13. Bölüm

(12) Ölüm öpücüğü.

Ebru yuva
ebru2_yuva_

Sen acı ve tatlı gibisin. Uzaktan bakınca yaşadığı hissettiren ama yaklaşınca ölecegini bildiğin bir tehlikesin. Duygulardan anlamam ama son zamanlarda sanırım sen duygularımın içinde olmaya başladın ve sen henüz beni hiç farketmemişsin. Bir gün farkettiğinde bana acı mı olacaksın yoksa tatlı mı?

🍂

Kendimizi suçladığımız dönemlerde hep bir sebep aramanın peşindeyiz. Hep birinin gelip sana 'sen yapmadın' demesine ihtiyaç duyarız. Biri de sana 'senin suçun değildi' desin ve sen artık kendini suçlamaktan, kendinden nefret etmekten vazgeç.

 

Gerçeğini biliyorsun, suçlu olmadığını da öyle. Ama bazen gelir ve sen kendini suçlamak için bahaneler ararsın. O bahaneler başkaları olur, en sevdiklerin olur hiç sevmediklerin olur. Sen bile isteye onlarla Kendini cezalandırırsın. Peki sebep? Bir sebep yok, herkes sana suçlu diyorsa sen suçlusundur. Oysaki çokta masum bir insansın. Hayır, bunu kendine itiraf edemiyorsun. Çünkü sana göre sen günahların dibine kadar batmış ve onların kiriyle lekelenmiş bir kadınsın. Öyle olmasa niye böyle hissedesin?

 

Kendimi yene o kadının benliğinde hissediyordum. Yene o insanların düşüncelerini önemseyen o kızdım. Hani bencildim? Hani kimseyi umursamayacaktım? Sadece bir kaç kelimeyle mi tuzla buz olmuştu o güçlü kadın?

 

Kimseyi umursamayacak konusunda yeminler etmenin üzerinden en ufak zorbayla hemen eski kendime dönmeye ne kadar da hevesliymisim ben. Ne kadar istiyormuşum o eski kişi olmayı aslında. İnsan özünü unutamıyor, nerden gelirse gelsin o gerçek kişiliği onu elbet gelir bulur. Gerek karanlık bir sokağın ortasında kimsesiz iken, gerek bir köşede çaresizliğinle ağlarken, gerek bazen herkesin hasret kaldığı uykuların içinde kâbuslara teslim olurken. Sen seni terkettiğini düşünürken bile duyguların hiçbir zaman gerçeğinden uzaklaşmana izin vermemiştir. Sen olduğun o kişisin sadece etrafında değişiklikler var. Ailen farklı, ismin farklı, yalanların farklı. Ama sen ordasın. Her aynaya baktığında gözlerin bu yalana ortak olmadığını söylüyor. Başka bir dünya seni bekliyor ve sen hâlâ yalanların önüne serdiği kalkanların ardındasın.

 

Kendimi suçlamayı ne kadar da özlemişim. Ben kendini suçlayan o kadın değildim. Kendime kızardım, sevmeyebilirdim lâkin ben o suçlu kadın değildim.

 

Onun kafesinde istediği o kişi olmak üzereydim. Her bir nefes çekişimde, her nefesimi bıraktığımda sanki ölüp ölüp diriliyordum. Ciğerlerime sızan hoş kokusu mu yoksa beni etkisi altına alan bu histen mi nefret etmiştim, bilmiyordum ama tek bildiğim kafamdaki düşünceleri sonlandırmaktı.

 

Ellerimi bıraksın istiyordum. Ellerine tutsak ettiği ellerimi bıraksın ve ben kulaklarımdaki sesleri susturayım istiyordum. Bırakmadı, ne ellerimi ne çenemi. Beni öylece kendine tutsak etti. Beni kendisiyle cezalandırdı, kontorlsüz bir adamın öfkesine kurban gitmeme ramak kalmıştı. böylesine bir adamı durdurabilecek bir şey var mıydı?

 

Sıcak nefesi altında yanıp kül oluyordum, ama bedenim değil ruhum. ”Biliyor musun? Ben kuralları hiç sevmem.” Tek bir cümle ve içine sığdırılmış karanlık harfler.


Başını eğmiş ve yüzüme değil boynuma bakıyordu. Sanki orda bir yüzüm daha vardı ve onunla konuşuyordu. Bana bir kez daha ölüm öpücüğünü vermişti. Acımasız bir ölümün öpücüğü şah damarıma bırakılmıştı.

Yakınlığında sevgiye ve merhamete dair hiçbir şey yoktu. Sadece acı... sadece acı vardı. Çenimi tutam parmakları biraz daha sıkılaştığında,
”Ve sen bana konulmuş en büyük kuralsın. Ki ben kurallara hiçbir zaman sadık kalan bir adam olmadım.” Buram buram ölüm kokan sözlerinde asılı baskın bir nefret vardı. Sıcacık elleri soğuk ellerimi ısıtırken ruhumu buz kütlesine çeviriyordu.

Kendime zarar vermemem için mi ellerimi tutuyordu yoksan ondan kaçmayayım diye mi? O benim kollarımı tuttukça ben terliyordum. Cılız nefeslerim de yetersiz kaldığında artık ölecek gibiydim ama o cesedime bile huzur vermemeye yeminliydi. Onun gaddar yanının dönüştürdüğü hallerini görmüştüm lâkin şimdi çok başkaydı.

”E-ellerimi...” Devamını getiremedim. Başını kaldırdığında saç tutamları çeneme değti. Gözlerime baktığında her ne gördüyse çenemi daha sıkı tuttu. Öfkesi, nefreti sanki o kısa anda geri çekildi ve ilk kez şaşkınlığı gördüm grilerinde, ”Kendine ne yapıyorsun?” Gördüklerinden hoşlanmamış olacak ki kaşları çatıldı. Bana zarar verince tatmin oluyordu lâkin benim kendime verdiğim zarardan hoşlanmıyordu.

 

Titriyordum, anlımdan süzülen ter çenemden düştükce bunun devamı hız kesmeden geliyordu. ”Ellerimi bırak.” Zorlukla telaffuz ettiğim sözlerim o kadar kısık bir sesle söylemiştim ki ben bile zor duydum sesimi. Başını yana yatırıp arkadan tuttuğu bileklerimi bıraktığında, hızla yanından sarsak adımlarla geçtim.
L

 

âkin sadece bir kaç adım atabilmiştim anca. Tökezleyerek dizlerimin üstüne çöktüğümde ellerimi kaldırıp şakaklarıma bastırdım.


Gözlerimden yaşlar akıyordu. ”Ben yapmadım, ben... yapmadım.” Başımı iki yana sallarken zihnimde yankılanan o kadının çığlıklarını durduramıyordum. Kan... çok fazla kan vardı. Benim kanımdı. Karanlık zifiri bir odada kanın içinde uyuyordum. Kalbime keskin bir bıçak saplanmış ve deşiyordu göğsümü.
Gözyaşlarım canımı acıtıyordu. Ellerimi başıma koymuş durmadan başımı iki yana sallıyordum. O benim karşımdaydı, kendimi ona inandırmak zorundaydım.

Birinin gölgesi üzerime çöktü ve ben o gölgenin altında ezilip büzüldüm. Tüm kemiklerim kırılmış gibi bedenimde sarsıcı bir acı vardı ve ben o acıya karşı fazla dayanıksızdım. Zihnimdeki o kadın bağırarak, ”Ben yapmadım, lütfen bana zarar vermeyin.”

 

Kimse niye dinlemiyordu?

 

Niye ona acımıyorlardı?

 

Yüzü gözü kanlar, morluklar içindeydi. Gözlerinin önünde onun için bir ateş harlanıyordu. Niye kimse o yapmaz demiyordu?

 

Küçük bir kız çocuğu ondan yardım istiyordu ama o kimse acımıyordu. Ölüyordu işte, ölümü bile haykırışlarla olacaktı. Daha ne istiyorlardı?

 

Hıçkırıklarla ağlarken tenimde kızgın bir mühür damga vuruyormuş gibi derim yanıyordu. Ben o ateşin ruhumu yakıp kül ettiğini hissediyordum.

 

Bir taraftan kollarımı gövdeme doluyordum bir tarafta o sesleri dururmak için ellerimi kulaklarıma bastırıyordum. Biri geldi karşımda oturdu. Siyah bir koltuk, üstünde o otuyor ve beni izliyordu. Keyifli miydi? Haz mı alıyordu? Düştüğüm bu zayıflık, bu acizliğim ona zevk mi veriyordu? Hayır, duygusuzca izliyordu. Kayıtsızca, tepkisizce umursamazca.

 

Yer ve mekân değişmişti sanki. Ve ben onun karşısında o parmağını oynatmadan acı çekiyordum. O öylece izliyordu. Esir olduğum o hücrenin anahtarı larmaklarının arasındaydı. Öylece sallaıyor acımı kendine bir eğlence hâline getiriyordu.

 

Kum asar bana yaşarken kefeni giydirmiş bir ceset gibi yaşmama müsaade etmişti. Bu kadar merhametli olabilmişti.

 

Gözlerimden akan yaşları, saçlarımı çeken ellerimi sadece izliyordu. Ona bakmadım. Dizlerimin üzerine durmak yerine zemine uzanıp cenin pozisyonu aldım. Soğuk bana iyi gelmişti

 

Gözyaşlarım usulca zemine dökülürken zihnimin içini boşaltmayı denedim. Dizlerimi birbirine sürterken ellerimi şakaklarıma çıkarttım. Ellerim titriyor muydu bilmiyorum ama kolyemi kavrayamıyordu. Sanki kolye elimde sallanıyordu. Gözlerimi bir daha hiç açmamak üzere yumdum. Uyu Milen, uyu kâbusların bu dünyadan çok daha iyi. Kâbuslarına sığın ama bu dünyaya hiç gelme.

 


Ben onun ayaklarının ucunda gözlerimi kapattım, kendimi uyumaya zorladım. Bozuk plak gibi hep aynı kelimeleri tekrarlamaktan kendimi kurtarıp mırıldaanmaya başladım. Kendimin dâhi anlamanı bilmediği bir şarkının sözlerini söylüyordum.

 

Söylerim her sabah gölgeme geceleri sen gidince korku basar ruhuma. Korku basar ruhuma.”

 

”Bak dinliyorum karanlığın içinden geliyor çığlık sesleri. Yene korku basıyor ruhuma.”

 

”Güneşin uzakta kaldığı o zifirden geliyor kötü canavarlar. Geliyor kötü canavarlar.”

 

”Söylerim her sabah gölgeme geceleri sen gidince korku basar rubuma. Korku basar ruhuma. ”

 

Masallar okudum, ninniler söyledim, kendi kendime konuştum ve bu süre zarfında gözlerim kapalı yerde öylece uyumayı bekliyordum. Bir sürü hayal kurdum. Hepsi bembeyazdı, hepsi fazla güzeldi. Soğuktan titrediğimi hissettim ama uzandığım yer sanki beni tüm kötülüklerden koruyan bir kalkanmış gibi ona sarılmıştım.

 

Artık ağlamıyordum saçlarımı çekmiyordum. Zihnimdeki sesleri susturdum ve görüntülerin üstüne siyah perdeyi zorlukla çekebilmiştim. Dudaklarım durmadan hep konuştu. Beni sakinleştirmek için bir an olsun susmadı. Babamdan bahsettim kendime. Saçlarından, gözlerinden, günlük yaptığımız işlerden. Mahallemizdeki dedikoducu kadınlardan ve hatta Beril'den bile bahsettim. İyisin Milne, sen çok iyisin.

 

Göz kapaklarım titreşek yavaş yavaş açıldığında görüş açım bulanıktı. Boğazım kuruluğunu gidermek adına yutkundum.

 

Her zaman bir yol vardır, ve ben kendime yeni bir yol daha bulmuştum. Kendimi kaybettiğim dönemlerde bir şeylere odaklanınca hastalık beni yavaş yavaş bırakıyordu. Kalbimin atışları normale dönmüş terlediğim için şimdi üşüyordum. Doğrulup yerde oturur hâle geldiğimde hemen bir kaç adım uzağımdaki siyah sandalyelerden birinde rahatça oturmuş adamın beni izlediğini gördüm.

 

Bir elinde kadeh diğer elinde ise içki şişesi vardı ve kendini kaybetmiş gibi içiyordu. Dehşetle etrafıma baktım. Kırmızı kapı arkamızdaydı. Kapının sol tarafında karanlık bir köşe vardı ve tepemizde soluk bir ışık cızırdıyordu. Onun etrafındaki güçlü karanlık ışıkların gücünü zayıflatacak kadar kuvvetliydi. Karanlıkta kalan silüetini seçiyordum. Onu vücudundan bile tanıyordum artık.

 

Başımı ellerimin arasına aldım. Az önce yaptıklarımı, tüm söylediklerimi düşündüm. Bütün hayatımı anlatmıştım nerdeyse, ve o... Bunların hepsini dinlemişti değil mi? Belki de söylememişimdir. Hayır aptal Milen. Dertleşecek kimseyi bulamayınca kendinle dertleştin.

 

Beril'in sevgililerinden bile bahsettiğimi hatırlıyorum. Hepsini dinlemiş olamazdı değil mi? Yüzümü buruşturdum ve tekrar ona döndüm. Bacakları aralıklı sırtını geriye yaslamış bir hâlde rahat bir pozisyon almıştı. Ben kendimle savaş içerisindeyken o kendine bir sandalye ve içki alıp öylece beni izlemişti, öyle mi?

 

Şuan kendimdeydim ve tüm yaptıklarımı hatırlayınca, Allah beni telef etsin.
Onun varlığını nasıl unutup bu kadar rahatca konuşabilmiştim?

 

Gözlerimin içine bakıyordu, o kadar derin ve adlandıramadığım duygularla bakıyordu ki yutkunurken buldum kendimi. ”Sana ne oluyor Raven?” Sesi boğuk ve kalındı. Sarhoş muydu o? Bana her 'Raven' diyişinde içim titriyordu. O kadar içten ve derinden söylüyordu ki bana ait olmayan bir ismi benimsemiş durumdaydım. ”Çarediz olmaktan korkuyorsun.” derken kademsiz hislerim yene sağdan solan geliyorlardı.

 

Kendini kaybetmek istermiş gibi içiyordu. Hiçbir konuda kontrolünün olmadığı o kadar belliydi ki bu konuda kendisine dâhi taviz vermiyordu.
Gece bitmeden bu kadar alkol almak sağlık açısından hiç iyi değildi. Bana sorduğu soruları duymazlıktan gelerek parmaklarımı açıp kapattım güç toplamak adına.

 

Çaresiz kalmaktan gerçekten korkuyor muydum? İşte bunu hiç düşünmemiştim. Kendimde olmadan, ”öyle bir şey yok.” Boynumda gezinen dudaklarının hissi hâlâ ordaydı sanki. Tüylerim diken diken oldu. O yakınlığı, teması, yakıcı nefesi keskin kokusu, üzerimdeydi. Bana yaklaştığı için ona karşı öfke hisettim. Kimse benim iradem dışında bana yaklaşmamalıydı. Bedenimin kimsenin dokunuşlarını kaldırabileceğini sanmıyordum.

 

Konuyu korkularımdan uzaklaştırarak oku ona doğrulttum. ”Benden ne istiyorsun? Benimle sorunun ne? Bana nefretin sebebini söylersen sana bir konuda yardımcı olabilirim.” dedim, boş bir şeyden bahseder gibi, ”Eğer rahat edeceksen pekâlâ. Beni öldüredebilirsin.” Ne kadar da kolay vazgeçebiliyordum kendimden. Sırf biri benden nefret ediyor diye içinin soğuması için kendimi ne kadar çabuk gözden çıkartıyordum. Bu kadar mı önemsizleştirmiştim kendimi? Bu kadar mı değerdizleştirmiştim kendimi?

 

Başını kaldırıp karanlığın içinde yüzüme baktığında ışık keskin çehresini aydınlığa kavuşturdu. O kısa bakışta dişlerini sıktığını gördüm. Yüzündeki her bir kas seğirirken, sesmime bile tahammül etmediğini farkettim. ”Kendini benim için ölduruceksin demek” Sesinde Yabancı bir duygu sezdim. Başını omzuna yatırdığında, ”Peki ya ölmeni istemiyorsam Raven?” Siyah kalın sandalyeden doğruldu ve elindeki içki şişesini sertçe alıp duvara fırlattı. Parçalan şişenin cam sesi kulaklarımda çınladı. Aldığı gergin soluklar aramızdaki boğucu havayı korkutrak dağıtırken ondan ciddi anlamda ilk kez bu kadar korktuğumu farkettim. Gri gözlerine siyah dumanlar karışıp irislerini koyulaştırdı. ”Sadece ben istediğim için yasayacaksın. Nefesin dâhi beni rahatsız ettiğinde onun için bile ölümüne bedeller ödeyeceksin Sisel Raven.” Tehlikeli sözlerini süsleyen nefret öylesine basit bir bedelle, işkenceyle çözülescek bir mevzu değildi. Hayatımın sonuna dek, yaşayacağımın bir kaç saniyelik anda bile bana rahat vermeyeceğini açıkça söylüyordu.

 

Ağırca ayağa kalktığında sandayle yeri boyladı. Onu o odada gördüğümden farklıydı. Üstündeki siyah kumaş pantolonu ve altına kıvırdığı siyah dökümlü gömleğinin düğmeleri yarısına kadar açıktı. En önemlisi geniş omuzlarına, ve heybetli bedeninde kusursuz duran siyah deri paltosu. Yene derli toplu değildi. Dağınıktı, Kum Asar hem fiziksel anlamda hemde ruhsal anlamda dağınık bir adamdı. Fiziğine edecek tek bir kelime bile yoktu. Bu adam yakışıklı değildi, insanı kendine büyüleyecek bir dış görünüşe sahipti.

 


Kül grisi gözleri, soluk siyah saçları, ve sakalları en önemlisi bakışları. O sert bakmıyordu, insanın hemen o an öleceğini hissettirecek bakışlara sahipti. Üzerime geldikçe ben dizlerimin üstünde sürünerek geriledim. Ayağa kalksam dengemi kaybedeip tekrar düşeceğimin korkusyla sadece yerde sürünüyordum.

 

Benim ondan kaçışımı sevmiş olsa gerek beğeni dolu gülüşü yayıldı dudaklarında.
”Benden korkuyor musun?” Bunun olmasını diler gibiydi. Yüzümde hangi ifadeyi gördüyse istediğini almışlığın tatminliğiyle, ”İşte sende sevdiğim tek şey bana olan bu korkun.” Bir psikopat gibi konuşması olayı artık ciddi bir boyuta götürmüştü. Fazlasıyla trhlikeli görünüyordu. Ve bilerek ağır, yavaş adımlar atıyordu. Beni daha çok köşeye sıkıştırmak ve alacağı keyif duygusunu daha da çoğaltmak için. Ona kızgın gözlerle baktığım için başını yatırıp dufağının köşesini kıvırdı. ”Bundan haz aldığımı söylersem... Bana kızacak mısın?" Hadi ama ona kızmayacak kadar çekindiğimi bilmiyor muydu?

 

Ona bir cevap vermemi beklemeden kendi sorusunu kendisi yanıtladı. ”Ama sen bana kızamayacak kadar suçlusun Raven.” dediğinde sırtım sertçe köşenin duvarıyla buluştu.

 

Beynim bozuk bir plak gibi tekrarladı son kelimesini.

 

Suçlusun Raven.

 

Suçlusun Raven.

 

Aldığım nefes genzimi yaktı. Kalbim öyle bir sıkıştı ki tam şu an öleceğimi hissettim. Aramızdaki kısa mesafeyi iki adımıyla bitirdiğinde, zorlukla duvardan destek alarak ayağa kalktım.

 

Adım atmak için hareketlenmiştim ki o an imkânsız denilecek bir şey gerçekleşti. Parmak uçlarımdan başlayıp tüm vücuduma zehir gibi bir uyuşukluk yayıldı. Bu öyle bir şeydi ki değil hareket etmek nefes almak bile mümkün değildi. Gözlerim büyüdü. Başımı eğip kıpırtısız duran bedenime bakmak istedim lâkin başımı bile oynatamadım. Ve onun sıcaklığını hissettim. Tam önündeydi. Göz bebeklerim kilitlenmiş gibi önümdeki kırmızı kapıya bakarken saçlarımda yakıcı temasını hissettim.

 

”Saçların niye bu kadar kısa?” Fiziksel anlamda bende farkettiği detayla kaşlarımı çatmak istedim ama yapamadım. Hiçbir şekilde hareket edemediğimi neye bağlamalıydım. Saçlarım parmaklarının arasından süzülüp omzumun biraz aşağısında bittiğinde, bundan rahatsız olmuş gibi, ”İşte bu canımı sıktı.” Sarhoştu. Ne yaptığını, ne istediğini bilmeyecek kadar sarhoş. Ama beni tanıyordu ve kısa saçlarımı sevmediğini söylüyordu. Uzun saç mı seviyordu?

 

”Bana her ne yapıyorsan kes şunu!” dedim dişlerimin arasından. Konuşabiliyordum ama hiç hareket edemiyordum. Ve bana olanlar tamamen onun yaptığı hipnoz etkisiydi. Lânet olsun bu adamın bu kadar korkunç bir gücü mu vardı? Hayal olmasa eğer tamda şuan hiçbir şekilde hareket edemiyordum, ve buda karşısında savunmasız bir av olduğumun gerçeğini yüzüme tokat gibi vurmuştu. O hâlâ saçlarımla kendinde olmadan yavaşça uğraşırken, ”Sana diyorum, hemen kes şu saçmalığı.”

 

Söylediklerimi duymuyor gibiydi. Başparmağı çıplak kalan boynumda gezindi. ”Neden beyaz?” Canını sıkan bir detaymış gibi dizlerinin arasından tıslar gibi sormuştu. Kastettiği şey elbisemdi ve beyaz değildi. Elbisnenin rengi kremdi.

 

Saçlarımı bırakıp bir adımla önüme geldiğinde yüzüme baktı. Gözlerinde nefret yoktu, öfke yoktu. Sert bakmıyordu. Bana olan duyguları ne çabuk değişmişti?

 

Eli havaya kalktı ve dokunmaktan korkar gibi çenemi yavaşta tuttu. Şaşırdım hemde öyle bir şaşırdım ki olduğum durumu bile unuttum.

 

Sarsıldım çünkü o hiç yumuşak davranmazdı her hareketi kaba ve sertti. Ellerine bir anlık düşen bakışlarım dövmeli parmaklarından tırmanıp suretinde durdu.

 

Gri gözlerinde gördüğüm o duydu kanımı dondurdu. Özlem. Kum asar bana özlemle bakıyordu. Karşında bir hayal varmış gibi gözlerini bile kırpmıyordu yüzüme bakarken. Bir adım daha yaklaştığında parmakları çenemi okşadı. ”Ona benziyorsun.” diye fısıldadı. Yüzündeki o sert adamın ifadesi tuzla buz olmuş gitmemden korkar gibi bakıyordu bana. ”Raven.” dedi aynı kısık bir tonda. ”Ona benziyorsun.” Kimse benziyordum ben onun gözünde?

 

Kaskatı çehremi uzun uzun inceledi, sanki her bir detayı aklına kazıyordu.

 

Bakışları ağır ağır gözlerimi bulduğunda, her neyi hatırladıysa bakışlarındaki özlem saniyesinde yokoldu. Çenemi okşayan parmakları durdu ve parnaklarının yumuşak dokunuşu kül olup ağır bir baskı yerine geldi. Aynı nefret, aynı öfke sadece gözlerime baktığı o kısacık zaman diliminde ait olduğu gözlere geri dönmüştü. İçim acıdı.

 

Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında sert solukları nefesimi kesti. ”Sana asla affetmeyen bir adam olduğumu söylemiştim, değil mi?” Karşımda bir canavarın caniliğini almış ve onun dilinden konuşuyordu. Gözlerime bakarken kısık bir sele, ”Ve sen buna rağmen bile isteye değersiz canını acıtmam için bana sebep sundun.” Soğuk bir nefretin süslediği kelimeleri boğazında derin bir yumru bıraktı. Bana olan yakınlığını yeni farketmiş olacak ki kaşları çatık bir şekilde çenimi öfkeyle itti ve benden uzaklaştı. O kısacık anda dönüştüğü
Kişi ve şimdiki hâli arasında çok büyük bir fark vardı. Aşağalıyıcı bakışları hiddetiyle büyüyüp tiksinmeye dönüşüyordu.

 

”Sana her zeman acıdım, hiç haketmediğin hâlde.” Sıkılı dişlerinin arasından söylediği her bir söz, keskin bir bıçak darbesinden farksızdı. Boynundaki damarlar belirginleşmiş göğsü hızla inip kalkıyordu. Bana zarar vermesi an meslesiydi ama yumruklarını sıkıyordu, demek hâlâ kendinin farkındaydı yada karşındaki kişinin ondaki yerinin ne olduğunun farkındaydı ve bu yüzden kendine hâkim olmaya çalışıyordu.

 

Onun zedeleyici sözlerinin ardında kalan sessizliğin içine misafir adım sesleri girdi.

 

Koruduğum sükûnetimi bozmadım, kelimesiz kalmış gibi önünde öylece bana karşı sarfettiği her bir sözü susarak sahipleniyordum.

 

Karşımda olduğu için açılan kırmızı kapıdan paldır küldür giren kişileri göremiyordum. Görmeme de gerek kalmadı çünkü sesleri kim olduklarını saniyesinde açık etti. ”Hey yaratık! Hemen buraya gel!” Bu kişi Meyr'di. Perilerin sesiyle Kum tek kaşını kaldırıp omuznun üstünden tehlikeli bir uavaşlıkla boynunu hareket edip arkasındaki kişilere baktı. Onun bakışları üzerimden çekildiği an bendeki tesiri yokoldu. Eski hâlime dönmeden hızla bunu fırsat bilip yanından geçtim.

 

Bana baktığı için telkin ediyordu ve bu şekilde hiçbir şekilde kıpırdayamıyor, hareket edemiyordum. Ama şimdi bendrn sonra başkalarına odaklandığı için bu ürkütücü cün büyüsü bozulmuştu.

 

Kapıya doğru koşarken Meyr ve Leena'ın kapı eşiğinde beni beklediklerini gördüm. Açık olan kırmızı kapıya doğru hızlı adımlarla ilerlerken, arkamdan onun buz gibi sesini duydum. ”Adımlarını olabildiğince zlı at Raven. Çünkü seni bulduğumda bir daha yürüyemeyeceksin.”

 

Tam kapının önünde durduğumda, omuzmun üzerinden dönüp yüzüne baktım. Bakışlarının üstümde yarattığı tesir adımlarımın korkakça ona dönmesini sağladı. Hiçbir şey yapmadan da kolayca itaat ettiriyordu.

 

Ona ürkekçe baktığım ellerini rahatça siyah pantolonun cebine koydu bir an olsun gözlerini gözlerimden çekmeden, ”Ya kal, yada git Raven.” İki seçenek sunuyordu. Hangisi daha az tehlikeliydi? ”Gitmeyi seçersen peşinden gelmeyeceğim. Hiçbir zaman gelmedim.” Durdu ve devam etti.
”Ama nefretimin düşmanı olursun.” Son sözüne sert bir vurgu yaptı. Nefesimi tutmuş diğer söyleceği şeyi ürkerek bekliyordum. Kalırsan da,” Bakışları gözlerimden kayıp vücudumda gezdi. Her bir zerremde geziyordu sanki bakışları. ”Sihin'in grubuna, yani benim grubuna katılacaksın.” Onun sözleri biter bitmez hemen arkamdaki Meyr kısık bir sesle konuştu. ”Sakın Sihin'in grubuna katılmak gibi bir aptallık yapma. Seni yaşatmazlar orda.” Sesini yanlızca ben duydum. İlk seçenek bizzat kendisinin düşmanı olcağımı söylüyordu. Yani bana zarar vermekten asla çekinmeyecekti. ikincisinde ise ben zarar görürken o hiçbir şey yapmadan izleyecekti.

 

Her ikisinde acı vardı. Hangi taraf daha acımasız? Ben bir defa daha aynı şeyleri yaşamak istemiyordum. Boğazım acıya acıya, ”Gidiyorum.” dedim kuru bir sesle. Bu söylediğimi hiçte yabancı karşılamadı. Sanki alışmış her seferinde onu geride bırakıp gitmeme. Gözlerinde bir duygu belirtisi oldu. Gözlerindeki hayal kırıklığını gördüm. Ama o kadar kısa bir andı ki hayal görmüş bile olabilirim. Benden nefret mi ediyordu? Hayır, değiştir. O beni hiç sevmedi ki nefret etsin.

 

Sadece bir an inanmıştı onunla gerçekten kalabileceğimi. Belkide Meyr'in söylediği gibi zarar görmeyecektim. Ama ben onun nefretinin ve öfkesinin bana huzur vereceğini hiç sanmıyordum.

 

Gerçekten zarar verir miydi bana?

 

Başımı önüme eğip arkamı dönmeden evvel gozlerindeki bana odaklı hiçliği gördüm.

 

Son bir ışık vardı ve ben o ışığı da yoketmesini sağladım. Bana belkide bir şans tanımıştı ama ben o şansı korkularımla yüzleşemediğim için geri çevirdim. Açık kapıdan Leena'nın yanından geçip kapıdan çıkarken omuzlarıma bir yük bindi sanki ve ben altında çöktüm. Kırık bir duygunun emaresini hissettim tam kalbimin üzerinde. Sırtımdaki yakıcı bakışları altında dışarı çıkarken bana verdiği ikinci şansı da geri tepmiştim.

 

Bu onu kaçıncı gerimde bırakışımdı?

 

Meyr ve Leena'nın ortasında kendimi hiç olmadık kadar fazlalık Hissediyordum. Kendimi bu dünya üzerinde bir fazlalık gibi hissediyordum. Koca dünya herkese yuva, hayat olurken bir tek bana kimsesiz olmuştu. Bir tek sanki beni benimsememiş, sahiplenmemişti. Bir çok yol varken neden seçenklerimin arasında hep gitmek vardı? Gitmekten başka çözüm yok muydu?

 

Üçümüz berbat bir durumdaydık ama tek parça hâlinde çıkabilmiştik bu binadan. Hepimizin yüzünden düşen bin parçaydı. Hiçbirimiz neşelei değil, hiçbirimizin konuşmaya taakati yoktu. Yaşadıklarımızı kabullenmiş ve şimdi de suskunluğumuz altında eziliyorduk. Üçümüzde de bir pişmanlık vardı. Tek fark hepimizin sebepleri farklıydı.

 

Sihin'in ıssız sokalarında ceylan gibi ürkerek etrafimızı kolluyorduk. Meyr sırılsıklam iken Leena İse yüzü gözü is olmuştu. Bense ne hâlde olduğumu bilmiyordum ama az çok tahmin ediyordum. Siyah saçlarım dağılmış, rengim solmuş, gözlerim ise ağlamaktan kan çağına dönmüştür büyük ihtimalle. Yanı kısacası hayaletten daha korkunçtum.

 

Bir elimle boynumu sıvazlayıp kendimi rahatlatmaya çalışırken diğer taraftan kızların gittikleri rotadan onalara ayak uydurmaya çalışıyordum.

 

Bu gece sandığımdan daha uzun geçmişti.

 

Yürürken başımı cevirip yüzü biraz sonra düşecek gibi olan Meyr'e döndüm. ”Sihin'inde neden kalmamam gerektiğini söyledin?” İşte bu sorunun cevabını merak ediyordum. Meyr boş boş sokağa bakarken, ”Hepsi senden nefret ediyor, ve eğer sen Sihin halkınıa zarar verip nefretlerini kazanırsan asla temize çıkamazsın aralarında.” Ensemden aşağıya soğuk bir ürperti geçti.

 

Ben hiçbirine zarar vermemiştim ki?

 

Boynumu daha sert ovalamaya başladım. ”Ben onlara hiçbir şey yapmadım. Hayatımda Sihin diye bir yer duymadığım gibi burdaki insanları da hiç görmedim.” Bu söylediklerime burukca gülümsedim. Ben bile kendime, bu yalanlarıma artık inanmıyordum. Hemen sağ tarafımdaki Leena bana inanmıyormuş gibi bakıp, ”Sen ciddi misin? Cadı aşkına onlar seni öldürmek bile istemiyor süründürmek istiyorlar” Öldürmek bile istemiyorlar. Neden? Çünkü ölüm bir kurtuluş onların nazarında.

 

Ben kurtulmayı istediğim için mi hep ölmek istiyordum? Bu konuda mı bile bencildim?

 

Leena'ya dönüp bakmadan başımı iki yana onaylamazsa salladım. ”Onlar beni biriyle karıştırıyorlar. Ama bir türlü anlamak istemiyorlar. Ben o kişi değilim.” Meyr söylediğimin üzerine durup yüzüme şüpheyle baktı. ”Sen Jera Hiw değil misin?” diye sordu.

 

Kaskatı kesildim.

 

Elim istemsizce boynumdaki güneş kolyesini buldu.

 

Jera Hiw... Bu da ne demekti?

 

Kafamın içinde binlerce soru dönüyordu. Gözlerimi açıp kapatırken, Söylediğinin ne demek olduğunu bilmiyorum.Hayır, hayır biliyorsun Milen. Allah kahretsin ki biliyorsun!

 

Meyr'e döndüm. Nedense bütün sorularımın cevaplarının bu iki Peride olduğunu düşünüyordum. Meyr düşünceli bir şekilde elini çenesine koydu. Bir şeylerden işkilendiği çok açıktı. Meyr her ne düşünüyorsa Leena'ya döndü, aralarinda geçen bakışmadan sonra Meyr tekrar rotasını bana çevirdi. ”Uzun zaman önce Titâs halkı yokedildiğinde Sihin halkı ışığı yoketmesin diye ışığı bir kadına vermişler. Ve o kadın Jera Hiw'in sahibi.”

 

Işığı yoketmemek için onu bir kadına vermişler ve beni o kadın mı zanndediyorlar? İki Peri tekrar yürümeye başlayınca aklımdaki sorular tarafından saldırıya uğruyordum artık.

 

Peki Kum Asar, onunla ne gibi bir bağlantım vardı?

 

Ve yanılmamıştım bu iki Peri çok kurnazdı. Her ne kadar Kum hakkında onlardan bilgi almak istesem de bunu şimdilik bir kenara atıp asıl soruyu sordum. ”Sihin... O eskidden de mi böyle karanlıktı yoksa sonradan mı oldu?” İşte bunu çok merak ediyordum. Leena hızlıca kendine engel olamayarak, "Tabiiki de hayır! O zamanlar hep karanlık değildi. Bir süre hep karanlık olarak giderken diğer sefer aydınlık olarak geçerdi. Yani bu süre zarfinda da tabiiki de Sihin halkı yene zihinsel anlamda kendi dünyalarını karanlık yapıyorlardı. Çünkü onlar uzun süre aydınlık yerde kalmazlar.” Bozguna uğradım. Ne demek uzun süre aydınlık yerde kalmazlar? Şaşkınlığım yüzüme resmedildi. ”Nazil yani? Aydınlık alanda kalırlarsa ne olur?” İki Perinin birbirlerine olan bakışmada bir dereddüt gördüm. Neden Sihin hakkında bildi verirken bu kadar katılardı ki?

 

İkilinin arasındaki çekişmeli bakışmanın sonunda Meyr en sonunda bir karara varmış gibi tam bilmediğini söylüyordu ki Leena ondan önce davranarak gerçeği söyledi. ”Işık bedenlerini yakıyor. Onların olduğu yerde ışık yanmaz, özellikle beyaz ışıklar.” Dehşete düştüm.
Yapbozun parçaları yavaş yavaş birleşiyordu. Demek bu yüzden orda hiç beyaz ışık yoktu. Leena eğer gerçekten doğru söylüyorsa benim bu hikâyenin devamından kurtulmam nerdeyse imkânsızdı.

 

Aklımda parçalar toplanıyordu, ve aklıma gelenlerle aklî dengemi kaybediyordum.

 

Her ne olduysa güç için olmuş olabilir miydi? Bir taraf güneşi sonsuz isterken bir taraf karanlığın ebedi olması için savaşmış olabilir miydi?

 

Ve her ne olduysa Titâs denilen yer yokedilmiş.

 

Bana oyunlar oynayan zihnimin odalarından çıkıp gerçeğe dondum. Ve o an ağzıma ilk gelen şeyi söyledim. ”Kum.” Adı dilime dikenli tel misali battı. İki Peri duydukları bu isimle afalladılar. Saniyesinde üzerlerine çöken karanlık korkuyu gördüm. Bir şey vardı, onları böylesine korkutup köşeye sıkıştıran bir sır vardı ikilinin arasında. Eğer bir sırrın olduğunu biliyorsan o sır artık sır olmaktan çıkmıştır.

 

Bu ikisinin arasında bir sır vardı.

 

Leena ve Meyr bana hayretle bakarken, ”Se-sen hiç korkmuyor musun onun adını söylerken?
Tedirginliğimi belli etmemeye çalışarak umursamazca omuz silktim. işaret parmağımla kendimle gurur duyar gibi göğsüme vurdum. ”Sence ben korkuyla köşeye sinecek biri gibi miyim? Sizin de dediğiniz gibi yaratıklar son nefeslerine kadar kazanmak için çabalarlar!”
İnanamıyorum en sonunda kendimi bir canavara benzetmediğim kalmıştı!

 

Meyr bu kendime ettiğim hakarete karşı başını onaylar anlamda salladı. Ne yani ikisi de bir yaratık olduğumu mu kabullenmişti!

 

Leena Meyr'in aksine ne biliyorsa söylecekti biri gibiydi. Mavi gözlerindeki korkudan fazla saygı vardı. ”Bahsettiğin kişi sıradan biri değil. Tüm Sihin halkı içinde sözü geçen bir dövüş eğitmeni.” Sahip olduğu kasları ve heybetli vücudu bundan kaynaklıydı demek. Kum, yani o bir eğitmen miydi? Gerçi onu ilk dövüşürkrn gördüğümde nutkum tutulmuştu. Yumrukları o kadar sert ve kuvvetliydi ki tek bir yumrukla koca gövdeli adamları bayıltmıştı. Gerçi belkide öldürmüştü. İlk orda korktum ondan. Gözü dönmüş bir canavar gibi yığılmadan parçalamak ister gibi dönmüştü. Ve sonuç her birini kanlarıyla kırmızıya boyamıştı.

 

Onun hakkında başka bir şey de sormak istedim ama biliyordum ki asla cevap vermeyeceklerdi. Onun hakkında söylenecek her bir kelime kilitliydi sanki. Benim gerçeklerine ulaşmak için anahtarları toparlamam gerekecekti.

 

Ama artık tek istediğim bir an önce bu karanlık yerden kurtulmak. İnsan bir güneşi izleyeceğini hiç düşünür mü? Ben düşünmüştüm, benim kâbuslarımda hep bu karanlık Dünya vardı.

 

Şimdi sokalara bakınca ne kadar kimsesiz ve terkedilmiş görünüyorlardı, oysa burası ruhları kararmış yüzleri karanlığa alışmış insanların mekânıydı. İnsan kendinisi anlatan yerlerde yaşarmış. Karanlık onların anlatan en iyi sözcüktü.

 

Yorgun adımlarla o sokağı arkamızda bırakıp Birleşik evlerin kısmına geçtiğimizde sokakta yürüyen bir kaç kadının grup hâlinde bize doğru geldiklerini gördüm. Yorgun bakışlarım yüzlerinden çok kıyafetlerine takıldı. Hepsinin kıyafetleri renksiz kostümlerden ibaretti. Ama o kadar havalılardı ki yürüşlerinden bile üstünlük akıyordu. Kendi aralarında gülüşerek yanımızdan geçmeden Perilere atıkları tiksinti dolu bakışları sonunda beni bulmuştu. Sadece bir kaç saniye anlamayarak baktılar ardından bakışları elmacık kemiğimin üstündeki beni gördüğü an o ifade saniyesinde yokoldu. Nefret ve öldürücü bir intikam alma istediğini gördüm dördünün gözlerinde. Geçip gittiklerinde omzunun üzerinden dönüp baktım onlara. Karanlık enerji göğüs kafesimi esir aldı. Kendi aralarında anlamadığım bir dilde konuşarak uzaklaştılar. Nedense bu gece başıma çok kötü şeyler gelecek gibi hissediyordum.

 

Leena doğru söylüyordu Sihin'deki herkes benden nefret ediyordu, benim savaşım yanlızca bir kişiyle değildi. Koca bir dünyayla savaşım vardı.

 

 

 

Kızlar benim hakkımda bilmediğim dilde nefret kusan birseyler söylediler. Bana attıkları ürkütücü bakışların bir süre etkisinde kalacaktım. Meyr ve Leena da o kızlara garip garip bakıyorlardı. Kolumla Leena'nın ve Meyr'in dürttüm. İkisinin bakışları beni bulduğunda yüzletinden bıkkınlık akıyordu. Üzgün bir ifadeyle, ”Ne yapıp edin beni o ormana geri götürün. Bak ben burda bir gün daha kalamam.” diye ağlamaklı bir sesle konuştum.
Meyr ve Leena aynı anda, ”Gün nedir?” Ciddi ciddi bu soruyu bana soruyor olmazlardı. Kaşlarım çatıldı. Daha sonra gerçekten anlamadıklarını farkedip, başımı 'sizden birşey olmaz' der gibi salladım. ”Yürüyün Allah aşkına bir an önce çıkalım burdan.”
İkisini cevapsız bıraktığım için Meyr ve Leena bana ters ters bakarken Meyr, ”Bu gece burdan çıkamayız. Ancak diğer gece çıkabiliriz.” Diğer gece? Diğer gün olması gerekmez miydi? Ama bir saniye o çıkamayacağımızı mı söylemişti?

 

Ne demek çıkamayacaktık!
Bizim burda birileri tarafından bulunmamız an meselesiydi. Her kesin hedefindeydim. Anlamıyorlardı, ben çok zor bir durumdaydım!

 

 

 

Her iki yanımda ellerimi yumruk yaparken derin bir nefesin arasından sabırla, ”Neden çıkamayız? Dur, sakın bana bizi yakalamk için pusuya yattıklarını söyleme vallah kalpten gideceğim.” diye sinirle güldüm. Leena bana ölümcül bakışlar atarken 'Herşey senin yüzünden oldu' der gibi bir ifade vardı yüzünde. Çünkü eğitmen ormanın yolunu kapatmış. Yani Sihin'den çıkmamamız için bizi buraya hapsetti.”

 

Beklenmedik sözleriyle gözlerim irice açıldı. Şaka yapıyorlardı büyük ihtimalle. Bir adım onların önüne geçerek bu anı durmak ister gibi ellerimi havaya kaldırdım. "Bir dakika ya. Ne demek ormanın yollarını kapatmış? Daha az önce bana iki seçeneek sundu bu adam. Ve ayrıca siz nerden biliyorsunuz?” Meyr bu olanlar yüzünden sinirle yerinde tepindi.
Cadi aşkına ne geldiyse senin yüzünden başımıza geldi! Birde hâlâ konuşuyor musun?” Bal sarısı gözleri kınayarak bana bakarken havadaki elimi indirdim. Cevap vermek için dudaklarımı aramıştım ki Meyr konuştu. ”Senden önce leena'yla sihirle ormana denedik ama geçit yoktu. Jera Hiw olduğunu düşündük ve seni almaya geldik. Çünkü ancak senin sayende çıkabiliriz.” Sona doğru sesi kısıldı. Sanki söylemesi gereken bir şeyi söylemiş gibi yüzü bir anda asıldı.
Vücumda dalgalan şokun etkisiyle olduğum yerde döndüm. Nefes alma bırakıp öylece Meyr'in gözlerine baktım. O herif bana seçenek sunmadan evvel gideceğimi düşünmüş ve yolu kapatmış mıydı? Ve buna rağmen bir umut bana seçenek sunmuştu.

 

 

 

Peki ya bu iki çıkarcı Peri? Yollar kapalı olmasa beni burda bırakıp gideceklerdi öyle mi? Jera Hiw mi ne o kadın olduğumu düşündükleri için çıkarlarından beni almaya gelmişlerdi.

 

Bir anda gülmeye başladım. Elimi anlıma koyup kahkaha atmaya başlarken ikili bu ani tepkime afalladılar ve birbirlerine dönüp baktılar. Öyle bir güldüm ki gözlerimden yaşlar gelene kadar buna devam ettim. Kendi kendime kızdım.

 

Gerçekten birilerinin seni düşündüğünü mü sandın Milen?

 

Seni kim niye de düşünsün ki? Seni baban bile düşünmedi. Gözlerimden akan yaşları elimin tersiyle silerken bozuntuya vermeden gülüşlerimin arasından, "Sorun yok... Hiç sorun yok.” Yutkundum ama boğazımdaki düğüm çözülmedi. Genzime oturan acı dudaklarımı titredi. İkisine arkamı dönüp yürümeye devam ettim. Gözlerimi yumduğum iki damla göz yaşı yanaklarımdan süzüldü.

 

Titreyen ellerim gissetmediğim soğuktan mıdır bu yaşadıklarımın gerginliğinden midir belirsizdi.

 

Arkamdan Leena'nın, ”Sence bize küstü mü?” dediğini duydum, ve hemen sonra birşeyin çarpma sesi duyulduğunda önce Leena'nın acılı iniltisi sonra Meyr'in kızgın sesi geldi. ”Hepsi senin yüzünden oldu renkli geveze! O uzun çeneni tutsaydın hiçbir şeyi öğrenmezdi!”

 

”Herşeyi sen söyledin pullu cadı!”

 

”Ben mu söyledim? Eğitiminden sen bahsettin evde kalmış yaşlı!”

 

”Onu sevmeyen sensin! Ayrıca ben evde kalmadım, kendini Sihin'in erkeklerine beğendiren sensin çirkin dül!” Ne biçim insanlardı bunlar? Bir ağız tadıyla ağlamama bile izin yoktu!
Ben kendi hâlime acırken ikili harartli bir tartışmaya girmişti.

 

Yaşlı gözlerle benim hakkımda konuşan ikiliye döndüm. El hareketleriyle birbirini itip konuşan Perilere, ”Sizi duyuyorum konuşmayın hakkımda!” derken ikisinin birbirinr kaldırdığı elleri havada asılı kalmıştı. Yüzleri bana dönerken onlara karşı hissettiğim kırgınlığı hatırlayıp tekrar arkamı döndüm ve hızlı adımlarla onlardan uzaklaşmaya başladım.

 

İki perinin arkamdan geldiğini adım seslerinden duyuyordum. Meyr peşimden, ”Cadı aşkına biz sana ne dedik!” Batlamaya hazır bir bomba gibiydim. Omzumun üzerinden sertçe ikisine bakarak bir hatırlatmada bulundum. ”Cadı değil Tanrı aşkına diyeceksin insançsız insanlar!” O kadar öfke doluydum ki bu içinde patlamaya hazır bir volkan vardı. İkisi tek kelime etse hiç şüphesiz burda saç baş dalacaktık birbirimize!

 

Gözlerimin önüne düşen siyah saçlarımı sertçe ittim. Ayaklarımı hınçla yere vura vura giderken ikilinin sessizliğinden şüphelendim ama dönüp bakmadan suratlarına. ”Ben gidip uyuyorum sizde ne halt rdiyorsanız edin!” Madem çıkamıyorduk burdan, bu durumda uyumakta fayda vardı. Açlıktan gebermek üzereydim! Ancak uyuyarak bu açlıkla başa çıkabilirdim.

 

Evlerden uzaklaşıp ormana açılan yola girdim. Her taraf karanlıktı ama şehrin ışıkları tâ buraya kadar ışıklandırıyordu.
Normâl dünyamızdaki ağaçların iki katı büyük ve kalın olan ağaçlardan birinin dibine çöküp sırtımı gövdesine yasladım. Hava soğuk değildi, en azından ben artık üsümüyordum. Ayaklarımı öne doğru uzatırken kollarımı da göğsümün altında bağladım. Başımı ağaca yaslarken Meyr Ve Leena'nın gizlice yaklaşan gölgesini gördüm. Bu ikisi hiç laftan anlamaz mıydı? Sinirle soluyup dişlerimin arasından, ”Beni rahat bırakın iki Çıkarcı Peri, uyuyacağım ben.”

 

İkisini yakaladığım için Meyr ve Leena artık gizlenme gereği duymadan yavaşça önüme kadar geldiler.

 

Meyr yüzünü eğmiş elbisenin yırtılmış tülüyle oynarken Leena kolunu kaşıyordu. Bir şeyi söylemek istiyorlar ama bir türlü cesaret edip dillendiremiyorlardı sanki.

 

Sabırsızca nefesimi verdim. Çenem kaskatıydı ayaklarım bir türlü sabit durmuyordu yerde. Meyr kirpiklerinin altından çekingence gözlerime bakıp en sonunda dayanamayarak, ”Sen uyuyunca kalkmıyorsun!” diye isyan etti. Kaşlarım derinden çatıldı. İşaret parmağımı ikisine doğrulup öfkeli bir şekilde, "Defolun başımdan!” Aynı anda yerlerinde sıçradılar. Saçımı gayet sakin bir şekilde kulağımın arksına sıkıştırdım. ”Ayrıca ne zaman uyumuşum zavallı ben? Bir kez olsun yanınızdan ayrıldım mı Çıkarcı pislikler.” Bu yaptıkları ölmeme bir kala dâhi unutmayacağım. Büyümüş göz bebeklerim çakmak çakmak olmuştu.

 

Leena sözüme karsi başını iki yana salladı ve büyük bir gerçeği soyledi. Üç defa uyudun yolda. Ve uzun bir zaman boyunca kalkmanı bekledik.”
Kim ben mi uyumuştum?Kinayeyle yüzzlerine baktım. ”Birdr utanmadan beni mi gözetlediniz siz?” Her an her dakika kendimi savunabileceğim bir cümle geliyordu aklıma. İki Peri hayretle ağızları açık bir şekilde bana bakakaldıklarında onlara kinle bakıyordum.

 

Ne olmuştu yani üç defa uyumuşsam? Hem bir kere o uyumak bile sayılmazdı ki her seferinde beni uyandırmışlardı.

 

Meyr ağzını açıp bir şey söylemeye hazırlanıyordu ki o an aramızdaki tatsız havayı geceye karışan bir çift adım sesi bozdu. Periler sırtımı yasladığım ağacın arkasına bakarken ikisinin de göz bebekleri korkuyla büyüdü. Gelenler kimdi?

 

İlk önce birinin daha sonra birden fazla kişinin ayak seslerinin hışırtıları geldi. Kalbime doğru inen korku kan akışımı hızlandırdı.

 

Tüm duygularım put kesildi ve hiçbirinden çıt çıkmadı. Ben yene yanlizdım. Bakışlarım karşımda duran ikilinin üzerindeyken çok geçmeden onların gölgelerindene başka bir gölde girdi bakış açıma. Ve hemen sonra ise o tanıdık ses böldü gölgeleriyle olan bakışmamı. ”Oo Sisel Raven! Bu ne büyük bir tesadüf böyle!” Bir kadın sesi, ve her bir kelimesinde iliklerime kadar hissettiren derin bir nefretin yatılı olduğu tınısı.

 

Tesadüf... Asla tesadüf olamazdı. İşte yavaştan başkalarının hatalarının kefaretini ödemeye başlıyordum.

 

Göğsümün altında bağladığım ellerim, kollarım buz kesti. Bu sesi tanıyordum ama hangi tarihe aitti anısı? Zihnimi kurcaladığım sırada yere odaklı bakışlarıma deri çizmeler girdi.

 

O koridorda yerde oturmuştum. Kum Asar'i ilk kez gördüğüm o mekânda karanlıkta bu kadının sesini duymuştum.

 

Zihnim geçmişten ayrılıp geleceğe döndüğünde hefime giren çizmelerden tırmanıp başımı kaldırarak yüzüne baktım. Benden bir kaç yaş büyük olduğunu düşündüğüm bir kadın tüm asaletiyle karşımda duruyordu. Üzerindeki siyah kalçalarının biraz altında biten elbisesi belinin her iki tarafında yırtmaç bulunuyordu. Omuzlarından aşağıya pelerin tarzında inen elbisesine yapışk siyah kumaş ayak bileklerine kadar iniyordu.

 

Onu boylesine cüretkâr ve iddali kılan bu kıyafetler değildi; bakışlarıydı. Simsiyah gözleri benim gözlerimin aksine büyük değillerdi. Simsiyah gözleri kısık bakıyordu. Sıkı bir at kuyruğu yaptığı siyah saçları omuzlarında sallanıyor dudaklarına sürdüğü siyah rujla teninden başka üzerinde farklı bir renk yoktu. Tamanen siyahtı. Göz ucuyla yanındaki yüzü siyah demir maskeyle kapalı adamlara baktım. Sekiz kişiydiler ve aralarında tek kadın olan bu esmer kızdı.

 

Bana olan bakışlarında alaya karışık gizli bir küçümseme vardı. Yerde oturduğum için bana üsten bakarken bir böceğe bakar gibi igreniyordu sanki.

 

Başımı ondan çekip Meyr ve Leena'ya baktığımda işte en büyük şoku o an yaşadım. İkiside ortadan yokolmuslardı. Yerde parlayan mavi vebsarı tüye baktığımda aslında bu gecenin acıyla biteceğini anladım.

 

Yıllar öncesi gibi gibi aynı duygu yene içimdeydi, ve bu sefer bilinmezliğin icinde değil tecrübenin korkusu vardı üstümde.

 

Ne yaşayacağımı biliyordum, ve ölesiye korkuyordum. Gözlerim öylece ikisinin boşluğunda kalırken ismini bilmediğim kadının sözleri kim olduğumu bana tekrar hatırlattı. ”Yene yanlızsın Sisel. Gerçi şasırmamalısın bu duruma. Sen hep yanlızdın.” Sertçe yutkundum. Üzerime eğilirken iğrentiyle yüzünü buruşturup,
Senin gibi uzuz bir kadının yanında kim olmak ister?”

 

Sen suçlusun Sisel Raven. Senin için suçlar bir gece vakti kanınla yazıldı tarihe.


Bu gece tarih kendini tekerrür edecek. Ve sen bu kez ölümle kurtulmayacaksın onların elinden Sisel.

💥

BÖLÜM SONU-

Gördünüz mü o hayin Periler yene tek başına bıraktı kızımızı.

Milen'i bekleyen son içler acısı. Bu bölümde Milen'in başına gelenlerin sebebini birazcık açıkladım. Ama bu sadece azıcığı dahası bildiğinizin aksine çok büyük. Milen'i bulan kadın sizce kim ve Milen'e ne yapacaklar?

Her ne olacaksa Milen bunları biliyor ve yaşayacaklarından korkuyor. Sizce geçmişte ne yaşadı?

Kum Asar ile Milen hakkındaki yorumlarızı bekliyorum canlarım.🥳

Gelecek bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun🤍


Bölüm : 26.02.2025 15:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş