12. Bölüm

11.Test

Ebrar Aydın
ebi_books

"Hiç kimse sözümden çıkmayacak,acele edin!"

Askerler hızla hazırlıklara devam ediyordu.Alderomin hızlı dahi olsa Kayıp Zamanlar gemisinin büyü ile donatılmış hızına yetişmekte zorlanıyordu.

Açelya elindeki dürbün ile ufku izledi.Havayı kontrol etti.Her zaman olduğu gibi saçlarını sıkı bir şekilde toplamış,siyah üniformasının içerisinde gayet sert duruyordu.

Üniformasının yakasını düzeltti, ardından saray limanının kargaşasının arasından sıyrıldı.Hızlı adımlarla girdiği sarayda, onu gören herkes başıyla selam veriyordu.O ise çenesini indirmeden üst kata ilerledi.

Her şeyi geniş ve yüksek balkonundan seyreden Başkan'ın odasına.Kapıyı tıktıkladı.Netan ,çoktan beklediği yeğeninin geldiğini anladı ve gülümseyerek,"Gir."dedi.

Açelya içeriye Netan'dan çok daha sert adımlarla girdi."Efendim,"dedi önce ,ardından söze girdi,"Kuşu alamadık."

Netan gülümsedi."O kuşa sahip olamayacağımızı zaten biliyoduk."

"Ama önemli bir etkiydi."dedi Açelya hızla.

Netan başını iki yana salladı."Kuş Kaptan'ın olsaydı emin ol elinden kaçkırmazdın ama o kartalın sahibi senden bir hayli tecrübeli."

Açelya derin bir nefes aldı.Barbaros.Hepsinin karşısında güçsüz kalmasının bir nebze sebebi oydu.Onun birikimi kimsede yoktu ve ne yapması gerektiğini biliyordu.

Kılıçarslan kendi başına yeterliyken bir de Komutanı çıkıyordu ortaya.

Başkan,balkona ilerledi.Açelya kısa bir süre bekledi.Ardından peşinden yavaş adımlarla giderken masasının üzerindeki fotoğrafa takıldı bakışları.

Başkan vardı hemen yanında da başkanın kardeşi.Düşüncelere daldığını fark ettiğinde kafasını kaldırdı.Olması gereken yerdeydi.

Başkan ukala gülümsemesini sundu limandaki askerlere ve güçlü Alderomin teknolojisine.Açelya yanına geldiğinde söze girdi.

"Bugün hakkında ne düşünüyorsun Açelya?"diye sordu.

Açelya çenesini havaya kaldırdı."Herşey olması gerektiği gibi efendim.Bu gün toprak halkarının silahına erişeceğimiz gün."

Netan gülümsedi."Sana ne kadar güvendiğimi biliyorsun öyle değil mi?"

Açelya başını sallarken Netan,"Bak sevgili yeğenim,herkes başarıyı hedefler.Ya da büyük bir çoğunluk zaten potansiyele sahiptir."gözlerini Açelya'ya çevirdi,"Fakat çok az bir kısmı gerçek fedalarla en başa oturur."

Açelya başını salladı."Haklısınız,efendim."dedi.

"Bundan yıllar önceydi Açelya.Baban ve ben henüz çocuktuk."

Açelya dikkatle dinlemeye başladı."Kurduğumuz bu büyük düzenin her bir taşı yerine oturuyordu fakat mutlak zafer ve güç hala elimizde değildi.İşte henüz çocukken dahi rüyalarımda gördüğüm şey buydu."

"Sana soru sorabilir miyim,amca?"

Netan başını salladı."Babam,"derin bir nefes aldı,"Yani o,hiç bir zaman mutlak gücün hayalini kurmadı mı?"

Netan güldü.Ardından başını olumsuz anlamda iki yana salladı."Baban ve ben çok ayrı insanlardık sevgili kızım.Herkes bana onun lider olacağını, potansiyelin onda olduğunu söyledi.Fakat unuttukları birşey vardı.Baban,tahta hanedan kurallarıyla geçebilirdi ma o taht için savaşmazdı.Ben ise,"yüzü biraz olsun ciddileşti,"Önümeki herkesi,en sevdiğimi dahi bu mutlak zafer için toprağa gömdüm."

Kısa süren sessizliğin ardından Netan gururla baktı Açelya'ya."Sende böylesin Açelya.Göze alabileceğin fedalar var.Gerçek fedalar.Ve hepsinden öte gözlerinin içerisinde bana ait hırs kırıntılarını görebiliyorum."

Açelya gururla gülümsedi ve başını eğdi."Sağolun efendim,izninizle."Açelya başını eğip çıkarken Netan onu izledi.Yavaş adımlarla çıkarken kısa bir an çerçevenin önünde durdu,"Yalnzıca önemsiz bir detay sevgili yeğenim."dedi Netan ve gülümsedi.

Haklıydı,Açelya tıpkı ona benziyordu.Tepeden tırnağa potansiyel ve hırstı o.Tepeden tırnağa başarı.İşte bu yüzden Açelya bugün,hiç bir kadının çıkamadığı yerdeydi.Tüm orduların koordine merkezinde.

Fakat onu Açelya yapan yegane sebep yalnız bu değildi.Son kez odasına uğradı.Siyah,altın işlemeleri olan zarflarını aldı yanına.Bunlar yalnızca onun zarflarıydı.Onun mührü.Başka kimse bu zarfları kullanamazdı ve yalnızca sayılı kişilere bu zarf giderdi.

Donanmaların başına geçti ve emri verdi.Yanına aldığı altı donanma beş kaptan vardı.Askerlerin hepsi alelade askerler değili.Ne uğruna savaştıklarını bilenlerdi.

Çünkü Açelya çok iyi biliyordu.Kılıçarslan’ın muzaffer oluşunun sebebi ne uğruna savaştığını bilmesiydi.

Derin bir nefes aldı.Elindeki dürbünün tekrar kaldırıp ufka baktığında da önünden bir Kartal geçti.

“Bozdoğan.”diye mırıldandı Açelya.

O,kayıp zamanlar gemisine girebilir ve almak istediklerini alabilirdi.Kılıçarslan’ın ileri adımlarını tahmin edebilirdi.Ama hatırlaması gereken bir şey ardı.Kılıçarslan bir adım önde ilerlemezdi,Kaptan Kılıçarslan bilinmeyen adımlarla ilerlerdi.

******************

Tomris

“Kaç etti?”

“On sekiz!”

Ve bir kere daha.

“On dokuz oldu Çağrı!”

Saçlarımı zorlukla düzelterek dik durmaya çalıştım.Midem o kadar bulanıyordu ki sürekli olarak kusuyordum.Yanımda duran Gencay her kustuğumda bana su uzatmayı deniyordu ama ben inatla içmiyordum.

“Tomris yeter artık.”diye sitem ederken omuzunda Terminus vardı.

“Bu gemi neden bu kadar hızlı?”

Sorduğum soru ile ikisi de kaldı.”Hızlı değilki.”dedi Gencay.

“Gayet yavaş ilerliyor.”dedi Çağrı.

Bir kez daha kustuğumda ise ardımdan bir ses duydum,”Hızlı olsa bile onlar bunu hissedemez.”

Arkamda Komutan Barbaros duruyordu.Ona sorgular bakışlarımı atarken midemi tutarak yere çöktüm ve arkama yaslandım.Soluklanırken en sonunda Gencay’ın uzattığı suyu kabul ettim.

“Nasıl yani?”diye sordum nefes nefese.

Komutan önüme eğildi.”Bize zaman lazım Tomris.”

Anladığım şey ile kaşlarımı çattım.”Kılıçarslan mı yapıyor?”diye sordum.

Komutan başını olumlu anlamda salladı.”Bunu yapmasını siz mi istediniz?”diye sordum.

Başını olumsuz anlamda salladı.”Asla bunu önermem.”

Zorlukla ayağa kalktım.Bunu nasıl yapıyor olabilirdi?Korkmuyor muydu?

Kılıçarslan’ın odasına giderken Komutan,”Gelmek üzereyiz!”diye bağırdı.

Oysaki yemek yememizin üzerinden yalnızca yirmi dakika geçmişti.Odaya çıktığımda Kılıçarslan dikkatle dümenin başında okyanusu izliyordu.Bir çeşit geçişte gibiydi.Beni fark etmedi.Fark etmesi için omzuna dokunduğumda irkildi.

“Uzaklaş Tomris.”dedi sert bir sesle.

“Ne yaptığını biliyorum.”

“O halde uzaklaş.”yüzü mimiksizdi.Sanki yaptığının ağırlığı üzerine çökmüştü.

“Zamanın olmadığı bir yerde zaman ile oynamak ne demek biliyor musun sen Kaptan?”

Dümeni elime almaya çalıştım.”Sana uzaklaş dedim Toprak Muhafızı.”

“Bunu durdurmalısın.”

Öfkeyle dümeni bıraktı ve gemi bir an için büyük bir şekilde sarsıldı.Gözlerim açılırken gözlerimin içine baktı,”Zamanın kaybolduğu bir yerde,zamana ihtiyaç duyarsan kendinden ödün vermen gerekir Tomris.”

“Sen normal değilsin.”dedim korkuyla.Kılıçarslan’ın yalnzıca gördüğümden ibaret olmadığını zaten biliyordum ama bu yaptığı akıl işi değildi.Sesim yükselirken,”Zamanla oynayan insanların sonunun ne olduğunu biliyor musun sen?”diye yükseldim.“Kılıçarslan ne yaptığının farkında mısın?”

Kılıçarslan dümene geri döndü umursamayarak.Karşımızda ada gördündüğünde ise,”Buna mecburdum Tomris.”dedi.

Zamanla oynamıştı.Büyük ustaların bile yapmaktan çekindiği şeyle.Tıpkı yıllar önce kaybedenlerin yaptığı ve Tempus ile kayıplara karıştırdığı gibi.

Sakin bir ses tonu ile,”Tehlikeli olduğunun farkındayım ama bunu yapabilecek gücüm var.”

“Olsa bile yapmamalıydın Kılıçarslan.”

Uzun uzun baktı gözlerime.”Bir de şöyle durup bakıyorsun ya.”dedim göz devirerek.Odadan sert adımlarla çıktım.Yüzümü düzeltmeliydim onlara Toprak Muhafızı olduğumu göstermeliydim.

Saçlarımı topladım ve odama gidip hızla pelerinimi ve kahverengi deri eldivenlerimi üzerime geçirdim.

Derin bir nefes aldım.Yüzümü çıkmadan yıkayıp güvertede yerimi aldım.Gemi yavaşladığında ve çapa atıldığında sık ormanlar karşıladı bizi.Öyle sıklardı ki ağaçlar,içeriye girişin olmadığını düşündüm.

Adaya adımlarımızı attık.Tüm mürettebat, Komutan,Gündüz ve elbette Alaz buradaydı.Etrafa sert gözlerle bakmıyordu oldukça meraklıydı.Üstüne üstlük sakinleşmiş gibiydi.

Tam bu sırada etrafımızdan sert bir rüzgar esti.Ardından kahverengi bir duman ağaçların etrafını sardı.

Kılıçarslan,”Ne bu şimdi, karşılama gösterisi falan mı?”diye sordu.

Komutan ile göz göze geldik.”Yer iyesi.”dedim fısıltıyla.

“Ne iyesi?”Gencay’ın sorusunun ardından derin bir nefes aldım.

Yere eğilip elim ile toprağın ısısını kontrol ettim.Gittikçe soğuyordu.

“Yer iyesi,hiç duymadınız mı?”

Hepsi sessiz kaldı.kılıçarslan elini kaldırdı,”Duydum ama Toprak muhafızı çok daha iyi bilir.”dedi.Göz devirdim.

“Yer iyesi yani toprağın ruhu.Od ana gibi düşünün, bir efsane.Derler ki,o etrafta dolaştığında toprak soğur,canlılar ürker ve ölümü hissederler.Ve o tekrar toprağa can verdiğinde bütün taşlar muntazam bir düzen ile yerlerine oturur.Toprağa duyulan saygının azaldığı hissedildiğinde ise ruh,göğe yükselir.”

Sözlerimi Gündüz tamamladı,”Yel iyesini uyandırmaya.”

Başımı salladım.Ardından Dündar devam etti,”Ve Yel iyesi uyandığında yaşam yavaş yavaş solar.Sıra önce suya gelir ardından ateşe.İşte bu yüzden her şeyin başlangıcı Yer iyesidir.”

Başımı salladım.Kılıçarslan sık ağaçlardan birine yaslandı ve kollarını önünde birleştirdi.Ona yandan bakarken,”Tomris hadi şarkı mı söylüyorsun ne yapıyorsun aç şu ağaçları.”dedi.

Göz devirmemek için kendimi zor tuttum.Ağaçlardan birine yaklaşıp elimi koyduğumda ise yer iyesi toprağı sarstı.Doğruya gidiyorduk ama içime doğan güvensizlik ellerimi geri çekmemi sağladı.

Diğerleri ardımda kalırken Komutan yanıma geldi.”Bundan yıllar önce,buraya bir toprak muhafızı ile geldim.”

Gözlerim ona döndü ve yer bir kez daha sarsıldı.”Tıpkı senin gibiydi toyluğu ona bu güveni vermiyordu,fakat daha sonra,”ayağını bir kere yere vurdu.Ardından ileriden aynı ses geldi.

“Tıpkı onun gibi olanların karşıda olduğunu.Her zaman ait olduğu yerde olduğunu hatırladı,Toprak alelade bir olgu değildir Tomris.Yalnızca kalbinde gerçek saygıyı ve tevazuyu duyanlar içeriye girebilir.Yanına diğerlerinin sorumluluğunu alarak.”

Tekrar ağaca döndü bakışlarım.Başımı yasladım ve fısıldadım,”Tevazuyu ve güveni veren her karışta,saygı ve minnetle karşısında eğildiğimiz her anda toprağın kadim muhafızı asırları geri getirecek ve kapılar açılacak.”

İşte o an hiçbir yere ait hissetmeyen zihnim bir kere daha hayatımda neyin doğru olduğunu anladı.Ağaçlar minik sarsıntılarla iki yana açıldı.Ardından hemen arkalarının bomboş olduğu gözlerimin önüne geldi.

Toprak önümüzde bir köprü oluşturdu ve surlar dikti yanıma.Ben en öndeyken Komutanın gülümsediğini ve diğerlerinin hayranlıkla baktığını gördüm.

İleride büyük bir bahçe vardı.İçinde bir sürü çiçekler olan.Ardından minik akarsular geçiyordu yanlarından.

Bir sonraki duyduğum adım sesi Güntek’e aitti.Yanımda dimdik durdu.Karşımızda toprağın kadim halkı vardı.İleride görülen evlerde tevazulu bir hayat sürüyorlardı.

Topraktan kulenin üzerinde duran bir gözcü elindeki boruya üfledi onun hemen ardından diğer gözcü kulelerinden de sesler gelmeye başladı.

fakat borular kendini, üç kere tekrarladı.Dündar İle göz göze geldik.Boruların kendini üç kere tekrarlaması yabancıların girişi demekti.

Öncelerinde toprak halkı giren herkese yabancı gözüyle bakmazdı.Lakin Alderomin burayı da temkinli hale getirmişti.

Ve üzerimize cebelüler gelmeye başladılar.”Atlı askerler.”dedim içimden.Ellerimi kaldırıp önümüzde topraktan bir duvar ördüm hepsi durakaldı.Kılıçarslan hemen yanıma geçti ve gardını aldı.

“Size zarar vermeye gelmedik!”diye bağırdı.

Cebelülerin en önündeki asker,”Herkes böyle söyler!”diye bağırdı.

“Ama herkes topraktan duvar öremez öyle değil mi Yüzbaşı.”Komutanın cümlesinin ardından adamım gözleri aramızda gezindi.

Komutan başıyla selam verdiğinde,”Barbaros.”dedi adam.

“Geri çekilin!”diye emir verdi.

Kılıçarslan kulağıma eğildi,”Tüh bak sen hünerlerini gösterecektin Komutan rolünü çaldı.”

Gülerek başımı iki yana salladım.Adam,”Toplantı çadırına gidin.”diye bağırdı.

Kılıçarslan,”Bizi ağırlamayacak mısınız,neden hemen toplantı salonuna gidiyoruz?Hani misafirperverdi sizin halk.”

Adam atın üzerinden Kılıçarslan’a ters bakışlar attı.”Sen Kılıçarslan olmalısın.”

“Kaptan Kılıçarslan.”dedi ukala bir tavırla.Adam gülerek Barbaros’a döndü,”Bunu fazla ortalıkta dolaştırmayın.”dedi.

Kılıçarslan bozguna uğrarken keyifli bir kahkaha attım.”Bencede.”dedim.Kılıçarslan,”Kırıcısın Tomris.”dedi ve yanımdan hızla ilerledi.

“Tripte atarmış,”dudağımı büzdüm,”Kaptan Kılıçarslan.”dedim alayla.

Askerler yine yanımdaydı ve bizimle toplantı çadırına geldiler.Yanı başımda Güntek bacağıma sürtündü.Gözlerimi ona çevirdim.Gitmek istiyordu.Sebebini anlamadım fakat izin verdim.Güntek hisleriyle hareket ederdi ve gitmesi gerektiği zaman giderdi.İşte bu yüzden ona engel olmak bana düşmezdi.

Yüzbaşı attan inip Komutan’ın karşısına geçti.

“Bunca seneden sonra yılların bana tekrar bir Okyanusu Muhafızını gülümseyerek karşılattığına inanamıyorum.”dedi.

Komutan da gülldü.”Neyseki yıllar yalnızca kötü şeyler getirmiyor Yüzbaşı.”

Tokalaşıp birbirlerine sıkıca sarıldılar.Bize güvendiklerini düşündüğüm an Yüzbaşı gözlerini bize çevirdi ve yüzü hemen sertleşti.”Hepsini arayın.”

Kılıçarslan,”Komutanım hadi bunları arıyorlar anladık ama beni niye arıyorlar,ben sizin öğrenciniz değil miyim?”

Komutan Kılıçarslan’ı görmezden gelip gitti.Kılıçarslan yine bozguna uğramış gibiydi.Askerlerden biri şapkasına uzandığında hızla elini ittirdi,”Orda dur bakalım,o şapkayı sen değil beyiniz gelse alamaz.

“Öyle mi Kılıçarslan?”

Duyduğum ses ile arkamı döndüm.Üzerinde kahverengi ince kıyafetler olan bir adam ve yanında iki asker buraya geliyordu.Kılıçarslan gördüğü yüz ile durdu.”Komutanım.”dedi şaşkınlıkla.

“Kim alamazıd o şapkayı?”

Kılıçarslan şaşırsa bile uakla tavrından ödün vermedi,”Ağası gelse alamaz Komutanım.”dedi.

Adam güldü Kılıçarslan şapkasını başından alıp selam verdi.”İçeriye girebilirler.”dedi adam.

Hızla Kılıçarslan’ın yanına gittim.”Kim bu?”diye sordum.

“Toprak halklarının esas komutanı.”

“Seni nereden tanıyor?”

Bıkkın bir nefes verirken Gündüz aramıza girdi.”Kılıçarslan ukala bir çocuktu Tomris.Komutan’ın cezaları da oldukça yaratıcıydı.Birkaç ay onu Toprak Komutanının yanına bıraktık.”

Keyifli bir kahkaha daha attım.”Ne biliyor musun Kılıçarslan?”kulağına eğildim,”Senin böyle yerlerde acı çekmen bana o kadar zevk veriyor ki.”

Gündüz de keyifli bir kahkaha attı.Kılıçarslan bozulmadı bile biz önden giderken arkamızdan,”Başka şeylerde bir gün bana zevk verecek.”diye mırıldandı.

Çadırın içerisi çok büyüktü.Yere serilmiş kilimin üzerinde,ahşap kaselerde çorbalar vardı ve az parça ekmek.

En başta,çok yüksek olmayan ama yine de mertebeyi belli eden bir minder vardı ve üzerinde saçlarına aklar düşmüş yaşlı bir kadın oturuyordu.Yaşlı olmasına rağmen dikti ve kaşları çatık.Kocaman kahverengi gözlerinin hemen altında iki tane siyah nokta vardı.

Bizi beklemiyorlardı ama toplantı çadırı kurulmuştu.Konuşacakları şeyler olduğu kesindi.

Sağına az önce Kılıçarslanla konuşan Komutan geçti ve soluna da genç bir kız oturdu.Askerlerin oturmasını beklerken kapı kapandı ve dışarıdan başka kimse girmedi.Komutan,”Hepiniz otururn.Toplantının yeri değişti.”dedi.

Genç kızın yanına oturdum ve benim hemen yanıma da Kılıçarslan oturdu.Kulağıma eğildi,”Sabah kellemi bu çadırın önünde görürsen bilki benim bir suçum yok.”

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.”Bunların sevimli olması gerekmiyor muydu ya?”diye sitem etmeye devam etti.

“Susman gerekmiyor muydu Kılıçarslan?”

Derin bir nefes alıp sustu.Herkes yerleştiğinde Komutan,”Sizi buraya getiren nedir?”diye sordu.Komutan Barbaros onun hemen yanındaydı.

“Öngördüğümüz bazı şeyler oldu Ertuğrul.Sende bilirsin ihtiyaç olmadıkça doğa haklarını işimize karıştırmayız.”

“Fakat artık karıştırmanız gerekiyor.”dedi yanımdaki kız.Oldukça ciddi bir kızdı.Saçları balıksırtı örülmüştü.Baş minderde oturan kadına oldukça benziyordu.Onun da gözlerinin altında siyah noktalar vardı.

Komutan ona bakışlarını sunarken,”Bana öyle bakma dayı.Biz saf dışı kaldıkça içeriye girmeye devam ediyorlar.”

“Fakat doğa halkları zorunda kalmadıkça savaşmaz.”

Kız öne doğru eğildi.”İşte tam olarak bahsettiğin zorunluluğun içindeyiz.”dedi.

Sessizce olup biteni, izlerken başta oturan kadın boğazını temizledi.Gözlerini hepimizde gezdirdi.Uzun bir süre gözlerimde takılı kaldı.

“Lütfen bunu yanlış anlamayın Komutan Barbaros fakat siz de takdir edersinizki öylesine bir sebeple buraya geldiğinize inanmak güç.Yeterli bir neden olmadan sizi bu çadırdan dışarıya dahi çıkarmam zor.”

Güvenmiyorlardı.

Komutan başını salladı.”Anlıyorum Toprak Ana.Fakat durum sandığın gibi değil,Alderomin buraya bir ordu gönderiyor.”

Yanımdaki kız,”Alderomin buraya sürekli bir ordu gönderiyor.”dedi.

“Bu sefer gelen ordu farklı varis.”

Tahmin ettiğim gibi,o kız Toprak ananın kızıydı.Benzerlik de bunu açıklıyordu.

“Bu sefer gelen orduyu püskürtemeyeceksiniz.”

Komutan Ertuğrul,”Gelen tüm orduları def edebiliyoruz Barbaros,hasar oluyor ama,”söze Kılıçarslan girdi.

“Bu seferki başka efendim.”dedi hızla.”Bu sefer gelecek ordunun başında özenle eğitilmiş bir kadın var.Ve emin olun herkesin kullandığı yöntemi kullanmayacaktır sizinle uzlaşmacı bir diplomasi izleyecektir.”

“Herkes toprak halkarının Alderomin ile anlaşmaa yapmayacağını bilir Kılıçarslan.”

“Bunu bilmemize rağmen buradyasak bu kişi gerçekten farklıdır Komutan.”

Adam kaşlarını çattı.”Ne istiyorsunuz?”diye sordu.Boğazımı temizledim,”Toprak sarsıntısını.”

Gözler üzerime döndü.”O silah kimseye verilmemek üzere önceki toprak muhafızı tarafından mühürlendi.”dedi sinirle.Başımı salladım.

“Önceki toprak muhafızlarının mühürleri,bir sonraki adım atana kadar sürer Komutan.”

Gözleri açılırken,”Toprak muhafızı olduğunu iddia eden bir sürü kişi oldu.”dedi.

Boynumda asılı olan ipi çıkardım ve mührü gösterdim.”Fakat mühür benim elimde.”

“Mührü çalmadığını nerden bileceğiz?”

Genç kız durdu,"Elbette çalıp çalmadığını şu şartlarda bilemeyiz,fakat bilebileceğimiz bir test var."

Aklıma gelen şeyle duraksadım.Yer ananın testi.Komutan Barbaros ile göz göze geldik.O bile kısa bir an durakladı.

"Bahsettiğin test yalnızca zor durumlarda kullanılır.Aksi çıktığı halde teste sokulan öldürülür."

Kız arkasına doğru yaslandı."Hala anlamadın galiba dayı,biz acil durumun tam olarak içerisindeyiz,"ayağa kalktı ve ileride,çadırın üzerine işlenmiş halıyı kaldırdı halının altında deri bir haritada üç adanın resmi vardı.

"Zaman tam iki yüz seksen iki yıldır kayıp,adalarda büyük bir soykırım var. Alderomin'in gücü bastırılamıyor Algedi korkaklık yapmaya devam ediyor,"o devam etmeden Komutan Ertuğrul ayağa kalkt,"Bir toprak varisinin adalarla bu kadar ilgili olmaması gerekir."dedi.

Kız sinirle,"Geçtiğimiz günlerde Alkurah bir kere daha bombalandı ve sen hala bana görevlerden bahsediyorsun,"ayağa kalkan komutanın yanına gitti ve aralarında birkaç santim kaldığında,"Öyle günlerden geçiyoruz ki dayı,hiçbirimiz bize verilenle yetinemeyiz."

Öfkeyle soludu ve hızla çadırı terk etti.Herkes sessiz kaldığında ayağa kalktım ve başımı Toprak anaya çevirdim,"Teste gireceğim."dedim.

Toprak ana başını salladı,Komutan Ertuğrul’a çevirdi bakışlarını,"Askerlere haber et,birlikle beraber dağa gidecek olanları hazırlasınlar."

Komutan Ertuğrul mecburiyetle başını sallayıp çadırı yavaşça terk etti.O an diğerlerinin gözlerine baktım.Mürettebatın gözlerinde gerçekçi bir şüphe ve korku vardı.Bu hissedilebiliyordu.Sadece birinin gözleri gerçekten inançla bakıyordu.Onun gözleri her zaman inançla bakıyordu.

Kılıçarslan yavaşça gözlerini kapatıp açtı,kendinden o kadar emin bakıyordu ki bir an bile şüphe etmedim.

Komutan Barbaros Toprak anaya selam vererek çadırdan çıktı.Ve biz de peşinden ilerledik.Çadırların ortasına,meydana geldik.Geldiğimiz an yine borulardan biri öttü.Tam beş kere.Bu nadir kullanılırdı,toprak muhafızının gelişine ve oluş ihtimaline dayanırlardı.Meydan oldukça kalabalık bir hal almıştı.

Gözler bize dönerken askerlerden biri,"Dinlenme çadırına alın,teste kadar fazla ortalıkta dolaşmasınlar."dedi.

Tam gidecekken biri bileğimden yakaladı ve bizi o kalabalığın içerisinden çıkardı.Hızla ilerlediği için karmaşanın içerisinde kim olduğunu görmedim.Ta ki kalabalığın içerisinden çıkıp büyük ormana girene kadar.

Kılıçarslan hızla yürümeye devam ederken başka bir şeye odaklanmış gibiydi."Nereye gidiyoruz?"diye sordum.

"Sessiz ol Tomris su bulmaya çalışıyorum."

Göz devirdim."Birazdan beni büyük bir teste alacaklar ve sen hala su bulma planı mı yapıyorsun?"

Bana cevap vermeye tenezzül dahi etmedi.Ormanda yaklaşık beş dakika daha ilerledik.En sonunda etrafı ağaçlarla çevrelenmiş bir yere geldik.

Ağaçlardan içeriye girdiğimizde ise karşımdaki manzara büyüleyiciydi.

Ufak bir şelale küçük gölete gür sesle akıyordu.Göletin suyu o kadar berraktı ki dibindeki taşlar bitkiler ve balıklar net görebiliyordu.Ağaçlar sanki göleti gizliyordu.

Kılıçarslan derin bir nefes aldı.Beni bırakarak göletin yanındaki yüksek taşa ilerledi.Üzerine oturduğunda ben de yanına oturdum.

"Burası muhteşem."dedim büyülenmiş bir sesle.

Başını salladı."Bu kadar güzel olacağını tahmin etmemiştim."

Bunu söylerken başımı ona çevirdim dikkatle bana bakıyordu.Sessizlik sardı ikimizi de.Bir süre yalnızca göleti ve içerisindeki canlıları seyrettik.

Düşüncelerim de benim içimi doldurdu.Yer ananın testi.Eğer gerçekten söylediğin değilsen ölürsün.Ve eğer gerçekten oysan etrafındaki herkesi emin kılarsın.

Ben toprak muhafızıydım.Çocukluğumdan beri yönettiğim her element bana toprağı vermişti.İçimde şüphe yoktu,çünkü olmam gereken yeri biliyordum.Gözlerimin önünde mürettebatın bakışları geldi.Onlar emin olamadı.

"Ne düşünüyorsun Toprak Muhafızı?"

"Emimim ne düşündüğümü tahmin edebiliyorsundur Kaptan."

Gülümsedi.Sol elini yavaşça kaldırdığında göletin bir tutam suyu da onunla beraber kalktı.İçerisindeki balıklar da gökyüzüne ilerleyen bu su parçasına uyum sağladılar.

"Nasıl bir çocukluğunun olduğunu bilmiyorum Tomris,ya da nasıl bir eğitim aldığını fakat bildiğim bir şey var.Bize verilen güçler öylesine verilmedi.Sen Tomris olduğun için ya da ben Kılıçarslan olduğum için değil,ruhlarımız için verildi."

"Ne demek istiyorsun?"

"Sihir bedenlere ya da isimlere atfedilemez.Güçler insanın bedenine ait değildir çünkü.Toprak,hava,su ya da ateş.Bu elementlerin hiç biri yalnızca imgeleriyle yaşamazlar.İmgeleriyle yaşasalardı yanan her ateş bizim için gücü ifade ederdi."

Eline bir taş alıp suya attı.Tam üç kez sekti."Eğer bedenlere ve isimlere gelseydi gördüğümüz her su bizim için gücü ifade ederdi.Onu hissedemezdik,"derin bir nefes aldı,"Fakat elementlerin ve sihirin ruhu vardır Tomris.Bulunduğun bedenin, ismin ya da kaderin, sihirle ilgisi yok.Yalnızca ruhunun ilgisi var.Ruhlarımızı biz doğmadan önce,yaşarken ve öldükten sonra bile hayatta kalır.Çünkü ruh,hissetmektir her zaman diliminde.İşte bu yüzden elementleri de hissederiz."

Cümleleri,okyansuun mırıldandığı güzel bir şarkı gibiydi.Sanki içime su serpiyordu.Bir an için son bulmasını istemedim ve hipnoz olmuş zihnimi tutmadım.

"Ben çocukken kalbimde hissettiğim dalgalar beni buraya getirdi Tomris.Ve sen küçükken kalbinde hissettiğin ,her nasıl bir duyguysa,o da seni buraya itti.Onları bedenlerimiz seçmedi,ruhlarımız zaten ait oldukları yerleri biliyordu."

Gülümsedim.Haklıydı,ne olursa olsun haklıydı.Kendimden bir an bile toprak konusunda şüphe etmemiştim.Ama o da benden şüphe etmemişti.Sanki beni ve tıpkı bahsettiği gibi ruhumu biliyor gibi.

Başımı olumlu anlamda salladım."Haklısın Kaptan."

Gülümsedi bu sefer ukala bir gülümsemeydi."Tabi ki haklıyım."ayağa kalktı.Ben olduğum yer de gülümserken,"Biraz daha düşünüp çadıra gel."dedi ve ağaçların arasından ormana doğru ilerledi.

Ormanın içerisinden hızla buraya gelen Güntek’i gördüm.Yanıma gelince yavaşladı ve hızla kucağıma sokuldu.Başını okşarken derin bir nefes aldım."Ne varmış ormanın içerisinde?"diye sordum.

Yalnzıca mırıldandı.Yorgun görünüyordu.Fakat onda tarif edemediğim bir enerji vardı bunu hissedebiliyordum.

Yine bir ses duydum.Başımı çevirdiğimde göletin karşısından bana bakan kızı gördüm.Toprak ananın kızı.

"O kurtu rahat bırak!"derken omzundaki oku bana doğru çekti.Tam bırakacakken sağ elimi kaldırdım ve yönünü şaşırttım.Ben sakince ona bakarken sert adımlarla yanıma geldi.

Yüzünü şaşırmış bir ifade vardı."Kurdu bırakmalısın bu bir emirdir."

"Bana emir verecek konumda değilsin varis."

Kaşlarını kaldırdı."Muhafız dahi olsan karşında bir varis duruyor."

Başımı olumsuz anlamda sallarken Güntek'in başını okşamaya devam ettim."Kitaba göre,doğuştan gelen varisi yalnzıca hisleriyle gelen muhafız geçerse emir gücü onun olur."

"Ama muhafız olup olmadığından emin değiliz öyle değil mi?"

Başımı olumlu anlamda salladım."Değiliz."dedim.

Derin ve öfkeli bir nefes alıp okunu kenara bıraktı."Burayı nasıl buldun?"diye sordu.

"Bir arkadaş gösterdi."

Gözleri Güntek'e kaydı ve yüzünde bir şaşkınlık daha oluştu."O bir sürü lideri."

Başımı olumlu anlamda salladım.Kısa süre düşündü daha sonra ise,"Ama bu nasıl olabilir?Hepsi ölmüştü."

Güntek mırıldandığında duygulandığını anladım.Kız bir kere daha şaşırdı."Üstüne üstlük algılayabiliyor o büyülü!"

"Şaşırman bittiyse özür diler misin bazı cümlelere alınıyor."

Gözleri hemen değişti,"Özür dilerim."dedi.

Güldüm."Seni affeder mi bilemedim."

"Nasıl affeder?"

"Yaklaş,"kulağına doğru eğildim,"Suyun içine girip üç tur dönersen affeder."geri çekilip başımı salladığımda o hala ciddi bakıyordu.

Birkaç saniye sonra dalga geçtiğimi anladı."Kim oluyorsun da benimle dalga geçiyorsun?"

"İşte doğru bir cümle kurdun.Tanışmamız gerekiyor,"elimi uzattım,"Tomris ben."

Kısa süre elime bakıp öfkeyle elini uzattı,"Gökçe."

"Memnun oldum Gökçe,münasipse biraz kafa dinlemek isterim."

"Ne güzel bende kafa dinlemeye geldim."

"Süper o halde ben şu tarafta kafa dinlemeyi tercih ederim."

Ayağa kalktığımda bileğimi tuttu."Tamam bekle,gerçekten kurt benim için önemli onu nerden buldun?"

Ciddi bakıyordu."Kurt senin için neden bu kadar önemli?"

"Göstermemi ister misin?"

Başımı olumlu anlamda salladım."Beni takip et."

Güntek ile peşinden giderken durdu,"O gelmese daha iyi olur."

Güntek hırlayacakken,"Burada kal."dedim ve peşinden ilerledim.Ormanın daha da içine girdik.Hatta neredeyse toprak halkının geniş adasından çıkmak üzereydik.Dağların eteklerindeydik.Bir mağara girişine geldiğimizde Gökçe,ateş yakmak için iki taşı sürtüyordu.

Elime iki tane kalın ağaç parçası alıp uçlarını ateşe verdim.Birini onun eline verdim.

Tam ağzını açarken,"Sorulara daha sonra gelsek olur mu?"diye sordum.Sessiz kaldı.Mağaranın içerisine giren dar tünel gittikçe genişledi ve derine indikçe berbat bir koku burnuma gelmeye başladı.Koku o kadar dayanılmazdı burnumu kapatmak zorunda kaldım.

Mağara İyice genişledi iki basamak aşağıda kocaman geniş bir çukur vardı.Gördüğüm şey ise donup kalmama sebep oldu.

İçeride yüzden fazla öldürülmüş kurt cesedi vardı.Berbat koku,ölülerden geliyordu.

"Burası da ne?"

Gökçe etrafa hüzünle baktı."Kurtlar toprak halkı için önemlidir Tomris.Ve Aldeormin bunun her zaman farkındaydı.Yıllardır soylarını azaltmaya çalışıyorlardı,en sonunda başardılar ve kalan son kurtları da öldürdüler."

Güntek'in de peşindelerdi.İçeriye birkaç adım attım.Bir gün Güntek'i bu halde görürsem ne yapacağımı bilemedim.İçeride kurtların karınları delinmişti.Ya da uzuvları koparılmıştı.

"Onları neden gömmedin?"

Gökçe başını olumsuz anlamda salladı.Bedenlerini bırakırsam kullanırlar Tomris.Teknolojileri çok ileride.Öncekileri yaktılar fakat daha sonra kalan bedenlerden yeni kurt canlandıracaklarını söylediler.Buna izin veremezdim,başarsalardı son lideri de alabilirlerdi."

Kanım dondu.Eğer izin verseydi bir şekilde Güntek'i ele geçirebilirlerdi.Bir kez daha farkına vardım.Savaş ve mücadele yığılımlı ilerliyordu.Onun burada yaptığı en ufak direniş bambaşka bir yerde önem kazanıyordu.Kelebek etkisi en çok savaş için geçerliydi.

"Yani onları saklamasaydın,"zorlukla yutkundum,"Güntek'i de ele geçirebilirlerdi."

Başını olumlu anlamda salladı.

"Peki kurtların bedenleri ile canlandırabileceklerini nerden öğrendin?"Şüpheyle sorduğum soruya cevap vermedi.Alderomin içerisinden bilgi sızdıramazdı böyle bir gücü yoktu.

"Çıkalım."dediğinde hızla mağaranın dışına çıktık.Derin bir nefes aldım.Gözlerim yanıyordu ve boğazım düğümlenmişti.Güntek en büyük zaafımdı.

Gökçe önden gidecekken bu sefer bileğini ben tuttum."Aldoromin’den nasıl bilgi alıyorsun?"sert söylediğim cümlenin ardından etrafta biri olup olmadığını kontrol etti.

"Sana söyleyemem."dediğinde öfkeyle tutup ağaca yasladım,"Söylememenin iki sebebi olabilir ya hainsin ya da gerçekten anlamlı bir sebebe sahipsin."

"Sana bunu asla söylemeyeceğim!"diye çıkışırken ayağımın altındaki toprağı sarstı ve sendelemem sebep oldu.Birkaç adım ilerisine gitmişken toprağı düzelttim ve bu sefer onu rüzgarla duvara yasladım.

"Eğer bana nedenini anlatmazsan,zihnine girerim ve emin ol,"yüzüne biraz daha yaklaştım,"En karanlık sırların bile ortaya dökülür."

"Bu yaptıklarını annem öğrenirse ne yapacaksın?"

"Annen öğrenemez,"dedim başımı yana yatırıp gülümseyerek,tıpkı Kılıçarslan gibi,"Çünkü hatırlamazsın."

Gözlerinden minik bir korku geçti.O an ne yaptığımı fark ettim.Karşımda bir toprak varisi vardı.Geri çekildim.Birbirimize saygı duymalıydık,kendi içimizde karışıklık çıkması en son isteyeceğimiz şeydi.Ne zamandan beri bu kadar dengemi kaybediyordum?

"Biz düşman değiliz,"dedim derin bir nefes alarak,"Fakat bana hak ver hain olmadığından emin olmalıyım."

Gökçe de ne yaptığının farkına varmış gibi gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı."Yeni tanıştığım insanlara sırlarımı vermem,"öfkeyle soludum ve tam söze girerken,"Fakat haklısın,içimizde bu kadar hain varken benden şüphelenmen normal."

"Yemin etmelisin Tomris,kimseye söylemeyeceğine dair."

Başımı olumlu anlamda sallarken,"Asla yeminimden dönmem ve sırlar her zaman bende kalır,"bilinen tekerlemeyi o devam ettirdi.

"Çünkü Toprak muhafızı,toprağın canlılarını değil sırlarını da korur."dedi,gülümsedim.

Bir boru sesi daha duyuldu.Teste girecektim.Gökçe,"Vaktimiz yok sana bunu bu ormanda söylemem doğru olmaz,gemiye geri döndüğünüzde sana bir mektup gelecek Tomris,çalışmadığından emin olacağım,sana mektubu bir baykuş getirecek."

Hızlı adımlarla ilerlerken başımı salladım.Ben giderken arkamdan seslendi."Tomris,"başımı döndüğümde,"Bayanay'ı bilir misin?"diye sordu.

Gülümseyerek başımı olumlu anlamda salladım.

*************
☾⋆

"Gökten üç elma düştü,biri anlatana,biri dinleyen biri de anlayana..."

Tarihin en derinlerinden bu günlere değin,toprak halkları dağların eteklerinde ve ormanın en sık ağaçlarla dolu bölgelerinde yaşamlarını sürerdi.

Toprak halkarının tevazusu,saygısı ve doğayla uyumu onlara bereketi verirdi.Günlerden bir gün Toprak halklarının içerisindeki hoşgörü son bulmaya yanaştığında genç bir adam bereketi geri getirebilmek için beyaz atıyla dağlara gitti.

Çünkü Toprak halkaları çok iyi bilirdi,dağların eteklerinde yaşayanlar dağların zirvesindeki dumanların üzerinde, yel ana ile gözlerdi.

Genç adam,ahaliden kimselere söz etmedi ve tan yerini bulurken dağlara dört nala ilerledi.

Geçtiği yolda minik bir akarsuyun önüne geldiğinde at, bir anda huzursuzlandı.Genç adam ne olduğunu anlamazken berrak suyun içerisinden güzel mi güzel,alımlı mı alımlı bir su perisi çıkageldi.

Genç adamın nutku tutulurken su perisi ona gülümsedi.Çünkü karışıklığın hüküm sürdüğü topraklarda birinin kurtuluş için yola çıkması onun için pahabiçilemezdi.

Genç oğlanın yüreğine de oracıkta aşık oldu.Genç oğlan hala daha sesini çıkaramazken su perisi gülümsedi,"Yolun uzun,yüreğin sağlam.Fakat yol yalnızca uzun değil aynı zamanda güç."

Oğlan hala geri adım atmadığında kız bir kere daha yüreğine hayran kaldı.

"Bir yola gideceksin,karşına ilk başta inek çıkacak.İneğin önünde üç su olacak.İneğin suyu içmesine izin verme ve yol boyunca hiçbir yerden su içme."

Adam şaşırdı lakin soru sormadı.

"İkinci olarak bir keçi göreceksin,keçinin otlanmasına izin verme.Keçi,kendin, başka bir şeyle beslemk zorunda.Fakat yavrusunu beslemek zorundasın.Kendinde yolda gördüğün hiçbir şeyi yeme."

Adam yine bir şey demedi.

"Son olarak en tepede karşına bir ejderha çıkacak ondan kurtulmak için onu beslemelisin."

Oğlan başını salladı.En sonunda,"Peki bana neden yardım ediyorsun?"diye sordu.

Su perisi gülümsedi."Sana ben yardım etmeseydim ruhlar yardım edecekti.Onlar yardım etmeseydi canlılar yardım edecekti,"su perisi oğlana yaklaştı ve elini göğsüne koydu,"doğru davalarla yola çıkanların yardımcısı ya gökten ya yerden ya yokluktan ortaya çıkar."dedi.

Bunların ardından oğlan için minik bir köprü oluşturdu.Hemen ardından ise parıltılı taşlara dönüşerek akan suya karıştı.

Oğlan başta durdu fakat devam etti.İlk başta dağın eteklerine geldi,tıpkı su perisinin dediği gibi,son düzlük alanda büyükçe bir inek vardı.

Ve karşısında tam üç bölümden oluşan bir sulak.İnek öylesine bitkin görünüyordu ve hızla sulara ilerliyordu ki adam önce ne yapacağını bilemedi.

Genç oğlan,ineğin dikkatini dağıtmak için çantasına attığı havucu çıkardı.İnek yavaşladı önce,adam da yavaşça ona ilerledi ve havuç ile sulaktan ileriye çekmeye çalıştı.İneği çektiğinde,sulağı devirecek ve bütün suyu çimene gömecekti.

İneği, iyice uzaklaştırmak için havucu karşı tarafa fırlattı.İnek hızla oraya giderken sulağa ilerledi.O tam sulağı devirdiğinde inek havucu almıştı.

Fakat tam o anda ormandan gelen iki aslan ineği paramparça etti.Oğlan önce korkuyla geriye adım attı.O korkuyla nefes alırken aslanların ikisi de kısa sürede ineği midelerine indirdiler.Daha sonra da genç adamı fark etmeden gittiler.

Oğlan, ineğin yanına tekrar gittiğinde,geriye yalnızca midesi kalmıştı.O an perinin söyledikleri geldi aklına,"Keçinin otları yemesine izin verme ama yavrusunu beslemek zorundasın."

İneğin midesini çuvalındaki minik bıçak ile ikiye yardı.İçerisinden işlenmiş otları aldı ve yavaşça küçük keseye koydu.

Yoluna devam etmek için dağın yukarısına çıktı.Çıktı,çıktı ve çıktı.O kadar yoruldu ve susadı ki çantasındaki ahşap mataraya uzandı.Tam dudaklarına değdirirken bir kartal önünden geçti ve tüm suyun yere dökülmesini sağladı.

Su yere dökülür dökülmez,orada bulunan otların kuruyup ölmesini sağladı.Oğlan şaşırdı.Çünkü suyu evinin önünden akan çaydan bizzat kendi koymuştu.Şaşkınlıkla dururken aklına diğer söz geldi.

"Kendin de yiyip içme."

Suyu kendi koymuş olmasına rağmen içmemeliydi.Dağın dik yamaçlarına geldiğinde karşısına keçi geldi.Zayıf,çelimsiz bir keçiydi bu.Otlara ilerliyordu iştahla.Oğlan,hızla keçiye koşup uzanmasını engelledi.

Keçi bir kez daha doğruldu.Yine engelledi.Ve bir kez daha doğruldu.Bu sefer de engelleyince keçi,dibinde ot bitmemiş ağacın yanına ilerledi.Orada minik bir keçi yavrusu vardı.

"Yavrusunu beslemek zorundasın."

Sözü hatırladı ve hemen çuvalından çıkardığı keseyi açtı.Yavru keçi zorlukla yedi verdiği yemeği.Oğlan,keçinin hasta olduğunu fark etti.

Tam bu sırada az önce yemesine izin vermediği annesi yanına geldi ve ani bir hareketle yavru keçiyi yemeye başladı.Adam yine neye uğradığını şaşırmışken aklına perinin kurduğu cümle geldi,"Keçi kendini başka bir şeyle beslemek zorunda."

Minik keçinin yalnızca ölmesini sağlayan anne keçi ağacın dibine yerleşti ve uykuya daldı.Geriye ise yavru keçinin minik bedeni kaldı.

Adamın aklından bir diğer cümle geldi."Karşına bir ejderha çıkacak onu beslemek zorundasın."

Üzülerek de olsa minik keçinin kalan bedenini çuvala koydu.Ve dağın zirvesine yol aldı.

En zirveye geldiğinde karşısına gerçekten büyük bir ejderha geldi.Uyuyan uykusunda oğlan ile aynı boyutta olan gözlerini aralayarak uyandı.

Oğlanın kalbi atmaya başladı.Korku bedenini sardı.Bir kere daha su perisinin sözünü hatırladı."Doğru davalarla yola çıkanların yardımcısı ya gökten ya yerden ya da yokluktan olur."

Başını kaldırdı.Ejderha kükremesini bıraktı dağın zirvesine.

Ejderha oğlana saldıracakken oğlan hızla kayaların ardına geçti ve gelen ateşten kurtuldu.Etrafına baktı,yiyecek hiçbir şey yoktu.Peri bu yüzden ona evvelden söylemişti.Ona yiyecek bir şey vermesi gerektiğini.

Çünkü dağın bu kadar zirvesine canlılar gelmiyordu.Çantasındaki minik keçinin etini çıkardı.Ejderhanın karşısına attı.Hayatı boyunca dağın zirvesine hapsolmuş ejderha,yıllar sonra gördüğü et parçası ile hipnoz olmuş gibi oraya ilerledi.Böylece mağaranın önünü açtı.

Oğlan hızlı davranarak mağaradann içeriye girdi.Ejderha her şeyin farkına varsa bile çok geçti.

Oğlan gitmesi gereken yolu gitmiş varması gereken yere varmıştı.

Ve karşısında arkası dönük,üzerinde tıpkı ejderhanın pullarına benzeyen yeşil bir kürk giyen ,bedeninde yeşil dövmelerr bulunan,uzun saçlarının üstünde ise geyik boynuzlarına sahip bir oldukça büyük adam karşıladı.

Bu Bayanay'dı.

Derler ki,geçimi ve bereketi simgeleyen Bayanay,üç farklı şekilde görülürdü.

Bunlardan ilki Bay Bayanay'dı,avcıları gözetirdi.Bunlardan ikincisi,Uğu Bayanay'dı.Balıkçıları gözetirdi.Ve üçüncüsü Tağ Bayanay'dı,dağların tepesinde ormanı gözetirdi.

Byanay ardını döndü ve beklediği kişiyi gördü."Hoşgeldin,mert oğlan."dedi.

Oğlan yine ne diyeceğini bilemez bir şekilde başını eğdi.Bayanay,"Söyle bakalım yolu nasıl geçtin?"

Oğlan başını kaldırdı,"Yolun en başında inek vardı.Suyu içmesini engelledim,ardından onu aslanlar yedi.Daha sonra ortaya çıktım,keçinin otları yemesini engelledim,ardından yavrusunu besledim.Keçi yavrusunu yiyince ejderhaya verebilmek için yavrusunun bedenini aldım.En sonunda ise ejderhaya yavrunun bedenini verdim ve mağaradan geçtim."

Bayanay gülümsedi."Peki ineğin su içmesini engellerken aslanlar tarafından yeneceğini biliyor muydun?"

Oğlan başını olumsuz anlamda salladı.

"Keçinin otları yememesi gerektiğini çünkü yaralı yavrusunu yılanlardan önce öldürmesi gerektiğini biliyor muydun?"

Oğlan yine bilmediğini gösterdi.

"Ejderhanın orada yalnızca yaşayacağı kadar beslendiğini biliyor muydun?"

Oğlan yine başını olumsuz anlamda salladı.Bayanay oğlanın gözlerine baktı,"İnek suyu içmemeliydi çünkü su zehirliydi.Keçi otu yememeliydi çünkü ot da zehirliydi.Ejderha ise Sangal'dı.Tüm bu otları ve suyu zehirleyen yaratık.Yavru keçi yaralıydı çünkü otları yemişti ve Sangal yalnızca kendi zehriyle ölebilirdi."

Oğlan gülümsedi.Fakat Bayanay ciddileşti,"Yolun en başında sen bunları bilmeden gelecektin ya kalacaktın ya ölecektin.Lakin bu yola çıkan herkes gibi gelecektin.Fakat yolun başında sana yardım eden su perisi,bu yola çıkanlardan farklı bir derdin olduğunu anladı ve sana yardım etti."

Oğlan sessiz kaldı ve anlam veremedi.

"Derdin büyüktü lakin su perisi senden öncekileri tuzağa düşürürken sana yardım ettı."

"Ama neden?"diye sordu genç oğlan,tıpkı su perisine sorduğu gibi.

Bayanay,"Çünkü yüreğini sevdi ve sana oracıkta aşık oldu.Su perileri bir insan evladına aşık olurlarsa ölüme mahkum olurlar.O da son kez sana yardım etmek istedi."

Oğlanın kalbine keder doldu.Hüzün kapladı içini.Bayanay ise büyük sopasını kaldırdı,"Ben yılların yılları Tağ Bayanay'ıyım,bu genç oğlanın yüreğini gördüm ve yolu geçmesine izin verdim.Yolu,gerçek ve samimi duygularla çıkan ilk insan evladı olduğu için ona yardım eden su perisini bağışlıyorum."

Yanlarından akan suyun içerisinden su perisi çıkageldi.Oğlanın yüreği atmaya başladı ve Bayanay,"Ormanın ve canlıların bereketi bir kez daha toprak halklarının üzerine olsun!"dedi.

Derler ki,yola çıktığında önemli olan yol değildir,yolu taşıyan ve gitmeni sağlayan yüreğindir.

"Bir varmış,bir yokmuş,anlatanla dinleyen çokmuş..."

*****************

Bayanay,toprak halkının dağların zirvesindeki gözetmeni.

Nitekim,zamanın kayboluşunun ardından bozulmuş yaratıklar gibi kaybolan efsanelerin de tozlu anılarının içinden bir efsane.

Tomris derin bir nefes aldı.Bayanay'ı bilirdi,o çok küçükken yalnızca iki yazılı nüshası bulunan bu efsaneyi okumuştu.

Emin adımlarla dağların eteklerine ilerledi.Güntek yanındaydı.Dağın eteklerine kalabalık toplanmış ve büyük bir çadır kurulmuştu.

Biraz daha uzakta üç gösterişli çadır daha vardı.Biri askerler,biri yönetim biri de misafirler içindi.

Önünde Gündüz'ün dikildiğinin misafriler için olduğunu anladı.Testten önce herhangi biriyle konuşmamalıydı.Fakat Gündüz Tomris’i fark etti ve derin bir tebessüm sundu.Tomris de ciddi duruşunu kenara bırakarak ona gülümsedi.

Karşısındaki çadırdan içeriye girdi.Çadırın içerisine resimler işlenmişti.Her biri efsaneyi anlatıyordu.Hazırlık çadırı teste girecek için son ipuçlarını taşırdı.Fakat Tomris'in buna ihtiyacı yoktu.

O,doğumundan bu yana toprağa aitti.Ruhu orayı seçmişti.Tomris'in efsaneyi bilmeye dahi ihtiyacı yoktu,tıpkı güzel su perisinin dediği gibi,"Yola çıktığında yüreğindeki sana yardımı zaten ulaştırır."

Ya da buna ihtiyaç duymadığın anı, sana verir.Tomris derin bir nefes aldı ve çadıra bırakılan kıyafetleri giydi.Siyah,dar ve kalın kıyafetlerdi bunlar.Vücudunu hem sarıyor hem örtüyordu.Masaya bırakılmış deri,kahverengi eldivenleri geçirdi eline.

Çadırdan çıktığında Komutan Ertuğrul başıyla selam verdi."Hazır mısın?"diye sordu.

Tomris yalnzıca gülümseyerek başını salladı.Kelimelere ihtiyaç duymadığınızda ya çaresiz bir andasınızdır ya da ne yapmanız gerektiğini çok iyi biliyorsunuzdur.Tomris,ne yapması gerektiğini çok iyi biliyordu.

Toprak halkı bunu beklemiyordu çünkü Bayanay efsanesi yazılı kaynağı hariç dilden dile ayrıntılı dolaşmazdı.Kimse karşısına çıkacağı tam olarak bilmezdi yola çıkarken.

Bir kez daha borular öttü.Ve Tomris ilk akarsuyu geçerek gözden kayboldu.

Gözden kaybolmasının üzerinden iki saat geçtiğinde mürettebat misafir çadırının içerisine iyice alışmıştı.Kılıçarslan rahat bir şekilde çadırın önünde yere oturmuş şapkasının gözlerini kapatacak şekilde yerleştirmişti.

Gündüz ise rahat değildi.Çadırın önünde bir o yana bir bu yana gidip geliyordu.Kılıçarslan,"Rahat ol biraz."dedi.

Gündüz derin bir nefes aldı.Kılıçarslan,"O toprak muhafızı Gündüz,bunun için doğdu."

Gündüz Kılıçarslan'ın yanına oturup dizlerini kendisine çekti."Ona güveniyorum Kılıç,fakat başka bir şeyler var."

Kılıçarslan Gündüz'ün aklındaki ihtimali çok iyi biliyordu.Fakat bu kadar olabileceğin, düşünmedi.En sonunda bıkkın bir nefes verdi,"Komutan’a sormalıyız."dedi.

Gündüz bunu demesini beklediği için başını sallayıp ayaklandı.Askeriye çadırının önüne geldiler.İki adam girmemeleri için kapıyı tuttuğunda Kılıçarslan ikisinin de zihnini yönetti.

Gündüz,"Gereksiz şov yapıyorsun,sorsak da içeri alırlardı."

"Bu kadar denetlenmek hoşuma gitseydi suda değil karada yaşardım Gündüz."

Kılıçarslan önden girerken Gündüz mırıldandı,"Kalbin karada yaşamaya başladı ama."

"Efendim?"dedi Kılıçarslan,cümleyi tam duymamıştı.

Gündüz hızla,"Bir şey yok."dedi.

Komutan Barbaros ve Ertuğrul,geniş masanın önünde ayaktaydılar.Yüzlerinde yumuşak bir ifade beklenilirken iksi de oldukça düşünceliydi.

Kılıçarslan ve Gündüz içeriye girdiğinde Barbaros,"Şimdi değil."dedi,Kılıçarslan'a bakarak.Kılıçarslan ahşap sandalyelerden birini çekip oturdu,"Yalnız Komutanım bozgunculuk çıkaracak olanın ben olduğunu düşünmeniz beni artık kırıyor.Buraya Gündüz için geldik."dedi.

Komutan şaşırdı,biliyordu Gündüz'ün aklına takılacak olan her daim önemli olandı."Dinliyorum."dedi.

Gündüz yanlarına giderek derin bir nefes aldı."Efsaneyi billiyoruz efendim,ayrıntılı nüshasını incelemesem de yolun sonunda Tomris'in bir ejderha ile karşılaşacağından eminiz."

Komutan Ertuğrul,"Eğer Toprak muhafızıysa emin ol ejderhayı devirebilir."

Kılıçarslan arkadan seslendi,"Devirmez de ateşe verir,huyu kurusun ateşe vermeyi seviyor."dedi.

Gündüz başını olumsuz anlamda salladı."Efsanelerin büyünün alt yapısını oluşturduğunu biliyoruz.Teste ve Bayanaya'da inanıyorum lakin zamanın kaybolduğu topraklardayız,zaman ilk kaybolduğunda ihanetin gölgesi önce doğayı,yaratıkları vurdu ve hepsi değişmeye başladı.Tıpkı Yelbegen gibi olağandışı yaratıklara dönüştüler.Bu da demek oluyor ki Tomris'in yukarıda göreceği ejderha Sangal olmayabilir."

İki Komutan da birbirlerine baktı.Kılıçarslan hala rahatken Komutan barbaros,"Biz de tam olarak bu ihtimali konuşuyorduk."dediğinde ciddileşerek ayağa kalktı.Komutan bile bu ihtimali konuşuyorsa gerçek olabilirdi.

Hızla bedenine dolan öfkeyi dizginlemeye çalıştı ve Komutan Ertuğrul'a,"Böyle bir ihtimal vardı ve siz test ayağına kızı gönderdiniz mi?"diye çıkıştı.

Komutan cevap vermedi.Tam o sırada çadırdan içeriye büyük bir hızla Güntek girdi.Herkes ona dönerken Kılıçarslan dönmedi.Güntek Kılıçarslan'ın yanında dikilip,tıpkı ona benzer bir öfkeyle,Komutan'a hırlamaya başladı.

"Zamanın toprak halkının efsanelerine değineceği aklıma gelmedi."

Kılıçarslan sinirle soludu,"Tepeye ne kadar sürede çıkar?"diye sordu.

Komutan cevap vermezken Kılıçarslan,"Kurallarınızı ateşe vermemi istemiyorsanız,ne kadar sürede çıkacağını söyleyin."

Komutan derin bir nefes aldı."Birazdan ejderhanın inine varmış olacak."

Kılıçarslan'ın başına ağrı girdi.Gündüz ise sakince düşünmeye çalıştı."Yanlış hatırlamıyorsam istisnaların bulunduğu kitapta bu konu ile ilgili bir yazı olacaktı."dedi.

Komutan başını salladı askerlere seslendi,"İstisna kitabını getirin!"

Birkaç dakikanın ardından karşılarına bir kitap geldi.Komutan sayfaları karıştırırken teste ait olan bölümü buldu.Elli sayfayı hızla incelerlerken Gündüz,"Durun bu sayfa."dedi.

Açtıkları sayfanın başında,testin yaratıklarının olağandışı durumlarına ait bir yazı yazıyordu.

Güntek ve Kılıçarslan yan yana durmuş ateş püskürüyorlardı adeta.Gündüz sesli okudu,"Yaratıkların,olanaklı durumda ejderhanın olağandışı olduğu durumlarda ikinci ve üçüncü muhafızlar,ki bu muhafızlar herhangi bir elemente ait olabilir,teste sokulan toprak muhafızına yardım edebilir."

Kılıçarslan keyifli bir kahkaha attı."Müthiş,birkaç dakikaya en tepeye çıkmış olurum."dedi.Büyü kullanacka ve kısa sürede en tepeyi görecekti.

Hızla çadırdan çıktı.Karşısında gördüğü kişi ile tadı kaçtı.Alaz,neler olup bittiğini öğrenmek için çadırdan çıkmıştı.Kılıçarslan,"Çekil karşımdan."dedi,hızla gitmek için.

O gitmeden Alaz kolunu tuttu,"Bana nasıl davranman gerektiğini öğrenmelisin, Kaptan."

Kılıçarslan alaycı bakışları ile Alaz'a baktı,"Kime nasıl davranacağımı ancak ve ancak ben belirlerim."sertçe ittirdi Alaz'ı.

İşte tüm bunları uzaktan izleyen Barbaros'un aklına Kılıçarslan'ın katiyyen hoşnut olmayacağı bir fikir geldi.Yavaşça yanlarına ilerleyip,"Siz ikiniz,"dedi sert bakışlarıyla,Kılıçarslan duruşunu dikleştirdi.

"Kılıçarslan,"dedi Barbaros keyifle,"İstisna kılavuzundaki maddeyi bana bir kez daha söyler misin?"

Kılıçarslan söylemek için ağzını açtı fakat Komutan'ın gözlerindeki bakıştan anladı tam inkar edecekken komutan ona sertçe bakmaya devam etti.

"Yaratıkların,olanaklı durumda ejderhanın olağandışı olduğu durumlarda ikinci ve üçüncü muhafızlar,ki bu muhafızlar herhangi bir elemente ait olabilir,teste sokulan toprak muhafızına yardım edebilir."

Alaz ile birbirlerine bakarlarken Komutan,"O halde birkaç dakika içerisinde yola çıkmak için hazırlanın."dedi ve alanı terk etti.

Hazırlık çadırının önünde baş başa kalan ikilinin arasından hala ses seda çıkmıyordu.Bu bakışmaya Güntek de katılmış, üçüncü bir kişi olarak gerginlik oluşturuyordu.

Kılıçarslan öfkeyle soludu ve Alaz'ın önünden geçerken,"İzninle,prensesimi ejderhanın ininden kurtarmaya gidiyorum."dedi.

Alaz alayla güldü."Geceleri yeşil bir deve de dönüşüyor musun?"

****************


 

Naberrrrr

Nasıl gidiyor?

bölüme bir sürü şey ekliyorum bir olay bitene kadar bölüm bitiyor hadi hayırlısı.

Kılıç bey prensesinizi kurtarırken bize de uğrar mısınız rica etsek?

Bu arada bu bölümdeki efsane de yine türk mitolojisinden Bayanay'a ait.Efsanelerin hikayelerini ben yazıyorum yalnızca imgeleri mitolojiden alıyorum normalde Bayanay'ın böyle bir hikayesi yok.

Herr neyseeee

sizi çok seviyorum ve öpüyorum.

 

 

"Zamanı sakın kaybetmeyin."

Bölüm : 19.06.2025 21:25 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...