14. Bölüm

14. Kısım

Nur Demiröz
e_nurr54

İYİ OKUMALAR AŞKLARIIMMMMMM

 

 

Önümdeki dumanı tüten bardağı seyretmeye başladığımda etrafımda dönen sohbeti algılayamıyordum. Sanki ruhum bambaşka alemlere ziyarete çıkmıştı. Vücudum ise bir robot gibi ezberlediği hareketleri ve sözleri zamanı gelince yerine getiriyordu.

 

Dün yaşanılanları düşündüm. İnsanlar caminin içinde o hâlde dururken bile umutlarını kaybetmemişlerdi. Her daim bir çıkış yolu olduğunun farkındaydılar. Bugünü düşündüm. Burnuma geçmişin yanık kokusu doldu. Bu koku sadece boğazımı değil bütün bedenimi yakmıştı. Hissettiğim bu yangın beni kendime getirdiğinde yavaş yavaş ekibin tamamlanmak üzere olduğunu gördüm.

 

Önümdeki bardağa uzanarak içine şeker atmadığım çayımdan bir yudum aldım. Çayın sıcaklığı içime akıp giderken dudaklarıma minik bir tebessüm oturdu. Çayı çok severdim. Özellikle kış aylarında yağmur yağdığı zaman tadı apayrı oluyordu. Arayı çok açmadan bir yudum daha aldım. Diğerlerine baktığımda çoktan çaylarını bitirmişler, koyu bir sohbete dalmışlardı. Gözlerimi tek tek herkesin üzerinde gezdirmeye başladım. Bir tek ona bakmadım çünkü doğrudan bana baktığını hissetmiştim. Emin değildim ama hislerim beni hiçbir zaman yanıltmamıştı.

 

Ona bakma isteğimi bastırmak için masanın üzerindeki desenleri ezberlemeye başlamıştım. Kafamı dışarıya doğru çevirerek batmak üzere olan güneşi izlemeye başladım. Yoldaki araba sayısı daha da çok artmıştı. Dakikada kaç tane beyaz arabanın geçeceğini merak ettiğim için saymaya başladım. Tam tamına bir dakikada geçen beyaz renkli araba sayısı on yedi taneydi. Fakat benim aklım hâlâ ondaydı. Cama düşen yansımasından hâlâ bana baktığını gördüm.

 

"Mine, beni duyuyor musun?" KUlağımın dibindeki sesin sahibi ağabeyimden başkası değildi. Kafamı ona çevirdim. "Duyuyorum ağabey," diyerek üzerimdeki dikkati dağıtmaya çalıştım. "Menüye baktın mı?" diyerek meraklı gözlerini bana diktğinde önümde kapalı bir şekilde duran menüye kısaca göz gezdirdim. "Köfte istiyorum," diyerek kestirip attım. "Daha menüye bile bakmadın," diyerek sitem eden Miray'a döndüm. "Karnım çok aç değil," diyerek kestirip attım. "O zaman yanına da şalgam istersin. Değil mi?" Ağabeyimin sorduğu soruya başıma sallayarak cevap verdim.

 

Tam o sırada kapıda Erdem Albay belirdi. Fakat yanında getirdiği kadın daha çok ilgimi çekmişti. İddialı siyah mini elbisesi ve elbisenin zıttı olan beyaz upuzun kürkü ile masaya doğru yaklaşıyordu. Giydiği topuklu ayakkabıların sesi beynimin içinde yankılanıyordu. Benden iki üç yaş küçük olduğuna emindim fakat yaptığı makyaj yüzünden benden beş yaş büyük duruyordu. Kadından aldığım negatif enerji yüzünden başıma ağrlar girmişti. Etrafına saçtığı samimiyetsiz gülümsemeler hiç hoşuma gitmemişti. Gözlerimi kısarak onu incelemeye başladım. Gülüşü gibi sarı saçları ve mavi gözleri de sahte duruyordu.

 

"İyi akşamlar beyler," diyerek masaya oturdu. Beyler? Miray ve ben görünmez olmuştuk sanırım. Çünkü bizi yok sayarak sadece erkeklere selam vermesi garipti. Gözlerimi Miray'a çevirdiğimde delici bakışlarını çoktan kızın üzerine dikmişti. Masanın altından hafifçe ayağına vurarak bana bakmasını sağladım. Bakışları beni bulduğu anda başını yavaşça sola doğru yatırdı. Bu hareket o kızdan hiç hoşlanmadığını söylüyordu. Bende ona karşılık başımı hafifçe öne doğru eğdim. Yani kesinlikle ona katılıyordum.

 

Gözlerimi tekrardan çakma sarı olan kadına yönlendirdim. İlk başta nasıl fark edemedim biliyorum ama çakma sarışın tam olarak Yekta'nın yanına oturmuştu. Hatta biraz daha zorlarsa kesinlikle Yekta'nın kucağında oturmaya başlardı. "Yekta Bey, nasılsınız?" dediğinde gözlerimi Yekta'ya çevirdim fakat bu hareketimden çok pişman oldum çünkü doğrudan bana bakıyordu. Gözlerimi kaçırmadan onun vereceği cevabı bekledim. Yekta sessizliğini korurken yanına oturan kadın cevap alamadığı için iyice Yekta'ya yaklaştı. "Yekta Bey?" diyerek tekrardan bir soru yöneltti. Yekta bu yakınlıktan rahatsız olmuş olacak ki yanındaki kadından uzaklaşarak sadece baş hareketiyle cevap verdi.

 

Yüzü düşen kadın bu defa ağabeyimi hedef aldı. "Atilla Bey, görüşmeyeli uzun zaman oldu. Nasılsınız?" Bakışlarımı Miray'a çevirdiğmde sağ kaşının seğirmeye başladığını gördüm. Gülmemek için dudaklarmı birbirine bastırarak ağabeyimin vereceği cevabı bekledim. "Yakışıklı ve nişanlıyım. Siz nasılsınız?" Ne? Şuan kahkaha atmamak için bir yerlerimi ciddi anlamda sıkıyordum. Ağabeyim Miray'ın elini tutarak dudaklarına götürdü. Minik bir öpücük kondurarak âşık olduğu kadını büyük bir hayranlıkla izlemeye başladı. Yüzü iyice düşen kız bizimkilerden kendisine ekmek çıkmayacağını anlayınca diğerleriyle sohbet etmeye başladı.

 

Miray alttan bacağıma çimdik attığında gözlerimi ona diktim. Yüzüne sinsi gülümsemesini yerleştirdiğinde ona karşılık olarak otuz iki diş sırıttım. Sağ elimi yanağıma yaslayarak Miray ve ağabeyimin tatlı atışmalarını izlemeye daldım. Az sonra arkamda birinin varlığını hissederek başımı arkaya çevirdim. Erdem Bey tam arkamda duruyordu. "Mine, nasılsın kızım?" Babacan tavrına karşılık sıcacık bir tebessüm gönderdim. "İyiyim Erdem Bey, siz nasılsınız?" Elini omzuma koyduğunda yüzümdeki tebessüm silinmeye başlamıştı. "Bende iyiyim. Bugün yaptığın şeyleri duydum. Beni çok gururlandırdın. Teşekkür etmek için geldim," diyerek kendini açıklamaya başlamıştı ama benim aklım bana dokunan elindeydi. "Görevimi yaptım. Teşekküre gerek yok," diyerek pekte samimi olmayan bir sesle cevap verdim. "Olur mu kızım? Yaptığın şey büyük cesaret ister. Bu yemek senin için. Tadını çıkar," diyerek geri çekildi. Derin bir nefes alarak gülümsedim. "Böyle bir şeye gerek yoktu. Yine de teşekkür ederim." Ufak bir baş selamı vererek masanın başucundaki yerine ilerledi.

 

"Tamer ve Turan yok mu?" Miray'ın sorduğu soruyla o ikisinin burada olmadığını daha yeni fark ettim. Masanın en sonunda ben ve Miray oturuyorduk. Benim yanımda ağabeyim, ağabeyimin yanında Yekta ve çakma sarışın oturuyordu. Çakma sarşının yanında ise Fatih yerini almıştı. Fatih'in sol tarafında köşede Erdem Albay yerini almıştı. Erdem Albay'ın sol tarafında sırasıyla Kürşat, Alper ve Ata oturyordu. Ata ile Miray'ın arasındaki boş kalan iki sandalyede Turan ve Tamer için ayrılmış olmalıydı. Fakat onlar hâlâ yoktu.

 

"Geleceklerini söylemişlerdi. Birazdan burada olurlar." Cevap Yekta'dan gelmişti. Herkes kendi arasında sohbete dalmıştı. Bahsettikleri konu ilgimi çekmediği için telefonumla ilgilenmeye başladım. Annemden gelen birkaç cevapsız arama olduğunu görünce kaşlarımı çattım. Eğer onu geri aramazsam beni fena azarlardı. Bundan emindim. Ama dışarıya çıkmak için fazla üşengeçtim. Kısa bir mesaj yazarak iyi olduğumu ve gün içinde arayacağımı söyledim. Anneme mesajı gönderdiğim sırada liseden beri arkadaş olduğumuz Filiz ve Cansu'dan mesaj geldiğini gördüm. Onlarla epeydir görüşemiyorduk. Boşluk bulduğumuz anda birbirimize ya mesaj gönderirdik ya da arardık. Tabii onları da çok özlemiştim. Onların attığı mesajı yanıtlarken masada bir hareketlilik oluşmaya başlamıştı.

 

Kafamı telefondan kaldırdığımda garsonların yemek servisine başladığını fark ettim. Tam o sırada beklenen ikili kapıda görünmüştü. Tamer etrafına tebessüm ederek geliyordu. Turan ise tam tersi olarak öldürücü bakışlarıyla etrafı kesiyordu. Onların bu halleri bana komik gelmişti. Tamer sempatik biriydi. Etrafına karşı nazik ve anlayışlı oluyordu. Turan ise tam tersiydi; Otoriter, sert ve umursamaz. Bu iki zıt kutbu birbirine bağlayan şeyi merak ediyordum. Tamer yaralandığından beri Turan, görev günleri hariç, onu hiç yalnız bırakmamıştı. Her an yanındaydı. Bir arkadaş ve bir kardeşten öte aile gibiydiler. Aralarındaki bağ öyle kuvvetliydi ki kimse bu bağı koparamazdı.

 

"Selam millet," diyerek ortama dalan Tamer kendindeki enerjiyi bize de bulaştırmıştı. Gülümseyerek aynı enerjide ona karşılık verdim. Beni daha yeni fark etmiş olacak ki şaşkınlıkla bana döndü. "Mine Hanım, siz bizimle taıkılır mıydınız?" diyerek sandalyesine oturmaya çalışıyordu. "Bende sizden sayılırım artık," diyerek göz kırptım. "Bugün neler yapmışsınız öyle. Duyunca çok şaşırdım." Böyle dediğinde bütün gözler üzerime dönmüştü. Biraz utanmıştım ama çaktırmadan gülümsemeye devam ettim. "Üzerime düş-" diyerek başladığım cümle Yekta'nın yorumuyla yarıda kesildi. "Üzerine düşmeyen bir harekette bulundu." Sözleri buz parçaları gibi etrafa saçlıyordu. "Sizin üzerinize düşeni de gördük, Yekta Bey," diyerek kıstığım gözlerimi ona diktim. "Valla komutanım bence gayet mantıklı bir harekette bulundu. Yoksa bebek ve anne büyük tehlikede olurdu," diyerek yorum yapan Ata'ya minik bir tebessüm gönderdim. Yekta boğazını temizleyerek Ata'ya uyarıda bulununca çocuk korkudan kafasını yere gömerek beklemeye başladı.

 

Kafamı iki yana sallayarak Yekta'yı görmezden gelerek tekrardan Tamer'e döndüm. "Seni daha iyi gördüm Tamer. Hızlı iyileşme sürecini kime borçlusun?" Gerçekten de çok iyiydi. Göğsüne kurşun yemiş gibi değil de daha çok kolunu kurşun sıyırmış gibiydi. Bu hâli beni şaşırtıyordu ama bir yandan da çok seviniyordum çünkü bir iki hafta içinde işine dönebilirdi. "Daha iyiyim. Turan sağolsun beni hiç yalnız bırakmadı," diyerek gözlerini yanındaki adama dikti. "Siz ikiniz hep böyle misiniz?" diyerek sarı civcivden bir soru geldi. "He, böyleyiz. Aileyiz," diyerek geniş geniş konuşması komiğime gitmişti. Ama sondaki söylediği kelime yüreğimi sıcacık yapmıştı.

 

Geldiğinden beri selam vermek dışında konuşmayan Turan'ı incelemeye başladım. Çok sessiz ve çok ciddiydi. Önünde birleştirdiği ellerine bakıyor, arada kafasını kaldırıp Tamer'e bakıyordu. Bu hâli tuhaftı. Eğer onunla konuşma şansım olsaydı geçmişini sormak isterdim. Çünkü bir insanı bu kadar suskun yapan şey kara geçmişten başka hiçbir şey olamazdı. Nereden bildiğimi sormayın. Biliyorum işte.

 

Fatih ve Albay derin bir sohbete dalmıştı. Adının İrem olduğunu öğrendiğim kız ise Tamer'e nasıl vurulduğunu on kez sorduğu için Tamer en son isyan edip anlatmaya başladı. Albayın kızı olduğu için pek bir şey söylemiyorlardı ama onu sevmedikleri her hallerinden belliydi. Yemekler yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. Yorgunluktan başıma ağrılar giriyordu. Baş ağrısı yanında uykuyu da getirdiği için şuan tek isteğim yemeğimi yiyip sıcak yatağıma kavuşmaktı.

 

"Mine." Ağabeyimin sesi üzerine kafamı çevirerek ona baktım. Başımı hafifçe iki yana sallayarak söyleyeceği şeyi beklemeye başladım. "Miray'la yer değiştirir misiniz? Nişanlımla yan yana oturmak istiyorum," diyerek masumane isteği üzerine düşünüyormuş gibi yapmaya başladım. "Eve gidince başımı ağrıtmayacaksan olur," diyerek pazarlık yapmaya başladım. "Bak bu çok adaletsiz bir pazarlık oluyor." Mızıkçılık yapmaya başlayan ağabeyime dik dik bakmaya başladım. "Sen bilirsin," diyerek önüme döneceğim sırada ahtapot gibi koluma yapıştı. "Tamam baş belası, tamam." Kaşlarımı havaya kaldırarak işaret parmağımı ona diktim. "Söz ver. Hem de Er sözü." Gözlerini kısarak üzerime eğildi. "Sandığımdan zekisin. İşini sağlama alıyorsun," diyerek beni övdüğünde çenemi yukarıya kaldırdım. "Ne sandın ağabey?" Gülerek göz kırptı. "Tamam. Er sözü. Eve gidince ağzımı açmıyorum." Sözünü bitirdiğinde dudaklarının üzerine hayali fermuar çekti.

 

Sandalyemi geriye iterek ayağa kalktım. Bizi dinlemiyormuş gibi yapan fakat her harfine kadar dinleyen arkadaşım da benimle aynı anda ayağa kalktığında gülmemek için kendimi zor tuttum. "Mine, ne oldu kızım?" diyerek bize bakan Erdem Albay'a "Ufak bir yer değişikliği," diye kısaca cevap verdim. Başını sallayarak gülümsediğinde tekrar sohbete daldı. Benim oturduğum yer cam kenarına sıfır olduğu için mecburen dolaşmak zorunda kalmıştık. Tam Yekta'nın yanından geçtiğim sırada alışkın olduğum koku ciğerlerime dolunca kalbimden karnıma ince bir sızı süzüldü. İçimi sızlatan bu koku aklıma bir sürü soru getiriyordu. Cevaplanmayan sorular, yarım kalan hisler ve tutulmayan sözler. Bu kokunun tarifi tam olarak bunlardı. Başka bir şey olamazdı. Kendimi toparlayarak arkasından geçtiğim sırada İrem'in eli Yekta'nın elinin üzerine kuruldu. Bakışlarım ikisinin ellerine kayarken Yekta'dan beklediğim davranış gelmemişti. Elini geri çekmesi gerekiyordu. Tersleyip uzaklaşması gerekiyordu ama yapmadı. Öylece durdu.

 

Gözlerim ikisinin üzerinde gezinirken Yekta kafasını çevirerek yandan bana bakmaya başlayınca sertçe yutkundum. Tekrardan harekete geçerek masanın diğer tarafına geçtim. Miray'ın yerine geçerek oturdum. Onlara bakmamaya çalışarak yemeğimi yemeye başladım. Masada yoğun bir konu vardı ancak ben bir türlü konuşulan konuya dikkatimi vermemiştim. Biraz sonra Erdem Albay'ın sorduğu soruyla tekrardan bütün dikkatleri üzerime çektim.

 

"Mine, senin beyaz atlı prensin yok mu?" Kafamı kaldırarak şaşkın bir şekilde bizimkilere bakmaya başlayınca herkes vereceğim cevabı bekliyordu. Boğazımı temizleyerek oturduğum yerde dikleştim. "Henüz yok," diyerek oldukça sakin bir cevap verdim. "Henüz dediğine göre aklında birileri vardır. Öyle değil mi?" Sormayın Erdem Bey. Aklımdaki kişi aklımı da kalbimi de darmadağın edip gitti. "Sayılır," diyerek tekrardan kısa bir cevap verdim. "Bir gün beni o şanslı kişiyle tanıştırmanı isterim," dediğinde bu defa alttan ağabeyimin uyarısını aldım. Bakışlarımı ağabeyime çevirdim. Soru işaretleri fırlatan bakışlarını görmezden gelerek Erdem Bey'e cevap verdim. "Tabii olur."

 

"Bence Mine Hanım'ı alan yaşadı. Hem cesur hem narin bir kadın," diyerek yorumda bulunan Tamer'e gülümseyerek teşekkür ettim. "Herhalde yaşadı. Benim kardeşim sonuçta," diyerek övünen ağabeyime de minik bir gülümseme gönderdim. Çaktırmadan Yekta ve İrem ikilisine bakmaya başladım. İrem gülerek bir şeyler anlatıyor, Yekta da hafifçe gülerek karşılık veriyordu. Ve en önemlisi elleri hâlâ birbirine değiyordu.

 

Ne bekliyordum ki? Hâlâ beni sevmesini, özür dileyerek bana geri dönesini mi? Hatasından pişman olarak özür dilemesini mi? Koskoca bir aptaldım. Ona inanan aptal bir kadındım. Ağzıma attığım lokma midemi bulandırmıştı. Sol elimi masanın altından yumruk yapıyordum. Ona kadar sayıyor ve sinirimin geçmesini bekliyordum ancak kaç defa ona kadar saydığımı bile hatırlamıyordum. Hızlanan nefesimle daha fazla dikkat çekmek istemediğim için yavaşça oturduğum yerden kalktım. "Mine Hanım, iyi misiniz?" Tamer'in meraklı gözlerine bakarak gülümsedim. "Hava alacağım biraz. İyiyim, teşekkür ederim," diyerek kimseye bakmadan çıkış kapısına yöneldim.

 

Ağaçların olduğu tarafa ilerleyerek kendime karanlık bir bölge seçtim. Kimsenin beni görmesini istemiyordum. Biraz nefes alıp sakinleşince geri gidecektim. Apar topar masadan kalktğım için kabanımı orada unutmuştum. Havanın soğukluğundan dolayı epey üşümüştüm ama bu soğuk beni kendime getiriyor gibiydi. İçimdeki öfke topuna buzdan kalkan oluşturuyordu. Gözlerimi kapatarak derin nefesler almaya başladım. Soğuğu nakış işler gibi tüm vücuduma en ince ayrıntısına kadar işledim. Biraz daha ilerlemek için harekete geçtiğimde ayağımın bir şeye takılmasıyla sendeledim. Yanımdaki ağaca tutunmaya çalışmıştım ancak geç gelen refleksler yüzünden tutunamadım. Gözlerimi sıkıca kapatarak düşmeyi bekledim ancak bedenim yer çekimine kafa tutmuş gibi havada asılı kalmıştı. Belime sarılan eller sayesinde düşmemiştim.

 

Sıkıca kapattığım gözlerimi yavaş yavaş açarak beni saran kollardan kurtuldum. Korkuyla arkama döndüğümde hiç beklemediğim birini görmemle korku yerini kocaman bir şaşkınlığa bıraktı. "Fatih Bey?"

"Mine Hanım?"

Gözlerimi kırpıştırarak karşmdaki adamın neden burada olduğunu anlamaya çalışıyordum. "Ne işiniz var burada?" diyerek aklımdaki soruu kelimelere döktüm. "Sigara molası vermiştim de sizi görünce yanınıza gelmek istedim. İyi görünmüyorsunuz," diyerek açıklama yaptı. "İyiyim. İçerisi havasız geldi o yüzden buraya geldim." Başını yavaşça sallayarak geçmem için sola doğru kaydı. "Karanlıkta daha dikkatli olmalısınız," diyerek elini tutmam için uzattığında kalbim korkuyla çırpınmaya başladı. "Teşekkürler. Daha dikkatli olmaya çalışacağım," diyerek uzattığı eli nazikçe reddederek bir iki adım atarak daha düz bir zemine ilerledim. Sağ elimle sol kolumu ısıtmaya başladım.

 

"Bu havada montsuz dışarıya çıkmamalısınız," diyerek öneride bulunan Fatih, üzerindeki siyah deri ceketi tek hamlede çıkararak omuzlarımın üzerine nazikçe bıraktı. "Siz üşüyeceksiniz. Ben içeriye geçeceğim zaten," diyerek tam montu ona uzatacaktım ki elini omzuma koyarak buna engel oldu. "Ben kolay kolay üşümem. Şimdilik sizde kalsın. Hasta olursanız Atilla'dan çok laf yerim," diyerek hafif bir kahkaha attı. Bende aynı şekilde hafif bir kahkaha ile karşılık verdim. "Ağabeyim size de çok laf söylüyor mu?" Kıstığım gözlerimi merakla Fatih'e diktim. "Eh söylüyor tabii." Gülerek ellerini ikiye ayırdığı siyah uzun saçlarına daldırdı. Gülünce çizgi gibi olan siyah gözleri, çok dolgun olmayan kırmızı dudakları ve hafif kemikli yüz hattı vardı.

 

Fatih ekipteki en kibarı ve babacan tavırlısı olabilirdi. Uzun boyu ve iri vücuduyla karşısındaki kişiye korkuyu anında hissetiriyordu. "İsterseniz girelim artık. Hava çok soğudu," diyerek başını hafifçe aşağıya eğerek gözlerini gözlerime kenetledi. "Olur." Kısaca yanıtladım. Bir adım geriye çekilerek bana yol açtı. Gülümseyerek geldiğim yolu tekrardan yürümeye başladım. Esen rüzgarla birlikte üzerimdeki deri cekete daha sıkı sarıldım. Bugün hasta olmazsam bir daha hasta olmazdım. Kapının önüne geldiğimde kapıyı açmak için bir hamle yapacaktım ki Fatih benden önce davranak kapıyı açıp geçmemi bekledi. "Teşekkür ederim, Fatih Bey."

"Rica ederim, Mine Hanım."

 

O da içeriye girdikten sonra birlikte yürümeye başladık. Masaya doğru yaklaşmaya başladığımızda bizi ilk gören kişi Yekta oldu. Çatık kaşları ve sinirli gözlerinin hedefi her zamanki gibi bendim. Saçımı kulağımın arkasına alarak üzerimdeki cekete daha sıkı sarıldım. Masanın yanına iyice yaklaştığımızda bütün gözler bize dönmüştü. "Neredeydiniz?" Yekta'dan gelen bu gereksiz soru karşılığında gözlerimi ona diktim. Fatih tam açıklama yapıyordu ki onu durdum. "Sizi ilgilendirmez diye düşünüyorum." Çattığı kaşlarını mümkünmüş gibi daha da çatarak Fatih'e döndü. "Neredeydiniz dedim Fatih?" Şuan Fatih'in üzerine gidiyordu. Ben o kadınla flört ederken ağzımı açıp tek bir elime bile etmemiştim. Tekrardan konuşmaya çalışan Fatih'in kolunu tutarak buna engel oldum. "Sizi ilgilendirmez," diyerek sol kaşımı havaya kaldırarak delici bakışlarımı üzerine diktim. "Hepinizin güvende olduğundan emin olmak zorundayım, Mine Hanım. Burada doktorculuk oynamıyoruz," dediğinde kan beynime sıçramıştı. "O zaman bu güvenliği operasyonlara saklayın. Saçma sapan yerlere değil." Burun kemerini sıkarak alev saçan elaları üzerime dikti. "Nereye saklayacağımı size mi soracağım?"

 

Ya sabır! "Bizde nereye gittiğimizi size sormayacağız. Ayrıca Fatih Bey gayet başarılı bir asker. Tehlikeli bir durumda gereken müdahaleyi yapar," diyerek kolumu Fatih'ten çekerek yerime oturdum. Herkes şaşkınlıkla bir bize bir de Yekta'ya bakıyordu. "Sakin olun gençler. Yekta şu an görevde değiliz oğlum. İstedikleri yere gidebilirler," diyerek ortamı yumuşatmaya çalışan Erdem Albay'a baktım. "Komutanı-" diyerek söze başlayan Yekta'yı elini havaya kaldırarak susturdu. "İtiraz istemiyorum."

 

Burnumu çekerek önüme döndüm. Saçlarımı düzeltmeye çalışırken hâlâ ceketin üzerimde olduğunu farkettim. Yanımda duran Tamer'e dikkat ederek ceketi yavaşça bedenimden uzaklaştırdım. Tekrardan ayağa kalkarak Fatih'in sandalyesine doğru ilerledim. "Bunu unuttunuz Fatih Bey," diyerek elimde tuttuğum ceketi nazikçe uzattım. "Ceketiniz yoksa sizde kalabilir," dediğinde gözlerimi Yekta'ya diktim. "Teşekkür ederim. Bende var." Hâlâ bana sinirle bakan adama en gıcık bakışlarımı gönderdim. Karşısındaki ben değil de duvar olsaydı delip geçerdi. Öyle bir bakıyordu ki içindeki öfke güneşten daha sıcaktı. "Rica ederim." Fatih'in cevabına karşılık dudaklarımdaki gülümsemeyi daha da büyüttüm.

 

Yerime oturduğumda Miray'ın şaşkın bakan gözleriyle karşılaştım. İki kaşımı yukarıya kaldırarak başımı sola çevirdim. Sonra anlatacağım demenin başka bir yoluydu. Gözlerini bir kez kırptığında bakışarak konuşmamızın bittiğini anladım. Gözlerim yorgunluktan kapanmaya yüz tutmuştu. Ağabeyim bunu fark etmiş olacak ki Erdem Albay'a dönerek müsaade istedi. "Komutanım, biz artık gitsek iyi olacak. Mine çok yoruldu, yarın işe gidecek. Erken uyuması iyi olur." Hemde fantastik bombastik olurdu. Günlerin getirdiği yorgunluk ve stresten dolayı vücudum ters tepkiler veriyordu. "Müsaade sizin oğlum," diyerek ayaklanan albayın yanına doğru ilerledik. Hem yürümek hem de kaban giymek için büyük bir savaş veriyordum. "Mine sana da çok teşekkür ederim. Çok yardımcı oldun." Kafamı kaldırarak Erdem Bey'e baktım. Gözlerinin içindeki parıltı gerçekten de teşekkür ettiğini söylüyordu. "Rica ederim. Lafı olmaz," diyerek iyi geceler faslını atlatarak nihayet çıkışa doğru ilerlemeye başladık.

 

"Siz burada bekleyin ben arabayı alıp geliyorum," diyerek bizden ayrılan ağabeyimin ardından "Bekle bende geleceğim," diye peşine takılan Miray yüzünden Yekta ile baş başa kalmıştık. Kabanımın önünü iyice birleştirerek soğuğa karşı büyük bir kalkan oluşturdum. Yarın işe gidecektim. Ne kadar izin yazmak isteseler de hastaları bekletmek olmazdı. Cebimde olan sağ elimi çıkararak rüzgar nedeniyle nüme gelen saçlarımı arkaya savurdum.

 

"Fatih'le iyi anlaştınız sanırım."

Ne? 

Ne dedi o?

Kıskandı mı beni? Net kıskandı.

"Çok," diyerek umursamaz bir sesle cevap verdim. "Albayla tanıştıracağın kişi Fatih mi?" Sinirden gülmemek için dudaklarımı kemirmeye başladım. "Alakası yok," diyerek bakışlarımı farklı yöne çektim. Konuşmak istemiyordum ancak sürekli soru soruyordu. "Albayla tanıştıracağın kişi kim?" Gözlerimi devirerek uzun bir nefes aldım. "Sanan ne ya! Ben sana soru soruyor muyum?" Gülerek bir adım attığında aynı şekilde bende bir adım geri gittim. "Sende sor," dediğinde alaycı bir şekilde kahkaha attım. "Ben kapattığım eski defterleri tekrardan açmıyorum." Tek kaşı havaya, dudağının kenarıda yukarıya doğru kıvrıldı. "Bak sen. Öyle olsun bakalım."

"Öyle zaten! Sen ve senin saçma yalanların umrumda değil artık."

"Bak bana yalan söyledin demeyi kes artık! Ben sana yalan söylemedim!" Diyerek çıkıştığında sabrımın son damlası bardaktan aşağıya kayıp gitmişti. "Ya hâlâ yalan söylüyorsun. Pes cidden!"

"Mine!" Diyerek başladığı sözü ağabeyimin uzun kornası böldü. Büyük bir dertten kurtulmuş gibi sevinerek hızla arabaya ilerledim. Kendimi iyice cama yaslayarak bu keyifsiz yolun bitmesini bekledim.

 

Bana işkence gibi gelen yolculuğun ardından sıcak bir duş alıp kendimi yumuşacık yatağıma attım. Yarın yoğun bir gün olacaktı.

 

 

 

BU BÖLÜM KISA OLDU KUSURA BAKMAYIN. BİRAZ HASTAYDIM. ŞİMDİ OKULLAR DA AÇILDI HER HAFTA BÖLÜM ATMAYA ÇALIŞACAĞIM AMA ATAMAZSAM DA SİZİ BİLGİLENDİRİRİM. DİĞER BÖLÜMDE YEKTA VE MİNE'NİN GEÇMİŞİNDEN BİR KESİT OKUMAK İSTER MİSİNİZ?

YORUM YAPMAYI VE YILDIZA BASMAYI UNUTMAYINNNN. MUAAAHHH

ARADA YAZIM YANLIŞLARIM OLMUŞ KUSURA BAKMAYIN.

 

 

 

 

Bölüm : 04.02.2025 17:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...