12. Bölüm

12. Kısım

Nur Demiröz
e_nurr54

Sınavlarım olduğu için bu bölüm bayağı gecikti kusura bakmayın. Sizi seviyorum.

İYİ OKUMALAR AŞKLARIMMMM

 

 

Dünden daha da soğuk olan havanın etkisiyle üzerimdeki kabana sıkı sıkı sarıldım. Henüz etraf tam olarak aydınlanmamıştı ama bu durum beni rahatsız etmiyordu. Aksine garip bir şekilde hoşuma gidiyordu. Ağabeyim arabayı arka tarafa park ettiği için onu almaya gitmişti fakat neredeyse yarım saat geçmişti ve hâlâ ortalarda yoktu. Sıkıntıyla sağ ayağımı yere vurmaya başladım. Beklemeyi de bekletmeyi de hiç sevmezdim.

 

Kafamı kaldırdığımda gördüğüm kişiyle hayat enerjim gitmişti. Sağa sola bakmadan karşı kaldırımdan benim olduğum tarafa doğru yürümeye başladı. Gözlerimi devirerek bakışlarımı yere sabitledim. Üzerine giydiği deri ceket farklı bir hava katmıştı. Eğer bordo bereli olmasaydı kesinlikle manken olabilirdi. Fiziği ve yüz hatları bu işe uygundu. Boğazını temizleyerek aramızda üç adım kalacak şekilde bana yaklaştı. Sert kokusu etrafımı sardığında tozlanmış olan anıların kokusu da burnuma geldi. Fakat bu koku beni mutlu etmekten ziyade genzimde keskin bir acının oluşmasına neden olmuştu.

 

"Günaydın," diyen kalın sesiyle birlikte gözlerimi ona doğru yönlendirdim. İfadesiz bakan ela gözlerine bomboş bakışlar atmaya başladım. Cevap vermeden tekrar önüme döndüm. "Ne oldu? Beni tamamen silmeye karar mı verdin?" Aynen kardeşim tam olarak öyle yaptım. Kaşlarımı çatarak ona döndüm. Beklentiyle bakan ela gözlerine bakarken içimdeki hareketliliği umursamadan ona doğru bir adım attım. "Seni değil de..." Bir adım daha attım. Aramızda bir adım mesafa kalana kadar ona ilerledim. Tam karşısında durarak gözlerinin içine bakmaya başladım. "Çocukça şeyleri silmeye karar verdim." Gözlerindeki kırgınlık kalbime batmıştı ama yıllar önce aynı sözleri ondan duymak kalbimi yerle bir ettiği için bu kırgınlık canımı acıtmamıştı.

 

"Ağabeyin haklıymış; canını yakan insanın canını yakmak için elinden gelen her şeyi yapıyorsun," dediğinde şaşırmıştım. Fakat bu şaşkınlığımı ondan gizledim. "Sen benim canımı yakmadın çünkü ben sana o kadar değer vermedim," dediğimde sözlerimi ciddiye almadan gülerek bir adım daha yaklaştı. "O yüzden sürekli bana ulaşmaya çalıştın değil mi?" Lanet olsun! Ben bunu tamamen unutmuştum. Bir şeyler bulmam gerekiyor. Bir yalan uydurarak öyle bir şey olmadığına inandırmam gerekiyordu. "Hesap sormak içindi. Sonradan seni tamamen unutup silmiştim. Eğer sen tekrar karşıma çıkmasaydın her şey daha mükemmel olabilirdi."

"Tamamen unuttuysan içindeki öfke topu niye?" Burnumdan soluyarak önüme döndüm. Hem suçluydu hem güçlü. Kollarımı önümde birleştirerek sakinleşmek adına derin nefes aldım. "Soruma cevap alamadım?" Gözlerimi devirdim. "Alma! Yıllar önce nereye kaçtıysan oradan al cevabını!"

 

"Ben kaçmadım! Bilip bilmeden konuşma," dediğinde histerik kahkaha dudaklarımdan döküldü. "Tamam, Yekta ağabey!" Her bir kelimenin üzerinde vurgu yaparak konuştum. "Bana 'ağabey' demeyi kes!" Bir kahkaha daha. "Neden? Ağabeyden başka ne olabilirsin?" Bir süre düşünüyor gibi yaptım. "Ah, pardon. Sen 'ağabey' olmayı da başaramadın," diyerek iğneleyici şekilde konuşmaya devam ettim. Gözlerindeki öfke somut bir şeye dönüşseydi kesinlikle ateş topu olurdu. "Bana bak!" Bir adım attığında elimi havaya kaldırarak durdum onu. "Sana eben baksın, ben değil," diyerek tersledim. "Alt tarafı günaydın dedim. Hemen çıkardın dişlerini. Bir insan hiç mi değişmez?"

"Mümkünse o çeneni kapat ve benim hakkımda yorum yapma." Bu söylediğim son şey oldu çünkü ağabeyimin arabası tam dibimizde durmuştu.

 

Arka taraftaki kapıyı büyük bir hırsla açtım. Kendimi sinirle koltuğa fırlatarak oturdum. Kıçım birazcık acımıştı ama şuan onu düşünecek sakinlikte değildim. Yekta ise önden dolaşarak sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa oturdu. Ağabeyim motoru çalıştırdığında hepimizde sessizlik hâkimdi. İlk önce karargaha gidecek Pençe Timi'nin üyeleri tamamlanınca hep beraber yola çıkacaktık. Bu defa operasyon olmadığı için helikopter ile değil de askeri araçla gidecektik.

 

"Susayım susayım, diyorum ama olmayacak," diyerek söze başlayan ağabeyimin diyeceği şeyleri tahmin ederek aynadan ters bakışlar göndermeye başladım. "Aranızdaki buz benim bir yerlerimi dondurdu." İçimden sabır çekerek oturduğum yerden öne doğru eğildim. "Üşüdüysen klimayı aç ağabay. Delirtme beni."

"Bak gördün mü? Bunun gibi biriyle nasıl iyi geçinir insan," diyerek söylenen Yekta'ya baktığımda dikiz aynasından bana baktığını gördüm. "Sen sus. Konuşmaya hakkın yok."

"Bir kere dinlesen hak vereceksin ama-" Sözünü kestim. "Ben seni bir kere dinledim, ağzımın payını aldım. O yüzden kulaklarım sana sonsuza dek kapalı." Bakışlarımı dışarıya yönendirdim. "Dinlediğin zaman hak vereceksin. Ve ben onu günü sabırsızlıkla bekliyorum, Mine."

"Bekleme, Yekta ağabey."

"Fesupanallah!" Sinirle söylendiğinde keyfim yerine gelmişti. Onun sinir olması hoşuma gitmişti.

 

Oturduğum yere iyice sindim. Dışarıyı izlerken yolun nasıl bittiğini anlayamamıştım. Ağabeyim arabayı uygun bir yere park ettiğinde hızlıca indim. Bagaj kısmına ilerleyerek kapağı açtım. İçindeki malzemeler yüzünden ağırlaşan çantayı iki elimle alıp yere koydum. Bagajı tekrardan kapatmak için döndüğümde kapakla aramdaki mesafeye bakarak ofladım. Kısa boylu olmanın iyi yönü oldğu kadar kötü yönleri de vardı. Ayaklarımın üzerinde yükseldiğimde dâhi yetişememiştim. Tam zıplayacağım sırada bagaj kapağının üzerime doğru geldiğini görmemle geriye çekildim. Kapak kapandıktan sonra gördüğüm yüzle göz devirdim. "Keşke öfken de boyun gibi küçük olsaydı." Söylediği şeyle birlikte suratımı astım. "Çok komiksin! Senin aklında boyun kadar olsaydı şuan böyle olmazdı," diyerek yerdeki çantaya eğildim. Fakat ağırlığı yüzünden çantayı hemen alıp kaçma fikrim suya düşmüştü. Asılan yüzüm çantanın beni zorlamasıyla sinirli bir hâl almıştı. "Bırak, ben alırım." Çantanın kolunu daha sıkı kavradım. "Gerek yok. Sen kendi işine bak." Güç bela kaldırdığım çantayla birlikte ona arkamı döndüm. "Sen bilirsin," dediken sonra adım sesilerinin benden tamamen uzaklaştığını duydum. Sesler tam olarak kesilince çantayı tekrardan yere bıraktım.

 

Belimi ovuşturarak hâlâ arabada duran ağabeyime döndüm. Yanına giderek cama tıkladım. Boş boş yüzüme bakmaya devam edince göz devirdim. "Dışarıya çıksana!" Bir iki saniye durduktan sonra kapıyı açarak dışarıya çıktı. Arabadan gelen müzik sesiyle gözlerimi devirdim. "Bak, hep şarkılar tam olarak bitmeden arabadan çıkartıyorsun beni."

"Ağabey?"

"Söyle!"

"Bak çok iyi psikolog arkadaşım var. Ona görünsene lütfen. Çünkü senin bu davranışların normal değil," diyerek gülmeye başladım. O sırada başka bir gülme sesi de kulaklarımı doldurmuştu. Arkamı döndüğümde gülen kişinin Ata olduğunu görmek şaşırtmıştı. Ağabeyim Ata'yı sonradan fark etmiş olacak ki hemen ona dönerek bağırdı. "Lan! Sana gül dedim mi?" Gülen yüzü anında ciddileşti. "Özür dilerim, komutanım," diyerek dik duruşa geçti. "Yürü git. Hazırlanmaya başla hemen!" Ağabeyimin verdiği emirle birlikte Ata beş saniye içinde yok olmuştu. "Helal olsun komutanım. Evde kedi, burada aslan gibisin." Söylediğim şeyle birlikte ağabeyim burnmun ucuna minik bir tokat yapıştırdı. Yalandan acımış gibi yaparak koluna hafifçe yumruk yapıştırdım. "Herhalde kızım. Bizimde bir şeklimiz var," dediğinde başımı iki yana salladım. "Haydi çok konuşma, benim çantamı da al," diyerek arkamı ona döndüm. Geçen gün gediğim için burayı biraz biraz biliyordum. Fakat bu defa içeriye girmek yerine dışarıda bulunan banklarda oturmaya karar verdim. Üzerimdeki kabanıma sıkı sıkı sarılarak kendime seçtiğim güzel bir banka oturdum.

 

Etrafı incelemeye başladığımda karargâhın üç katlı olduğunu fark ettim. Sanırım ilk katında yemekhane ve kantin tarzında bir şey vardı. İkinci katta toplantı odası, hazırlanma odası ve tuvaletlerin olduğunu hatırlıyorum. Üçüncü kata hiç çıkmamıştım ama babamdan duyduğum kadarıyla albayın odası ve çalışma odalarının olduğunu biliyordum.

 

Üşüyen ellerimi kabanımın cebine yerleştirdim. Nefes alıp verdiğimde ağzımdan buhar çıkıyordu. Çocukluğumdan beri bu olaya bayılırdım. Nedensiz bir şekilde kendimi havalı hissettiriyordu tabii bu his çocuklukta kaldı. Ayağıma bir şeylerin dokunduğunu hissetmemle birlikte irkildim. Eğilip bana dokunan şeye baktığımda yüzüme sıcacık bir gülümseme yerleşmişti. Ayağıma dokunan şey minicik, bembeyaz tüylere sahip olan kedi yavrusuydu. Ellerimi ceplerimden çıkararak kediyi incitmemeye dikkat ederek kucağıma aldım.

 

Yumuşacık tüyleri parmalarımın altında ahenkle dans ediyordu. Sapsarı gözleriyle etrafa korku dolu ama bir o kadar da şirin bakışlar atıyordu. "Kıyamam sana. Acıktın mı?" Sağa sola bakarak annesini aramaya başladım ama ortalıkla hiç kedi yoktu. Kediye göğsüme doğru yerleştirip kabanımın bir kısmını üzerine doğru örttüm. Dışarıdaki hava onun için çok soğuktu. Ayağa kalkarak karargâha doğru ilerlemeye başladım. Merdivenleri tırmandığımda kapının yanında iki askerin nöbet tuttuğunu gördüm. Baş selamı vererek yanlarından geçerek binanın içinde ilerlemeye başladım. Sağ taraftaki kapının üzerindeki yazıyı okuduğumda yemekhane olduğunu gördüm. Sola döndüğümde ise istediğim şeyi görmemle birlikte yüzümde gülümseme oluştu.

 

Vakit kaybetmeden kantine doğru ilerledim. Kantini işleten kişi orta yaşlarda bir beyefendiydi. Boğazımı temizleyerek iyice yaklaştım. "Merhaba. Kolay gelsin," diyerek söze başladım. Orta yaşlı adam başını okuduğu gazeteden kaldırarak bana bakmaya başladı. "Teşekkürler. Nasıl yardımcı olabilirim?" Kucağımdaki kediyi işaret ederek söze başladım. "Bir kutu süt almak istiyorum ve bir de elinizde varsa boş bir kap." Adam bakışlarını kucağımdaki kediye indirince gülmeye başladı. "Siz buralarda yenisiniz sanırım," dediğinde kafam karışmıştı. "Yani burada çalışmıyorum aslında sadece-" dediğim sırada adam lafımı kesti. "Onun adı Kar. Bizim kedimiz. Karnının aç olduğunu düşünüyorsanız değil. Az önce yemeğini yedi." Adamın söylediği şeyle kafam karışmıştı.

 

Gülerek ayağa kalkan adam yanıma geldi. "Bakın," diyerek arkamda bir yeri işaret ettiğinde otomatik olarak oraya döndüm. Köşede kucağımda yatan kedi için yatak ve yan yana iki tane kap duruyordu. Yatağını gören kedi kucağımdan atlayarak hızla köşesine gitti. Onun aniden atlamasıyla irkilsemde toparlanarak yanımdaki adama döndüm. "Ben bilmiyordum. Teşekkür ederim," dediğimde adam gülerek söze başladı. "Kar biraz yaramaz bir kedidir. Süt içmeyi çok sever ama biz ona günde bir defa veriyoruz. Veteriner arkadaşımız öyle önerdi. Fakat o daha çok süt içmek için buraya gelen yabancıların yanına sırnaşıyor. Kereta başarıyor da," dediğinde olayı anladığım için gülmeye başladım. Benim güldüğmü gören adam bana katılarak gülmeye başladı. "Bu arada siz ne için gelmiştiniz?"

"Doktorum ben. Gönüllü olarak görevlendirildim." Bunu duyan adam şaşırak bana bakmaya başladı. "Artık burada mı çalışacaksınız?" Başımı iki yana salladım. "Hayır. Eğer başka bir sorun çıkmazsa bugün son," diyerek sorusuna cevap verdim. Başını onaylar şekilde salladığında çalan telefonumla birlikte burada olan süremin bittiğini anladım. "Benim gitmem gerekiyor. Kolay gelsin," diyerek arkamı döndüğüm gibi ilerlemeye başladım.

 

Çalan telefonumu elime aldığımda arayan kişinin ağabeyim olduğunu görmek beni şaşırtmamıştı. Çağrıyı meşgule atarak dışarıya çıktığımda Tamer hariç bütün ekibin toplandığını gördüm. Aracın yanına gittiğimde Erdem Albay'ın konuşma yaptığını duydum. Klasik dikkat et, gözünüzü açın tarzında yaptığı konuşmayı bitirince bana döndü. "Mine, sana da çok teşekkür ederim kızım. Dünkü gösterdiğiniz performans beni mutlu etti," dediğinde albayın sert biri değilde babacan biri olduğunu anladım. "Lafı olmaz," diyerek gülümsedim. Sırtımı sıvazladığında rahatsız olsamda bunu belli etmedim ancak kendimi hafifçe geri çekmekten alıkoyamadım. Albay ellerini birbirine vurarak time döndü. "Haydi aslanlarım. Pençelere dikkat edin. Allah'a emanetsiniz! Yolunuz açık olsun!"

"Sağ ol!" Timden gelen yüksek ses kulaklarımı acıtsada bozuntuya vermeden devam ettim. Herkes arabaya doğru yöneldiğinde en sona ağabeyim, ben ve Yekta kalmıştık. Onlardan ses çıkmayınca öne atıldığım sırada Yekta'nın da benimle aynı anda hareket ettiğini gördüm. O hareket ettiği için durduğum anda o da benim yaptığımı yaparak durdu. Göz devirerek tekrar bir adım attığımda o da bir adım atmıştı.

 

"Lan başımı döndürdünüz! Girin artık biriniz!" Ağabeyimin isyanıyla birikte ondan önce davranak araca doğru ilerledim. Yanda bulunan demirlerden destek alarak kendimi yukarı çektim. Rastgele boş olan bir koltuğa oturarak kemerimi bağladım. Ağabeyimde beni yalnız bırakmamak adına yanıma oturdu. Elinde tuttuğu kaskı kafama geçirerek sağlam bir hâle getirdi. Bu kask o kadar ağırdı ki dün çıkarttığımda üzerimden on ton ağırlığında yükün kalktığını hissettim. Kaskı sağa sola çekiştirerek düzelttiğimde karşımda hissettiğim hareketliliğe baktım. Yekta'yı görmemle yüzüü buruşturmam bir oldu. "Sana vediğim yeleği giydin mi?" Ağabeyimin sorusuna sadece başımı sallayarak cevap verdim. "Silahı da aldın değil mi?" İç çekerek ağabeyime döndüm. "Evet ağabey, aldım. Süt içip içmediğimi de merak ediyor musun?" Ettiğim isyana tim de gülmeye başladığında ağabeyimin sinirleri bozulmuştu. "Lan!" Aslan gibi kükrediğinde herkes sus pus olmuştu. "Çok sıkıcısın," diyerek önüme döndüm. Fakat önümdeki manzarada pek iç açıcı değildi.

 

Araba harekete geçtiğinde olduğm yere iyice sindim. Bedenimi hafifçe ağabeyime yaslayarak gözlerimi kapattım. Uzun yolculukları severdim ama çoğunlukla uykuyla geçirirdim. Ani bir manevrayla öne doğru sarsıldığımda bir çift elin omuzlarımdan tuttuğunu hissettim. Kafamı kaldırdığımda beni tutan kişiyi dokunuşlarından tanımıştım. Bana temas eden ellerini kendimden uzaklaştırarak geriye çekildim. "Her düşeni tutuyor musunuz?" Benden bağımsız şekilde dudaklarımdan dökülen kelimelere şaşırmamıştım. Çünkü iğneleyici laflar tam olarak benden beklenirdi. Ela gözleri gözlerimle buluştuğunda içimdeki yangın daha da körükleniyordu. Suratıın ortasına okkalı bir yumruk geçirip 'Neden?' diye sormak, bağırmak ve haykırmak istiyordum. Bir yanım onu suçlarken diğer yanımda ona sonsuza kadar hak veriyordu. Ama suçlayan tarafım beni etkisi altına aladığı için asla ona hak veremiyordum. "Evet, tutuyorum," dediğinde burnumdan güldüm. "Keşke başka şeyleri de böyle tutsaydınız," dediğimde gözlerini kaçırmıştı.

 

Böyle bir korkağa güvenmek de benim gibi aptala yakışırdı zaten. Sırtımı geriye doğru yasladığım anda tekrar bir manevrayla öne doğru savruldum. Bu defa ağabeyime tutunarak onun beni tutmasına izin vermedim. Eli refleksle bana doğru geliyordu ki son anda kendini tutarak geriye çekildi. "Lan oğlum! Düzgün kullanın şunu!" Turan'ın bağırmasıyla arabayı kullanan Alper'den ses geldi. "Emredersiniz komutanım!"

 

Bu hallerine gülmemek için başımı farklı yere çevirdim. Telefonla uğraşan ağabeyime baktığımda Miray'la konuştuğunu gördüm. Bazen aşk topuna dönüşmeleri midemi bulandırsa da ses çıkaramıyordum.

 

 

 

Uzun denecek kadar uzun olmayan, kısa denecek kadar da kısa olmayan yolculuğumuzun sonuna gelmiştik. Arabanın durması ve kapının açılmasıyla birlikte herkes kendini dışarıya atmaya başladı. Bu sefer köye uzak bir yere değil de direkt olarak köyün içine gelmiştik. Kemeri çözerek yavaşça ayağa kalktım. Yavaşça ilerleyerek araçtan indim. Yere ayak bastığım anda kalbimde olan sızıyla kötü birşeylerin olacağını hissetmiştim. Veya buraya kötü bir şekilde geldiğim için paranoya olmuştum. Derin bir nefes alarak bu hissi yok etmeye çalıştım. Nefes almak iyi gelsede o his kıyıya köşeye sinmiş ve pusuya yatmıştı. Bundan emindim. "Şimdi beni iyi dinleyin," diyerek söze başlayan Yekta'ya dönerek dinlemeye başladım. "Alper, Atilla, Mine Hanım ve ben evleri gezeceğiz. Kürşat ve Turan etrafı gezerek olumsuz bir davranış olursa bana rapor edin. Fatih ve Ata sizde yüksekte bir yere kurulup köyü gözetleyin. Aynı şekilde negaitf bir hareket görürseniz hemen bana rapor ediyorsunuz. Anlaşıldı mı?"

"Anlaşıldı komutanım!"

"Öyleyse herkes yerlerine," diyerek sözlerine nokta koyan Yekta sayesinde herkes harekete geçti.

 

Önde Yekta, arkasında Alper, Alper'in arkasında ben ve benim arkamda da ağabeyim olacak şekilde yola koyulmuştuk. "Alper, dün yara alan kişilerin ev bilgileri sende olmalı," diyerek konuşmaya başladı ağabeyim.

"Evet, komutanım. Hepsi burada," diyen Alper cebinden bir kağıt parçası çıkararak ağabeyime verdi. Kağıdı uzunca inceleyen ağabeyim başını sallayarak kağıdı Alper'e verdi. "İlk olarak şuradaki eve gidiyoruz." İşaret ettiği yere baktığımda bu evin çatısının yanmış olduğunu görmek beni üzmüştü. Buradaki insanlar dün canları pahasına savaşmıştı. Neyseki şehit vermeden bu sorunu atlatmamız bir nebzede olsa insanı motive ediyordu.

 

Evin önüne geldiğimizde Yekta tahta kapıyı yavaşça iterek açtı. İlk önce içeriye kendisi girdi. Etrafı kolaçan ettikten sonra güvenli olduğundan emin olmuş olacak ki işaret parmağıyla gelmemizi işaret etti. Onun işaretiyle birlikte hepimiz sırayla içeriye girdik. Paslanmaya yüz tutmuş kapıyı tıklatarak beklemeye başladı. Kilit sesinin ardından kapının açıldığını gösteren tiz bir ses yükseldi. Kapıyı açan işi altmış yaşlarında bir kadındı. Yaşlı kadının gözlerindeki korku elli metre uzaktan hissediliyordu. Bizimkilerin Türk Askeri olduğunu görünce derin bir nefes almıştı. Bu hareketine karşı içim sıcacık olmuştu. Başındaki beyaz tülbentiyle adeta meleklere benziyordu. Tombik yanaları ve yaşlılıktan kırışmış olan cildi ona ayrı bir tatlılık katmıştı. Masmavi gözleri dikkatimi çeken tek şey olmuştu.

 

"Buyurun çocuklar," dediğinde sesinde sakinlik hâkimdi. "Dün yaşanan kötü olayda evinizde bir yaralının olduğunu tespit ettik. Yaralı kişiye yardım etmek için geldik," diyerek ağabeyim yaşlı kadına cevap verdi. Bunu duyan yaşlı kadının gözleri parlamaya başlamıştı. "Torunum... Torunum yaralanmıştı. İçeride, yatıyor. Gelin," diyerek sevinen yaşlı kadın kapıyı sonuna kadar araladı. Bu sefer ilk önce ben daldım içeriye. Kaybedecek bir dakikamız bile yoktu. Eğer bugünü de sorunsuz bir şekilde atlatırsak başka bir sorun çıkmazdı. Geniş koridordan geçerken kadın sağ tarafta kalan kapıya yöneldi. Bende aynı şekilde onun arkasından ilerliyordum.

 

Kapısı kapalı olan odanın önünde durup birkaç saniye bekledi. Yavaşça kapıyı açtığında ilk anda görüş alanıma soba girdi. Sobanın solunda ufak bir koltuk vardı. Kapı iyice aralanınca sol taraftaki koltukta battaniyeye sarılmış bir şekilde yatan biri görüş alanıma girdi. Koltuğun başında küçük bir pencere duruyordu. Derin bir nefes alarak odaya doğru bir adım attım. İçimden bir ses buradaki işmizin uzun süreceğini söylüyordu.

 

 

OY VERMEYİ VE YORUM YAZMAYI UNUTMAYINNN

BU BÖLÜMÜ BİLEREK YARIDA KESTİM DİĞER BÖLÜM DAHA UZUN VE KAOSLU GELECEK.

Kendinize iyi bakıınnn 😍

 

 

 

 

Bölüm : 12.01.2025 17:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...