
Herkese merhaba, özleştik sanırım
Dila ile baş başa bırakıyorum sizleri...
Çiçekler açtıracak çiftimizeee 🥂
☙
_______________
Hep merak ederdim, saçlarımın rengini annemden mi yoksa babamdan mı aldığımı. Ya da acaba hangisi renkli gözlüydü de, göz rengini bana bağışlamıştı. Her şey ama her şey koca bir belirsizliğin içinde yuvarlanıp gidiyordu. Hatıralarımda ki tek canlılık dev bir bina ve üzerinde yazan yazı...
Sarrafoğlu Kız Yetiştirme Yurdu
Boğazım dolu dolu yaşayıp, yüreğim taşa taşa çıkmıştım o yetimhaneden. Çalışıp biriktirdiğim paralar, zor bela alabildiğim test kitapları beni buralara kadar getirmişti.
Çektiğim cefanın canı sağ olsun, sen şu sefanın güzelliğine bak misali...
İçimde yanan ateşi harlayan asıl şey ise bir gece aldığım, bilinmeyen numaradan gelen aramaydı. Ailen diyordu aramadaki ses, ailen Fransa'da...
O an ne düşünüyordum, ne yaşıyordum bilmiyorum ilk uçakla gittiğimi hatırlıyordum. Son birikmiş paramı bilete vermiştim. Tabi ki büyük bir hüsranla geri dönmüştüm. Ne aile, ne de beni arayan numaraya ulaşabildim o günden sonra.
Dönüşümden haftalar sonra başlayacak olan askeriye sınavları için çalışmam, sınavlara katılıp derece almam, derken aniden Lalezar'ın kafesinden ayrılıp Hakkari'ye gelmem seneler içinde büyük adımlardı benim için. O günden sonra zihnimin bir yerinde kalsa da unutmuştum ben.
Sormuyor, araştırmıyor, ailem kim diye merak etmiyordum. Arayan şu yaşıma kadar bulurdu değil mi? Onlar bensiz mutluysa, bende ailesiz bir kızım derken üzülmeyecektim. Ta ki bugüne kadar...
Aslan Üsteğmen gerçeklik derecesinde bana benziyordu. Uygun tabiri bulamıyordum ama it gibi korkuyordum altından bir şey çıkmasından. Evet bir yerde benzerlik olur derdim ama baştan aşağı erkek halimi görünce ürperiyordum bende
Bela geliyorum diyince tek tek gelmiyordu ki canına yandığım. Bir de dilenme odasında duran adam vardı. Ürkütücü biri... Uzun boylu olandan
Yakından daha güzelsin dedi bir de. Koca bir oflayıp başımı arkaya attım. Atmaz olaydım
Korkutucu herifin yanından tek laf etmeden kaçarken kendimi bahçeye atmıştım. Kamelyaların birine oturup düşüncelere dalmışken, arkaya attığım başım sahiden arkaya düştü. Çabucak toparlanıp kendime çeki düzen verdim
Burak ve Bedo ile görüşmem gerekiyordu. Meraklandırmak istemiyordum kimseyi. Timin en küçüğü olarak bir yerde de kız kardeşleri gibi benimsemeleri hoşuma gidiyordu.
Hızlı adımlarla bahçeden çıkıp alay binasına girdim. Odamız bir üst kattaydı ve kapının ardından gelen seslere bakılırsa bizimkiler içerde koyu bir sohbete başlıyor olmalıydılar.
Kapıyı çalmaya gerek duymadan içeri attım kendimi. Bizim tim tamamen buradaydı ama sorun şu ki diğer tim de buradaydı.
Oftu poftu vallahi
Çınar ve Mahir hummalı bir şekilde tavlayla boğuşurken Bedo yemek yiyor, Burak da artık yeme diyerek elinden almaya çalışıyordu. Gülümsedim bu hallerine
"Komutanım" diyip baş selamı verdikten sonra bir daha yüzüne hiç bakmamayı dileyerek bizimkilerin oturduğu tarafa yöneldim. Gökalp geldiğimi görünce oturduğu koltukta kollarını açıp bekledi.
Bu teklifi nasıl reddedeyim ben. Adımlarımı hızlandırarak kollarının arasına konuşlandım. Baba, ağabey sıcaklığı diye tarif etmek isterdim ama bilemediğim bir şeyi tarif edemezdim. Güvendi işte, güven veriyordu benim ailem...
Bazı bakışların üzerimize çevrildiğini hissetsem de aldırmadım. Şuan serbest zamandı ve kimse karışamazdı.
Yemek yemeye ara veren Bedo "Kantine iniyorum. Çay isteyen var mı?" diye sormuştu
Ben sesimi çıkarmadan yaslandığım göğüste, dertlerimle baş başayım diyen Mahsun Kırmızıgül misali pinekliyordum.
Kapı kapanma sesinden sonra Gökalp'in kulağıma vuran nefesinden bir şey diyeceğini anlamıştım." Çok pis bakıyor. İnşallah nadide vücuduma bir çizik bile atmaz" derken ufak bir kıkırdama bıraktım arkamda
Yaslandığım yerden doğruldum. Omuz silktim "Kimin umurunda" dedikten sonra ayaklanıp dolabıma yöneldim. Telefonum ve su matarasını aldım. 2 cevapsız çağrı gördükten sonra kaşlarım çatıldı. Genelde beni timden başka kimse aramazdı, ha bir de Kuraç Ali Albay
Matarayı elimde tutmaya devam edip arama kayıtlarına baktım. Bilinmeyen numara beni iki kere aramıştı. Derken tekrar aynı numaradan arama düştü. Bir anlığına gözüm odada bulunanlara takıldı. Aslan Üsteğmen gözünü kırpmadan hala izliyordu ama artık o sert bakışları biraz olsun azalır gibi olmuştu, ya da ben öyle zannediyordum
Aramayı açıp kulağıma koydum. Derin bir nefes sesi işitmiştim.
"Alo" dedim
Bir derin nefes daha geldi. Bu sırada arkadaşlarım bu durumu birkaç kez yaşadığımı bildikleri için diğer timin yanında malzeme vermek istemiyorlardı sanırım. Hepsinin gözünün ucuyla beni takip ettiğini biliyordum. Bedo içeriye girip bir tepsi çayı masaya bırakmıştı. O arada ortamda ki sessizliğin farkına varıp, gözleri bana çevrildi
Ben ikinci bir "Alo" dedikten sonra Gökalp, Çınar, Mahir, Bedo ve Burak ayaklanmıştı. Tekrar aynı şeyleri yaşamamı istemiyorlardı
Onlar benim canlarımdı
"Alo" dedi bu sefer karşıdan bir erkek sesi
"Beni aramışsınız" dedim hemen.
"B-ben şey için rahatsız ettim -" ağzından zorla çıkan kelimelere karşılık sabırsız bir şekilde sabırla bekledim.
Orta yaşlarda bir adam sesiydi. "Evet" dedim sabırsızlığımı göstermek adına
"Dila"
Adımı söyledikten sonra ufak bir hıçkırık koparan sesle birlikte benimde matarayı elimden düşürmem eş zamanlı oldu
Zaten ayakta olan arkadaşlarım yanıma patur kütür adımlarla gelince Burak kulağını telefona yasladı. Ama adamdan sadece hıçkırık sesleri yükseliyordu. Derken hat düştü ve telefon kapandı
Elimde öylece telefonla kalakaldım. "Bu neydi şimdi" dedim kendi kendime
"Aklımla oynuyorlar Bedo, yine Fransa olayına dönmesinden korkuyorum" diyerek bir adımda yaklaştım hepsine
"Şuradan çıkalım. Bahçede rahat konuşuruz, dikkat çekiyoruz" dedi Çınar.
"Çektik çekeceğimiz kadar. Geçin çaylarınızı alın, ben halledeceğim" dedi Bedo nadir gördüğümüz sakin sesiyle
Onayladık, koltuklara geçip oturduk. Herkes çayını alırken ben, yeşil kupada olan papatya çayını elime aldım. Göz göze gelip Bedo'ya gülümsedim.
"Bir sorun yok umarım" diye konuştu Üsteğmen
Kime baktığını bilmiyordum ama ben ona bakmıyordum. As-üst ilişkisinden başka bir samimiyet kuracağımı artık zannetmiyordum
"Yok komutanım. Her şey yolunda" diyerek yerimize cevapladı Çınar.
"Bu arada komutanım artık görev yeriniz burası değil mi, yoksa tek seferlik görev için mi geldiniz"
Çınar 'ın sorusuyla kulaklarımı kabarttım. Lütfen ilk ve son des-
"Artık buradayız"
Ne kadar az konuştuğunu söylemiştim değil mi
Gıcıksın Üsteğmen
Yarım saat kadar sohbete devam ettikten sonra Albay postası içeri girdi
Selam verip "Albayım toplantı odasında sizleri bekliyor komutanım" diyerek çıktı
"Tim toparlan"
Eliyle işareti verip önce kendisi çıktı sonrada arkasından sürü misali biz.
Toplantı odasına girip, Albay'ı bekledikten kısa bir süre sonra odaya girdi. Selam verip oturduk
"Evet, Aslan Üsteğmen bilindiği üzere artık ekibiyle burada olacak. Ekipten büyük çoğunluk kalabilir veya başka bir şehre görevlendirme isteyebilir. Ancak bu şuan için mümkün değil. Bir kaç ay daha bizimlesiniz yani"
Yeni time bakarak söylediğinden hepsinden bir "Emredersiniz komutanım" geldi
Kafasını onaylar anlamda sallayıp devam eden Albay " Yeni kurulan tim, bugüne kadar görevleri büyük bir ustalıkla hallettiniz ama bundan sonrası için idare komutanınızda" dedi
Bakışlar Aslan'a çevrilmişti ama Albay, "Aslan değil yeni komutanınız Boz" dedi
Boz...
Kapıda duran postasına işaret verip, ayaklandı. Yeni komutanın içeri gireceğini anladığımızda ayaklanıp bizde selam durduk.
İçeriye giren komutanı seçen gözlerim keşke kör olsaydım dedirtti bana. Dinlenme odasında gördüğüm iri yarı ürkütücü varlık şuan tam karşımda, üniformalı bir şekilde duruyordu
Sert bakışları hala yerli yerindeydi. Albay ile selamlaşıp beklediler. Kısa bir süre sonra Albay gülüp omzuna silleyi çakınca "Hoş geldin oğlum" demesin mi
Demek ki baya yakınlardı. Naneyi yiyenler derneği başkanı olarak ben, bu duruma gerçekten ufak bir alınmıştım. Çünkü Albay bana kızı gibi davranıyordu. Şimdi başkasına sarılınca babam başka evlatları seviyormuş hissine kapılmıştım.
Yerlerimize kurulup, tanışma faslını sonraya bırakınca görevlendirmeler yapıldı, toplantının hakkı verilmişti. İki saate yakın projeler üzerinde çalışıp bilgilendirici notlar almıştık.
Burası benim ilk görev yerimdi ve burada doğdum burada ölürüm diyerek girmiştim bu kapıdan. O yüzden buradaki herkes benim için aile demekti.
Toplantı bitimi bahçeye çıkan arkadaşlarıma kısa bir bakış atıp, mataramı alıp geleceğimi söyledim.
Zaten görevler dolayısıyla düzensiz bir beslenme içine girmiştim, kuru cildim de ekstra yardımcı oluyordu bana. Elimden geldiğince içtiğim bol su bir nebze de olsa işe yarıyordu
Askeriz dedik de bakımdan ödün vereceğiz demedik şekerim
Dinlenme odasından hızlıca mataramı alıp, dolapta bulunan limonu ve sabah aldığım naneleri dilimleyip içine attım. Seviyordum, içiyordum.
Kapağını kapatıp çıkışa doğru yürürken odanın kapısı aniden açıldı. Tam kapının arkasında olduğumdan ufak bir çarpmaya maruz kalmıştım.
O an kim bana çarptı umursamadan sadece ağzımdan ufak bir inilti çıktı.
"Dila" dedi bir ses
Gıcık olduğum bir ses... Anladınız siz
Yüzüne bakmadım. "Müsaadenizle" diyerek ayaklandım ama başımın dönmesi üzerine bu sefer de belimden yakaladı beni.
Yüz yüze bakarken gerçekten aynaya bakma hissinden rahatsız oldum. Kaşlarım iyiden iyiye çatıldı. Ellerinden kurtulup kendimi bir adım geri çektim
"Komutanım" dedim aksi bir sesle
"İyi misin" dedi konuşmama izin vermeden. Başımı sallayıp onayladım. Çok bir süre geçmeden "Geçen gün dedik-" Bu sefer konuşmasına ben izin vermeden yanından kaçar adım uzaklaştım.
Kapıyı kapatıp çıktıktan sonra "Özür dilerim" dedi arkamdan, ama sanırım duymadığımı düşündü.
"Özür dilerim Dila, özür dilerim yaralı kuş" dedi kendi kendine
Biraz daha kapıda durursam hüngür şakır ağlarım diyerekten koşa koşa bahçeye geldim. Kamelyayq geçip kendimi attıktan sonra Bedo'nun elindeki lahmacunda gözüm takılı kaldı. Kimseyi umursamadan Bedo'nun kolunu yakalayıp kendime çektim. Alışkın oldukları bir durum olduğundan ani tepkime şaşırmadılar ama gülenler de vardı. Lahmacunu hızlı bir şekilde ısırıp tekrar kolunu serbest bıraktım.
Ağzımdaki lokmayı yutup "Bensiz lahmacun yediğin için bir sonraki görevde tüm yemeklerimi Mahir'le yiyeceğim" dedim.
Yemek konusu onun can damarı olduğundan ikna olması biraz uzun sürse de kıyamayıp tabi ki affediyordum
"Teğmenlerin en güzeli, prensesi, en bombacı olanı valla söz sensiz lahmacun yemem bir daha"
Minik bir kahkaha bırakıp kafamı sallayarak yanına oturdum. Beraber yemeği yedikten sonra, yeni gelen timden adını bilmediğim biri "İsmin Dila'ydı değil mi" diye sordu
Hı hı tarzı bir mırıldanma eşliğinde son lokmamı bitirip ona baktım. Esmer, kara kaş kara göz biriydi. "Evet, siz?" dedim ona
Tanımadığıma karışıklık benden samimiyet beklemeleri biraz garip olurdu
Onunla konuşmam hoşuna gitmiş olmalı ki yerinde kıpırdandı. "Ben Zehir. Yani ismim Ateş ama arkadaşlar Zehir der" dedi
Kısa bir es verip devam etti. "Burada mı büyüdün?" tarzında bir soru gelince bizimkiler biraz olsun kıpırdandı yerinde. Sevmediğim konulardı ama madem onlarla bir görev paylaşacaktık o halde bir kısmını bilmelerinde sorun yoktu
"Lan-" Gökalp 'in yükselmesiyle yanlış bir soru sorduğunu düşünen Ateş bir an bocaladı
"Sorun yok Gökalp. Yetimhanede büyüdüm Ateş. Pek bir ekstrası yok hayatımın. Sınavlara girmek için çok çabaladım ve şuan buradayım."
Masa büyük bir sessizlik ile dinlerken, Aslan Üsteğmen'in burada olmadığına sevinmiştim. "Ben özür dilerim, bilmiyordum" derken karşımdaki mahçup hallerinden rahatsız olmuştum
Omuz silkip "Önemi yok" dedikten sonra masa genel sohbetine geri dönmüş bende lahmacun kokusu eşliğinde Bedo'ya yaslanmış gözlerimi dinlendiriyordum
Bir saat kadar daha öyle kalınca ani bir sesle irkilip kalktım yerimden. Ama etrafta ne bizimkiler vardı ne yeni tim. Kafam kamelyaların masasına yaslı halde bırakılmıştım.
Etraf çok sessizdi, hemen toparlanıp alay binasına girdim. Kendi katımıza çıkıp odaya girecekken gelen seslerle durmak zorunda kaldım.
Konuşan kim bilmiyorum ama karşı timden olduğuna emindim
"Ne zaman söylemeyi düşünüyorsun abi"
Büyük bir oflama sesi geldi içerden. Gıcık olduğum bir ses... Anladınız siz
"Bilmiyorum Gürkan, bilmiyorum"
Birkaç adım sesi geldi patır kütür. "Çok güzel, çok masum. Annem aklını yitirdi lan. Annem aklını yitirdi Gürkan"
"Abi gözünü seveyim sessiz ol. Biri duymasın, ondan önce biri duyarsa öğrenmesi an meselesi olur. Senden öğrenmeli. Gerçeği kardeşinden öğrenmeli"
Neyden bahsediyordu bunlar bilmiyordum. Ama içeri girmem de gerekiyordu. Öyle de yaptım. Kavgalarını başka yerde etsinlerdi canım
Kapıyı hızlıca açınca ufak bir irkilme oldu ikisinde de. "Komutanım" diyerek selam verip yanından geçtim gittim öylece koltuklara.
Telefonumu çıkarıp grubumuza girdim.
"Nerelerdesiniz, dinlenme odasında sizi bekliyorum"
Mesajıma hemen dönüş yapacak bir kişi vardı, o da şüphesiz dönüş yapmıştı zaten. Diğerleri o kadar telefon özürlüsüydü ki kullanmaktan da hoşlanmıyorlardı, mesaj atmaktan da
"Hemen geliyoruz gardaşım"
Ben mesaja gülümserken komutan ve yanındaki arkadaşı karşıma oturmuşlardı bile. "Biz tanışmadık ama, senin adını çok duydum"
Dediğine bir an kaşlarım çatıldı. O da pot kırma becerisi sebebiyle komutanından fena bir bakış yedikten sonra "Yani hep beraber oturduk ama şahsi hiç tanışamadık, Teğmen Emre ben" dedi
"Dila"
Selamını başımla alıp yüzümü tekrar telefona çevirdim. Rütbe olarak aynı olduğumuzdan dolayı resmiyeti gerek görmedim.
"Hep böyle misin?" dedi aniden
Anlamadım ilk başta, sonra tekrar açıklayıp "Arkadaşların dışında olan herkese bu kadar kapalı mısın?" diye düzeltti
" Evet. Ama onlara arkadaş demek biraz eksik kalıyor. Ailem demek daha doğru olur."
Aldığı cevap karşısında biraz duraklayınca "Belki bir gün bizi de ailene alırsın" dedi
Gülümsemesi üzerine samimiyetini hissettiğimden bir mani görmedim ve o an içimden geldiği gibi cevap verdim
"Umarım" dedim gülümseyerek
Beni tebessümle izleyen komutandan habersiz...
_________
Tataaaaaa
Baya uzun bir bölüm oldu. Az çok netleşiyor her şey.
Gelecek bölümde bol bol çiftimize yer vereceğiz. Boz ve Dila... 🥂
Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın 💖
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |