neden olmuştu. Kendimi gerçekten çok çaresiz hissediyordum. Bu yaşıma dek sevdiğim kişileri acımasızca kaybetmek, oldukça zordu. Asıl zor olan şey ise, onlar hayattayken onların hayatımdaki yerini bu denli iyi anlayamamaktı. Armin ile belki diğer çiftler kadar uzun süren bir aşk yaşamamıştık belki de birbirimizi doyasıya sevememiştik… Lakin sorun bunlar değildi. Asıl sorun, kısa bir sürede yaşadığımız aşkın bende bıraktığı acımasız etkiydi. O, sahiden benim hayatım olmuştu. Buna bir saplantı denilebilir miydi bilmiyordum ama o gülüşüyle, gözlerindeki durgunlukla, yaşadığı acılarla hayatıma girmişti. Onu çok seviyordum, sevgim hâlâ da bakiydi. Eskimiyordu, solmuyordu, ilk günkü filizinden asla kırılmıyordu.
“Aşkım üşümüşsün, ellerin buz gibi!” duyduğum ses diz çöktüğüm yerden panikle sıçramama neden olurken, kolları arasına doladığı Mihar Alphan eşliğinde boynuma atlayan kadına bakakaldım. “Dalmışım, özür dilerim.”
Sırtımı sıvazlayan kadın sakince fısıldadı. “Asıl ben özür dilerim, ses vermeden yaklaştım.” Geri çekilerek yüzüme baktığında, çenemi avcunun içerisine alarak sıktı. Dudaklarındaki masum tebessüm eşliğinde yanağımdan süzülen yaşlara bakarak, “Seni böyle yıkılmış görmek beni üzüyor Göktuğ.” Dedi acı bir şey söylercesine.
Gözlerimi kaçırarak derin bir nefes aldığımda, bakışlarım mezar taşına düştü. “O toprağın altındayken, yüzüm nasıl gülebilir Mine? Ben farkına varmadan onu hayatım yapmışım. Hayatım toprağın altında, anlıyor musun?” elini omzuma sararak başını koluma yasladığında, “Anlıyorum. Maalesef ki, anlıyorum.” Diyerek titrek bir nefes verdi. Tek koluna sarmaladığı Mihar Alphan’a bakarak dolan gözleri eşliğinde ağlarcasına güldü. “Üşümüşsün yakışıklı, daha yeni iyileşmiştin hasta olacaksın.” Boynuna doladığı şalı çıkartarak Mihar Alphan’ın sırtına sardığında kaşlarım çatıldı. “Üşüyeceksin Mine, paltomu al lütfen.”
Mine kaşlarını çatarak çıkarmaya yeltendiğim paltonun düğmesine elini bastırdı. “Hayır lütfen, iyiyim ben.”
Yüzümü sıvazlayarak ağırca mezar taşının çıkıntısına oturduğumda, bakışlarım taşın üzerinde yazan isimden bir an olsun ayrılmadı.
Armin Mihri Kurt
D.T 16.12.1994
Ö.T 03.04.2024
Şehit değildi. Vatanı için kendini parçalayan, senelerini harcayan kadının mezar taşında şehitliğe dair en ufak bir yazı dahi yazmıyordu. Canice katledilmişti. Karımı tanıyordum, illaki öleceğini bilse vatanı için kanının son zerresine kadar savaşırdı ama canice katledilmek istemezdi. O normal bir asker değildi. Özel yetiştirilmiş, kanının son damlasını bile vatan feda edeceğini bilerek bu rütbeye ulaşmış özel bir askerdi.
“Göktuğ seninle bir şey konuşmak istiyorum. Yeri mi sırası mı bilmiyorum ama konuşmamız lazım.” Mine ciddiyetle bana bakarken, kaşlarım çatıldı. Oldukça ciddiydi. Her zaman ciddiydi zaten ama bu sefer bir ayrıydı yani…
Başımı usulca iki yana salladığımda, “Ne hakkında?” dedim anlamak açısından.
Mine kucağında uyuyakalan Mihar Alphan’ı sallayarak yüzüme bakarken, “Armin’in ölümü hakkında.” Dedi vurgulayarak. Bedenimden şiddetli bir elektrik akımı geçercesine ürperdiğimde nefes almakta zorlandığımı hissettim. “Şu an değil Mine, lütfen.”
Mine öfkeyle bağırdı. “Tam da şu an Göktuğ! İki sene oldu, koskoca iki sene! Ne o günü konuştun ne de peşine düştün. Zeki bir adamsın, karının öylece öldüğüne mi inandırıyorsun kendini? Göktuğ saçmalama artık, kendine gel! Armin gözlerinin önünde, on altı kurşundan çıkan kanlar eşliğinde yatarken bunun normal bir ölüm olduğuna nasıl inandırdın kendini? Böyle bir vahşetin önüne nasıl geçmezsin? Bu konu için yanına gelen polislere de hiçbir şey anlatmamışsın. Bu ne demek?! Olayın ciddiyetinin iki senedir farkına varamadın mı? Polislere ifade vermeme amacını söyler misin bana çünkü cidden merak ediyorum.” Karşımda öfkeden köpüren kadına başka birisi olsa aynı öfkeyle karşılık verecekken kimsenin beklemediği bir şey yaparak küçük bir çocuk gibi ağlamaya başladım. Hıçkıra hıçkıra.
Ellerimi çaresizce iki yana açtığımda, “Yapamıyorum Mine. Polisler geliyor, soruyorlar her şeyi tek tek… Nasıl öldüğünü, kaç kurşun girişi olduğunu baştan sona anlatıyorlar. Ben o anı yaşadım, dinlemek istemiyorum! Gözümün önünden gitmiyor zaten o görüntüsü…” diyerek ellerimi yüzümün önünde salladım. “Gitmiyor! Benim karım hâlâ kanlar içinde yerde yatıyor zihnimde… Ben yapamıyorum, anlatamıyorum kimseye hiçbir şey. Ben psikoloğum, kafayı yememe az kaldı anlıyor musun? Ben âşık olduğum mesleğimi bile yapamaz hale geldim. Bir hasta geliyor, bir şeyler anlatıyor. Benim aklıma ilk Armin geliyor. Ne alaka diyorsun şimdi… Kadının annesiyle sorunları varmış, al bak! Armin… Konuşamıyorum, anlatamıyorum ben kendimi Mine. Sorma bana bir şey, yapamıyorum.”
Mine kızaran gözleri eşliğinde önüme çömeldiğinde, kucağındaki Mihar Alphan’a sıkıca kollarını dolayarak çenesini minik başına yasladı ama gözlerini bir an olsun benden ayırmadı. Acı kahvelerinde duramayacak kadar çok biriken yaşlar usulca yanaklarına süzüldüğünde, “Yapmak zorundasın. Kendin için, oğlun için ama en çok da-“ dedi gözleriyle mezar taşını işaret ederek. “Onun için… En çok da ona bunu borçlusun Göktuğ. Gerekiyorsa bana Armin’in geçmişini ilmek ilmek anlatacaksın, hiçbir şey bulamazsak bile en azından elimizden geldiğince çabalayacağız… Hadi kalk bize gidelim. Tekin de sizin evdeydi, baş başa konuşuruz. Olmaz mı?” titreyen eli dizimin üzerinde duran elimi sıkıca kavradığında, ayaklanarak var gücüyle beni çekiştirdi. Tek bir kelime etmeden usulca mezar taşına minik bir öpücük kondurduğumda, önden beni çekiştiren kadına ayak uydurarak mezarlıktan çıktım. Mine, Mihar Alphan’ı koltuğuna yatırarak arka kapıyı kapattığında tam şoför kapısını açacakken elini sertçe kapı koluna vurdu. “Yana geç bu halde sürdürtmem sana.” Bakışlarımız kesişirken omzuma hafifçe vurarak bedenimi ileri itekledi. Dudaklarımda alaycı bir gülümseme oluştuğunda itiraz etmeden yan koltuğa bindim.
Mine’yi çok seviyordum. Aslına bakarsak bu bir sevgi mi yoksa bir hayranlık mı bilmiyordum. O biraz Armin’e benziyordu. Kararlılığı, dik başlılığı ve sevdikleri için çırpınışlarıyla… Belki Armin bu hayattan göçüp gitmişti ama bize -Mihar Alphan ve bana- geniş bir aile bırakmıştı. Hepsi birbirinden özeldi…
Mine’nin usta şoförlüğü eşliğinde Mine ve Tekin’in evine geldiğimizde, Mihar Alphan’ı yavaşça yattığı yerden alarak önden ilerleyen Mine’yi takip etmeye başladım. Mine kapıyı açarak geçmemizi beklediğinde içeri girerek zor bela ayakkabılarımı çıkarttım. Sessizce, “Mihar Alphan’ı nereye yatırabiliriz?” diye sorduğumda Mine üzerindeki paltoyu hızlıca çıkartıp vestiyere astı. Koşar adımlarla koridorun ucuna ilerlediğinde bir odanın kapısını açtı. “Yatak odasına yatır, biz salona geçelim çok ses gitmesin.”
Yatak odasına girerek, Mihar Alphan’ı yatağa yatırdığımda, Mine hızlıca üzerini örterek dönüp düşmemesi için yanına iki yastık koydu. Alnına minik bir öpücük bırakarak doğrulduğunda, odadan çıkarak gözden kayboldu. Yatak odasının kapısını çekerek salona geçtiğimde Mine de kısa bir süre sonra elindeki iki kahve kupası eşliğinde yanıma gelmişti. “İç biraz üşümüşsündür, için ısınır.”
Kupayı iki avuç içime yaslayarak, sırtımı koltuğa yasladığımda Mine usulca yanıma oturdu. İkimizde nereden başlayacağımızı bilemez gibi sessizliğimizi korurken ilk konuşan taraf beklenildiği üzere Mine olmuştu. “Benim sana yardımcı olabilmem için senin de bana yardımcı olman lazım ki ortak bir noktada buluşabilelim… Anlatmalısın Göktuğ, her şeyi en ince ayrıntısıyla… Armin’e düşman olabilecek potansiyeldeki kitle kim, bilmeliyim. Binanın ve çevrenin kamera kayıtlarına ulaşamıyoruz çünkü şansa bak ki silinmiş. O günden önceki ve sonraki günler için de genel bir tarama yaptırttım ama göze çarpan bir terslik göremedim. Eğer sen bana bir şeyler anlatırsan, belki de çok daha kolay olur her şey…” Mine oturduğu yerden öne kayarak bana döndüğünde, büyük bir hevesle gözlerime bakıyordu. Boş bakan gözlerim Mine’nin üzerinden ayrılarak avuçlarımın içerisindeki kahve kupasına döndü. Armin’in bana anlattığı her şey karım olmasından ziyade bir doktor hasta çerçevesi içerisindeydi. Bu anlatılanları tıbbı durumlar için yalnızca doktorlar ile paylaşabilirdim. Etik değildi ama yapmam gerekiyordu.
Düşünceli tavrım canımı sıkarken tek elimle yüzümü sıvazlayarak yarım ağız mırıldandım. “Etik değil Mine, her şeyden öte Armin benim bir hastamdı…”
“Başlatma etiğine! Etik dediğim kavramı hastana âşık olarak çiğnedin sen zaten, ne anlatıyorsun bana?” kupasını sinirle ortadaki sehpaya bırakıp ayaklanan kadın üzerime eğilerek bağırırken sakince hareketlerini izlemekle yetindim. “Bana bak Göktuğ, ya bana dostça olayları anlatır yardımcı olursun ya da işleri hukuki boyuta taşır sana köstek olurum. Bak seni cinayet tanığı olarak gösterip sorgulatırım sesini bile çıkaramazsın. İnsan gibi düzgünce soruyorum, anlatıyor musun anlatmıyor musun?”
Kaşlarım usulca havalanırken sormadan edemedim. “Beni tehdit mi ediyorsun?”
Mine alayla gülerek doğruldu. Ellerini belinin iki yanına yerleştirerek, “Hayır sadece yapacağım şeyleri önden söylüyorum ki sonradan duyunca şaşırma.” Dediğinde gözlerimi kapatarak derin bir nefes aldım. “Oturur musun şuraya.”
“Ne inatlaştın be kızım otursana şuraya.”
Yanımdaki boş alanı işaret ettim. “Otur, lütfen.”
Mine sakince yanıma oturduğunda yüzünü yüzüme dönerek beklenti içerisinde gözlerime bakmaya başladı. “Başlayacak mısın artık?”
Kahvemden bir yudum alarak sehpaya bıraktığımda ellerimi hafifçe iki yana açtım. “Nereden başlamam lazım?” Mine tereddüt bile etmeden tek bir şeyden söz etti. “Ailesini anlat bana. Armin’in ailesi nasıl insanlar?”
Ellerimi dizlerimin üzerine vurarak, “Armin’in ailesi Armin’i çocuk bellemeyen, onu sevgiyle büyütmeyen insanlar. Özellikle annesi cani bir kadın. Armin’den nefret eder. Onu kızı olarak bile görmüyor, hatta kim bilir belki de ondan iğreniyor bile. Annesi için yalnızca oğlu ön planda-“
Başımı iki yana salladım. “İkizi. Her neyse, kadın Armin’i bir hiç olarak görüyor. Oğlu onun için çok önemli bir faktör. Uzun uzun anlatmayacağım. Kısacası kadın Armin’i sevmemeyi geç, gözü görmüyor bile. Bir acısı olduğu belli ve bu acısını da Armin’in üzerinde atıyor. Armin ve Arman -Arman Armin’in ikizi- on altıncı yaş gününde ilk defa konuşma şansı buluyorlar ve bir nevi birbirleriyle bunca sene neden bu kadar uzak kaldıklarını konuşuyorlar-“
Mine sözümü keserek yüzünü buruşturdu. “Bir saniye bir saniye, şimdi bu kadın ikisini birbiriyle görüştürmüyor muydu? Yani aynı evdeler ama on altı sene hiç mi görmediler birbirlerini?”
Dilimi damağıma vurarak konuşmaya başladım. “Öyle değil. Birkaç kez konuşup görüşmelerine izin vermiş ama mümkün olduğunca ikisini yan yana getirmemeye çalışıyor çünkü Armin’den nefret ediyor. Doğum günlerinde de artık ne olduysa Armin’in de varlığını hatırlayarak ikisini yan yana getiriyor. Armin ve Arman kalabalıkta konuşmak istemedikleri için balkona çıkıyorlar. Anneleri kısa bir süre sonra yanlarına geliyor ve Armin ile kavga etmeye başlıyorlar. Kavga hızla büyürken ikisini ayırmaya çalışan Arman balkondan düşüyor.”
“Nasıl yani? Ay bir saniye Göktuğ!” Mine ellerini başının iki yanına koyarak halıya bakmaya başladığında kendi kendine mırıldandı. “Armin’in mezarının yanında soy ismi Tan olan bir erkek mezarı vardı. Yoksa o-“
“O evet. O mezar Arman’ın mezarı.”
Mine dudakları aralık bir vaziyette yüzüme bakakaldığında konuyu uzatmadan toparladım. “O gün Arman balkondan düşerek ölüyor ve Afil yani Armin’in annesi de bu durumdan Armin’i suçlu tutup evden atıyor. Armin öyle böyle dertken büyüyor ve yolları askeriyede Miralay ile kesişiyor. Devamı malum, bilirsin zaten.”
Mine az önceki haliyle yüzüme bakmaya devam ettiğinde elimi yüzünün önünde sallayarak seslendim. “Mine, iyi misin?” Mine gözlerini birkaç defa kırpıştırarak çok doğal bir soru sordu. “Bu durum polisin kulağına nasıl gitmiyor ayıptır sorması?”
Omuz silkerek güldüm. “Afil Hanım’ın gücü gibi bir şey. Yaptığı onca usulsüz işin adli hiçbir karşılığı yok. Tabii ben bu durumları dinlediğimde Afil adına bir suç duyurusunda bulundum ama takdir edersin ki bir karşılığı olmadı.” Mine şok içerisinde ayaklanarak öfkeyle konuşmaya başladı. “Bu ne demek ya? Bu ne demek? Göktuğ ne dediğini duyuyor musun sen?! Kadın gözü önünde oğlu ölürken… Ay aklım almıyor bu ne demek!”
“Sakin ol, anlat dedin anlatıyorum işte.”
Mine elini ağzına götürerek tırnaklarını kemirmeye başladığında düşünürcesine mırıldandı. “Aileden gelen bir sorun var. Peki ölümüyle sence iş içerisinde bir bağlantısı olabilir mi? Yani görevde vurduğu biri ya da zamanında esir aldığı bir terörist falan… Kim olabilir?”
İşi ile alakalı olacağını zannetmiyordum. Eğer konu iş olsaydı o kansızlar bu denli özel hayatının içerisine giremezlerdi. İlla ki öyle bir planları olsa bu işi askeriye çevresinde ya da farklı bir şekilde hallederlerdi. Başımı iki yana sallayarak fikrimi söyledim. “İş ile alakası olduğunu zannetmiyorum. Eğer öyle olsa evine kadar gelecek cesareti gösterirler miydi sence?”
Mine son derece büyük bir öfkeyle bana döndüğünde daha ne olduğunu anlamama fırsat vermeden elleri üzerimdeki gömleğin yakalarını kavradı. “Madem öyle sen olanları iki senedir anlamayacak kadar salak mıydın Göktuğ?! Daha iki kelam ettiğin şeylerden ben bile anladım, sen nasıl anlamazsın! Annesi lan annesi! Göktuğ nasıl anlamazsın böyle basit bir şeyi nasıl?!” ellerini öfkeyle göğsüme vuran kadının bileklerini usulca kavradığımda, dolu gözleriyle yüzüme bakakaldı. “Nasıl anlamazsın Göktuğ? İki sene! Koskoca iki sene!” iki parmağını gözüme sokmak istercesine bağırdığında hıçkırarak konuşmaya çalıştı. “Her gün mezarının başında ağladığın kadının canını alan kişiye nasıl elini kolunu sallaya sallaya gezme fırsatını verirsin? O kadın benim kardeşim gibiydi. Kalender’den tek bir farkı dahi yoktu! Aramızda kan bağı olmayan biri için iki senedir sarf ettiğim çabayı üç senelik eşi olan sen nasıl sarf etmedin?” Mine göğsüme sert bir tokat atarak ellerini yüzüne kapadığında, bacakları bedenini taşımamış olacak ki kendini yere bıraktı. Düştüğü yerde sarsıla sarsıla ağlayan kadına şaşkınlık içerisinde bakakaldığımda, söylediği cümle zihnimde yankılandı. Annesi…
“İki senedir kapına yolladığım polislere tek bir söz dahi söylemedin. Başka şeyler düşünmeye başlamıştık artık… Meğerse sen bile fark etmemişsin Göktuğ. Nasıl ya? Nasıl!” elini halıya vurarak acıyla bağırdığında, kan çanağına dönen gözlerini bana çevirdi. “Kadının ismini söyle bana.”
Bir an için tüm dünyanın durduğunu düşünerek olduğum yerde kaldım. Sanki her şey o an için zihnimden silinmiş gibi hissettim. Doğru söylüyordu. Tek bir yanlışı dahi yoktu. Nasıl fark edemezdim böyle bir şeyi? Aşk mıydı insanı kör eden? Nasıl olabilirdi aklım almıyordu. İki senedir hiç mi düşünmemiştim. Mezarına gidip ağlayarak geri dönmek dışında ne yapmıştım sahiden? Aynı durumun tam tersini yaşasak benim katilimi bulup yaşadığım şeyi ona yaşatmadan rahat nefes veremeyeceğini bildiğim karıma bu yaptığım şey resmen bir ihanetti. Ona yaşadığı şeyi yapan kadının hâlâ elini kolunu sallayarak ortalıkta gezmesini sağlayan kişinin ben olduğumu nasıl ifade edebilirdim ki…
Bacaklarıma saplanan tırnaklar kendime gelmeme neden olurken, dizlerinin üzerine yüzüme bakan kadınla göz göze geldim. “İsmi ne? İsmini söyle bana çabuk!”
Acıyla fısıldadım. “Afil Tan.”
Mine bağırmamak için kendisini zor tutuyormuş gibi dişlerini sıkı sıkıya birbirine geçirirken, “Acına veriyorum. Acına veriyorum aksi taktirde sen bu kadar saf bir adam olamazsın Göktuğ.” Sinirle tırnaklarını bacaklarıma geçirerek ayaklandığında, yüzünü ıslatan yaşları silerek burnunu çekti. “O kadını süründüreceğim Göktuğ, anladın değil mi beni?”
Durgun bir vaziyette boş bakışlarım eşliğimde önümü izlemeye başladım. Mine telefonunu eline alarak birini aramaya başladı. “Cumhuriyet Savcısı Mine Çiler Akar, amirini bağla hemen.” Bir eli belinde diğer eli telefonda sağa sola yürüyen kadını izlerken oldukça da düşünceliydi. “Amirim iyi akşamlar Savcı Mine Çiler Akar ben, sizden bir konu hakkında araştırma yapmanızı istiyorum.” Adam görecekmiş gibi başını salladı. “Evet gene o cinayet hakkında. Şimdi vereceğim ismi her bir detayına kadar araştırmanızı istiyorum. Gözden hiçbir şey kaçmayacak. Tüm detaylar sabaha elimde olacak. Afil Tan. Kadının ismi Afil Tan, bu kadının her ne olayı varsa bana aktaracaksınız. Dediğim gibi gözden hiçbir şey kaçmayacak çok dikkatli çalışın, kolay gelsin iyi akşamlar.”
Telefonu sertçe masaya fırlatarak bana döndü. “Sabah karakola gel. İşim var o bu dersen ekipleri yollarım ekiplerle gelirsin. Bildiğin ne varsa o kadınla ilgili, dosyaya delil olarak yazdıracaksın. Artık cinayetin zanlısının o olduğunu bildiğin halde ifadeye çağırmama rağmen gelememe nedenini de anlamış oluruz.”
Bakışlarım sertçe Mine’ye döndüğünde şaşkınlıkla sordum. “Sen miydin ekipleri yollayan?”
Ellerini sinirle masaya vurarak masanın üzerinden bana eğildi. “Bendim! Tabii bendim! Ağlamak ve her Allah’ın günü mezara gitmek dışında bir şey yapmadığın için ben çağırttım seni karakola! Bunca olayı bildiğin halde o kadının Armin’in katili olduğunu gerçekten anlamadığını savunma bana. Bu ne rezalet ya? Her gün mezara gidip ağlayıp geri dönüyorsun ama bunu akıl edemiyor musun? Senin bu yaptığın ne biliyor musun? Dur ben söyleyeyim sana-“
Mine gözlerini büyüterek güldü. “Sebep? Diyeceğim şeyi duymak ürküttü mü seni? Ama gerçi sende haklısın arkasından yas tuttuğun karına ihanet etmek tamda böyle bir şey çünkü. Sana şunu canı gönülden söyleyebilirim Göktuğ. Eğer ki ölen Armin değil de sen olsaydın Armin senin katilini bulmadan bir saniye bile rahat nefes alamazdı. Onu mesleğini riske atma pahasına bulur ve öldürürdü. Bunu benden iyi senin bilmen lazım! Sana git o kadını öldür demiyorum elbette bu senin yapında lügatında yok zaten de en azından her gün ağlamaktansa gelip bana ne bildiğini anlatabilirdin. Sana hep sordum sende beni hep geçiştirdin! Sana tek bir şey daha söyleyeceğim. Yazıklar olsun!”
Sinirle salondan çıkan kadının arkasından bakakaldığımda, söylediği her cümle zihnimde yankılandı. Canım yandı. Ne kadar haklı olduğu gerçeği canımı yaktı. Söylediği her cümle içinde büyüyen her hırs ve öfke canımı yaktı. Haklıydı. Her zamanki gibi haklıydı. Şu zamana dek Mine’nin haksız olduğu bir konu görmemiştim. Doğru söylüyordu. Yanı başımdaki Savcıya bile bir şey anlatmadan ne yapmayı düşünmüştüm sahiden? İki senedir dediği gibi mezara gidip ağlamaktan başka ne yapmıştım? Hiçbir şey.
G. KURT
“Anlatın Göktuğ Bey, ifadeniz gerçek zanlıyı bulmamız açısından oldukça değerli.” Karşımdaki polis memuruna sakince bakarken şiddetle açılan sorgu odasının kapısında bir kişi belirdi. “Çık dışarı bizi yalnız bırak, kamerayı da kapat karşınızda suçlu yok hiçbir şey kayıt altına alınmayacak! Çık!” polis panikle doğrulduğunda, “Emredersiniz Sayın Savcım.” Diyerek gözden kayboldu.
Mine üzerindeki siyah takım elbisesini düzelterek karşıma oturdu. Önümdeki ifade tutanağını işaret parmağının ucuyla göstererek, “O kadın hakkındaki bildiğin tüm canilikleri ifade tutanağına yaz, çabuk.” Dediğinde göz göze geldik. “Dün araştırıyordun, neler öğrendin?”
Mine sinirle elini masaya vurdu. “Yaz şunu Göktuğ vakit kaybettiriyorsun bana!” ağrıca yutkunarak derin bir nefes aldım. “Aramızın bozulmasını istemem Mine, bana böyle davranmana gerek yok hatamın farkındaydım.” Mine alayla gülerek tek kolunu masaya yaslayıp üzerime eğildi. “Bu hata dediğin şey iki senemize mâl oldu, farkındasın değil mi?”
Söylediği her şeyde haklı olduğu için daha fazla sinirlenmemesi açısından Afil hakkında bildiğim her şeyi Armin’in kocası olarak değil psikoloğu olarak anlattığımı beyan ederek ifademi imzaladım. Mine ifademi alarak odadan çıktığında toparlanarak bende çıktım. Artık ne yapacaktı ne olacaktı bilmiyordum. Bana olan siniri ne zaman geçerse o zaman anlatırdı, sanırım.
Karakoldan çıkarak park ettiğim arabama yürümeye başladığımda, anlık bir iç güdüyle kendimi olduğum yerde durmak zorunda hissettim. Bakışlarım gökyüzüne çevrildiğinde havanın oldukça kapalı ve bulutlardan maviliğin yitip gittiğini gördüm. Şiddetli bir gök gürültüsü ortalığı inlettiğinde, yüzüme düşen birkaç damla yağmur tanesi ağırca yutkunmama neden oldu. Gökyüzü resmen ihanetime ağlıyordu.
“Göktuğ, burada ne işin var senin?!” Arkamdan seslenen erkek sesi durgun bakışlarımın hedefi olurken bedenim usulca ses yöneldi. Kadir elindeki mavi dosyayı yuvarlayarak anlamsızca bana yürümeye başladığında, “Bir sorun mu var?” dedi anlamak istercesine.
Durgun bakışlarım, tek kelime edecek gücümün olmaması soruyu havada bırakırken başımı iki yana sallamakla yetindim. “Yok, Mine’nin işi varmış onu bırakmaya gelmiştim.” Söylediğim yalanı kendime yakıştıramazken içimde beslediğim ihanetin tohumlarını hisseder oldum.
Kadir bir sorun olduğunu hissetmiş gibi elini ağırca omzuma atarak sıktı. “Konuşalım istersen, pek iyi görmedim seni.”
Kadir iki senedir en sıkı destekçilerimden bir tanesiydi. Emek’in Mihar Alphan’a bakma konusundaki dirayeti Kadir ile beni de yeteri kadar sıkı fıkı yapmıştı. Kadir zaten oldukça zeki bir adamdı. Yalan söylemem ya da onu kandırmaya çalışmam oldukça boş işlerdi.
“Arabaya geçelim. İşin yoksa tabii…” Yanımdaki arabayı işaret ederek konuştuğumda, Kadir başını sallayarak hızlıca arabaya bindi. Bende ona eşlik ederek arabaya geçtiğimde, konuşmadan sessizce yola çıktım. Yakınlarda bir kafe vardı. Oraya gidebilirdik…
“İyi hissetmiyorsan, ben kullanabilirim Göktuğ.” Kadir yandan attığı bakışları eşliğinde imayla sorarken başımı iki yana sallayarak dediğini reddettim. Zaten yolumuz uzun değildi. Karakolun dibinde sayılacak kafeye beş dakika içerisinde gelmiştik.
Arabadan inerek kafeye girdiğimde Kadir de peşimden geldi. Ben köşedeki bir masaya oturmayı tercih ederek yerime sindiğimde, Kadir içecek bir şeyler alarak yanıma geldi. Karşımda sessizce oturmuş konuşmamı bekleyen adama kaçamak bir bakış attığımda, bayık bir bakışla karşılık verdi. “Anlatmayacak mısın?”
Anlamsızca gülerek karşılık verdim. “Benim derdim ne olabilir sence Kadir? Geldi gene aklıma bir şeyler işte boş ver senin de kafanı şişirmeyeyim durduk yere.” Kadir alayla gülerek, “Ne kafa şişirmesi? Sen bu sefer baya fazla düşünmüşsün herhalde bu denli kafan gittiğine göre… Hayırdır ne geldi aklına gene?” dedi artık söylemem gerektiğini vurgulayarak.
Bakışlarım dışarıda kimsenin kalmasını istemezcesine yağan yağmura takılırken kendime sorarcasına mırıldandım. “İki senedir ağlamak dışında ne yaptım ben Kadir? Sanki yaşanılan şeyler çok normalmiş gibi hiçbir şeyi sorgulamadan yas evresine geçtim resmen. Bunu kim yaptı nasıl yaptı neden yaptı… Hiçbir soruya cevabım dahi yok. Ben iki senedir ağlamak dışında ne yapıyorum kardeşim?” son sorumu ispatlamak istercesine dolan gözlerime sinirle elimi sertçe bacağıma vurduğumda Kadir sandalyesini yanıma çekerek elini elimin üzerine yasladı. “Kolay değil ki Göktuğ. Tabii ki yas tutacaksın tabii ki bu süreçte aklın mantığın seni terk edecek… Bu soruyu asıl sormamız gereken kişi sen değil biziz. Senin acın hep taze kalacak, asla solmayacak yıpranmayacak… O senin hayat arkadaşındı, çocuğunun annesiydi. Bu süreçte mantıklı düşünmeyip gece gündüz ağlamak dışında sıradan insanlar gibi yaşaman daha absürt kaçardı kardeşim, inan bana. Senin bir suçun yok bu yüzden bunu kendine ispatlamaya da çaban olmasın sakın.”
Alt dudağımı dişleyerek ağlamamak adına bakışlarımı şiddetle yağan yağmura çevirdiğimde, Kadir beni kendisine çekerek sertçe sarıldı. Bakışlarım kitlendiğim noktadan ayrılmazken, “Ona ihanet ettim ağabey.” Dedim acı içerisinde.
Kadir sırtıma yavaşça vurarak vuruşuna tezat bir sertlikle konuştu. “Saçmalama istersen. İhanet dediğin şey böyle bir şey değil-“
“Eğer ben onun yerine canice katledilseydim o benim katilimi bulana kadar rahat nefes almazdı Kadir. Armin’i az çok tanıdıysan bunu bilirsin zaten…” Kadir’den uzaklaşarak derin bir nefes aldığımda Kadir konuşmaya devam etti. “Herkes yasını farklı bir şekilde tutar Göktuğ. Ve inan bana, bunu sorgulamak kimseye düşmez. Kabul, evet Armin’in ölümü normal bir ölüm değildi ama bırak da bunu dostları olarak biz çözmeye çalışalım. Dediğim gibi senin acın hep taze kalacak, sen çabalan bile işin içerisine çok duygu katacaksın kardeşim… Yapamazsın demiyorum, bize bırak biz çabalayalım diyorum.”
Göz göze geldiğimizde ağlamamak adına zor sıktığım yüzüm aniden gevşedi. Gözlerimden akan yaşlar söyleyeceğim cümlelerin arasında kaybolurken Kadir buruk bir şekilde gülümsedi. “Ayrıca başkalarının düşünceleriyle bir yola girmeye çalışma. Bu cümleler senin cümlelerin değil Göktuğ. Seni kaç senedir tanıyorum, ihanetti oydu buydu bunlar senin kelimelerin değil. Bu hırs ve öfkenin altından Mine çıkar. Onu da anlıyorum ama üslubu yanlış olmuş biraz… O da çok üzgün o yüzden kelimelerini seçerek konuştuğunu düşünmüyorum aksi taktirde aramızda senden sonraki en olgun düşünüp kelimelerini tartan kişi Mine… Eğer o bu yola girdiyse emin ol halleder, sen kendini bu kadar hırpalama. Senden sadece bunu istiyorum.” Ağladım. Her zamanki gibi. Çaresizce. Ona ihanet edebileceğim gerçeğiyle, sarsıla sarsıla.
G. KURT
“Sana ihanet mi ettim ben güzelim?” Ellerim bir suçlu misali önümde bağdaşmış, bakışlarım dolu gözlerim eşliğinde küçük çocuk misali çaresizce karşımdaki mezar taşındaydı. Bu soruyu hayat arkadaşım, akıl hocamdan başkasına soramazdım.
Hayattaki en acı şey, bir konuyu danışacağın tek kişinin sana cevap veremeyecek kadar uzakta olmasıydı. O artık çok uzaktaydı. Sorumun ona ulaşıp ulaşmayacağından emin dahi olamadığım, onun bana verecek cevabının bana ulaşamayacağından emin olduğum kadar…
Utanır, diyemem, ne olur geri dön
Keşke bir yalvarış bir yakarış eşliğinde geri dönebilseydi. Tüm yalvarışlarımı yakarışlarımı ona adardım. Şüphesiz şartsız nefes aldığım her saniye yalvarırdım. Beş dakika dahi olsa onu görebilmek için otuz beş senelik ömrümün her saniyesinde yalvarabilirdim. Yolun yarsındaydım lakin o yoktu. Onsuz bir yol, yol değildi. O olsa, o yolun yanlış olduğundan adım kadar emin olsam gene de bir önemi olmazdı çünkü onun yanımda olduğunu bilirdim.
Çaresizlik zordu. Bir kalabalığın içerisinde yalnız kalmak ise daha zor… Çevremde hem kendi kanımdan hem de onun kendi kanından bellediği onlarca insan vardı ama o yoktu. Bu bir dramatize değildi, yanlış anlaşılmasını asla istemezdim. Zordu yalnızca. Anlaşılmasını istiyordum. Kim bilir belki de Mine’nin dediği şeylerin doğruluğunu kendime ispat etmek canımı yakıyordu. Kadir’in dediklerine sığınmak daha kolay geliyordu… Bilmiyordum.
İki senedir hiçbir şey bilmediğim gibi kendimi de bilmiyordum ne yaşadığımı, çevreme ne yaşattığımı bilmiyordum.
Bedenim derin bir uyku esnasında dışarıdan gelen şiddetli gök gürültüsünü işitmişçesine ürperirken sırtımdan karnıma dolanan ince kollara bakakaldım.
“Özür dilerim, seni o kadar kırmak istemedim.” Ağlayarak mırıldanan kadına yüzümü döndüğümde, ikimizde anlaşmış gibi usulca akıttık göz yaşlarımızı. Mine titreyen elini yanaklarımda gezdirdiğinde, aynı hareketi onun için yaparak akan yaşlarını sildim. “Haklıydın. Bu gerçeği birisinin yüzüme vurması gerekiyordu. Ben bu gerçeği gördüğüm halde kör olmayı duyduğum halde sağır olmayı seçtim. Belki de gerçekleri duymak ağır geldi, bilmiyorum… Dediğin her şeyde haklıydın.”
Mine yüzünü acıyla buruşturarak gözlerini sıkıca yumdu. “Sen bunca sene acılarına rağmen beni hiç kırmadın benim de seni kırmaya hakkım yok. Söylediğim şeylerin haklılık payı var ama cümlelerimi daha özenli seçebilirdim Göktuğ, özür dilerim.” Gözaltlarına ellerini belli bir süre bastırarak burnunu çekti. “Senin acını daha fazla deşmeden bu işi halledeceğim. Yeter ki sen biraz olsun toparlanmaya çalış. Lütfen Göktuğ… Armin için Mihar Alphan için belki istersen biraz da bizim için…”
Mine destek almak istercesine ellerini sıkıca kollarıma yasladığında, onu desteklemek açısından kollarını sıkıca tuttum. Göz göze geldiğimizde kızaran gözlerimiz ve akıttığımız yaşlarımız eşliğinde burukça gülümsedik. Bakışlarımız aynı anda yanımızda kalan mezar taşına döndüğünde kesik nefesler eşliğinde ağlayan kadının naif sesi kulaklarıma doldu. “Acın acımdır Armin, seni çok seviyorum…”
İşittiğim cümle kalbimde derin bir sızıya sebebiyet verirken Mine’yi sertçe kendime çekerek kollarımı bedenine doladım. Hayatta hiç kız kardeşim olmamıştı ama sanırım an itibariyle bir kız kardeşim vardı… Armin için Kalender ne ise Mine de bu saatten itibaren benim için oydu.
“Sana sözüm olsun, elimden gelen her şeyi bu konu için harcayacağım Göktuğ.” Başını göğsümden ayırarak ıslak kirpiklerini birkaç kez kırpıştırdı. “Bana inanıyor musun?” dudaklarımda hafif bir buse oluştu. “Her zaman güzelim.”
Mine kaşlarını kökünden çatarak zorla gülümsedi. “Armin için Mihar Alphan için ama en çok da yıkılan sen için Göktuğ. İki metre bir adamın bu denli ufalması beni çok üzüyor… En azından eskisi gibi olmasa bile gönlünde bir ferahlama olmasını çok istiyorum Göktuğ.”
Bir mezar taşına bir Mine’ye bakarak acıyla gülmeye başladığımda, şiddetlenen yağmur damlaları gözyaşlarımla karışarak üzerime süzülmeye başladı. Şiddetli bir kahkaha attığımda, sırtıma dolanan kolların kahkaham kadar şiddetlendiğini hissettim. Acıyordu, geçmeyecekti ama içimde bir nebze yaşama çabası kalmasını yeğlerdim.
Belki geri gelmeyecekti belki hayatım eski gibi olmayacaktı ama ne olursa olsun onun için çabalayacaktım.
O, iyi dostlar biriktirmişti farkına bile varmadan… Mine dediği kadını bile ne kadar zaman tanıma şansını elde etmişti sahiden? İki bilemedin üç sene… Az değildi elbet ama çok da değildi. Hayatınıza giren belki on senedir tanıdığınız ama size hiçbir katkısı olmayan onlarca insan yok muydu? İllaki vardı… O yalnızlığını bir fırsata çevirerek edindiği dostluk çemberini oldukça sıkı kurmuştu.
Bir insanın ardından yas tutmak en fazla ne kadar sürerdi? Hayat koşturmacasına kapılıp sürüklenmeye başlayana dek… Gerçekten kısa bir süre sonra her şey eskisi gibi oluyordu. Ne yazık ki hayatın acı bir gerçeğiydi bu da. Ben onu unutmamak için elimden gelen her şeyi yaparken bazı gerçeklere kör olmayı seçmiştim. Lakin sanırım artık her şey için yeni bir başlangıç yapmam gerekiyordu. Onu nasıl becerebilirdim bir fikrim yoktu ama bunu ona borçluydum.
Göktuğ Kurt, sevdiklerini arkasında bırakmazdı.
00.20
(29.03.25)
Onları unutmamak için yazmak dahi beni çok kırıyor çok üzüyor...
Göktuğ, bu evrenin en yaralısını Armin sanırdım ama sanırım sensin kuşum. Ölümle Baş Başa resmen hayata karşı tüm umudunu yitirmiş ve acıya alışmışların hikâyesi olmuş. Bunu final verdikten ve özel bölümlere başladıktan sonra fark ettim...
Hem yazmak hem de okumak beni üzüyor. Onları unutmak istemiyorum lakin hatırlamak da canımı yakıyor.
Ölümle Baş Başa, çok ayrı. Umarım bu satırları okuyan sana da bir anlam katabilmiştir.
Özel bölüm isteyenler! Yorumlarınızı, görüşlerinizi, içinizde kalan tüm eleştirilerinizi yazın bakalım. Yazarınız sizin yazdığınız her şeyi oldukça ciddiye alıyor çünkü ;)
Bu bölüm bence Mine'yi en iyi tanıdığımız ve bize birini hissettirdiği gerçeğiyle canımızı yaktığı bir bölüm oldu. Mine her daim olgun ve dik başlıydı lakin Armin'in gidişinden sonraki zamanlarda onu okumak Armin ile benzer karakterlerini görmemize neden oldu ;)
Ölümle Baş Başa'yı unutturmamak için böyle ani baskınlarla sizi yoklayacağımdan emin olabilirsiniz... ÖBB 2025 de sona ermesine rağmen onu her sene hatırlayacağız.
Karakterlerden birkaçına bir şeyler söylemek ister misiniz? Sanırım onlar da sizi özledi ;)
Ve aklınıza gelip bir şeyler yazmak istediğiniz diğer karakterler.
ÖBB unutulmasın. Ölümle Baş Başa ailesi sevdiklerini arkasında bırakmaz!
03.04.2025
Sevgilerle, Duru TAŞKULAK
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
23.08k Okunma |
1.97k Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |