8. Bölüm

7.Güç

Ebrar Aydın
ebi_books

Şimdi/Alkurah

Mektuplar,kaybolan zamana inat anıları taşıdı.Yazı,yeminleri ve sözleri kesin kıldı.

Komutan Günkut,savaşın kendinden bağımsız ilerleyen bu kısmında düşüncelerinde boğuluyordu.

Yıllar süren sakinliğinin ardından yaklaşan dalgaları hissediyordu ruhunda.

Adanın ilerleyen kısımlarında yürüyüşünü tamamlarken mağaraların olduğu kısma ilerliyordu.

Ateş muhafızlarının büyü dolu mağaralarına.Burada olmamaları demek hataların gün yüzüne çıkması demekti.

Bunu en iyi o biliyordu ve burada olmamaları durumunda bir mektup daha alacaktı kaleme.

Yazıların,büyüyü ve zamansızlığı kanıtlaması için.

Ormanda ilerlerken tanıdık bir yüzle karşılaştı.Okyanus ile.

Okyanus,son zamanlarda oldukça dalgındı.kendini zor toparlıyor nefes almakta dahi güçlük çekiyordu.Hiçbir zaman adanın bu kadar ilerisine gelmezdi.Gelmesinin sebebi belliydi.

Tomris’i özlüyordu.Ve toprağın yağmur damlaları değdikçe gökyüzüne bahşettiği her kokuda,Tomris’in kararlı gözleri ve gülümseyen yüzü geliyordu aklına.

Neredeydi şimdi?Bunun bir gün olacağını elbette biliyordu ama kızının başına ne geleceğini bilmemek yıpratıyordu onu.

Günkut yanına geldiğinde irkilmedi.Geldiğini zaten fark etmişti.

“Nasılsın?”diye sordu Günkut duygudan ve meraktan uzak bir sesle.

Okyanus sadece başını salladı.Ardından,”Bir haber var mı?”diye sordu.

Günkut başını olumsuz anlamda sallarken,”Haber olsa dahi bilmememiz gerekir.Olsa da sana söyleyemem.”

Okyanus güldü.”Yine her zamanki gibisin.”

“Nasılım?”

“Kuralların yanında ve istisnadan uzak.”

Günkut buruk bir gülümseme sundu.”En son yaptığım istisnanın sonunda sende istemediğin yerdeydin.”

Okyanus başını olumsuz anlamda salladı.”O gün için belki istemediğim yerdeydim.Ama bulunduğumuz anda bu adada geçirdiğim sürgün hayatın Tomris’in doğumuyla son bulduğunu biliyorum.”

“Ona gereğinden fazla bağlandın.”

Okyanus güldü.”Neden bağlılık senin için her zaman zaaflardan ibaret.”

Günkut derin bir nefes aldı.”Hayatımın bir döneminde engel olamadığım bir bağlılık yüzünden bu günümde dahi bir dostun özlemini çekiyorum Okyanus.Bunun ne demek olduğunu en iyi sen biliyorsun.”

“Doğru en iyi ben biliyorum.Hayatımda engel olamadığım bir bağlılık yüzünden hala bir sevgilinin özlemini çekiyorum.”

İkisi de sessiz kaldı.”Ama biliyor musun,bağlılık olmasa özleyecek bu kadar güzel bir şeyim olmazdı.”

Günkut,”Sen acı çekmekten hoşlanıyorsun Okyanus.”dedi.

Okyanus gülerek başını iki yana salladı.Günkut,”Kıza duyduğunun bir bağlılık olduğunu düşünüyorsun.Ama öyle değil,adaya geldiğinde geride büyük bir özlem bırakmıştın ve oyalanman gerekiyordu.İşte bu yüzden onu sevdiğine inanıyorsun.”

Karşısındaki Günkut olmasa ve bu cümleleri tanımadığı,kötü niyetinden emin olduğu biri kursa sinirlenirdi Okyanus.Fakat o her zaman tanıdığı Günkuttu.

Okyanus’un kaşları çatıldı.”Ne zamandan beri duygulara bile kılıf buluyorsun?”

“Feda uğruna her şeyimi kaybettiğimden beri.”

Okyanus başını hızla iki yana salladı.”Ellerimle büyüttüğüm kız çocuğuna öylece bağlandığımı mı düşünüyorsun?O alelade bir çocuk değildi Günkut.Bunu sende biliyorsun.Üstelik seçilmiş olan olmasa bile onu büyütürdüm.Ve yine çok severdim onu.”

Günkut şaşırıyordu.Okyanus’un bu denli sevgisini verebilmesine ve hala ayakta kalabilmesine.O da ayaktaydı elbet ama kendini tanıyamıyordu artık.

Günkut,Okaynus’un bu samimi duygularına kayıtsız kalamadı.Derin bir nefes aldı.

“Gözcü bir kuşla izliyorum.Her zaman değil ama nadiren onları yakalayabiliyor.”

Okyanus’un gözleri parladı.

Günkut ise devam etti,”Dün,Algedi adasındaydı senin kız.”

Okyanus’un gözünden bir damla yaş düştü buruk bir gülümsemeyle beraber.

Günkut ise devam etti,”Ve kuştan en son haber aldığımda Alderomin topraklarına girdiler.”

Okaynsu’un bu sefer kalbi hızla atmaya başladı.Endişe aldı içini.Derin nefesler alarak düzene sokmaya çalıştı.

Günkut,”Onlara bir şey olmayacak.”dedi

Okyanus,”Ne olursa olsun bundan emin olamayız.Kehanet korumaz ve güçler her zaman yeterli değildir.Bunu sende biliyorsun.”dedi.

Günkut,”O yalnız değil Okyanus.Yalnız olsa dahi kendini koruyabilecek seviyede.”

Okyanus’un içi rahatlamadı ama sessizleşti.

Mağaraların önündelerdi artık.Okyanus bu kadar derinine geldiği ormanın onu bunaltmaya başladığını fark etti.

“İzninle,kıyıya gitmem gerekiyor.”dedi.

Günkut güldü.”Kaçtığın yerde sana ait olanı bulman güzel.”dedi.Okyanus anladı ve gülümseyerek omuzlarına attığı şalını düzeltti.Bir süre sonra da ormandan uzaklaşmıştı.

Günkut karşılaşacağının ne olabileceğini tahmin edebiliyordu.Ve günün sonunda yazıya dökebileceğini de.

Mağaralarda ışık yoktu.Eline kalın bir dal parçası aldı ve etrafını bezle sardı.Ardından biraz yağ döküp çakmakla ateşe verdi.

Elinde oluşturduğu meşale ile içeriye girdiğinde onu beklediği sessizlik karşıladı.Gülümsedi olgunlukla.

Ateş muhafızları bu adada değildi ve bedeller birbirleriyle karşılaşacaktı.

Mağarada ,ilerlediğinde ateş muhafılarına ait güç taşının söndüğünü fark etti.Artık güçsüz yanıyordu.

Bugünü kayıtlara geçirmesi gerektiğini ve bir yazı daha yazması gerektiğini biliyordu artık.Kollarını arkasında birleştirdi ve düşünceli bir zihin,yavaş adımlarla adanın bir diğer ucundaki evine ilerledi.

İçeriye girdiğinde kandilin yağını tazeledi ve ateşini yaktı.Mürekkebe bandığı kalemi sol eline aldı ve yazmaya başladı.

"Sevgili Dostum,Barbaros.Öncelikle seni olması gerekenlerin olduğu toprakların üzerinden selamlıyorum.

Bu selamlamanın her zamankinden farklı olduğunu biliyorsun çünkü bu topraklarda uzun zamandır olması gerekenler olmuyor.

Bu mektup sana yıllar sonra ulaştıracağım ilk mektup.Tüm yazdıklarımı kendime saklamak ne kadar ağır olsa da hayati önem taşımadıkça birbirimizle irtibata geçemeyeceğimizi biliyoruz.

Bilinçli olmayan bedeller var,bu günlerde gün yüzüne çıkan bedeller.Tıpkı yıllar önce yaktığımız ateşin kıvılcımları gibi gün yüzüne çıkması yılları alan bedeller.

Fark edilmeden yapılan bir hata bu adadaki genç bir erkek çocuğunu alıkoydu.Her şeyi açıklayamayacağımı biliyorsun sevgili dostum.

Fakat dikkat et.Toprak muhafızı,kendisine her zaman uzak durduğu ateşe yakın olsun.

Önem arz eden en büyük uyarım budur.Ve tüm bunların dışında sana bir mektup daha yollayacağım.Onu açmamalısın.Bu,ödediğimiz bedeli hiçe sayar.

Ama mektubun renginden kimden geldiğini bileceksin.Mektubu Toprak Muhafızına vermelisin.Çünkü onun,içini rahatlatması gereken bir okyanus var."

Mektup sona erdiğinde Günkut zarfa yerleştirip ağzını mühürledi.Ardından adanın bir diğer ucundaki okyanusun evine ilerledi.Okyanus'un da gönderemediği mektuplar vardı.Biri kızına biri en büyük kaybına.

Günkut'un bunu umursayıp imkan dahilinde bırakacağını tahmin etmişti.Çünkü ne olursa olsun,sert mizacına rağmen o her zaman merhametli ve adaletli olmuştu.Temsil ettiği elementin sadakatini taşıyordu omuzlarında.

Okyanus,mektubunu mavi fırça izleri olan bir zarfa yerleştirdi.Bu,Okyanus'un kendini ifade etme şekliydi.Mavi fırça izleri.

O mektubu yalnızca Tomris açmalıydı.Okyanus'un kaybı açarsa ödedikleri bedele yazık olurdu.Zaten üzerinde,"Kızım Tomris'e."yazan bir yazı vardı.

Günkut iki mektubu da alıp evinin çatısına yerleştirdi.Bozdoğan,mektupları olması gereken zamanda gelip alacaktı.

Ve artık,karşılaşması gerekenler karşılaşacak olması gerekenler olacaktı.Ateş,şimdi yanıyordu.

********

Tomris

Kendi adım seslerimi duyuyordum.Oldukça emin adım seslerimi.

İlerlediğim her bir dakika o cümleler dolaşıyordu aklımda."Ne olursa olsun Kaptanın Başkan ile görüşmesini engelle."

Hala bilmediğim sırlar vardı.Sadece kendi geçmişim adına değil Kılıçarslan adına da.Ve içimden bir ses bu cümlenin Kılıçarslan'ın zaafına çıktığını söylüyordu.

Emin oldum.Neden karşılaşmaları gerektiğini anlattıklarında bana güvenmiş olacaklardı.

Elimdeki meşale yüzümü aydınlatıyordu ve benden bir metre uzakta, bir çift göz gördüm.

Yıllar önce gördüğüme emin olduğum bir çift göz.Ve kurduğu cümlenin her an hafızamda dolaştığı bir çift göz.

Ben sessiz kalırken o,histerik gülümsemesini sundu ve,"Tekrar karşılaştık."dedi.

Derin bir nefes aldım."Böyle gerekiyormuş."dedim.

Karşımdaki Ateş Muhafızı hata yaptığım gece benimle konuşan ateş muhafızıydı.Gözünün altında ters üçgen dövmesi vardı.Saçları beyazlamış yüzü de kırışmıştı.Aradan geçen, on bir yılda zaman ona acımamıştı.

Bir kapının önündeydi.Kapıyı tutuyordu.Ve Kılıçarslan'ın orada tutulduğuna emindim.

"Kapıyı açmalısınız."dedim emin bir sesle.Kurduğum cümleyi umursamadan,"Birilerinin ödemesi gereken bedeller var."dedi.

"Neyseki vakti geldiğinde herkes yapması gerekeni zaten yapar."

Başını olumsuz anlamda salladı."Yapılması gerekenler yapılmadığı için bu kaderin içindeyiz."

"Belki de sadece zamanı gelmemiştir."

Tek kaşını kaldırdı,gülümsedim."Zamanın olmadığı bir yerde olması gereken zaman gelmez ve bedeller ödenmez,Ateş Muhafızı."

Güldü."Sana yıllar önce söylediğim cümleyi hatırlıyor musun,Toprak Muhafızı?"

Hatırlıyordum.Ama sessiz kaldım.Bir kez daha duymak istedim.

"Senin hatalarının bedellerini birilerinin ödemesi ne kadar acı öyle değil mi?"

Gülümsedim."Neyseki ödemem gerekenleri ödüyorum.Üstelik tıpkı senin dediğin gibi Ateş Muhafızı,"o gece kurduğu cümlelerden birini daha sürdüm öne,"Ben de,koca bir hatanın bedelini çocukluğum ve hayatımla ödedim."

Kısa süren sessizliğin ardından başını yana yatırdı ve arkasındaki kapının önünden çekilip eliyle geçmem için işaret verdi.

Temkinli adımlarla kapıyı açarken geriledi ve bana bakmaya devam etti."Hafıza ne büyük bir nimettir Toprak Muhafızı.Bunu en iyi,Okyanus Muhafızı bilir.Çünkü su,anıları taşır."

Düşünmeden arkamdan bıraktığım kapıyı kapattığımda kahkaha sesini duydum.Ateş Muhafızları sandığımdan çok daha rahatsız ediciydi ve kurdukları cümleler hoşuma gitmiyordu.

Neyseki onunla göz göze geldim.Tüm hafızayı ve anıları taşıyan Okyanus Muafızıyla.

Zindanın içerisindeydi,ayaklarında zincirler vardı.Sırtını duvara yaslamış kollarını önünde birleştirmişti.Saçları dağılmıştı.

Oldukça rahat görünüyordu aslında.Beni görünce gülümsedi."Hiç gelmeyeceksin sandım,Toprak Muhafızı."dedi.

"Hakkımda şüphelerinizin olması oldukça düşündürücü,Kaptan."dedim.Kaptan kelimesinin üzerine basarak.

Ona her Kaptan dediğimde sebepsiz gözlerinin içi parlıyordu.

Demir parmaklıkların yanına ilerleyip ellerimle ısıtmayı denedim.Fakat işe yaramadı.Kılıçarslan,"Deneme bile.Ateş muhafızları özel olarak hazırlamış."

"Ne zamandan beri böyle özel bir hapishaneleri var."

"Doğduğumdan beri."diye cevap verdiğinde sessiz kaldım.Adım sesleri duydum.Ardından bazı konuşmalar.

"Evet efendim ,içeride."diyordu asker olduğunu tahmin ettiğim bir ses.Ardından tanımadığım bir ses işittim.

"Onu şimdi görmek istiyorum."diyordu.Başkan olabilir miydi?Ne olursa olsun Kılıçarslan onu görmemeliydi.

Kılıçarslan'ın göz bebeklerinin büyüdüğünü görüdm.Yüzündeki gülümseme silindi.Artık maviler değil, neredeyse siyahla bulanmış gözler vardı karşımda.

Başımı iki yana salladım ve hızla girdiğim yerden çıktım.Ardımda bıraktığım kapıyı kilitleyip başımı kaldırdığımda bir asker ve bir adamla karşılaştım.

Bu oydu.Tüm bu bozulmuş düzene ayak uyduran ve her şeyi en tepeden keyifle seyreden o adam.

Alderomin'in lideri.Onu çenesindeki yarıktan tanıyabilmiştim.Alelade bir yara izi değildi.Son savaşçıların Alderomin üzerinde bıraktığı izdi o.

Bana bakarken kaşlarını çattı,"Kim olduğunu sormalıyım."dedi.

"Bu önemli değil."dedim hızla.Aklımda bir plan yoktu.Kılıçarslan'ın onu görmemesi gerektiğini biliyordum yalnızca.

Yanındaki askere başını çevirdi ve,"Sen git."dedi.

Asker başını sallayarak yanımızdan ayrıldığında gözlerimin içine bakıyordu."Karşılaşmamızın bu şekilde yer altında olmasını beklemiyordum."dedi.

Sessiz kaldım.Güldü kendi kendine."Bakışların tıpkı son Toprak Muhafızına benziyor."

Kimden bahsettiğini biliyordum.Komutan Günkut.Yine sessiz kaldım.

"Fakat onun sana anlattıkları ile sınırlı kalabilecek bir kız olmadığını duydum."

Güldüm."Bnei bildiklerin ve bilmediklerimle manipüle edebileceğini mi zannediyorsun?"

Ellerini iki yana kaldırdı."Belki de.Fakat düşündüğüm kişi olduğundan emin olmam gerekiyor."

"Emin olduğunda ne olacak peki?"diye sordum.

"Hiç bir şey."dedi.

Derin bir nefes aldım.Bir adım yaklaştığında temkinli bir şekilde sol elimi kaldırdım."O halde seninle bir anlaşma yapalım."

"Alderomin'in lideri ile anlaşmaya yapacağımı mı zannediyorsun?"

Başını olumlu anlamda salladı."Aklına gelebilecek herkesle anlaşma yapmış bir adam duruyor karşında,öyleki sadakatine ve gücüne inandıklarınla bile."

"Sana inanmıyorum."

"Farkındayım."dedi ve Elindeki katlanmış parşomeni açmaya başladı.Ardından eline metal bir eldiven geçirdi ve kağıdı havada tutmayı başardı.

Teknolojileri beklediğimden çok daha ileriye gidiyordu.Neredeyse büyü kadar ileriye.Sesli bir şekilde kağıttaki yazıları okumaya başladı.

"Anlaşmanın birinci ve ikinci kurallarına göre,saklanacak olanı saklamak için Alderomin'e adanın toprakları verilecek."

Sessiz kaldım.Aklıma gelen ismi sildim.

"Ve anlaşmanın devamına göre saklanacak olan ikinci bir kehanetin,"durup gözlerimin içine baktı.

İkinci bir kehanet.Duyduklarıma inanmak istemedim ve herhangi bir kesin kanıt görmeden inanmayacaktım da.Adıma ve başka birinin adına ikinci bir kehanet yoktu.Olmamalıydı.

"Ortaya çıkması durumunda ise,anlaşmayı yapan kişi Aldeormin'in karşısında boyun eğer,"kısa bir an durdu ve tekrar gözlerimin içine baktı,"İmza,Alkurah'ın Lideri Günkut ve Alderomin'in Lideri Netan."

Başımı iki, yana salladım."Anlaşmanın iki şartı da Lider Günkut'un aleyhine sonuçlanıyr.Bahsinize göre kehaneti saklamak karşılığında size adayı verdi.Fakat kehanet ortaya çıktığında da karşınızda eğilecek olan o."

Kahkaha attı."Karşındakinin kim olduğunu kısa bir an bile unutmamalısın.Ben Aldeormin'in Lideriyim,elbette adaletli bir anlaşma beklemiyordun."

Haklıydı.Fakat Komutan Günkut hiçbir zaman bu kadar aptalca bir anlaşmayı kabul etmezdi.Yalnızca vereceği bedel,sonuçlardan küçük olduğunda kabul ederdi.Ve belki de gerçekten öyleydi.Sonuçlar, bahsedilen bedelden büyüktü.

Kağıdın altında ise mührü vardı.İmzası ile beraber.Ve mühür başka birinin kullanamyacağı şekilde tasarlanmıştı.

"Peki ya bu ikinci kehanet,"merak etmiyor,ya da inanmıyordum.Yalnızca merak ettiğime inanmasını istedim.Böylece onun ağına düştüğümü düşünecekti.

Devam ettim,"Kimin hakkında?"

Keyifle gülümsedi."Aptal bir kız değilsin,bunun ikimizde farkındayız.Şimdi çekil önümden de şu Kaptanı göreyim."

Bazı anlarda,yapman gerekenleri düşünmemek gerekir.Ya da aklınızda kurudğunuz ilk plana sadık kalmak gerekir.Ve planlar,sizi çıkış yoluna götürebilecek en açık yollardır.

Gülümseyip kapının önünden çekildim.Çekilir çekilmez de kapıyı ateşe verdim.Kollarımı önümde birleştirdim.

Kim olduğumdan emin olacaktı artık.Başını çevirdiğinde gülümsedi."Kapının ardında birden çok asker ve ateş muhafızları var.Büyüyle yiyebileceğin bir insan olsaydım şu an bu konumda olmazdım.Sevgili Kaptanın çoktan hallederdi."

"Geçtiğimiz günlerde,geminin içerisinde size ait bir belgede,bulunduğunuz teknolojinin henüz,birinci kademe bir büyücüye karşı gelmeyeceğini okudum."

Bir kaşını havaya kaldırdı."Ve çok daha ilgi çekici olan kısımlardan biri de tıpkı az önce dile getirdiğiniz gibi Kaptanın size karşı koymamasıydı,haklısınız aptal değilim.Kaptan ile aranızda olan, bir güç yarışından çok daha ileride.Öyleki ne siz ona bir şey yapabiliyorsunuz ne de Kaptan size.Yalnızca çevrenizdekiler."

Artık gülümsemiyordu ama ciddi de değildi.Bir sırrı vardı.Tam olarak ne olduğunu bilmiyordum.Bilip bilmediğimi anlamak için,"Sence bu sır ne,Tomris?"dedi adımı dile getirerek.

Adımı da en başından beri biliyordu zaten.Güldüm.Onun ses tonunu tekrar ederek,"Aptal bir adam değilsiniz.Şimdi zindandan çıkın bende kaptanı alıp gidiyim."

"Gitmezsem ne olur?"dedi bu sefer neler yapabileceğimi merak ediyordu.

Yanan kapının ateşini harladım ve bu sefer bütün bir odayı ateşe verdim.Artık askerler de giremezdi.

"Alevler büyürse Kaptan da yanar."dedim.

Onu ne kendimle ne de onunla tehdit edebilirdim.Kaptanın canı önemliydi.Kaptan için de onun canı önemliydi.

"Anlaşma yapalım."dedi hızla.Başımı olumsuz anlamda salladım."Anlaşma yapmam."dedim.

Derin bir nefes alırken,"Askerler!"diye bağırdı.Kapının ardından sesler yükseldi.Ve biri ateşi ikiye yardı.

Bu bir ateş muhafızıydı.Başkan onu gördüğünde,"Şu kızı al ve uzaklaş buradan çabuk!"diye bağırdı.Ateş muhafızı gözlerimin içine baktı,ardından başkana."Çıkarım ne olacak?"diye sordu.

Başkan sinirle,"Siz ateş muhafızları yaptığınız her bir hareket için neden çıkar güdüyorsunuz?"

"Sen ne yapıyorsun peki Başkan?"dedi o da hızla.

Başkan ise,"Ne istersen yapacağım yeterki şu kızı al götür!"diye bağırdı.

Ateş Muhafızı gülümseyerek bana yaklaştığında onlara yerin altında olduğumuzu hatırlatmam gerekiyordu.

Bulunduğumuz yer sarsılırken Başkan korkuyla kaçmaya çalıştı.Hiç kimse ne olduğunu anlamadan toprak minerallerini üzerime çektim.

Yalnızca toprağın yoğun olduğu yerlerde tozlaşabiliyordum.Başkan,"Tozlaşmasına izin verme!"diye bağırdı.
Fakat ben hızla tozlaşıp yan taraftaki Kılıçarslan'ın yanına geçtim.Kılıçarslan,yanına yaklaşan ateşten uzaklaşmış bir şekilde bana bakıyordu.

"Bu hayatımda gördüğüm en havalı hareket olabilir.Toprağa mı dönüştün?"dedi.

Arkamızdaki ateşi arttırdım.Ateş muhafızının gelmesi an meselesiydi.

"Sus da yukarıya çıkalım."

"Bende mi toprağa dönüşeceğim?Hayır istemiyorum."

"Saçmalama istersen Kılıç!"diye bağırdım.

"Hemen başladı Kılıç demeye.Az önce ne güzel Kaptan diyordun."

"Sırası mı aptal herif?"

"Sırası tabiki,hem ne bu öfken yine bir yerleri ateşe mi vereceksin?"

"Bulunduğumuz saatler içerisinde,toprağa ait kehanetlerle değil ateşe ait kehanetlerle hareket edeceğim Kılıçarslan."

Kılıçarslan tek kaşını havaya kaldırdı ve sessiz kaldı.Demirlerin arasından tozlaşıp yanına geldiğimde ise gözleri parlıyordu.Elini sıkıca tuttum.

"Gündüz‘ün yanında olacaksın limana gidin."dedim.

"Bir Kaptana emir verdiğinin farkında mısın?"

Göz deviridm.Birkaç saniye sonra ise ikimizde gökyüzünü görebiliyorduk.

**********

Efsaneye göre,yaşadığımız toprakların üzerinde,varlığını her daim hissettiğimiz fakat gözlerle görünmeyen kızıl saçlı bir kadın yaşardı.

Ruhu ormanların içerisinde,okyanusun derinliklerinde,gökyüzünde ve toprağın çekirdeğinde gezinirdi.Ateşin ruhuydu,kızıl saçlı kadın.

Od Ana.

Od ana,ateşi her daim sıcak tutar ve ona saygı gösterenlere bereketini getirirdi.Evin kalbini,sıcaklığını ve bereketini simgelerdi.

İşte bu yüzden,efsaneye inanan insanlar,ateşi söndürmez içinde, saygıda kusur edecek eşyalar yakmazdı.

Yeni bir eve taşındıklarında,yeni bir ateş yakacakları zaman eski ateşin közünü taşır ve ruha bağlılıklarını gösterirlerdi.

Bereketli toprakların gelmiş geçmiş en iyi akademisinin tam ortasında sönmeyen bir ateş yanardı.Akademinin en iyi eğitmenleri akademinin ilk yılı eğitim alan tüm öğrencilerine ateşin tarihini anlatır ve yalnızca bir inançtan öte olduğunu oldukça mühim bir dengeyi simgelediğini anlatırdı.

Ve bozguncuların ilk tohumlarını yavaş yavaş bıraktıkları zaman diliminde,sönmeyen ateşi söndürmek istediler.Mümkündü elbet,fakat imkansıza da yakındı.

Od Ana'nın ateşini söndürmenin yolu yakuttan geçerdi çünkü.Ve Yakutlar,ateş muhafızlarının en gizli mahzenlerinden birinde oldukça güvenlikli bir odada saklanırdı.

Fakat kader bu ya,zaman bir gün kaybolacak ve doğması gerekenler doğacaktı.İşte bu yüzden başarılı olabileceklerdi.

İhanet,olguların içerisinde en beklenilmez ve sarsıcı olanıdır her daim.Bu denli büyük bir kaos ve karanlık içinse ihanet kaçınılmazdır.

Ateş muhafızlarının en fevrilerinden birkaçını gözüne kestiren bozguncular,birer birer akıllarına girdi.Ve zihinlerinin içindeki hürriyet sona erdi.

Artık onların inandıklarına inanıyor,kendi yanlışları olsa dahi onların doğru olduğunu düşündüklerine ,saygı duyuyorlardı.

İhanet kalplerine işliyordu.

Akademideki tüm muhafız ve eğitmenlerin uykuda olduğu bir gece iki ateş muhafızı,sönmeyen ateşin yanına ilerledi.Yakutlar ellerindeydi ve karşılığında alabilecekleri ,akıllarının sınırlarını zorluyordu.

İşte bu güç,gözlerini kört etti.Ve ağızlarından Od Ana'ya ait o efsanenin sözleri döküldü.

"Sen karanlık gecelerde genç kızlar gibi saçlarını dalgalandırarak oynuyorsun!Kırmızı ipekli kumaşlar sallayarak genç,al kısrak üzerinde geziniyorsun."

Ateşi söndürdüklerinde ikisinin de gözlerinin içi parladı.Lakin bir çığlık sesi geldi kulaklarına.Acılı bir kadın çığlığıydı bu.

Yüzyıllardır insan suretine bürünmeyen Od Ana'nın çığlığıydı bu.Ateşin yandığı büyük metalin üzerinde bir kadın çıktı ortaya.

Kızıl saçlarından alevler saçılan,gözlerinin içinden büyük kıvılcımlar çıkan bir kadın.

Suret,otuzlu yaşlarda bir kadına benzerken kırmızı ile bütünleşmiş güzel bedeni yavaş yavaş kararıyordu.

Ateş muhafızları korku ile gerilerken hemen arkalarında büyük bir çember oluştu.Muhafızlar oradan bir adım öteye geçemediler.

Od ana,o gece akademinin dışındaki yaşamların her birine ölümü getirdi ve sönmeyen ateş son bir kez yandı.En ihtişamlı ve korkutucu haliyle.

Karşısındaki ,iki ateş muhafızı ona korkuyla bakarken Od Ana,"Zamanın geri geldiği günlerden birinde,tamahakr olan insanoğlu Od’a karşı sergiledikleri nankörlüğü en ağır biçimde öderken acı içinde gözlerini yumacak!"

Bu ses o gece neredeyse herkes tarafından duyuldu.Ve o günden sonra ateş bir daha eskisi kadar ısıtmadı,bereket ve sıcaklık getirmedi evlere.Yalnızca ateş oldu,ruhu yoktu artık.

Söylentilere göre iki muhafız, bir daha hiç görülmedi ve Od ananın yerin yedi kat altındaki ateşinde yandılar.

Derler ki,Od Ana bir kez daha insan suretinde yer yüzünde görünecek.Ve o zaman,ateş bir kez daha ruhuyla yanacak.

Belki de o gün bu gün değildi fakat bugün büyük bir ateş yanacaktı Alderomin topraklarında.Benden saklananlar için bir ateş.

Benden saklanan ikinci bir kehanet,ailemin kim olduğu,açıklanmayanlar ve yıllar önce birilerinin hatası sebebiyle ödediğim çocukluğum.

İçime doğan bu öfkenin sebebi bunlardı.

Mürettebat gemiye doğru yol almıştı.Kılıçarslan da onların yanındaydı.Karaya çıktığımızda ikimiz de farklı yerlerdeydik.

Ve yanımda biri vardı.Güntek.

Karaya indiğimizden beri etrafımızdaydı.İzini kaybettiriyor ve bir şekilde görünmüyordu ama varlığını hissetmiştim.

Şimdi ise karşımızdaki binaları izliyorduk.İkimiz,yan yana.Yalnızlığımı duygularımı paylaşabildiğim tek varlıkla beraber.

Ateş muhafızlarının hakkımda bildikleri vardı.Anlaşmaları.Alderomin ile Komutan, gerçekten de anlaşma yapmış mıydı?

Komutan Barbaros neden Kılıçarslan'ın Başkanı görmesini istemiyordu ve neden birbirlerine zarar veremiyorlardı?

Başımı iki yana salladım ve gözlerimi kapatıp açtığımda artık kahverenginin en koyusunu taşıyorlardı.

Limana ilerlerken sol elimi yavaşça kaldırdım ve koca alanın çevresi alevler ile kaplandı.Adanın dört bir yanı yanarken artık etrafımızda bir ruh dolaşıyordu.

Efsanenin söylediğine göre insan suretinde uzun zaman sonra görünecek bir ruh.Fakat efsanenin atladıkları vardı.

Ateş,doğru için kullanıldığında küçük bir illüzyon ile Od ana görünecekti.Bu,Alkurah'ın mağaralarında yazardı.İşte bu yüzden ateş muhafızları orada barınırdı.

Askerler buraya yaklaşırken sert bir rüzgar esiyor ve hepsi savruluyordu.Üç, ateş muhafızı da buraya gelirken gözlerimin önünde bir kadın belirdi.

Beline kadar kırmızı saçlara ve kocaman,yakut gibi parlayan gözlere sahip bir kadın.Kısa bir andı ama gücü hissedebilmek için yeterliydi.

Güntek gökyüzüne çevirdi bakışlarını ve tüm adanın duyacağı bir uluma sesi duyuldu.Od ana gözlerini yavaşça açıp kapadı ve Güntek'e başı ile selam verdi.

Ateş muhafızlarından bir şey yapmaları beklenirken hiçbir şey yapamadılar.Od anayı gördüler.Ve bir ruh,rüzgara karışarak ateşi harlamaya devam etti.

Ateş muhafızlarından biri efsanede geçen o sözleri tekrarlayarak,"Sönmeyen ateş söndü fakat son bir ateş yandı!"

Bu bir uyarıydı.Başkan burada değildi fakat bunu bilmeliydi.Son ateşe dokunulmamalıydı.Ardından gökyüzüne çevirdim bakışlarımı.Ve heybetli bir kuş geniş alana iniş yaptı.

Ateş muhafızlarından biri ile göz göze geldim.Diğerlerine göre çok daha yaşlı olanla.Gözleri kocaman açılmıştı.Efsanelerin bir bir gerçek olduğunu görüyordu artık.

Adagan iniş yapar yapar yapmaz Güntek'i de alıp üzerine bindim ve adanın bir diğer tarafına uçmasına izin verdim.Kaptan Kılıçarslan ve tayfası orada beni bekliyorlardı.

Adagan ile yalnızca birkaç dakika süren yolculuktan sonra hızla indim üzerinden.Güntek koşarak gemiye girdi.

Tayfa,Kılıçarslan ve Komutan bana bakarken Dündar'ı gördüm.Gündüz,destek olmak için kolunu omzuna almış ayakta tutmaya çalışıyordu.

Ona gülümsediğimde yavaşça başını salladı.Oldukça bitkin görünüyordu.Yüzünde yer yer morluklar vardı.Omuzlarında siyah bir şal vardı ve bedeninde de yaralar.

Komutan,"Gittiğimiz her yeni yerde bir gösteri yapmak zorunda mısın sen?"diye sordu.

Başımı olumlu anlamda salladım."Toprak muhafızları genelde tevazu sahibi olur ve gösterişten kaçarlar."dedi.

"Haklı olabilirsiniz Komutan ama siz korsanlarla kala kala gösteriş meraklısı bir şeye dönüştüm.Ne yaparsınız,insan yanındakine benziyor.”

Kısa bir an durakladı.Ardından gülümsedi.

Gündüz,"Olanı biteni boşverin.Komutanım,harita ellerinde,yola birazdan çıkacaklar.Başkan ne olursa olsun durmamalarını söylemiş.Şimdi takip edersek yetişme ihtimalimiz var,"Kılıçarslan gündüz'ün cümlesini yarıda kesti.

"Bu şekilde takip edemeyiz.On beşten fazla donanma ile yola koyuldular ve sayıca az olmamızın yanı sıra bir de yaralımız var."

Berkay,"Ama Kaptan,biz her zaman sayıca azdık.Bu onları alt edemeyeceğimiz anlamına gelmez."dedi.

Kılıçarslan başını olumsuz anlamda salladı."Bir yaralımız varken harekete geçemeyiz Berkay.Unuttun mu?Hepiniz gemiye girin.Yelkenleri hazırlayın ve kuzey yıldızının altındaki mağaraya yol alın.Gündüz size nereden gitmeniz gerektiğini söyleyecek."

Mürettebat Gündüz,önderliğinde gemiye ilerlerken Komutan Barbaros,"Planın ne?"diye sordu.

Kılıçarslan,"Öncü geminin içerisindekilerin beni tanımamalarını sağlayacağım.Savaşmak yerine yollarını şaşırtacağız ve herkesten önce Tomris ile mağaraya gideceğiz."dedi.

Derin bir nefes aldım.Mantıklı bir plandı.Savaşamıyorsak kaleyi içten feth edecektik.Fakat riskliydi.

Komutan,"Bizden önce mağaraya varmış olacak mısınız?"diye sordu.

Kılıçarslan başını olumlu anlamda salladı."Geminin içerisinde kalıp haritayı ve mührü değiştireceğiz.Ardından okyanus ile mağaraya varmış oluruz."

Komutan önce başını olumlu anlamda salladı.Ardından bakışlarını bana çevirdi.Bir bana bir de Kılıçarslan'a bakarken,"Siz ikinizi yalnız bırakmak konusunda bazı şüphelerim var."

Sinir bozukluğuyla güldüm.Kılıçarslan da güldü.Fakat her zamanki rahat tavrı yoktu.Alderomin,Kaptan Kılıçarslan'a iyi gelmiyordu.

Komutan başıyla onay vererek gemiye doğru ilerledi.Ve geriye Kılıçarslan ile ben kaldık.

"Acıktım."dedim.Başını bana çevirdi,"Kusura bakma,adayı ateşe verdiğin için muhtemel çoğu yer de yandı."

"Olabilir illa bir yer kalmıştır."dedim.

Kılıçarslan,"Şurada bir balıkçı olacaktı.Balık ekmek yiyebiliriz."

Yüzümü buruşturdum."Balık görmek istemiyorum.Zaten sürekli olarak okyanusun üzerinde yaşamak zorunda kalıyorum."

Güldü."Ne diyerek gireceğiz biz gemiye?"diye sordum.Yüzünde büyük bir gülümseme oluştu.

Sessiz kalıp yürümeye devam etti.Hızlandığında peşinden ilerledim,"Kılıç,ne olarak gireceğiz gemiye?"

Cevap vermeyip keyifli bir kahkaha ile yürümeye devam ettiğinde adımlarımı hızlandırdım.Kalkacak olan geminin yakınlarına geldik.

Kılıçarslan keyifle önümüzdeki çifti işaret etti.Kadının üzerinde önlük ve eski, kıyafetler vardı.Saçları oldukça dağınıktı üzerindekilerden ikinci sınıf olduğu zaten anlaşılıyordu.Adam da aynı şekilde eski kıyafetler ve eski bir şapkaya sahipti.

"Şu karşında gördüğün çift,birazdan gemiye bulaşıkçı olarak girecekler.Yani bizim planımıza göre giremeyecekler."

O devamını söylemeden ben dile getirdim,"Onların kıyafetlerini,giyineceğiz."

Başını olumlu anlamda salladı,"Ve karı koca olacağız."

Keyif alarak söylediği cümleden sonra yüzümü buruşturdum.Kolunu dürttüğümde acıyla tuttu."Tamam be,sende ne ciddi kızsın.Biraz şakaya gelir insan."

"Şakalardan hiç hoşlanmam,Kaptan."dedim üzerine basarak.

Yine gözleri parladı.Kılıçarslan kaptan lakabını her duyduğunda neredeyse dünyanın en mutlu adamı oluyordu.Herkes için mi böyleydi yoksa ben dediğimde mi parlıyordu gözleri?

Göz devirdim.Ellerini birbirine çarptı ve,"Hadi kulübelerine girelim!"dedi keyifle.

Çift,son hazırlıklarını yapıyor gibi duruyordu.Gerçekten yoksul olduklarını anladığım,biraz ilerideki kulübelerine girdiler ve bizde hemen arkalarından girip kapıyı kapattık.

Tüm gözler üzerimize döndüğünde evin dar küçük oturma odasındaydık.

Adam elini karısının önünde siper etti.Korkuları gözlerinden okunuyordu.

Kılıçarslan,"Rahatsız ettiğimiz için özür dileriz fakat sizden bir istirhamımız olacaktı."dedi yine o sinir bozucu derecede keyifli sesiyle.

Adam,"Ne arıyorsunuz evimde?"diyerek çıkıştı.

Kılıç,"Evinizle işimiz yok,yalnızca bize kıyafetleriniz ve biletleriniz gerekiyor."

Adam öfkelenirken Kılıçarslan'ın aksine ciddiyetle,"Bakın beyefendi.Size zarar vermeyeceğiz yalnızca birazdan kalkacak olan gemiye girmemiz gerekiyor.Zorluk çıkarmayın."dedim.

Adam,"Bunu yapamazsınız."dediğinde Kılıçarslan,"Sizi etkisiz hale getirmek istemiyoruz."dedi.

İçeriden bir ağlama sesi duyuldu.Ardından küçük bir çocuk kucağında ondan çok daha küçük bir bebekle oturma odasına geldi.

Adam çocukları arkasına alıp korumaya çalıştı.O an Kılıçarslan ile göz göze geldik.İkimizin de zihninde aynı cümle döndü ve bunu birbirimize açtık.

"Çocuklar kırmızı çizgimizdir.İki tarafta başarı uğruna savaşır fakat diğerlerinden bizi ayıran duygu adalettir."

Bizi büyütenlerin cümlesiydi bu.Bir şekilde zihnimizde haksızlığın karşısında dolanıp duran o cümle.

Kılıçarslan ciddileşti ve derince nefes aldı."Gemiye binmemiz gerekiyor,"adam ağzını açarken hızla,"Karşılığında size yüklü bir miktar para vereceğim.Ve çocuklrınız artık himayem altında olacak."

Kadın şaşkınlıkla gözlerimin içine baktı.Adam da yine şaşkın bir sesle,"Neden o gemiye binmek istiyorsunuz?"diye sordu.

Bu sefer derin bir nefes alıp söze giren bendim."Amacımız kötü değil beyefendi.Yalnızca bunu bilin.Biz yalnızca olmaması gerekenlerin olduğu zamanı kurtarmak için savaşıyoruz."

Adam sessiz kalırken kadın ona baktı ve,"Çocuklarımızın geleceğini düşün."dedi.

Adam bu sefer hızla,"Doğru söylediklerini nereden bileceğiz?"diye sordu.

Kılıçarslan kısa bir an gözlerini cama çevirdi.Büyü yaptığını anladım.Camın dışından bir kuş uçtu ve ilerledikçe insana dönüştüğünü gördüm.Yalnızca ben gördüm.

Kapı çaldı ve Kılıçarslan yavaşça araladı.Cılız bir adam,elinde koca bir sandık ile girdi.

Karşımızdakilerin gözleri kocaman açılırken Kılıç sandığı açtı."Bu şimdilik yeterli olur."dedi.İçinde parlayan altınlar ve değerli madenler görünüyordu.

Adam yavaşça ve biraz utanarak başını salladı.Küçük, erkek çocuğunun gözleri Kılıçarslan'a döndü ve ona hayranlıkla baktığını gördüm.

Yavaş adımlarla yanına geldi ve tıpkı Kılıçarslan gibi mavi gözlerini ona dikti.Başını salladı hafifçe.Kılıçarslan gülümsedi ve başını okşadı.

Boğazımı temizledim."Biletler ve kıyafetleriniz."dedim ciddiyetle.İkisi de sorgulayarak da olsa odalarına gititler,kıyafet ve biletleri bize verdiler.

Elbiseyi üzerime geçirip önlüğü de bağladım.Saçlarımı sıkı bir topuz yaptım.Kılıçarslan da aynı şekilde şapkayı yüzüne geçirdi.

Biz tam gidecekken kadın,"Durun bir dakika."dedi.

Ona döndüğümüzde odunların yanından bir kömür çıkardı.Önce birazını benim yüzüme ardından da Kılıçarslan'ın yüzüne sürdü.

"Bu şekilde sizi tanımazlar."

Gülümsedim.Alderomin adasında kimseye güven olmazdı,fakat bazı insanlar kalplerden geçeni tanıyabilirdi.

İşte biz buna bozulmuş olanın içerisindeki doğrular derdik.

Evden dışarı çıktığımızda liman çok daha kalabalıktı.Askerler ve devlet adamları buradalardı."Bizi tanımayacaklar mı?"diye sordum Kılıçarslan'a.

"Bu kılıkta mı?Seni asla tanımazlar kendim için birden fazla büyü kullanıyorum."

Başımı olumlu anlamda salladım.Geminin önünde liste tutan adam bizi gördüğünde aşağılar bakışlarını esirgemedi.

"Bulaşıkçı ve oduncu."dedi isimlerimizi dahi söylemeye tenezzül etmeden.

Kılıçarslan hızla başını olumlu anlamda salladı."Bu kadar askere yemek yetiştirilecek bunca insan varken neden siz seçildiniz?"diye sordu.

Kılıçarslan yalvarır ses tonuyla,"Bu işe ihtiyacımız vardı efendim."dedi.

Bende başımı salladım.Adam yine öfkeyle,"İhtiyacınız olup olmadığını sormadım neden siz olduğunuzu sordum."

Aşağılayan gözleri karşısında öfkelenirken yanındaki bir asker,"Neden olacak efendim.Çok düşük bir ücretle kandırmışlardır."dedi.

Bu sefer karşımızdaki memnuniyetle gülümsedi."Alt sınıflar işte tam olarak bu nedenden ötürü bu adada bulunuyorlar."dedi.

Ona,iğrenerek bakarken Kılıçarslan koluya beni hafifçe dürttü ve yüzümü düzelttim.

Adam,"Eksi üçüncü katta,mutfağın yanındaki küçük odada kalacaksınız.Biletleri verin."dedi.

Biletleri verip içeriye ilerledik ve yavaş adımlarla aşağı kata indik.Kılıçarslan'ı takip ediyordum.Fakat bu kadar büyük bir geminin içini nasıl bildiğini bilmiyordum.

Mutfağa geldiğimizde sordum.

"Mutfağın burada olduğunu nerden anladın?"

Gülümsedi."Alderominde yapılan gemiler düşündüğün kadar eski değil.Batma oranları o yüzden bu kadar yüksek.Eski gemilerin çoğu ortadan kayboldu.Yenilerin ise çizimlerini en iyi mimarlar da yapsa hepsinde bir hata bulundu."

Bu sefer bende gülümsedim."Eski gemileri kaçıran sendin,yeni gemilerin çizimlerine karışan da öyle."

Keyifli bir kahkaha attı."Suyun üzerinde o güzel gemilerle gezmelerine izin veremezdim Tomris."

Onu bazen küçümsüyor da olsam bu denli büyük bir düzene asi olmak herkesin harcı değildi.İnce yapıları bozarak büyük yapıları yok etmek ve uzun vadede tuzağa düşürmek de normal bir zekaya sahip olan insanların yapabileceği bir şey değildi.

"Ne kadar zeki olduğumu mu düşünüyorsun Tomris?"dedi gereksiz bir cıvıklıkla.

Göz devirdim."Düşünmeye devam et.İcraatlarım karşısında ağzın açık kaldı."

Yandan ters bakışlar atarken içeriye bir sürü insan girmeye başladı.Sarayın seçtiği aşçılar ve garsonlar olmalıydı.Hepsinin kıyafetleri tek tipti ve oldukça gergin görünüyorlardı.

Şef olduğunu düşündüğüm,şapkası diğerlerinden farklı olan adam,"Bulaşıkçı sen misin?"diye sordu.

Rolüme uyum sağlayarak,"Evet efendim."dedim.

Güldü.Bu oldukça aşağılar bir gülüştü."Ne yazık,koca gemi için tek bulaşıkçı olarak seni almışlar."

Gözlerim kocaman açılırken Kılıçarslan'a döndüm.Rol icabıda olsa bulaşık mı yıkayacaktım?Eminim burada büyü yapmam tehlikeli olurdu.

Karşımdaki adam,"İlk akşam yemeği için ben ve ekibim çalışmaya başlayacağız.O zamana kadar mutfakta ayağımızın altında dolaşma.Daha sonra gel ve bütün bulaşıkları hallet."

Yine başımı salladım.

Kılıçarslan bileğimi tuttu ve ikimiz de mutfaktan çıktık.Adamın dediği gibi mutfağın yanındaki bir odaya geldik.Oldukça küçük bir odaydı.Yalnızca çift kişilik,eski bir yer yatağı vardı.Yataktan başka hiçbir şey de bu odaya sığmadı zaten.

Kapının kapanma sesi geldi.Arkamı döndüğümde yine odanın darlığından ötürü Kılıçarslan ile aramızda çok az bir mesafe vardı.Kısık sesle,"Kaptanın odasına nasıl gireceğiz?"diye sordum.

O da kısık sesle,"Sabah erken saatte gireceğiz.Kaptanı tanıyorum.Gözü açık bir adam ama kandırması zor değil."

"O saate kadar bulaşık mı yıkayacağım?"

Güldü."Bende odun kıracağım."dedi.

Göz devirdim.Kendimi yatağa bıraktım.Yorgun hissediyordum.Kılıçarslan kollarını önünde birleştirmiş bana bakıyordu.

Üzerindeki eski kıyafetler dahi yanıltmıyordu yakışıklı yüzünü ve yapılı bedenini.Hatta biraz yakından bakan biri kıyafetlerin ardında sağlıklı genç ve yakışıklı biri olduğunu fark edebilirdi.

Bu sefer kendime göz devirdim.Kendinle ilgilen Tomris.

"Yatacaksın yani."dedi inanamıyor gibi bir sesle.

Başımı olumlu anlamda salladım."Yapacak bir şeyimiz yok ne yapmamı bekliyorsun?"

Ona arkamı dönüp ince,yine eski ve kirli olduğuna emin olduğum örtüyü üzerime çektim."Tomris orası pistir."

"Senin gemin de pisti."dedim,buna sinir olduğunu biliyordum.

"Saçma sapan şeyler söyleme, benim gemim tertemiz.Bir tane toz bile bulamazsın."

"Neden sen mi temizliyorsun da bu kadar eminsin?"

"Tabiki ben temizliyorum."

Gözlerim şaşkınlıkla açılırken."Sen Kaptansın neden gemiyi temizleyesin?"

Dudaklarını dişlediğinde koca bir kahkaha attım.Söylememesi gereken bir şeyi söylemişti.Ona iğneleyen gözlerle baktım,"Yoksa sen çakma Kaptan mısın?Doğruyu söyle o Komutanın mı sildiriyor sana yerleri?"

Ciddi görünüyordu.Hemde hiç olmadığı kadar."Temizlik basit bir olgu değildir Tomris.Dalga geçeceğin bir şey göremiyorum.”

Oturur pozisyona geldim."Sen ciddi misin?"diye sorarken de hala inanamıyordum.

"Bunun neyine bu kadar şaşırıyorsun anlamıyorum.Denizin üzerinde mikrop kapsak neler olur tahmin edebiliyor musun?"

"Bizim adada bir teyze vardı.Aynı onun gibi görünüyorsun şu an."dedim dalga geçmeye devam ederek.

Hala ciddiydi.Ayağa kalkıp elimi omzuna koydum,"Alınma canım,koskoca Kaptan Kılıçarslan'ın temizlik yaptığını öğrenmek değişiğime gitti sadece.Herkesin başına gelebilir."

Kahkaha atarak yatağa tekrar yattım.Bu sefer iğrenen bakışlarla baktı bana."Abartma Kılıçarslan,üzerindeki kıyafetler temiz mi zannediyorsun?"

Başını olumsuz anlamda salladı."Bu yüzden rahatsız hissediyorum zaten."dedi.

Ve iç cebinden bir fısfıs şişesi çıkardı."Ne o,yanında deterjan mı taşıyorsun?"diye sordum.İnanılmaz keyif almaya başlamıştım.

Şişenin kapağını açtı fısfısı yatağa doğru sıkmaya başladı."Ne yapıyorsun ağzıma girecek."

"Kolonya sıkıyorum Tomris."

"Ne o,okyanus esintisi falan mı?"yaptığım iğrenç espri karşısında yüzünü buruşturdu.

Biraz daha üzerime sıktı ve ayağa kalktım.Kıyafetinin kollarını çekip çarşafı aldı ve kaldırıp silkeledi.Biraz daha sıktıktan sonra tekrar yatağa serdi.Hala çok temiz değildi fakat üzerindeki toz gitmişti.

Aynı şeyi diğer örtüye de yaptı ve tekrar serdi."Takıntılısın sen."dedim hızla.

"Su temizliktir Tomris.Bu kadar şaşırma buna."dedi.

Umursamayıp yatağa uzandım ve gerçekten de ona sırtımı döndüm."Ben, bir on beş dakika kestireceğim.Sonra uyanır sana planımı anlatırım."

Hızla,"Planım derken?"dedi.

Arkamı dönüp ona bakacakken kolunu başının altına koymuş rahat bir pozisyonda yanıma uzandığını gördüm.Kısa bir şok geçirirken,"Ne yapıyorsun Kılıçarslan kalk git."

"Nereye gideyim Tomris uzanıyorum işte."dedi keyifle.

Derin bir of çektim."Hani pisti burası,kalksana!"

"Niye sen yatıyorsun ya bana da bir şey olmaz herhalde."

Çarşafı kendime çekip ona sırtımı tekrar döndüm.Neden yanımda yatıyordu ki?Bu kadar geniş bir insan değildim yanımda yatamazdı.

Keyifli bir kahkaha attı."Bu kadar pis bir yerde bile beni güldürebilmen çok hoş,Toprak Muhafızı."

"Aptalın tekisin,Kaptan."dedim yine Kaptanın üzerine basarak.

"Plan diyordun en son,devam et dinliyorum."yüzümü hırsla ona çevirdim.Artık yüzlerimiz arasında bir kaç santim vardı."Sana planların benden habersiz işlemeyeceğini söylediğimi hatırlıyorum,Kaptan."

Başını sallarken gözlerinin içi yine parladı.Bazen öylesine gerçek geliyordu ki o parıltılar, yıldızların onun okyanusunun içinde parladığına yemin edebilirdim.

"Karşında,Kayıp Zamanlar Gemisinin Kaptanı dururken dahi planları yapabileceğinden bahsediyorsun,"gözlerinden küçük bir hayranlık geçtiğinden emindim fakat Kılıçarslan'ın ne kadar manipülatif bir karakter olduğunu aklımdan çıkarmamalıydım.Gözleriyle insanlarla oynayabilir ve bakışlarıyla kendi inandıklarını size de inandırabilirdi.

İşte bu yüzden hayranlık mı yoksa hayranlık olduğuna mı inanmamı istediği bir sesle,"Ve bu cürretin o kadar paha biçilemez ki."dedi.

Daldım.Oldukça uzaklara daldım sanki.Gözlerinin içine uzun uzun baktım.Ve o da bana baktıç.Her şey bu kadar hızlı gerçekleşirken durup düşünmeye fırsatım olmamalıydı.Düşünmeye tekrar başladığın an olmayanları bile görürsün Tomris.Bunu yapma.

Aklıma gelen şeyle gözlerim tekrar kocaman açıldı.İlk günler birbirimize dahi değemezken,büyü bize engel olurken zaman geçtikçe,ya da geçenin ne olduğunu bilmediğimiz olgu geçtikçe,yalnızca temaslarımız değil birbirimizin yanında hissettiğimiz güç dalgaları da son buluyordu.

Bunları düşünürken gözlerimin daldığını tekrar fark ettim.Bir insanın gözlerinin içine sonuna kadar uzun uzun bakarsanız onu fark etmeye hatta okumaya başlarsınız.Bu yaşıma kadar herkesin gözlerinin içine uzun sayılabilecek sürelerle baktım.

Fakat onda yine farklı olan bir şeyler vardı.Baktıkça farkına varmıyordum.Aksine kayboluyordum.Kaybolmaktan her zaman nefret etmiştim.

Şimdi ise anladığım iki şey vardı.Kılıçarslan belirsizliklerden hoşlanırken benim belirlediğim yıldızları seçmişti.

Ve ben kaybolmaktan nefret ederken onda kaybolmayı seçmiştim.

Bunu ise yalnızca gücümüze ve uyumlanmamıza bağlıyordum.

Tüm bunları düşünürken ise bu kadar şeyi kaldıramayan bedenim gözlerime ağırlığını vurdu ve bilincim tatlı bir uykuya kendini bıraktı.

*************

Gözlerimi yavaşça aralarken yine onun gözleriyle karşılaşmayı beklemiyordum.Kısa süren bocalamanın ardından hızla ayaklandım.

"Ne kadar süredir uyuyorum?"diye sordum.

"Yalnızca yirmi dakika oldu Tomris.Ya da daha kısa."

Ellerim saçlarıma gitti ve geriye doğru savurdum."Yeterli o halde.Hadi işe koyulalım."

Kılıçarslan,"Acele etmene gerek yok.Biraz daha dinlenebilirsin."dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım.Uyumak bana suçlu hissettiriyordu.

"Gerek yok."dedim hızla.Bu sefer o da ayağa kalktı.Derin bir nefes aldım.

"Haritayı değiştireceğiz.Bunu da oda boş kaldığında yapacağız."dedim.

Başını olumlu anlamda salladı."Sabaha karşı mürettebatın ve işçilerin çoğu uykuya dalar.Kalanları ben oyalarken sen de mührü değiştireceksin ve zorunlu kalmadıkça büyü kullanmayacağız.Bu gemide hissettiğim bir şeyler var.Alderomin'in yapmak istediği yalnızca bizi yönetmekle sınırlı değil."

"Nasıl yani?"

"Yalnızca birinci kademeler yok Tomris.İki ve üçüncü kademe olanlar da var.İki azınlık da olsa Alderomin'in elinde olmayanlar onlar için tehdit oluşturuyor."

"Peki sence üçüncü kademelerle ne yapmak istiyorlar,onlar işlerine pek de yaramaz."

Kılıçarslan başını olumsuz anlamda salladı."Teoride işe yaramaz ama büyü büyüdür.Ve gerçek büyü son zamanlarda oldukça az.Başkan,büyüyü yalnızca büyü ile yönetebileceğinden haberdar."

Sessiz kalıp başımı salladım.Kapının sertçe çalınması ile ikimiz de o tarafa döndük.

"Oduncu,hemen işinin başına geç!"

Sesin ardından Kılıçarslan başına şapkayı geçirdi ve odadan çıktı.Çıkmadan önce,"Birazdan mutfağa geçmen gerekecek işleri halledip geleceğim."dedi.

Onu onayladıktan kısa bir süre sonra da gerçekten kapı yine çalındı ve mutfağa geçmem söylendi.

İçeriye girdiğimde ise yağ kokusu midemin bulanmasına neden oldu.Kızartma yağları her yere sıçramıştı.Üstüne üstlük tezgahın üstü koca bir ordunun bulaşıklarıyla doluydu.

İçeriye giren garsonlardan biri,"Hızlı olmalısın.Güneş doğuncaya kadar burayı bitir."dedi.

Kendime engel olamayarak,"Şu koca bulaşıklar için yalnızca tek bir çalışan mı aldınız yani?"diye sordum.Garson koca bir kahkaha attı."Alt sınıflar varken neden bir üst sınıf bulaşık yıkasın.Koskoca Alderomin de alt sınıflardan olmak da senin kaderin."

Yine keyifle odadan çıktı.Derin bir of çektim ve bileğimdeki toka ile saçlarımı bağladım.Önlüğü de sıkıca bağladıktan sonra derin bir nefes aldım.

Ve önce tabaklardan başladım.Bir taraftakileri yıkayıp diğer tarafa yığıyordum.Fakat çok yavaştım.Hayatım boyunca böyle bir yerde olmamak için çabalamışken burada olmam da ironikti.

Adadaki diğer kızlardan ne kadar zor da olsa ayrıcalıklı bir hayatım olmuştu.Çoğu işçi olarak Aldeormin askerlerinin kaldığı yerlerde çalışırdı.Ben ise en fazla fabrikaya gitmiştim.Geceleri ise çalışırdım.

Çoğuna eğitim hakkı tanınmazken bana tanınmıştı.Sorumluluğum, yanında yalnızca zorlukları değil ayrıcalıkları da getirmişti.

Fakat tüm bunların dışında,bana bu karmaşanın içerisinde gerçekten mutlu bir çocukluk yaşatmak için elinden gelen her şeyi yapan bir kadın vardı hayatımda.

Okyanus anne geldi yine gözlerimin önüne.Hayatım boyunca birilerini özlememek için çaba sarf etmiştim.Hatta duyguları bile.

Bağlanmamak için,hata yapmamak için uğraşmıştım.

Bu,o küçük adada mümkündü.Fakat gerçek hayatta ve koskoca okyanusun üzerindeyken pek de mümkün olmadığını anlamıştım.

Gözlerimin dolduğunu hissettim.Kendi kendime gülerek sildim."Sırası mıydı şimdi."dedim.

Hayatım boyunca uğramayacağım okyanusu bile bana güzellikleriyle gösteren o kadın şimdi ne yapıyordu acaba?Benden sonra adaya saldırı olmuş muydu?Ya da gerçekten beni özlediği için üzgün müydü?

Kesinlikle üzgündü.Çünkü onun sevgisinden emindim.Tıpkı benim gibi o da üzgündü.Küçük ona ait bile olmayan bir kızı büyütmüşü o.Kalbinin taşıdığı duyguların ben yanından bile geçemezdim.

Gözyaşlarımı durduramadığımı fark edip bir duvar kenarına çöktüm ve derin nefesler almaya çalıştım.Başımı dizlerime yaslayıp boşluğu izlemeye başladığımda ne kadar süre devam etti bilmiyordum.Fakat kafamı kaldırdığımda Kılıçarslan buradaydı.

Üstüne üstlük üzerinde bir önlük,ellerinde eldivenler oldukça odaklanmış bir şekilde bulaşıkları yıkıyordu.Ona artık şaşırmayacaktım fakat bulaşıkları yıkarken gözlerinin parlaması ağzımın açık kalmasına sebep oldu.

Ayağa kalkıp omzuna dokunduğumda ise hiç bozmadan devam etti."Bulaşık da mı yıkıyorsun Kaptan?"

Başını hızla olumlu anlamda salladı."Konuşmayacak mısın?"diye sordum.

"Bulaşık yıkarken konuşmam Tomris.Benim için oldukça önemli."

Tüm dramatik düşüncelerimi göz ardı ederek koca bir kahkaha attım."Nereden geliyor bu temizlik takıntın?"

Derin bir nefes alıp bu sefer eline aldığı koca tencereyi süngerle silmeye başladı.Kısa süren sessizliğin ardından,"Her zaman okyanusun üzerinde hür değildim."dedi.

Bazı takıntıların ve tavırların çocukluğunuza ait izleri olur.

"Büyüdüğüm yer insanlığın içerisinde ama insanlık dışıydı Tomris.Ve o zamanlar sebebini bilmediğim bir şekilde yapıp yapabileceğim en normal şey temizlikti.Geceleri kafamın dağılmasına izin verilirdi ve ben de bulaşıkları yıkardım."

Kendi kendime güldüm.Hatta gülüşüm bir süre sonra kahkahalara dönüştüğünde bana yandan bakışlar atmaya başladı.

"Kusura bakma,daha önce hiç bulaşık yıkama travması olan biriyle tanışmamıştım."

O da durumun ne kadar değişik olduğunu fark edip kahkaha atmaya başladı.Gülüşlerimiz birbirine karışırken o,gecenin geri kalanını bulaşıkları yıkamak ve bende düşünmekle geçirdim.

İşler bitip mutfağın kapısını yavaşça araladığımızda ise gerçekten de ortalıkta kimsecikler yoktu.Saatin kaç olduğunu bilmiyorduk fakat birazdan güneş doğacağa benziyordu.

Güvertede birkaç kişi vardı.Onlar da temizlik yapıyordu.

"Başlıyoruz Kaptan,git ve oyala şunları."

Kılıçarslan başını sallayarak,"Hay,hay emredersiniz."diyerek güverteye ilerledi.

Kaptan köşkünün kapısında kilit yoktu.Ama iki adam önünde bekliyordu.

Kenardan aldığım sopayla birinin boynuna vurup yere düşürdüğümde diğeri hemen harekete geçti.Yumruğunu yüzüme geçirecekken hızla eğildim ve karın boşluğuna bir tekme savurdum.Yere düşen odunu alıp onunda başına sertçe vurduğumda artık ayağa kalkamıyordu.

Etrafı inceledim.kılıçarslan tüm mürettebatın ortasına geçmiş arkalarını buraya dönmelerini sağlamıştı.Biri başını çevirecek olursa,"Size çok öneml, bir şey söyleyeceğim!"diye bağırıyordu.

Gülmemek için kendimi çok zor tuttum ve içeriye girdim.Tahmin ettiğim gibi içerisi boştu.Gözlerime çarpan ilk şey masanın üzerindeki haritaydı.

"Bu kadar kolay olmamalı."dedim düşüncelerimi sesli dile getirerek.

Haklıydım,harita yalnızca adaları ve etraftaki Bihamları gösteren kuş bakışı bir haritaydı.

Çekmeceleri hızla karıştırırken odanın küçük camından kapının önündeki adamların ayaklanmaya başladığını gördüm.Beklediğimde hızlı ayılıyorlardı.

Koşarak kapıya ilerledim ve kilitleyip masaya geri döndüm.Öylesine acele ediyordum ki açtığım her bir çekmeceyi boşaltıyordum.

Fakat yıldız haritalarına dair hiç bir şey yoktu burada.Ta ki parlayan bir ışık bana kendini gösterene kadar.

Duvara asılı ayı postunun ardında bir ışık parlıyordu.Bunu büyüyle yapmamıştım fakat mucizeler olağandışı olanın içinde var olmaktan vazgeçmiyordu.

Koşarak postu kaldırdım ve gözlerimin önüne gelen haritaya gülümsedim.Kopyasını oluşturmaya vaktim yoktu.

Yapabileceğim tek bir şey vardı ve elime aldığım mürekkep ile adaya giden üç farklı yol daha çizdim.Giden en kısa yolun üzerine de dağları simgeleyen bir işaret bıraktım.Postu tekrar kapattım.

Gülümseyip arkama döndüğümde ise üç adam yan yana dizilmiş bana silah tutuyorlardı.Ellerimi kaldırdım hızla,"Sakin olun beyler yalnızca uyurgezerim."dedim.

"Sizi etkisiz hale getiren bu muydu?"diye sordu öndeki yapılı adam.

Diğer ikisi kafalarıyla onaylarken.İki adım geriye attım."Tamam işte uyurgezerler dövüşemez mi?"

"Gözlerin açıktı!"dediğinde kahkaha attım."Öyle mi nasıl fark ettin?"diye sordum dalga geçerek.

Zeka küpüne de bakın,gözlerimin açık olduğunu fark etmiş.

Güverteden büyük bir ses geldi.Hepimizin gözleri oraya döndü ve gördüğüm şey kahkaha atmama neden oldu.

Kılıçarslan fıçılardan birinin üzerine çıkmış güverteyi talan ediyordu.Geri kalanlar da peşinden koşuyordu.

"Bütün gösteriyi kaçırıyorsunuz beyler."dediğimde tekrar bana döndüler."Ve emin olun ben olsam bu gösteriyi asla kaçırmazdım."

Üçü de gözlerimin içine baktığında beklediğim an buydu.Son dakikalarda büyü yapabilirdik çünkü zaten ifşa olacaktık.

Üçüne de odaklanıp burada olmamaları gerektiğine inandırdım ve kendi adımlarıyla çıkıp gittiler.Fakat buraya gelen başka askerler de vardı.Üstelik neredeyse on kişilerdi.

Kapının olduğu kısmı patlatıp koşarak güverteye geldim.Gözlerim Kılıçarslan'ı ararken bu sefer üzerimden geçti.Cidden üzerimden uçarak geçti.

İpi,direklere bağlamış ve insanların ona bakmasına sebep olmuştu."Bu köylü adam bunları nasıl yapabiliyor?"diye sordu askerlerden biri.

Hemen arkasındayken koca bir kahkaha attım."Köylü sensin andaval herif!"

Elindeki silahı aldım ve bana dönen gözlere doğru tuttum.Geminin kenarına yaslandığımda Kılıçarslan şaşalı bir iniş yaptı.Tam yanıma.

Etrafımızdaki daire büyürken Kılıçarslan hepsine sahne selamı verdi.Kaptan da artık dairenin tam ortasındaydı.

"Teşekkür ederim,sağolun canlarım benim.Beni sizler var ettiniz!"sesi oldukça coşkuluydu.

Kaptanın yanına ilerleyip şapkasını başından aldı ve hızla okyanusa attı.Kimse tepki veremezken geminin kenarına çıktı.Dengesini koruduğunda elini bana uzattı.Elini tutmadan çıktım.Kulağıma eğildi,"Yani şu konumda bile gelmiş gurur yapıyorsun."

Göz devirdim.

"Sen niye adamın şapkasını aldın,ne gerek vardı?"

Güldü."Benim bulunduğum hiçbir gemide Kaptan şapkasını bir başkası takamaz Tomriscim.Sen de buna alış artık."

Bıkkın bir nefes vermişken,"Üç dediğimde atlıyoruz."dedi.

"Ne,hayır yapamam kayık falan bul!"

"Merak etme okyanus bizi taşıyacak."

"En son beni boğmaya çalıştı!"diye çıkıştım.

"Ama sende ondan korktun, ne yapsın Tomris?"

"Hala korkuyorum ayrıca okyansutan bir insan gibi bahsetmekten vazgeç.Midemi bulandırıyorsun."

"Ayıp yalnız."

"Kılıçarslan birazdna bizi vuracaklar kapa artık o çeneni!"

Kahkaha attı.Bu sefer kulağıma iyice yaklaştı,"Elini ver ve bana güven.Şu an için bunu yapmaya mecburuz."

Korku bedenimi sarıyordu."Kılıç,ben bunu yapamam."derken tüm duruşum uzaklaşmıştı.

"Sen yapmayacaksın ben yapacağım inan bana bazen ipleri elinden bırakmak en iyisidir."

Silahlar çekilirken nasıl ikna olduğumu bilmiyordum.Ama yavaşça elime kenetlenen eline karşı koyamadım.

Başına ne zaman geçirdiğini ve nereden çıkardığını bilmediğim şapkasını indirerek,"Kaptan Kılıçarslan ev sahipliği yaptığı okyanusta,iyi yolculuklar diler!"

Ve ikimiz de geriye doğru düştük.Ellerimiz birbirine kenetliyken.









***********

Önemli!

Kitappade sonradan kurgular için hazirladigim sarki listelerini ekleyemiyorum basa sabitleyemedigim için buradan okuyanlar dm den zaman arası ve kzg sarki listelerini benden isteyebilirler.Tik tok veya buradan da olur.

 

Naberrrr

ben geldimm.

Kitap nasıl gidiyorr.

En sevdiğiniz karakter kim?

Biraz geç geldi fakat birtakım tıkanmalar oldu elimde olan birşey değil kurgu tıkanması ne demek yazanlarınız bilir.Yorum ve oylarınızı eksik etmeyin güzel bir bölüm oldu umarım beğenmişsinizdir.

Sorularınız varsa alabilirim?

Benimle iletisime gecmekten de çekinmeyin tik tok:ebi_books her zaman her sey hakkinda yazabilirsiniz bebisler.

"Zamanı sakın kaybetmeyin."

Bölüm : 03.04.2025 21:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...