
"Helena,"diye iç geçirdi Barbaros.Yanında,yeni uyanmış Günkut ise ona ciddiyetle bakıyordu.Gece uyandığında Barbaros'u bulamamıştı.Bu kadar kritik bir görev üzerindeyken nasıl olur da dikkatsiz davranabilirdi?
Gür bir sesle,"Barbaros!"diye bağırdı.Sesi,o kadar gürdü ki Barbaros yerinden sıçradı.Ne olduğunu anlamaya çalışırken,"Gece nerdeydin?"sorusu ile karşı karşıya kaldı.
Kısa bir an geceyi düşündü ve aklı yine uçup gitti.Gülümseyerek başını tekrar koltuğun sert yastığında bıraktı."Cennetteydim Günkut."dedi.
Günkut sinirlenmeye devam ediyordu,"Nasıl bir görevin içinde olduğumuzu bilmiyor musun Korsan,kendine gel."
Barbaros kendinden oldukça emin bir şair adası ile,"Savaş üzerinde hayatını sürdürenler aşık olamaz mı Günkut,aşık olmayı en çok bizler hak ediyoruz."dedi.
Günkut,derin bir nefes aldı."Ne saçmalıyorsun,plan yapmalıyız."
Barbaros birşey diyemedi.Günkut derin bir nefes aldı.Yalkı'nın bahettikleri geldi aklına.Neler yapması gerketiği geldi.Ve içinde bir yerlerde hissediyordu,düşündükleri kadar basit olmayacaktı.
"Dağhan,Algedi'nin içerisinde örgütlenen başka topluluklardan bahsetti,"bu esnada ayaklandı Günkut,ateşin üzerinde duran demliği aldı ve iki bardağa doldurdu.İki parça da ekmek vardı masada."ne için toplandıklarını bilmiyoruz Barbaros ama bir direniş planladıkları kesin."
"Neden dirensinler ki,onlar sessiz kalanlar Günkut.Halkın bürokrasiden haberi mi var sanıyorsun?"
Günkut başını olumsuz anlamda iki yana salladı."Halktan değiller,Algedi'nin ordusundanlar.Ya da eski askerlerden.Neyi savunduklarını bilmiyoruz."
Hanın ahşap merdivenleri gıcırdadı.İnen Dağhan'dı.
"Onlarla işbirliği yapamayız.Birçoğu Alderomin ile ortaklık yapıyor.Amaçları adaleti aramak değil,güce ulaşmak.Algedi'yi sevmiyorlar."
Koca bir boşluktaydılar sanki.Ellerinde harita var mıydı,yoktu.Ellerinde bir bilgi var mıydı,yoktu.Sadece Yalkı'nın gördükleri vardı.Ateşin onlara fısıldadıkları.
Neyseki o fısıltılara inanacak iki kişi bile yeterliydi tüm bu zamanın yokluğunu fırsat bilenleri korkutmaya.
Günkut derin bir nefes aldı,"Bir şeyler düşüneceğim."diyerek sert ama sakin adımlarla çıktı handan.Barbaros ise durumun ciddiyetinin farkındaydı yalnızca tüm bu karmaşa da narin bir çiçek büyütür gibi itina ile göstermek istiyordu sevgisini.
Günkut,sabahın erken saatlerinin vaad ettiği rüzgarı hissetti.Biraz yürümek istiyordu,toprağıyla konuşmak istiyordu.Çünkü o,Toprak Ana'ydı.Cevaplar onda değilse kimse de değildi.Ya da yalnızca ona doğuşundan gelen bir sakinlik verdiğindendi bu inancı.
Kollarını arkasında birleştirdi.Şimdiden özlüyordu doğup büyüdüğü topraklarını.Alkurah'ın zeytin ağaçlarını.
Yavaş adımlar onu,şehir hayatının ilerisindeki bir çiftliğe götürdü.Tabi,Günkut bunu fark edemeyecek kadar gergindi.
Yaşlı bir kadın sesi duyduğunda başını kaldırdı."Genç adam,oğlum şehre indi samanları taşımama yardım eder misin?"
Günkut etrafı kontrol etti.Kadının ona muhtaç bakışlarını görünce de gülümsedi,"Elbette."Çitin kapısını aralayıp üst üste dizilmiş samanların yanına gitti.Saçlarına aklar düşmüş,beli bükülmüş duran kadın,"Çok sağol evladım,bu günlerde senin gibi yiğitlere rastlamak zor."
Günkut gülümseyerek işine başladı.Samanların hepsini taşıdığında başlarını yerlerinden çıkarmış atları gördü.Hayvanların her biri öylesine kutsal ve doğayla uyumluydu ki onları sessizce izlemekten alıkoyamazdı kendini çoğu zaman.
Lakin içlerinde bir tanesi vardı.İnce boynu tüm heybetine rağmen zarifti ve upuzundu.Tüyleri ışıkta parlarken beyaz rengi altın sarısına çalıyordu.Günkut adeta hayran kalmıştı bu muhteşem hayvana.
Yaşlı kadın başını kaldırdı.Şaşırmadı bu görsele,zaten o atı kim görse bu tıpkı bunun gibi bir hayranlık kuşanırdı."Güzel,değil mi?"
Günkut başını salladı.Sevmek için elini uzatırken kadın,"Uzatma elini."dedi sakin bir sesle.Günkut anlam veremedi."Neden?"
"Nice gencin elini ısırarak kopardı,evcil bir at değil."
Günkut gülümsedi."Atlar zaten evcil hayvanlar değildir hanımefendi.Onlar yalnızca bağ kurdukları kişiye sadakat gösterir.Bu kadar güzel bir hayvanın evcil oluşu beni üzerdi."
Kadın gülümsedi."Sen buralı değilsin."dedi.
Günkut ciddileşti,söyleyip söylememek arasında kaldı ama karşısındaki yaşlı kadına güvenmeyi seçti.Başını salladı,"Buralı değilim."
Kadın hızla,"Alkurahlısın sen."dedi.
Günkut şaşırdı ağzını açacakken,"Korkma,Algedi üzerinde bir toprak muhafızının olmadığını bilecek kadar bilgi sahibiyim."
Günkut yine şaşırdı ve geriye bir adım attı,"Bunu nasıl anladınız?"diye sordu.
"Ona öyle bakıyorsun ki,duyduğun hayranlık sende coşku uyandırmıyor.Yalnızca sakince selamlıyorsun."
Kısa bir sessizlik aldı bu anı.Aralarından rüzgar esti.Kadın,"İsmin ne senin?"diye sordu.
"Günkut."
Kadın bir kere daha gülümsedi."İsminin anlamını biliyor musun Günkut?"
Başını salladı.Kut inancını sürdüren azınlıktan biriydi ailesi.Alkurah da fazla olsa da Algedi'de devam ettiğini bilmiyordu.
Yaşlı kadın,"Al,şuradaki havucu o ata ver."dedi.
Günkut önc durakladı.Gözleri ata kaydı.Korkmuyordu,bu yüzden gidip havucu aldı,at ile arasında iki adım kaldığında başıyla selam verdi.At önce kokladı hemen ardından kabul etti havucu.
Günkut keyifle gülümserken başını okşadı.Yaşlı kadın,"Ahalteke,"deid ve derin bir nefes aldı,"sırtına sadece yüreğinde al bayrağı taşıyan,,yiğitleri alır."
Günkut başını salladı.Kadın,"O artık senin."dediğinde başını çevirdi."Bunu kabul edemem,belli ki o çok değerli."
Kadın hızla,"Değeri para mı?"diye sordu.
Günkut başını olumsuz anlamda salladı."Hayır,asla değeri parayla biçilemez hiçbir canlının ki parayla biçilemez."dedi.
Yaşlı kadın duvara yasladığı bastonu aldı ve Günkut'un yanına ilerledi.Elini Günkut'un göğsüne yasladı,"buranda atan kalp ile değer biçtiklerin zaten senindir oğlum."dedi.
O gün,Günkut yolun geri kalanında ve daha ilerisinde ona dostluk edecek olanı bulmuş gibiydi.Şüphesiz kalbindeki doğru, ona bu dostluğu getirmişti.
İçindeki sıkıntı yavaşça uçup giderken atın eyerinden tuttu ve çiftlikten çıkardı.Ne kadar zaman geçtiğini bilmezken hala tepede olan güneşi gördü.Kısa süre sonra çiftlik gözden kaybolduğunda at hareket etmedi.Günkut'un onun üzerine binmesini istiyordu.
Günkut başta tereddüt etse de kendinden emin bir şekilde kolunu uzattı ve üzenginin ölçüsünü aldı.Ayağını geçirip dizginleri eline aldığında sanki uzun zamandır bu atı tanıyor gibiydi.
Sağ topuğunu vurdu ve atın hızına kendini bıraktı.Bu,tüm buhranına arasında özgür rüzgarları elinde bedeninde hissettiği ve umutla dolduğu ilk andı.
Yeşil ovalara giderlerken at,o kadar hızlıydıki Günkut kendini ona kaptırmıştı.Keyifli bir kahkaha attı.Bu at,onun kaderiydi belki de.Onunla karşılaşacağı ezelden belliydi.
Ne kadar süre geçtiğini bilmeden dörtnala ilerledi Günkut.Lakin karar verme vakti yaklaşıyordu,at ile kaldıkları hana gitme kararı aldı.
At sakinleşip yavaş yavaş ilerlerlerken siyah,ortalama bir atın üstünde ona yaklaşan yabancıyı gördü.Üzerinde siyah bir pelerin vardı.
Temkinli bir şekilde etrafını kontrol etti günkut.Atın üzerinden inip hançerini sıkıca tutut çünkü karşısındaki kişi ona hızla geliyordu.
Adam yaklaştıkça yaklaştı.Kısa süre sonr atından inip beraberinde yürümeye başladı.Günkut derin bir nefes alırken toprağı sarsmaya hazırdı.
Ama buna gerek kalmadığını karşısındaki adam pelerinini açınca fark etti."Dostlara da mı hançer uzatılıyor?"deid Kara gülerek.
Günkut da hançeri yerine sokarken güldü ve birbirlerine sıkıca sarıldılar."Dostlara hançer uzatılmaz."
"Buraya nasıl geldin?"
"Dumanla,limanlar eskisinden çok daha sıkı.Dumanla gelmemize rağmen oradaki yokluğumuzu her an fark edebilirler."
Yürümeye başladılar,atları tutarken.
"Peki ya akademi,ikinci kademe öğrenciler,onlar ne durumda?"
Kara üzüntüyle başını iki yana salladı."Saklanabilenler saklandı.Geride kalanlara yardım etmeye çalıştım.Lakin birçoğu alıkonulup götürüldü.Alderomin’in kuzeyinde kurulan yeni bir deney merkezinden bahsettiklerini duyduk."
Günkut başını salladı."Ellerindeki gücü büyü ile birleştirdiklerinde neler olabileceğini düşün."dedi.
Kara üzüntüyle karşısına baktı.Günkut uzaklara dalınca onun omzunu sıvazladı."Zeytin ağaçları güvende.Yakmak istediler ama izin vermedim."
Günkut umutla döndü dostuna."Bu iyiliğini asla unutmayacağım."dedi.
Beraber hana vardıklarında içeriden ışıklar sızıyordu.İkisi de birbirlerine şaşırarak baktı.İçeride İse manzara gayet olasıydı.
Çakır ve Barbaros keyfile otururken diğer askerlerle gürültülü sohbetler ediyorlardı.Birkaç tanımadık kişi daha vardı,çoğunun takılarından korsan oldukları belliydi.
Barbaros,"Hoşgeldiniz Günkut bey.Gözümüz yollarda kaldı."derken çok keyifliydi.Günkut yine de ciddiyetini korudu.
"Bu gürültü ne,dışarıya ışıklar sızıyor."
Çakır, gülümseyerek Günkut'un yanına gitti,"Otur bakalım kardeşim,bir şey olursa ben seni korurum söz."dedi ve omzundan tutarak oturmasını sağladı.
Barbaros ise anlattığı anısına devam etti.
"Sonra arkamıza bir döndük,kocaman su yılanı bize bakıyor.Biz zannediyoruzki Emre arkadan kafasını kesecek.Sonra bir baktık,Emre yılanın ağzında."
İçeride kahkahalar koparken Barbaros ayağa kalktı ve kılıcını aldı.
"İki adım attım,tam kafasına yaklaşırken kılıcımı çıkardım ve tam kafasına ilerlerken,"Dağhan ayağının altındaki halıyı çekti kendine doğru,Barbaros ise gerisin geri düştü.Herkes bozuntuya uğrarken koca bir kahkaha attı."Kendimi yerde buldum,çünkü zaten kuyruğunun üzerinde duruyormuşum."
Ve içerisi yine kahkahalara boğuldu.Günkut bile yüzlerce kez dinlediği bu anıya güldü.Dostluğu hissetti bu küçük anılarda.
Gün ilerledi ve güneş yerini aya bıraktı.Günkut,sakince otururken dışarıya kulak kesti.Bir at sesi geliyordu dışarıdan.Bağladıkları atlar olduğunu düşündü ama hemen ardından cama atılan taş ile irkildi.
Diğerleri fark etmezken hızla ayaklandı.Çakır hemen ardından,"Nereye gidiyorsun,Günkut!"diye bağırdı.
"Önemli bir şey değil atlara bakacağım."dedi hızla.
Gıcırtılı kapıyı ardında bırakıp temkinli bir şekilde hanın arkasına ilerlerken elinde hançer vardı.Lakin karşısında,pelerinin arasından uzanan kıvırcık saçlarıyla siyah gözlerine ayı sığdırmış gibi bakan kadını gördü.
"Günkut."dedi kadın fısıltılı ama neşeli bir sesle.
"Yalkı."
Yalkı,kendini tutamayıp hızla Günkut'un boynuna atladı.Günkut ise ani bir dürtüyle sıkıca sarıldı,yüzünü kıvırcık saçların arasına gömerken.
"Burada ne işin var?"
"Çakır ve Kara önden gittiler.Onların ardından duman süzgeçlerini çalıştırdılar.Yeni bir teknoloji olduğu için aralarından sızabiliyoruz ama çok daha uzun sürüyor."
Karşısında hızla konuşan kıza uzun uzun baktı Günkut."Neden,seninle bir gün ayrı kalmak bile bana bu kadar zor geliyor."diye sordu Günkut.
Yalkı başını yana yatırdı.Gülümseyerek bakarken kollarını Günkut'un boynuna doladı."Madem Alkurah'da değiliz,"dedi gülümseyerek,"o halde ne sen Toprak Muhafızı Günkut'sun ne de ben Ateş Muhafızı Yalkı'yım."
Günkut gülümserken yanağına düşen kıvırcık tutamı arkaya itti narince."Olsak ne olur ki,ruhum seni dumanların arasında gördükten sonra."
Alınlarını birbirlerine yasladılar.Toprak,tüm bu olanlara yine sessizce şahit oldu ve rüzgar aralarından esti.Kısa,ama o kadar güzel bir andı ki.
İkisi de daha ne kadar böyle duracaklarını merak ederlerken bitmemesi için dualar da edebiliyorlardı.
"Seni seviyorum."dedi Yalkı gülümseyerek.
Günkut sessizce kabul edip uzun uzun baktı.Dudakları narince Yalkı’nın alnını buldu.Ne de çok özlemişti onu.Ne zamandır bu haldeydiler?Son birkaç yıldır mı?
Hayır,Günkut çocukluğundan beri sessizce Yalkı’yı izledi ve tıpkı doğanın ahnegi gibi vakti geldiğinde onu kabul etti.
"Takip edilmediğinden eminsin öyle değil mi?"diye sordu Günkut.
Yalkı başını salladı."Güzel,"Günkut yalkının elini sıkıca tuttu,"hadi içeriye geçelim rüzgar şiddetlenmeye başlıyor."
İkisi de usulca içeriye girdiğinde ise bu kadar büyük sevgilerin,anıların ve ruhların geçtiği hanın penceresine uzaktan bakan bir karanlık vardı.
Yüzünde sevimsiz bir sırtış ile ışıkları bir bir söndürmeye yemin etmiş olan birinci kademenin varisi,bu defa karşısındakilerin zaaflarını biliyordu.
Kehanetler yalnızca onu yazabilirdi ve yalnızca onun uğruna saklanıp yok edilebilirdi.Kurulan bu düzeni bozabilecek kimsecikler geçemezdi onun köprüsünden.
Deneyenler olmuştu ama her biri yıkılıp gitmişti tarih sahnesinden.O ise buradaydı,ve kendini tarih sahnesine koca bir ihanet ile kazımıştı.Yüzyıllarca süren bir ihanet,Boris'in ihaneti.
***********
Ufuk,bize eskileri hatırlatır.Ve tüm bu sonsuzluğun içerisinde küçücükken dahi, anılarımızın büyük parçalar oluşturabileceğini.
Okyanusun sesi bazen bir ninni,bazen korkunç bir aslanın kükremesi bazen ise her çaldığında ruhu titreten pianonun melodileri gibidir.Üstelik bu piano yalnızca düşünceliyken, ruhumuz uzaklaşmak isterken yavaşça gelir kulağımıza.
Çağrı'nın ruhu şimdi çok uzaklarda gibiydi.Sessizce düşünürken kapalı havayı seyrediyordu.Başını arkaya yasladı.İçindeki sıkıntıya bir türlü çare bulamıyordu.
Tam da bu sırada içindeki sıkıntıya ve kayıplara çare bulamayan bir başkası ilişti yanına.Alaz,yorgun gözlerle bakıyordu,yorgunluğu diline de vurmuş olsa gerek tek kelam etmeden sakince Çağrı'nın yanına oturdu.Ekim ayı geliyordu,hava soğuyordu.
Dalgalar coşarken ve gemi sallanırken rüzgar da acımadan esiyordu yüzlerine.Çağrı,önüne koyduğu küçük ahşap masanın üzerindeki bardağa biraz daha çay doldurdu.Yeşil bir bitki çayıydı bu.Kendini toparlamaya çalışıyordu.
"Çay içmek ister misin?"diye sordu Alaz'a.
Alaz başını sallarken o da ufku seyrediyordu.Bu büyülü ışık onları alıp uzaklara götürmüştü.İşte dengenin en çok hüküm sürdüğü yer burasıydı.Çok bakarsan seni alıp uzaklara götürür ama ruhunun buna ihtiyacı var.
Alaz,kuruyan boğazından geçen sıcak sıvı ile yaşadığını hissetti."İyi misin?"diye sordu Çağrı.
Alaz ise başını olumsuz anlamda salladı."Onu kaybedene kadar kimseyi tanımadığımı ve hiçbir yere ait olmadığımı düşünürdüm.Ama zaman öylesine büyülü ki kısacık olsa bile bize birilerini verebilyor."
Çağrı başını olumlu anlamda salladı."Aidiyet için bize gereken canlılar ya da yerler değildir,"elini kalbine götürdü,"kalbimizin atmayı en çok istediği,kendini bildiği yerdir."dedi.
Aralarına esen rüzgar sessizlik ile buluştu.
"Ne zamandır bu gemidesin Çağrı?"diye sordu Alaz.
"Bir süredir."
"Burayı nereden buldun?"
Bu defa gülümseyen Çağrı oldu.Ellerini iki yan açtı."Hiçbirimiz bilmiyorduk bir gün aynı çatı ve aynı fikir altında toplanacağımızı.Üstüne üstlük bana kalırsa Kaptan da bilmiyordu.Bizi,kayıp olan zaman bir araya getirdi."
"Bundan nasıl emin olabiliyorsunuz,işaretler,kehanetler ,onlar nasıl size umut veriyor?"diye sordu Alaz merakla.
"Umut etmek öyle bir şeydir ki inanmak için gerçek sebeplere ihtiyaç duymazsın.İşte biz de böyle bir dönemin tam ortasındayız.Elimizden hiçbir şey gelmez derken heybemize sadece umudu koyabiliriz.Umut,beraberinde inancı getirir."
***************
Tomris
Zaman,kendini kum saatinin minik tozlarına doldurdu.Ortadan kaybolurken onu alıp götürene Tempus dediler.Bizler ise Tempusu arayanlar olduk.
Derin bir nefes daha aldım.Bu,sayısız iç çekişlerime bir yenisi eklendi demekti.
Gözlerimi yorgunlukla araladığımda ne olursa olsun dinlenmiş hissetmiyordum.Kılıçarslan haklıydı,güç toplamalıydım.
Ülgen beklemezdi.Ve bizler de soğuk havanın getirdiği rüzgar karşısında yıkılamazdık.
Ayağa kalkıp yüzümü yıkarken bedenimdeki ağrıyı unutmaya çalıştım.Saçlarımı sıkı sıkıya topladım.Hava gittikçe soğuyordu.Neyseki şöminem sabaha kadar yanmıştı ve odam hiç soğumamıştı.Gece vakti sönmesi gerekirdi lakin sönmemişti.
Güntek hala uyuyordu.Üzerime kıyafetlerimi geçirip kalın,gri bir kazak giyindim.
Korkular bizleri yavaşlatır.Onlarla hayatta kalsak dahi cesur yaşamak için sayılarını azaltmamız gerekir.İşte bu,düşünmem ve odaklanmam gerekendi.
Su ile bu kadar sıkıntı yaşayarak kaderi değiştiremez zamanı bulamazdım.Çünkü her şeyin başında su,zamanın özetinden beri buradaydı ve değişmemişti.
Büyük haritayı ahşap masanın üzerine açtım.Bu,elimdeki en ayrıntılı harita örneklerinden biriydi.Çünkü yalnızca fiziken var olanları değil,efsanelerle anlatılanları da kırmızı bir tebeşir ile çzebilmiştim.
Çıkmaza düştüğümüzde nereye gidecektik?Bulunduğumuz dünya yalnızca üç adadan ve Biham adalarından ibaret değidli.Başka adalar da vardı.Birçoğu Alderomin kontrolündeydi ve yerli halk dışında kalabalık değildi.
Hepsinin stratejik birer konumu vardı.
Toprak halklarının ise birçok bölgesi vardı.Harekete geçemiyorlardı.Okyanusun halkları çoktandır istila altındaydı.Gözlerim tek bir yere çarptı.Atmosferin üzerinde,beyaz kalemle çizilmiş ince çizgiye.
Hava kürenin halkı.Başımı iki yana salladım.Onları acil duruma yerleştiremezdim,onlar gerçekten de bir efsaneden ibaretti.Ne savaşta ne sonrasında,zaman kaybolduğundan beri sayıları git gide azalmıştı.
Nerede olduğu bilinmez,sislerin dumanların arkasındaki dağlardan farklı sislerin ve dumanların tam içerisinde bir ada vardır.Tüm adalardan farklı.Oraya Toprak Ana’nın yalnızca ruhu ulaşır.
Yine başımı iki yana salladım.Kapım tıklatıldığında ciddiyetimi bozmadım."Gir."derken haritayı yana doğru katladım.Lakin Kılıçarslan'ı görünce başımı kaldırmam gerekti.
"Uyumam gerekiyordu."dedi kaşlarını çatarak.
"Uyku hak edilir Kaptan."dedim hızla.
"Uyku hak edilir Kaptan."diye beni tekrar etti sesini incelterek.Ona kaşlarımı çatarak baktım fakat elindeki tepsiye gözlerimin kaymasıyla çatık kaşlarım yumuşadı ve yerini şaşkınlık aldı.
"Sen iyice şımardın."
Başını yana yatırdı."Sen de bana uyum sağla diye seni şımartıyorum.Daha ne istiyorsun?"
"İstemez,bu kadarına gerek yok.Komutan’ı çağır tekrar yola koyulmamız gerekiyor."
Tek kaşını havaya kaldırdı ve haritanın hemen yanına tepsiyi bıraktı."Sen bana emir mi veriyorsun?"
"Hala alışamadın herhalde."
Başını iki yana salladı."Alışamadım ama alıştırabilirsin."dedi gülümseyerek.
Göz devirmemek için zor dururken arkama yaklaştı ve haritaya eğildi.Katladığım kısmı açıp incelemeye başladığında nefesi boynuma çarpıyordu.
Eline kenara koyduğum tüylerden birini aldı ve mavi renkli mürekkebe dokundurup haritaya geçti."Harita bir korsan için çok önemlidir fakat bu önemim hayati zorunluluğunu göz önünde bulundurmak gerekir."
Nefesini verip dikkatle haritanın üzerindeki su bölgelerine götürdü elini."Su halkları bu kadar kısıtlı değil.Hatta element halklarının en kalabalıkları."
Birkaç bölük çizip üzerlerine isimlerini yazdı."Her şeyin en kötü ihtimalini,iyimser düşünerek bilmek zorundayız.Her şeyin yanıp kül olduğunu ve geride sadece gemiyle koca okyanusta kaldığını düşün,işte o zaman haritaları ve yıldızları bilmen gerekir."
Sekiz sualtı adası daha çizdiğinde sakince onu dinliyordu.Diğer tüyü aldı ve bu sefer kahverengi mürekkebe daldırdı."Adalar düşündüğümüzden daha fazla.hatta hiç bilmediğimiz bir merkez var.Yalnızca Alderomin'in seçilmiş kişileri biliyor.Bereketli topraklara benziyor ama iklimi çok daha sıcak ve insanlarıyla farklı dilleri konuşuyoruz.Kalabalıklar,neredeyse Algedi kadarlar.Çok değerli madenleri var ve Alderomin teknolojileri için bunlar gerekli.Aynı madenler Algedi ve Alkurh'da da vardı.Fakat oradakilerden daha zengin.Alderomin ise çok düşük ücretlerle bunları sağlıyor."
Haritadaki Altay dağlarının ardında büyük bir toprak parçası çizdi.Burası,onun bahsettiği yerdi.
"Nasıl ucuza mal ediyorlar?"
Kılıçarslan gülümsedi."Alderomin medyayı yönetiyor.Üç ada da farklı çağları yaşarken o ada, Alderomin ile aynı çağı yaşıyor.Fakat yönetim Alderomin’in elinde.Medya,ekonomi,bürokrasi her yerde adamları var.Böylece dışarıdaki ticaretten haberleri yok."
Bu sefer başka bir tüyü aldı ve kırmızı mürekkebe değdirdi.Yüzünde bir gülümseme oluştu."Tpkı hava halkalarının bilinmeyen adası gibi bizim için bir ada var."
Anladığım şey ile gülümsedim cümleye Kılıçarslan başladı."Altay dağlarından ileride,Tuna nehrine kadar bir yurt var."
O gülümserken cümleyi tamamladım."Altaylardan Tunaya aynı güneş doğar,Altaylardan Tunaya sadece bir ses yankılanır,"Kılıçarslan çizerken devam ettirdi.
"Altaylardan Tunaya her taşta izi ve her rüzgarda nefesi vardır o milletin."
Elini tutarak kalemi ilerlettim,"Ve başkentine Ötüken derler."
"En güzel ırmaklar,en güzel yiyecekler,en güzel rüzgarlar orada eser."
"Ne dersin bir gün oraya gider miyiz Toprak Muhafızı?"
Gülümsedim."Gideriz Kaptan,gideriz."
Gözlerini bana çevirdi.Kısa sayılamayacak kadar uzun ama uzun sayılamayacak bir süre kadar baktı bana.Farklı bi şeyler görüyordu sanki.Sevdiği bir şeyler.
Bir anda geriye çekildi ve haritayı kapatıp önüme elinde getirdiği tepsiyi bıraktı."Ye bunları."
Göz devirirken kapıya doğru ilerliyordu."Yemezsen ben yediririm Toprak Muhafızı."
"Yürü git Kaptan,manyak mısın nesin?"
Keyifle gülümsedi ve kapının kulpunu tuttu."Manyağım,dengesizim,sorunluyum,sıkıntılarım var,"gülümseyerek başını yana yatırıp,"ben,sen ne dersen oyum Tomris."
Kapıyı çarpıp çıkarken önümdeki tepsi ile baş başa kaldım.Gerçekten de bu aptal herifin dediği gibi kendimi zorlamam gerekiyordu.Kaptan Kılıçarslan beni manipüle falan mı ediyordu?Saçmalama Tomris.
Yemekten sonra yavaşça kapıyı araladım.Güverte ıslak ve hava kapalıydı.Yağmurlu günlere yaklaşıyorduk.Kaldığım odanın üzerinden uzanan çatının altında Alaz oturuyordu.
Sessizdi,dalgındı ama birçok şey düşündüğüne emindim.Yavaş adımlarla yanına ilerleyip oturdum.
Kısa süren sessizliği bozan da yine bendim."Nasıl hissediyorsun?"
Mimiksiz yüzünü bana çevirdi."Hiç gibi."
Başımı yana yatırarak onu izledim.O ise dalgın düşüncelerini dinlemeye devam etti.Gözlerim ona her baktığında koca bir yalnızlık görüyordu.Tıpkı bundan yıllar önce hissettiğim gibi.Hayır,onun durumu çok daha farklıydı.Ben,kendimi bilebiliyor ve güçlü bir duruş sergileyebiliyorken o bunu yapamıyordu.Üstelik benim tanıdığım insanlar vardı,Okyanus annem vardı.
İşte o an,kendimi yalnız hissettiğimde onun yaptığı gibi Alaz'ın omzunu sıvazladım.Gözleri yine bana kayarken bu temas karşısında kendini zor tuttuğu her halinden belli olan gözyaşları usulca aşağıya indiler.
"Yalnız değilsin Alaz.Bazen,çok öncesinden değil ansızın bulduğumuz insanlar da bizim ailemiz olabilirler."
Ansızın yıkılan bir bina gibi başı omzuma düştü hıçkırıklarını tutamadan ağlarken sırtını sıvazlamaya dveam ettim."Zaman her şeyi iyileştirebilir ama önce onu bulmamız gerekiyor."
Başını salladı.Bu şekilde bir süre geçirdik.Ne kadar olduğundan emin değilim.Ama Alaz'ın ağlaması minik iç çekişlere ardından da sessizliğe büründü.Ayrıldığımızda başını kaldırdı ve gülümsedi."Teşekkür ederim."dedi.
"Özür dilerim."dedim kısık bir sesle.Bu sefer mahcubiyet gözlerimi aldı.Başını iki yana salladı."Sorun değil,"derin bir nefes aldı,"çocukların suçlarının büyük sonuçları olmamalı."
Uzaktan bir ses geldi,"Konuşmanız bittiyse Komutan,Tomris'i çağırıyor."dedi Berkay onun aksine sakin bir sesle.
Başımı sallayıp ayağa kalktım.Rüzgar hala üzerime eserken derin bir nefes aldım.Ne garipti ki okyanusun tam ortasındaydık,su toprağı kokutamazdı ama o huzur verici koku burnuma geliyordu.
"Neredeler?"diye sordum Berkay'a.
"Kaptan köşkündeler.Gündüz de orada."
Başımı salladım.Kaptan köşkünün kapısını aralayıp içeriye göz attım.Bu sefer Kılıçarslan önündeki harita ile ilgileniyordu.O kadar dalgın duruyordu ki beni fark etmedi.Yüzüme bir sırıtış yayılırken onu inceledim,gerçekten anlatılan korsanlar gibi değildi.
Saçları dağınıktı ama siyah boğazlı kazağının rengi hiç solmamıştı.Hemen altına giydiği siyah pantolonu da ütülenmiş ve dümdüzdü.Kazağının kollarını geriye doğru çekip masaya yaslandı.
Hemen karşısındaki tekli koltuğa yerleşip bacak bacak üstüne atarken de hala beni fark etmemişti."Ne haritası bu Kaptan da bu kadar odaklandın?"
Yine yüzünü bana kaldırmadan gülümsedi.Mavi gözleri parlıyordu sanki."Seni fark etmeyeceğimi mi sandın Toprak Muhafızı?"
Kaşlarımı kaldırdım.Ayağa kalkıp yanına gittiğimde haritayı hızla kapattı."Neyi kapatıyorsun sen öyle Kaptan?"dedim hızla.
Haritayı eline alıp havaya kaldırdı."Tomris görmene gerek yok."derken bir kere zıpladım."Versene sen onu bana."
Sağ elimi hafifçe oynatarak parşomeni havaya kaldırdım.Ama o benden hızlı zıplayıp havada yakaladı."Kaptan ver şunu bana!"
"Hayır Tomris görmene gerek yok!"
"Kaptan!"
Sesim yükselirken kapı tarafından bir ses geldi.Kollarım Kılıçarslan'ın omzunda kalırken Gündüz gözlerini kocaman açmış bize bakıyordu.
Kılıçarslan,"Açıklayabilirim."dediğinde Gündüz hüsrana uğramış gibiydi.
"Neyi açıklayacaksın?"gözlerini bana çevirdi ve sesimi taklit ederek,"Kaptan!"dedi.
"Hayır,yani Gündüz,"diye açıklama yaparken hemen ardındaki Komutan ile göz göze geldim.Kollarımı çekerken Kılıçarslan,"Komutanım."dedi.
Gündüz hala gözlerime bakıyordu.Komutan da şaşkındı hatta günler sonra ilk defa gülümser gibi oldu.
Hepimizi sessizlik alırken oluşan ortam karşısında ağlamam mı,gülmem mi gerekiyor bilemedim zira herkes birbirine bakıyordu sırasıyla.
En sonunda Komutan,"Her neyse,"dedi toparlamaya çalışarak,"özel hayatınızı başka yerde yaşayın."dediğinde Gündüz tuttuğu gülüşünü daha fazla tutamadı.
"Hayır,tabiki öyle bir şey yok."dedim hızla,"siz de, gemiye bir tane kız geldi hemen böyle düşünmeye başladınız.Saçma sapan işler."
Ayrılıp masanın etrafındaki sandalyelere oturduk.Başımı Kılıçarslan'a çevirdiğimde salak salak sırıtıyordu.Neye sırıtıyordu bu çocuk şimdi?Sorunlu muydu?O da yanlış anlaşılmıştı, en az benim kadar, utanması gerekiyordu.
Başına yavaşça vurdum,"Salak salak sırıtma Kaptan."dedim fısıldayarak.
Cevap vermeden önüne baktı.Bu hali beni sinirlendirirken derin bir nefes aldım.Ardından söze Komutan girdi,"Nasıl Tomris,daha iyi hissediyor musun?"diye sordu.
Başımı salladım,"Ben iyiyim.Bir şeyim yok."
Kılıçarslan bu defa ciddileşti."İyiyim diyebiliyor ama kimse güçlü bir kara büyüden sonra çok iyi olamaz.Hemen devam edemeyiz bir süre daha açık okyanusta dinlenelim,bizi bulamazlar."
Gündüz,"Kılıçarslan haklı."dediğinde ona ciddi misin der gibi baktım.
"İkiniz de Ülgen'den haber geldiğini unutmuş gibisiniz.Ben iyiyim,yola devam etmemiz gerekiyor."
Kılıçarslan başını hızla iki yana salladı."Sadece sen bile durmamız için yeterlisin.Ama mürettebatı düşünmeliyim Tomris,onlar da dinlenmeli.Daha zor işler yaptık ama birbirimizi kaybetme korkusuyla bu kadar yüzleşmedik.Ya da Ülgen'den haber hep gelmedi."
Gündzü ekledi."Alaz'ın durumu da belli.Savaşamayacağı kesin,onu gemide bırakıp işlerimize devam etmemiz de imkansız görünüyor."
Başımı hızla iki yana salladım."Yola koyulmamız gerekiyor,bizim zamanımız yok."
Kılıçarslan derin bir nefes aldı."Ateş muhafızlarının adasında ayakta çok zor duruyordun Tomris.Kısa sürede geçebilecek bir şey değil.En azından on gün dinlen."
Gözlerim kocaman açıldı."Saçmalıyorsun Kılıçarslan,on gün çok uzun bir süre."
Kılıçarslan tam ağzını açacakken Komutan söze girdi."Ne kadar sana hak versem de Kılıçarslan,"gözlerini bana çevirdi,"Tomris haklı."
Kılıçarslan ayağa kalktı,"Dinlenmesi gerekiyor ne olursa olsun.Kara büyünün ne kadar acı verici bir şey olduğunu ve-"devam etmeden Komutan sözünü kesti.
"Sana hak veriyorum,savunma yapmanın bir anlamı yok.Ama durum böyle değil.Bekleyecek fazla süremiz yok.Tomris yorgun ama bu haliyle bile oradan kaçıp gelebildi."
"Güçlü olması dinlenmemesi gerektiği anlamına gelmez."
Kılıçarslan'a başımı çevirdim."Çok duygusal düşünüyorsun,devam etmemiz gerekiyorsa ederiz.Sorunları göz ardı ederek."
Gündüz sessiz kalıyordu.Kılıçarslan ise sinirleniyordu.En sonunda Komutan’ın dediği olacaktı.
"O zaman bir şartım var."dedi Kılıçarslan,yüzünü bana çevirirken.
Ne saçamlayacağını merak ederken gerilmiştim.Hatta ters ters bakmaya başlamıştım.Bu adamdan her şeyi bekliyordum.
"Öyle büyük bir şey değil Tomris."dedi ben bunları düşünürken.
"Sen benim zihnimi mi okuyorsun?"
"Sen açıyorsun."
"Oku diye açmıyorum."
"Açmasan da okurum."
"Okuyamazsın."
"Okurum."
"Yeter bu kadar,"Komutan sinirleniyordu,"söyle Kılıç ne şartın varmış."
"Gayet basit,Tomris sözümden çıkmamak için yemine edicek."
Yüzümü hızla ona çevirdiğimde burnu havada,kendinden oldukça emin bir şekilde bakıyordu."Pardon?"dedim şaşkınlıkla.
Arkasına yaslandı ve kollarını başının arkasında birleştirdi.Ukala gülümsemesi hiç silinmez iken,"Ben şartımı söyledim.”dedi.
Gözlerim Komutan'a döndü."Hayatta kabul etmem, ben doğdum doğalı kimsenin sözünü dinlemedim!Bu benim adıma ters!"
Komutan sessizdi Kılıçarslan'a döndü ve bıkkın bir nefes verdi."Neden istiyorsun bunu şimdi?"
"O da söyledi,hayatında kimsenin sözünü dinlememiş ,şimdi bir şey olsa ben yerinde dur desem durmaz,Komutanım bakın her şey bu kızın sağlığı için diyorum size."
Elbette ki bunu mantıklı bulmayacaktı."Saçmalıyor değil mi?"
Komutan bir bana bir Kılıçarslan’a baktı.Gülümseyecek zannederken ciddi bir tonla,"Kılıçarslan haklı."dedi.
"Ne,"hızla ayağa kalktım,"böyle bir durum söz konusu bile olamaz."
"Kılıçarslan'ın fikri tabiki mantıksız ama haklı yanları var Tomris.Gerçekten sağlığını yok sayılabilecek bir potansiyelin var."
"Kabul etmiyorum."dedim hızla.
Komutan,"Karar sizin ama şunu unutmayın yola koyulmamız gerekiyor bekleyecek vaktimiz yok."
"Böyle bir şey asla olmayacak."
Kılıçarslan hala ukala bi tavırla gülümsüyordu."Olmazsa yola falan koyulmayız."
"Komutan'ın sözünden çıkamazsın."
"Ben, bu geminin Kaptanıyım Toprak Muhafızı,o benim eğitmenim ama üstüm değil.Gemi bana bağlı benimle hareket ediyor.İstersem herkesi atarım sadece sen ve ben açık okyanusta kalırız."duraklayıp düşündü,"aslında müthiş bir fikir."
Komutan yavaşça ayağa kalktı,"Hemen karar verin bekleyemeyiz,"ona hüsrana uğramış bir şekilde baktım kendini tutamayarak güldü,"yani şimdi bu şartını kabul mu ediyorsunuz?"
Ellerini iki yana kaldırdı."Kaptan o ve bizim hareket etmemiz gerekiyor."
Öfkeyle solurken Komutan kapıdan çıktı.Kapının ardından ufak bir kahkaha duyduğuma emindim ama kanıtlayamazdım.Başımı çevirdiğimde Kılıçarslan hala oradaydı.Bacaklarını masaya koyup birbirinin üzerine attı,kollarını önünde birleştirdi.
"Yani Tomriscim ne karar aldık bakalım?"
Bu sefer Gündüz’e baktım.O da ellerini iki yana kaldırdı.
Sandalyeye oturdum,"Şimdi sen gerçekten kabul etmezsem gemiyi kaldırmayacak mısın?"
Başını olumsuz anlamda salladı.Gündüz'e baktığımda gözlerini yavaşça kapatıp açtı,yapar demek ister gibi.
"Bunun intikamı ağır olacak Kaptan."
"Merakla bekliyor olacağım."
"Normal şartlarda kimseye böyle bir yemin etmezdim."
"Ne mutlu ki normal şartlarda değiliz bende kimse değilim."
"Kim olduğunu sanıyorsun kimseden başka?"
"Ben senin Kaptanınım Tomris."
Başımı iki yana salladım."Görürsün sen kimin Kaptanı olduğunu."
Bacaklarını aşağıya indirip sağ kolunu uzattı."Hadi yemin edelim,"Gündüz’e baktı,"Şahitlik et."
Öfkeli nefesimi verirken bana yaklaştı."Elinizi rica edicem Toprak Muhafızı."
Elimi yavaşça elinin üzerine koydum."Parşömenin içindeki hikayelerin yerini bulana kadar Kaptan Kılıçarslan'ın sözünden çıkmayacağım,"sertçe ona bakarken kaşlarını kaldırdı.
Mecburen tekrar ettim.O ise devam etti.
"O ne derse onu yapacağıma,asilik çıkarmayacağıma ve ortalığı ateşe vermeyeceğime."
Tam tekrar etmek için ağzımı açarken beni durdurdu."Ya da dur,ortalığı ateşe vermen hoş oluyor.Bunu eklemeyelim."
"Eğlencen mi var,yemin ediyoruz burada."
"Eğlencem var tabiki Tomris,seninle çok eğleneceğiz."
Göz devirdim."O,ne derse onu yapacağıma,asilik çıkarmayacağıma,bunların olması durumunda,yeminin bozulması takdirinde ise,güçlerimi bir hafta kullanmayacağıma."
Elimi geri çekecekken sıkıca tuttu."Saçmalıyorsun,güçlerimi kullanmamam çok tehlikeli olur."
"İyi ya işte,senin gibi akıllı bir kız güçlerini kaybetmek istemez Toprak Muhafızı böylece sözümden de çıkmazsın."
Dişlerimi sıkarak da olsa söylediklerini tekrarladım.Aynı anda,"Yemin ederim."dediğimde sıkıca tuttuğu elimi yavaşça gevşetti.Acıtmamıştı ama hiç kaçamayacak gibi tutmuştu.
Bu defa Gündüz,"Şahitlik ederim."dedi.
İşte tam o an tutsaklığımın ilk dakikaları başlamış gibiydi.Kılıçarslan elini geri çekti ve,"Tamam Gündüz,Dündar'ın anlattıklarını Tomris'e anlatalım ve yola koyulalım."dedi.
Kaşlarım çatıldı."Dündar'ın anlattıkları mı?"
"Tabiki de."
Kısa bir süre durdum ve öfkeli bir nefes alıp verdim,"Zaten yola çıkacaktın değil mi Kılıçarslan?"
Başını olumlu anlamda salladı."Bunu bilerek yaptın!"
Yine başını salladı.Gündüz bu defa çok daha suçlu bakıyordu."Ve sen de ona yardım ettin."
"Ama Tomris,"Gündüz’ün sözünü kestim."Şu parşömenleri en hızlı şekilde bulalım ondan sonra ikinizi de bu gemide süründürmezsem adım da Tomris değil."
Kılıçarslan dümene ilerledi ve hızla çevirirken,"Tomris yeter bu kadar,arkadaşımın vicdanıyla daha fazla oynama."
Ağzımı açıp cevap verecekken başın çevirdi."Bir şey mi diyeceksin Toprak Muhafızı?"
"Bunun bedelini çok ağır ödeyeceksin."
Hızlı adımlarla köşkten çıkıp ardımdaki kapıyı sertçe çarptım.Tam bu sırada karşımda Dündar duruyordu.
"Tomris?"dedi şaşkın bir sesle,"ben de tam sana dumanı nasıl yakalayacağımızı anlatmaya geliyordum."
Başımı çevirdim,"Yani yola çıkacağımızı biliyordun."
"Başka bir seçenek mi vardı?"
Uzun süre yüzüne baktıktan sonra,"Hadi gel güverteye geçelim."dedi.
O önümden giderken adımlarımdan öfke çıkıyordu.Fakat öfkem yerini intikam duygusu ile dolduruyordu.Öyle bir intikam almalıydım ki o aptal pis Korsan pişmanlıktan ağlamalıydı.Hatta benden özür dilemeliydi.Hatta,"Tomris."
Ben bunları düşünürken bana seslenen Dündar'ı duymamış olmalıydım."Sen iyi misin?"
"Muhteşemim."
"Güzel,o halde beni iyi dinle."
Karşılıklı sandalyelere oturduk,ortamızda küçük masanın üzerinde iki boş kupa vardı.
"Dün gece,sen uyuduktan sonra Kaptan ile bu plan üzerinde çalıştık.Ateş muhafızları bir şeyleri gizlemek için dumana verir ve bu duman yalnızca onlar isteyince gelir kendileri dahi nereye gittiğini bilmez.Dumanı ateş muhafızı olan bile bulamaz çünkü kişiye özeldir."
"Bunları zaten biliyorum."
Başını salladı."Bildiğini biliyorum bunları söyleme sebebim sana öğretmek de değil zaten.Sadece nasıl çözdüğümüzü göstermek."
Kaşlarımı çattım."Nasıl yani?"
Elinde duran deri,kalın kitabı masaya bıraktı."Dün gece,daha önce bulduğumuz kitaplar arasında araştırma yapıyordum.Elime bu kitap ulaştı, Büyünün Efsaneleri.Aslında uzun zamandır bildiğim bir kitap ama şimdi inceleme fırsatım oldu."
Yapraklarını çevirdi,birkaçı kabarmıştı."Bunu nerden buldunuz?"
"Kayıtlara göre daha önce gittiğimiz bir su altı kütüphanesinden."
Karıştırırken bir sayfayı açtı.Siyah mürekkeple yazılmış yazıların bazı kısımları deforme olmuş olsa da okunabiliyordu.Bazı yerler ise mavi bir mürekkep ile tamamlanmıştı.
"Bak,"gösterdiği yerde bir çizim vardı,"bu bir kopuz,ama bildiğimiz kopuzlardan değil.Kitap,Göktürk alfabesi ile yazılmış."
Gözlerim yazılara kaydı,gülümseyerek Dündar'a baktım."Bu kopuz çalındığından kaçmakta olan dumanı yakalar."
Başını salladı."Peki onu nerden bulabiliriz?"
"Kitap yalnızca eşyalar hakkında bilgi veriyor."
"Ama benim bir tahminim var."bu defa ses Kıvanç'a aitti.Elindeki sandalyeyi çekip yanımıza oturdu.Kalın kitabı ortaya koydu,"Alfabe gerektiği yerde büyük bir şifreye dönüşebiliyor.Bu kitap başlı başına çok kıymetl bilgiler içeriyor, kimse bulan kişinin hemen ulaşmasını istemez."
İki kitabı da masaya koyup birleştirdi.Diğer kitap alfabelerle doluydu.Ama karşısında bilinenin aksine çeviriler yoktu.Numaralar, ve şekiller vardı.
"Bu elimde gördüğünüz kitap yıllar önce bizzat ben tarafından yazılmaya başlandı.Bu,en başından beri bulduğumuz pek çok kaynağın diliyle uyumluydu.Elbette alfabeleri çözümlemek kolay ama şifreli ve tılsımlı olanları arka planda büyük sırlar taşıyor."
Eliyle sayfayı gösterdi."Bu da göktürk alfabesinin ki."
Dündar,Kıvanç'ın omzunu sıvazladı."Sen muhteşem bir zekasın."
"Ne demek abimiz senin yolundan gidiyoruz."
Dündar,Kıvanç'ı omzunun altına alıp başını sıvazladı."Bunları Kaptan'a iletelim,dumanı bulmak düşündüğümüz kadar zor olmayacaktır."
*************
"Bereketli topraklar,ezelden bize vaad edili.Ve bizler,haklarımızı geri almak için her şeyi yapma hakkına sahibiz.Şüphesiz büyük Alderomin zaferi karşısında kimse baş kaldıramaz."
Netan,bu sabah, içinde farklı bir duyguyla uyanmıştı.Tarif edemeyeceği kadar farklı.Bu yüzden uyanır uyanmaz eline "Büyük Alderomin Toprakları"kitabını aldı.Bir kere daha hatırlamak için,hırsını körüklemek için.
Çünkü ayakta kaldıkları yegane şey,uçucu bir hevesten farksız olan hırstı.
"Amca."dedi Açelya,ağzından çıkan buhar havaya karıştı.
Netan başını çevirdi.Soğuk havaya rağmen üzerindeki ince kıyafetle balkonda duruyordu."Hoşgeldin Açelya."dedi duygusuz bir sesle.
"Çakır geldi,"Açelya sözüne devam etmeden Netan biliyor olduğunu göstererek elini kaldırdı."Bilgim var."
"Kehaneti bulamazlar ama bu,her yolu denemeyecekleri anlamına gelmez."
Netan başını sallarken ufka baktı.Okyanus, bugün oldukça koyu görünüyordu.Gökyüzü ise sisli ve kapalı.Bu yüksek,ihtişamlı,konforlu saraydan bile iç karartıcı manzaralarla karşılaşılabiliyordu.
Açelya omuzlarını indirdi ve amcasının karşısındaki sandalyeye oturarak söze girdi.
"Bir şeyler yapmalıyız.Tomris,o kaçabilmiş düşünebiliyor musun amca?Kimse Boris'in kara büyüsünden kaçamazdı."
Netan'ın kaşları çatıldı.Bu detayı atlamış olmalıydı."Boris'in elinden mi kaçmış?"
Açelya başını olumlu anlamda salladı.Netan şaşkınlığını silip atarken karşıdakilerin arkasındaki gücü biliyordu.
Bulunduğumuz zamanda güçlü olanlar geçmişten güç alırlar ve köklü geçmişler bugünün gücünü getirir.Günkut ve Barbaros'un,daha nicesinin de böyle bir geçmişi vardı.Nasıl olduğu bilinmez kurdukları ipten duvarın ilmekleri o kadar sıkıydı ki içerisindekileri koruyordu.
"Çakır nerede?"
"Yasak sarayda,kimse izini bulamasın diye oraya yerleştirdim.Kara öldüğü için elimizde büyü anlamında çok bir şey kalmadı amca.O Alaz denen çocuk da onlarla birlikte."
Netan bu defa gülümsedi.Çoktandır planladığı muntazam icatlar ve gelişmiş teknolojileri neredeyse büyü ile yarışabilirdi.Bu defa hazırlıklı olduğu yerden gelmişti.
"Büyü işini endişe etme,teknolojimiz kafi gelecektir.Geçtiğimiz günlerde Okyanus halklarından birinin daha gücüne erişebildik.Unutma Açelya,doğa halkları bizim en büyük kaynağımız.Onların büyüsü çok güçlü."
"Biliyorum."dedi Açelya.Sessizce uzağa bakarken, söyleyecek bir şeyleri olduğu kesindi.
Netan,"Ne söyleyeceksin?"diye sorduğunda bir an bile düşünmeden söze girdi.
"Kurtlar amca,onların uzun zamandır peşindeyiz.Öldürülenleri bile bulamıyoruz.Her biri saklanıyor.Lider kurtun kimin elinde olduğu da aşikar."
"Tomris mi?"
Açelya başını salladı.
"Toprak halklarının kurtları son şansımız,bedenlerinin yok edilmediği kesin,yanmadıklarını biliyoruz ama izlerini de bulamıyoruz.Toprağa gömseler dahi kalıntılarından çıkarabilecekken izlerini bulamamak çok aşağılık amca."
"Ne demeye getiriyorsun?"
"Carlos,"dedi Açelya hızla,amcası yine kaşlarını çattı,"Ona bu kadar güvenmemelisiniz.Bizzat kızı toprak halklarının varisiyken."
"Tüm bunlardan haberim olduğu halde güveniyorsam emin ol vardır bir bildiğim Açelya."dedi Netan otoriter bi sesle.
"Vardır bir bildiğim,vardır bir bildiğim,"Açelya ayağa kalktı,"sürekli bunu söylüyorsun amca.Ama uzun süredir kurtları bulamıyoruz.O kurtlar,şu anda çok daha önemli kurdu yönetmek Tomris'i yönetmek demek."
"Eskiden bu kadar hırsla Korsandan bahsederdin,şimdi ne oldu da o kıza bu kadar bilendin."
Açelya geriye doğru bir adım attı."O kız ,bana bir yenilgi verdi amca bunun benim için ne demek olduğunu en iyi sen biliyorsun.Çünkü bana sen öğrettin."
"Hırsını takdir ediyorum Açelya,"Netan sandalyeyi gösterdiğinde Açelya tekrar oturdu,"ama Tomris'i bu kadar düşünmemelisin o henüz kısa sürede burada.Korsanı ise yıllardır tanıyorsun onu alt etmek senin için daha kolay olacaktır."
Açelya bunu biliyordu ama kafasını kurcalayan düşünceler vardı.Kılıçarslan'ı yenilgiye uğrattığına mutlu olmalıyken onun gözlerindeki kaybolan hırsı ve kendinden eminliği hatırlardı.Kılıçarslan değişiyordu.
"Carlos hakkında bir daha böyle bir şey konuştuğunu duymak istemiyorum.Bilmediğin şeylerin üzerine gitmemelisin."
Açelya bu defa öne doğru eğildi," Beni tanımıyormuş gibi konuşuyorsun amca,"ayağa kalkarken Netan'ın gözlerinin içine baktı,"buraya gelmek için kimleri feda ettiğimi ve kendi kanımdan olanları nasıl öldürdüğümü sen biliyorsun.Basit konularla ilgilenerek kendi dikkatimi dağıtmam ve benim ilgilendiğim konular alelade konular olmaz."
"Yeter bu kadar,çıkabilirsin."dedi Netan.
Açelya sinirli olsa dahi başıyla selam verdi ve hızlı adımlarla çıktı.Sarı saçlarından neredeyse alevler çıkacaktı.Üstelik büyük koridordan geçerken Carlos'u görmesi öfkesini daha da arttırdı."Komutan Açelya."deivid Carlos başıyla selam vererek.
Elinde birkaç mektup vardı.
"Carlos,"dedi Açelya sakinleşmeye çalışarak,"elindekiler nedir?"
"Bizzat Başkan Netan'a götürmem gereken birkaç mektup."
"Görmek istiyorum."
Carlos başını olumsuz anlamda salladı."Maalesef buna hakkınız yok."
Açelya tek kaşını havaya kaldırdı."Senin hakkın olup benim hakkım olmayan bir şeyin varlığından mı bahsediyorsun Carlos?"
Carlos gülümsdi."Maalesef Komutan,bizzat Başkanın özel kaleminin okuyabileceği ve himayesinde olan mektuplar bunlar."
Açelya etrafına baktı.Ardından büyük bir çeviklik ve hızla Carlos'u duvara yapıştırıp boğazına hançeri dayadı.Aralarında çok az bir mesafe varken fısıltıyla,"Senin yerinde olsam Carlos,"nefes verdi öfkeyle,"Mektuplar konusunda daha dikkatli olurdum.Ve bu adanın en kıdemli Komutanına karşı çok daha saygılı konuşurdum,çünkü günü geldiğinde o Komutan senin ayağını kaydırabilir."
Carlos korkmadı bile.Sadece gülümsedi."Elbette Komutan Açelya."
Açelya öfkeyle onu bırakıp gözlerine son kez baktı.Hızlı adımlarla koridordan çıkarken adımları adeta yeri sarsıyordu.
Ona kimse saygısızlık edemezdi ve küçümseyemezdi.Buna tenezzül dahi edemez istemediği biri ise bu sarayda nefes alamazdı.
O,hızla saraydan ayrılırken Carlos Netan'ın odasına doğru ilerliyordu.Her zamanki gibi üzerindeki,ona birkaç beden büyük, kahverengi pantolonunu ve yine birkaç beden büyük üstünü giyinmişti.Başındaki melon şapka da oldukça eskiydi.Burada üniforma giymesi zorunlu kılınmayan nadir kişilerden birisiydi.
Kapıyı tıklatması ile Netan'ın gir diyen sesi bir oldu.Başıyla selam verip şapkasını çıkardı Carlos.
Netan bu defa masasına yerleşmiş kağıtlarını karıştırıyor.Carlos yanına geçip oturduğunda masasına mektupları bıraktı.
Netan birini eline alıp incelemeye başladı.
"Hepsi Seronadan mı?"
Carlos başını olumlu anlamda salladı."Hepsini çevirdim geri kalanı sizin takdirinize kalmış."
Netan gülümseyerek mektupları okumaya başladı."Başkan, madenleri gemiye yakın tarihte yükleyecekmiş karşılığını ise şimdi istiyor."
Carlos güldü.Netan,"Bizim için sorun olmazsa paraya daha erken ihtiyaçları varmış."dedi ve keyifle kahkaha attı.
"Bir çuval altının bizim için ne kadar az değerli bir şey olduğunu bilmemeleri ne acı değil mi Carlos?"
"Öyle efendim."
Netan başını salladı."Onlara,bu parayı peşin veremeyeceğimizi ancak bir ay olan süreyi iki haftaya indirmek için çabaladığımızı söyle.Dostlukları için de teşekkür et."
"Emredersiniz."
Netan eline kalemini almış birkaç belgeyi incelerken,"Başka söyleyecek bir şeyin var mı?"diye sordu.
Carlos başını olumsuz anlamda iki yana salladı."O halde gidebilirsin."
Carlos,şapkasını tekrar başına takarak kapıdan çıkacakken Netan,"Carlos,"diye seslendi.
"Buyrun efendim."
"Son zamanlarda Açelya'nın aklına bizzat takılmış bir durum var ve bence de oldukça önemli bir mesele."
"Nedir efendim?"
"Kayı Toprak Halkının kurtları.Onların yok edilmediğine eminken izlerine rastlanılamıyor."
"Doğru söylüyorsunuz efendim başarı kazanılamadığını duymuştum."
Netan başını salladı."Bu konuyla özel ilgilenmeni istiyorum gerekirse bağlantılarını araya sok.Ama Açelya'ya bu konuda istihbarat ver."
"Komutan Açelya ona yardımcı olma fikrimi hiç beğenmeyecektir efendim."
Netan başını salladı."Bir şekilde o kurtlara erişin Carlos."dedi otoriter bir sesle.
Carlos başıyla selam verip yavaşça odayı terk etti.uzun koridorlarda yürürken adımlarından yankılanan ses gerçeği fısıldamıyordu.
*************
Tomris
Altay dağları ve Tuna nehri arasına bir yurt var.Üzerinde tek bir milletin ruhunun dolaştığı.O toprakları her düşündüğümde gülümserken şimdi ise zihnimin en köşelerinden bir ses oraya,Kılıçarslan ile gitmeyi hayal ediyordu.
Zhinimi durdurmaya çalışıyor ve bunu düşünmesini istemiyordum ama durmuyordu adeta.Başımı iki yana salladım.O aptal korsan bana kimsenin ettiremeyeceği bir yemini ettiriyor ve daha sonra aklımda güzel kalıyordu.Hayır,bu olmamalıydı.
Açık okyanusun üzerinde ilerlemeye devam ediyorduk.Mürettebat Kaptan ile toplanmıştı.Zannedersem bu bir eğitimdi.Bende katılmak isterdim lakin sözünden çıkmamam gereken ukala aptal bir korsancık vardı.
Göz devirdim.Güntek'in başını okşadım."Aptal Korsan."dedim homurdanarak.
Güvertede yalnız başıma oturmuş okyansu izliyordum.Bende çalışmak istiyordum.Büyümü olabilecek en kötü senaryoya hazır hale getirmek istiyordum.
Tam bu sırada bir şahin sesi duydum.Başımı kaldırdığımda geriye giden saçlarım gözlerime vuran ışığı engelleyemedi.Işığın ardından üzerimde daire çizen Bozdoğan’ı gördüm.
Heybetli kanatlarıyla süzülerek güvertenin kenarına iniş yaptı.Pençelerini ahşaba sardığında gagasında tuttuğu mektubu gördüm.
Komutan'a olmalı diye düşünürken Bozdoğan mektubu bana uzattı."Bana mı?"diye sorduğumda başını sağa yatırdı.Temkinli bir şekilde mektubu alıp üzerindeki yazıya baktım.
"Toprak Halkının Varisi Gökçe'den,Toprak Muhafızı Tomris'e."
Etrafımı kontrol edip bir tehlike olup olmadığından daha doğrusu Kılıçarslan'ın buralarda olup olmadığından emin oldum.
Mektubu açıp kağıdı elime aldım.
"Sevgili Toprak Muhafızı.Sen gittiğinden beri Toprak Halkı birbirinden yoğun günlerden geçiyor.İşte bu yüzden sana yazmam gereken mektup gecikti.Lütfen bunun için Toprak varisini affet.
Gerçekler özellikle bulunduğumuz zamanda,olmayan zamanda,çok fazla gizlenmemeli.
Bugün,sakladığım kurtlar için çok daha endişeliyken sorduğun soruya cevap vermem gerekiyor.
Bana,"Alderomin'den nasıl haber alıyorsun?"diye sormuştun.
Bunun sebebi sevgili annemin bundan uzun zaman önce doğa halklarından olmayan biriyle yaptığı evliliktir.Benim bir melez oluşumun da yegane sebebi budur.Babam,bizzat Alderomin sarayında.Lakin bu mektubun yalnızca senin eline geçmesi gerekiyor işte bu yüzden Bozdoğan'ı bekleyeceğim.Ve senden tek bir ricam var,mektubu yok et.Seni,sonraki günün,gece yarısında,Kuzey toprak halklarının adasında Alkaevli boyunda bekliyor olacağım.Yalnız geldiğinden ve hain olmadığımdan emin ol.Bu defa yazılar, bir kanıt taşımamalı.
Toprağın Melez varisi,Gökçe."
Elimdeki mektuba bakarken düşüncelerime değinen şeylerden biri bu yolda kimseye güvenemeyeceğimi hatırlamaktı.Lakin bana bu mektubu yazan kıza karşı duyduğum güven ile çelişki içerisindeydi.
Onunla görüşmeye gidecektim,emin olabilmek için.Çünkü o,benden kilometrelerce uzaktayken Kurdumu alıkoymalarını bir şekilde,bilerek ya da bilmeyerek engellemişi.
Ben bunları düşünürken ayaklanıp odama doğru ilerledim.İçeriye girer girmez kapıdan esen rüzgarın söndürdüğü şömineye uzandım ve sağ elim ile ufak bir ateş yaktım.
Mektubu içine doğru atarken ardımdan bir ses geldi."O mektupta nedir Toprak Muhafızı?"
Derin bir nefes alıp başımı çevirdiğimde Kaptan hemen arkamda kollarını önünde birleştirmişti."Siz Korsanlar kapı çalmak nedir bilmez misiniz?"
"Peki sen kaptan Kılıçarslan'ın gemisinde ondan habersiz mektup almanın yasak olduğunu bilmez misin?"
Gözlerinde merak varken ciddiyetle,"Ne vardı o mektupla?"diye sordu.
Birkaç adımla ona yaklaştım.”Peki sen Toprak Muhafızı’nın sözlerine uymak zorund aolmadığını bilmez misin?”
Dudağının bir tarafı yavaşça kıvrıldı.Yüzlerimiz arasında santimetreler varken şöminede yanan ateş yüzümüze yansıyordu.
“Sevgili Toprak Muhafızı,sözümden çıkmaman gerektiğini unutuyorsun.”
Başımı yana yatırdım,”Yalnızca kısa bir süre için,”nefes alıp verdim ve bundan sonra gözlerindeki ışıltıyı gördüm.”Kendine kısa süre için çok güveniyorsun,”kulağına yaklaştım,”Sevgili Kaptan.”
*****************
Öhömm.
Kaptana yakıyoruz bugün.Ah be Kılıç.Bulaşmayacaktın Tomris'e.
Herneyseee çoook geç kaldı farkındayım yoğun bir tıkanma yaşadım açıkçası okulda çok büyük bir organizasyonun başındayım,bu sene 11.sınıf olmam ingilizce kursları dersler derken de zihnimi çok zor boşalttım.Artı olarak başka okulların etkinliklerine de katılıyorum.
Her neyse önemli olan buluşabilmek.
Sonuç olarak sosyal medya ile de çok zor ilgilenebiliyorum bu yüzden yine söylüyorum desteğiniz bu konuda çok gerekli.
Sizi ve yorumlarınızı çok özledim hepinizi öpüyorum ballar.
Kzg ilk kitabın bitmesine son 3 bölüm kaldı bu şekilde 20.bölümde ilk kitap bitecek.Merak etmeyin toplam üç kitap ve planlanan 60 bölüm ile kzg ye yakışan bir kitap okuyacağız.
Bana yazmaktan ve geri dönüş vermekten lütfen çekinmeyin dm kutumda sizlerden birini görünce zaten çok mutlu oluyorum biliyorsunuz.Öptümm.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |