BÖLÜMÜ BAYAĞI AKSATTIM. BANA KIZGIN OLDUĞUNUZU BİLİYORUM AMA ÖZÜR DİLERİM.
BAŞIMDA YKS DENEN KOCA BİR SORUN OLDUĞU İÇİN SİZİ BİRAZ BOŞLADIM. TEKRARDAN ÖZÜR DİLERİM.
YENİ BÖLÜM NE ZAMAN GELİR BİLMİYORUM AMA SİZİ BOMBA GİBİ BÖLÜMLER BEKLİYOR.
Başımı yattığım yastıktan kaldırarak saate baktım. Okula yetişmem için yaklaşık kırk dakika kadar az bir sürem kalmıştı. Yataktan fırladığım gibi kıyafetlerimi giymeye başladım. Bir yandan da saçlarımı toplamaya çalışıyordum. Kıyafetlerimi ve saçlarımı hallettikten sonra lavaboya gittim. İlk önce yapmam gereken şeyi en son yapmıştım. Yüzüme hızlıca iki avuç suyu çarparak kendime geldim. Aynadan şöyle bir kendimi iyice süzdüm. Makyaj yapmayı sevmediğim için daha fazla oyalanmadan lavabodan çıktım. Çantamın içine her zaman kullandığım defterimi, kitabımı ve kalem kutusunu attım. Çantam da hazır olduğunda üzerime ince siyah ceket alarak odamdan çıktım. Henüz saat erken olduğu için annem kahvaltı hazırlamamıştı.
Koridora girdiğimde doğruca karşıdaki odaya ilerledim. Uyandırmam gereken boz ayı bir ağabeyim vardı. On tane alarm kuruyordu ama hep ben uyandırıyordum. Odasına girerek hâlâ uyuyan ve horlayan ağabeyime bakarak iç çektim. İlerideki karısına acıyordum.
Yanına giderek kolunu tutup sarsmaya başladım. "Ağabey! Ağabey!" diyerek kulağına doğru fısıldıyordum fakat nafile. Bırakın gzünü açmayı yüzünde mimik bile oynamadı. Atkuyruğu yaptığım saçımdan bir tutam alarak ağabeyimin yüzüne yaklaştım. Burnunda ve dudaklarının üzerinde birkaç saniye gezdirdim. Hemen kaşlarını çatmıştı fakat yine de uyanması için yetmemişti. Tekrar burnuna doğru yaklaştırdım. Bu sefer biraz daha uzun bir şekilde gezdirdim.
Elini kaldırdığında çevik bir hareketle geri çekildim. "Mine!" diyerek bağırdığında gülmeden edemedim. "Haydi artık ağabey. Senin yüzünden geç kalıyoruz." Bakışlarım hâlâ ağabeyimden ayırmamıştım. "Rahat bırak beni," dediğinde ellerimi belime yerleştirerek olduğum yerde durmaya devam ettim. "Sen şimdi görürsün," diyerek cebimdek telefonumu çıkartarak Yekta ağabeyimin numarasını tuşladım.
Telefon ikinci çalışta açıldığında uykulu sesi kulaklarıma doldu. "Efendim Minik?" dediğinde göremeyeceğini bilsem de göz devirdim. "Sana da günaydın Yekta." Ona ismiyle hitap etmek hoşuma gidiyordu. "Oo atarlı gibiyiz. Atilla öküzü sinir etmiş seni sanırım." Tam üstüne bastın Yekta ağabey, ayağını kaldır. "Aynen ondan oldu. O yüzden sen şimdi bizim eve geliyorsun ve ağabeyimi de alıp okula geçiyorsunuz," dedim. Cümlemi bitirdiğimde kahkahası kulaklarımı ve karnımı gıdıklamıştı.
"Fıkra anlattım da benim haberim mi yok?" diyerek çıkıştığmda attığı kahkahaya son verdi. "Tamam Minik, kızma."
"Bana Minik diye hitap etme! Mine ben, Mine." Başka bir şey demesine müsaade etmeden telefou suratına kapattım. Telefonumu tekrardan cebime atarak yavaş adımlarla kapıya ilerledim. Aynı yavaşlıkla açtığım kapıdan sessizce çıktım. Ayakkabılarımı ayağıma geçirirken cebimdeki telefonun titrediğini hissettim. Fakat acele etmeden bağcıklarımı bağladıktan sonra telefonu elime aldım. Canım arkadaşım Miray'ın aradığını görünce gelen çağrıyı yanıtlama gereksiniminde bulunmadım.
Vakit kaybetmeden hızlıca merdivenlerden inmeye başladım. Kapıyı açtığımda dışarıya doğru bir adım attım. Bir şeye çarpacakmış gibi hissettiğimde attığım adım havada kaldı. Yere bakarken önümdeki cismi görememiştim. Başımı kaldırmamla Yekta ağabeyi görmem bir oldu. Kafa karışıklığı içinde kaşlarımı çattım. "Sen?" diyerek duraksadığımda uykulu gözleri benim gözlerimle buluştu.
"Evet, ben. Yekta. Memnun oldum, Minik," diyerek üzerime eğildiğinde yakınlığından dolayı kalbim kuş gibi çırpınmaya başlamıştı. Böyle olmaması gerekiyordu. O benim ağabeyimin arkadaşıydı. Ben onun kız kardeşi gibiydim. Kalbimdeki hareketlilik yanlıştı. Gözlerimi kırpıştırarak ela gözlerine bakmaya devam ettim. Boğazımı temizleyerek onu omzundan tutarak geriye itekledim. "Ağabeyim hâlâ camış gibi uyuyor. Sen uyandırırsı Yektacığım," diyerek ilerlemeye başladım.
Birkaç adım atarak ondan uzalaştıktan sonra tekrar ona döndüm. Uzaktan öpücük yollayarak göz kırptım. Bana doğru bir adım attığında bahçe kapımızın gürültülü sesi kulaklarımı doldurdu. Kapının sesine dönmesini fırsat bilerek koşar adımlarala Miray'ın beni beklediği köşeye hızla ilerledim.
Canım arkadaşım her zamanki güzelliğiyle etrafına parıltılar saçıyordu. O benim aksime saçlarına büyük dalgalar vererek serbest bırakmıştı. Onun 'hafif' olarak nitelendirdiği fakat hiç de hafif olmayan makyajı beş metre öteden bile görülüyordu. Onun bu hâline gülerek başımı iki yana salladım. Arkasından yavaşça yaklaşmaya başladım. Telefonuyla ilgilendiği için geldiğimi fark edememişti. Çevik bir hareketle sırtına atlayarak gözlerini kapattım. Çığlık atmaya başlayınca kahkaha savurarak sırtından indim. "Çok korkaksın kızım," diyerek tekrar bir kahkaha atacaktım ki kafama yediğim tokat yüzünden bütün gülümsemlerim içime kaçmıştı. "Acıdı!" diyerek Miray'a döndüğümde o da aynı hızla bana dönerek "Hak ettin!" dediğinde mecburen sustum.
Evet belki de bu tokadı hak etmiştim. Ama yine de eğlenceli bir şakaydı. "Kirpiklerim bozulduysa sen bittin!" Hırsla çantasının küçük bölümünden el aynasını çıkarttı. Birazcık bozulmuştu ama göze batacak kadar belli olmuyordu. Tabii benim için sorun yok gibi görünse de Miray için çok büyük bir sorun var demekti. "Mine, canını seviyorsan kaç!" Sonlara doğru sesi iyice yükselmişti. Hızla bana döndüğünde geriye doğru kaçmaya başladım. İlk dört adım kusursuzdu fakat beşinci adımı attığım anda sağ ayağım bağcığa takılarak sol ayağımın önüne geçti. Hareket alanım kısıtlandığında daha fazla dengede duramadım. Düşeceğimi anladığım sırada gözlerimi sıkıca kapattım. Sırtımda ve başımda sert bir darbe hissetmeyi bekliyordum.
Aynen öyle oldu. Sırtımda ve başımda bir şey hissettim fakat sert değildi. Aksine yumuşacıktı. Yavaşça gözlerimi araladığımda aşina olduğum kişiyle burun buruna geldiğimi fark ettim. Ela gözler, keskin yüz hatları ve belirgin olan Adem elması. Gözlerine bakarken istem dışı sertçe yutkundum. "Biraz daha dikkatli olmaz gerekiyor, Minik," diyerek konuşmaya başladığında albim ve karnım arasında oluşan sıcaklık kendini yeniden belli etti. "Her düştüğünde seni böyle tutamam. Kaslı kollarım yoruluyor." Tek kaşım havaya kalktığında gözleri kaşlarımı buldu. "Çatma kaşlarını. Yakışmıyor." Yekta konuşmaya devam ediyordu fakat ben onun karşısında lal olmuş gibiydim.
"Belim kopacak." Sonunda dudaklarımdan bu iki kelime çıkmıştı. "Rica ederim, Minik. Vazifemdi," diyerek kinaye yaptığında "Sağ ol," diyerek kızarmaya başlayan yanaklarımı görmesin diye hızla arkamı döndüm. Bize bakaak kahkaha atan Miray'ın koluna yapışarak sürüklemeye başladım. Kahretsin! Hep böyle oluyor. O konuşunca benim dilim tutuluyor ve mala bağlıyordum. Artı olarakta aptal yanaklarım kızarıyordu. "Ay ne kadar da romantikti." Miray'ın yaptığı gereksiz yoruma ters bakış atarak tekrardan son sürat yürümeye devam ettim.
"Konuşacağına hızlı yürü biraz. Geç kalıyoruz," diyerek güzel bir azar çektim. "Tamam anneciğim. Kızma bana." Sesini inceltip dudaklarını büzmüştü. Ben ona ne zaman sinirlensem aynısını yapıyordu. Ve bu hareketi garip bir şekilde sinirimin geçmesini sağlıyordu. Okula az bir mesafe kaldığında arkamızdan gelen koşuşturma sesiyle birlikte irkildim. İçten gelen dürtüyle sol tarafa kaydığımda tam yanımda ağabeyim ve Yekta duruyordu. "Naber kızlar?" diyerek neşeli sesiyle ortamı enklendiren ağabeyime kısık gözlerle bakmaya başladım. "İyi Atilla. Senden naber?" Miray'ın cevabıyla ağabeyimin yüzü düşmüştü çünkü Miray ona 'ağabey' diye hitap etmiyordu. Ve ağabeyimin sözünü geçiremediği tek kişi Miray'dı. Bu yüzden hep kavgalar ederlerdi. "Ağabey kelimesi nerede kaldı zilli?"
"Sabah kahvaltı niyetine yedim, Atillacığım," dediğinde kıstığım gözlerimi ağabeyimden çekerek minik bir kahkaha patlattım. Onların bu kavgalarına bayılıyordum sanırım. Gözlerimi Yekta'ya çevirdiğimde beni izlediğini fark ettim. Yanlış anlamadıysam gülüşümü izlemişti. Ya da bana öyle gelmişti. Bu konunun üzerinde çok durmadan tekrardan ağabeyime döndüm. "Uyanabildiniz demek," diyerek iğneleyici sözlerimin hedefini ağabeyim yaptım. "Hâlâ uykum var," dediğinde göz devirdim. "Çünkü geceleri uyumak yerine eşek gibi anırıyorsun ağabey," dediğimde ağabeyim hariç herkesten gülüşme sesleri yükselmişti. "Sana ne lan! Ben senin büyüğünüm, istediğimi yaparım." Kaşlarımı çatarak "Bunun içine hayvanlık eylemi de giriyor galiba," dediğimde ağabeyim sinirden kızarmıştı. "Senin dilin fazla uzamış belli."
"Seninki kadar olamaz ağabey. Bundan emin olabilirsin," dediğimde çoktan okulun önüne gelmiştik. "Kız!" diyerek bana doğru hamle yapan ağabeyimi Yekta durdurmuştu. "Atilla! Rahat bırak kızı. İlk ders matematik. Acele etmemiz gerekiyor. Düş önüme," diyerek ağabeyimin ensesine yapıştı.
Bu hallerine gülerek sınıfa doğru ilerledik. Lisenin ikinci yılı neredeyse bitiyordu. Ağabeyim ve Yekta da son sınıftaydı. Eğer bir yıl daha beklemezlerse ikisi de seneye askeri okulara gitmiş olacaktı. Bu durum beni gurulandırsa da bir yandan içime korku salıyordu. Ağabeyimden uzak kalma düşüncesi üzülmeme sebep oluyordu. Ve Yekta'dan da ayrı kalma düşüncesi üzmüyor değildi. BUnca yıldır beraber büyümüştük. Uzak şehirlere gidecek, yeni insanlar, yeni yerler ve yeni kızlar görecekti. Bu düşünce beni sinir etse de elimden bir şey gelmezdi.
Sınıfın kapısından girdiğimde bizimkilerin arka dörtlüyü kaptığını gördüm. Gülerek ilerlemeye başladığımda cam kenarının en arka sırasında oturan Sude'nin delici bakışları üzerimdeydi. Anlamadığım bir şekilde bu kız bana gıcık oluyordu. Oysa en ufak sohbetimiz dâhi olmamıştı ve bana kin beslemesi biraz saçma bir olaydı. Gözlerimi devirerek tekrardan bizimkilere döndüm. Cansu ve Filiz en arka sıranın bir önündeki sırada oturmuş, arkadaki boş sırayı da bize ayırmışlardı. "Günaydın güzellerim!" diyerek müthiş enerjimi onlara da gönderdim.
"Günaydın fıstık. Ne bu enerji?" diyerek şüpheci bakışlarını üzerime diken Filiz'e dönerek göz kırptım. "Her zamanki halim canım," diyerek yerime oturdum. "Ben çok açım." Filizden gelen bu yorum karşısında öğrenci zili çalmıştı. "Maalesef canım. Kırk dakika beklemen gerekiyor" diyerek Miray cevap verdi. Aklıma para almadığım gelince elimle alnıma vurdum. Telefonumu elime alarak ağabeyimi aramaya başladığım sırada duyduğum tanıdık ısıkla bakışlarım sınıf kapısına döndü.
Yekta elinde tuttuğu parayla yanıma doğru geliyordu. "Bunu unutmuşsunuz hanımefendi," diyerek hafifçe eğilerek parayı elime tutuşturdu. "Teşekkürler beyefendi."
"Her zaman güzellik. Her zaman," diyerek yanağımdan bir makas alarak arkasını döndüğü gibi ilerlemeye başladı. Dudağımda hafif bir gülümseyle bizimkilere döndüğümde hepsinin gözünde aynı imalı bakış vardı. "Hayır! Susun!" diyerek bağırdığımda üçüde yüzlerine sinsi bir gülümseme yerleştirmişti. "Sabahki enerjinin kaynağı belli oldu," diyerek yorumda bulunan Cansu, hayran olduğum kahkahalarından biriyle sınıfı inletti.
"Biz susalım bence de. Siz zaten konuşuyorsunuz." Delici bakışlarımı Miray'a çevirdiğimde hemen bakışlarını benden kaçırdı. Yanaklarıma sıcaklığın hücum ettiğini hissettiğim anda elimle yüzüme yelpaze yapmaya başladım. O sırada bizim kızlar aynı anda gürültülü bir kahkaha attığında cam kenarından öfkeli bir ses duyuldu.
"Hayvan gibi bağırmayın! Sabah sabah sizi çekmek zorunda değiliz!" Hepimizin bakışları aynı anda bize bağıran kişiye kitlendi; Sude'ye.
Cansu hırsla ayağa kalktığnda onu durdurmak için bende ayağa kalktım. "Burada senden başka rahatsız olan yok, Sudeciğim." Cansu son sözcüğe baskı yapmıştı. Bu söze karşılık Sude ayağa kalkarak bize yaklaşmaya başladı. Biz geri durur muyuz? Biz de ona doğru ilerlemeye başladık. "Öyle mi canım?" Gözlerimi devirerek Cansu'yu kolundan tutarak arkama aldım. "Aynen öyle canım. Şİmdi sırana ikile," diyerek başımla sırasını işaret ettim. Sahte bir şaşkınlıkla gözlerini kocaman açtı. "Aaa sen konuşabiliyor muydun? Çok şaşırdım." Burnumdan kısa bir nefes aldım. "Senin dilin insanları zorluyor canım. Anca öğrenebildim. Nasıl, akıcı konuşabiliyor muyum?" Yüzüne yaklaşarak merakla bakmaya başladım. "Şımarık," dediği anda Miray öne atıldı. "Sen kime şımarık diyorsun, sarı çiyan!"
Miray'ın sözüne karşılık Suda kızgınlıkla bakan gözlerini hepimizin üzerinde gezdirdi. "Göreceksiniz!" diyerek boş bir tehdit savurarak hızla sınıftan çıktı. Tekrar yerimize oturduğumuzda sınıf kapısından içeriye hocanın girdiğini gördüm.
Ayağa kalkarak hocanın masaya oturmasını bekledik. Daha sonra hocamızın verdiği işaretle yerimize oturduk. Son haftalarda olduğumuz için dersler pek işlenmiyordu. Bu dersimiz çok gerekli olan bir ders olmadığı için hocamız sessizce serbest bırakmıştı.
&
Öğle vakti çok çabuk gelmişti. Ağabeylerimle bahçede buluşma kararı almıştık. Zil çaldığında hepimiz ayaklandık. Cebimdeki parayı Miray'a uzatarak "Siz yavaştan gidin. Lavaboya gidip geleceğim," dedim. Miray başıyla onaylayınca hızlıca lavabonun yolunu tuttum. Boş bulduğum ilk kabine girerek sessizce işimi halletmeye başladım. Tam o sırada tanıdık gelen öfkeli sesle duraksadım. Ceketimin fermuarını çekmek için hareketlenmiş olan parmaklarım emir almış gibi anında durdu. "O kızıda yanındakileri de gebeteceğim! Hepsi aptal!" Sude'nin sesi olduğunu anlamam beş saniyemi almamıştı. Kaşlarım havaya kalkmıştı. "Sakin ol biraz." Yanındaki kızı tanımıyordum. "Aynı sınıfta olduğumuz yetmiyormuş gibi Yekta'ya sırnaşıyor!" dediğinde bana olan nefreinin nedenini anlamıştım. "Kızım Yekta onun gibi birine bakar mı? Senin gibi sarışın çıtır varken." Pardon? Benim tam olarak bakılmayacak neyim var? "Gerçekten mi?" diyerek umut dolu bir soru yölendirdi. "Gerçekten tabii." Gözlerimi devirdim. Sinirden içim içimi yiyordu. "Mine'yi ortadan kaldırmam lazım. Onun yüzünden beni görmüyor," dediğinde kendimi tutamayarak gülmüştüm. İkisinin de sesi kesilirken kapıyı yavaşça açtım. Çeşmeye doğru ilerlerken ikisinin de dehşete düşmüş bakışları üzerimdeydi.
Yavaşça ellerimi yıkarken aynadan onlara baktım. "Beni ortadan kaldırmak. İyi fikir ama biraz ucuz sanki. Aynı senin gibi," diyerek çeşmeyi kapattım. Ellerimi kurulayarak Sude'nin karşısına dikildim. "Yekta'yla aranızda ben yokum canım. Sizin Yekta'yla hiç aranız yok." Alev saçan gözlerle üzerime yürüdüğünde bir adım geri atarak sağ elimi aramıza uzattım. "Temas yok canım. Temas yok." Bu sözüme karşılık gülerek bir adım daha attı. "Neden korkuyor musun?" Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Cık. Pek adil olmaz. Dayak yemene içim el vemez," dediğimde ikisi de gülerek birbirine baktı. Telefonum çaldığında kim olduğuna bakmadan direkt kulağıma götürdüm. "Nerede kaldın?" Cansu'nun sesi kulaklarımı doldurduğu sırada ceketimi çıkartmakla meşguldüm. "Ufak bir ısınma hareketi yapıp geleceğim. Siz başlayın," dediğimde yapacağım şeyi anlamış olacak ki "Bende geliyorum," diyerek telefonu kapattı.
Ceketimi ve telefonumu güvenli bir yere koydum. "Gel bakalım kim dayak yiyor, görelim." Sude hırsla üzerime atladığında kolunu tutarak bana gelen tokatı engelledim. Ardından sarı saçlarına yapışarak kafasını aşağıya eğdim. Tiz bir çığlık atarak yanındaki kızdan yardım istedi. Diğer kız beklemediğim anda sırtıma atladığında dengem birkaç saniyeliğine şaşsada toparladım. Sırtımdaki kızın sağ koluna iki elimle yapışarak güçlü bir şekilde çekip aynı anda eğildiğimde kız yeri boylamıştı.
Nefeslerimin arasında "Ben size demiştim kızlar," diyere ceketime ve telefonuma yöneldiğimde Sude'nin elini ayağımda hissettim. Beni düşürmeye çalıştığını anladığımda hızla ona dönerek suratına çok sert olmayan ama en az iki gün ağrıtacak bir yumruk yapıştırdım. Yakasından tutarak üzerine eğildim. "Bir daha ne benim ne de çevremdeki insanların ağzını leş gibi kokan ağzına almayacaksın. Yan gözle dâhi bakmayacaksın. Duydun mu? Yekta ve aramızdaki ilişki hakkında yaptığın en ufak yorumu duyarsam bundan beter ederim seni!" Tehditlerimi art arda sıraladım. Gözündeki öfke geçmemişti ama içinde bana karşı bir korku oluşmuştu.
Aynadan kendime baktıktan sonra eşyalarımı alarak lavabodan çıktım. Merdivenlere ilerlediğim sırada Cansu'nun koşarak bana doğru geldiğini gördüm. Çenemi yukarıya dikerek yanına ilerledim. "Nerede lan o! Söyle bir de ben döveyim!" diyerek bağırdığı sırada gülmeden edemdim. "Şu an etkisiz halde." Göz kırparak koluna girdim. "Acıktım ben. Yemek yiyelim." Birlikte bahçeye inerek her zamanki oturduğumuz yere doğru ilerledik.
"Bizimkilere bir şey söyleme sakın." Gözlerini bana diktiğinde başını hafifçe yere eğdi. "Şey, sanırım çok geç," dediğinde kocaman gözlerle ona baktım. "Şaka yapıyor olmalısın!" diyerek bağırdığımda gözlerini kaçırdı. Kolumu kolundan kurtardım. "Ağabeylerim de bizimle mi?" Korkuyla sorduğum sorunun cevabını merakla bekliyordum. Cansu konuşmak yerine usul usul başını sallamıştı. Elimi kaldırıp alnıma vurdum. "Bittim ben!" diye söyleniyordum ki bir anda durdum. "Benim tekrardan lavaboya gitmem gerekiyor. Sen git, ben geleceğim." Arkamı dönmek üzereydim ki Cansu beni omzumdan tutarak durdurdu. "Hayırdır! Ne lavabo sevdası bu böyle?" Şüpheyle bana bakınca yutkundum. "Özel iş. Anlarsın ya," diyerek göz kırptığım gibi hızla uzaklaştım.
Tekrar okul binasına girdiğimde derin bir nefes aldım. Sınıfımızın olduğu koridora geldiğimde yavaş yavaş adımlarımı sürdürdüm. Tam sınıfa ulaşacaktım ki birinin beni kolumdan yakalayarak duvara yapıştırması bir oldu. Burası koridorun kör noktasıydı. Temizlik malzemelerinin olduğu bu oda kapısının olmadığı tek odaydı. Kapısı olmadığı için burayı görmek için iyice yaklaşmak gerekiyordu.
Kolumdaki ve dudaklarımın üzerindeki elin sahibine baktığımda içimdeki korku yavaş yavaş dağılmıştı. Dudaklarımın üzerinde duran elini nazikçe indirerek derin bir nefes aldım. "Ödüm koptu!" diyerek sessizce fısıldadım. "Sakin ol, Minik. Benim, Yekta." Biraz daha derin bir nefes aldığımda gözleri yüzümün her yerini dikkatlice izledi. "Ne oldu?" diyerek başımı sağa yatırdım. "İki kişiye tek başına dalmışsın," dediğinde çenemi gururla havaya diktim. "Tabii. Albay kızı olmak böyle bir şey," dediğimde hafifçe güldü. Kısılan gözlerine baktığımda kalbimin eridiğini hissettim. "Neden gülüyorsun?" dediğimde gülüşü iyice yayılmıştı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında yutkunmuştum. Başımı iki yana 'Ne oluyor?' dercesine salladım.
Ela gözleri yüzümün her yerinde iyice dolaştı. "Eşsiz bir parçasın," dediğinde düzgün atmayan kalbim hepten atmayı bırakmıştı. "N-ne?" Konuşmayı da unutmuştum.
"Benim için senden başkası, senden değerlisi yok Mine. Benim için senden ötesi yok. Sen ve sana kadar var," dediğinde bacaklarım heyecandan titremeye başlamıştı. "Bunları daha fazla içimde tutmak istemiyorum. Seni sadece içimde değil her yerde yaşamak istiyorum." Bu bir itiraf mıydı? "Yekta..." diyerek başladığım cümlenin devamı gelmemişti. Dilim bağlanmış gibi konuşamıyordum. "Söz veriyorum her zaman yanında olacağım. Neler yaşadığını biliyorum. Aşk konusundaki önyargını biliyorum ama izin ver bana bütün yargıları kırmana yardım edeyim." Biraz soluklandı. Ben ne diyeceğimi bilemez halde şaşkın şaşkın ona bakıyordum. "Mine, bize bir şans verir misin?" Biz demişti. Ben, kendimi onunla aynı cümle içine yakştırmazken o, biz demişti.
"Ben... Yani... Çok..." Kelimeler bir türlü bir araya gelmiyordu. Ne diyeceğimi ne hissedeceğmi bilmiyordum. Onu seviyor muydum? Evet. Ama ona aşık mıydım? İşte bunu bilmiyordum fakat onu her düşündüğümde ve gördüğümde hissettiğim elektriklenme beni arada bırakıyordu. Beynim sakın diyordu. Kalbim ise onundoğru kişi olduğunu söylüyordu. Ben ep aklımla hareket eden biriydim. Sanırım bu defa kalbimi dinleyecektim.
Gözlerimi gözlerine çıkardım. Delisi olduğum, her bakışta kalbimi eriten o gözlere baktım. Sonra saçlarını inceledim. Yumşacık olan ve her gün özenle taradığı saçlarına. Daha sonra dudaklarına indi bakışlarım. Beni iyi edeceğini söyleyen dudaklarına. Bana yeni hayat vaat eden dudaklarına baktım uzunca. Daha sonra her zerresinde gezdirdim gözlerimi. Bir cevap vermem gerekiyordu ancak ütün kelimeler benim için anlamını yitirmişti. Bir şey söyleyecek cesareti kendimde bulamadım ancak sıkıca sarıldım ona.
Hayata yeni gelmiş bir bebeğin annesine tutunduğu gibi tutundum ona. Sıkı sıkıya sarıldım. Bir yere gitmesine izin vermeyecek gibi sarıldım. Bu sarılışım ufak bir şey olsa da bizim için yeni bir başlangıcın simgesiydi.
&
Başımı ellerimin arasına alarak gözlerimi ovuşturdum. Bugün çok hastam yoktu o yüzden sıkılmıştım. Öğleden sonra Tamer'i kontrole çağırmıştım. Ona bakacak ve sonrasında Ömer'in yanına gidecektim. Son haftalarda çok boşlamıştım onu. Havaların iyice soğumasıyla birlikte benim yanıma da pek çok uğramıyordu. Sıkıntıyla bir nefes vererek oturduğum sandalyeden kalktım. Pencerenin yanına giderek dışarıyı seyretmeye başladım. Bahçenin köşesinde duran çifte gözüm iliştiğinde bu çiftin bizimkiler olduğunu anlamam çok uzun sürmemişti. Bu soğukta da dışarıda mı görüşülür kardeşim! Git bir kafeye otur sıcacık. Resmen delilikti.
Miray başını, ağabeyimin göğsüne yaslamış bir şekilde duruyordu. Dalmış bir şekilde onları izlerken kapının çalındığını fark etmemiştim. "Doktor hanım," diye tanıdık bir ses duymamla birlikte hızla arkamı döndüm. Tamer tam karşımda duruyordu. Yanındaki kişiye baktığımda hemen gözlerimi tekrardan Tamer'e çevirdim. Çünkü yanındaki kişiyi ne görmek ne de duymak istiyordum.
"Tamer, hoşgeldin," diyerek gülümsedim. Pencerenin önünden ayrılarak tekrardan sandalyeme yöneldim. "Erken geldin." Onu görmezden geliyordum. "Evet, öyle oldu biraz" dediğinde sol tarafta kalan yatağı işaret ettim. "Sen geçip hazırlan bende malzemeleri getiriyorum." Ayaklanarak kapının sağ tarafında bulunan malzeme dolabına yöneldim. O ise köşede duran sandalyeye oturmuş umursamaz bir şekilde bileğindeki tokayla oynuyordu. Evet hâlâ bileğinde toka vardı. Ve bunu gözüme sokmak istiyormuş gibi tokayla oynayıp duruyordu. Başımı iki yana sallayarak umursamamaya çalıştım.
Tamer'in yanına ilerleyerek hasta mahremiyetine gösterdiğimiz özenden dolayı perdeyi çektim. Elime eldivenlerimi giyerek sargı bezini kesmeye başladım. Dikkatli bir şekilde sargıyı çıkartarak kenara koydum. "Nasıl son durum?" diyerek pamuğa biraz tentürdiyot döktüm. "Çok daha iyiyim. Sayenizde," dediğinde gülümseyerek baktım ona. Gözleri hafiften çekikti. Güldüğünde tamamen ince çizgi halini alıyordu. Klasik siyah saçları ve siyah gözleri vardı. Siyah saçları kısacık kesilmişti ancak yanlarını iyice kazıtmış olacak ki bu sıradan traşı bambaşka boyutlara çıkartmıştı. Biçimli vücudu ve uzun boyu ile yataktan taşıyordu.
Elimdeki pamuğu çok bastırmadan dikiş attığım yaranın etrafında gezdirdim. Yarası gittikçe iyileşiyordu. Tahminen üç gün sonra hiçbir şeyi kalmazdı. Pansuman işi bittikten sonra yeni bir sargı bezi aldım. Dikkatlice canını yakmamaya özen göstererek yarayı sardım. "Muhtemelen üç güne yara tamamen iyileşmiş olur. Bu üç gün içerisinde pansumanı aksatma. Üç gün sonunda da duruma göre dikişleri alacağız. Bir hafta içinde görevine dönmüş olursun." Yavaşça geri çekilerek dağıttığım malzemeleri toparladım. Eldivenleri de çkararak çöp kutusuna attım. O sırada perdeyi açmıştım. Tamer de gri renkli kazağını giymek için çabalıyordu. "Yardım edeyim," diyerek öne atıldığım sırada ne ara yanımıza geldğini anlamadığım adam çoktan kazağı eline almıştı. Hırsla elinde tuttuğu kazağı Tamer'e giydirmeye çalışıyordu. "Biraz yavaş olursanız daha iyi. Yarasını zorluyorsunuz," dediğimde bu yaptığının farkına yeni varmış gibi duraksadı. Daha sonrasında yavaşça hareket etti.
Gözlerimi devirerek kirlenmiş olan malzemeleri de alıp çöpe attım. Bilgisayarımın başına oturarak Tamer'e bir ağrı kesici yazdım. Reçetenin yazılmasını beklerken onlar çoktan hazırlanıp ayaklanmıştı. Sağ ayağımı sol ayağımın üzerine atarak arkama yaslandım. "Sana bir ağrı kesici yazdım. Etkisi güçlü olduğu için ağrın katlanılmaz bir hâl alınca içmeni tavsiye ederim." Ben konuşurken ikisi de karşımdaki tekli koltuklara oturmuşlardı. "Tamamdır. Teşekkür ederim," diyen Tamer'e gülerek göz kırptım. Yazıcıdan gelen sesle birlikte reçetenin tamam olduğunu anladım. Eğilerek kağıdı alıp imzaladım. Üzerine de kaşeyi basarak ileriye uzattım.
Ben Tamer'in almasını beklerken Yekta, ondan önce davranarak kağıdı elimden kaptı. O kısacık anda teninin tenime değmesiyle vücudumda garip bir elektriklenme oluştu. Elimi hızla geri çekerek önlüğüme sürttüm. Bu hissi sevmemiştim. Yıllar önceki Mine olsa bu hisse ölüp biterdi. Fakat bu duygu şimdiki Mine'yi öldürüyordu. Dudaklarımı ıslatarak yerimde kıpırdandım. "Dediklerime dikkat etmeyi unutmayın. Yarın da bekliyorum," diyerek onlar gibi ayaklandım. Yekta kapıyı açtığı sırada karşısındaki kişiyi görmesiyle parmakları kapı kolunu sıkmaya başladı. Gelen kişi Toprak'tı. O da ekta'yı görür görmez yüzündeki gülümseme kocaman bir somurtmaya dönmüştü. Geçen haftalarda ikisinin arasında ne geçti bilmiyordum ama etkili olmuş olacak ki Toprak sadece iş için yanıma geliyordu. İlk zamanlarda yaptığı gevşek hareketleri gitmiş yerine oldukça ciddi bir doktor gelmişti.
Arlarındaki ters bakışma gittikçe uzayınca bu duruma bir el atmam gerektiğini düşündüm. "Toprak Bey, buyurunuz," diyerek dudaklarıma sahte bir gülümseme yerleştirdim. Benim güldüğümü gören Toprak anında rahatladı. Sanırım Yekta onun gözünü iyice korkutmuştu. Bu düşünceyle başımı iki yana sallayarak bana şaşkın şaşkın bakan adama kaşlarımı çattım. Toprak bu boşluktan yararlanarak çevik bir hareketle içeriye sızdı. Yekta ve Tamer ters bakışlarını Toprak'tan ayırmıyordu.
"Yarın yine bekliyorum," diyerek tane tane konuştum. Bunun altında 'uzatmadan gidin' sözcükleri yatıyordu. Yekta bunu anlamış gibi gözlerini bana çevirdi. Başını hafifçe aşağıya eğerek arkasını döndüğü gibi odadan çıktı. Tamer de onu aynı hızla takip etti. İkisi de gidince tekrardan sandalyeme oturdum. Önümdeki sandalyeyi işaret ederek Toprak'a oturmasını söyledim.
"Senden bir şey rica etmeye geldim." Başımla devam etmesi için minik bir hareket yaptım. "Bugün akşam memlekte dönmem gerekiyor. Ve bu gecenin nöbetini bana yazmışlar. Eğer sen de uygunsan nöbetleri değişelim mi?" dediğinde sıkıntıyla nefes verdim. Çalışmayı seviyordum ancak kendi plan programımda. Bu şekilde bozukluklar olunca moralim ister istemez bozuluyordu. Sıkıntıyla bir nefes verdiğimde tekrar konuşmaya başladı. "Ertesi sabah kadar değil, merak etme. Gece bir de bitiyor," dediğinde sıkıntıyla bıratığım nefesi büyük bir sevinçle aldım. "Nöbet değişimi diyorsun ama benim nöbetim yirmi dört saat. Haksızlık olur."
Verdiğim cevapla birlikte çenesini kaşımaya başladı. Bir müddet sonra ayağa kalkarak elini uzattı. "Sen kabul ediyorsan benim içn sıkıntı yok. Bugün eve gitmem gerekiyor," dediğinde bana uzattığı eline baktım. Daha sonra gözlerimi gözlerine çıkardım. "Kabul ediyorum." Gülümseyerek bana baktığında havada kaln elini cebine sokarak gülümsedi. "İlk başta yaptığım laubali hareketler yüzünde özür dilerim." Sözlerini bitirir bitirmez hızla arkasını dönerek gitti. Sanırım o iyi biriydi. Tekrardan yerime oturarak telefonumu elime aldım.
Ömer'e yarın için yanıma gelmesini içeren bir mesaj attım. Bu sabah anne ve babamla konuşmuştum. Ağabeyimin düğününe az kaldığı için çok telaşlıydı. Yakında evime dönüyor olmak beni mutlu ediyordu. Miray ve ağabeyim de sürekli alışverişe çıkıyor, evin eksilerini tamamlıyorlardı. Ağabeyimin oturduğu evde artık ikisi yaşayacağı için beraber dekore ediyorlardı. Evin her yerinde onların emekleri vardı. Ve bence bu çok güzel bir şeydi. Aşık olduğun kişiyle yuvanı beraber kuruyordun. Daha ne olsun. Başımı masaya yatırarak gözlerimi kapattım.
Gözümü kapattğım her an geçmişin tozlu anıları zihnime hücum ediyordu. Mahallede, okul koridorlarında, bizim evde, buluşma ağacımızın altında ve bize şahit olan her yerdeki anılar bir bir aklıma geliyordu. Güldürmekten çok ağlatmıştı. İlk birkaç ay çok güzeldi. Yavaş yavaş sevgili kavramını öğreniyorduk. Ancak lisesi bittiği anda ve asker olmaya karar verdiği andan sonrası benim için kabus gibi olmuştu. Beni eskisi gibi takmıyor, görmek istemiyordu. Kendisini eve kapatmştı. Büyük bir hırsla ders çalışıyordu. Aklında sadece asker olup intikam almak vardı. Ağabeyimde böyleydi fakat Yekta kadar hırslı ve öfkeli değildi. Aramız tamamen bozulduğu zamanlarda tek tük görüyordum onu. Tek çocuk olduğu için bakkala gidecek tek kişi oydu. Ve ben onu o kısacık anda bile görmek için pencerenin önünde saatlerce beklerdim.
Bizim kızlarla kafeye gittiğimizi hatırlıyordum. Üniversiteye gideceğimiz için son zamanlarımızı beraber geçiriyorduk. O kafede omuzlarım açık olduğu için beni kıskanması geldi gözümün önüne. Daha sonra ondan kaçarak inşaata saklandığımız geldi. O andan sonrasını pek hatırlamıyordum. Tekrar bir anı daha düştü zihnime. Üniversiteye gideceğimiz gün. O zamana kadar hiç görmemiştim onu. En ufak bir iletişimimiz dahi olmamıştı. Otobüsü beklerken bileğindeki tokayı gördüğüm aklıma geldi.
Hızla başımı kaldırarak ayağa kalktım. O toka son zamanlarda gördüğüm tokayla aynıydı. Demek ki birbirimizi hiç görmediğimiz o zamanda sevgili yapmştı. Kaşlarımı hırsla çattım. Bana söylediği sözler yalandı. Oynamıştı benimle. Aradan geçen yıllarda onunla iletişim kuramayışım ve en sonunda onu unutmuş olmam onun yüzündendi. Kendini unutturmuştu. Çünkü sevdiği kızla daha rahat bir ilişki yaşamak istiyordu. Elimi alnıma vurdum. Tam bir aptaldım. Yekta gibi birinin beni sevmesi ihtimal bile olamazken ben bunu görememiş ve inanmıştım.
"Kocaman bir aptalsın! Aptal!" diyerek kendi kendime söyleniyordum ki kapının aniden açılmasıyla irkildim. Kapıdaki kişinin Miray olduğunu görünce sakinleşip yerime oturdum.
Şüpheci bakışlarla ve çatık kaşlarla bana doğru ilerledi. "Kuzum, sen iyi misin?" Dudaklarımı zorla yukarıya kıvırdım. "Evet. Gel otur." Karşıda duran sandalyeyi zorla çekerek yanıma getirdi. "Betin benzin atmış. Emin misin iyi olduğuna?" Ne diyeceğimi bilemedim. İyi bir yalan söylemem gerekiyordu yoksa Miray beni bülbül gibi şakıtırdı. "İyiyim de moralim bozuldu. Haftaya olan nöbetim bu geceye alındı." Söylediğim şeye inanmasını bekledim. Bir iki saniye daha şüpheyle bakmıştı fakat inanmış olacak ki tebessüm etti. "Benimde nöbetim var zaten. Programın bozuldu diye takma. Beraber tutarız işte." Derin bir nefes aldım. O beraber nöbet tutacak olmamıza diye anlasa da ben yalanımı anladığı için almıştım bu nefesi.
"Eh sevindim o zaman." Cevabıma karşılık sıkıca sarıldı. "Yemek yedin mi?" Sorusuna karşılık başımı olumsuz anlamda salladım. Ellerini birbirine çarparak sevinçle kalktı. "İyi o zaman haydi kalk. Yemek yemeye gidiyoruz." Bu güzel teklifi reddetmek istemediğim için aynı sevinçle ayağa kalktım. Benim için ayrılmış olan dolabın içinden siyah kabanımı aldım. Bugün beyaz kazak ve siyah pantolon giymeyi tercih etmiştim. Havaların soğukluğundan dolayı bot giymiştim.
Arada karla karışık yağmur yağıyordu. Gözlerimi pencereden dışarıya çevirdiğimde bugün öyle bir şey olmadığını gördüm. Çantamı da aldığımda hazırdım. "Bende hazırlanıp geliyorum. Kapıda buluşalım." Cümlesini bitirir bitirmez hızla odayı terketti. Ben de içeriye şöyle bir göz gezdirdim. Sorun olmadığını görünce adımlarımı kapıya yönlendirdim. Merdivenleri hızla indim. Çıkış kapısından çıkarak kendime uygun bir seçtim. Kollarımı göğsümde birleştirerek beklemeye başladım. Yemekten dönerken kahve alsam iyi olurdu. Çünkü dün gece geç uyumuştum ve bu gece de nöbetim vardı. Beni ancak kahve ayakta tutabilirdi.
Sağa sola bakınırken bir çift dikkatimi çekti. Kaşlarımı çatarak gözlerimi kıstım. Net görebilmek adına iyice gördüğüm çifte odaklandım. Ayırt ettiğim kişilere bakarken dona kaldım. Yekta ve İrem kol kola hastaneye giriyordu. Zeminin altımdan kaydığını hissetmemle yanımdaki ağaca sıkıca sarıldım. Gözlerimi kırpıştırarak böyle bir şeyin olmadığını kendime inandırmaya çalışsam da durum ortadaydı. İkisi yan yana ilerliyordu. Hem de gülüşüyorlardı. Şaka gibiydi.
Kapıdan çıkan Miray'ı görmemle birlikte kendime çeki düzen verdim. Ellerimi yüzüme yelpaze yaparak sinirden kızaran yanaklarımın alevini almaya çalıştım. "Haydi gidelim," diyerek neşeyle söylenen arkadaşıma bakarak gülümsedim. Koluma girerek beni yönlendirdi. "Nereye gidiyoruz?" diyerek sorduğum soruyla gözlerimi Miray'a çevirdim. "Az ileride esnaf lokantası var. Oraya gidiyoruz," dediğinde istemsizce güldüm. "Niye güldün?" Omuzlarımı silktim. "Şu esnaf lokantalarına olan aşkın hiç bitmeyecek, değil mi?" Artık o da gülüyordu. "Ne yapayım, çok seviyorum." Onun çocuksu hareketinin üzerine gülümsedim. Beş dakikalık bir yürüyüşün ardından ufak bir dükkanın önünde durmuştuk. "İçeride mi yesek? Dışarısı soğuk gibi," diyerek bulunduğum öneriye cevap olarak Miray kolumdan tutarak beni içeriye çekti.
"Hoşgeldiniz." Dükkanın sahibine baktığımda içim sıcacık oldu çünkü yaşlı bir adam vardı. Tombul kırmızı yanakları, ak saçlarının ve sakalının arasında parlıyordu. "Hoşbulduk," diyerek en samimi gülümsemelerimden birini yolladım. "Ne istersiniz?" diyerek önündeki tezgâhları işaret etti. "Ben pilav üstü kuzu kavurma istiyorum," diye konuşan Miray'a baktım. "Ben de," diyerek ona katıldım. "Hemen hazırlıyorum. Siz oturun kızım," diyen yaşlı amcaya gülümsedim. Çok sempatik biriydi.
Küçük dükkanın arka kısmında bir kapı daha vardı. Oradan genç uzun boylu güzel bir kız çıkageldi. "Dedeciğim, ani müşteri gelince haber verecektin." Yaşlı amca bu kızın dedesi oluyormuş. İkisine şöyle bir bakınca biraz da olsa benziyorlardı. Özellikle kırmızı yanaklarını kesin dedesinden almıştı. "Okuldan yeni geldin kızım. Sen dinlen biraz. Ben bakarım buralara." Torununa gülümseyen adamın gözlerinin içi parlıyordu. "Olmaz öyle şey," diyerek masaya servis açmaya başladı. Ardından içecekleri ve salatayı masaya yerleştirdi.
Miray'a döndüğümde telefona gülümsüyordu. Kiminle konuştuğuu tahmin etmek için evliya olmaya gerek yoktu. Net ağabeyimle konuşuyordu. Ve yüzündeki gülümseme de şuan ağabeyimi sinir ettiğine işaretti. "Cansu ve Filiz'le konuştun mu?" diyerek ortaya laf attığımda hemen telefonunu kapattı. ONun bu huyunu çok seviyordum. Eğer biri konuşuyorsa telefonundaki mesele ne kadar önemli olursa olsun hemen telefeonu kapatıyordu. Ve bütün dikkatini karşısındaki kişiye veriyordu.
"Hayır. Son zamanlarda hazırlık yapmaktan vakit kalmadı," diyerek dudaklarını aşağıya doğru sarkıttı. "Bende bir türlü uygun zaman bulamadım ama bugün arayacağım. İyice merak ettim," dediğimde "Acile geçince arayalım. Özlem gidermiş oluruz," dedi. Sadece başımı salladım. Yemeklerimiz önümüze geldiğinde ikimizde sustuk. Sadece yemek yiyerek buradaki zamanımızı doldurduk.
Tıka basa doyduğumu hissettiğimde derin bir nefes alarak arkama yaslandım. "Beğendin mi burayı?" Ellerimde olan bakışlarımı Miray'a çıkardım. Yemek yemenin verdiği yorgunluktan ötürü sadece gülümseyerek başımı salladım. "Kalkalım mı?" dediğim anda Miray hemen ayaklandı. Oturduğum yerde doğrularak ayağa kalktım. Önce kabanımı giydim. Sonrasında çantamın içinden ödeme yapmak için kartımı çıkarttım. Kasaya doğru yaklaşarak ödemeyi yaptım. "Kolay gelsin."
"Yine bekleriz," diye gülümseyen adama tebessüm ederek dışarıya çıktım.
Ellerimi mideme götürdüm. "Miray sanırım fazla yedik!" Ona baktığımda o halinden memnun görünüyordu. "Hayır fazla yemedik. Senin son zamanlarda yemek düzenin bozulduğu için öyle geliyor." Sanırım haklıydı. Son zamanlarda yemek yemeyi unutur olmuştum. "Haklısın ama bana mide rahatlatıcı bir şeyler şart." Yürümekte dahi zorluk çekiyordum. "Gel şurada bir market var. Oradan alırız," diyerek koluma girdi. Ve tabiri caizse beni arkasından sürüklemeye başladı.
"Bizimkiler iki gün sonra yeni bir operasyona gidecek sanırım. Atilla ve Yekta konuşurken duydum." Onun ismini duymamla yüzümü buruşturdum. "İyi, gitsinler. Sanki olağandışı bir şeymiş gibi bahsediyorsun." Umursamaz bir şekilde etrafa bakınıyordum. Marketin önüne geldiğimizde içeriye girerken Miray'ın verdiği cevapla birlikte durdum. "Ne bileyim. Hani Yekta'da gidiyor ya belki merak edersin diye söyledim." Kaşlarımı çatarak sinirli bir şekilde suratına baktım. "Boş yapıyorsun, Miray. Çok konuşma da yürü. Akşam olacak neredeyse," diyerek söylendim.
Bunun üzerine tek bir kelime etmedi. Bana ayak uydurarak hızla hareket etti. Hastanenin bahçesine girdiğimde şöyle bir etrafı süzdüm. Derin bir nefes alarak bu gecenin kolay bitmesi için içimden dualar etmeye başladım.
Yavaş yavaş nöbetin sonlarına geliyordum. Miray'ın nöbeti benimkinden iki saat önce bitmişti. Çıkışıma kadar beni beklemek için ısrar etse de gözleri her an kapanacak gibi duruyordu. Bu yüzden ağabeyimi arayarak onu eve gönderdim. Diğer doktor arkadaşın gelmesini beklerken eşyalarımı almak için dolabın yanına gittim. Üzerimi giyindiğim sırada kapının açılmasıyla bakışlarım aynadan kapıyı buldu. Bu diğer doktordu. Adını pek bilmediğim için sadece baş selamı verdim. "Kolay gelsin," diyerek kapıya yöneldiğimde "İyi geceler," diyerek yanıt verdi.
Saatler ilerledikçe havanın derecesi eksilere düşmüştü. İç titreten soğukluk vardı. Telefonumu çıkartarak ağabeyimi arayacaktım ki sonradan vazgeçtim. Çünkü yakın bir zamanda tekrar göreve gidecekse kalan zamanının her dakikasını Miray'la geçirmeliydi. Ana yola çıkarak şöyle bir bakındım. Gözlerim taksi arıyordu fakat yollar bomboştu. Büyük bir hayal kırıklığı içinde kabanıma sıkıca sarıldım. Esen rüzgâra karşılık başımı eğdim.
Henüz on dakika olmamışken arkamdan birinin beni takip ettiğini hissettim. Bu hisle birlikte vücuduma korku hızla yayılmıştı. Hız kesmeden adımlarımı hızlandırdım. Fakat benim hızlanmamla birlikte arkamdaki varlıkta hızını arttırmıştı. Evimizin olduğu sokağa girmemle derin bir nefes alsamda şuan eve giremezdim. Arkamdaki kişi her kimse evimi öğrenip daha sonrasında rahatsız etmek amacıyla gelebilirdi ve bu da en son isteyeceğim şey olurdu.
Titreyen ellerim ve dolan gözlerimle birlikte telefonumu çıkardım. Ağabeyimi arıyordum fakat açmıyordu. Sonra Miray'ı aramaya başladım. Sonuç yine olumsuzdu. Başımı iyice eğerek hızlandığımda duyduğum sesle gözümden yaşlar akmaya başladı. "Güzellik, beklesene ya. İki muhabbet edelim." Hayır olamaz. Olamaz.
Tam arkamda sarhoş bir adam yüzünden takip ediliyordum. Ellerimi kulaklarıma bastırarak arkamdaki kişiyi yok etmeye çalıştım. Yaşlar sicim gibi akıyordu. Korkudan parmak uçlarıma kadar buz gibi olmuştum. "Hişt, yavrum. Ne bu hız?" Kelimeler ağzından zorlukla çıkıyordu. Korkuyla gelen mide bulantısı yüzünden nefesim kesildi. Hayır! Kriz geliyordu. Şuan en son isteyeceğim şey krize yakalanmaktı.
Adımlarım hızını arttırırken tekrardan ağabeyimi aradım. Bu sefer de açmayınca öfkeyle kapattım telefonu. Arkamdaki kişiyle mesafeyi açmaya çalışıyordum ancak o koşturmaya başlamştı. Bir an bir şey oldu. Biri beni belimden tuttu. Arkamdaki adam değildi çünkü hâlâ bağırıyordu. Kafamı kaldırdığımda karşılaştığım ela gözler güvendesin diye bağırıyordu. İstemeden derin bir nefes aldım. Yekta beni sıkı sıkı sarıp sarmaladığı sırada beni takip eden adama döndüm.
Geri adım atmasını beklediğim adam hâlâ üzerime geliyordu. "Çok naz yaptın, yavrum. Gel, iki sohbet edeceğiz. Hem bu sıcakta ısıtır seni." Yaptığı pis imalar yüzünden gözlerimdeki yaşların miktarı arttı. Yekta'nın sinirden gerilen bedenini hissettim. Çenesi kasılmıştı. Beni arkasına alarak karşımızdaki adamın yakasına yapıştı. "Sen kimsin de benim olana yaklaşıyorsun lan!" Sarf ettiği sözlerin ardından adam demeye utandığım varlığın yüzüne güçlü bir yumruk yapıştırdı. Darbeyi yiyen kişi olduğu yerde yığılıp kaldı. Ellerim korkuyla dudaklarımın üzerine gitti. Çığlık atmamak için zor duruyordum. "Yavşak!" diyerek bağırdığında korkuyla sıçradım. Cebindeki telefonu çıkartarak birini aradı. "Fatih, benim evimin önünde bir paket var. İlgilenirsin," diyerek bana döndü.
Arkada baygın yatan adamı umursamadan bana doğru adımladı. "İyi misin? Dokundu mu sana? Zarar verdi mi bir yerine?" Endişeli gözleri bütün vücudumda dolaştı. "İyiyim. Sağ ol," diyerek bir adım geriledim. Hâlâ akmakta olan göz yaşlarımı elimle silerek arkamı döndüm.
Ellerim çok fena titriyordu. Kalbim ise anın verdiği korkuyla her an yerinden çıkacak gibi atıyorudu.
Görüş alanım hafif bir şekilde bulanıyordu. Kendime tutunacak bir yer aradım. Yekta bunu anlamış olacak ki anında yanıma gelerek kolumdan tuttu. "Derin nefes al. Geçti. Bir şey olmadı bak, iyisin. Buradasın," diyerek beni sakinleştirmeye çalışıyordu. Sanırım o da krizin yaklaştığını hissetmişti. Burnumdan aldığım derin nefesi yavaşça dudaklarımın arasından bıraktım. Daha sonra o da benimle birlikte aynı hareketi yaptı.
Gözlerim titreyen ellerime kaydığında bunu fark etmesini istemediğim için ellerimi cebime doğru yönlendirdim fakat tam o sırada büyük kemikli ellerini ellerimde hissettim. "İyiyim. Sorun yok. Korktum sadece." Gözlerimi gözlerine yerleştirdim. Ufak bir soluklanmadan sonra dudaklarımı araladım. "Teşekkür ederim. Sen olmasan..." diyerek başladığım cümlem elini sağ yanağımda hissetmemle yarım kaldı. "Ben hep buradayım, Mine. Hep yanındayım," dediğinde kalbimde bir kıpırtı aradım ama yoktu. Yavaşça burnumdan güldüm. "Keşke buna inanabilseydim, Yekta. Keşke," diyerek kendimi tamamen geri çektim. Eli havada kalırken gözleri pişmanlıkla bakıyordu bana. "Sağ ol tekrardan."
Arkamı dönerek evime doğru adımladım. Kendimi nasıl içeriye attığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Duş almak istiyordum ama kendimde o gücü bulamadığım için doğruca odama yöneldim. Tahmin ettiğim gibi ağabeyim ve Miray uyuyordu. Az önce olan biten her şeyi aklımdan silmek için tek bir şeye sığındım; Uykuya.2
BÖLÜM HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİNİZİ YORUMLARDA BELİRTMEYİ VE OY VERMEYİ UNUTMAYINNNNN.4
SİZİ ÇOK SEVİYORUMMM KENDİNİZE İYİ BAKIN.
AYRICAA HAYIRLI RAMAZANLAR VE BÜTÜN SINAVLARINIZDAN İNŞALLAH YÜKSEK NOTLAR ALIRSINIZZZZ.2
Okur Yorumları | Yorum Ekle |