
Yohan'ın gözünden…
Öğle arası kantinde sıra bekliyordum. Tostumu alıp bir masaya geçtim. Ayranı açıp içtiğim sırada 2 masa yanımda bir kahkaha koptu.
Ece, “Şu kızı bir sıkıştıralım.”
Miles, “Yarın ders çıkışı nasıl?”
Luke, “Yarın öğleden önceki son dersiniz matematik değil mi?”
Jennifer, “Aynen.”
Okula girdim. Öğleden sonraki dersin kitaplarını almak için dolabıma gittiğimde sınıfa yeni katılan kızda çantasını dolapların üstüne koymuştu. Sınıf dolaplarının anahtarını yeni almış gözüküyordu. Çantasını boşalttığı sırada bir kız omuz atarak yanından geçti.
“Sevgili avcısı.”
Kız umursamaz bir ifadeyle bakış attıktan sonra kitaplarını dolaba yerleştirdi. Miles ve Luke kolidorun başında gözüktüğü anda kız çantasını omzuna taktığı gibi hızlı adımlarla sınıfa girdi.
Sınıfa girdiğimde kızın arka sırasına Miles ve Jake geçmişti. Kız sıradan kalkıp sınıftan çıktı.
Miles, “Ece bana bu kızı ayarlasana.”
Ece, “O çirkin kızı mı?”
Jake, “Çektin mi?”
Jennifer, “Evet. Sana gönderirim. Parayı ibana atarsın.”
Beril, öğretmen masasının olduğu yere geçti.
Beril, “Birkaç dakikanızı rica ediyorum.”
Tahtaya gazetedeki haberle ilgili tek tük birkaç şey yazdı. Gruba olan dikkatim tahtada gördüklerimle dağıldı. Burak'ın ikiz kardeşi duruma el atmış gözüküyordu.
Beril, “Ben bu gazetede bahsi geçen öğrenciyi bulacağım.”
Burak, “Konuşmak istiyorum ama devlet alır götürürse…”
Sam, “Kediden mi bahsediyorsun? Hem ya öğrenci değilse?”
Ufak ufak sınıftan çıkıyordum ki Beril seslendi.
Beril, “Yohan.”
Yavaşça döndüm.
Yohan, “Evet.”
Beril, “Mark nerede?”
Burak, “Öğle arası, belki kantindedir.”
Yohan, “Doktor randevusu varmış.”
Beril, “Sınıf temsilcisi olarak kulüplerin listesini getirir diyordum.”
Yohan, “Ben alırım.”
Sınıftan çıktım. Öğretmenler odasına giderken kızın kendi kendine söylendiğini fark ettim.
Risa, “Susun artık, yeter.”
Öfkeli bir şekilde koridorun sonundakilere baktı. Burnunu çekip çekip duruyordu.
Öğretmenler odasına girdiğim sırada kapının yanına toplanmış grubu fark ettim. Kızın yanına Melisa geldi.
Risa, “Melisa peçeten var mı?”
Melisa elini cebine attı.
Melisa, “Abla paketten alabilirsin.”
Paketten bir tane peçete aldı ve burnunu sildi.
Erin, “Baksana ağlıyor.”
Konuştuğu tondan bir tık Melisa’ya söylendi.
Risa, “Sence ben ağlıyor muyum?”
Melisa, “Hayır. Sen ağlamıyorsun.”
Melisa cümlenin sonunu vurgulamıştı.
İrina , “Bu kız o köşeden bizi nasıl duydu?”
Erin, “Demek ki bunca zamandır bizi dinliyormuş.”
Öğretmenler odasına girip çıktıları aldım.
Mark'ın gözünden…
Okulun çıkış kapısına yöneldiğimde güvenlik görevlisi seslendi.
“Nereye delikanlı?”
Mark, “Babam müdürle görüşmüştü. Doktora gideceğim için izin aldı.”
“İzin kağıdını göster bakalım.”
Çantadan defterin arasına sıkıştırdığım kağıdı görevliye uzattığımda elindeki cihaza bastı ve kapı geçebileceğim kadar aralandı.
Yanımda bir kaykay yoktu. Otobüs durağına ilerledim banka oturdum sadece oturdum banka geldi ve yanıma oturdu.
Saylıs, “Ne yapmayı düşünüyorsun?”
Sessiz kaldım. Tek eliyle yakama yapıştı.
Saylıs, “Onu kurtarmak için ne düşünüyorsun?”
Bedenime yayılan soğuğu engellemek için kolunu savurdum.
Mark, “Ne istediğinin farkında mısın?”
Saylıs, “Onun için gerekirse seni de karşıma alırım kuzen.”
Mark, “Bu kadar gözün kararmış olamaz.”
Sağ elimle tutunduğum bankın kenarı yamulmuştu. Bir de bu eksikti. Öfkeyle soluyordum. Verilen sürenin sonunda bir ruh çalanla konuşmak zorundaydım. Saylıs veya ben, birimiz fedakarlık yapacaktı. Daha önce hiç bir ruh çalanla konuşmamıştım. Bir ruh çalan benim için bambaşka bir seviyeydi. Karşılığında alacağımız ilaç belki içimizden biri için umudun anahtarı olabilirdi. Birinin yaşamı birinin ölümü demekti.
Ruh çalanda ilaç vardı. Ancak belirttiği konumda ilaç karşılığında ne istediğini söylememişti.
Otobüse bindim ve babamla dişçiye gittik. Diş tedavisinden çıktığımda yanağımda bir yumru vardı.
Diş hekimi babamın arkadaşıydı ve oğlunu benimle tanıştırdı. Benden yaşça büyüktü.
Diş hekimi, “Oğlum Buğra. Umarım iyi anlaşırsınız.”
Omzuma elini koydu.
Buğra, “Merhaba Mark. Bahçeye çıkalım mı?”
İçime bir ürperme gelmişti. Buğra tepkimi hissedince gülümsedi. Bahçede parkın içinde bir yürüyüşe çıktık.
Buğra, “İlaca ihtiyacın olduğunu duydum Mark.”
Gözlerini kaplayan kızıllık bir iki adım geri çekilmeme neden oldu.
Mark, “Evet. İlaca ihtiyacım var.”
Buğra, “Peki, karşılığında bana ne vereceksin?”
Yutkundum.
Mark, “Biliyor olmalısın.”
Üzerime doğru geliyordu.
Buğra, “Evet ama bu cevabın pek tatmin etmedi. İlacı geri götürecek birine ihtiyacımız var.”
…
Buğra, “Ne yapsak ki? Buldum. Kuzenine karşılık bana bir zihin silen bulmaya ne dersin?”
Mark, “Zihin silen mi?”
Buğra, “Evet. Bir zihin silene ihtiyacım var.”
Onu nerden bulacaktım?
Buğra, “Bir zihin silen bulana kadar ilacı unut.”
Mark, “Onu nasıl bulacağım?”
Buğra, “Hım, bakalım. Gözlerindeki beyaz halkalardan anlayabilirsin. Tabi zihnin silinmiş olmazsa. Seni tanımak güzeldi Mark Yorıs. Safir gelmeden önce toz olsan iyi olur.”
Mark, “Safir kim?”
Buğra, “Tanımak istemeyeceğin biri.”
***
Beril'in gözünden…
Gözlerimi açtığımda hava kararmıştı ve başımda müthiş bir ağrı vardı. Çalıların arasından kalkarak ağaca dayandım. Etrafıma bakındım. Güneş batmıştı.
Burada ne işim vardı? Hiçbir şey hatırlamıyordum. Zihnimi ne kadar zorlasam da faydasızdı. Ağacın kör noktasındaydım. O an Ay ışığının altında bir karartı gördüm. Yutkundum ve biraz daha geri çekildim. Ancak hissetmiş olacak ki saklandığım yöne çevirdi bakışlarını.
Karanlıkta gözlerindeki beyaz halkalar belirginleşmişti. Beyaz halkalar mı? İnsanların gözlerinde beyaz halkalar olur muydu ki? Bu gecenin karanlığında fosforlu gözlerini kısmış benim olduğum yöne doğru bakıyordu.
Atakan, “Kayboldun değil mi? Bende kayboldum.”
Sık nefes alışverişlerle parkın çıkışına doğru yöneldim. Peşimdeydi.
***
Mark'ın gözünden…
Yanımdan yangın var gibi kaçan Beril’i fark ettiğimde seslendim.
Mark, “Beril ne oldu?”
Beril, “Ca- canavar, yaklaşma bana.”
Atakan, “Korkma, bende kayboldum. Doğru yolu arıyorum.”
Beril'in peşinde koşan oğlan bana çarptı.
Mark, “Hey dikkat etsene.”
Atakan, “Beni lafa tutma.”
Omuzlarından tuttum.
Mark, “Sen bir zihin silensin.”
Gecenin karanlığında parlayan fosforlu gözleriyle bana boş boş bakıyordu.
Atakan, “Zihin ne?”
Mark, “Zihin silen, sen aradığım kişisin.”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |