
BÖLÜM DÜZENLENMİŞTİR
İYİ OKUMALAR AŞKLARIMMMM
GEÇMİŞTEN
"Mine! Hadi artık, ağaç olduk seni bekliyoruz," diye seslenen arkadaşım ile birlikte hızımı daha da arttırarak indim merdivenleri. Kapıyı açıp tam adımımı dışarıya doğru attığımda ensemde hissettiğim el ile ayağım havada asılı kaldı. "Nereye böyle, ağabeyine haber vermeden?" Ensemde ki elin sahibi ağabeyimdi. Babam ve annemin izin verdiği her konuya karışan, sürekli beni kıskanan, kısıtlayan şahıs ağabeyim, Atilla Er. Gözlerimi devirerek hâlâ ensemde duran elini tutup aşağı indirdim. Sabırla bir nefes alarak ona doğru döndüm. "Sanane ağabey! Babamın haberi var," diyerek tekrardan arkamı döneceğim sırada bu sefer de kolumdan yakaladı. "Ben oradan bakılınca babama mı benziyorum?"
"Benzemediğin için sana hesap vermiyorum ya bende!" Artık sabrım kalmamıştı. Zaten kızları yeterince bekletmiştim bir de gıcık ağabeyim yüzünden iyice bekliyorlardı. "Kız soru soruyorum. Cevap versene adam gibi!" Babamdan izin alırken bu kadar zorluk çekmiyordum ama dağdan inme ayı olan ağabeyim sürekli zorluk çıkarıyordu. "Vermiyorum," diyerek çevik hareketle kolumu elinden kurtarıp kapıdan çıktım. Doğruca bizim kızların yanına koşarak gittim. Fakat ağabeyim de aynı şekilde arkamdan geliyordu.
Beni ilk gören kişi Miray olmuştu. Ne zaman onların yanına koşarak gitsem başımdaki belayı anlayıp yanıma geliyorlardı. Yine aynısı olmuştu. Miray, beni kolumdan tuttuğu gibi arkasına almıştı. "Hayırdır Atilla, sabah koşusuna mı çıktın?" Miray'ın sorusu ile duraksayan ağabeyim gözlerini benden çekip ona ağabey demeyen kıza dikti. Ağabeyim, kendisinden ay olarak küçük birini görünce bile kendisine ağabey denilmesi konusunda sürekli uyarırdı. Miray da bu takıntılığını bildiği için sürekli adı ile hitap ederdi. "Aynen. Malûm asker olmak kolay değil. Formumu koruyayım dedim," diyince Miray'da "Arka mahallenin yolları daha düz. Orada koş," diyerek diklenmişti. Ben şaşkınlıkla ağabeyime bakıyordum. O ise Miray'a. Burada garip şeyler dönüyordu ama yakında çıkar kokusu. Sonunda gözlerini Miray'dan ayırıp bana baktığında yüzünü eski otoriter yapısına döndürdü. "Nereye gidiyorsunuz?"
"Gezip geleceğiz," dedim sadece fakat benim ayı ağabeyim durur mu? "Erken gel. Geç gelirsen eve almam." Gözlerimi devirdiğimde ise "O gözlerine sahip çık," diyerek bugünlük azar kotasını bir güzel doldurmuştu. "Sana ne ağabey, babamın haberi var. Sen git koşuna devam et." Üzerime geldiği sırada Miray iyice önüne geçti. "Arka mahalleye Atilla, naş naş," diyerek arkasını döndü. Saçlarını da havaya bir güzel savurunca ağabeyimin yüzüne çarptı. Bu hareketi karşısında ağabeyim olduğu yere sabitlenip kaldı.
Miray koluma girince diğer kızlarla birlikte yürümeye başladık. Yakında üniversiteye gideceğimiz için son zamanları beraber geçirmeye karar verdik. Fakat biz çoğunlukla Miray ile birlikteydik. En yakın arkadaşımdı. Ayrı düşmemek için üniversiteyi de aynı bölüm ve aynı okulda okumaya karar vermiştik.
Aslında bizim hayalimiz askeri alandan ilerlemekti. Ama ailelerimizin kesin yorumları ve tartışmalı geçen uzun bir süreçten sonra sağlık alanından ilerlemeye karar vermiştik. Miray yakın arkadaştan öte kız kardeşim gibiydi. Yanımda gülerek ilerleyen arkadaşıma baktım. Siyah saçları ve derin anlamlar barındıran siyah gözleri vardı. Burnu ve dudakları çok güzeldi. Normal bir güzelliği vardı fakat asıl olay gözlerinde bitiyordu. Bakışları ile aslanı kedi yapardı. Az önce ağabeyime yaptığı gibi. Ağabeyime yaptığı şeyler aklıma gelince gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp sakince yürümeye devam ettim.
Kafeye geldiğimizde manzarası güzel olan bir masa seçip yerleştik. Garsonun getirdiği menüye şöyle bir göz attım. Karadutlu tatlı aradım fakat yoktu. Bu biraz moralimi bozsada her zaman tercih ettiğim tatlımı ve içeceğimi sipariş ettim. "Kız Mine, keşke sizde ki şans bizde olsaydı da bizde aynı yerde üniversite okusaydık." Sesin sahibi olan Cansu'ya döndüğümde güler yüzle bizi izliyordu. Grupta ki en neşeli kişi o, en karamsar kişi Filiz, en gözü kara kişi Miray ve ben de her grupta olan o, anaç kişiydim.
"İstanbul diye tutturmasaydın aynı yerde okuyabilirdik, Cansu." Bu ses ise Filiz'e aitti. "Asıl sen Bursa diye tutturmasaydın aynı yerde okuyabilirdik, Filiz," diyerek kollarını önünde birleştirdi. Cansu sosyal anksiyetesi biraz fazla olan biriydi bu yüzden de en yakını olan Filiz ile aynı yerde üniversite okumak istemişti fakat Filiz, İstanbul büyük şehir diyerek istememişti. Daha sonrasında da Cansu'ya kıyamayıp onunla aynı yerde okumaya karar vermişti. Tabii ki Cansu'nun bundan haberi yoktu. İki hafta içerisinde muhakkak haberdar olacaktı. Gözüm yoldan geçen askerlere kayınca istemsizce iç çektim. Askerlere o kadar hayranım ki özellikle Bordo Bereli’lere. Eğer bir kocam olacaksa onun bordo bereli olmasını çok isterdim. Fakat evliliğe sıcak bakmıyordum. Hepsi ayrı bir karizmaydı. O heybetli kocaman vücutları, askeri üniforma içerisinde ki asaletleri, vatan için canlarını ortaya koymaları ve dahası. Ben hayallere dalıp giderken çoktan siparişler gelmişti. "Değil mi, Mine?" Miray'ın sorusuyla daldığım hayallerden uzaklaştım. "Oho bu yine dalmış. Nereye daldın kız yine?"
"Hiçbir yere. Birini gördüm de kuzenime benzettim. Ona bakıyordum. Sen ne diyordun?"
‘‘Şuradaki çocuk Yekta değil mi?’’
Sorduğu soruyla birlikte beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Söylediği isim bütün vücudumda elektrik dalgasına neden olmuştu. Başıyla işaret ettiği yere baktığımda doğruca bana bakıyordu. Adi adam. ‘‘Onlar okulda değil miydi?’’ diyerek Filiz de merakını dile getirdi. ‘‘Hayır. İzine gelmişler. Atilla da burada olduğuna göre.’’ Miray herkesin merakını giderecek bir açıklama yapmıştı ama ben karşımda hiçbir şey olmamış gibi oturan ve doğruca bana bakan adama odaklanmıştım. Büyük bir nefretle gözlerimden alev topları fırlatıyordum.
Ne hakla gelmişti buraya? Hangi yüzle? İçimi saran ateş gitgide büyüyordu. Ona bakma isteğimi bastırarak görmezden gelmeye çalıştım. Tıpkı onun, bana yıllarca yaptığı gibi. Fakat varlığı bile rahatsız etmeye yetmişti. Sürekli ulaşmaya çalıştığım adam yıllar sonra karşımda beliriyordu. Hemde umursamaz bir şekilde.
Bu düşünceler yüzünden vücudumu hararet sarmıştı.
Sıcak bastığı için saçlarımı geriye attım. Bu hareketimle birlikte giydiğim üst kıyafetimin tasarımıyla omuzlarım iyiden iyiye açılmıştı fakat şuan benim rahatım daha önemli olduğu için ve ortamda da fazla erkek olmadığından sorun değildi. Eğilip önümde ki tatlıdan bir çatal alıp yavaşça çiğnemeye başladım. Filiz ve Cansu tam karşımda, Yekta ise hemen onların arkasında ki masada oturuyordu. Onunla göz göze gelmemek için büyük bir savaş veriyordum.
Saatler, sohbet ederken akıp gitmişti. Vakit geç olduğu için yavaştan ayaklandık. Bizimkiler eşyaları toplarken ben hemen kasaya gidip bütün hesabı ödedim. Bu son buluşmamız olabilirdi bu yüzden onlara para harcatmak istememiştim. Fişi beklerken yanıma birinin geldiğini hissettim. Yan tarafa dönmeden gelen kişiyi kokusundan tanımıştım. Kendisi gibi sert, odunsu ve baharatlı olan kokusu etrafımı sarmaladı. Kokusu hiç değişmemişti. Ona bakmamaya çalşıyordum. Ama yakınımda olması bile rahatsız ediciydi. Atama bekleyen öğretmenler gibi fiş bekliyordumum, inanılmaz bir durum cidden. "Abla bekletiyorum kusura bakma, hemen getiriyorum fişi," diyen garsona sadece baş hareketi yapıp gülümsedim. Beklemekte sakınca yoktu.
Sadece onun yanımda olmasından anlamadığım bir şekilde rahatsız olmuştum. Sıkıntıyla bir nefes verip saçımı tekrardan arkaya atacağım sırada, "Sakın! Elin kolun rahat dursun," diyerek işittiğim ses ile ona döndüm. Kaşlarımı çatarak yüzüne bakmaya başladım. ‘‘Pardon?’’
‘‘Saçlarınla oynanıp durma.’’
Yıllar sonra geliyordu ve açıklama yapacağı yerde boş boş kıskançlık rolleri kesiyordu. ‘‘Seni hiç alakadar etmez.’’ Tekrar önüme döneceğim sırada bana doğru bir adım attı. ‘‘Eder.’’ Burnumdan alaycı bir gülüş çıktı. ‘‘Yalanlar, yalanlar ve yine yalanlar. Bir insan hiç mi değişmez?’’
Alaycı duran yüz ifadesi bir anda ciddileşti. ‘‘Yalan söylemediğimi kaç defa daha söylemem gerekiyor?’’
‘‘Hiç söylemene gerek yok. Biliyoruz senin ne olduğunu?’’ Sinirle soludu.
‘‘Sebeplerim var diyorum!’’ Başımı umursamazca salladım. O sırada fiş getiren çocuğun elinden kâğıt paçasını hızla aldım. ‘‘Hadi canım, hadi. Sebeplerini de al git. Aynı yıllar önce yaptığın gibi. Tamam?’’ diyerek alayla omzuna iki üç kere hafif bir şekilde vurdum. Başka bir şey demesine müsaade etmeden hızla yanından geçip gittim. Yürürken saçlarımı arkaya atmayı ve omzumu açmayı ihmal etmedim.
Kızların yanına gittiğimde, "Hadi geç oldu, gidelim artık," diyerek mekandan çıkma isteğimi dile getirdim.
"Hesabı ödemedik ama," diyen Filiz'e döndüm "Hallettim ben onu, hadi yürüyün." Çıkışa doğru neredeyse sürükledim onları. Bir an önce buradan çıkmak istiyordum. "Kızım dursana bu acelen ne?" Bakışlarımı Miray'a çevirdim "Geç gitmek istemiyorum. Ağabeyimle kafa patlatıyorum evde," dediğim sırada, "Mine! Dur orada." Yekta'nın sesi ile daha da hızlandım. "Sakın bir şey sormayın yürüyün sadece. İbanıma para göndermeye de çalışmayın, küserim sizinle. Çok ciddiyim." Arkama dönüp kontrol ettiğimde hızla bize doğru geldiğini gördüm. Onun bir adımı benim üç adımıma eşitti.
"Koşun!" diyerek bağırdım. Kızlar da hiç sorgulamadan koşmaya başladı. Ne diye arkamdan geliyordu ki? Amacı neydi? "Mine! Son kez uyarıyorum seni," dediğinde "Ben de seni umursamıyorum, diyorum. Gelme peşimizden!" Bilmediğimiz bir ara sokağa daldığımızda burası çıkmaz sokak olduğunu gördüm. Şansıma bir küfür savurup çıkış yolu aradım. Geldiğimiz yere gidemezdik çünkü o, tam olarak o taraftan geliyordu. Sağıma baktığımda henüz bitmemiş bir inşaat olduğunu gördüm. Kızları da o tarafa yönlendirdim. İnşaatın içine girip ilk kata girdik. Alt katı otopark olduğu için ilk kat yeterince yüksekti. Giydiğim etek uzundu fakat yine de işlerimi zorlaştırıyordu.
Geldiğimiz sokağın girişini rahatça göreceğimiz bir odaya geçtik. Çok ses çıkarmadan pencerenin yanına gittim. "Hapşıracağım!" Hepimiz Cansu'ya dönerek 'sakın' bakışları atmaya başladık. Filiz iki eliyle Cansu'nun ağzını ve burnunu kapatmıştı. Kalbim, güm güm diye atıyordu. Yavaşça yutkunarak başımı hafifçe dışarıya doğru ilerlettim. Oradaydı. Onu görmemle kalp atışımın hızı iki katına çıkmıştı. Arkası bize dönük şekilde duruyordu. Ama gözleri etrafta dolanıyordu. Tam bizden tarafa döneceği sırada başımı hızlıca geri çektim. Elimle çökün işareti yapıp yere çöktüm. Kızlarda aynı benim gibi ses çıkarmamaya özen göstererek çöktüler. "Alo?" Yekta'nın sesini duymam ile birlikte kulağımı iyice o tarafa yaklaştırdım. "Senin kardeşin tam bir baş belası!" Ağabeyimle konuştuğunu anlamıştım. Biraz bekledikten sonra, "Sen bu kızın böyle giyinmesine nasıl izin veriyorsun lan! Etraf piç dolu." dediğinde Cansu, "Ne varmış acaba kızın giyiminde? Gayette kapalı," diye bir yorumda bulundu. Haklıydı üzerime giydiğim büstiyerin sadece omuz kısımları açıktı. "Nasıl kaçırdım elimden? Anlayamadım."
Ya aslan parçası adamı böyle şaşırtırlar.
Bir süre daha ağabeyi dinledi. "Evet, damarına bastım galiba." Galibası fazla oldu. "Tamam, tamam. Sen haber ver bana eve gelirse," dediğinde gözlerimi devirdim. Ne yapacaktı benim eve gelip gelmememi?
"Miray mı? Evet o da vardı." Miray ile gözlerimiz kesişmişti. Ağabeyim acaba Miray'a aşık olmuş olabilir mi? Yok artık daha neler. Ağabeyim kendisinden üç yaş küçük biriyle hayatta evlenmez. İmkansız bir şey bu. Soru sorar gibi Miray'a bakınca omuzlarını silkti. "Sen neredesin?" diyen Yekta'nın sesi ile tekrar onu dinlemeye döndüm. "Tamam, bekle bende geliyorum." Adım sesleri ile başımı tekrar dışarı çevirdim. Gidiyordu. Tuttuğum nefesi verdim. Ayağa kalkıp, "Hadi hemen gidelim buradan."
"Bu da neyin nesiydi böyle?" Sesin sahibi Cansu idi.
"Salak işte! Kendi kendine macera arıyor, andaval.’’ Hırsla merdivenleri inmeye başladım. Birinci basamak, ikinci basamak, üçüncü basamak ve dördüncü basamak derken eteğim ayağıma dolanmıştı. Gözlerimi kapatıp çığlık attım ve bedenimin yuvarlanmasını bekledim fakat belimi saran kollar düşmemi engellemişti. Gözlerimi hızla açtığımda ela gözleriyle karşılaştım.
Neredeyse burunlarımızın ucu birbirine değiyordu. İyi de o gitmemiş miydi? Sokaktan çıktığını da görmüştüm. Nasıl oldu da geri gelip bizi buldu, anlayamadım. Hızlıca kendimi geri çekip olabildiğince uzak bir yer seçtim. "Senin ne işin var burada?" Kahve gözlerimi, ela gözlerine diktim.
"Asıl sizin ne işiniz var bu inşaatta?"
"Sana ne."
"Sabrımı zorlamaya çalışıyorsan başarıyorsun." Gözlerimi devirerek, "Sende aynı şekilde!"
"Düş önüme, ağabeyin bekliyor."
"Emir verme bana!"
"Seni alacak olan kocaya Allah, Peygamber sabrı versin," dediğinde ona dönüp, "Aynı şekilde senin karına da." Hızlıca yürüyerek önüne geçtim. Saçlarımda elini hissettiğim an tokamı çekip çıkardı. Kaçık herif takmıştı saçlarıma. Daha da sinir olduğum için adımlarımı hızlandırdım. "Yavaş, yavaş! Düşeceksin." dediğinde, "Sana ne be!" Diyerek bağırdım. Aşağı indiğimde ağabeyimin arabayla geldiğini gördüm. "Görüşeceğiz seninle." Gözlerimi kısıp parmağımı ona doğru sallayarak kızıyordum. "Görüşelim gülüm," dediğinde yüzümü buruşturarak ona baktım o ise beni daha da gıcık etmek için öpücük atmıştı.
Ön kapının kapısını açacağım sıra Miray benden önce davranıp öne kuruldu. Bende el mahkûm arka koltuğa kuruldum. "Kızlar nerede?" Miray'a bakmaya başladığımda aynadan saçlarnı düzeltiyordu. "Onlar yürüyerek gidecekmiş," dediğinde Yekta ve ağabeyim aynı anda arabaya bindi. Yekta'nın yanma oturmasıyla birlikte iyice kendimi cama yapıştırdım. Saçlarımı da ona inat yeniden arkaya attım. "Sabır!" Diyerek söylendiğini duydum. Sinir olmuştu ve çokta iyi olmuştu. Saçma bir şekilde bana karışması hiç hoş değildi. "Hızlı gitsene ağabey!"
"Ne acelen var?"
"Baydı beni burası o yüzden."
"Senin yüzünden. Ne diye kaçtın Yekta'dan?"
"Cevap veriyorum, sana ne," dediğim sırada Miray'ın kıkırtsını duydum. "Allah, sana sabır versin kardeşim," dedi Yekta. "Bana değil, kocasına." Beklediğim ve sürekli duyduğum bu cümle artık şaşırtmıyordu. "Sizene benden de ilerideki kocamdan da!"
Sinirden kuruyan boğazımı yumuşatmak için yutkunurken nefesim boğazıma kaçtığı için öksürmeye başladım. Öksürüğüm şiddetini arttırdığı sırada Yekta sırtıma vurmaya başladı. "Su yok mu lan? Kız ölecek!" Gözlerim de yaşarmaya başlamıştı. Burnumun dibine kadar giren su şişesini alıp iki üç yudum içtim. Bu biraz daha iyi gelmişti. Boğazımı bir iki kere temizleyince yanma hissiyatı gitmişti. Arkama yaslandığımda sırtımda ellerini hissetmeyi beklemiyordum. Yaslandığım yerden anında tekrardan doğruldum ve elini çekmesini bekledim. Usulca elini çekince tekrardan cama iyice yakınlaşıp arkamı yaslanıp. Bana baktığını biliyordum ama dönüpte ona bakmamam gerekiyordu. Camı aşağı indirip gözlerimi kapattım. Rüzgârın hissiyatı o kadar güzeldi ki mayışmıştım. "Bu yol neden uzadı?" Gözlerimi açmadan konuşmuştum. "Yemeğe gidiyoruz," diyerek sorumu yanıtladı ağabeyim. "Her zamanki yere mi?"
"Evet."
"İyi de orası çok uzak."
"Senin karadutlu tatlın bir tek orada çok güzel. O yüzden gidiyoruz." Odun falan ama ağabeyim gerçekten seviyor beni. Gözlerimi açmadım ama yüzüme geniş bir gülümseme yerleştirdim. "Gerek yok, diyerek mütevazı olamayacağım. Teşekkür ederim, ağabey."
"Rica ederim güzelim." Yol uzun olduğu için birazcık kestirebilirdim. Arabada uyuduğunuz uykunun rahatlığı başka yerde yoktu bana göre. Arabanın hafif sallantısı, rüzgârın ılık esintisi ve ninni gibi gelen trafik sesleri. Muhteşem üçlü diye bunlara denirdi.
"Bu kız hep böyle kış uykusuna mı yatıyor?" Yekta? Yekta'nın sesi neden tam kulağımın dibindeydi? "Dürt o zaman oğlum. Uyansın." Ağabeyimin sesi biraz daha uzaktı. Gözlerimi güçlükle araladığımda iki çift gözün beni süzdüğünü fark ettim. Boynumun tutulmuş olması gerekiyordu fakat garip şekilde çok rahattı. Yavaşça doğrulduğumda boynumun neden tutulmadığını anlamştım. Salak gibi Yekta’nın üzerine yatmıştım da o yüzden. İdrak ettiğim şeyle yavaş olan hareketlerimi hızlandırdım. Gözlerimi ovuşturarak, "Geldik mi?"
"Gelmek ne kelime, arabayla birlikte kök saldık. Hatta meyve de verdik ister misin?" Elini nah yaparak bana uzattı ağabeyim. "Al ye. Tekerletus bunun adı," dediği sırada diğer elini de orta parmak yaparak, "Bak bu da fitesus." Gözlerimi kısarak ağabeyime bakmaya başladım. "Yazık senin kafana. Kaç yaşına gelmişsin yaptığın hareketlere bak. Geçen gün babamın dört saat verdiği ahlak dersi az olmuş sanırım. Tekrardan babama söylemem gerekiyor. Düzelmen için en az on yıl konuşması gerekiyor ama olsun dört saate de razıyım." Miray kocaman bir kahkaha attı. "Ne on yılı kız? Bir ömür yetmez bunun akıllanmasına." Bende ona katılarak güldüm. "Haklısın," dediğimde aynı anda ellerimizi yumruk şeklinde tokuşturduk. O sırada sürekli somurtan Yekta'nın da gülümsediğini gördüm.
Bakışlarımız kesiştiği an gülüşü yüzünde sönmüştü. Aptal şey!
"Hadi gidelim artık. Çok acıktım ben." Ağabeyimin sesi ile hepimiz arabadan inerek restorana doğru yürümeye başladık. Ben ve Miray önde, ağabeyim ve Yekta arkada ilerliyordu. Bugün de bana inat hava sıcaktı. Ellerim saçlarıma gitti fakat tekrardan başka bir vaka daha yaşanmasın diye elimi yelpaze gibi yüzümün ve boynumun önünde salladım. "Atilla, benim sözüm herkese geçer biliyor musun? Özellikle de keçi kadar inatçı kişilere." Salak ağabeyim de bana laf geldiğini anlamamış olacak ki "Bilmem mi kardeşim," diyerek gereksiz bir yorumda bulundu.
Bende ona inat saçlarımı geriye attım. Asıl inadı görmedi daha. Kocaman adam olmuştu fakat hâlâ davranışları çocuk gibiydi. Miray'ın koluna girerek salına salına yürümeye başladım. "Miray, biliyor musun? Bu dünyada bana söz geçirebilecek birinin olduğunu sanmıyorum," diyerek Yekta'ya uyuz bir bakış attım. Gözleri, gözlerim ve boynum arasında mekik dokuyordu. Ela gözlerinden resmen lavlar fışkırıyordu. Alaycı bir gülüşle ona bakmaya devam ettim. "Bilmez miyim?" İyice sinir olmuştu bu da beni gerçekten çok eğlendiriyordu.
Her zaman oturduğumuz masaya geçtik. Her zamanki gibi bu restoran sahibinin oğlu, Can geldi. Murat ağabeyin oğlu olurdu kendisi. Murat ağabey de babamın yakın arkadaşlarından biriydi. "Hoş geldiniz," diyerek ön cebinden kalem kağıt çıkarttı. "Her zamankinden mi olacak, Atilla ağabey?"
"Evet koçum. Yalnız ekstra sizin şu karadutlu tatlınız vardı ya, ondan bir de eve paket yaptırır mısın? Sana zahmet," dediğinde "Tabii ki ağabey. Mine, nasılsın?" Bana yönelttiği soru ile ona döndüm. Samimi bir ses tonuyla "İyiyim, Can. Sen nasılsın?"
"Bende iyiyim. Uzun zamandır gelmemiştiniz. Üniversiteye hazırlanmışsın sanırım," dediğinde başımı sallayarak, "Evet, derslerle savaştım biraz. Anca gelebildik." Herkesten hafif kıkırtı yükseldi. O hariç. Ters ters çocuğa bakıyordu. Can'ın bakışları Yekta ile kesişince sertçe yutkundu. Kaçık herif, herkesi korkutuyordu. "İçecek olarak ne istersiniz?"
"Yayık ayran olsun hepimizin." Ağabeyim hepimizin adına karar vermişti. Kimse itiraz etmeyince son notlarını da alıp hızlıca yanımızdan uzaklaştı.
Yemek çoğunlukla sıkıcı geçmişti. Ağabeyim ve Miray'ın flörtöz konuşmaları, Yekta'nın ters bakışları, birbirimize laf sokmalarımız. Yemekten sonra en sevdiğim olan tatlı yeme kısmına geçmiştik. Buradaki karadutlu pastaya bayılıyordum. Aslında ben karadutlu olan her şeye bayılıyordum. Çocukken dut ağacımız vardı. Babam onu benim için ekmişti ve ikimiz sulayacağız diyerek söz vermişti fakat o ağacı ben tek başıma sulamıştım. Bırakın babamla ağaç sulamayı doğum günü kutladığımı hatırlamıyordum. Emekli olalı iki yıl olmuştu. Ben, babamla sadece iki yıldır doğum günü kutluyordum.
Bu halime yine de şükrediyorum çünkü bazı arkadaşlarımın bırakın doğum günü kutlamayı elini tutup, kokusunu içine çekebilecek babaları yoktu. Onlar, babalarını özlediklerinde Türk Bayrağına bakar, kokularını özlediklerinde toprağın iç burkan kokusunu koklar ve sarılmak istediklerinde ise soğuk mermere sarılırlardı. Onlar, bu Vatan'ın kanadı kırık, yüreği kan ağlayan ve bir yanları hep yarım kalacak olan evlatlarıydı. Onlar bu Vatan için can parçalarından ayrılmaya göz yummuş fedakâr evlatlardı. İçimde tekrardan intikam ateşi kavruluyordu. Eğer imkanım yetseydi bende bu vatan için savaşmaya hazırdım. Annemin baskıları yüzünden bu isteğim sadece bir hayalden ibaret olmuştu. Bu durum o kadar çok moralimi bozuyordu ki bir ara depresyona girmiştim. Haftalarca yemek yemeyip kendimi odama kapatmıştım. Daha sonradan babam gelecek benimle güzel bir konuşma yapmıştı. Onun yaptığı konuşma bana o kadar iyi gelmişti ki kendimi günler içinde toplamıştım. İlk doğduğum andan beri vatan aşkı, küçücük yüreğime düşmüştü. Ezanla gözlerimi açmış, babamın, dedemin, amcaları ve dayılarımın dinlediği vatan türküleriyle de büyümüştüm. Hâlâ daha böyleydi. Normal şarkılar da dinliyordum ama en çok türkü ve marşlara aşıktım.
"Oho, bu kız yine daldı gitti," diyen Miray'ın sesi ile kendime geldim. Daldığım düşüncelerden sıyrılıp dikkatimi onlara verdim. "Ne?" diye yüzlerine bakmaya başladım. "Gidelim diyoruz, geç oldu." zaten tatlımı da bitirmiştim. "Tamam gidelim ama önce lavaboya gidip gelmem lazım," dedim ve hemen ayaklanarak lavaboya gittim.
Ellerimi güzelce yıkayıp kuruladım. Yavaş yavaş ağabeylerimin olduğu tarafa doğru gidiyordum ki bir anda koluma dolanan bilekler ile olduğum yerde donup kaldım. Ani temaslarda içime bir korku doğuyordu. Özellikle dokunan eller erkek eline sahipse. Korkuyla kendimi geri çektim ve koluma sarılan eli tutarak kırmayacak fakat can acıtacak şekilde çevirdim. "Ah! Mine benim, ben. Can." Duyduğum sesle birlikte tuttuğum eli aniden bıraktım. "Can? Çok özür dilerim. Bir anlık korkuyla oldu, gerçekten. Çok acıyor mu?" Telaşla vereceği cevabı bekliyordum. Bir yandan da bileğini ovuşturuyordum. "Sorun yok ve canım acımadı," dediğinde yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirdi. Mavi gözlerini bileğindeki elime indirince hemen çekmek için bir hamle yaptım fakat o, elimi havada kapıp avucunun içerisine hapsetti. Bu yaptığı hareket beni inanılmaz irrite etmişti. Karşı cinsten ve benim kanımdan olmayan birinin elimi tutması kendimi kötü hissettiriyordu. Elimi ne kadar çekmeye çalışsamda asla elimi bırakmadı. Gözlerini gözlerime dikip öylece bakmaya başladı. Korku ve korkunun getirdiği mide kasılmalarıyla birlikte aldığım nefesler sıklaştı.
Göğsüm hızlıca inip kalkıyordu. "E-elimi alabilir miyim?" Gözlerini ve ellerini çekmeden, "Ben de kalbimi alabilir miyim?" Yok artık. Sakın bana saçma sapan aşk naraları atmaya başlamasın. Zaten yeterince stres altındaydım her an bayılabilirdim. "N-ne saçmalıyorsun?"
"Sana aşık olduğumu ve senden hoşlandığımı söylüyorum. Anlamıyor musun, Mine?"
"Bak, bunlar hiç yaşanmamış sayalım tamam mı? Sen yoluna ben yoluma," dediğim sırada asla beni dinlemiyordu. Bir adım atarak aramızdaki mesafeyi kapattı. Korkudan kocaman olmuş gözlerimle birlikte bende geriye doğru kocaman bir adım atarak uzaklaştım ondan. Elimi de hızla çekerek uzaklaşmaya çalıştım fakat önüme geçerek bunu engelledi. "Lütfen uzaklaş benden yoksa hiç istenmeyen şeyler yaşanacak," dedim fakat asla beni dinlemiyor üzerime gelmeye devam ediyordu. "O, Yekta piçi yüzünden beni hiç görmedin. Sana kalbimi sonuna kadar açtım fakat ısrarla reddettin beni. Niye? Neden? Yekta'da olup bende olmayan şey ne?"
Tekrar kolumu tutunca istemsiz çığlık atmaya başladım. Ellerimle kulaklarımı sıkıca kapattım. Kendimi buradan soyutlamak için gözlerimi sımsıkı kapattım. Sırtım duvara değdiği anda hemen yere çöktüm. Son gücümle bağırıyordum. Bu geçirdiğim ikinci büyük kriz olabilirdi. Bir anda burnuma ağabeyimin kokusu dolunca korkum biraz olsun azalmıştı fakat hâlâ aklıma o an düşüyordu. Elleri her yerimdeydi. Boğazımda, saçlarımda, sırtımda ve bacaklarımdaydı. "Mine, güzelim buradayım. Bak, aç gözlerini. Geldim, yanındayım." Ağabeyimin sesi ile ne zaman aktığını anlamadığım gözyaşları daha da hızlandı.
"Ne yaptın lan kıza? Söyle! Neden dokundun?" Yekta'nın hiddetli sesi kulalarımı doldurmuştu. "Mine, buradayız hepimiz. Güvendesin, biz yanındayız." Bu Miray'ın sesiydi. Gözlerimi yavaş yavaş açtığımda ağabeyim karşımda diz çökmüş, Miray yanımda kolumu tutuyor, Yekta ise Can'ı hırpalıyordu. "Ağabey gidelim buradan, lütfen. Lütfen, ağabey çıkar beni buradan." Hıçkırıklarımın arasından zorla konuşmuştum. Her yerim zangır zangır titriyordu. Ağabeyim beni kucağına aldığı gibi hızlı adımlarla dışarıya çıkardı. "Miray, Yekta'yı getir çabuk," dediği sırada beni arka koltuğa yerleştiriyordu. "Ağabey, bırakma beni," diyerek boynuna daha fazla sarıldım. "Tamam güzelim, tamam. Bırakmıyorum," dedi ve kucağında benimle birlikte arka koltuğa yerleşti. Ağlamam dursa da hıçkırıklarım devam ediyordu. "O, geldi ağabey. Yine dokundu bana." Bir hıçkırık. "Gelemez güzelim. Öldü o. Unut artık ve korkma."
"Ölmedi ağabey, ölmedi. En mutlu anında geleceğim, dedi. Ölmedi." Bir hıçkırık. "Sana yemin ediyorum ki öldü. Ölmediyse bile bir daha asla sana dokunamayacak. İzin vermem." Saçlarımdan derin bir nefes çekti ağabeyim. Kapıların açılmasıyla birlikte aniden irkildim. "Korkma, bizimkiler." Başımı iyice ağabeyimin boynuna gömdüm. Şuan sıçana benzediğimi söyleyebilirdim beni böyle görmelerini istemiyordum. "Yekta, arabayı sen kullanabilir misin?"
"Bence hayır çünkü çocuğu yumruklamaktan eli kırılmış olabilir," diyerek olaya giriş yaptı Miray.
"Abartma." Tersledi onu, Yekta.
"Pardon? Ben mi abartıyorum? Çocuk bayıldı senin yüzünden."
"Olabilir." Her zamanki umursamazlığı üzerindeydi. "Ee, sonuç ne? Kullanacak mısın? Kullanmaycak mısın?"
"İleride çevirme var ve benim ehliyetim yanımda değil. Ceza yeme ihtimalimiz çok yüksek." Ağabeyim sıkıntılı bir nefes verdi. "Güzelim senin için sıkıntı olur mu?" Başımı iki yana salladım ve kucağından indim. Ağabeyimde kapıyı açıp sürücü koltuğuna geçti. Miray da mide bulantısı yüzünden yine öne oturmuştu. Yekta'da el mecbur yine benim yanıma oturdu.
Başımı cama yasladım fakat hem ağrıyor hemde arabanın sarsılmasıyla birlikte acıyordu. Yekta dışarıyı izliyordu. Sağ elini yumruk yapmış ve yanağına yaslamıştı. Bu yaptığım hareketten hem kendime kızacak hemde pişman olacaktım ama vücudumun dayanacak hali kalmamıştı. Hıçkırıklarım hâlâ devam ederken usulca başımı Yekta'nın dizine yerleştirdim. Ayaklarımı da kendime çekerek cenin pozisyonunu aldım. Onunla göz göze gelmemek için gözlerimi sıkıca kapattım. Şaşkın bakışlarının üzerimde olduğunu hissettim. Bunu umursayacak durumda değildim şuan. Eğer kızacaksa yarın kızıp, azarlayabilirdi. O an beklemediğim bir şey oldu. Saçlarımda ellerini hissettim. Sanki dünyanın en nazik parçasına dokunur gibiydi. Nazik ve korkaktı dokunuşları. "Geçti, korkma. Biz buradayız." Sesini sadece benim duyacağım şekilde ayarlamıştı. Fısıldıyordu fakat fısıldamasına rağmen sesi sert tonunu koruyordu. Söylediği sözler yine yalanlardan ibaretti. Çünkü Yekta’ya o günden sonra tekrar göremedim. Yine görünmez ve ulaşılamaz olmuştu.
&
"Anne, hadi artık otobüs saati geliyor." Üniversite zamanı gelip çatmıştı. Eskişehir'den Ankara'ya otobüs ile gidecektik. Miray çoktan ailesi ile otobüs terminalinin olduğu yere gitmişti. Biz annem yüzünden geç kalıyorduk. Sürekli koyduğum eşyaların kontrolünü yapıyor, okunmuş su ve pirinç yediriyordu. "Hanım, rahat bırak artık kızı," diyerek olaya el attı babam. "Tamam tamam. Yürüyün." Sonunda yola çıkmıştık. Üniversite hayatına adım adım başlıyorduk. Asıl önemli olan üniversiteden sonra mesleğimize başlayabilmekti. "Bak kızım, birşey olursa muhakkak ara. Bela mıknatısı gibi bir şeysin zaten en ufak şeylerde haberimiz olsun." Başladı benim mesai. "Tamam babacğım, sen merak etme ama bunu elli kere söylüyorsun ve ben iyice ezberledim."
"Ne yapayım kızım? Bir tanecik prensesim var benim." Of baba prenses ne cidden? Küçükken kulağa hoş geliyordu ama artık bayıyordu. Sanırım büyümenin etkisi vardı. Yol hızla akıp giderken en sonunda yetişmiştik. Otobüslerin hareket etmesine yirmi dakika vardı. Miray ile birbirimizi bulup beraber beklemeye başladık. O sırada anemler ve babamlar gruplaşarak sohbete dalmışlardı. Uzaklardan, aşina olduğum o araba kadrajıma girince sırtımı dikleştirdim. Gelen ağabeyimdi. Arabayı yakınlarda bir yere park edip yanımıza doğru kocaman adımlarla geldi. Normalde onun okulda olması lazımdı. Ağabeyimin okulu bizim okulumuzdan çok önce açılmıştı. İşlerini sağlama alarak açılma tarihinden iki hafta önce erken gitmişti. Tam yanımıza geldiğinde önce büyüklerle selamlaştı. Daha sonra da bizim oturduğumuz banka geldi.
"Hayırdır, hangi rüzgâr attı sizi buraya, Atilla Bey?" Söze ilk giren kişi Miray'dı. "Sizin rüzgârınız," diyerek hemen atıldı ağabeyim. "Siz, flört olduğunuzu ne zaman açıklayacaksınız?" Pat diye sorduğum soruyla ikisi birden gözlerini bana dikti. "Ne saçmalıyo-" Ağabeyim tam söze başlayacaktı ki Miray, "Çok belli oluyor zaten, Atilla. Saklamaya gerek yok." Bunu bilsem de açık açık onlardan duymak çok şaşırtmıştı. "Yani siz," diyordum ki "Sevgiliyiz. Hatta çok ciddi düşünüyoruz. Değil mi yavrum?" diyerek lafımı kesti ağabeyim.
Bakışlarımı Miray'a çevirdiğimde utançtan şekilden şekile girdiğini gördüm. Bu hâli gülmeme sebep olunca ikisi aynı anda öldürücü bakışlar atmaya başladılar. Hemen dudaklarımı eski hâline getirdim ve üzerine de hayali fermuar çektim.
Onlar flört etmeye devam ederken astığım suratımla etrafa bakmaya başladım. O gelmemişti. Zaten gelmesini beklemiyordum. Beni öylece bırakıp giden biri neden şimdi gelecekti ki? Düşüncesi bile saçmaydı. Kalbimde oluşan sızıya rağmen yüz ifademi düz tutmaya çalıştım. Otobüsün kalkış saatine daha çok vakit olduğu için annemlerle birlikte çay içip sohbet etmiştik. Biz gitmeden hemen önce de Miray ve ağabeyim dillere destan olan aşkını büyüklere ilan etmişlerdi. Tabii Miray’ın babası bunu duyunca deliye dönmüştü. Ağabeyimi hırpalamak üzereyken zor tutmuştuk. Fakat ters bakışları bile yetiyordu. En sonunda Miray’ın annesi eşini azarlayarak ortamı şenlendirmişti.
Gitme vakti gelince ellerimizde bavullarla yavaş yavaş bineceğimiz aracın yanına yaklaştık. Artık buradan ve buradaki kötü geçmişten uzaklaşmam gerekiyordu. Annemin bayılma tehlikelerini atlattıktan sonra yavaşça araca doğru ilerledim. Son kez bizimkilere el salladım. Yanıma gelen Miray elimi tutup destek vermek amacıyla sıktı. Hafifçe tebessüm ettim. Ağır adımlarla üç basamaktan oluşan merdiveni çıktık.
Miray’dan önce davranarak cam kenarını kaptım. Bu da ağabeyimle arasındaki ilişkiyi benden saklamasının cezasıydı. Sanki hissetmiş gibi el mahkum usulca oturdu yanıma. Bizimkilere bir kez daha el salladıktan sonra nihayet harekete geçmiştik.
Derin bir hüzün vardı içimde. Sebebi beli olmayan. Belki de yarım kalmışlığın hüznüdür.
&
"Atilla mı, o?" Miray'ın sesi ile ona döndüm ve onaylayan bir baş hareketi yaptım. "Ne diyor? Neden benim mesajlarıma bakmamış? Sor bakayım." Taramalı tüfek gibi yine soru sormaya başlamıştı. "Ya dur bir kızım," diyerek tekrar ağabeyime döndüm. "Neresi ilk görev yerin?" Ağabeyim bugün görevine başlıyordu ve tam olarak bir bordo bereliydi. Hem kendisinin hemde babamın istediği gibi. Bordo bereli olmuştu. Onu üniformasının içinde görmeyi o kadar çok istiyordum ki fakat bu imkansızdı. "Van'ın Çaldıran ilçesi," dediğinde yüreğim ağzıma gelmişti. Sınıra yakın olan bir yerdi ve terör olayları tam olarak sınırlarda gerçekleşiyordu. "Ağabey, annemin haberi var mı?"
"Var." Sesi çok soğuk çıkmıştı.
"Ne tepki verdi?"
"Korktu, bağırdı çağırdı ama en sonunda gurur duyduğunu söyleyerek hakkını helal etti." Annem işte ne kadar bize kızsa da hep bizimle gurur duyardı. Annem bana hep, "Ben sadece babana aşık olmadım, yüreğinde vatan aşkı taşıyan bir adama vatan ile birlikte aşık oldum." Derdi. "Eğer aşık olacaksan ve aşık olduğun kişi seni canından çok sevsin istiyorsan, vatana aşık bir adama aşık ol. Vatan için canını feda edenler sevdikleri için her şeyi feda ederler." Annemin sözleri kulağımda yankılanınca tüylerim diken diken olmuştu.
"Haklı kadın. Sonuç olarak asker eşi, az çok biliyor neler olup biteceğini," dediğimde "Haklısın," dedi ağabeyim. "Senin okulun nasıl?" Diyerek konuyu bana çevirdi.
"Güzel. Alışıyorum yavaş yavaş. Ama daha önümüzde dört yıl var.Bir de atanma bekleriz bir yıla yakın."
"Aman güzelim dikkat edin. Bu aralar çok karışık olaylar dönüyor.Hiç acele etmeye gerek yok." Biliyordum. Terör örgütü köylere saldırıp masum insanlara eziyet ediyorlardı. Aklıma gelen şeylerle öfkeyle birlikte kanım kaynmaya başlamıştı. Öfkeyi her zerremde hissediyordum. "Ağabey-"
"Söz güzelim, söz. İntikam alacağız." Bir an olsun gözümde babamın gençliği belirdi. O da böyleydi yarım yamalak hatırlıyordum fakat o sert ve kararlı bakışlar asla unutulmazdı.
"Tim belli oldu mu?"
"Pençe Timi," dediğinde anlık kalbim sızladı. Nedeni bilinmez fakat bana Yıldırım Timini yani babamların timinin ismini duyduğum anda hissettiğim o duyguyu yaşatmıştı.
"Sende aynı şeyleri hissettin mi?" Ağabeyimin burnundan güldüğünü duydum. "Hissetmemek mümkün mü, güzelim?"
"Doğru."
"Sal artık manitamı. Ben konuşmak istiyorum," diyerek üzerime gelmeye başlamıştı Miray. "Ağabey ben kapatıyorum sende şu deli kızı ara artık." Cevap vermesini bile beklemeden telefonu çat diye suratına kapattım. O da hemen Miray'ı aramıştı zaten. Saat geç olduğu için yarı oturur halde durduğum yatakta kayarak tamamen yatma pozisyonunu aldım. Kendimi uykunun güvenli kollarına bıraktım.
5 Yıl Sonra (Şimdi);
Çok derinlerden aşina olduğum bir melodi geliyordu ama ben zifiri karanlığın içindeydim. Birinin o melodiyi susturmasını bekledim fakat hiç de beklediğim gibi olmamıştı. En sonunda o melodinin tam olarak benim telefonumdan geldiğini anlamıştım. Gözlerimi zorlukla açtım. Bir kaç saniye sadece tavanla bakıştım. Daha sonrasında susmak bilmeyen telefonumu elime aldığımda arayan kişinin en yakın arkadaşım olduğunu gördüm. Daha kargalar kahvaltısını etmeden bu niye beni arıyordu acaba. Telefonu açıp kulağıma dayadım. "Söyle canım."
"Sen uyuyor musun hâlâ?" Sitem ve şaşkınlık barındıran sesi kulaklarımı doldurmuştu.
"Evet, başka ne yapmam gerekiyor."
"Görev yerlerimiz belli olmuş. Gidip ona bakabilirsin mesela," dediğinde aynı hacıyatmazın devrildiği yerden kalktığı gibi doğruldum yataktan.
"Ne? Ciddi misin?"
"Evet bak hemen," dediğinde çağrıyı arka plana alarak hemen siteye girdim. Yoğunluk vardı galiba o yüzden üçüncü denememde açılmıştı. "Lütfen aynı yer olsun, lütfen." Miray'ın söylediği şey tebessüm etmemi sağlamıştı. Sonunda sayfa açılmıştı. Van/Çaldıran yazısı ile karşılaştım. Çok tanıdık gelmişti. Hemen beyin fırtınası yaptığımda ağabeyimin görev yaptığı yerle aynı olduğunu fark ettim. "Miray, sen baktın mı?"
"Baktım, baktım. Hadi üç deyince aynı anda söyleyelim tamam mı?"
"Tamam." Heyecanla nefesimi verdim.
"Bismillahirrahmanirrahim." Miray'ın fısıltısı güldürmüştü.
"Bir."
"İki."
"Üç."
"Van Çaldıran."
"Van Çaldıran." İdrak ettiğim şeyle birlikte sevinç çığlığı atmaya başladım. "Miray, tüm şansımızı burada kullanmış olabiliriz." Miray beni duymamış olacak ki hâlâ sevinç çığlıkları atıyordu. Bende gülerek ona katıldım. "Ben kapatıyorum şimdi kahvaltıdan sonra bize gel hemen."
"Tamam." Telefonu kapattığım gibi annemin yanına koştum. Bu haberi vermek biraz zor olacaktı fakat buna mecburdum. Mutfağa gittiğimde orada bulamayınca şaşırdım. Belki balkonda çiçekleri suluyordur diye oraya gittim fakat orada da yoktu. Endişeye kapılmadan hemen önce yatak odasına gittim. Normalde saat yedide uyanık olurdu ve ben onu bu saatte olabileceği yerlerde göremeyince korkmuştum. Yatak odasına gittiğimde burun çekme sesleriyle karşılaşmayı beklemiyordum. Aralık olan kapıdan başımı uzattığımda gördüğüm manzara içimi sızlatmıştı. Annem, eline aile fotoğrafını almış göğsüne bastırıp ağlıyordu. Bir elini de dudaklarının üzerine kapatmış hıçkırıklarının duyulmaması için bastırmıştı. Onu bu hâlde görünce gözlerim istemsizce dolmaya başladı. Boğazıma koskocaman bir yumru oturdu. Yavaşça arkasına yaklaştım. Kollarımı incecik beline sardım. Siyah kısa saçlarına son iki ayda aklar düşmüştü. Benim ona sarılmam ile birlikte tuttuğu hıçkırığını koyverdi. "An-"
"Seni de duydum. Ağabeyinin görev yaptığı yer çıkmış," dediğinde onu bırakıp önüne oturdum. "Gitme kızım. Sende beni yalnız bırakma. Lütfen." Sesi sonlara doğru fısıltı gibi çıkmıştı. "Ama anne konuştuk bunları sizinle. Hem de lisenin başından beri." Yorgun ve yaşla kaplı olan gözlerini bana dikti. "İstemiyorum gitmeni, gitme."
"Anne, yapma böyle," dediğim sırada kapıdan babam girdi. Kalın kaşlarını soru sorar gibi havaya kaldırdı. "Hanımlar, ne oluyor burada?"
"Kızımız da gidiyor, Hakan. Evimizin gözbebeği de uzaklara gidiyor. Atilla'nın yanına hemde," dediğinde sol gözünden ard arda iki yaş süzüldü. Annemin gözyaşları yüreğimde alevlere yol açıyordu. Kalbimin tam ortası titredi. Bakışlarımı babama çevirdiğimde gözlerinde sadece ufak bir şaşkınlık peyda oldu. Onun dışında annem gibi hüzün veya korku yoktu. "Ne zaman başlıyor görevin?"
"Bir ay içinde başlayacak. Ama bizim bu hafta sonu gidip ev tutmamız lazım." Annem şaşkın gözlerini bir bana bir de babama dikiyordu.
"Çoğul konuştun sanki, kim var başka?"
"Miray," dediğimde babamın üzerinden on ton yük alınmış gibi bir rahatlama gelmişti.
"Tamam o zaman sıkıntı yok. Atilla'ya söyleyelim sizin için uygun bir ev bulsun."
"Olu-"
"Hakan, saçmalıyorsun şu an. Vazgeçirmek yerine ev tutalım diyorsun, çıldırdın mı sen?"
"Neden vazgeçireceğim? Ne kadar güzel, kızım meslek sahibi olacak."
"Ona lafım yok. Van'a gidiyor Van'a, idrak edemedin mi?"
"İdrak ettim tabii ki de Şenay. Ne yapmamı bekliyorsun? Senin gibi oturup ağlamamı mı? Atilla içinde aynısını yaptın ama bu defa izin vermem."
"Kalbin taşlaşmış senin. Evlatlarının ikisi de en tehlikeli bölgeye gidiyor. Öle-"
"Hanım! Yeter artık. Ben çocuklarımı yanımda boş boş otursun diye yetiştirmedim. Vatana millete hayırlı bireyler olsun diye yetiştirdim. Kalbi taş olan adam kendini düşünür, vatanını değil." Babam, girdiği kapıdan hızla geri çıktı.
Bu tartışmanın sebebi ben olduğum için bütün tadım kaçmıştı. Yüzümü astım ve başımı hafif öne eğerek ayaklandım. Tam kapının yanına gelmiştim ki annem bileğimi tuttu. "Küçük bavulunu mutfağa getirde konservelerden koyalım," dediğinde resmen yüzüme aydınlık geldi. Sevinçle odama gidip bavulu kaptığım gibi mutfağın yolunu tuttum. Kahvaltıyı da es geçmiştik. "Şu karadut reçeli var ya onların hepsini getir." Şaşkınlıkla gözlerimi anneme diktim.
"Anne burada en az yirmi kavanoz var ve hepsi kocaman."
"Olsun kızım, senden başka seven yok ki bunu."
"Hepsini götüremem. Yarısını da daha son almaya gelirim."
"Sağ kalırsan gelirsin." Annem bunu içinden söylemişti fakat ben duymuştum. Hiç bozuntuya vermeden duymamış gibi yaptım. "Benim makarnaya koyduğum domates konserveleri vardı ya onlardan da koyalım mı?"
"Reçellerin alt katındaki dolapta, aç orayı bulursun."
Yavaş yavaş annemle gerekli olan her şeyi bavullara dolduruyorduk. Babam, ağabeyimi aramış ve onun olduğu ilede görev yapacağımı söylemişti. Benim ileri zeka ağabeyim ise buna itiraz etmişti ama canım babam bir güzel ağzının payını vermişti. Ev konusunu da sorduğumuzda oturduğu apartmanın üç katlı olduğunu ve ikinci katın boş olduğunu söyledi. Hastaneye orta uzaklıktaydı. Biz de el mecbur kabul ettik. Normalde aile apartmanıymış fakat apartman sahiplerinin çocukları evlenince büyük şehirlere gitmek istedikleri için onlarda boş daireleri kiraya vermişler. Ağabeyim evin iç dizaynını üstlenerek hepimizden bir tebrik aldı. Bütün ihtiyaçları hallettikten sonra Miray'ın yanına gittim. Onlarda aynı bizim gibi hazırlık içerisindeydiler.
Miray, gitmeden önce çarşıya gidip kıyafet almak gibi bir öneride bulundu. İkimiz benzer parça ve renkleri kombine etmeyi seviyorduk. Bu yüzden neredeyse aynı şeyleri aldık. Babalarımız ise uçak biletlerimizi almışlardı. Tam tamına iki gün sonra Van'a ilk görev yerimize gidiyorduk. Yakın arkadaşım ve ağabeyim yanımdaydı başka ne isteyebilirim ki?
'Bordo bereli koca.'
İç sesim ve saçmalıkları.
İki kolumda dirseğime kadar poşet doluydu. Kendimi eve nasıl attığıma dair en ufak bir fikrim yoktu.
&
Arada bir ağabeyim arıyor, odaları göstererek fikirler alıyordu. Evde, bir tane büyük oda vardı. Onu da oturma odası yapmaya karar vermiştik. İki tane yatak odası gerektiği için orta büyüklükte olan odalar yatak odası olmuştu. Geriye bir tane küçük oda kalmıştı onu da Miray ile uzun nöbetler sonrası dinlenme odası yapmaya karar vermiştik. İki gün resmen iki saat gibi akıp gitmişti. Ellerimizde bavullar ile havaalanında duruyorduk. Yıllar önce üniversite için aynı şekilde ama farklı yerdeydik. Şimdi ise tam anlamıyla hayallerimize kilometreler kalmıştı. Gitme vaktimiz gelince annemler ile son defa vedalaştık.
Vedalar gerçekten de zordu fakat bu zorluk, veda ettiğiniz kişiye duyduğunuz sevgiye bağlıydı. Bazı vedalar sevgiyle değil sevginin bitmesiyle olurdu. Eğer birini çok seviyorsanız ve veda etmek zorundaysanız aklınız da kalbiniz de veda ettiğiniz kişide kalıyordu eğer veda ettiğiniz kişiyi hiç sevmemişseniz ne kalbiniz ne de aklınız orada kalıyordu. Zihniniz bir an önce o kişiyi atmak için yeni heyecan arayışına giriyordu. Umarım hiçbir vedam içinde acı duygusu barındırmaz. Uçağa bindiğimde Miray ile ellerimizi birbirine kenetledik. Kalbim adrenalinin fazla salgılanması sonucu hızla çarpmaya başlamıştı eğer böyle devam ederse göğüs kafesimi kırabilirdi. Uçak garip sesler çıkarmaya başlayınca havalandığımızı anladım.
Bir bilinmeze doğru yol almaya başlamıştık. Umarım bu bilinmezlik bana güzellikler getirir.
YAZARIN ANLATIMIYLA;
Mine ve Miray Van'a gittikten sonra hayatlarının tamamen değişecek olmasından bir haber mutlu mutlu yolculuk ediyorlardı. Atilla'nın hem çocukluğu hemde gençliği olan Yekta Erman ise bir zamanlar gönlünün düştüğü bu kızı alması gereken büyük bir intikam yüzünden bırakmak zorunda kalmıştı. Nitekim Mine'de okul ve sınav derdiyle Yekta'yı unutmuştu. Tabii ki unutması ona olan öfkesiyle ve inadıyla birleşince daha kolay olmuştu. Kendini derslerine ve geleceğine öyle bir odakladı ki bütün geçmişi buhar misali uçup geçmişti.
Yalnızca o gece ve travmaları gitmemişti. Bu da kötü kaderin ona bıraktığı karanlık mirastı.
Yekta ve Miray’ı birbirlerinden haberi olmayabilirdi fakat kader, onlara öyle güzel sürprizler hazırlamıştı ki kimsenin tahmin bile edemeyeceği sürprizlerdi. Bu sürprizler güzelliğin yanı sıra acı ve zorlukları da içeriyordu. İki yürek tek bir yürek olmak için mücadele vereceklerdi ama önce birbirlerini bulup, tanıyıp hatırlamaları gerekiyordu. Mine, mutlu mutlu uçağında giderken Yekta, Pençe timini toplamış yine göreve çıkmak için hazırlık yapıyordu. Bu görev onun çıktığı ilk zorlu görev değildi ama en uzun sürecek ilk görevi olduğu kesindi. İki yürek, iki beden, iki farklı görev ve tek bir amaç vardı:
Kalplerine giden yolların zorluklarını beraber aşmaları ve her şeye rağmen yan yana olmaları.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |