Bazen sebeplere ihtiyaç kalmaz, duygular nedenlerden daha daha büyüktür.
🕯️
Gücün fazlası kaybettir, azı ise hiç kazandırmaz. Kaybetmektense hiç kazanmamayı dilerdim. Kazanmak sadece bir hayal iken kaybetmek kırıktı. Varlığına alıştığın birinin yokluğuna alışmak mümkün müydü? Her gün sana gülen o kişinin gülüşünü bulamayınca başkalarda aramanın yorgunluğunu hiç kazanmamış bir kişinin anlık hayaline benzemezdi. En büyük kayıp buydu işte.
Kimse en sevdiğini bırakamazdı. Alıştıklarından ayrılmak öyle kolay mıydı ki? Bırakamazdın. Sebebi ne olursa olsun asla alıştığın hayatını, ve içinde sevdiklerini kendi hataların için kaybetmek istemezdin.
"Bizi nereye getirdin sen böyle?" Sitemim karşısında göz deviren Asmin, gitmek için bir adım atmıştım ki aniden koluma girip gitme girişimi engelledi. Simsiyah gözlerindeki ifade gitmeme katiyen izin vermeyeceğini söylüyordu.
Beni rahatlatmak ister gibi gülümseyerek, "Rahat ol kızım ya. Sadece biraz eğleneceğiz." dedi, rahatlatıcı bir gülümsemeyle. Ben eğleneceğimi hiç sanmıyordum. Asmin ne düşündüğümü tahmin etmiş gibi,
"Hem o dedikodudan beslenen Beril bile geldiyse sana darılırım." Kendisine tip tip baktım. Bu kız beni ne sanıyordu? Her gün barlarda, kulüplerde takıkanlardan falan mı? Tamam yani eğlenmeyi elbette severim ama bu şekilde kesinlikle değil!
Başımı iki yana sallayıp göz ucuyla tekrar önümüzdeki kulüba bakıp kolumu hızla çektim. Ekşi bir şey yemişim gibi yüzümü buruşturarak, "Beni hiçbir güç o insanların arasına sokamaz!" diye bağırdığımda, Beril elleriyle kulaklarını kapattı. "Ayy gir içeri amma naz yaptın. Serfinaz bile o çirkin yüzüyle, kısa boyuyla Rus kocasına bu kadar naz yapmadı."
Anlamayarak Beril'e döndüm. Benim gibi yanımdaki Asmin de merakla kafasını uzatmış Beril'e bakıyordu. "Serfinaz kim?" Şaşkınca ikimiz aynı anda aynı soruyu kendisine sorunca, nihayet başını kaldırıp bize baktı. Beril yol boyunca elinden bir saniye bile indirmediği kurabiye tabağından bir kurabiye daha alıp ağzına atarken, eliyle uzakları göstererek, "Kız hani bizim şu gittiğimiz kır düğününü hatırlamıyor musun?" dedi, kurabiyesini ağzında çiğnerken. Aval aval yüzüne bakarken bir şeyi yeni hatırlamış gibi yüzünü ekşitti. "Ay o kadınlar ne fenaydı, sırf geline altın takmadım diye ne yemek verdiler, ne bir dilim baklava." dedi kınarcasına. Gözlerim büyüdü. Patavatsız olduğu yetmezmiş gibi birde aç gözlüydü!
Pes dercesine kendisine baktım. Bahsettiği düğüne daha biz on beş yaşındayken gitmiştik. Hâlâ unutmamıştı, Kızdaki zekâ ceviz maşallah. Yanımdaki Asmin'in hâlâ bir şey anlamadığını görünce homurdanarak, ”Lise dönemimizde mahallememizde Serfinaz adında bir kız vardı, onun düğününe gitmiştik. Büyük ihtimalle ordan aklında kalmış.“ dedim elimle yüzümü sıvazlarken. Asmin bu söylediğimle hışımla elindeki siyah çantayı iki eliye kavrayıp çantayı sertçe Beril'in sırtına vurdu. ”O çeneni mümkünse hiç açma!“
”Of ne vuruyorsun manyak karı!“
”Dedikoducu karılar gibi anca malzeme arıyorsun!“
”Ne var, on yıl sonra bizde onlar gibi olmayacak mıyız“ Eliyle hiç bir şey olmamış gibi saçlarını havalı bir şekilde omzundan geriye atarken konuştu. ”Ben daha erken başlamayı tercih ediyorum.“ Beril gibi Asmin de benim yakın arkadaşımdı, ama sanırım Asmin henüz Beril'in nasıl bir dedikoducu olduğunu bilmiyordu.
İkisi tartışırken onlarla muhattap olmak yerine başımı kaldırıp önümüzdeki mekâna baktım. Kavga eden arkadaşlarımın sesi artık bir uğultu gibi geliyordu kulaklarıma.
Karşımdaki görkemli mekâna odaklandım. Bir mekândan ziyade koca bir köşk gibiydi. Kocaman ormanın içinde ağaçların gizlediği tenha bir yerdeydi.
Ne araba geçiyordu ne de yol. İnsan neden bu kadar tenha bir yere sırf bir eğlence için gelsin ki, hiç anlamıyorum.
İnsanların bir kısmı bahçede eğleniyorlardı ama tabii buna eğlenmek denilmezdi. Hepsi müstehcen bir pozisyondaydı. Baktığımda bile miğdem bulanıyordu. Gözlerimi açık saçık insanlardan çekip arkadaşlarıma çevirdim. Hâlâ zavallı Serfinaz için kavga ediyorlardı. Elimi anlıma vurup, ”Ya yeter ya.“ Sanki ayrılmak için sesimi duymayı bekkiyorlarmış saniyesinde didişmeyi bıraktılar. Bunu fark edince hızla, "Ya da devam edin." dedim panikle.
Bana bulaşmalarındansa birbirleriyle kavga etmeleri şimdilik daha cazipti.
Bakışlarımı ikiliden ayırıp tekrar önümdeki mekâna çevirdim. Ürkütücü bir havası vardı içine girmek istemiyordum. Sanki adımımı atsam kendi kaderimi belirleyecektim. Baktığım bu manzarada beni rahatsız eden bir şey vardı. Adımlarım geri gitmek istiyor lâkin bu korkumun üzerine gitmek istediğim için bundan vazgeçiyordum. Sasece eğlenmek için geldin Milen. Unutma sadece bunun için.
Kolumda bir elin baskısını hissedince daldığım düşüncelerimden yerimde sıçrayarak kendime gelebildim. Bakışlarımın hedefine kolumu tutan Asmin'i aldım. İrkildiğimi gördüğünde, kaşlarını çattı. ”Sakin ol, sadece dalmıştın.“ dediğinde, Kolumu hızla elinden çektim. Her şeyden herkesten tam şu andan itibaren uzaklaşmak istiyordum.
Bana iyi gelmiyordu, çünkü kimseye güvenmiyordum.
Geldiğimiz bu yerde çok tedirgindim. Sebepsizce etrafıma bakıyor, kimseyi göremeyince kendi kendimi teselli ederek, kimse yok, rahatla sadece bir kaç saat burda kalacaksın diyordum. Fakat bunun işe yaradığı söylenilmezdi. Ürkerek etrafıma baktığımda, daha fazla dayanamayarak Asmin'e döndüm. ”Gidelim Asmin.“ Ansızın sözlerimle birlikte Asmin bana tuhaf tuhaf bakınca, ellerini tuttum. ”Lütfen gidelim. Başka bir yere gidelim. Ama burası değil.“ İnce kaşları daha çok çatıldı bakışları yüzümü taradı. Beril elindeki porselen tabaktaki kurabiyeleri yerken bana garip bir bakış atıp, ”Burda dedikodu toplayamayacağımız için mi bu kadar gerginsin?“ dedi bu durumdan kendiside oldukça hoşnutsuz olsa gerek bana katıldığını belirten bir bakış gönderdi. Üstündeki yarasa kol desenli kahverengi elbisesi içinde karakterinden çok uzaktaydı. Bebek sarısı saçlarını topuz yapmış, iki yandan bıraktığı berçemleri ona ayrı bir hava katmıştı. Beril'in tatlı bir sevimliliği vardı, her ne kadar yirmi dört yaşında olgun bir kadın olsa da çocuk gibiydi hâlâ.
İkisinin bakışları altında gerginliğim git gide büyüyordu. Gözlerimi yumdum. ”Beni neden hiç anlamıyorsunuz ki?“ Hiç kimse beni anlamıyordu çünkü kimse ne yaşadığımı bilmiyordu.
Gözlerimi açtığımda, Asmin elini beline koymuş beni süzüyordu. Tüm dikatimi ona verdim. Baktıkça bu gece için giydiği kıyafetinin ona ne kadar çok yakıştığını fark ediyordum.
Giydiği zümrüt yeşili saten elbisesi tüm vücut kıvrımlarını ortaya sermiş, dalgalı kahverengi saçları belinde ahenkle sallanıyordu. Kahverengi gözleri ve belirgin yüz hatlarıyla oldukça dikkat çekici bir güzelliği vardı Asmin'in.
Saçlarını omuzlarından arkaya attığında, yüzüme anlamak ister gibi baktı. ”Neyi anlayacağız? Anlatacakların varsa anlat anlayalım Milen.“ dedi. Hâliyle haklıydı. Asmin gece kulüplerinin kızıydı. Buralarda çok sık takılan biri olarak yadırgıyordu düşüncelerimi. Ve anlatmamı istiyordu. Anlatacak bir şey yoktu. Varsa da ben Anlatamazdım. Anlatılmazdı. Söyleyecek hiç bir şey yoktu. Hislere kimse inanmazdı, hisler yalanlanırdı. Asmin gözleriyle âdeta benimle kavga ederken, daha fazla kaçamayacağımı anlayıp teslim oldum. Gözlerimle etraftaki insanları işaret ettim. ”Şu insanlara bir bak, böyle bir oratama gireremem ben. Kusura bakma, ben alışkın değilim.“ Değil, sebep farklıydı.
Beril beni umursamayarak insanları dedikoducu teyzeler misali izlemeye koyulmuştu. Ama aynısı diğer arkadaşım için geçerli değildi. Asmin bana doğru bir adım attığında, şüpheyle gözlerini kısmıştı. ”Ortamla bir ilgisi yok Milen. Hem ayrıca bize ne insanlardan. Eğer illa ki etrafında aksiyon görmek istiyorsan alt katta da bir Kafes dövüşü varmış.“ Gözlerimi belerterek abartma dercesine Asmin'e baktığımda, ”Yoksa sen bizden bir şey mi gizliyorsun Milen?“ Sesi de ifadesi gibi kuşkuluydu. Bu düşüncenin olasılığına inanmışa benziyordu.
Ellerimi saçlarımdan geçirdim. ”Yok bir şey, tamam hadi gidelim.“ Her tavrımdan bir anlam çıkaran arkadaşım sonunda beni rahat bıraktı. ”Tamam başka bir sorun istemiyorum. Bu gece eğleneceğiz.“ Eğleneceğimizi hiç sanmıyorum, en azından ben. Asmin önümüzden büyük bir özgüvenle yürümeye başlayınca ben ve Beril'de peşine takıldık. Yürürken giydiğim elbise yüzünden çok rahat adım atamıyordum. Üstümde kare yaka beyaz bir elbise vardı. Göğüs dekoltesi olmasa da boyun kısmı komple açıktı. Elbise bütün vücut kıvrımlarımı ortaya sermişti. Ve sırt kısmı da belime kadar açıktı. Neyse ki üstümdeki bej rengi pardösü şu anlık vücudumu gizliyordu.
Omzumun hizasında biten siyah saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. O Hayırsız Hayriye saçlarımı kestiğinden bu yana uzamıyorlardı.
Bahçeye geçtiğimizde Asmin insanların arasına karışmak yerine içeriye geçmeye karar verdi. Bahçede kocaman bir havuz vardı insanlar havuzun kenarında bir çoğu çılgınlar gibi dans ederken, bazıları bir köşeye çekilmiş ortamdan bihaber öpüşuyordu. Allah aşkına bu kız bizi ne biçim bir yere getimişti böyle?
Hız kesmeden Asmin'in peşinden ilerlediğimizde, aniden durup bize doğru dönünce adımlarımız yere çıvilendi. Sırasıyla yüzümüze baktı. ”Kızlar siz kendinize burda takılın ben hemen geliyorum. İçerisini kontrol edeceğim. Bir yere ayrılmayın geliyorum şimdi.“ İtiraz etmek için ağzımı açmıştım ki Beril benden önce davrandı. ”Tamam sen git canım. Rahat rahat takıl, Milen'i bir yere götüreceğim zaten.“ Asmin Beril'e gülümseyip mekânın kapısından içeri girip gözden kaybolduğunda, kaşlarım çatık bir vaziyette Beril'e döndüm.
Beril elindeki porselen tabakla birlikte koluma girdi. ”Yürü seni çok eğlenceli bir yere götüreceğim. Varya heycandan bayılacaksın.“ Beril'in kolundan çıkıp, ”Ben bir yere gelmiyorum. Sen git ben sizi beklerim burda.“ dedim telaşla. Beril bir şeyi açıklamak ister gibi mavi gözlerini pörtletip, ”Bak oraya giderken toplayacağımız dedikoduları düşünsene, bir yıl yeter bize.“ Allah bilir ne tür bir yerden bahsediyordu. Beril bu sonuçta. Daha önce dedikodu için bizi genelevinde bir hayat kadınıyla konuşturmuşluğu var. Az kalsın satılıyorduk! Beril güvenilmek için çok yanlış biriydi. Ne zaman onunla gitsem, ya pavyonda ya da karakoldan çıkarken buluyorum kendimi. Bir kez daha böyle bir şeyi yaşamamak için kendimi geri çektim. ”Sen gidiyorsan git ben gelmiyorum.“ Ona arkamı dönüp bahçedeki boş masalardan birine geçtim.
Çok geçmemiştiki Beril tekrar kolumu tuttu. Sinirle ona dönüp kolumu elinden sertçe çektiğimde, tahammül sınırımı çıktan aşmıştı. ”Gelmek istemiyorum neden anlamıyorsun! Bir şeyi anlamakta neden bu kadar zorluk çekiyorsun? Biri sana istemiyorum diyorsa anlayış gösteceksin zorluk değil.“ Sesimi yüksettiğim için Beril'in gözleri anında dolmuştu. Sinirden seğiren parmaklarımı elbisemin kumaşına sürterken içimdeki bu sıkıntı her saniye daha bir büyüyordu.
Beril kırılgan bir şekilde titremeye başlayan dudaklarını birbirine bastırdı. ”T-tamam gelme, ben... Sadece sen mutlu olursun sanmıştım. Kendi kendime giderim.“ diyip arkasını döndüğünde, hızla yanımdan uzaklaştı. Ellerim pişmanlıkla iki yanıma düştü. Hep böyle oluyordu işte, bu kız hep böyleydi! Ne zaman onu geri çevirip reddetsem ya yalandan ağlıyordu ya da böyle küsüp gidiyordu. Oflayıp, ”Tamam, gitme Allah'ın cezası. Geliyorum!“ diye seslendim arkasından yetişirken. Sözlerimin üzerinden saniyeler bile geçmeşti. Beril öyle bir hızla bana döndü ki, gözlerinden akmak üzere olan gözyaşlarının sahte olduğunu anlamam uzun sürmedi. Yerinde sevinçe ellerini çırpıp, ”Ayy! Gerçekten mi? Biliyorum beni tek burakmayacağını. Sen harika bir dostsun Milen!“ Bu yalakalığına gözlerimi devirip elimle ileriyi gösterdi. ”Çok konuşma da hadi gidelim nereye gideceksek.“ diye konuştum sertçe. Bıkmıştım bu kızdan. Asmin sürekli kendini bir şekilde kurtarıp benim başıma bırakıyordu. Ne merakı bitiyordu ne dedikodu sevdası!
Beril heycandan yerinde duramıyordu. Elindeki porselen tabağı dayanamayarak elinden aldım ve içinde kalan son kurabiyeyi de alıp tabağı önünden geçtiğimiz çöp kutusuna hıncımı çıkarır gibi fırlattım. Çıkan sesle birlikte bir kaç kişinin gözü bize kaysa da umursamamıştım.
Beril'le birlikte mekânın arka kısmına doğru giderken, içten içe yine başımıza bir şey geleceğini hissediyordum.
Bomboş bir koridordaydık. Nerden nereye gelmiştik hâlâ inanamıyorum!
Beril'in bizi bahçeye çıkaracağını sanıyordum ama yanılmıştım hemde bu sefer büyük yanılmıştım. Bizi her nereye götürecekse bunu benden gizli yapıyordu ve öyle ki herkesin kolayca elini kolunu sallayıp girebileceği bir yer de değildi. En çok şaşırdığım şey Beril'in çantasından yüklü miktarda para çıkartıp bir adama verdiğiydi.
Sonrası bir asansöre binip yerin altına inmiştik. Bu yaklaşık beş dakikayı almıştı. Bu beş dakikayı alan süre içinde az kalsın asansörde nefessizlikten ölüyordum.
Neyse ki son anda durmuş ve dışarı çıkabilmiştik. Şimdi ise her duvarına tehlikeli bir sükûnetin sindiği koridordaydık. Kimse yoktu, sadece sesler vardı. Bir takım erkek sesi. Sinsi kahkahalar, gür sesle edilen tezahüratlar, çoşkulu bağırışlar.
Yerin kaç kat altındaydık hiç bir fikrim yoktu. tek bildiğim bir an önce burdan kaçıp gitmekti. Elim boğazıma gitti, nefes almakta güçlük çekiyordum. Önümden çok rahat bir şekilde yürüyen Beril'i takip etmekten başka hiç bir şey yapamıyordum. Attığım her adımda geçmişten bir sayfa açılıyordu. Karaladığım sayfaların o siyah mürekkebi kalkıp yerine gerçekler iniyordu.
İsim konduramadığım bir şey vardı. Bir burukluk oturmuştu kalbime, aynı zamanda gizli bir korku vardı. Sebepsizdi, nedenini öğrenemediğim sebepsiz bir korku vardı üstümde. Panik dört bir yanımı esir almıştı. Sadece kaçmak ve uzaklaşmak istiyordum. Derine batıyordum. Tek bildiğim buydu; derine batıyordum. Nefes alamıyor, zemin ayaklarımın altında halı misali kayıyordu.
İçerden gelen butün sesler kesildi anında. Sanki zincirlerle bağlanmış bir canavarın önüne kurban misali götürülüyordum.
Aşşağı inen merdivenlerden basamakları teker teker indik. Büyük bir gürültü sesi geldi. Bir adamın acı dolu haykırışını duyduğumuzda, ben yerimde kalakalırken Beril aksime merdivenleri hızlı hızlı inip, ”Hadi çabuk çabuk! Ay inşallah kaçırmamışızdır.“ dedi endişeyle.
Neyi kaçırmayacaktık? Etrafıma korkak bakışlar atıyordum.
Her taraftan kasvet akıyordu.
Uzun merdivenlerin sonuna geldiğimizde, önümüzde bir kapı vardı. Beril bana dönmeden kolumu tutup kapıyı açtı ve daha ben bir şey söylemeden beni kendisiyle beraber içeriye soktu.
Kendimi bir anda büyük bir kalabalığın arasında bulduğumda neye uğradıgımı şaşırdım. O kadar çok ses vardı ki kulaklarımın zarı kopacaktı nerdeyse.
Ellerimi eş zamanlı olarak kulaklarıma koyup ürkerek etrafıma baktım. Bir sürü insan vardı hepsi dikenli bir telin etrafında durmuş tezahürat ediyordu. Ellerini havaya kaldırmış âdeta haykırıyorlardı. Şaşkınca etrafıma bakakaldım. Yoğun alkol ve ter kokuyordu. Ne idüğü belirsiz insanlarla doluydu çevrem.
Nerde olduğumuzu öğrenmem için bir kaç saniye etrafıma bakmam yeterli olmuştu. Kanım durdu. Kahretsin aptal Beril bizi kafes dövüşüne getirmişti!
Bir sürü erkeğin içinde tek kadın bizdik. Neyse ki erkekler tek bir noktaya daldıkları için henüz kimse bizi fark etmemişti, ama bu burda olduğumuzu doğrulamıyordu. Babam bir bilse... O korkunç anı düşünmek bile istemiyorum.
Kapının girişinde dururken, Beril'in yanımda olmadığını fark ettiğimde, erkeklerin arasına baktım. Kahretsin lanet kız nereye kabolmuştu? Gerçi düşününce bu bir İlk değildi benim için. Beril bunu daha önce de çoğu kez yapmıştı.
İnsanların kendini unutmuş gibi bütün dikkatlerini üzerine verdiği tarafa baktım. Ensemden aşağıya bir ürperti geçtiğinde, tenim karınlanmıştı.
İçimi esir alan bu tarifsiz duygulara karşı mücadele edemedim. Yutkunmak istedim lâkin gördüğüm manzarayla bunu yapmak nerdeyse imkânsız bir hâle geldi.
Gözlerim artık rotasını kaybetmişti ve tek bir kişinin üstünde kilitlenip kalmıştı. Ringin içindeki adam, delirmiş gibi adamı dövüyordu. Vahşice, acımasızca. O kadar hızlıydı ki parçalamak istercesine attığı yumrukları saymak mümkün dâhi değildi. Elleri kan gölü olmuştu. Aldığı sert nefesler öfkesini tatmin ediyor ve ölümüne dövdüğü adamdan korkunç bir biçimde zevk alıyordu. Yorulmak, hırsını almak bir yana dursun her saniye biraz daha kontrolünü yetiriyordu. Tüylerim diken diken olmuştu bu manzaranın önünde.
Bir sürü insan vardı ama benim gözlerim sadece bana arkası dönük olan o adamın üzerindeydi.
Gözlerim üzerinde oyalandıkça ruhuma atılan prangalar çoğalıyordu.
Kafes dövüşünde hiçbir rakibine acımayıp bir avcı gibi önüne geleni avlamıştı. Tam üç adam ringin içinde baygındı. Kim bilir belki de ölmüştüler. Yüzleri kandan görünmüyordu ve dördüncüsü elindeydi. Kendini kaybetmiş gibiydi, bu hâlinden deli gibi korktum. Ruhunu bedeninden acıyla söküp almak istercesine gaddarca darbelerini indiriyordu yüzüne.
Adam yerde hareketsizce yatarken o üzerinde öfke kontrolü geçirmiş gibi durmadan yumruk atıyordu. İnsanların tezahüratlarını zerre duymuyor gibiydi. Kaslı ve heybetli vücudu tüm acımasızlığına rağmen günaha davet ediyordu insanı.
Yarı çıplaktı üzerinde sadece siyah bir şort vardı. Bronz teni dikkat dağıtıcıydı. Yüzünü görmemiştim yalnızca saçlarını görüyordum. Fakat hangi renk oldukları tartışılır bir konuydu. Ne kestane, ne de siyahtı. Siyah ve kül grisinin karışıp ortaya bıraktığı bir renge sahipti saçları. Ensesinde görülen karartı bir dövme olmalıydı ama net görülüyordu.
Yumruk atarken kullandığı güç fiziksel gücün çok ötesindeydi. Kaslı bedeni ilgiyi kolayca kendisine çekiyordu.
Herkesin içinde onu farklı kılan bir şey vardı. Karanlık... Sınırsız bir karanlık.
Soğuk nefesleri ortama buz gibi bir hava katmıştı. Geçmişin kapıları sonuna kadar açıldı onun için. Mazi köhnemiş bir evden farksız değildi. Orda bir çok mevsim yaşanmadan bir çiçek gibi solup gitmişti. Gözlerime öyle aşinaydı ki bu adam, ondan bana kalan tek armağan acı gibiydi. Çevrilen sararmış yapraklarda beni bekleyen yegâne acıydı. Sert bir poyraz hiddetle çarpıp o kitabı kapattı. Sanki ona ait anıları görmemi istemiyordu. Ama ben hissettim, onun ruhuma nasıl bir azap verdiğini artık hissediyordum.
Gözlerimin ardı sızladı, ve çok geçmeden yaşlar akın etti göz bebeklerime. Ama hiçbiri düşmedi o çukurlardan. Sanki ağlamayı bile hak etmiyordum. Buz tutmuş parmaklarım içe doğru büküldü, bir dehşetin içindeydim her taraf kan kokuyordu.
Tanıdık bir koku ondan bana geliyordu. Kokusu duyularıma yasaktı. İçimde beni ona doğru sürükleyen bir şey vardı. Put kesilmiş bir vaziyette ona bakarken dönmemesini diliyordum. Yüzünü görecek cesaretim yoktu. Kendimde o gücü bulamıyorum. Fakat bu kabulsüz bir dua olmuştu, çünkü o her zerremle beni tarumar etmeye yeminliydi.
Üzerinde dakikalardır yumruklar attığı adam kendinden geçmiş olmalı ki üzerinden kalktı. Uzun boyunun gölgesi insanların üzerine düştü, Vücudu terliydi. Ve düşündüğümden daha heybetliydi. Aldığı keskin nefesler solukları bıçak gibi kesivermişti.
Yavaşça arkasını döndüğünde ise o an sendeleyecek gibi oldum. Avuçlarım kuvvetle arkamdaki kapıya dayandı. Her hücremi delip geçen bu acı da neyin nesiydi?
Görüşümü bulandıran yakıcı sisli gözleri gördüm. Ateş kadar yakıcı, sis gibi bulanıktı irisleri. Üzerine gölgelik etmşti saçları. Bulanık grilerinin etrafını saran siyah bulutlar hiç şüphesiz gözlerindeki merhametsizlikti. Belirgin sert yüz hatları seğiriyordu. Kalın ve etli dudakları kızarık, ve belli belirsiz bir gülüş vardı dudaklarında. Kâbuslarımda canımı almaya meyilli bir azrail gibi kahkahaya atan o adamın acımasızlığını onda görür gibiydim. En haşin ve karanlık duygular üzerinde zirvedeydi. Onu böylesine ulaşılmaz kılan şey aklını alabilecek bir kusursuzluğu taşıyan yüzü müydü yoksa karanlık ruhuna tezat insanı kendisine bağlayan büyüsu müydü? Havanın boğucu siyahı şevkle üstüne şinmisti, sanki gece bile onun kim olduğunu biliyordu.
Bir çok kişinin canını yakmış bir canavarın ruhu o'ndaydı sanki, ve baktığımda sahip olmadığım korkular bedenime hücum ediyordu
Buram buram tehlike ve ölüm kokuyordu. Bedeni ilk kez karanlıktan çıkıp aydınlığa görünmüş gibi yabancıydı ışığa. Her zerresini inceledim hafızama kazımak ister gibi. Unutmayı bırak, insanın zihnine izinsizce kazınacak türden bakışları vardı. Ta bu mesafeden görülen sisli gözlerini görüpte onları unutmak ise dünyanın en büyük suçu olacakmış gibi ürkütüyordu insanı.
Avcı bakışları kalabalığı es geçip bir arayışa çıktı, birini arıyordu.
İ
nsanlar delirmiş gibi haykırıyordu. Kimse ismini, kimliğini bilmiyordu. Öğrenmek iatiyorlardı bu kişiyi, tanımak istiyorlardı.
Chennemine davet eden tekinsiz bakışlarını üzerime kilitledi. İşte o an ayakta kalmakta zorluk çektim. Yutkunsam da boğazıma oturan yumru gitmedi. Bedenime bir sıcaklık bastı. Bu korkudan mı geliyordu bilmiyorum ama onun bakışları üzerimde yoğunlaştıkça terleyecek raddeye geliyordum. Neden bana baktı bilmiyorum ama aradığını bulmuş gibi dudaklarında çiğnenmiş gülüşün yerini soğuk bir kıvrılış aldı.
Beni nerden tanıyordu? Bakışları, sisli gözleri neden bu kadar tanıdıktı?
Her şeyine neden bu kadar aşinaydım? Beni rahatsız eden bir gariplik vardı o'nda.
Dakikalardır put gibi dikildiğim yerde güç bela kendime gelebildim. Gözlerimi kaçırıp arkamı döndüm ve hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledim. Arkamdan Avını yakalayan bir avcının zalimliğiyle bakmaya devam ediyordu hâlâ. O'a bakmam nefesini tenimde hissetmişim gibi bir ürperti bırakmıştı vücuduma.
Elim ayağım birbirine dolanmıştı, kalbim gümbürtüyle göğsümü tekmeliyordu şimdi.
Bana bakarken o dudaklarındaki kıvrılış hâlâ gözlerimin önündeydi. İstesem de engel olamıyordum onun tesirinde kalan benliğime.
Bedenim zangır zangır titrerken biraz sonra yere yığılacak gibiydim.
Dışarı çıkttığım an duvara tutundum ve derin derin nefesler almaya başladım. Öncelikle beni böylesine harap eden kendimi teskin ederek, sakin ol Milen sakin ol. Kim olduğunu bilmiyorsun, sen onu tanımıyorsun.
Duvarın önünde soluklandığım sırada bir çift kuvvetli adım sesi işitti kulaklarım.
Biri benden izinsiz kayıp hafızamı yokladı ve bu güçlü tok adımlara ne kadar da tanık olduğumu söyledi.
Sert adımlarının zemindeki tok yankısıyla zemin titriyordu sanki ayaklarının altında. Bir an bile düşünmeden hızla yürümeye başladım. Beril'in içirde olmasını zerre umursamadım zaten ne geldiyse başımıza onun yüzünden gelmişti.
Merdivenlerden çıkamıyordum. Zulmet bir güç beni geriye çekiyordu. Merdiven trabzanlarına tutunarak çıktığımda, tehlikeli adımlarının peşimden geldiğini fark ettim. Üst üste yutkunarak bacaklarıma yüklendim. Yoğun adranilin damarlarımdaki kan akışını hızlandırıyor bana zorluk çıkartıyordu.
Basamakları tüketip koridora yetiştiğimde korkulu nefeslerim hayalet gibi etrafımdaydı. Tehlikede olma hissi kaçıp uzaklaşmam için zihnime alrm veriyordu. Her taraf fazla sessizdi. Tam koşacağım esnada arkamdaki ışıklardan biri söndü. Buz kestim, ama durmadım. Panikle arkama bakmadan hızla yürümeye başladım. Bir an önce karşımdaki asansöre yetişip burdan çıkmak istiyordum. Adımlarım zeminde kayıyordurdu yere düşmem an meselesiydi. Hızlı hızlı nefes alıp asansöre yetiştiğimde titreyen parmaklarımla düğmesine basıp asansörü çağırdım. Asansörün artık bu katta olmadığı gerçeği tüm çıplaklığıyla önündeydi. Israrla düğmesine basıp asansörü çağırırken, üstünde parlayarak peliren kırmızı yazıyı okumamla kal atışlarım daha da yükseldi. Kullanım dışı.
Ensemdeki nem birikiyordu. Hissettiğim bu tehlikeli duyguları defetmem gerekiyordu. Sakin olmalı ve burdan hiç bir şey olmadan çıkıp gidecektim. Lanet olsun yapamıyordum. Arkamdan gelen adımların sesini duydukça rahat falan olamıyordum. Gözlerim korkuyla koridorda gezdi. Sertçe düğmeye bastım. ”Açıl! Kahretsin açıl!“ Göz bebeklerime kadar titriyordum.
İlk kez bu kadar çıkmaza girmiştim. Tek çıkışım bu bozuk asansörken şansızlığıma denk gelmiş olsa gerek kullanım dışıydı. Panikle arkamı dönüp sırtımı asansöre yasladım. Az önce çıktığım merdivenin tarafı tamamen karanlıktı. Her bir adımına bedel bir ışık sönüyordu. Göğsüm hızla inip alçalırken kesik kesik nefeslerim kalbimde bir deprem meydana getiriyordu. Karanlık koridorda atılan her adımıyla birlikte varlığı biraz daha hacim kazanıyordu.
Zifiri karanlığın içindeki gizlenmiş silüetini bana yasaklamış, yanlızca azametli adımlarını dinlememe izin veriyordu. Ürpertici bir sükût içinde sessizleşmişti her taraf.
Adımları altında kalan zemin titriyor, ışıklar ürkekçe yalpalıyordu. Baskın bir soğuk kendini belli ediyordu havada. Ölüm için gönderilmiş günahkar ruh gibi saf bir zalimlik akıyordu üstünden. Görkemli bedeni yanlızca karanlığa ait gibiydi.
Bu sefer gelişi ne ölüm için ne korkutmak içindi sanki. Bu gece için canavar yanı fazlasıyla kanla tatmin olmuştu.
Kaslarım korkuyla uyumuştu, etrafıma bakıyor, her saniye beni biraz daha ağına çekip hapseden karanlıkta bir çıkış bulamayınca daha bir tedirgin oluyordum.
G
üçlü gölgesi azametiyle birlikte çöktü. Öyle görkemli bir karanlık kapladı ki koridoru kulaklarımı uğultulu bir basınç sardı. Her taraf titredi, sessiz bir rüzgâr boynumdan geçerek adını fısıldadı.
Tehlikeli siyahlığı altında esir kalmış bu koridor şimdi adım sesleriyle zelzele misali sarsılıyordu. Kimdi ve benden ne istiyordu?
Avuçlarım terlemiş saçlarım enseme yapışmıştı. Gözlerimin önünde yanıp sönen ışıklar gelip geçerken, sesi kulaklarımı doldordu. “Benden kaçabileceğini düşünerek zaman kaybediyorsun.” Ürperdim. Kalın ve baskın bir tona hâkimdi sesi. Ve ben kendimde daha konuşma cesaretini bulamadan onun buram buram acımasızlık kokan kahkahası doldurdu kulaklarımı.
Benimle eğleniyordu!
“Kahretsin.” diye mırıldandım. Nefes nefese sırtımı asansöre yaslarken, bana yaklaştığını bilmenin tedirginliği saliselerle büyüyordu. Neden geliyordu, ne istiyordu benden? Zihnim bas bas onun kim olduğunu bağırırken inkar etmeye devam ediyordum. Sisli gözlerine öyle aşina, öyle yakındım ki, sanki onu ezelden tanıyordum.
Dudaklarımı ıslatıp kaygıyla, “Kimsin, benden ne istiyorsun?” derken sesim oldukça kısıktı.
Soruma karşılık derin ve boğuk bir nefes aldı, sanki içinde olduğumuz karanlık ruhunu tatmin ediyordu. Ve kısa süre de ertelemiş olduğu soruma sadistçe cevap verdi. “Bedenine sor. Bıraktığım İzleri hâlâ üstünde taşıdığına eminim.” Durdu ve ağır bir vurguyla o kelimeyi söyledi. “Raven.” Kalbim durdu, ellerimi asansöre koyarken gözlerimi yumdum. Hayır, hayır olamaz!
Lanet olsun, o adam şimdi karşımdaki adam olamazdı! Olmamalıydı.
Beni tam da istediği gibi kimsesiz ve yalnızken yakalamış, üzerime bir avcı misali geliyordu. Gerçi insanlar olsa bile ona engel olabileceklerini sanmıyordum. Gördüğüm dehşet görüntüler hâlâ aklımın bir yanında oynuyordu. Onun ne kadar tehlikeli biri olduğunun gerçeği ve tek amacının acıtmaktan yana olduğunu bilmek nefes bile almama izin vermiyordu.
Tam önüme baktım. “Git burdan, canını alacağın bir kurbanın değilim senin anlıyor musun kahrolası herif! Kendine oynayacak başka bir oyuncak bul!” Köşeye sıkışmanın verdiği gerginlikle bağırdım. Son çırpınışlarımı veriyordum.
Keskin bakışlarını her yerimde hissediyordum ve bu daha çok korkmama neden oluyordu. Kaçsam bile beni yakalaması daha erken olurdu. Tek çıkışım bu lânet asansörken şansıma kullanım dışı olması ne kadar normaldi?
“Bana senden ne istediğimi sor.” Öylesine karanlık bir vaat taşıyordu ki sesi, siyah kuşatmıştı her bir yanını. Sorusuna cevap veremeyecek kadar zavallı bir korkak olduğumu düşünüyordu. Belki de öyleydi ama ben hiçbir zaman korkularımdan kaçmamıştım.
“N-ne istiyorsun?” Her ne kadar cesur olduğuma kanaat getirsem de titreyen sesim gerçeği ele vermişti. Bir adım attı ve bir adım daha. Buz kesmiş bedenimin iradesini ellerine almış gibi kıpırdayamadım. Yaklaştı, gögesinde un ufak edecek kadar küçümseyerek bakıyordu şimdi bana. Sanki gölgesinden bile korkacak kadar zavallı biri varmış gibi.
O bana böyle yakınken, böyle bakıyorken nefes alamıyordum. Bunu fark etmiş gibi soruma cevap vermeden önce, “Aptal kalbinin sesi canımı sıkmaya başladı.” derken ciddiydi. Elini belimin yanında asansöre yaslayıp üzerime eğilince refleksle geri çekildim ancak sırtım duvara çarpınca kaçacak bir yerimin olmadığını anladım. Diğer tarafından kaçmayı planlamadan elini hemen belime değecek kadar bir yakınlıkta duvara yasladı.
Nefesi her zerremi titretecek kadar soğuk ve güçlüyken parçalara ayrılıyorum etkisi altında. Kaçacak hiçbir alan bırakmamıştı bana kahretsin. Olabildiğince kendimi duvara yaslayıp ondan uzaklaşmaya çalışsam da o bencilce bir istekle o kadar eğiliyor ve ondan kaçışımdan âdeta zevk alıyordu.
Soluğu tenimde sürtünerek usul usul önce alnıma sonra burnuma. Durdu, burnu yanağıma hafifçe değdiğinde baştan aşağı ürperdim. Nefes almaya çalışarak, “Benden uzaklaş yoksa hiç iyi şeyler olmayacak.” Dudakları yanağıma sürtününce sakalları da yanağımda gezdi. “Moyh zeen Spheen l dehest.” (Tenin tatlı bir kadeh gibi)
Nefesinin gezdiği yerlere ağır kelimelerini vurgularken ne anlama geldiğini bilmiyordum ancak sesi. Boğuk ve sarhoş bir adamın tonu kadar kendinden geçmiş gibiydi. Kontrolsüzce bir elini asansörden çekerken tam anlamıyla beni kendi ve duvar arasında hapsetmişti.
Bir şeyler fısıldıyordu, hiddet nefesinde saklıydı. Elinin parmakları boynumun açıkta bıraktığı yerlere ufak ufak dokunurken dudakları aşağı doğru kayarak boynuma ulaşınca saçları çeneme değdi.
Ne zamandır dolmuş olan gözlerimden birer damla süzülürken neden bu adama karşı güçsüzleştiğimi birlmiyotdum. Nefret etmem, tiksinmem gerekiyordu. Ama hayır, sadece kaçmak uzaklaşmak istiyordum. Onun yanında kelimelerin gücü yoktu.
Boynumda duran eli enseme yetişip ensemi kavrayıp başımı kaldırınca soluğu şah damarımın üstündeydi. İşte o an ne yaptığımın farkına varınca katılımın ellerine bıraktığım teslimiyeti bozdum.
Ellerimi kaldırıp göğsünden itmek için havalandırmıştım ki, Şahdamarımın üstüne bastırdığı dudaklarla kaçtığım o canavar ruhumu kollarının arasına aldı. Ölümün nefesi artık üstümdeydi.
Beni öpmüştü. Arzudan değilz sevgiden değil hoşlantıdan değil. Katılım olduğunu kanıtlamanın öpücüğü. Ben ise onun bir an için normâl bir insan gibi düşüncesini sanacak kadar aptaldım.
Dudakları boynumdan ayrılırken eli tiksinir gibi ensemden uzaklaşmıştı. Tek amacı bu akşam için dikkatimi dağıtıp istediğini almaktı. Keza istediğini almış oldu oluyordu artık.
Buz gibi bedeninin üşüttüğü bedenimi bıraktığı an onun yokluğundan faydalanan serin yeller tenimi sümürüyordu. Ruhum dört bir taraftan artık zincirlere vurulmuş, canavarın onu avlamasını bekliyordu.
Yine hata yaptın, yine hata yaptın Milen. Yine hislerine yenik düştün.
Beni uyaran o sesi dinlemedim. Sadece bu gece için bana oynadığı oyunun tesiri altında kalmıştım. Yutkundum. Yutkunuşum boğazımı yakarken gözlerimin ardı kadar sızlamıyordu.
“Neyi istediğini bana gösterdin.” Hissizlik çömeldi üzerime.
Bir adım uzaklaşmış kendi gerçek özüyle şimdi bakıyordu. Nefretle, kinle. Sözlerimin ondaki karşılığı ise bakışlarından daha ağır olmuştu. “Senden etkilendiğimi mi düşündün?” Bunu söyleyişi nefret doluydu. “Seni öldürmek isteyen biri için fazla cüretkar bir düşünce.” Sesi kalınlaşmış ve duygusuz bir hâl almıştı.
Gözlerimi kaldırdım. Karanlıkta yalnızca silüetini seçebiliyordum. Heybetli vücudu, güçlü omuzları, geniş göğsü. Her anlamda insanı tarumar edecek kadar bir güce sahipken acımasızlığı en büyük silahıydı.
Başımı salladım. “Korkutmak için zaten korkularına aile olmuş birine gelmişsin. Bana nasıl zarar verebilirsin ki?” Gözümden bir damla süzülürken onun beni izliyor oluşu bile güçlü durmama yetmiyordu. Elimle etrafımı gösterdim ama onun bana baktığını biliyordum.
“Bu karanlık beni korkutmuyor sen de öyle. Beni ben korkutuyor, benden başkası değil.” Güldü, keyiften uzakta öfkeli bir edayla. “Kendinden korkmana sebep olmuş birinden kork, çünkü ancak korkarsan kendin için savaşabilirsin.”
“Ve ben senin değil savaşmana çırpınmana bile izin vermeyeceğim.” Gelecek için verilmiş ağır bir yemin dudaklarından dökülürken gözlerimden de yaşlar dölüldü. Günahkâr satırlarda adımı yazmış ve beni kendi acımla boğmaya yemin etmiş canavar ruhlu bir adam.
“Bana zarar veremezsin, kimse bana zarar veremez. Ben istemeyen kadar kimse bana hiçbir şey yaptıramaz boşa uğraşıyorsun.” Hayır, boşa değildi. Kimin karşımda olduğunun bilinceydim. O ise benim bu aptal cesaretime kendi içinde kahkahalarla gülüyor olmalıydı. Bana arkasını döndü. Kudretli varlığı zalimce çökmüş, var olan her şeyi kendisine itaat ettirecek kadar bir hüküm sağlıyordu.
Ondan bir cevap beklerken yürümeye başladı. Beni öylece arkasında bıraktı. Yeri ezen adımları ile her tarafı esir almış karanlığıyla birlikte gitmeden önce sarf ettiği sözler soluğumu kesti
“Kendini bana hazırla, çünkü ölümün benim kollarımda olacak Sisel Raven.”
Parmaklarım zorlukla boğazıma gitti. Görünmez bir urgan boynuma geçirilmiş gibi nefes almazken katı bir yel esiyordu hâlâ. Son sözleri aklımdan girmiyordu. Son öpücüğu, son gelişi. Bana kimse zarar vermezdi ama o verirdi çünkü nerde yaramın olduğunu biliyordu. Nereye basacağını biliyordu. Benliğimle onu tanımadığımı söylerken bir taraftan her şeyiyle onu tanıyordum.
Tanıyan tarafım ölesiye korkuyordu tanımayan yanımsa sakin olmam gerektiğini söylüyordu. “Yapamaz, yapamaz. Bana hiçbir şey yapamaz.” Kendi kendime konuşurken o sırada bir başka ses yankılandı.
Uyuyan derin bir acı uyandırdı bende. Ne artık düzensiz nefeslerim derdinr ne de yalnız olmadığımın korkusu. Bu isim onun adıydı. Kum Asar, çağrılan kişi beni cehennemine davet eden adamdı.
Sevgilimin yüzüğünün istinde bu ismin ne işi vardı, babam nerden biliyordu, şimdi onun adını seslenen bu kadın kimdi?
Benim bu hikâyede ki yerim neydi?
Takati kesilmiş bedenim sanki bu ânı bekliyormuş gibi sırtım duvar boyunca kayarak zeminde kalçalarımın üstüne kendini bıraktığımda, bir şeylerin artık yanlış gitmediğini, yanlış olan kişinin ben olduğumun farkındaydım.
Görüşüm puslu, bakışlarım ise hiç olmadığı kadar boştu. Bacaklarımı kendime çektiğimde, hiçbir canlılık yok gibiydi vücudumda. Yanımda hâlâ tanımadığık bir kadın vardı, bana bakıyordu.
Neden gitmiyordu, onun da mı benimle görülecek hesabı vardı yoksa? Peki ben, bir kişinin daha nefretini kusmasını kaldırabilir miydim? Omuzlarım çökük, zihnim yabancı anıların etksiyle tepetaklak olmuş, her taraf ıssız bir dehlizden ibaretti.
İnce topuklu ayakkabıların zeminde bıraktığı tıkırtılar bana yaklaşıyordu. Endişeli değildim artık, çünkü o gittikten sonra artık korkmadığımı fark ettim. Buz gibi bir esinti boynumun etrafında dolanıyor, onun dudaklarının geçtiği yerlerde hoyratça izler bırakıyordu. Bana unutmaya çalıştığım anıları hatırlatıyordu.
Adım sesleri biraz ötemde duraksadığında bile pozisyonumu değiştirmedim. Çöllerde susuz kalmışım gibi kurumuş dudaklarımı yorgunca araladım. “Konuş.” dedim sadece ve ardından devam ettim. “Konuşmak için, kırıp dökmek için geldin nasıl olsa. Eminim bu hâlimi izlemekten çok memnunsundur.” Şu an nasıl görünüyorum bilmiyorum ama berbat bir hâlde olduğuma eminim.
Çok geçmemişti ki alaycıl sesini duydum. ”Buraya seninle konuşmak için gelmedim. Ama eğer keyif alıp almadığımı soruyorsan...“ Düşünür gibi biraz bekledikten sonra zedeleyici bir biçimde konuştu. ”Sanırım evet. Hiç almadığım bir hazzı alıyorum seni böyle mahvolmuş hâlde görürken.“ Türkçesi kırıktı, teleffuz ederken biraz zorlanıyordu. Ama yine de söylediği sözler aşağılamak için yeterliydi. Başımı kaldırmadan solgun bir sesle mırıldandım. ”O hâlde iyi izle, çünkü bu son görüşün olacak.“
Bana tepeden bakarken, hâlâ ona laf atışımı küçümsediğini biliyorum. Bana doğru bir adım daha atarken, kadınsı kokusu burnuma sızdı. “Emin ol, sen hep bu konumda olacaksın çünkü hak ettiğin bu. Herkes hak ettiğini yaşar, sana düşen şey de bu.” Demek böyle düşünüyordu.
Başımı kaldırdım, siluetini seçmek zor değildi ama yüzünü merak ettim. “Bazı insanlar en yükseğe çıksa bile gözlerimizde onları aşağıda gördüğümüz için bizim için asla üst mertebede olmazlar. Öyle olsa bile bu kez hak etmediğini düşünürüz. Sen de böyle mi düşünüyorsun?” Ona açıkça beni kıskandığını imâ etmiştim ama hayır niyetim bu değildi, sadece görmediklerini göstermekti.
Sertçe nefesini verdiğinde, sinirlendiğini anlamış oldum. Üstüme doğru eğildi. “Çok az bir zaman sonra bunu tekrar ben sana soracağım çünkü bu sefer gözlerim değil; gerçeğinde o hâlde olacaksın.” dedi kararlıca. Sözleri meydan okuma değil de daha çok kehaneti anlatır gibiydi. Sanki çok az dediği o zamanda ne hâlde olacağımı çok iyi biliyormuş gibi emin konuşmuştu. Hiç bir şey söylemedim, zaten o da buna müsaade etmedi.
Hızlı adımlarla aşağı doğru gittiğinde, arkasından baktım. Belirgin gölgesi giderek gözden kaybolduğunda kendimle nihayet baş başa kalmıştım. Kolyem boynumda soğuk mühür gibiydi artık. Zihnimde bazı anılar meydana gelip geçiyor, gördüklerimin içinde her şey silikti. Ama tek bir anı artık netti. Tarih çok eskiydi, zaman ise bu zaman değildi. Aynı dünya değildi, aynı insanlar değildi. İki kadın kalabalık bir ordunun karşısında asılmak üzere dikiliyordu.
Bulanık sesler cızırtılar çıkartarak gelip geçerken, tek bir kelime yankı yaratacak kadar güçlüydü.
“Lütfen bir şey yap, bizi öldürecekler.”
“Korkuyorum Sisel, çok korkuyorum.”
Bazı şeyler planlı olsa da yine de bazı yerlerde ben bile şaşkına uğruyorum. Tamam bu beklediğim bir şeydi; ancak bugün sizlere Kum Asar'ı tanıtmayı düşünmüyordum. Ama bu benim için beklenmedik oldu. Kurgu hızlı ilerliyor gibi.
Ama bir taraftan kendimi sizin yerinize koyunca aslında çok bile beklettiğimi fark ettim.
Bazı şeyleri görmek için kendinden Yola çıkmalısın.
Çok konuştum, bugünlük benden bu kadar.
Sorular 5'nci bölümde sizden gelsin sevgili okurlarım 😘
🍂
Sevgili okurlarım. Bu bölümde iki baş rolün karşılaşmasını yazdım. Beğenmenizi umuyorum.
Kurguya ilk dâhil olacak isim Son sahnede gelişini gördüğümüz kadındı. Gelecek bölümlerde sık sık olacak. Ve 6‘ncı bölümde kurgu gerçekliğini kazanacak. Sihin bizi çok farklı yerlere sürükleyecek.
Bölüme yıldız atmadan geçmeyin. Oy sayısı bizim için çok önemli çünkü.
Gelecek bölümde görüşme dileğiyle hepniz kendinize çook iyi bakın☺️
Okur Yorumları | Yorum Ekle |