10. Bölüm

9.Alıkoyulan

Ebrar Aydın
ebi_books

Od Ana'nın kehanetini bilenler onun bu gelişi karşısında bozguna uğramıştı.Alderomin topraklarında büyük bir kargaşa boy göstermiş,olası iç karışıklıklar bastırılsa dahi saray kahinlerinin endişesi işleri sekteye uğrattı.

Tüm bunlar olup biterken Alderomin hükümetinin aradığı üç isim vardı.Son ateş muhafızları.

Durumun büyüklüğündendir ki üçü de adalarına yapılmış,diğer adalardan uzakta bir Biham adasında bulunan siyah malikanede sessizliklerini koruyorlardı.

Okuyor,çalışıyor ve olabilecekler hakkında fikir üretiyorlardı.

Malikene,neredeyse Alderomin sarayı kadar büyüktü.Simsiyah malikanenin dışında başka hiçbir renk yoktu.İçi de pek farklı sayılmazdı yalnızca aralarda bulunan kırmızı amblemler süslüyordu içeriyi.

Ada ne kadar küçük de olsa ilerisinde ,okyanusun hemen önündeki orman ile ateş muhafızlarının işini fazlası ile görüyordu.

İçlerinden en yaşlıca olanı Kara,derin bir nefes aldı.Karşısında oturan ondan yalnızca iki yaş küçük Çakır'a çevirdi bakışlarını.

Toplantı odalarındalardı.Olması gerekeni düşünüyorlardı.

Çakır sakin bir ses tonu ile,"Günlerdir aklında tuttuğun düşünce ne?"diye sordu.

Çakır başını iki yana salladı ve ayaklanıp malikanenin görkemli balkonuna çıktı.Elindeki sigarayı parmağının ucu ile ateşe verdi.Kısa bir süre kaldı parmağındaki ateşte gözleri.

Kara da ona katılıp sigarasını yaktı.Saçlarına aklar düşmüş ve yıllarını bu işe vermiş iki Komutandı onlar.Ateşi taşımışlardı yanlış ve doğrularla birlikte.

Çakır başını ovaladı."Düşüncemin seninkine zıt olduğuna eminim."dedi.

Kara başını salladı.Elbette emindi.

"Ama yine de duymak istiyorsan,Alderomin'e karşı hiçbir konumda bulunmamamız gerektiğini savunuyorum."

Kara bunu beklediği için şaşırmamıştı.Bu zamana kadar lehlerine olanın tarafındalardı.Kendilerince başka çareleri yoktu ateşi yaşamaktan başka bir amaçları da.

Adaleti gözetmenin ve insanların kaderini değiştirmenin onlar için olmadığını düşündüler.Lakin durum böyle değildi.Ateşi kimse yok sayamazdı.Günü geldiğinde savaşmaları gerekecekti.Ne tarafta olursa olsun.

Kara başını olumsuz anlamda salladı."Uzun süredir bir fikir birlikteliği içerisindeyiz,"bir nefes çekti elindeki sigaradan,"Lakin bu sefer durumların değiştiği malum."

Çakır gözlerini Kara'ya çevirdi sertçe.Ve alayalı ses tonuyla,"Aldeormin'in karşısına geçersek ne olacağını düşünüyorsun?İnsanları kurtaracak,halk kahramanları mı olacağız?"

Kara buna karşılık bir nefes daha çekti."Tam anlamıyla Alderomin'e karşı gelmekten bahseden kim?Fakat daha fazla doğaya,olduğumuza karşı gelemeyiz.Bu bir anda verebileceğimiz bir karar olmayabilir ama her şey ortada."

"Evet,"dedi Çakır,"Her şey ortada.Ama ne biliyor musun?"

Kısa süren sessizliğin ardından gözlerini ufka çeviren Çakır sözünü tamamladı."Hiçbir zaman iki küçük çocuğun büyüyü kurtaracağına inanmayacağım."

Kara başını olumlu anlamda salladı."Haklısın,buna inanmak güç.Ama gözlerinle gördün kız Od Ana'yı yanına aldı ve son ateşin adımlarını attı."

Çakır yine alayla güldü."Ne olmuş yani,bu zaman kadar hiç mi kehanet gerçekleşmedi,hiç mi söylenen olmadı?Hepsini ustaca bir yapaylıkla yok ettiler."

Kara sesli düşünerek"Bu sefer farklı."dedi.

Çakır inanamıyor gibiydi."Ne yapacaksın?"diye sordu.

Kara sessiz kaldı arkalarındaki kapıyı kontrol etti."Çocuğu göndereceğim."

Çakır'ın gözleri kocaman açıldı."Ne saçmalıyorsun,o çocuk bizim ganimetimiz gerçekleşmeyecek kehanet uğruna onu göndermezsin."

Kara ayağa kalktı,"Haddini aşıyorsun Çakır,"dedi sakin bir sesle,"Rütbene sadık kal ve karışmaman gerekenlere karışma."

Kara, odadan çıkarken de öfkeyle soludu Çakır.Masaya vurduğu tekme ile devrilen masaya baktı.Öfkesi dinmezken tüm bu olan biteni bir üst katın balkonundan dinleyen Alaz sessizliğini korudu.

Son ateş varisi.Ya da yapay varisi.Ne tepki vereceğini dahi bilemezken derin bir nefes aldı o da.

Her zaman kurallara uymuştu hiç birinin sözünden bir güne bir gün çıkmamıştı.Şimdi ise kendi hakkında merak ettiği sorular vardı.Unuttuğu koca bir geçmiş, çocukluk ve ona söylenen tüm yalanlar.

Bu onun için bir fırsat olabilir miydi?Her zamanki gibi itaat etmeyi mi seçmeliydi?Kapısı tıklandığında balkondan çıktı ve kapıyı araladı.Gelen Kara'ydı.

"Hoşgeldinizi efendim."dedi başını eğerek.Kara da başı ile selam verdi."Konuşmamız gerekiyor Alaz."dedi.

Alaz başını salladı ve odadaki siyah, karşılıklı koltuklara oturdular.

"Bugün yapman gereken her şeyi yaptın mı?"

Başını olumlu anlamda salladı Alaz.Kara memnuniyetle gülümsedi.

"Sana söylemem gereken birkaç şey var,"derin bir nefes aldı,"Artık burada yaşamayacaksın."

Alaz,az önce duymuş olsa da kaşlarını çattı."Nasıl yani efendim?"

Kara ciddiyetle başını salladı."Ne uğruna savaştığımızı biliyor musun?"

Alaz için başlarda cevap verilebilecek bir soruydu.Fakat düşündükçe cevap veremedi.Kara biraz öne eğildi,"Peki kim olduğunu biliyor musun?"

Alaz yine sessiz kaldı.Sahi kimdi o?Ailesi var mıydı?Çocukluğuna dair çok az anı hatırlıyordu.

"Bu zamana kadar sorduğum iki sorunun cevabı olmadan devam edebileceğini düşündüm.Hatta bizim de devam edebileceğimizi fakat anlıyorum ki gerçekleri göz ardı etmek bizim için bir hataymış."

Ezberlediği cümleyi tekrarladı Alaz,"Ateşi devam ettirmek için gerçek olanı görmezden geliriz efendim,unuttunuz mu?"

Kara başını olumsuz anlamda salladı ve son zamanlarda aklına takılan soruyu sordu."Peki ya bize ait olan ateş de gerçekliğini yitirmişse?"

Arkasına yaslandı."Bunu bilemeyiz çocuk."

Alaz sessiz kaldı.Kendine dair bildiği tek yerden ayrılacak olmanın verdiği duygusal boşluğu göz ardı etti.Artık öğrenmek istedikleri vardı.

Kara başını salladı."Yakın zamanda senin için bir çember açılacak."

"Çemberi siz mi açacaksınız efendim?"diye sordu Alaz.Kara başını olumsuz anlamda salladı.

"Çember vakti geldiğinde senini çin açılacak.Ve o zaman gidip gitmemek senin seçimin olacak,eğer gidersen,"cebinden çıkardığı kırmızı kuşağı gösterdi,"Son ateş varisi muhafızlığını sürdüremeyecek."

Alaz'ın gözleri kocaman açıldı.Hatırladığı anılar boyu o kuşak için çalışmıştı.

"Peki ya kalırsam?"

Kara bu sefer cebinden bir fotoğraf çıkardı.Çocuk Alaz vardı fotoğrafta."İşte o zaman,kendinden vazgeçeceksin çocuk."

Alaz’ın boğazı düğümlendi.İlk defa kendi çocukluğuna dair bir fotoğraf görüyordu.Kara ayağa kalktı,"Efendim cevabımı merak etmiyor musunuz?"diye sordu Alaz, tam çıkarken.

Kara başını olumsuz anlamda salladı,"Cevaplar zaman ister çocuk.Hemen cevap vermeni istemek fazla üzerine gitmek olur."

Ve kapıyı yavaşça kapatıp çıktı o kapıdan.Ateş muhafızlarının yıllardır belirlediği politika son buluyordu artık.Bir şeyler değişiyordu.Fakat bu,politikanın tamamen yok olması ile değil oluşacak, çatlaklar ile olacaktı.

Alaz güneşe çevirdi gözlerini.Belki de unuttuğu anılarının içerisinde güneşli günler de vardı.Hiçbir zaman şikayet etmemişti olduğu yerden.Çünkü bir öncekini hatırlamıyordu.Bildiği tek bir doğru ve tek bir yaşam vardı.

Şimdi ise bunun sonu geliyordu.Onu tek bildiği doğruya iten kız ile tanışma vakti, gelip çatmıştı.

***********

Tomris

Az uyuduğum uykuya rağmen ayakta durabiliyordum.Henüz güneş yeni doğarken kapımın tıklanması ile şişmiş gözlerimi aralamış ve Kaptan köşküne gelmiştim.

Mürettebat uyanmamıştı.Bugün yapacağımız plan,Kayıp zamanlar gemisinin en sessiz planlarından biriydi.

Elimi yüzümü soğuk suyla yıkamama rağmen her yerim şişti.Gece boyunca ağlamamın payı büyük olsa da bu görüntü hoşuma gitmemişti.Bana aciz bir imaj veriyordu.

Aynada kendimi incelerken Gündüz güldü."Bırak bakmayı,şişmiş işte yapacak bir şey yok."

Ona yandan ters bakışlaırımı attım."Bana aciz bir görüntü vermiş.Kusura bakma ama birilerinin gece boyunca ağladığımı bilmesi hoşuma gitmez."

"Elbette hoşuna gitmez ama burada yabancı yok."

Elindeki kahvesi üzerindeki kazağı ve düzgün saçları ile rahatça arkasına yaslanmıştı.Düşünmeye ve dinlemeye açık gibi duruyordu.

Kılıçarslan ve komutan ise birazdan geleceklerdi.Ben bunu düşünürken odanın içerisindeki,Kılıçarslan'ın odasına açılan kapı aralandı ve karşımda gözlerini ovuşturan Kılıçarslan'ı gördüm.

Üzerinde bir şey yoktu.Henüz ne olduğunu bile anlamamış gibiydi.Esnedi önce,"Benim kahvem nerde lan?"dedi Gündüz'e.

Onu ilk defa böyle görüyordum.Etrafa melül melül baktığında güldüm.Beni yeni fark ediyor gibiydi.Gündüz elini başına koyup ovaladı."Sen yine çıplaksın be Kılıç."

Kılıçarslan iffetine göz dikmişim gibi kollarını göğüslerinin üzerinde birleştirdi,"Tomris,"güldüm,"Kusura bakma."dedi ve odasına geri girdi.

Yalnızca birkaç saniyenin ardından uykudan yeni uyanmış halinden eser yoktu.Yüzün tekrar yıkamış,ayılmış gibi duruyordu.Üzerine lacivert bir kazak giyinmişti bu sefer.

Gülümseyerek Gündüz'ün yanına gitti ve elindeki kahveyi aldı."Ne alıyorsun kahvemi Kılıç?Git yap kendine."

"İki yudum alıcam yemedik kahveni."

Güldüm bu hallerine ve tekrar aynaya döndüm.Saçlarımı sıkıca toplayıp at kuyruğu yapmıştım.Öyle sıkmıştımki zaten çekik olan gözlerim biraz daha çekilmişti.

Üzerimde siyah bir takım vardı.Vücuduma tamamen yapışıyordu ve üstünde de bir silah kemeri vardı.

Belirgin elmacık kemiklerimin hemen üzerindeki morluklara baktım.Ben kendimi incelerken aynada başını yana yatırmış gülümseyerek bakan Kılıçarslan'ı gördüm.

"Merak ettiğim birşey var,"dedi düşünceli bir sesle,"Gözlerin fazla uyumaktan mı,az uyumaktan mı,yoksa ağlamaktan mı şişti?"

Göz devirdim."Önemi yok az uyuyorum bu aralar ondandır."

Kılıçarslan başını olumsuz anlamda iki yana salladı."Her gün az uyuyordun Tomris ama her gün gözlerin şişmiyordu."

Yine göz devirdim."Kılıç lütfen,bu gün saçma sapan cümleler ve dikkatimi dağıtacak unsurları duymak istemiyorum."

Kılıçarslan tam cevap verecekken ,içeriye Komutan girdi."Fazla vaktimiz yok yirmi dakika içerisinde yola çıkmaları gerekiyor."dedi.

Ben daha ne olduğunu anlamadan hepimiz sandalyelere oturmuş ve önümüzdeki ahşap masaya bakıyorduk.

Komutan başa geçip derin bir nefes aldı."Adalar arasında sıkça yaptığımız yolculuklar bizi tehlikeye sokacak ama bunu yapmak zorundayız.Bu yüzden bu en dikkatli olmanız gereken görev."

Başımızı salladık.Gözleri bana ve Kılıçarslan'a döndü,"Gösterişler yok.Çekişmeleriniz sorun oluşturabileceği için zaten Kılıçarslan katılmıyor."

Kılıçarslan şaşırarak geriledi."Ne demek ben katılmıyorum?Kaptan benim."dedi çocuk gibi.Komutan burun kemerini sıktı.

"Sadece dinle."dedi.

Önümüze deriden bir harita koydu.Tek bir adanın haritasıydı bu.Komutan Günkut'un odasında asılı duranın kopyasıydı.Alkurah'ın haritası.

"Alkurah'ın haritası,oraya kalabalık bir ekiple gitmeyeceksiniz.Yalnızca iki kişi.Tomris ve Gündüz."

Başımı salladım.Ardından komutan devam etti.

"Ve görevin amacını söylediğimde,"gözlerimin içine baktı,"Hemen sorgulamayacaksın yalnızca onaylaman gerekiyor.Durumun aciliyeti bunu gerektiriyor."

İstemeye istemeye de olsa onayladım."Adanın ilerisinde sıralı mağaralar var,ateş muhafızlarına ait.Mağaraya gidip bir geçit açacaksın Tomris,Gündüz bu esnada ortam koşullarını sağlayacak ve her zaman yanında olacak.Sadece teknik durumlarda ayrılabilirsiniz.Geçidin içerisinden yanınıza bir ateş muhafızı gelecek.Amacınız onu da alıp gemiye getirmek."

"İyi ama mağaraların olduğu taraf uzun süredir mühürlü belirli zamanlarda büyüye zarar verebilecek varlıklar dolaşıyor."

Komutan Barbaros başını salladı."Haklısın ama son yaktığın ateşte Od ana oradaydı.Bir şeylerin yolunda gitmesini isteyen varlıklar da var.Bu,tamamen senin gücüne bağlı ve gözlemlediğim kadarıyla potansiyelin var."

Başımı salladım.

"Tüm bunların dışında adada kısa bir süre geçireceksiniz.İşi halletmeden gerekli kişiler hariç görüşmeyin.Hızlıca çıkın.Adada sıkı denetim var geçidi bulacaklardır ve buldukları an adanın kaderini değiştiremeyiz.Ne olursa olsun oradaki sivillere zarar gelmemeli."

Okyanus anneyi göremezdim, işimiz bitmeden.

"Peki işimiz bittiğinde kısa bir an görebilir miyiz?"İstemsiz döküldü bu soru dudaklarımdan.Komutan gülümsedi."Evet ama dikkatli ol bütün önlemleri aldığından emin olmalısın."

Başımı salladım.

"Ateş muhafızını alın,işiniz bittiğinde adınıza bir kayık göndereceğim.Gemi riskli olacak.Adanın Lideri sizi kayığa bindirecek.Sakın unutmayın,durum ne olursa olsun o kayığa binmek zorundasınız.Geride kimi bırakırsanız bırakın.Tereddüt etmeden binmeniz gerekiyor.Ateş muhafızı bizim için çok önemli."

Kılıçarslan parmağını kaldırdığında Komutan istemeyerek ona söz hakkı verdi."Peki Komutanım bu müthiş seçilmiş muazzam nitelikli göreve toprakların ve okyanusun gördüğü en iyi Kaptan,"Kaptan derken gözlerimin içine baktı,"Neden katılmıyor acaba?"

Barbaros gülümsedi,"Bir süredir savsakladığını görüyorum Kılıç.Benimle biraz vakit geçirmelisin,dikkatini dağıtacak unsurlar olmadan."

Kılıçarslan cevabını almış gibi başını salladı ve kollarını önünde birleştirip arkasına yaslandı.

Gündüz,"Peki acil durumlarda?"diye sordu.

Barbaros,"O zaman yanınıza yetişeceğiz Gündüz.Ve sizi o adadan çıkaracağız."

Kılıçarslan yine parmak kaldırdı."Peki Komutanım neden Gündüz?Neden Çağrı falan değil mesela?"kafayı bulmuş gibi konuşuyor inatlaşıyordu.Tadı kaçmıştı belli.

Komutan yine derin bir nefes aldı ve sinir bozukluğu ile güldü."Gündüz'ün adaya olan hakimiyetinden ötürü Kılıç."dedi.

Buna şaşırmıştım.Gündüz ada hakkında ne biliyordu?Kılıçarslan yine yerine oturdu.Komutan odadan ayrılırken elindeki bardağı ile çayını höpürdeterek içti,"Sen de son tatil dakikalarının tadını çıkar istersen bu sorularla kendini yorma Kaptan Kılıçarslan."dedi kinayeli bir sesle.

İçimin yağları erirken Kılıçarslan'a üstten bakışlar attım.Hala çocuk gibi,"Duydun mu nasıl güzel Kaptan Kılıçarslan dedi.Bir gün sende diyeceksin."

Kapıdan çıkarken,"Çok beklersin!"diye bağırdım ve güverteye geldim.Neyle gideceğimiz hakkında bir fikrim yoktu ve tahmin yürütmek de istemiyordum.

Komutan kollarını arkada birleştirmişti.Gündüz,küçük bir çanta ile yanımdaydı.

"Ulaşım için rüzgar yellerini kullanacaksınız,tam iki dakika sonra yalnızca tek bir rüzgar yeli ulaşıma açık olacak.O dakikalar hariç rüzgar yellerini kullanmayın.Radarlara yakalanırsınız."

İçim rahatlamıştı.Okyanus diyecek diye ödüm kopuyordu.Gözlerini bana çevirip işaret verdiğinde ellerimi kaldırdım ve rüzgarın poyrazı ile tek bir periyot oluşturdum.Bizi taşıyabilecek bir periyot.Birkaç dakika içerisinde Alkurah topraklarında olacaktık.

Tekrar doğup büyüdüğüm yerlerde.

*********

25 yıl önce/Alkurah

Alkurah,bozulan düzene rağmen ayakta duran vicdanın simgesiydi.Her şeye rağmen asimile olmayan kalplerin ve cesur bir azınlığın.

Güzel zeytin ağaçları henüz oldukça fazlaydı.Hepsine güneş vuruyordu.Günkut ise,yıllar sonra doğduğu,büyüdüğü topraklara gelmenin tuhaf hissini yaşıyordu.

Derin bir nefes aldı.Henüz gençti fakat ödedikleri fedalar ve bedeller,hepsi yaşlıydı.

Başını iki yana sallarken makamına ilerledi.Üniformasına kaydı gözleri.Bu onun Komutan Günkut olduğu son günlerdi.Bunu artık biliyordu.

O Lider Günkut'tu çünkü.Gerekli olan ne ise onu üstleneceklerine dair birbirlerine ve geleceğe söz vermişlerdi.

Alkurah'ın o dönemki kaderi git gide kötüye gidiyordu.Ardı sıra gelmeyen bombalar vuruyordu bereketli toprakları.

Ne kadar adanın bir kısmı da olsa insanlar zarar görüyordu.Ama o gün doğan güneşle beraber adanın bombalanacağını ve nüfusun azaltılacağını hiçbiri tahmin edemedi.

Önce sarsıldı Günkut.Ardından gökyüzündeki dumanlara kaydı gözleri.İçini endişe alırken başını ufuktan adaya çevirdi.Bombaların ardı sıra kesilmiyor adanın içine atılıyordu.Yaşamın en sık ve yoğun olduğu yerlere.

Bir diğer bombalar, zeytin ağaçlarına atılıyordu.Yaşamı simgeleyen bölgeye.Ne yapacağını bilemedi kısa bir an.Ardından biraz ötesine düşen bomba ile sarsıldı.

Feryatlar duyulmaya başladı.Çocuk sesleri.Fakat en acısı kesilen çocuk sesleriydi.

Günkut,yarım saatten uzun bir süre ardı sıra kesilmeyen bombaları bekledi.Korkuyla ilerledi adanın içine.

İşte o gün,Alkurah halkının birçoğu, daha ne olduğunu anlamadan hayata gözlerini yummuştu.

Günkut hızla dolaşıyordu merkezde.Hemşirelere iş veriyordu,adamlar ile beraber enkazın altında kalanlara yardım ediyordu.

Seferberlik hakimdi barışın son topraklarında.

Fakat o günün yaşanması gerektiğini kanıtlayan bir olay oldu.Günkut,sıralı evlerin en sonunda bulunan yıkılmış eve ilerledi.

Hemen birkaç adım önünde, üzerine duvar parçaları düşmüş başı kanlar içinde ama gözleri açık bir kadın ölmüştü.Onun en yakınında ise bir adam vardı.

Üzerinde parçalar yoktu fakat bombanın etkisi bedenindeydi.Sol tarafı neredeyse parçalanmıştı.

Herkes ilerisi ile ilgileniyordu, Günkut orada yalnızdı.Parçayı kadının üzerinden kaldırdı.Ardından gözlerini kapattı.

Evin içine girdi.Her yer toz duman olmuş,yıkılmıştı.Yalnızca bazı duvarlar üçgen şekli oluşturmuştu ve tam ortasında minik bir bebek ağlıyordu.

Ağlamaktan sesi kısılmış olmalıydı.Günkut'un içi acıdı o an.Çocuk fazla küçük değildi.Üç yaşında olmalıydı.Hızla kucağına aldı.Yüzü toprak olmuştu.

Çocuk başta korksa da sessizleşti ve yalnızca Günkut'un gözlerinini içine baktı.Acılı bakışlardı bunlar.Ne olduğunu kim olduğunu anlamadan her şeyini kaybetmenin bakışları.

O talihsiz günde her şeyini kaybeden onlarca çocuktan yalnızca birisi.

Günkut,çocuğa öylece bakakaldı.Ve ne için savaştığını bir kez daha hatırladı.Ne için fedalar verdiğini.

Çocuğu da alıp merkeze ilerledi.Çocuğu gören hiçkimse tanıdığını söylemedi.Yalnızca biri,evlerini öğrenince o ailenin kendi halinde bir aile olduğunu söyledi.

Günkut bebeği hemşirelere bıraktı.İşinin başına dönecekti lakin yapamadı.Tüm çocuklar ağlarken onun bakışları hala anlamlıydı.

Ve Günkut,anlam gördüklerini geriye atamazdı.Kontrolleri biter bitmez aldı küçük çocuğu kucağına.

Bu bir erkekti.Talihsiz bir erkek.Tüm hengamenin ardından evine girdi ve kararan havayı aydınlatmak için mumlarını yaktı.

Evi adanın ilerisinde olduğu için zarar görmemişti.Bebeği koydu yatağına.Hala bakıyordu gözlerinin içine.

O gün karar verdi Günkut.Ödediği bedellerin ardına bir çocuk sığacaktı.Kaderini bakışlarıyla çizen bir çocuk.Çünkü biliyordu,bu bakışları daha önce görmemişti.

Aradan tam dokuz yıl geçti.Alkurah büyük kayıplarının arından biraz olsun toparlandı.Ve bu sırada Günkut'un beklediği haberci gelmişti.

Artık amacını biliyordu.Yıldızlarla kehanetlenmiş olan kız, onun topraklarında dünyaya geldi.Talihsiz Alkurah adasında.

Kız henüz dört yaşına gelebilmişti.Yaşına rağmen oldukça ciddi bir duruşu vardı.Adanın içerisinde dolaşırken bile temkinliydi.

Yanındaki erkek çocuğu ise artık on iki yaşındaydı.Her şeyi anlıyor kavrıyor ve yaşıtlarının aksine düşünüyordu.

Günkut'un yazılarını düzenliyor adanın içerisinde ihtiyaç olan bir şey olduğunda yardım ediyordu.Günkut ne anlatırsa anlatsın sakince dinliyordu.

Okyanus bu adadaki en mutlu günlerini yaşıyor olabilirdi.Yıllar sonra bir toprak parçası ile hayata tutunmuştu sanki.

Karşısındaki kızın belirgin elmacık kemiklerini okşadı."Okyanus,bahçeye çıkabilir miyim?"diye sordu Tomris sevimli sesi ve gülümsemesi ile.

Cümleleri düzene giriyordu.O artık konuşuyordu.Okyanus başını salladı."Fazla uzaklaşma tamam mı?"dedi.Tomris onaylayıp gülerek bahçeye çıktı.

Bu esnada Okyanus'a merkezden aldıklarını getiren çocuk gülümsedi kızı görünce.

"Merhaba Tomris."dedi gülerek.

Tomris bir gözünü kapatıp başını kaldırdı."Merhaba."dedi uzatarak.Çocuk başını okşadı."Okyanus abla evde mi?"

Tomris sevimli bir şekilde başını salladı.Çocuk yine bu hallerine güldü.İçeriye girdiğinde Okyanus onu da sevecen bir şekilde karşıladı ve sıkıca sarıldı.

"Hoşgeldin,oğlum."dedi.

Çocuk gülümsedi.Ne kadar Günkut'un yanında da büyüse gördüğü ilk şevkat Okyanus'a aitti.Bu onun her daim okyanusa vefa duymasını sağladı.

"Nasılsın Okyanus abla?"

"İyiyim,Tomris ile uğraşıyorum."

Çocuk güldü."Gerçekten çok sevimli bir kız."

Okyanus başını sallarken camdan toprakla oynayan Tomris'e baktı."Öyle."dedi.

"Ben kalkayım en iyisi."

"Bir kase çorba içmeden bırakmam seni."

Çocuk mahcup bir şekilde başını salladı ve oturdu.Önüne konan çorbayı afiyetle içti.Bunca yokluğun içerisinde az malzeme ile yapılan mükemmel bir çorbaydı o.İmkansız çorbasıydı.

Teşekkür edip ayrıldı evden.Fakat biliyordu artık bu adada durmasının bir anlamı yoktu.Ve az zamanı kalmıştı.

Çıkarken kendi kendine bir şeyler mırıldana Tonris'in yanına eğildi.Yaşına göre boyu uzundu.Cümleleri ve aklı da öyle.

Tomris'in saçlarını karıştırdı."Kendine iyi bak Tomris."

Tomris ukala bir tavırla,"Ben kendime iyi bakıyorum zaten!"dedi.

Gülerek başını iki yana salladı.İnat bir çocuktu, ne olursa olsun.Onu her zaman sevmişti.Sorumluluğunu bilen nadir kişilerdendi ve kaderinin ortak oluşundan mıdır, her zaman Tomris'e ayrı bakmıştı.

Ve bu,ona bıraktığı vedaydı.Yarın gün doğarken gidiyordu bu adadan.

Eve döndü ve şafağı bekledi.Şafak doğduğunda,orada olduğunu bildiği Lider Günkut'un yanına gidip okyanusun önündeki minik uçuruma oturdu o da.

Gülümsedi."Teşekkür ederim."dedi mahcubiyet ile.

Günkut başını ona çevirdi."Etmene gerek yok.Bunu yapmam gerekiyordu."

"Bazen yapılması gerekenler için de teşekkür edilir efendim."dedi.

Günkut güldü.Zaman onu sessiz ve ciddi bir adam yaparken,bu çocuğun yaşından büyük cümlelerine gülüyordu.

"Sen her zaman iyi bir çocuktun.Eminim hayatının geri kalanında da iyi olacaksın."

Çocuk gülümsedi."İyi olmak her zaman temennim olacak.Alkurah ise özlediğim bir parçam."

Günkut başını salladı."Bu topraklarda tüm kötülüğüne rağmen insanı çeken bir şeyler var."

Çocuk,"Zeytin ağaçları efendim."dedi.

Günkut kaşlarını çatıp başın ona çevirdi.Çocuk devam etti.

"Zeytin ağaçları bu adada doğup büyüyen herkesin hafızasına kazınır.O ağaçları her gördüğümüzde güvende hissederiz,öyle değil mi?"

Günkut başını salladı.Daha önce böyle düşünmemişti.

“Aynen öyle çocuk,”ufuğa baktı,”Aynen öyle.”

Bir kayık yaklaştı,çocuk yanına aldığı minik bez çantayı içerisine koydu."Kayığa güvendiğim bir insan büyü yaptı.Seni Alderomin topraklarına bırakacak."

Çocuk başımı salladı.

"Buradaki işin bitmiş olabilir fakat zannımca hikayen yeni başlıyor."

Yine başını salladı.Günkut babacan bir şekilde sıvazladı omzunu.Çocuk ona verilen kayığa bindi.

Günkut,hayatının kısa bir döneminde var olduğu bu çocuğa, kendinden bir isim vermek istemişti.Günü vermek istemişti.Aydınlığı vermek istemişti.

Çünkü karşısındaki çocukken gördüğü gözleri hala görebiliyordu.Hiçbir siyahlık ve şüphe olmadan.O aydınlıktı.

"Yolun her zaman açık olsun Gündüz."

"Sağolun efendim."

**************

Günümüz/Tomris

Ayaklarımın değdiği toprak Tomris'i Tomris yapan topraktı.Gülümsediğimde içime çektiğim hava çoktandır aşina olduğum havaydı.

Ve öğrendiğim ilk şey,aitlik hissinden ne kadar kaçarsan ona o kadar geri döneceğin oldu.

Saçlarımı açıp tekrar topladım ve üzerime aldığım pelerine iyice sarıldım.Gündüz ise en az benim kadar anlamlı bakıyordu buraya.

Yürürken,"Daha önce uzun süre kaldın mı burada?"diye sordum.

Gülümsedi."Kılıçarslan ile tanıştığımdan beri yalnızca uğruyoruz ve dönüyoruz."

İçim yine de buruktu.işimiz bitmeden kimse ile görüşemezdik.Bu yüzden odaklanıp işe koyulmalıydık.

Derinlerde bir yerde aklımı kurcalayanlar vardı.Öylece teslim edilişim mesela.Ya da son kez limanda gördüğüm Lider.Başını sallamıştı, vaktin geldiğini göstermek için.

Ama hiçbir şeyi ansızın yapmazdı.Bu sefer her şey ansızın olmuştu.Sorgulamak istediğim başka şeyler de vardı.Her zaman kapalı kutu olan Liderin imzaladığı anlaşma.Ne kadar inanmasam da doğrulara ulaşmak sitiyordum.Emin olmak istiyordum.

Kehanetleri öğrenmek istiyordum.Saklananların verdiği kırgınlık gözlerimden geçmesin diye duruşumu ve gözleirmi sertleştirdim.

Adanın ilerisindeki o evin kapısındaydık artık.Liderin evinin kapısı.Omzumda hissettiğim el ile başımı çevirdim."Kapıyı çalıyorum Tomris."

Dalmış olmalıydım.Başımı olumlu anlamda salladım.Gündüz kapıya vurdu.Ve üçüncü vuruşta kapı aralandı.

Liderin sert bakışları önce Gündüz'ü buldu.Gözlerinden ufak bir şaşkınlık geçti hemen ardından beni buldu.Başımla selam verdiğimde o da selam verdi.

"Vaktimiz yok beni uçurumun kenarında bekleyin."

Başımı salladım.Yine o fazla ciddi havama bürünmüş olmalıydım.Gündüz omzumu tuttu tekrar."Sakin olabilirsin."dedi.

Başımı olumsuz anlamda sallayıp omzumu çektim."Sakinim Gündüz,sadece düşünmem ve yapmam gerekenler var."

Başını salladı.Kısa uçurumun yanındaydık.Yine.Oturup ayaklarımı boşluğa uzattım.Gündüz de aynısını yaptı.

Lider geldiğinde ikimiz de ayaklandık.Hızla söze girdi."Adada sıkı denetim var.Hiçbir şeyi elinizi kolunuzu sallayarak yapamazsınız.En ufak hatada bombalanırız ve bu,zaten azınlık halkın ölümüne neden olur.Bu yüzden ne yaparsanız yapın asla,"gözlerimin içine baktı,"Asla yakalanmayın Tomris."

Başımı salladım.

"Sizi yeraltı tünellerinden ateş muhafızlarının bölgesine göndereceğim.En çok orayı denetliyorlar fakat ateş püskürdüğünde yapamıyorlar."

Gündüz merakla,"Ateş nasıl püskürüyor orası yıllardır uyuyor."

Başımı olumsuz anlamda sallayıp Gündüz'e baktım."Ama biz Alderomin'deyken uyandı."

Gündüz başını salladı."Çünkü Od Ana oradaydı."dedi.

Lider kısa bir an bana baktı.Ardından tekrar önüne döndü."Ateş,güneş tam tepedeyken yanıyor.Yer altı yolları bombalardan etkilenilmemesi için çok aşağıda.O saate yakın varmış olursunuz."

"Ama yer altı madenleri,"diye başladığım cümleyi Lider tamamladı.

"Yaratıklar hala orada."

Korku geçmedi içimden.Fakat çözüm yolu aradım.Lider ise,"Düşünülecek bir şey yok.Od Ana'nın ateşini yakabildiysen onları da alt edebilirsin."

Başımı salladım.Ellerimize meşale verdi."Ucunu mağaraya girince yak Tomris,uzun süre sönmeyecek şekilde tasarlandılar."

Ardından iki hançer uzattı."Yakınınıza yaratıkları almayın fakat engel olmazsanız bu hançerleri kullanın.Özel olarak üretildi."

Onayladık ve yeraltı yolunun girişi için hareketlendik.Birkaç adım sonra Lider,"Tomris,"dedi ardımdan.Başımı çeviridm.

"Geldiğinden haberi yok işin erken biterse onu gör."

Şaşırsamda onaylayıp ilerledim ve çatık kaşlarımı düzeltmedim.Önemli işlerin içerisinde bu tarz duygular onun için önemsizdi.

Yolun girişi zeytin ağaçlarının en sık olduğu bölgedeydi.Biraz ilerisindeki salkım söğütün geniş gövdesi ve kökleri neredeyse benim boyumdaydı.

Elimi gövdesine tuttum ve gözlerimi kapattım."İhtiyaç dahilinde kullanılmak üzere,yer altının içerisinde,her şey toprak ananın bilgisi dahilinde."

Ağacın gövdesi aralandı ve dar tünel çıktı karşımıza."Önden buyur Gündüz."

Gündüz derin bir nefes aldı ve kovuktan içeriye uzanan merdivenden aşağı inmeye başladı.Hemen ardından inerken etrafı kontrol ettim ve ardımdan girişi kapattım.

Karanlık merdivenlerin sonuna geldiğimizde ikimizde etrafı göremiyorduk.

"Tomris ateşi yakmayı düşünüyor musun?"

Bilerek yakmıyordum kahkaha attım.

"Seni kurban etmeye geldik ,ateş falan yok."dedim keyifle.

Günüdz güldü."Ben yıllarımı Kılıçarslan ile yedim.Beni korkutamazsın.Meşaleleri ateşe verip, aydınlanan yüzüm ile göz devirdim."Çok sıkıcısın Gündüz."

"İdmanlıyım diyelim."

Yeraltı yollarının ürpertici soğuğu sardı bedenimi ve içerideki güç beni rahatsız etti.

"Diğer adaların altında da yaratıklar var mı?"diye sordu.

Başımı olumsuz anlamda salladım."Sonradan taşınanlar var.Fakat doğum yerleri Alkurah."

"Doğuştan olanlar Alkurah'da var oluyor."dedi.

Başımı salladım."Doğumun ve yaşamın adasıymış.Bundan yüzyıllar önce bu adanın üzerindeki okulun hikayesini duydun mu?"

Başını olumlu anlamda salladı."Adanın üzerinde birinci kademeleri yetiştirmek için bir akademi varmış.En iyi eğitmenler ve öğrenciler buradalarmış."

"Ta ki ihanet ruhlarına girene kadar."

Kısa süren sessizliği bozan diğer yollardan gelen sesler oldu.Elim hançere uzanırken mağaranın içerisinden yirmi adet yaratık hızla üzerimize geliyordu.

Gündüz'ü arkama aldım.İki elimi de kaldırıp onlar gelmeden yollarını kapatmak için toprağı sarstım.Yolları kapandı lakin o kadar hızlılardı ki toprağı kazıp yanımıza geldiler.

Etrafımıza ateşten bir çember oluşturdum.

Gündüz ile sırt sırtaydık."Bunlarda ne?"

"Kömür yaratıkları."

Alkurah toprak bakımından zengin olduğu kadar yeraltı konusunda da zengindi.Zamanın kayboluşunun ardından tüm o zenginlikler birer tehlikeli yaratığa dönüştü.

Bedenleri simsiyah kömürdendi fakat üzerlerinde tülden gri bir sim vardı sanki.Parlıyorlardı ve gözleri bembeyazdı.Bacağımın yarısı kadarlardı,dişleri sivriydi.Altı bacakları vardı ve bunlarla hızlıca koşabiliyorlardı.Beden ve başları tek parçaydı.

Onlar hakkında unuttuğum bir diğer şey ise,ateşi güçlendirdikleriydi.Yanıma gelenlere hançeri saplıyordum.Gündüz de öyle yapıyordu fakat sayıları gitgide artıyordu.

Onları ateşle durduramazdık.İçlerinden biri dişlerinin bir kısmını bacağıma geçirdiğinde hızla ona da hançeri sapladım.

Biraz daha izin verseydim bacağımın bir kısmını alıp götürebilrdi.Yine de küçük bir inleme çıktı ağzımdan.

"Tomris,iyi misin?"

"İyiyim sadece,küçük bir ısırık."

Toprağın içerisindeki su minarellerini kendime çektim.Yeteri kadar odaklanamadığım için devam edemedim.

Gündüz anlamış gibi,"Sen odaklan ben etrafı koruyacağım."dedi.

Başımı salladım ve gözlerimi kapattım.Tünellerden biri okyanusa çıkıyordu.Onu tespit edip suyu buraya çekmeliydim ve tıkladığım yerleri doldurmalıydım.

Çünkü gelmeye devam ediyorlardı.Küçük oyukları kapattım.Ardından çekebildiğim kadar suyu tünellere çektim.Böylecek buraya gelmeye çalışanların hepsi boğulacak ve tekrar kazamayacaklardı.

Geriye on beş tane kalmıştı.Zehirlilerdi bacağımı sarmam gerekiyordu.Gündüz çoğunu halletmişti.Kalanları da tek tek öldürdüm.

Ölür ölmez tozlaşıyor ve kömüre dönüşüyorlardı.İşleri bitmişti ve soluklanıyordum.

kenarıya oturduğumda Gündüz hızla yanıma geldi."Tomris,rengin soluyor bu yaratıklar zehirli."

Başımı salladım.Gündüz çantasına yöneldi,"Çantamın içerisinde alkollü su ve bez var."dedi.

Çantasını açıp eline aldı bende bacağımı sıyırdım.Elimdeki ateşi taşlar ile sabitledi.

Dökmeden önce gözlerime baktı,"Ne bekliyorsun Gündüz dök gitsin."

"Zehir bu canın acıyacak."

"Vaktimiz yok."

Başını sallayıp döktüğünde canım gerçekten de çok yanmıştı.Derimin içerisine giren su bütün yarayı kaynatıyordu sanki.

Elimi ağzıma kapatıp başımı Gündüz’un omzuna yasladım ve zorlukla konuştum,"Bu yeterli olmaz."dedim.

Gündüz başını salladı."Panzehir gerekli hücreler tamamen ölmedi."

Başımı olumsuz anlamda salladım."Öldürmek için yarayı yakmamız gerekiyor.Panzehir bulamayız."

Gündüz yine durdu."Küçük bir yara,hançeri ateşe tut ve bas."

Gözlerime kıyamıyor gibi baktığında göz devirdim."Bakıcılığın sırası değil Gündüz,bas gitsin,şimdi basmazsan bacağımı kesmeleri gerekir."

“Bakıcılıkla bir ilgisi yok Tomris, canının yanmasına izin veremem.”gözlerimi yavaşça kapattım ve yapması gerektiğini gösterdim.

Başını salladı ev hançeri ateşe tuttu.Elimi ağzıma kapattım.

"Hazır mısın?"

Başımı salladım.Derime değdiği an boğuk ama güçlü bir şekilde bağırıyordum.Gündüz bir süre çekmedi.Kendi derimin yanık kokusu doldu burnuma.

Gündüz,hançeri çektiğinde bile hala zonkluyordu.Ve acısı hiç dinmiyordu.Beklediğimiz kısa sürede sakinleşmiştim.

Ayağa kalktım.Az da olsa topallıyordum.Neyseki zehrin etkisi geçmişti.Uzun sürerdi ve bacağı yavaş yavaş yerdi.

Gündüz destek olmak içim omzuma girerken onu durdurdum,"Sadece bacağım, bir şey olmaz.Sen kendine dikkat et."

Başını salladı."Önümüze çıkabilecek başka yaratık var mı?"

"Var,ama bizi zorlamazlar.Zorlanacağımız tek bir yaratık var ve dua et onun ile karşılaşmayalım."

"Kim o?"derken tünelin geniş kısmına çıkmıştık.Çıktığımız yer ise korktuğumuz şeyin başımıza geldiğini gösterdi.

Arkası dönük,bedenindeki siyah dövmeler ile uzun boylu,uzun saçlı bir kadın,"Kimmiş o yaratık?"diye sordu rahatsız edici,kulak tırmalayan sesiyle.

Gündüz gözlerime baktığında başımı salladım.

Arkasını döndü ve o korkutucu gözleri ile karşılaştım.Kocaman gözlerinin içerisindeki göz bebekleri bir çizgi şeklindeydi,tıpkı bir yılan gibi,kalın dudakları ve küçük bir burnu vardı.

Bedeni ise oldukça güzel kıvrımlara sahip,uzundu.Üzerinde koyu yeşil taşlarla bezenmiş bir kıyafet vardı,göğüslerini ve altını kapatıyordu.Göğüslerinden aşağıya yeşil tüller sarkıyordu.

Geriye adım atmadım.Korkuyu hissederdi.Gündüz de korkmuyordu.

Yanımıza geldi rahatsız edici yürüyüşü ile.Başını yana yatırdı,elini Gündüz'ün omzuna attı."Ne kadar güzelsin."dedi ve yüzünü boynuna yaklaştırdı.

Gündüz yine geri adıma atmadı."Dur!"dedim hızla.Onu öpmemeliydi.

Başını bana çevirdi sinirli yüzü ile ağzını araladığında sivri dişleri ortaya çıktı."Beni neden bölüyorsun!"

"Onu öpemezsin Alkarısı."

Adını söylediğim anda üzerindeki yeşil taşlar ve tüller kırmızı rengine büründü.Gözlerinin altı siyah oldu ve yine yeşil göz bebekleri siyaha döndü.

"Bana bu isimle hitap etme!"diyerek üzerime atladığında onu tutup duvara yasladım ve hançeri boğazına dayadım.

Kahkaha attı.Elimin altından tozlaşarak ilk gördüğümüz yerine gitti.

Öfkeyle ona döndüm.Histerik bir kahkaha daha attı."Seni hatırladım."dedi.

Daha önce karşılaşmıştık.Adadan gitmeden bir yıl önce yeraltı tünellerine girmeyi denemiştim.Başarısızdım ama onunla karşılaşmıştım.

Tozlaşarak bu sefer dibime geldi.Gözlerimin içine baktı ve bir kez daha tozlaşıp Gündüz'e gitti.

Bu sefer avuçları ile yüzünü arasına aldı,dudaklarına yöneldiğinde Gündüz geriledi."Neden ona vurmuyorsun?"diye sordum.

Hızla,"Kadınlara vuramam."dedi.

Göz devirdim."Centilmenlik yapacağın sıra mı şimdi?O bir kadın değil!"

Bunu dememin ardından Alkarısı sinirlendi korkunç yüzünü kırıştırdı,"Senin kadar çirkin bir şey bana bunu nasıl söyler!"

Çıkışa gitmek için koltuğunun altındaki taşlara gitmeliydik.Taşı alıp sözleri söylediğimizde tünelin çıkışına varabilirdik.

"Bana çirkin diyene bakın!"dedim dikkatini dağıtmak için.Gündüz hala vurmuyordu."Salak mısın Gündüz?"

Başını olumsuz anlamda salladı."Vuramam diyorum sana."

Alkarısı gülümsedi ve kollarını Gündüz'ün boynuna doladı."Ne kadar da kibar bir erkek."tekrar öpecekken hançeri sırtına fırlattım.

Sırtına saplanıp kanı akarken koca bir çığlık attı."Vuramam dediğin varlık namusuna göz dikmiş farkındasın değil mi?"

"Sağol Tomris söylemesen anlamazdım."

Öfkeyle sırtındaki hançere uzandı ve çıkardı.Hızla yanıma gelirken geriye iki adım attım.Boğazımdan tutup duvara yasladı.

"Kanımı akıttın!"

Beni boğmasına izin veriyordum.Gündüz'ün gözlerine baktım.Zihnimle karşısındaki duvara,havaya kaldırdığım bir taş ile yazı yazdım.

"Koltuğunun altındaki taşı al."

Gündüz başını salladı."Yaralanmayı hak ettin,"dedim zorlukla,"Sen iğrenç bir varlıksın Alkarısı!"

İsmini her söylediğimde gözü dönüyordu.Boğazımı öyle sıkıyordu ki gözlerim kaymaya başlamıştı.

"O ismi söyleme!"

Elimi ısıtıp boğazımı tutan elini yaktım.Hızla geri çekti ve bir kez daha bağırdı.Ayaklarım yer değer değmez kahkaha attım.

"Adına bir kehanet duydum Alkarısı,"dikkati tamamen benim üzerimdeydi,"Od ana'yı kıskandığına ve sevdiğin adamın onu seçtiğine dair."

Öfkeyle parladı gözleri."Od çirkin!"diye bağırdı.

Sağ elimi kaldırıp ortasında bir ateş yaktım.Ateşe kaydı gözleri."Ateşi benimle beraber yanıyor."

Uzun tırnaklarını saplamak üzereyken Gündüz'ün elindeki taş parladı.Bir anda arkasına döndü ve "Hayır!"diye bağırdı.

Koşarak Gündüz'ün yanına ilerledim.Taşı tutuyorduk artık.Hızla söze girdim,"İhtiyaç son bulduğunda,Od Ana'nın ateşi yandığında ve savaşın sonu,zamanın geri gelişi ile bittiğinde."

Cümlem sona ermişti.Fakat taş çalışmıyordu.Alkarısı kahkaha attı."Yalnızca bir kişi çıkabilir."dedi.

Bu olamazdı.Çıkış yolu olmalıydı.Alkarısı sol elini kaldırıp bir paravanı açtı ve zindanlarını gösterdi.İçeride derisi çürüyen insanlar ve iskeletler vardı.

Hepsi ölüydü.

"Dostluklar fedalar için vardır."dedi yine keyifle.Başımı iki yana salladım.

Gündüz kulağıma eğildi,"Taş tek bir taş değil Tomris.Birden çok taş,kırmayı başarırsak çıkarız."

"Nasıl kıracağız?"

Gündüz etrafa baktı.Gözleri bir yere gittiğinde gülümsedi."Sen onu bana bırak,Alkarısını oyala."

Başımı salladım.Alkarısı'nın yanına gittim.

"Hangimizin kalmasını istiyorsun Alkarısı?"

Yüzünü buruşturdu."Senin gibi iğrenç bir şeyin değil,"Gündüz'ü işaret etti,"Onun gibi güzel bir erkek istiyorum."

Arkasının dönük olduğu tarafa gittim."Peki onunla ne yapacaksın?"

Yüzün bana döndü ve Gündüz arkasında kaldı.Neyseki dikkati gerçekten kolay dağılıyordu.

"Onu kendime aşık edeceğim ve,"gülümsedi,"Öpeceğim."

Gülmemek için çok zor dururken Gündüz şaşkınlıkla baktı.Dudaklarımı ısırdım.

"Peki ya o başkasını seviyorsa,o zaman sana kalbini veremez biliyorsun."

Sinirlendi."Başkasını sevemez!"

"Sever,tıpkı zamanında aşık olduğun adam gibi.Oda Od Ana'yı sevmişti."

"Seni öldüreceğim!"diyerek üzerime geldi.Bu sefer ateşi harladım.Korkuyla geri adım attı.

Gündüz'e kısa bir an baktım.Açılan zindanların hemen yanında büyük,kalın,demirden bir tokmak vardı.Tokmağı alıp hızla koltuğun olduğu tarafa yürüdü.

O tokmağı vurmadan önce,"O erkek bir başkasına aşık.İki aya düğünleri var!"diye bağırdım Alkarısı'na.Onunla inatlaşmak beni çok eğlendiriyordu.

Gündüz ise ellerini iki yana açarak gözlerini kocaman açtı.Onun bu haline güldüm.

Gündüz kusura bakma kardeşim başını bağlamam gerekti.

"Hayır!"dedi Alkarısı.

Tam bu sırada Gündüz tokmağı vurdu ve taş, iki parçaya bölündü.Biri ayağımın tam ucuna geldi,eğilip onu aldım ve Alkarısı beni yakalayacakken çevik bir hareketle Gündüz'ün yanına gittim.

O bize doğru gelirken bu sefer Gündüz kurdu cümleyi.

"İhtiyaç son bulduğunda,Od Ana'nın ateşi yandığında ve savaşın sonu,zamanın geri gelişi ile bittiğinde."

Gözlerimi kapatıp açtığımda büyük bir ağacın hemen ardındaydık ve artık gökyüzünü görebiliyorduk.

"Kadın az kalsın ırzıma geçiyordu Tomris."dedi Gündüz sakin bir sesle.Kahkaha attım.”Kesinlikle çok sinir bozucu bir kadın.”dedim gülerek.

Bir an yeri öpecektim fakat abartmamam gerektiğini biliyordum."Bacağın nasıl?"diye sordu.

"İyi, hadi mağaraya girelim."dedim hızla.

Duyduğumuz sesle Gündüz beni tutarak ağacın arkasına sakladı.Askerler buraya geliyorlardı.Daha doğrusu ayrılıyorlardı mağaraların yanından.

"Ateş geliyor!"diye bağırdı içlerinden biri.

Hızla adanın aşağısına koşuyorlardı.Bir kaçının orada kaldıklarını duydum.Çığlık sesleri geldi kulağıma.

Ateşe çevirdim gözlerimi.Yanardağ misali patlıyordu.Yıllardır uyuyan Od Ana ile beraber uyanmıştı.Derin bir nefes aldım.

"Biz nasıl içeri gireceğiz?"diye sordu Gündüz.Başımı iki yana salladım.Bilmiyordum.Ateş çok fena püskürüyordu ve nereye düşeceği belli olmuyordu.

"Aslında bakarsan Kılıçarslan'ın ateşin yönünü değiştirmek için kullandığı bir teknik var,ama yapabilir misin bilmiyorum."

"Onun yapabildiğini, ben havada karada yaparım Gündüz,söyle neymiş o?"

"Rüzgarı ve okyanusu kullanarak bir tılsım oluşturuyordu.Ardından etrafımıza tozlaştırıyordu ve böylece ateş bize uğramıyordu."

Kısa süre düşündüm.Ardından sağ elimi kaldırıp rüzgarı çektim.Yere eğilip toprağın içerisindeki suyu damlalar halinde gün yüzüne çıkardım.

"Tılsım oluşturmak için gerekenler yalnızca elementler değildir."dedim ciddiyetle.

Sözümü Gündüz tamamladı,"Güneşin değmesi gerekir."

Başımı salladım,ortaya çıkan su damlası şeklindeki parçayı gökyüzüne yükselttim.Bir metre yukarımızdayken patladı ve tozları etrafımıza yayıldı.

Tozların her biri bize çember oluşturdu.

Gündüz gülümsedi."Hadi gidelim."dedi.

Başımı salladım ve bu sefer mağaraların hemen önüne geldik.Ateş gerçekten bize uğramıyordu ve seyiriyordu.

Mağaranın içerisine girerken tılsımı sıfırladım.İçeriye herhangi bir güç tılsımı ile girilmemesi gerekiyordu.

Aklıma gelen düşünceyi sesli dile getirdim."Biz geçidi açacağız ama ateş muhafızının gelebilmesi için rızası alınmalı."dedim.

Gündüz hızla,"Komutan halletmiştir,rızası vardır."

"Ona nasıl güveniyorsun bir ateş muhafızı isteği ile neden ayaklarımıza gelsin?"

Gündüz gülümsedi."Ona sende güvenmelisin.Bizi buraya yollarken bozuk bir altyapı ile yollamaz.Planlar ve hazırlıklarla hareket eder."

Derin bir nefes aldım."Ama eğer gelmezse kapıyı boş boşuna açmış olacağız."

Gündüz başını salladı.Kısa süre düşündüm ve düşüncelerimi bölen yine Gündüz oldu.

"Bazı insanlar karar anlarında,"mağaranın içerisinde attığı adım yankı oluşturdu,"Yalnızca bir işaret beklerler Tomris.Bu bazen sallanan ağaç bazen bir ses ve bazen de küçük bir işaret olur."

Gülümsedim."Bir ateş muhafızı işaretlere inanmaz."

Gündüz başını olumsuz anlamda salladı."Herkes işaretlere inanır Tomris.Sen bile."

Başımı olumsuz anlamda salladım."Ben teorilere dayanmam Gündüz adımımı sağlam atarım."

"Kılıçarslan'ın da aldığı çoğu kararda adımını sağlam atması gerekiyordu.Ama her zaman hatta en kritik anlarda işaretlere güvendi."

"Hiç kaybetmedi mi?"

Gündüz başını olumsuz anlamda salladı."Kaybetme ihtimali vardı ve kaybedişleri de zaferi de ona veren işaret olacaktı.Ama kazandı."

"Şimdi bizim de kaybetme şansımız var.Üstüne üstlük bu sefer koca bir adanın,"yutkundum,"Sevdiklerimin hayatı söz konusu."

"İşte bu yüzden şansını denemelisin."

Bir süre düşündüm.Ardından sadece ateş muhafızının görebileceği bir işaret.

Gündüz ve Kılıçarslan sınır çizgilerime iyi gelmiyor olabilirlerdi,fakat günden

güne sarsılan umudumu ,ben farkında olmadan harekete geçiriyorlardı.

Üstelik bunu yalnızca inançları ile yapıyorlardı.Tıpkı yıllar öncesinde iki Komutanın koskoca ordulara ve karanlık güçlere yalnızca inançla kafa tutmaları ve kehaneti saklamaları gibi.

"Tamam."dedim.Gözlerimi kapattım.Görmeye çalıştım.Ateş muhafızlarının adasını.Etrafındaki tılsım buna izin vermedi.

"Yapamıyorum."dedim.

"Geçidi açtıktan sonra işin daha kolay olur."

Başımı salladım.Geçidi açmak içim mağarnaın içine geldik ve büyük,daire oluşturan taşın karşısına geçtik.

Etrafı, taşın etrafını ateşe verdim.İşaret ve orta parmağımı birleştirdim yukarıdan aşağıya bir yırtmaç oluşturdum.En sonunda karşımızda kapı vardı.

Yalnızca beş dakika içerisinde ateş muhafızının kapıdan geçmesi gerekiyordu.

Beş dakikanın ardından ateş püskürmeyi yavaşlatacak ve Alderomin bir geçit kapısı oluştuğunu tespit edecekti.

*********************

Siyah odasının içerisindeki tek beyaz masanın önüne oturdu Alaz.Eline kalem aldı ve karalamaya başladı.

Düşüncelerini yazıyordu cümleler karışıklaşıyordu ama yırtıp atıyordu.Bazılarını dosyalara kaldırıyordu.Çocukluğundan beri yazardı.

Aklı çok karıştığında yazardı,mutlu olduğunda yazardı bazen yaşamak istediği ama yaşanamayacak anıları bile yazardı.

Yazılarının birinde güzel bir kumsaldaydı.Yanında sevdiği kadın ve iki çocuğu vardı,bir ailesi vardı.Güneşli günlerde eğleniyorlardı.Böyle bir anı hiç yaşanmamıştı ya da Alaz birini hiç sevmemişti.

Oyuncağı elinden alınan çocuklar gibiydi o.Kara, bir gün kendi notlarına böyle yazmıştı.Sonradan oluşturulmuş tutsak bir varis.

Ateşin özgür ruhuna aykırı bir varis.Kapana kısılmış bir erkek çocuğu.Bir kağıdı daha karaladı ve geriye yaslandı.Siyah gömleğinin üç düğmesini açıp nefes almaya çalıştı.

Yazmak zihnini boşaltıyordu ama hatırladıkları yoruyordu onu.

Balkona çıktı yavaş adımlarla.İki eğitmeni de bugün ortalarda yoktu.Düşünceleri ile baş başa bırakılmıştı.Ve birileri düşüncelerini gerçekten ateşle yakıyordu,acı çekmesi için.

Ellerini saçlarına geçirdi.Hiçbir zaman sinirini dışarı vurmamıştı ya da sormak istediği soruları soramamıştı.Böyle geçen yıllar onda büyük sinir ve güven problemleri oluşturmuştu.

Bazen nefes almakta zorlandığında her şeyi yok edip silinip gitmek istiyordu.

Kendine bazen açıkladığı ve bazen açıklayamadığı bir gerçek vardı.

Olması gereken yerde değildi.İstediği hayat bu değildi.Savaşın içerisinde yitip gitmek istemiyordu.

Yitip gideceği savaşın,haklı tarafında olmak istiyordu en azından.Korkaklık etmek istemiyordu.Yine de duyduğu bir sadakat vardı eğitmenlerine karşı.

Ne kadar acılı bir geçmişe de sahip olsa Kara ve Çakır onu büyütmüşlerdi.Kara'nın sözünü dinlese de Çakır'ın üzerindeki emeğini yok sayamıyordu.

Araftaydı.Ve arafta olma düşüncesi aklına geldiğinde gülümsedi.

O an sanki zihnine bir ışık düştü.Arafta olacak fikirleri ya da doğruları olmamıştı bu zamana kadar.Şimdi ise ilk defa seçim hakkı vardı.Üstelik bu seçimi o yapacaktı.

İçeriye girdi.Siyah,işlemeli ahşaptan yapılma çerçeveli, aynasının önüne geçti.Başını yana yatırdı.

Peki kimdi Alaz?Çocukluğu nasıldı?Ne severdi?Seçim hakkı sunulsa nasıl bir hayat tercih ederdi?

Unutmak her zaman diliminde iğrençti.Fakat kendi benliğini unutmak ve kendine dair olanı bilmemek en acı vericisiydi.

Ve bunu düşündüğü her an zihninde oluşan ihtimaller,boşluklar ona acı veriyordu.

Başını iki yana salladı.Nefeslerini düzene sokmaya çalıştı.Kara'nın dediğine göre kapı birazdan küçük ormanın içerisinde açılacaktı.

Peki o gidecek miydi?

Tam bu sırada,Ateş Muhafızlarının adasının üzerinde ilk defa farklı bir kuş gezdi.Çünkü Barbaros bir kez daha hislerine güvendi.Ve bir kez daha kazandı.

Çocuğun hayatı boyunca seçim yapmadığını,koca bir belirsizliğin ortasında olduğunu biliyordu.Ve belirsizlikten çıkmanın aslında ne kadar basit olduğunu da.Yalnızca küçük bir adım ,küçük bir bilgi.

Çünkü o,koskoca belirsiz okyanusun içerisinden, kendini bilerek çıkmıştı.

Bozdoğan,görevini başarıyla yerine getirdi.Mektubu,Alaz'ın balkonuna koydu.Kuşun uçtuğu Çakır tarafından fark edildiği an engel olunacaktı.Fakat Kara da biliyordu,ona engel olmaması gerektiğini.

Alaz bir adım geri attı.Ona bir mektup mu gelmişti?Karışmış olacağını düşündü,çünkü onun burası hariç bildiği,tanıdığı hiç kimsesi yoktu.

Eline aldığı mektubun üzerinde ise,"Alaz'a,alıkoyulan çocuğa."yazıyordu.

Ve mektuplar,yine kaybolan zamana inat anıları gerçekler ile beraber taşıdı.

Mektubu yavaşça açtı Alaz.Ve kısa yazıyı okukumaya başladı.

"Seni,en az senin bulunduğun durum kadar belirsiz okyanus ile selamlıyorum Alaz.Bilmeni isterimki bu mektup hiçbir kötü niyet ile bezenmemiş,sana zarar verecek duygular gütmemiştir.Çocukken mektupların en çok ihtiyaç olduğu anlarda geldiklerine inanmışımdır.İşe bu yüzden sana bu mektubu yazıyorum.Çünkü zannedersem buna ihtiyacın var.Kararlar,seçimler.Hepsinin sonunda kararı verenin sen olması, bana kalırsa haksızlık.Çünkü hiçbir zaman bu kararı vermek zorunda olmaman gerekirdi.Fakat şu an buradasın ve kelimelerimi okuyorsun.İşte bu yüzden,seçimin ne olursa olsun işlerin sonunu düşünmeden önce bulunduğun anı düşün.Bu düşünce bana,yıllar öncesinde bir savaşın kıvılcımını yakma cesareti vermişti ve eminim sana da verecek.Üstelik sana bir sır vermek istiyorum.Alabileceğin ilk cevap,bütün bu hikayeyi,seninkini,benimkini birçok kişininkini henüz doğmadan bile başlatan kız, hemen geçidin ardında olacak.Cevapları bulmak için önce soruları doğru kişiye sormak gerekir.Yıldızların gökyüzünde parladığı bir gecede ve içimizi huzurla kaplayan güneşli günlerde uyanmak dileğiyle.Kendine iyi bak."

Komutan barbaros.

İşte bu,Alaz'ın aldığı ilk mektuptu.Ve ormana gitmesini,geçit kapısının hemen önünde kendisini bulmasını sağlayan da ilk mektuptu.

Artık Alaz olarak var olacaktı.Mektuplar ona gelecek , cevaplar ise onu bulacaktı.Ve savaş bittiğinde kendini biliyor olacaktı.Her zaman hayal kurardı fakat gerçeğe yakın olanı ilk defa kuruyordu.

Ve bu, onun içini heyecan ile kapladı.Geçidin tam karşısında durduğunda ardında bir ses duydu.

"Alaz!"

Başını çevirdi ve Çakır'ı gördü."Efendim."dedi içinden.Çakır öfkeyle bakıyordu.

"O kapıdan içeriye girmeyeceksin!Bu bir emirdir."

Emirleri dinlemek zorundaydı.Böyle görmüştü.Emirler her zaman lehineydi,böyle öğretilmişti.

Fakat kanına özgürlüğün en ufak düşüncesi girmiş birine,kapana kısılmanın lehine olduğunu anlatamazsınız.

Başını olumsuz anlamda salladı.Yine de gözlerine baktı Çakır'ın.Ben kimim,diyemedi.Neden buradayım,diyemedi.Doğmadığım bir şeyi olmaya neden zorlandım,diyemedi.

Yalnızca başıyla selam verdi."Herşey için teşekkür ederim efendim."dedi.

İşte tam bu sırada onu tamamlayan ve aklının içerisinde hiçbir şüphe barınmamasını sağlayan bir işaret geldi gökyüzüne.

Küçük bir alev topu çıktı birkaç metre üstüne.Ardından etrafa saçılarak bir resim oluşturdu.Okyanus vardı gökyüzünde.Üzerinde ise koca bir gemi.Geminin üzerinde bir kurt vardı.Hemen yanında yanan bir meşale.İşte bu,özgürlüğün simgesiydi.

Toprak muhafızı,ilk hatasını özgürlüğe davet ediyordu.Ve bu, ikisi için de ilkti.

Alaz adımını geçitten içeriye attı,gözlerini tekrar açtığında doğduğu,büyüdüğü topraklarda olacağını bilmeden.

*****************

Naberrrr

Nasıl gidiyor?

Barbaros ve mektupları bugünde yolu acti sağolsun.

Kurgunun biraz etkileşimleri düşük bu yüzden sizden yorum rica edeceğimm.

Hepinizi çok seviyorum umarım bölümü beğenmişsinizdir.Hızlı yazdığım bir bölüm oldu umarım yetiştirebilirim.

Çok öpüyorum.

"Zamanı sakın kaybetmeyin."





Bölüm : 01.05.2025 20:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...