3. Bölüm

(2) Karanlık.

Ebru yuva
ebru2_yuva_

Her başlangıcın birde sonu olmalı, bu masaldaki kaybeden karakter hangimiz olacağız?

 

🕯️

 

Yalanlar asırlardır insanların bir diğer kimliği hâline gelecek kadar çok insanlara yakışmış, yaklaşmış durumda. Bizim bir diğer yuvamız ise yalanlardır. Onlara o kadar çok bağlanırız ki gerçekler amansızca ortaya döküldüğünde geriye dönmek için herşeyi yaparız. Oysa sahte olan hiçbir şeyin ebedi olmadığını bilmekte ancak buna rağmen kısa süreliğine de olsa eski düzenimizi yakalanmaya çalışırız.

Fakat şimdi eski düzeni yrrinr getirsem bile sırlar buna izin vermezdi. Bir çatının altında sırlar var ise yalanlar dâhi kurtarmaz kişiyi.

Gözlerimin görüşü kararmaya başlamıştı. Kolunu tutan ellerimin tutuşu yavaşça kevşediğinde, dudaklarımdan kelimeler zorlukla döküldü. "Bana bir şey söyle, ama n'olur doğru olsun." Doğru olamazdı bunu biliyordum. Doğrular bu eve hiç uğramamıştı çünkü temelinde yalanlar vardı.

 

Uzun bir sessizliğin arasından babam benimle göz teması kurmadan, "Arkadaşım." dedi, ne söyleyeceğini bilmiyormuş gibi gözlerini kapattı. "Dövmeci arkadaşım yaptı." Tek kaşım havalandı. "Senin dövmeci arkadaşın yok baba."

 

Evet yoktu. Benim tanıdığım babamın öyle bir arkadaşı yoktu.


Babamdan bir cevap bekleyerek merakla cehresine bakarken bana bir yanıt vermek yerine ayağa kalktı ve yüzüme bakmadan aceleyle konuştu. "İşlerim var Milen. Sonra görüşürüz." diyerek bir saniyeden fazla beklemden mutfaktan hızlı adımlarla çıkıp gittiğinde hâlâ donuk bir ondan kalan boşluğa bakıyordum. Konuşuruz değil görüşürüz. Konuyu kapatıp bu yaşananları unutturmaya çalışıyordu.

Benden bir şeyler gizliyordu, artık bundan emindim. O dövmeyi arkadaşı filan yapmamıştı babamı tanıyordum. Bunu söylerken gözlerime bile bakmamıştı. Hiçbir doğruluk payı yoktu.

Düşünmek yerine bende ayağa kalkıp odama doğru ilerledim zira gitmem gereken bir görüşmem vardı. Çağlar'la görüşmem gerekiyordu. Eğer gitmesem eve kadar geleceğini de biliyorum. Bunu yapacak kadar manyak birine dönüştü çünkü!

Etrafımda bir o akıllıydı o da gitti. Ondan en kısa zamanda ayrılacağım, her gün tehdit edildiğim bir ilişkiyi sürdürmek istemiyorum. Daha doğrusu hiç kimse istemez. Çağlar'ın iki kelimsinden biri tehdit içeriyordu. Adam resmen zorba gibi bir şeye dönüşmüş haberim bile yoktu!

Buna değişmek değil, yeniden doğmak denilir. Ondaki değişiklik hiç normal gelmiyordu bana.

Odamın içine girip direk kıyafet dolabıma doğru ilerledim. Kapaklarını açıp içinde ne var ne yok diye gözetlediğimde, gözlerime bütün kıyafetlerimin içinde babamın siyah gömleği çarptı. Babamın kıyafetlerini gün içinde alıp giyirdim çünkü hoşuma gidiyordu, tabii babamın bundan asla haberi olmuyordu. Kıyafetlerine çok önem veriyordu o bencil herif!

Kırmızı saten elbisemin kumaşına dokundum, katiyen bu olmazdı. Kırmızı aşk ve tutkuyu çağıran bir renkti. Ayrılmak için gittiğim görüşmede bu uygun olmazdı. Beyaz elbiseye baktım, bu da evllik meraklısı gibi olurdu. Büyük bir kararsızlıkla siyah pileli elbiseme döndüm bu sefer.

Hayır ama bu da yas tutuyormuş gibi olurdu. Çağlar kadınların giyimine çok dikkat ederdi eğer böyle dikkat eden biri olmasaydı gelinlik bile giyer giderdim. Benim için kıyafetin güzelliği önemi yoktu, o an üzerime ne oturduysa onu alır giyen bir tiptim. Üşüngeç olduğumu asla kabul etmiyorum!

Dolapta göz gezdirmeye devam ettiğimde gördüğüm bütün elbiseler beni giyimden solduracak türdendi.
En iyisi hiçbirini giymemekti. Bakışlarım tekrar babamın gömleğini buldu. Aklıma gelen sinsi planla ne giyeceğimi aslında bulmuştum. En iyisi onu kendimden soğutmaktı. Gömleği askıdan alıp uzanıp ordan yüksek bel siyah bir pantolonu da aldığımda artık tamamdım.

Kıyafetlerimle birlikte banyoya doğru adımladığım sırada daha baynonun kapısına gelmeden sanki birinin nefesini ensemde hissettim. Omurgamdan bir ürperti geçtiğinde yutkunarak etrafıma bakındım. Serin bir rüzgâr etrafımda dört dönüyordu sanki. Uğursuz sessizliğin doldurduğu bu odada ürkütücü hisler içimde toplandı. Geceleri bu durumları sık sık yaşardım ancak gündüzleri... Kâbuslarım artık gündüzlere de mi yansımaya başlamıştı yoksa?

İşte bu hiç değildi.

Daha fazla etrafıma bakmayı bırakıp hızlı bir şekilde banyoya girdim ve kapıya arkadan kilitledim.

Biraz fazla mı korkaktım?

Her zaman her konuda cesur olan ben ilk kez bu evden korkmaya başladığımı hissediyordum. İnsan kendi evinden korkmamalıydı, ama tehlike her daim insanın yakınından doğardı.

Ters giden bir şeyşer vardı, benim her zaman doğru bulduğum ama başta sona kadar yanlış olan bir şey vardı. Ve işte her ne oluyorsa benim kör olduğum o noktada olup bitiyordu.

🕯️


Havanın hoş etkisini ağır geçen dakikalar ve boğucu bir sessizlij bozuyordu. Her duygunun ağırlığı ve hafifliği vardı. En yoğunu aşk iken en baskını korkuydu. O illet duyguyu hissetmek herşeyden beterdi. Çünkü kimseye gerek kalmadan korkun sana bir çok şeyi yapabiliyordu.

İnsan korkmalı mıydı gerçekten? korkaklık bir zayıflık mı yoksa tam tersi bir insanda olması gereken duygu muydu? Bilmiyordum, tek bildiğim bu aralar haddinden fazla korkak olmamdı. Kendi sesimden bile korkar olmuştum. Evin içinde gün boyu sanki bir hayalet hep peşimdeydi.


Hiçbir şey normal değildi, ya da diğer İhtimâl; ben artık deliriyordum!

Oturduğum cafede dakikalardır üşümüş parmaklarımı masanın üstünde tıkırdatıp duruyor, çıkan ses hoşuma gittikçe buna devam ediyordum. Olduğun ortamlarda hep bir sesin olması gerekiyordu. Evimizde genelde müzik kutujdan melodiler çalardı, dışarda ise kalabalığın, şehrin kendisine has sesi bozardı bu büyüyü. Fakat şimdi geldiğin cafedeki insanlardan yükselen sesler çok kısıktı.

Çağlar henüz gelmemişti onu bekledikçe zihnimdeki sorulara cevaplar arıyordum. Gitgide daha derine iniyordum ve karanlık çoğaldıkça oradan yükselen çığlıklar beni korkutuyordu.

Yüzüme düşen koyu tutamlardan birini kulağımın arkasına sıkıştırıp dışarıyı izlemeye koyuldum. Hava serindi bugün. Bu yüzden siyah kabanımı çıkartmamıştım zaten o geldikten hemen sonra söyleceğimi söyleyip gitmeyi planlıyordum.

Cam kenarında güzel bir manzaraya sahip masalardan birine geçmiştim. Gözlerim kaldırımın üstünde kendi hâllerinde geçip giden insanların üzerinde gezindi. Bütün insanların arasında bakışlarımın kadrajına o an tanıdık bir suret girdi. Tedirginliğim arttı. Attığı her adımda bana yaklaşan adam daha çok enişelenmeme neden oldu.

Cafenin kapısından içeriye giren bedene bakışlarımı çevirdim. Ağır ağır adımlarla benim oturduğum masaya doğru ilerliyordu. Kahverengi gözleri öyle keskin bakıyordu ki yerimde kim olsa tedirgin olurdu. Son zamanda irileşen bedeni söylecek bir söz bırakmıyordu ondaki bu değişiklik gözle görülecek türdendi.

Çağlar spor yapmaya mı başladı?

Hayır bildiğim kadarıyla öyle aktivitelerle ilgilenmiyordu.
Açık kahverengi Sakalları bir kaç gün içinde biraz daha uzamıştı, bu hâli fazla dikkat çekiciydi. Kestane Saçları rüzgârda karışmış anlına düşmüşlerdi. Bakışlarım ağır ağır aşağı indi. Vücudunu sımsıkı saran boğazlı kazağı, ve üzerine geçirdiği siyah deti ceketi doğruyu söylemek gerekirse bu değişim ona ayrı bir çekicilik katmıştı.

Kendisinin değiştiği gibi giyimi, tarzı da değişmişti. Genelde Çağlar daha çok spor giyinirdi hiç öyle kapa saba biri de değildi. Ne ara böyle vücut yaptı aklım almıyor, son beş ayda fazla değişmişti.
Yutkunarak bakışlarımı üstünden çektiğim esnda, Çağlar karşıma geçip gürültülü bir şekilde kendine bir sandalye şekip oturdu. Elini attığı şeyi yerinden söküp almak ister gibi tutuyordu.

Tam karşımda dirseklerini masanın üstüne yaslayıp başını eğdiğinde, ne diyeceğimi bilmiyordum neyse ki benim konuşmama gerek kalmadan kendisi istediği üzere konuyu açtı

"Dün gece." dedi baskın bir tonda. Keskin bakışları çehremde öfkeyle gezintiye çıktı. Derin bir nefes içime çekerken o sözlerine devam etti. "Mesajlarıma neden cevap vermedin Milen?" İsmimi öyle bir tonda söylemişti ki gözlerinin içine bakmak zorunda hissettim kendimi. Mesajlarına cevap vermediğimi söylüyordu. Bunun için öfkelenmişti anlaşılan. Akşamları hangi saatte uyduğumu çok iyi biliyordu. Kızmak için bahane arıyordu.

Bakışları yüzümden gömleğimi bulduğunda iğrenç bir şeyi görmüş gibi yüzünü buuruşturdu. Çok güzel, en azından bu huyu henüz değişmemişti.

Gözlerimi yüzünden çekip konuyu değiştirmek adına, "Bu cafe sence de çok güzel değil mi?" dedim aylardır geldiğim cafenin içini gülümseyerek elimle işaret ederken. Ama ne var ki onun katı bakışları bir saniye bile yüzümden ayrılmıyordu. Söylediklerimi duymazlıktan geldi. "Soruma bir cevap istiyorum." diye tısladı. Bakışları sanki bundan ilerisi varmış gibi daha da sertleşti.

Gülümsemem yüzümde donuklaşırken, masanın altına koyduğum ellerim yumruk şeklini aldı. Şuan bu yumrukları yüzünde patlatmak için nasıl bir çaba verdiğimi yanlızca ben biliyorum.

İçimdeki öfkeyi dışa yansıtmadan şirince gülümseyip bu seferde karşı masadaki çiftleri gözlerimle işaret ettim. "Ne kadar tatlılar değil mi? Aşk böyle bir duygu olmalı." Sesimin neşeli çıkmasına kendimi zorlarken onun gergin hatlarında hiç bir değişim olmamıştı. Şeytan diyor ağzına geleni sırala ama işte ben kibar bir kızdım. Dua etsin kendisine saygısı olan biriydim yoksa çoktan karakolluk olmuştuk!

Tüm çabalarıma rağmen hâlâ gözlerini kırpmadan beni izliyordu. Kendinden emin kibirli bakışları beni çileden çıkartacak cinstendi. Sorusuna cevap almadan pes etmeyen inatçılığını fark etmemek için aptal olmak gerekirdi. Aramızda büyüyen bu sessizlik gerginliği artırıyordu.

Hiçbir cevap vermekte bulunmadan yüzüne dümdüz bakmama, "Cevap vermeyecek misin?" dedi. Bu inatçı ve ısrarcı yanından cidden nefret etmiştim. Bakışlarımı önüme düşürüp yanaklarımın içini havayla doldurdum. Pekâlâ bu öküz istediği cevabı almadan yerinde duracak gibi değildi.

Onun bu bakışlarının altında ürksemde çenemi kaldırıp alaycıl bir ifadeyle konuşmaya başladım. "Canım öyle istedi. Beni sinir etmeseydin mesajlarına cevap verirdim." dedim son sözümün üstüne basa basa. Kendisine iğneliyici bakışlar atmaktan kendimi alıkoyamadım.

Sözlerim, bilhassa tavrım hoşuna gitmedi. Yüz kasları seğirdiğinde çenesindeki kas hareket etti. Ensesini yavaşça iki yana kütlettiğinde, kendime engel olamayarak korkuyla yutkundum. İri uzun parmaklarını öne uzatıp teker teker çıtlattı. Şuan karşımda bir yıldır tanıdığım o adam gitmiş bir psikopat oturmuştu sanki.

Ne olmuştu ona böyle?

Sabrı kalmamıştı, hayır bu adamla konuşulmayacağını neden ısrarla kendime anlatamıyordum. Bu iş gitgide tehlikeli bir boyuta yetişiyordu. Gülümsemeye çalışarak, "Ee şey... Yani öyle söylemek hiç istemedim. Biliyorsun seni ne kadar çok sevdiğimi." dedim sevimli bir sesle. Resmen ecel terleri döküyordum. Zor duruma düşünce üstüme yalan söyleyen yoktu.

Bakışlarımın hedefindeki yüzü sanki pusulandı gözlerimi kırpmadan yüzüne baktığımdan olmalıydı. Gözlerimi kırpıştırarak bakışlarımı ellerine düşürdüğümde o an bakışlarımın kadrajına parmağındaki yüzük girdi. Kanım dondu.

Yüzük.

Ortanca parmağında yüzük vardı.

Nefesim kesildi. Bu da neyin nesiydi şimdi? Gözlerim korka korka yüzüğün üzerindeki kehribar taşı buldu. Taşın kenarında çok küçük bir yazı vardı okunması mümkün değildi. O an kendime engel olamayarak uzanıp masanın üzerindeki bileğini kavradığımda, kolunun ağırlığını umursamadan elini gözlerimin hizasına getirdim.

Dokunuşumla birlikte bedeni kasıldı. Kaşları derinden çatıldığında her ne kadar temasımdan rahatsız olsa da tuttuğu bileğiyle ne yapacağımı dikkatle izlemeye koyulmuştu.

O küçük yazıyı okumak için büyük bir çaba sarf ettim, şuan hiçbir şey umurumda değildi. Ne Çağlar'ın öfkeli bakışları, ne de insanların şaşkın bakışları. Tek düşündüğüm içimdeki korkuyu yok etmekti.

Yüzüğün üstündeki yazı farklı bir yazıydı. Normal alfabe harfleri değildi ve gözlerim bulanık görüyordu. O kadar çok panik yapmıştım ki ellerim titriyordu. Gözlerimi kapatıp açtığımda yüzüğün üstünde bir isim gördüm. Belleğimde kalan kayıp izlere rasladım ve geçmişten sayfalar açılmaya başladı.

Zihnim çalkalandı, geçmişin kuytu köşelerinden çıkan anılar bu bedene ait değildi. Ruhum eskilere aşina olsa da düşüncelerim yabancıydı, hislerim uzaktı.

Kaskatı kesildim.

Kum Asar.

Bu iki isim tam üç defa zihnimde tekrarlandı. Çağlar kolunu öfkeyle elimden çektiğinde put kesilmiştim. Kendime gelmem için masaya ansızın indirdiği yumruğu yetmişti. Daldığım düşüncelerden irkilerek kurtulduğumda, bakışlarım yüzünü buldu.

"Sana bir soru sorduğumda bana cevap vereceksin." diye hırladı. Gözlerinde gördüğüm karanlık içimi ürpertti. Bu bakış çok tanıdıktı, bu bakışlar sadece bu adama değil hiç kimseye ait olamayacak kadar tehlikeliydi.

Korkuyla sandalyemi dengesizce ittirerek ayağa kalktığımda, bacaklarımın titrediğini görmek çok acınasıydı. Birbirine mühürlediğim dudaklarımı araladım. "Beni korkutuyorsun Çağlar, sen bu değilsin. Son zamanlarda çok değiştin kendini toparladığında lütfen görüşelim." dedim son derecede ciddi bir şekilde.

Onun bana olan bakışları normal değildi. Kin, nefret, ve yoğun bir öfkeden oluşuyordu bakışları. Bu kadarını beklemiyordum sevglimin bir anda böyle değişmesine bir anlam veremiyordum.

Tam karşımda tanıdığım, sevdiğim adam gibi değilde yabancı biri gibiydi. İşaret ve paş parmağı ile burun kemerini sıkıp alayla gülümsedi. "Nasıl bir adammışım ben? Bir anlatsana." Bakışlarının arkasındaki gizli nefreti görmek zor değildi.

Nefret, nefret hak edilmesi gereken bir duygu değil miydi? Ben hak etmemiştim ki o nefreti.

Bana öyle bakma desem yanlış olur muydu?

Benden neden nefret ediyordu. O benim erkek arkadaşımdı, ona benden nefret edecek kadar ne yapmış olabilirim ki? Sertçe yutkunduğum esnada Çağlar sandalyesini görültüyle geriye itip ağırca ayağa kalktı. Sandalye geriye düştüğünde insanlardan bir kaç mırıltı döküldü.

Dehşete düşmüştüm âdeta. Çok derinden bir sızı kalbimi yokladığında çok farklı hissediyordum artık.

Kendimden sakladığım, herkesten sakındığım gerçeklerle şimdi amansızca yüzleşiyordum. Çağlar masanın etrafında dönüp bana doğru elini uzattığında refleksle kolumu geri çektim. Cafedeki tüm insanlar bize bakıyordu. Tüylerimi diken diken eden bu hisler kat ve kat artıp bana kim olduğumu hatırlatmaya çalışıyordu sanki. Onun tekinsiz solukları, ve herşeyin kontrolünü eline almışlığın kudreti tek bir şeyi söylüyordu.

Artık güvende değilsin Milen.

Ondan aldığım kuvvetli enerji tüm düşüncelerimin sesini kıstırdı.

Bir şey söylemeden hızla arkamı döndüğümde, sarsak adımlarla birlikte çıkışa doğru ilerlemeye başladım. Terleyen parmaklarımı açıp kapatırken düzensiz soluklarımı dengede tutmaya çalışıyordum. Sebepsizce atan bu kalbimin ritmini eski hâline getirmem gerekiyordu.

Çağlar'ı arkamda bırakıp kapıya vardığımda herşeyin burada biteceğine nerdeyse emindim. Bir an olsun arkama dönüp ona bakma gereği duymayan dışarı çıkmak için adımımı atmaya hazırlanmıştım ki cafenin içini dolduran kükreyişiyle bu eylemim son buldu.

"Kaçabileçebileceğini sana her düşündürüyorsa bundan vazgeç ve beni öfkelendirmeden buraya gel aptal!”

Nefes bile alamadım.

Önce babamın dövmesi, hemen sonra ise Kâbuslarımda duyduğum o sözler. Ne yaşıyordum ben böyle? Ya kâbuslarımdaki o adamda gelirse? Hayır, yanlış. O hiçbir zaman gelmeyecek. Gerçekliği bir kâbustan ibaret, fazlası olamaz.

Bana açıkça kaçamazsın diyen bu adamdan değil onu düşüncelerini esir alan kişiden korkmam gerektiğini hissediyordum.

Omuzlarım çöktü lâkin durup ona bakmadım. Durduğum yerde adımlarımı hareket edip Cafeden hızla adımlarla çıktığımda, çok geçmeden kaldırmaki insanların arasına karıştım.

Hızlı yürümek yetmeyince koşmaya başladım. Yoğun adranalin nefes almamı zorlaştırıyordu. Nereye gittiğimi bilmeden şuurumu kaybetmiş gibi koşuyor, tedirgin bakışlarla etrafıma bakıyordum. Burdaydı, etrafımda ve belki bir nefes kadar yakınımda... Ama burdaydı.

Koşarken bir kaç kişiye çarptığım için ardımda kültürlerini işitsemde umursamadım. Şuan kafamdaki soruları bile sorgulayacak zamanım yoktu. Sokağın başına geldiğim an kendimi boş bir köşeye atarak bir kaç saniye duraksayıp soluklarımı düzene koymaya başladım.

Bedenim zelzeleye uğramış gibi titriyordu. Öksürerek avuçlarımı dizlerime bastırdım. O kadar hızlı koşmuştum ki, nereye geldiğimi bile bilmiyordum. Kesik kesik soluklar alırken neyden kaçtığımı, kimden korktuğumu bilmiyordum tek bildiğim uzaklaşmak istediğimdi. Ellerimi dizlerimden çekip doğrulduğum esnada kalbimin hâlâ rahatlamadığını sıkışan göğümle birlikte anlamış oldum. Aldığım nefesler boğazıma bir bıçak gibi saplanıyor soluklarım canımı yakıyordu.

Tehlike etrafımdaydı.

Bakışlarım olduğum sokağa kaydı. İzbe bir sokağa girmiştim. En büyük şansım karanlık olmamasıydı. En büyük şansızlığım ise sokakta benden başka hiç kimsenin olmamasıydı. Her taraf fazla sessizdi. Dünya üzerinde bütün sesler kesilmiş gibi sadece ürkek nefeslerimin sesi vardı. Korku iliklerime kadar ulaştığında çok derinlerde bir yerde hâlâ kabuk bağlamayan bir yaranın açıldığını hissettim. Bakışlarım nedesizce etrafı tarıyordu.

Binalarda hiç kimse yaşamıyor gibiydi. Bu sokak kimsesiz ve yanlızdı her konuda. Geldiğim yoldan ilerlemek adına arkamı döndüğümde, sessizliğin sarıp sarmaladığı sokakta bir ses yankılandı. Uzun süredir sükûnetini koruyan bu sokakta telefonumun zil sesi ürkütücü bir biçimde yankılanıyordu. Titreyen parmaklarım telefonu çebimden zorlukla çıkarttığında ekranda gördüğüm isimle şaşırmadım. Çağlar arıyordu.

Ne istiyordu benden? Bitmemiş miydi herşey? Kendi istediği üzere bitirmişti bu ilişkiyi, neyi uzatıyordu şimdi?

Çaresiz olduğumu hissediyordum çünkü bir korkak gibi kaçtıklarımla savaşamazdım. Bu savaşın zaferi benim olamazdı.

Kaçanlar haklı olamazdı çünkü.

Korkunun üstüme yaptığı o zayıf evin altında daha ne kadar saklanabilirdim ki? Daha ne kadar kaybedebilirdim hiç kazanmamışken hemde?

Hiçbir şeye sahip değilken elimde olanları da kaybedemezdim. Korkuyla Parmaklarımın arasında gevşekçe tuttuğum telefonu kulağıma götürüp yanıtladım. Kalbim göğsüme sığmıyordu. Onu böylesine atmasına sebep olan şey neydi? Benim bilmediğim lâkin kalbimin bildiği ne vardı? Adımlarım gergince hareket ederken, "Çağlar?" dedim pürüzlü bir sesle. Derin bir nefes sesi işittim, ardından bir şeyin kırılma sesi kulaklarıma yetişti. Kaşlarım çatıldı.

Neler oluyordu?

"Alo Çağlar, beni dıyuyor musun?" Sesimi duymasına rağmen cevap veremiyordu. Artık öyle bir anın içindeydim ki baktığım ve gördüğüm heryerde benim için tehlike vardı. Göz bebeklerim ürkekçe etrafta dolandı. Her an heryerde biri çıkacakmış gibi kalbim tetikteydi. Dikkatim telefona verdim. Bana artık bir cevap vermeliydi. Saniyeler dakikalara yetişmeye başladığı o anda aramıza dökülen o sessizlik onun sesiyle bozuldu. "Dhore, ceail maoap. (Benim olmadığım o dünyaya alışmışsın)" Yabancı bir dilde söylediği sözlerin ne anlama geldiğini bilmiyordum fakat sesinde belli belirsiz bir öfke vardı.

Sesi.

Ruhuma azabı tattıran bu sesi kulaklarımın duymayacağına yemin etmemiş miydim?

Bozuldu, inun uğruna yeminler bozuldu.

"Ne demek istediğini anlamıyorum." Nedensizce bilmek istemiyordum. Parmaklarımı sertçe avuç içime batırdım. Isırmaktan kanatma raddesine getirdiğim alt dudağımı özgür bıraktığımda, "Sadece üç gün." diye fısıldadı. Ses tonuna karışan o karanlık hissettiğim güneşi soğuktu. Serin bir ürpertti tenimden geçtiğinde yutkunmakta zorluk çektim. Parmaklarımın kavradığı telefon sanki ağırlaştı taşımakta güçlük çektim.

Çağlar değildi.

O kimdi bilmiyorum fakat bana hissettirdikleri korkunç bir felaketin gelişine haberciydi. "S-sen de kimsin?" diye sordum. Bir cevap istediğim kadar bir o kadar da korkuyordum.

Sözlerimin üstüne telefonun ucundan keyifsiz gülüşünün sesini işittim. "Sana kendimi tanıtmayacağım. " dedi bütüm duygulardan arınmış bir sesle. Nedendir bilmiyorum her konuştuğunda yutkunma gereği duyuyordum. Bacaklarım bedenimi taşımayacak kadar güçsüzleşiyor bir yere tutunma ihtiyacıyla etrafıma bakıyordum.

Olduğum noktada kilitlenmiş bir hâlde dikiliyor kendimi bu yaşadıklarıma karşı hiçbir şekilde savunamıyordum. "Neyi unuttuğunu sana zevkle hatırlatacağım Sisev Ravel." diye ekledi. Buz gibi bir korku etrafımda ağırca dolanıyordu. Sisev Ravel? Bahsettiği kişi ben değildim ama duyduğum isim omuzlarıma büyük bir yük bindirmişti.

Her zerremde gizli bir acının hissi vardı, tanımadığım bu duygulara karşı verdiğim savaşta çoktan yenilmiştim.

Telefonu zorlukla kulağımdan uzaklaştırıp ekrandaki numaraya baktım ve gözlerimi yumdum.

Kimsin sen?

Susmama izin verdiği uzun sürenin ardından, "Seni tanımıyorum, ayrıca sevgilimin telefonun ne işi var sende?" Sokağın ortasında güçsüz adımlarımla yürümeye başladım. Ürkütücü bir sessizlik oluştu. Sessizlikten nefret ederdim oysaki. Hayatımda nefret ettiğim herşey benimle kalarak beni cezalandırıyordu sanki.

Büyük uğraşlarla zihnimin bütün kapalı kapalarını açıp bu adamı bulmaya çalışırken, zihnim onu bana yasaklamış gibiydi.

Hiç konuşmayacağını düşünurken beni yanıltı. "Sevgilin..." kalın sesi sayesinde ürkütücü bir şekilde dile getirdiği bu kelimenin hiç hoşuna gitmediği kesindi. Sanki beni görecekmiş gibi başımı sallayıp, "Evet sevgilim. O nerde?" Neden sorgulamıyordum? Neden bu adamın bana sarf ettiği tehdit sözlerine bir cevap vermiyor konuyu değiştiriyordum?

Neden?

Telefonun ucundan derin bir nefes aldığını duydum. "Sevgilini sevmiyor olmalısın." dedi üzücü bir durumu anlatır gibi aldatıcı bir iç çekişle.
Ağzımı açıp konuşmaya hazırlanmıştım ki bana bu izni tanımadan yarıda bitirdiği sözlerinin devamını getirdi. "Aksi hâlde onun canını benim ellerime bırakmazdın.”

Soğuk.

Hiçbir vakit bu kadar üşüğümü hissetmedim. Ruhuma esen bu serin rüzgâr her esişinde daha fazla dağılıyordum. Savurup dağıtıyordu kendimi toparlamakta güçlük çekiyordum. Çağlar, o şuan iyi miydi? Hiçbir şeyi bilmemek beni korkurmakla kalmayıp telaşlandırıyordu. Bakışlarımı çaresizce etrafımda gezdirdim.
Yardım edecek hiç kimse yoktu. "Ne istiyorsun?" Sesim tiremişti.

Hava kararmaya yüz tutmuştu, karanlığın dumanları aydınlığı yok etmeye yavaştan başlamıştı.
Etrafıma bakınıp durduğum sırada, beklemediğim sözlerle birlikte buz kestim. "Seni istiyorum." durdu. "Bana kendini verebilir misin Raven?" Güldü hiddetin oturduğu gülüşünde masumluğun zerresi yoktu.

Kalbim kasıldı. Bana hitap edişine yaptığı vurguda değilde o sarsıcı kelimrlerinde takılı kaldım.

Beni mi istiyordu?

Beni ne için istiyordu? Sevdiği için olmadığı aşikârdı. Ne söyleyeceğimi, ne tepki vermem gerektiği bilmiyordum. "Beni başkasıyla karıştırıyorsun, sandığın o kişi değilim." Sözlerinin ardından buz gibi ortamı dolduran tekinsiz kahkaha sesi kulaklarımı delip geçti. Bu kahkaha sesi bana tanıdık geliyordu. Dün gecenin izleri tenimde hâlen taze iken onun sesi ve bu kahkahasıbeni kâbusa geri gönderdi.

Kâbuslar gerçek olamazdı, ama benim kâbuslarım gelecekten alınan bir kesit oldukları için ben her gece uyumaktan korkuyordum.

Tam anlamıyla onun esareti altına girmiş bir köle kadar güçsüz ve cesaretsiz kalmıştım. Etraftaki korkutucu uğultular sanki bu dünya ait olmayan bu adamın gelişinin korkusuyla cevap veriyorlardı.

Onu böylesine ürkütücü bir derecede güldürmeye sürükleyen şeyin ne olduğunu bilmiyordum ancak her uzvum korkunun etkisiyle uyumuş gibi kolumu dâhi hareket edemiyordum.

”Seni tamda şuan yaşatma için bana bir şeyler vaat et Raven.” Parçalanan gülünün ardından kısık bir sesle ettiği emirle titredim. ”Sen sen ne diyorsun?”Bundan fazlası olamazdı. Telefonun kapatıp polisi arayabilir ve bir psikopat tarafından takip edildiğimi söyleyebilirdim ama nedense bunu yaparsam işin daha kötü olacağını hissediyordum. Bir sıvının bardağa dolduruşunun sesini duydum. Normal bir içecek olmadığı kesindi, büyük ihtimalle alkolün yanında bir köşede oturmuş seyrettiği bu aciz manzara karşında kadeh dolduruyordur.

Kuruyan dudaklarımı ıslatıp güçlükle konuşmaya başladım. ”Ne tür bir psikopat olduğunu bilmiyorum fakat devam edersen seni polise şikâyet edeceğimi biliyor olmalısın.” Onu şikayet etmeyeceğimi biliyordu ya da polisleri fazla küçümsediğinden ilgilenmiyordu. Keskin bir sıvıyı tüketişini dinleme izin verdi. Neden aramayı sonlandırmıyor bu herifin beni köşeye sıkıştırmasına izin veriyordum?

Cevap yoktu.

Uzun bir sürenin ardından aşağılayıcı bir biçimde söylediği sözler terk edilen soğukluğu geri getirmişti. ”Seni tehdit edip korkutmak eğlenceli, fakat bunun için zamanıma değecek kadar değerli olman gerekiyor.”

Kurban mı? İdrak etmem sadece bir kaç saniyemi aldı. Gözlerim büyüdü,
lânet olsun bu herif ciddi ciddi benim bir kurbanı olduğumu ima etmişti. Kanım damarlarımda donup kaldı.

Seğiren elimi saçlarımın arasından geçirirken kendimde olamadan bağırdım. ”Manyak mısın sen ne saçmalıyorsun! Ne kurbanı! Aşağılık herif sevgilime ne yaptın?” Panikle atan kalbime parmaklarımı bastırdım.
Nasıl bir işin işine düşmüştüm! İnsanları bekletmeyi seviyor olmalı ki sinirden elim ayağım titrerken onun keyifle içkisini yudumlayışını dinliyordum.

”Neden şu sevgilini artık bırakıp kendin için endişelenmiyorsun? Onun yalvarışlarını dinleyerek nefesiyle oynamak tarifsiz bir zevkti.” Büyük bir haz alarak anlattığı bu şeyler, Allah'ım korkunçtu. Çağlar'a bir şey yapmamıştı değil mi? Dudaklarının arasından sesli bir nefes alışını duydum. Yutkunuşlarım sırasıyla boğazıma dizildi. ”Bir korkak gibi saklanıp ordan beni tehdit ederek kendini güçlü mü sanıyorsun aptal herifin tekisin. Bana hiçbir şey yapamazsın, bu çevirdiğin oyunda kurban sen olacaksın.” Onun tarafından gelen tüm sesler sözlerimle birlikte kısa bir an kesildi. O anda onu öfkelendirdiğimi hissettim. Hızlı hızlı nefesler alırken etrafımın büyük bir hızla hızla karardığını fark ettim. Karanlık hızlı mı çöküyordu yoksa bir halüsinasyon mu görüyordum? Ve tam bu anda onun ürkütücü sesini duydum. ”Canımı sıkan her bir kelimen için bir ceza.” Soğuk bir gülüş bana bahşedip devam etti. ”Üç gün Sisel Raven.” Ne için üç gün dediğini anlamadım sonunda hiç iyi bir şey çıkmayacağı barizdi.
”Bana karşı savaşman için sadece üç günün var Raven. Seni izlemek keyifli olacak.” Beni öldürmeyi amaçlayan bir katilin bana verdiği son şans... Üç gün. Sadece bu kadar mı?

Şiddetli bir fırtınaya maruz kalmışım gibi tüm bedenim bunun etkisiyle sarsılmış büyük bir kaygı göğüs kafesimin etrafında oyalanıyordu.

Düşünmeyi bırak Milen. Bu akşam yapacağın işleri, babana bulacağın mazeretleri düşün ama onu sakın düşünme. Daha fazla beklemeyip yürümeye başladım. Adımlarım rotasını şaşırmış gibi dengesizce sağa sola yöneliyordu. Ne tarafa gideceğimi şaşırmış durumdaydım.

Tüm bu yaşadıklarıma bir anlam veremediğim gibi bu hissettiklerime de bir isim veremiyordum. Düşünğüm şey olamazdı değil mi?

Çağlar nerdeydi?

Benimle konuşan o adam kimdi?

Benden ne istiyordu?

Üç gün...

Üç gün sonra ne olacaktı? Benim savaşım demişti, nasıl çabalayabilirdim? Kendimi kimden, neyden koruyacaktım? Benim için hazırlanacak olan o hazin sona karşı
hazırlıkı olamazdım. Çünkü savaşmak için bir silahım yoktu.
Bana gelecek her kurşunu ruhum hak ettiğini söylüyor kalbim bu savaşta elllerimi, kollarımı bağlamamı istiyordu.

Ben kendim için bir savaş veremezdim.

Sokatan çıktığımda asfaltın karşısına gelip taksicilerden birini elimi kaldırarak durdurdum. Kendime gelmeliydim artık, sadece tanımadığım bir adamdı ve beni başkası sandı. Senin kimseyle bir sorunun yok Milen.

Yalancıların kendini kandırması her zaman en kolaydır.

Duran taksiciye doğru ilerleyip arka kapısını açtığımda, omurgamdan aşağı soğuk bir ürperti indi. Arabaya binmeden evvel dönüp ön koltukta oturan adama bakma gereği duydum. Sırtı dönük dümdüz önüne bakan adamda beni rahatsız eden bir şeyler sezdim. Artık nasıl bir tetikteysem en ufak bir gariplikte bile şüphelenecek raddeye gelmiştim.

Kaşlarımı kaldırıp başımı iki yana salladığımda koltuğa geçip kapıyı kapattım. Taksici beklemeden arbayı sürmeye başladığında, asfaltta son sürat gitmeye başlayan arabanın gereksiz hızı beni tedirgin etsede suskunluğumu korudum.

Ön koltukta oturan adam garip bir şekilde adresi istememişti, hadi benim aklı başında olmayan bir kaçıktan farkım yoktu ama bu adam bir taksiciydi. Belki de insanlar benim gibi tek bir kuruşun hesabını yapıp almayınca da karakolluk olacak kadar düşmüyorlardı. Ya da adam dilsiz de olabilirdi, bu ihtimâl daha yüksekti. Taksici sormayınca evimizin adresini vermeyi münasip gördüm. Herşeyi bir kenara bıraktım ne kadar soğuk bir adamdı bu böyle? Tamam benimle konuşması zaten doğru olmazdı ama bu adam söylediklerime başını bile sallamamıştı!

Sürücü koltuğunda put gibi hiç hareket etmeden heykel gibi duruyordu, eğer araba dursaydı hiç şüphesiz öldüğünü düşünecektim.

Daha fazla adamı izlemeyi bırakıp sırtımı koltuğa yaslayarak camdan dışarıya izlemeye başladım. Gördüğüm bütün insanlar siyah camın ardında bir silüetten farksızdı ve sorun şuydu ki sanki dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyorduk. Açlık başıma vurmuş olmalıydı o cimri herifle sözde buluşmaya gitmiştim bana bir kahve bile ısmarlamamıştı! Kollarımı göğsümün altında bağlayıp, "Aşağılık herif." diye tısladım. Ondan da nefret etmiştim hatta bütün erkeklerden nefret etmeye başlamıştım. Karşı cinsimle hiç iyi anlaşamıyorduk. Kendi düşüncelerimi bile dizginelediğim anda iç sesim konuştu.

Kendini kandırmak konusunda ne kadar iyisin Milen. Az önce yaşanılanlari ne çabuk unuttun?

Unutmadın sadece erteledim.

Araba biraz ilerledikten sonra adam ustalıkla direksiyonu kırıp bizim sokağa giriş yaptığında, gerçekten de açlığın beni iyice şaşaloz birine çevirdiğine kanaat getirdim.
Sadece bu da değildi arabının içindeki hava o kadar kasvetliydi ki nefes aldıkça boğulacak gibi oluyordum.
Araba nihayet binamızın önünde durduğunda bir an bile beklemeden hızla kapıyı açıp dengesiz bir iniş gerçekleştirerek kendimi iç bunaltıcı arabadan kurtardım.

Toplam yermi dakika süren bu yolculuk boyunca diken üstündeydim. Her an yanlış bir şey olacak telaşıyla elim hep çantımın üstündeydi. Öyle bir noktaya gelmiştim ki taksici o an dönüp bana baksa hiç düşünmeden biber gazını çıkartacaktın.

Başımı kaldırıp evimizin camlarına baktım, o sokakta yaşadıklarımdan sonra bir an gerçekten bir daha hiç gelemeyecekmişim gibi hissettim.

Bakışlarımı evimizden çekip taksiciye döndüğümde karşımda taksiyi görmeyi bekliyordum fakat gördüklerimle şokla ağzım açık kaldı. O an herşey etrafımda döndü.

Taksici yoktu.

Etrafıma baktım, bu nasıl bir şeydi böyle? Benden parasını bile almadan gitmiş olamazdı. Başımı ellerimin arasına aldım. Bu yaşadıklarım ruhumu öylesine derinden hırpalıyordu ki henüz hiç bir zarar gitmemişken onu korkulara tutsak etmişti bile.

Babamın dövmesi, kâbuslarımdaki o adam, sevgilimin değişimi. Hepsinin anlamı neydi? Göğüs kafesim sıkışmış nefes alsam dikenler boğazıma batacakmış gibi hissediyordum. Dizlerimde yoğun bir güç kaybı vardı, tonlarca ağırlık altında kalmışım gibi yorgundum. Soluklarıma şehrin üstüne çökmüş kasvet karışıp içime işliyordu. Başımı çevirip etrafıma bakıp saçlarımı özgür bıraktım.

Bu hayatta kaybetmek için çok bir şeye sahip değildim ki elimde olanlardan vazgeçebileyim. Her konuda yeterince kimsesiz iken tek sahip olduğum kişiyi de kaybetme düşüncesi kalbime bir hançer gibi saplanıyordu. Gözlerimde akmak için biriken yaşları geri gönderdim. Ağlamak yok Milen, sen ağlayacak kadar ağır şeyler yaşamadın.

Ağlamak için bir sebebin olmadığı hâlde ağlayamazsın.

Çöken omuzlarımı kaldırıp apartmana girdiğimde hızlı bir şekilde asansöre yöneldim. Açılan kapıdan içeriye girerken arkamda adım adım beni takip eden birinin hissiyatı hep benimleydi, tıpkı şuan olduğu gibi.

Asansörün kapıları kapanmadan evvel merdivenlerin olduğu kısımdaki ışıkların kapandığını gördüm. Peşimde olan kişi ışıkları sevmiyordu, ışıklarda onu. Zihnimde bir şimşek çaktı, ve o yıldırımın düştüğü yerde bir sayfaya açıldı. Usul usul okundu.

Gecenin koynunda doğanlar siyahın içindedir, gölgesiz ve silüetsiz. Yanlızca karanlıkta izleri vardır görünmez ve bilinmezler.

Miğdem kasıldı, beynimde dönüp dolaşan sözcükler kesik ve bölüktü. O kadar eski bir döneme aittiler ki her kelimelerinde tozlar uçuşuyordu zihnimde.

Savaş senindir ya kazan ya kaybet. Ama sakın kaçma.

Gözlerimi yumdum, daha derine inen dehlizden kendimi güçlükle çıkardım. Asansörün kapıları tekrar açıldığında kendimi ne yaparsam yapayım toparlayamayacağımı anladım. Ben o kadar güçlü bir kadın değildim, ama oturup korkudan ağlayacak biri de değildim. Ölümden korkmuyordum ama arkamda bırakacağım kişiden korkuyordum

Derin bir nefes göğsüme çekip asansörden çıktığımda hiç rahat değildim. Kalkanlarımı indirmiştim, beni öldürmek isteyen o kişi için kolay bir avdım çünkü kendim için çabalamayı seven biri değildim.

Dairemizin önüne bir ruh gibi bakışlarla geldim. Gözlerim o kadar boş bakıyordu ki cansız gibiydim. Çantamdan anahtarı çıkartıp kilide koyup çevirdiğimde çıkan tok ses ile irkildim. Uzun bir süredir sessizliğe maruz kalınca en ufak bir sesi duymak bile beni derinden etkilemişti. Kapıyı ardına kadar açtığımda eğilip uyuşan parmaklarımla botlarımı çıkartıp eve girdim. Elimdeki botları girişteki vestiyere bırakırken burnuma gelen erkek parfümüyle duraksadım.

Evde yabancı bir erkek mi vardı. Kalbimin atışları düzensizleşti. Evimize genelde babamın arkadaşları gelmezdi.

Gözlerimin gördüğü bu ev şimdi bana öyle yabancı geliyordu ki ürkerek etrafıma bakmaktan kendimi alamıyorfum. Burun deliklerimden içeriye sızan bu koku kalbimin derinliklerine tarifi olmayan hisleri bırakıyordu. Bu çatının altında yıllarca büyümüşken şimdi o masalsı büyüsü bir kâbusun felaketiyle bozulmuş eski düzen tepetaklak olmuştu. Henüz harebeye dönüşmemiş ama duvarları her geçen gün köhneyip yıkılmaya yaklaşıyordu.

Tedirgin olan benliğimi rahatlatmaya çalıştım, kendi evimde yabancısı gibi korkaca davranmam korkulatı daha çok tetikler, daha çok güçlendirirdi. Ben onları hep kendimden Uzak tutmuşken şimdi o hataya bir kez daha düşmeyecektim.

Evde başka biri olsa bile bana zarar verecek biri değild. Ama nedense artık bu fikre o kadar sadık değildim.
Ayaklarım ileti gitmekte kararsız ancak geriye döndüğümdr ise bu evden başka bir sığınağımın olmadığını görüyordum.

Kötü ruhlar bu gece bu eve sürgün edilmişti. Her birinin solukları havaya karışmış korkuyu vaat ediyordu.

Evin ışıkları yanıyordu demek ki babam evdeydi. Bu iyi miydi? Ona ne kadar güveniyordum? Bunu hayatım boyunca hiç düşünmemiştim ama benim babama olan zayıf güvenim bile korkaktı aslında. Ona bile sırtımı yaslamakta tereddüt ediyordum.

Yine yanlızsın Milen Işık. Her zaman olduğu gibi.

İçeri girip dış kapıyı arkamdan kapatırken ürkütücü bir ses etrafa yayıldı. Sakin olmaya gayret ederek yürümeye başladım. Koridorun başındaki mutfakta kimseyi göremeyince hemen oturma salonunun kapısına kadar geldim. İşte bu kısımda kalbime ağrılar saplandı. Nefesimi tutup içeri girdiğimde salonda kimi görmeyi bekliyordum bilmiyorum ama... Görmek istediğim kişi kesinlikle bu değildi.

Gördüğüm bu yüz sayesinde tüm kötü hislerimin defolup gitmesi gerekiyordu ama öyle olmadı. Herşeyin olup bittiği yer burasıydı.

Kaşlarım havalandı. yanlış görmüyorsam şuan evimizde olan kişi bir kadındı, ve bu kadın benim arkadaşım Beril'den başkası değildi. Tek kişilik koltukta oturmuş bebek sarısı saçlarıyla oynarken bir eliyle de telefonuyla uğraşıyordu. Her zamanki Beril'di. Ama bu evin içindeki yabancı erkek parfümü kimindi? Aklımdaki tekinsiz sorular meydana serildi.

Babam evde yoktu, Beril nasıl eve girmişti?

Kendimi korkutacak soruları kendime sormaktan asla vazgeçmiyordum.
Beril evimize sık sık gelirdi fakat bana haber vermeden hiç gelmezdi hele ki ben evde yoksam. Bir terslik vardı.

Konuşmam gerektiğini düşünerek, genzimi temizledim. ”Beril?” dedim sesim şüphe doluydu. Sesimle birlikte gözlerini telefondan çekip mavi gözlerini bana çevirdi. Yüzünde o tanıdık gülümseme belirdi. ”Ne zaman geldin? Bende seni bekliyordum.” Sesinde hafif bir sitemi yakaladım. Demek beni beklemişti, benim niye bundan haberim yoktu? Şaşkın bir ifadeyle kapı girişinde durmayı kesip içeri girdim. ”Babam evde yokken nasıl kapıyı açtın?” Aslında Sormak istediğim; anahtarın yokken kendi başına kimse evde yokken nasıl girdin. Ama Beril herşeyi her zaman yanlış anlayan biri olduğu için bunu da yanlış anlamıştı. Yüzündeki gülümseme soldu. ”Habersiz gelişimden rahatsız olacağını düşünmemiştim.
Bilseydim haber vererek gelirdim.” Amacım onu kırmak değildi.

Beril'den hiçbir zaman çekinmezdim, ona karşı ne hissediyorsam açıkça söylerdim. Bu konuda ikimiz de patavatsızdık ne yazık ki. Üzerimdeki beni boğma raddesine getiren siyah kabanı bir çırpıda üstümden sökmek ister gibi çıkartıp koltuklardan birinin üstüne attım. Beril'in gözleri üstümdeki gömleği bulmuştu. Ama gözlerinde açık bir küçümsemeyi görür gibi oldum, hâlbuki o hep doğal karşılardı tarzımı.

Garip, çok garip.

Koltuklardan birine otururken, ”Eve nasıl girdin Beril?” dedim gizleyemediğim bir şüpheyle. Mavi gözleri kırgın bakmaya başladı. Parmaklarıyla oynarken, ”Senden önce Alihan amca burdaydı, o bana kapıyı açtı. Sonra da evi bana bırakıp gitti. Senin ki de soru Milen, yabancı mıyım ben?’ Aklıma tek bir kelimesi takılı kalmıştı.

Amca?

Beril ne zamandan beridir babama amca diyordu? Genellikle ona hep' Alihan abi' diye hitapta bulunurdu. Bu durum cidden artık sıkıcı bir hâl almaya başladı. Ne oluyordu bu lânet evde! Ellerimi başıma koyup yorgun bir ifadeyle Beril'e baktım. Üstelemeyecektim, konuyu açmayacaktım. Hiçbir şey öğrenmek de, duymak da istemiyordum.

Gizemin birazını bile katlanabileceğimi sanmıyordum.

”Bir şey içer misin peki?” diye sordum yorgun bir sesle. Beril teklifim karşında tüm kızgınlığını bir kenara atıp rahatlamış bir ifadeyle telefonu bırakırken şimdi tüm neşesi yerine gelmiş gibi kıpır kıpırdı.

”Hah şöyle kız. Güzel bir kahve Yapta ağzımızın tadı gelsin.” Eyvahlar olsun, işte şimdi tamamlamıştık. Bu kız eğer kahve istediyse beni sıkı bir dedikodu bekliyor demektir. Zoraki bir tebessümle, ”Hımm evet güzel olur. Özlemiştim bende seni. Çok iyi oldu bu gelişin.” dedim yapmacık bir iyimserlikle.

Ayağa kalkıp oturma odasından çıkarken kafamda hâlâ sorular geziyordu. Üç kişi yetmezken ortaya şimdi de Beril çıkmıştı. Ondan şüphelenmek istemiyordum fakat... Bir sorun vardı.

Her zaman kırk fikirliydim. Üç gün kelimesi şifreliydi. Mutfağa girip doğrudan üst dolaptan cezbe ve kahveyi çıkartırken dalgın bir şekilde kahveyi daha sona da suyu ölçerek koyduktan sonra bir kaç şeker attım. Her konuda özensizdim. Yemeği yaparken olması gerektiği gibi değil de kafama göre yapıyordum.

Ocağın altını yakıp cezveyi üstüne bırakırken kalçamı tezgâha yaslayıp boynumu kaşıdım. Boynumdaki güneş şeklini alan kızarıklık belirginleşmişti. Elim istemsizce o tarafa gitti. Bakışlarım evin beyaz tavanlarında, daha sonra ise camlara takıldı.

Üç gelişmesi aslında düşmanı bul kelimesiydi değil mi? Zamansızca aklıma gelen bu gerçekle birlikte boynumdaki elim durdu.

Kahretsin!

Bana üç gün içinde düşmanımı bulmam gerektiğini mesaj veriyordu. Uçsuz bir sona yaklaştığımı hissediyordum. Üç sayısı yasaklı bir bir rakamdı, sayılar yanlızca ceza için kullanılırken Üç sayısı ölüm sözcüğüydü.

Buz kestim.

Bunları nerden biliyordum? Ve neden hepsinin gerçek olduğuna inanıyorum? Taşan kahveyle birlikte hızla arkamı dönerken ocağın altını kapattım. Zihnimde kaç ayrı dünya vardı? Biri benim bildiğim bu dünyanın, kurallarından bağımsız giden acımasız bir dünyanın düzeni iken diğeri bu dünyaydı. Tek birisine yabancı değildim. O başka dünyaya ait kadın kendini hiç unutmamıştı aslında değil mi?

Bugün bana üç sayısı verildi, çünkü üç sayısı ölüm için kullanılır. Yakın bir zamanda öleceğimi ve bunu engellemek için tek bir yol bırakmışlardı.

Çareyi ölümde bulacak kadar çaresiz kalma hiçbir vakit. Tüm çareler tükendiğin de kaldırdığın omuzlarını bırak ve izin ver o ağırlık yapan silahın parmaklarından düşmesine.

İşte bu sözleri hiç unutamıyordum.

Kahveleri fincanlara döküp cam tepsiye yerleştirirken doğrudan rotamı oturma odasına çevirdim.

Parmaklarımla sonuna kadar kazdığım o toprağın altından birbiriyle bağlantısız cevaplar çıkıyordu. Hiçbiri gerçek değil, ve hiçbiri o kadar yanlış değildi.

Odaya girdiğimde Beril'in beni beklediğini gördüm. Kahveleri ortadaki yuvarlak sehpaya bırakıp koltuğa kurulmadan önce kahvemi aldım. Hiçte sevmezdim kahve, tercihim hep çaydan yana olurdu genelde. Yüzümü buruşturarak kahveden minik bir yudum alıp tekrar aldığım yere geri bıraktım. Beril arkasına yaslanıp keyifle kahvesini içerken neşeyle konuşmaya başladı. ”Kız varya senin bu kahveni kimsenin evinde daha içmedim. Nazlı'ın evine gittim Allah seni inandırsın kahveyi bırak kız bizi içeri bile davet etmedi.” diye kınaya kınaya anlatırken elimi anlıma koydum. Şimdiden başıma ağrılar girmişti.

Beril haftalardır dedikodu biriktiriyordu, sabaha anca biterdi.

Gözlerime bakarak el hareketleriyle abarta abarta zavallı kadını gömmeye devam etti. ”Ay birde çocuk doğurmuş. Milen görsen o ne biçim bir çocuk? Kapıdan daha girmedim bacaklarıma para para diye yapıştı.” Benden bir cevap beklemeden gözlerini inanmıyormuş gibi açtı. ”Kız bunlar sülalece insanı ayakta soyuyorlar. Böyle açgözlülük de görmedim.” Bende çocukken az insanların bacaklarına para için yapışmamıştım. Ama bunu tabiiki de söylemedim.

Bu sefer benim dedikodumu gider başka yerlerde yapardı!

Gerçekten tek sorun bu mu Milen?
Şu anlık bu gibi gibi görünüyor. Oturduğum koltukta bacaklarımı kendime çekip başımı da kolçağına yasladığımda göz kapaklarıma inen ağırlıkla birlikte yerimde iyice mayıştım. Hava sıcak değildi ama tatlı bir sıcaklık uykumu getiriyordu, belki de yorgunluktandı.

Beril'in sesi kulaklarıma anlaşılmaz geliyordu artık. Dışarda esen rüzgârın etksiyle camlar açılıp kapanıyordu, perdelerin tülü havalanıyor buz gibi esinti bana ulaşmadan yumuşacık bir etki bırakıyordu tenimde.

Ayaklı saatin çıkarttığı tik tak sesleri bir ninniye dönüşmüştu.

Gözlerim usulca kapandığında Beril'in sesi gittikçe benden uzaklaştı, ya da ben ondan uzaklaştım bilmiyorum. Aydınlık olan bölgeden gittikçe uzaklaşıp karanlığın içine karıştım. Yanlızca saatin sesi ve rüzgârın sert uğultusu vardı kulaklarımda.

Kâbuslar bu kez geceyi beklemedi, bu sefer daha aceleci davrandılar, çünkü düzen artık değişmişti. Her geçen gün biraz daha erken başlayacaklardı ta ki üç gün sonraya kadar.

SİHİN'in cezlara affı olmazdı, ve ben yine onun emri üzerine o ormanın kör karanlığında onun için satır satır kitap okuyordum. O satırların sonum olacağını bildiğim hâlde hemde.

Bu gece için adı anılsın, öyle bir yüksek sesle haykır ki onun adını uyuyan canavarlar uyansın bu sesle. Onun için gelecek olan o kişiye kapıları aç. Ellerinle söndür o alevi yanlızca dolunayın ışığında seyretsin ölümünü. On altıncı Sirâve Gecesi onun laneti, O yaktığı ateşte kül olmaya kendi ayaklarıyla gelecek!

💥

 


Karmaşık bir bölüm oldu biraz ama bir sonraki bölümlerle kafanıza oturacaktır. Bu bölümlere oy vermenizi istemeyeceğim kendi istediğiniz için yorum yapınız kendi içinizden gelerek oy verin. Eğer bölümüm size hitap etmiş ise bir yıldız bırakın eğer ki sizi tatmin etmemiş ise öylece geçip gidin.

Karakterleri sizleri bırakıyorum kıymetli okurlarım😘😘




Bölüm : 24.10.2024 15:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...