

Merhabalarrr
Yeni bölümle geldim umarım severek okursunuz
Uzun bir bölümle geldim
Çiçekler açtıracak çiftimize gül bırakmayı unutmayın lütfen 🥀
"Nice sarmaşıkları sımsıkı sarılmalara çevirmek istiyorum, seni kanadımın altına alıp tek bir toz bile değsin istemiyorum"
________
Karanlık bir odadaydım. Yıllardır aradığım bir kokuyu bulmuş, soluyup duruyordum uzunca.
Biri geliyordu yanıma. Uzunca boylu, siyah rugan ayakkabılı biri geliyordu. Zaman acımasız bir Hançeri, urganı geçirilmiş bir insanı affetmeden akıp gidiyordu.
Bunca yıl aranan, arayıp da bulunamayan bir kokuydu bu. Tarif edecek olursam nasıldı biliyor musunuz?
Böyle suyun kenarında oturmuşsunuz bir yandan temiz havayı soluyorsunuz, bir yandan bir çiçek buketini ara ara kokluyorsunuz, arada bir ferah defne yaprağı kokusu gelse de bahar resmen buketin içinden taşıyordu.
Düzensiz hissiz bir yerdeydim, tek başıma oturmuş bana yaklaşan kişinin yüzünü görmeye çalışıyordum. Yüzü net değildi, zihnim duygularım ve tıpkı hayatım gibi bulanık sisli bir haldeydi
°
Biraz önce Nesrin teyze Boz Üsteğmen'e seslenmişti, hem de oğlum diye..
Vallahi de billahi de şoktu, aman Allah'ımdı, imdatlar olsundu...
Hem soyadları farklıydı, aynı zamanda Albay çocukları olduğundan hiç bahsetmemişti ya da bahsetmek istememişti bilmiyorum. Şu an neyi hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Evet onu da bilmiyordum...
Hem Aslan Üsteğmen'in numarasını alıp gitmek istiyordum hem de kalıp Boz Üsteğmen'e geldiğinden beri yaptığı hadsizlikler için iyi bir sille çakmak istiyordum.
Nesrin teyze şaşkınlığımı anlamış olmalı ki "Kızım sen gitmemiş miydin?" dedi. Kafamı iki yana sallayıp "Hayır" dedikten sonra "Birazdan gideceğim Aslan üsteğmen'in numarasını almam gerekiyor Nesrin Teyze" dedim olayı detaylı bir şekilde bildiğinden.
Usulca başını sallayıp " Anladım yavrum" dedi. Sonra oğluna bakıp - oğlu derken bile garibime gidiyor ama neyse - elini omzuna pat pat vurduktan sonra "Biraz ailenden bahset arkadaşlarına, kime söylesem şaşıp kalıyor" demişti hafif sitemle karışık ortayı yatıştırma ümidiyle
Karşımızda Boz komutan sarsılmaz dururdu ama anne sillesi yiyince hafif bir örselenme yaşamış olabilirdi.
Nesrin teyzeye bayılıyordum, içi dışı bir bir kadındı. Benim eğitimden bu yana her türlü moral motivasyon kaynağım kendisiydi. O benim her şeyimdi. Ama şu an arada Boz'un olması ve konunun tamamı ile Aslan Üsteğmen ve kafamı karıştıran noktalarda Boz sorun iken, Nesrin Teyzeye ne kadar yakın olmam gerektiği konusunda tedirginlikler daha ilk dakikadan yaşamaya başlamıştım.
Annesinin pat pat çaktığım silleden sonra kendine gelen üsteğmen telefonunu çıkarıp bana uzattı ardından " Numaranı yaz Güneş" dedi. Tam o esnada annesi "Aa Güneş de neymiş kızımın adı, Dila" dedi
"Evet Nesrin Teyze, ama Dila Gürcü dilinde Güneş, parlak ışık anlamına gelir. Yeniden doğumu temsil eder. Genelde anlamını pek bilmezler ama Boz geldiği andan beri Güneş deyip duruyor. Ben de bozmuyorum, desin komutanımdır sonuçta deyip alayla karışık hayıflandım.
O esnada telefonun rehber kısmını açmıştı numaramı nasıl kaydedeceğini merak ettiğimden telefona doğru yöneldim ancak merdivene annesinden tarafa doğru çıkmaya başlayınca göremedim ekranı.
Oftu poftu... Gıcığın önde gideniydi hatta ve hatta ayıydı yahu boz ayı...
Annesinin omzuna kolunu atıp "Evet anne Güneş ismi tam onu yansıtıyor. Ayrıca bu bir şey dememiş halin mi Allahını seversen? Orduda komutan benim, burada komutan kim daha çözemedim yakında anlarız" dedi sırıtarak
Ara sıra böyle Üst perdeden bilinmez bilinmez konuştuğunda gerçekten acaba daha önce karşılaştık da ben mi şu an hafıza kaybı yaşıyorum diye sorguluyorum, ama ben emindim karşılaştığımı unutmazdım. Görsel hafızamın hep iyi olduğunu söylerdi hocalarım.
O yüzden Üsteğmen'i ilk gördüğümde bu kadar dikkatli bakmıştım. Bal rengi gözler, uzun bir boy, esmer bir ten, dikkat çekici bir yüz hattı ve biçilmiş bir vücut tabii ki her kızın ilk baktığında dikkatini çeken şeylerdi
Ancak nedendir ki bunlar ilk anda dikkatimi hiç hiç çekmemişti. Çünkü kapıdan içeri girdiği an tek odağım gözleri olmuştu
O gözler, o bana yakın gözler , güneşe benzeyen gözler, ateşi irislerine taşıyan gözler cayır cayır acıyla karışık delicesine parıldıyordu. "Ben sana numarayı göndereceğim, istersen seninle gelebilirim" demesin mi şaka danak.
O an annesine mi bakayım kendisine mi cevap vereyim derken ikilemde kalan ceviz büyüklüğündeki zavallı beynim iflasın eşiğindeydi...
"Komutanım. Teşekkür ederim, gideyim ben. İyi günler Nesrin Teyze" dedikten sonra hızlıca merdivenleri iniyordum ki gelen ses ile duraksadım
"Kızım, o kadar sebze meyveyi bitiremem ben. Keşke ihtiyacı olanlara verseydin ya be yavrum" dedi zarif sesiyle Nesrin teyze
Tekrar ona bakıp "Seni çok öpüyorum. Ayrıca onlar tek yemezsin. Albayım bize acıyıp izin verdikçe kesinlikle soluğu burada alıp bitireceğim seninle. Hem yeni bir ana yemek öğrendim. Yarın sana mutlaka yapacağım ona göre" diyip elimle öpücük attıktan sonra inemye devam ettim
Arkamdan gülme sesi geldikten sonra "Deli kız. Dikkatli git, ara beni de akşam" dediğinde "Tamam" diye yırttım kendimi apartmanın merdiveninde
Apartmandan çıktığım da arabama doğru yol alırken telefonuma bildirim düştü.
Boz Haznedar :
Aslan Demiray - 0535 *** ** **
Gelen mesaj yeteri kadar heyecanlı değilmişim gibi daha da gerginlik yaratmıştı ceviz büyüklüğünde olan sersem kalbime
Daha fazla düşünmeden arama tuşuna bastım. Arabama geçip yola koyuldum.
Aramaya dönerse ne cevap veririm bilmiyo-
"Alo ?"
Aha...
Babanın çanağına hay...
"Komutanım" diye mırıldandım
"Alo, sesinizi alamıyorum?" dedi gür gür
"Komutanım ben Dila" dedim bu sefer rahatlıkla
Telefonda. Ufak bir sessizlik baş gösterirken hemen cevap verdi
"Evet Dila"
Arkadan gelen sesleri net anlamasam da "Dila mı o, Arayan Dila 'mıymış, sorsana geliyor mu şeklinde karışık cümleler işitiyordum
Yüreğimi parçalayan sesler duymak bana iyi gelmiyordu
" Komutanım müsaadeniz olursa konum atmanız mümkün müdür? "
Yok kızım Dila, bu olmadı keşke çıkıp zat-ı aliniz mes' ut eylerse tebdili mekana icap gereklidir deseydin. Daha ciddi olurdun.
Tövbe yarabbim
"Atayım tabi. Tek başına mı geliyorsun?" demişti nereden çıktıysa
"Evet Komutanım. Konumu bekliyorum teşekkürler" diyip yüzüne kapatmıştım
Aslan Demiray geldiği ilk gün benimle ilgili şüpheleri üzerine gidip araştırmaya başlamıştı. Hakkımda hiçbir şey bulamadığı zaman aile üzerinden üstüme gelip rencide etmişti.
Aynı şeyi Boz da yapmıştı. O zaten sille yiyecekti benden. Öyle ya da böyle...
Bir kaç saniye sonra konum geldiğinde telefonu sabitleyip yola devam ettim.
Yonca Sitesi, Daire 11, Blok 3
On beş dakikalık bir yoldan sonra Yonca Sitesi yazan binalar gözüme çarptı

(Kombinimiz bu şekilde)
Konuma gönderilen bloğa girip on birinci daireye ulaştım. Kapıda beklerken tıklamaya elim gitmeden derin bir nefes aldım
O esnada kapı şaka danak açıldı hemen. Aslan Üsteğmen kapının önünde duran bana bakıp yarım bir tebessüm ve silik bir kırgınlık ile içeri buyur etti.
Sinan bey ve Zenan hanım içeri girdiğimde koltukta oturmuş birbirine sarılıyorlardı. Daha çok Sinan bey sarılıyordu. Zerrin hanım yaslanıyor gibiydi
Benim geldiğimi görünce hemen toparlanmak istemişlerdi.
"Rahatınızı bozmayın lütfen" dedim koltuğa ilerlerken
Bu arada odanın farklı bir havası falan yoktu. Büyük bir L koltuk ile krem rengi ağırlıklı şık ve modern bir salondu.

Tekli koltuklardan birine geçip oturmadan önce Sinan bey ve Zenan hanımla tokalaştım
Yarım saat kadar kısaca sohbet ettikten sonra "Gelmen beni öyle mutlu etti ki Dila. Çok teşekkür ederim" dedi içtenlikle Zenan hanım
"Estağfurullah"
Kısaca verdiğim yanıt pek hoşuna gitmese de ben tanımadığım insanların yanında fazlaca konuşmayı sevmezdim.
"Yemeğe geçelim olur mu?"
Sinan beyin ortaya attığı cümle herkes tarafından kabul edilince masaya geçtik.
Ağzımı bıçak açmıyordu. Gergin bekleyiş sürüyordu. Sonuçlar birazdan daha da az bir zaman da açıklanırdı ama bundan sonrası ne olurdu bilinmezdi.
Aslan Üsteğmen asla ağzını açmadı. Sinan ve Zenan çifti durmadan gözlerime bakıp bir şeyleri çözmeye çalıştılar ama ben o an orada hissedeceğim en kötü şeyleri hissediyordum
Olumsuz çıkarsa üzülmezdim. Olumlu olursa da sevinmezdim aslında. Benim şu an burada ki amacım bir acaba içindi.
Acaba kızları mıydım...
Herkes kendi düşüncesi içinde boğulmuşken ben bir yudum önümdeki sudan aldım. Sinan bey çalan telefonuna gergince bakıp yanıtladı
"Efendim doktor" dedi puslu sesiyle
Doktoru dinledikten sonra başıyla onaylar anlamda sallayıp "Geliyoruz" dedi
Aslan Üsteğmen babasına bakıp umutlu bir cevap beklerken Zenan hanım "Ne diyor, Sinan?" dedi merakla
"Hastaneye gelmemiz gerekiyormuş" dedi o da karmaşık yüz ifadeyle
Bazı anlar insanda hep yara kalırdı. En ufak bir söz, küçük bir hareket ya da tek bir bakış.
Ah, insanı bilinmez sürükleyen, göğsünü delip geçen bu his neydi?
Benim yüreğime kor alevler atan, içimi kasıp kavuran bu his, neydi? Yok, olmuyordu bir türlü. Her attığım adım, ayağıma takılıp kalıyordu. Bundan aylar önce kendime verdiğim sözü, nasıl çiğnediğim geldi aklıma. Öyle yandı ki canım, öyle yangınlar atıldı ki içime...
Ömrüm yettiğince, nefesim tükendiğince canım yanacaktı da yanacaktı. Kaldırımda durmuş, karşıdaki kapıdan akan insan seline bakıyordum. Çıkış saatiydi çoğu bölüm için, ben bundan beş ay önce bir bilinmezlik uğruna bırakmıştım hayallerimi, geleceğimi insan seli akan bu kapının önünde
Herkes mi yarım kalır, herkes mi tamamlanmak için hayatını yaşardı, bu zalim evrende? Benim acımasız, kör talihim yine herkesten önce yakmıştı canımı. Ben kimsesizim, kimsesiz tek başına biriyim. Bir insanın kimsesi olmak, bir insana kimse olmak, öyle güzel öyle paha biçilemez bir his ki, bu his neydi?
Bu his kimsesiz bir kıza nasıl tarif edilirdi? Kendimi bildim bileli Sarrafoğlu Yetimhanesinde, kuytu köşe bir odanın içinde on sekiz yaşımı beklemiştim. Çivisi çıkmış masa, tahtaları küflenmeye yüz tutmuş bir pencere önünde dururdu hep. Odamız altı kişilikti. O küflü pencere önünde ders çalışmak, o manzaraya karşı oturmak, zihnimi boşaltmak bana öyle duygular bahşederdi ki
Ah bu his... Acınasıydı... Bazı zamanlar o masada oturabilmek için öyle bir tartıştığımız olurdu ki, şu an hatırlayıp kırık bir tebessümle bakıyordum maziye. Çok üstün bir başarı sayılmasa da kendi çapımda hazırlandığım, gecelerimi gündüzlerime katıp, gündüzlerimi aylarıma yuvarladığım sınav döneminde, öyle çok çalışmıştım ki, belim öyle çok bükülmüştü ki doğrulmak şöyle dursun, milim kıpırdamak gelmezdi içimden.
Vakit buldukça ya da tabiri pek caizse, eşek gibi çalışmak zorunda kaldığımdan, küçük bir kafede yarı zamanla iş bulmuştum. Benim küçük vücudum, darbelere alışık vücudum, ah benim kırılgan yapım öyle hazırdı ki geleceğini elleriyle inşa etmeye, o an gözü hiçbir şey görsün dahi istemiyordu.
Bir kaç gün önce okul köşesinde, kaldırımın tenha ucunda, hasretle ve biraz da - utanarak- hasetle baktığım o kapı, bana beş aydır kapalıydı. Özlemiştim işte. Öylesi böylesi mi vardı.
Gri koridorlarında koşa koşa sınıfa ulaşmak için can attığım o kapı, bana hayallerimin önünde koca bir engel olmuştu şimdi
Allahım reva mıydı? hak etmiş miydim?
Ah anne hak ettim değil mi...
Öyle yükseklerde gerçekten gözüm yoktu. Yüksek dedikleri ne kadar yüksekti, onu bile kestiremiyordum. Ben hep azı gördüğüm için, kanaat ettiğim her zaman az olurdu. Çok nedir, çok nasıl bir histi bilmezdim ki ben.
Yetimhane... Ah o yurtsuzlara, öksüzlere kök olan yetimhane her zaman kanaat edilen şeyin az olduğunu, çokluğun olmadığını, çokluğa sahip olanların şanslı olduğunu, onları ailesinin sevdiğini, azla yetinen bizlerin kenara köşeye atılmış zavallılar olduğumuzu öyle çok çarpmıştı ki yüzümüze..
Yarım kalacağını bilmeme rağmen...
Cansız, feri kalmamış gözlerimden taşmaya hazır yaşlar savuştuğu zaman gerçek dünyaya, gerçek olmasını istemediğim dünyaya döndüm. Ellerim titriyordu ancak gösteremedim ben.
Bu kimsesiz kızı kim ne yapsındı Allah aşkına?
Ne diyorlardı bir de hakkımda ? Hah.. Sabi, işte bu sabiyi kim ne diye yana yakıla istesindi ki
Dila'ydım ben. Soy adım dahi yoktu. Yurt müdüresi kimlik bilgilerimi kayda alırken, öyle kafasından sallamış ki, şu an elimde duran minik kart parçasında yazılı Kılıç soyadı öyle bağımsız, öyle hissiz geliyordu gözüme
Karşımda oturan aile anlamak istemiyordu. Ancak ben yıllardır Sarrafoğlu Yetimhanesi'nde kuytu köşe bir odada büyümeye şartlamıştım kendimi. Benim yerim orasıydı, ben oradaydım
Bu dünyada herkesin, doğup büyüdüğü bir yeri olurdu, sanırım olurdu ya hani kimlikte doğum yeri kısmı, ben oraya da bakmak istemiyordum. Orası da yalan bilgiyle karalanmış, bırakılmıştı. Yerim yurdum Sarrafoğlu'ydu işte...
Bir hastane odasında, yalnızca ben vardım tek başına oturan. Karşımdaki kalabalık aile grubu dikkate kapıdan giren doktoru hedef almışlardı
" Nasıl söze başlarım bilmiyorum beyfendi. İnanın karışıklık kelimesi yeterli dahi gelmiyor. Ancak çok özür dilerim. Buna sebebiyet veren herkesi gerektiği yaptırıma tabii tutacağım"
Hı?
"Tekrar özür diliyorum sizlerden. Ancak rapor onu gösteriyor ki, Dila Kılıç ile Demir Demiray arasında alınan örnekte, yüzde doksan dokuz virgül doksan oranında eşleşme var"
Demir Demiray?
Kaçarcasına, ağzından döktüğü kelimelerle odayı hışımla terk eden, odaya bombayı bırakıp kaçan doktor ne demişti demin?
Yüzde doksan dokuz virgül doksan...
Karşımda yirmi beş yılın, yirmi beş yaşımın yıkılmışlığı duruyordu
Babam mıydı? Baba mıydı? Baba ne demekti?
Bu arada babanızın olması nasıl bir histi?
________
Son...
Ah Dila, yaralı kuşum 🥀🥀🥀
Bölümü nasıl buldunuz yorumlarınızı çok merak ediyorum
Simgemizi bırakalım 🥂🥀
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |