Güneşin ve ayın bencil olmadığı bir dünyada yaşarken bile aslında gündüzler her zaman rüya, geceler ise kâbustu. Alıştığımı zannettim sadece ama bilmediğim bir şey vardı; insan korkularına hiç bir zaman da alışamıyormuş."
🍂
Kendine yasakladığın bir şeyi yapamazdın, kendine yasak ettiğin bir duyguyu tekrar yaşayamazdın. Yeminler bozulmamalıydı. Herkes tarafından nefret edilen olduğunda bile verdiğin yemini bozmamalıydın çünkü her yemin Tanrıya olan inancını temsil ediyordu.
Ben sözlerimi tutardım fakat zihnimdeki sözleri tutamıyordum çünkü onları ne için verdiğimi bilmiyordum ve bozarken de nasıl bozduğumu bilmiyordum. Tek bildiğim bir yerde yanlış yaptığım ve bu yanlışımın büyük bir şeye mal olduğu.
Herkes bir gün değişirdi. Herkes bir gün olmak istediği o kişi olurdu. Buna bazen insanlar, bazen ise senin hataların sebep olurdu...
Benim hatalarım beni buna dönüştürdü.
Geçmiş araladığı kapıdan bana bakıyor ve sayfalar usulca değişiyordu. Bir girdap vardı ve o girdabın içinde binlerce anı dönüp dolaşıyordu. Garipti ama hepsi benim anılarımdı. Sanki o anıları yıllar evvel kaybetmişim ve şimdi yeni kavuşmuşum gibi hepsi bana dargın bir şekilde kesik kesik zihnime uğruyordu.
Bir günün daha sabahındaydım. En son yaşananlar bir bir aklımdan geçiyor ve esaretimin bileklerime geçirdiği prangalara biraz daha alıştığımı farkediyordum.
Babam beni arıyor mudur acaba? Benim için endişelenmiş mıdır o adam? O dışarı çıkarken benim bir elim kalbimde evde onu beklediğim gibi oda korkuyor mudur bir daha hiç grlmeyeceğim için? Artık korkmalıydı çünkü beni her anlamda kaybetmişti. Ona yaşadıklarımı, kâbuslarımı ve son davranışlarının sebebini sormuştum. Lâkin o bana anlamat yerine saklamayı seçmişti.
Benden herşeyini saklamayı, güvenmemeyi seçmişti. Ve şimdi kaybetmişti.
Boş bakışlarımı ahşap tavandan ayıramıyordum. Başka bir yerde, başka bir evde, başkalarının yanındaydım. Benden ne istiyorlardı? Tam olarak hayatlarındaki konumum neydi? Hiçbir şey bilmemek beni tedirgin ediyordu. Bu insanların peşime düşmesinin sebei sadece bir duygudan kaynaklı olmazdı. Başka bir şey vardı. Gizem gibi, sır gibi çözülmemiş bir düğüm gibi bir şey vardı. Dönüp dolaşıp o görünmez ağa takılıyordum. Bir yerden artık başlamalı ve ruhuma bir bir atılan düğümlerden kurtulmalıydım.
Yaklaşık bir saate aşkındır tavanda sabitduran bakışlarımı çekip etrafımda dolaştırdım, ama gördüklerim beni tatmin etmedi. Ellerimi beyaz çarşafa bastırıp destek alarak yatakta oturur pozisyona geldim. Şaşkın bakışlarım küçük odanın içini inceledi. Yatağın sol tarafında ağaç kabuğundan yapılmış masa, üzerindeki kuş tüyü ve siyah mürekkep dikkatimi çekti.
Üst üste düzgünce konulmuş perşomen kâgıtları ve masanın önündeki tabure kendimi eskilere döndürmüştü. Bakışlarımı masadan çekip köşedeki küçük saksıda büyümüş çiçeklere çevirdim. İsmini bilmediğim mor çiçeklerden yükselen koku odun kokusunu dağıtmıştı.
Gözlerim durmadı ve odanın içinde dolanmaya devam etti. Hemen karşımda küçük ahşaptan bir elbise dolabı ve eski bir halı haricinde başka bir şey yoktu bu odada.
Başımı çevirip yatağın sağ tarafındaki kare şeklindeki pencerrye paktım. Tül perdenin ardında kalan dışardaki huzurlu yaşamı görebiliyordum.
Mavi kelebekler uçuşuyor, baharın şenliği gelmekte olan kasveti uzaklaştırıyordu. Üzerimdeki beyaz yorganı çektiğimde bakışlarım üzerimdeki beyaz uzun kollu geceliği buldu. Gözlerim fal taşı gibi açıldı bunu bana kim giydirmişti?
Birinin üzerimi değiştirme fikti bile beni delirtmeye yetmişti. Hızla yataktan çıkıp üstüme telaşla baktım. Dizlerimin altında biten ipek geceliğin etek kısımları kısa kolları gibi dantelden oluşuyordu. Panikle ayaklarımdaki beyaz çoraplara baktım. Yüzüme düşen siyah saçlarımı kulağımın arkasına atarken, "Zavallı kıyafetlerimin size ne zararı vardı sanki onları benden koparttınız!" Hayır, sorun bu değil. Biri üstümü değiştirdi ve bu kişinin kadın olduğunu da düşünmek istemiyordum. Ben cins ayrımı yapmıyorum benim için her ikisi aynı mesele!
Telaşla üstüme bakarken o an odanın köşesinde farketmediğim boydan aynayı gördüm. Tedirgince aynaya doğru ilerledim. Aynanın karşısına dikildiğimde yansımada gördüğüm kişi ben değildim. Tenim solmuştu ve dudaklarım kuruluktan nerdeyse çatlayacaktı. Siyah saçlarımla aynı renk siyah gözlerim kan çanağına dönmüştü. Üstümdeki gecelik tam üstüme olmuştu. Birinin üzerimi değiştirmesini de bırakmıştım ben gecelik giymezdim asla. Her zaman kıyafetlerimle uyurdum, çünkü uyurken bile aslında hep uyanıktım.
Sinirle aynaya arkamı dönüp odanın içinde kıyafetlerimi aramaya koyuldum.
Küçük odada kıyafetlerimi bulmayınca ahşap dolaba doğru ilerledim. İnşallah işime yarayan bir şeyler bulurum bu dolapta aksi takrirde dışarı gecelikle çıktığım için karşıma çıkan insanların katili olacaktım. Bana nasıl gecelik giydirmeye cüret edebilirlerdi!
Terleyen avuç içlerini geceliğe sürtüp dolabın kulplarına götürdüm. İçimden kendimi sakinleştirmek adına, güzel şeyleri dile güzel şeyler olsun Milen. Diye telkin ettim.
Gözlerimi yumdum ve içten bir şekilde tebessüm ettim. Dolabın kapılarını araladığımda duyduğum rahatsız edici gıcırtıyla birlikte gözlerimi açtım.
Görüş açıma bomboş bir dolabın girmesini görmeyi bile kendimi hazırlamışken kesinlikle bunu görmeyi beklemiyordum. Gözlerimi irice açtım. Önümde hevesle açtığım dolabın içinde üç elbise vardı ve üçüsü de eski zamanlarındaki peri filmlerde izlediğim elbiselerdi. Şokla elimi uzatıp elbiselere dokundum. Kahverengi, krem ve diğeride buz mavisi olmak üzere tam üç tane elbise yan yana askıda diziliydi. Dolabın köşesinde ise babetler ve bağcıklı topuksuz ayakabılar vardı. Elimi uzatıp krem olan elbiseyi askısından çekip aldım
Bu çirkin gecelikle hiçbir güç beni bu odadan çıkartamazdı! Elbiseye bakarken aslında her zaman hayalimde bu elbiseleri giymek istediğin düştü aklıma. Evet ne zaman masaldan uyarılan filmleri izlesem hep keşke bende bu elbisleri giysem diye imrenirdim onlara. Tamam o kızlar gibi sarı saçlı ve bir prenses vücuduna sahip değildim ama sonuç olarak giyme şansı geçmişti elime.
Üstümdeki geceliği tiksinir gibi çıkartıp odanın köşesine kendimden uzak bir yere fırllattım. En son giydiğim siyah kısa şortu ve yarım atletin hâlâ üstümde durduğunu görünce rahat bir nefes aldım.
Diğer kadınlar gibi iç çamaşırlar giymezdim bu konuda bile farkımı ortaya koymuştum. Elime aldığım krem elbiseyi vakit kaybetmeden üzerime geçirdim. Elbisenin ölcüleri tam bedenime göreydi. Koltuk altlarından başlayıp belime kadar gelen bağcıklarını sıkıca bağlayıp bu sayede belimi ince göstermiştim. Elbisenin boyu bileklerimin bir kaç santim üstünde bitiyordu. Belden aşağı pileli iniyordu. Dirseklerimde biten paraşüt kolları tüldendi ve elbise gerçekten de çok hoştu.
Dolapta fulara benzeyen bandanayı alıp açık saçlarımı arkadan gevşekçe bağladım. Elbisenin göğüs dekoltesi yoktu ama gögüs kısmının hizasında bitiyordu elbisnein kesimi. Boyun boyun tarafım komple açıkta kalıyordu. Kendi etrafımda döndüğümde elbisenin etekleri havalandı. Bu elbiseye bayılmıştım.
Boydan aynanın karşına dikildim. Arkadan bağladığım saçlarım sayesinde yüzun ortaya çıkmıştı. Aslında saçlarımı açsaydım elbisenin açıkta bıraktığı yerleri birazcık da olsa kamufle edebilirdim. Aman sanki kim bakacak hem baksa bile ben kendimi çok rahat hissediyorum banane insanlardan değil mi? Kendime bakınca gerçekten ilk kez kendimi beğendiğimi görüyordum. Sahiden güzel olmuştum. Demek ki neymiş insanlar doğuştan değil, elbiselerle güzelleşiyorlarmış.
Daha fazla kendime bakmayı bırakıp aynaya sırtımı dönüp ahşap kapıya doğru ilerledim. En son o mağaranın yolunda düşmüştüm diye hatırlıyorum.
Anlaşılan birileri beni buraya kadar getirmişti ve işte şimdi beni buraya getiren kişilerle konuşma zamanı.
Bugün burdaki ikinci günümdü. Ben saymazam da zihnim her saati alışkın gibi hep sayıyordu ve ortaya çıkan sonuç iki güne işaretti. Zihnim beni asla yanıltmazdı. İki gündür evime gidemiyordum, bu düştüğüm durum şaka gibi birşeydi sanki birileri benimle oynuyordu.
Kapı kolunu tutup çevirdim. Açtığın kapının aralığından ilk görüş açıma değişik bir ev düzeni girdi. İleri doğru bir kaç adım atıp büyük salonun içinde durdum. Etrafıma baktıkça şaşkınlığım büyüyordu. Burası neresiydi?
Evin ortasında kocaman bir ağaç vardı. Ağacın gövdesi bir raf hâline getirilmiş ve rafların üzerinde çeşit çeşit malzeme ile yuvarlak şişler bulunuyordu. Duvarlar odunlardan yapılmıştı sanki. Ağacın arka tarafında örümcek ağına benzer iplerle yapılmış bir perde ve arkasında yuvarlak ahşap bir kapı vardı. Evin duvarlarından aşağıya inen yeşil sarmaşıklar duvarlara esir almış durumundaydı. İçerde değişik bir maddenin kokusu vardı ve her burnumdan nefes alışımda başım dönüyordu sanki.
Etrafıma baktıkça kendimi resmen eski zamana gelmiş ve bir cadının evine bırakılmış gibi hissediyordum. O sırada duyduğum damla sesleriyle dönüp sesin geldiği tarafa baktım.
Kocaman bir kazan duvara monte edilmiş tavandan düşen kafam kadar damla şeklindeki su siyah kazana düşüyordu.
Geldiğim son yere bir anlam vermeye çalışıyordum ama yoktu. Elimi çenemin altına koyup düşünmeye başladım. Bu yerde bir düzen yoktu herşey birdeydi. Mutfak bölümü, malzemeler, yemek masası daha sayamacağım bir çok şey hepsi aynı alandaydı.
Etrafımda döndükçe şaşkınlığım şoka dönüşüyordu. Bulunduğum yerde yeni farkettiğim beyaz perde dikkatimi çekti. Bu ne kadar çok şeydi böyle her köşede bir düzen vardı ve maalesef ki hepsi bir alandaydı. Bir kaç adımla beyaz perdenin önünde durdum.
Evet, artık eminim; ben kesinlikle bir cadının evine düşmüştum ki üçgen üçgen çatısı da bunun en iyi kantıydı. Tam önünde durduğum perdeyi
tereddütle tutup çektiğimde neyi görmeyi bekliyordum bilmiyorum ama kesinlikle bunu beklemiyordum.
Boyu belime yetişen ağaç kovuğundan yapılmış büyük bir küvet, içi su dolu ve suyun üstü rengarenk çiçeklerin yapraklarıyla kapatılmış durumundaydı. Ağzım aralandı.
Duvaraki rafta bulunan mor ve pembe sabunlar ilgimi çekti. Çiçeklerden mi yoksa o sabunlardan mı bilmiyorum lâkin mükemmel bir koku burnuma geliyordu. Vanilya kokusunu andıran ama vanilya gibi tatlı bir koku değildi bu, cezbedici insanı kendine çekecek bir türdendi.
Hâlâ perdede duran elimle açtığım perdeyi tekrar geri kapattım.
Büyük bir bilinmezliğin arasında evin içinde dolanıp dış kapıyı bulduğumda düşünmeden o tarafa o tarafa yürüdüm. Ahşaptan yapılmış kavisli duvarlar ve içinde bulunan devasa değişik bitkiler ilgimi çekse de bulunduğun ev tekinsiz bir yerdi.
Dış kapının kulpu yoktu sürgüsü vardı. Demir sürgüsünü çektiğimde kapı açıldı.
Ne yapacağımı gerçek anlamda şaşırmış bir durumdaydım. Açılan kapıyla birlike havanın sıcaklığı hissizleşmiş bedenime canlılık verdi. Kapıyı ilk açtığımda direk evin bir ormanın içinde olduğunu görmek beni gafil avlamıştı.
Evet evin dört bir tarafı ağaçlarla çevriliydi ve bu ağaçlar yemyeşildi. Bazılarında adlarını bilmediğim ama büyük ihtimalle yabani meyveler yetiştiren ağaçlar varken bazıları meyvesiz ağaçlardı.
Yemyeşil orman içimdeki kasveti dağıtacak kadar güçlü değildi aldığım huzurun kokusu bile yetersizdi. Çünkü bu ormanda tehlike hâlâ yaşıyordu. yakınımda değil, ama uzağımda da değildi. Bir adım atsam mesefe tükenecekti. Aklımda sorular peş peşe dolanıyordu.
Düşüncelerimi kafamdan savıp kapının önünde bulduğum kahverengi bağcıklı babetleri ayağıma geçirdim. Ayaklarım biraz büyük olduğu için babetleri giyerken biraz zorlanmıştım. Evet sadece biraz kesinlikle fazlası değil. Başkalarının kıyafetlerini, ayakabılarını giymek bir nevi hırsızlık diye nitelendirilirdi. Ama ne yapayım onlarda beni getirmeslerdi! Ben mi dedim peşime düşüp beni evlerine getirin diye?
Kapıyı arkamdan kapatıp bir kaç adım atarak durup arkamdaki eve baktım. Evin içinde gördüğüm ağaç kupkuruydu. Ağacın üstüne ev yapmışlardı. Evin dış çephesi de ahşaptı. Üçgen çatısı, camları ve dahası görünüşü bir cadının evini anımsatıyordu. Daha fazla durup eve bakmak yerine arkamı dönüp ormanın içine giden patika yola girdim.
Artık biraz korkmalı mısın Milen? Diyordu iç sesim.
Haklıydı artık korkmam gerekiyordu, kendimi her seferinde tehlikeye atıyordum ve bunu önemsemiyordum. Bilmediğim ve sadece dış görünüşünün güzelliğine kanıpta içine daldığım bu orman bana hiç tekin gelmiyordu.
Belkide evde durup ev sahiplerinin gelmesini beklemem gerekirdi. Ama bir sorun vardı ki benim kaybedecek bir zamanım yoktu. Hem onları beklesem ne değişekti ki? Kimse bana birşey anlatmıyordu.
Ormanın ağaçlarını biraz aştığımda, o sırada ilerimde duyduğum kadın bağırışlarıyla adımlarım yerde kesildi. Kaşlarım çatılırken seslere dikkat verdim. Kadının biri bağırıyordu, kavga mı yapıyorlardı? Sonunda birilerini bulduğuma sevinsem de bilinmezlik beni telaşa sokmuştu. Birileri beni kandırıp kendine çekmenin derdinde olabilirdi. Tehlike etrafıma çember yapmıştı, her an ağına takılabilirdim.
Geri gitmeyi reddedip yene korkularımın üzerine gitmeyi seçtim. Hızlı adımlarla seslerin yoğun olduğu tarafa doğru ilermeleye başladığımda, içim rahatlamıştı tehlike uzaklaşmıştı.
Göğsümü rahat nefeslerle doldurdum. Biraz daha yürümüştüm ki ağaçların birbirinden uzaklaştığı kamp alanı gibi boş arazide üç kişi görüş açıma girdi. Ama, ama bir gariplik vardı. Biri haricinde diğer ikisini tanıyordum.
Gözlerimi kısıp karşılıklı kavga eden üçlünün arasında bakışlarımı ikiliye sabitledim. Gözlerim bana bir hayal göstermiyorsa Periler tam karşımdaydı ve tanımadığım kadın onları elindeki değnekle ormanın içinde kovalıyordu. Ağzım şokla açıldı. Bu kadın kimdi? Olduğum yerde durup dikkatle kadını incelemeye başladım. Uzun gri saçları, uzun burnu ve oldukça keskin yüz hatları onu filimlerdeki yaşlı cadılara benzetmeme sebep oldu. Üzerindeki siyah uzun elbisesi ve elbisesiyle aynı renk siyah sapkasının başında siyah bir kuş tüyü vardı. Kadın çıldırmış gibiydi.
Ağaçların arkasından dönüp dolaşıp birbilerini kovalıyorlardı. Hayır, cadı kılıklı kadın ikiliyi kovalıyordu. Periler kadına birşeyler açıklamaya çalışıyor ama kadın dinlemeyi bırak seslerini duydukça daha çok deliriyordu.
Avaz avaz bağırıyordu. "Sizi iki becereksiz! O kanatlarınızdan büyü yapayım da görün kaçabiliyor musunuz!" Kadın çok yaşlıydı buna ses tonuda dâhil. Ama genç bir insandan daha hızlı koşuyordu. Büyü yapmaktan söz etmişti değil mi? Ciddi anlamda ya bir büyücüydü yada ne dediğini bilmeyen bir kaçık.
Meyr ve Leena ağaçların arkasına saklanırken İkisi aynı anda, "Sana büyü yapman için bir yaratık getirdik." Bu ikisi bir yaratık mı getirmişlerdi? Cadı hızla onların saklandığı ağaca doğru ilerken, " Sizi beceriksizler vahşi yaratıkları üstüme salmak ne demek gösreceğim size!" Bu ikisi yaşlı kadının üstüne yaratık mı salmıştı? Ben ne diyorum yaratıklar bizim dünyamızda yok ki.
Elimi çenemin altına koyup onları izlemeyi bir kenara bırakıp Cadının bağırışlarını kesmesi için konuşarak dikkatleri üzerime verdim. "Merhabalar Hanımlar!" Sesinle birlikte üçünün de başı bana doğru döndüğünde oldukça sıcak bir gülümseme yüzüme kondurdum.
Cadının sinirden düz bir çizgi hâlini alan dudakları kıpırdandı. Öyle bir öfkeyle bakıyordu ki burun deliklerinden âdeta dumanlar çıkıyordu. Yüzünde yaklaşık beş tane ben vardı ve sınırlı olduğundan mı bilmiyorum ama cidden korkunç görünüyordu.
Karşışında bana bakarken iğrenç bir böceği görmüş gibi iğrentiyle yüzünü buruşturdu. Yüzümdeki bakışları aşağı indiğinde göz bebekleri büyü. Üstümdr her ne gördüyse resmen deliye döndü.
"Benim elbisemi ne çüretle çalıp giyersin! Derhâl çıkart onu seni çirkin yaratık!" Beklenmedik ani bağırması gerilmeme sebep oldu. Sesi cırtlak ve kalın arası olduğu için ikisi bir araya gelince ortaya çok farklı bir şey çıkıyordu.
İnce kaşları derinden çatıldığında elbiseye baktıkça kırmızı gören boğaya dönüyordu sanki. Bakışlarımı ondan çekip elbiseye çevirdim. Çok sakin bir şekilde, "Bence çok tatlı durmuş üzerimde." Bakışlarımı kaldırıp yüzüne baktığımda kaşlarım çatıldı. "Ne olur yani bir hayır yapsan? Hem sen ne yapacaksın elbiseyi genç olan benim, benim giymem gerekir bunu." diye savunmaya geçtim. Söylediklerimle sinirle ayağını yere vurup elindeki değnekle Perilere döndüğünde ikisi korkarak birbirine sarıldı. "Derhâl alın elbisemi ondan yoksa ikinizin de kanatlarından büyü yaparım!" Periler hızla başlarını salladıklarında sinirle yumruklarımı sıktım. Hayatımda bu kadar satıcı insanlar görmedim. İki dakika da beni sattıklarına inanamıyorum!
Onlar senin arkadaşın değil Milen?
Periler ağacın arkasından çıkıp bana doğru geldiklerinde hissettiğim hayal kırıklığını bir kenara bırakıp hızla Cadı kılıklı kadına doğru yöneldim. Elimi havaya kaldırıp, "Durun durun!" dedim panikle. Meyr ve Leena sözlerimle birlikte durduklarında, Cadı sertçe ikiliye baktı. Birşey düşünmeli ve düştüğüm bu durumdan kendimi çıkartmalıydım. Düşün Milen düşün. Aklını çalıştır. Zekâmdan yardım dilendim ve o an aklım bana sadece tek bir yolu sundu.
Endişeli bakışlarımı Perilerden çekip Cadıya bakmadan evvel ifademi tazeledim. Yüzüme sahte bir gülüş kondurup samimi bir sesle, "Ah güzelliğiniz beni sersemlettiği için biraz densizce davrandım, Majesteleri." Nede güzel yalan aöylüyorsun Milen. Güzel kelimesini söylerken o kadar zorlandım ki ilk kez bir insanı yalandan olsa da överken bu kadar zorlandığımı farkettim.
Ona iltifat etmem bilhassa son kısmına 'Majesteleri' Demem hoşuna gitmiş olsa gerek sert tavrını ortadan kaldırıldı. Bu üçlü manyaklar güzelliğe cidden çok takıntılardı. Cadıyı övmem hoşuna gitmiş olsa gerek belli etmesede kıvrılan dudaklarını gördüm. İşte şimdi zaafı elime geçmişti. Kim neyin yokluğunu çekiyorsa onunla öne çıkardı. Bu söz böyleydi, değil mi? Evet, evet böyle olmalı.
Kadına yaklaşmaktan korkuyordum ama ona yaklaşmaktan başka bir çare de kalmamıştı sanırım. Aramızdaki fazla mesafeyi yoketmek adına bir kaç adım attım. Ona her ne kadar bir iltifat etsem de üstümdeki elbiseye baktıkça can çekişiyordu sanki.
Kadınla aramızda bir kaç adım kala durduğumda elimde olamadan onu incelerken buldum kendimi. Uzun bir yüzü vardı. Kısık gözleri ve normalin dışında uzun burnu güzellik namına hiçbir şey bırakmamıştı onda. Tam tamına beş ben vardı yüzünde. Biri dudağının köşesinde diğeri burunun yanında ve geri kalan üçü de sol yanağındaydı. Uzun ince saçları yıllardır taranmamış gibiydi. Ve dudaklarına sürdüğü kırmızı boya anlatılmaya kapalıydı. Makyajla pek aram yoktu ama bildiğim kadarıyla o boyalar insanı güzelleştirmek için kullanılıyordu. Ve şimdi bu kadına bakınca sanırım onu olduğundan daha çirkin yapmıştı makyaj. Yutkundun bu kadın çirkinliğin çok ötesindeydi.
Ne diyeceğimi bilmez bir hâlde yalandan gülümserken doğru kelimeleri bulmaya çalışıyordum. Onu iltifatlara şuan boğabilirdim ama görünen köy klavuz istemezdi. Kadın zaten kendinin farkında olmalı.
O an ne yapacağımı bilmediğim için önünde saygıyla eğildim an yaptığım bu hareketi anlamayarak izlemekle kaldı gözleri. Nasıl bir işin içine düştün sen böyle, Milen?
"Fevkalâde bir insansın sen Majesteleri." Derin bir iç çektim. Periler verdiğim bu cevaplarla şaşkınlıktan irice açılmış gözlerle beni izliyorlardı.
Bende kendime karşı çok şaşkınım.
Kadın da tıpkı diğer ikili gibi bana şaşkın şaşkın bakarken Perilere döndüm. Elimle onları göstererek, "Kızlarınızı da çok güzel yetiştirmişsiniz maşallah. Şunların güzelliğine bak." Tatlı tatlı onlara baktım. İkisinin gözleri büyümüş bana tuhaf tuhaf bakıyorlardı. Kadın düşünür gibi Perilere baktı.
Ve baktığı an gözleri çakmak çakmak oldu. Her ne hatırladıysa öfkeyle, "Bende Cadıysam o kanatlarınızı yokedeceğim!"
Periler daha arkalarını dönmeden kadın elindeki değneği havaya kaldırdı. Büyü yapmaya ant içmişti sanki. Elindeki odun parçasının sıradan bir değnek olduğuna kendimi o kadar inandırmıştım ki sihirli bir değnek olabilecği düşüncesi aklımın ucundan bile geçmemişti.
O an bir şey oldu. Yemyeşil ormana yabancı bir renk karıştı. Değnekten çıkan sihirli mavi ışık iki periyi havada hareketsiz bırakırken beni ise şok etkisiyle dondurdu.
Değnekten çıkan mavi ışıkla ikisinin başı geriye düştü. Vücutlarından elketirik çıkıyormuş gibi cızırtı sesler ve sanki ruhları bedenlerinden alınıyormuş gibi kırmızı bir ışık vücutlarından değneğe doğru süzüldü.
Bu görüntü karşında nefes dâhi alamadım. Her bir hücreme sığınan duygularım sessizliğin içinde boğuldu sanki o an. Vücutlarının etrafını sarmış kırmızı ışık yanlızca ayaklarını açıkta bıraktı. Dehşetle başımı zorlukla hareket edip Cadıya bakabildim güç bela. Öfkeyle kıstığı gözleri hedefine kilitlenmiş elindeki değneği sıkıca tutuyordu.
Elindeki degneğin ışığı yavaş yavaş yokolduğunda bakışlarım yanlızca Cadıda olduğu için diğer tarafta durumların ne olduğunu bilmiyordum.
Bakmaya korkuyordum. Bu kadın şimdi büyü mü yaptı? Hayal değil, gerçek.
Cadı o tarafta her ne görüyorsa zaferle kahkaha atmaya başladı. İşte şimdi keyfi yerine gelmişti. Yutkundum hemde üst üste.
Gözlerimi korka korka Perilere çevirdim. Gördüğum manzara kanımı dondurdu. Gözlerim büyüdüğünde bir anda sanki her yer sessizleşti.
Hareketsizce iki yanımda duran ellerimi zorlukla kaldırıp şakaklarıma baskı uyguladım. Bir şeyi kabullenmek ister gibi, "Olamaz, olamaz. Kâbus bitti artık uyan.... Uyan Milen, artık uyan bitti kâbus." Tekrar tekrar dile getirdiğim kelimeler görüntümde hiçbir değişiklik yaratmadı. İki Peri karşımdaydı ama kanatları yoktu.
Sadece bu değil. Kıvırcık saçları dalga dalga omuzlarına dökülüyor üstlerindeki kıyafetler dizlerinin altında değil bileklerini üstünde bitiyordu. Meyr ve Leena bu değişim karşında ikisi birbirine bakıyordu. Meyr Leena'yı bir ayna olarak karşına alıp onda gördüğü her ayrıntıyı kendinde hayal ederken aynı şeyi Leena da kendisine yapıyordu. Şaşkın değillerdi, sanki bu kadının her sinirlendiğinde onu birşeylere çevirmesine alışmış gibilerdi.
Durduğum noktada âdeta kilitlenmiş bir vaziyette onları izliyordum. Ne olmuştu az önce? Kanatlarının olduğuna daha alışamamışken şimdi ikisinin de kanatları yoktu ve ayakları yere basıyordu.
İkisi de benim boyumdaydı ve bana kıyasla ikisinin de fit vücutları vardı.
Yaş olarak benden bir veya iki yaş küçük olabilirlerdi. Bir dakika, ben ne düşünüyorum? Onların kanatları vardı ve şimdi yok. Zaten olmaması gerekmez mi?
Kafamı iki yana sallayıp kendimi gülümsemeye zorladım. İlk defa gülümserken güçlük çektim.
İkilinin dikkatini üzerime vermesi için öksürerek bakışlarının bana dönmesine sebep oldum. Birbirlerine bakarak sanki kendilerini görüyorlarmış gibi herşeyi unutup birbirlerine dalmışlardı. Meyr bana şimdi daha farklı bakıyordu. Peki fark neydi? Güzel olduğunu düşünüp bana bakarak üstünlük taslaması. Şaşkınlıkla Leena'ya döndüğünde aynı şekilde onun da kibirle bana baktığını gördüm. Pekâlâ güzel kızlardı ama neden benimle rekabettrlerdi? Benim güzellik gibi bir derdim yok ki!
Ne yapacağımı bilmez bir hâlde elimi boynuma atıp sıvazlarkrn gerçekten ilk görüşte 'Cadı.' diye içimde hitap ettiğim kadın hakkında yanılmadığımı farkettim. Bu kadın gerçek bir Cadıydı. Pekâlâ bu kadın sinirlenince hiç tekin değildi. Onların kanatlarını yokettiyse bana neler neler yapmazdı ki.
Bu durumda onunla iyi geçinmeliydim. Ne diyorum ben Allah aşkına bütün bu yaşadıklarıma gerçek manada inanmış gibiydim. İnanmayıp da ne yapacaktım ki herşey gözümün önünde oldu. Üzerimdeki şoku zorlukla atıp sanki az önce hiçbir şey olmamış gibi Cadıya hayran gözlerle baktım. Cadının bakışları beni buldu. Karşımda sanki büyüleyici bir manzara varmış gibi etkilenerek, "Az önce o kadar harikaydınız ki Majesteleri." Ellerimi çenemin altında birleştirip gözlerimi kırpıştırdım. "Emrinize amadeyim." dedim tereddütsüzce. Acaba fazla mı ileri gittin Milen?
Bu korkunç Cadı her an beni elindeki değnekle dönüştürmeye hazırken hiçte abartmadım!
Cadı benden aldığı bu güzel sözler karşısında her defasında arafta kalıyordu. Belli ki insnalara kızmaya o kadar çok alışmıştı ki istediği şeyler olduğunda bile kızmak için bahaneler aramaya başlayacaktı. Gözlerini kısıp beni baştan aşağı süzdüğünde, birşeyleri düşündüğü çok açıktı. Bana kinayeyle bakıyordu.
Hevesle söyleceklerini bekliyormuş gibi bir izlenip biraksam da deli gibi korkuyordum şuan. Ve bu sırada Meyr ile Lenaa Vücutlarındaki değişimleri inceleyip birbirlerine karşı kendilerini övmekle meşgullerdi. Sanırım kanatlarından çokta memnun değillerdi ve bu durum Cadının hoşuna gitmemişti. Amacı onlara ceza vermekti ama gel gör ki kaç yapayım derken göz çıkarmıştı.
Cadı ona sunduğum teklifin üzerine uzun uzun düşünüp en sonunda bir karar varmış gibi eliyle birbiyle kavga etmeye başlamış Perileri gösterdi. "Bundan sonra onların başında sen olacaksın. Onların yaptığı beceriksizlikten sen sorumlu olacaksın." dediğinde bozguna uğramış bir hâlde dönüp Meyr ve Leena'ya bakma gereği duydum. Ne dediğini duyuyor muydu bu kadın? Aralan ağzımdan, "Nasıl ya?" Çıktı.
Yutkunarak kadına bakarken ifademi sabit tutmakta büyük bir güç sarfediyordum. Bana bakarak zaferle gülümsedi. Kendine yeni bir eleman bulduğu için asıl şimdi keyfi yerine gelmişti. Başımı yana çeviriken ağzımın içinde kendime sövdüm. Bu kadın bildiğin kendine iş yaptıracak aklı başında birilerini istiyordu ve ne şansa bu işin kurbanı da ben olmuştum, öyle mi?
Keşke verse ama vermiyorum. Allah'ım yaratıyorsun bari sahip çık şu deli kuluna, değil mi? Bana da yazık günah.
Bu sefer ne yazık ki iç seçime hak veriyorum. Ortadan yok olunması gereken bir insan olduğum için kendime olan nefretim her geçen gün biraz daha artıyordu. Sabırlı olmalıyım düştüğüm bu durumdan kendimi bir şekilde çıkarmalıyım, ama nasıl?
Şuanlık kabul etmekten başka şansım yok gibi görünüyordu, zira itiraz ettiğim an kadın öfkelenip beni her an herşeye dönüştürebilirdi. Düştüğüm duruma şuan inanamıyorum. Yaptığım en iyi şeyi yapıp saniyeler sonra sevimlice gülümsedim. "Tabii, tabii siz nasıl uygun gördüyseniz. Ben zaten işsiz güçsüzün tekiyim. Hamallık yapacak yer arıyordum. Valla ne iyi oldu tencere yuvarlanıp yuvarlanıp kapağını buluyormuş." Kıkırdıyordum ama içten içe şuan kendimi alıp yerden yere vurmak istiyordum. Cadının söylediklerimle tek kaşını kaldırdı. Bana kızmak için bahaneler arıyordu. Bu ne biçim bir insandı? "Hımm çokta çirkinsin." dedi göz ucuyla bedenime bakarken. Daha çok aslında bunu kendi kendine söyler gibiydi.
Ne yayıp edip bir an önce kendimi kurtarmam gerekiyordu.
Kadın bana daha fazla bakmayıp tek bir el hareketiyle Perileri önünde dizldiğinde ikili yürümeye alışkın olmadığından olsa gerek yürürken sağa sola yalpalamışlardı.
Önümde birleştirdiğim parmaklarımla oynarken Cadının sesiyle parnaklarımı özgür bıraktım. "Bana bakın sizi iki beceriksiz!" İkisi toparlanarak kadının karşında korkudan saygı duruşuna geçtiğinde, Cadı tahamülsüzce ikisinin yüzüne baktı. "Bu Aptalla bundan sonra beraber soygun yapacaksınız." Bana aptal mı demişti? Sertçe kadına baktığımda neyse ki bana bakmadığı için görmedi. Hiçbirimizden çıt çıkmayınca Cadı her birimizin yüzüne sırasıyla katlanamıyormuş gibi bakıp, "Şimdi kaybolun gözümün önünden! Akşama eliniz boş gelirseniz üçünüzü de çöpe çeviririm!"
Elimiz boş gelmeyeceğiz derken? Soygun demişti.
Hırsızlıktan bahsediyor olabilir mi acaba?
Periler bundan sonra onlarla aynı işi yapacağımı öğrenince büyük bir şaşkınlıkla bana döndüler. Benimle farklı bir dertleri vardı bu ikilinin. Yüzlerini ekşiterek aynı anda, "Onu kabul etmiyoruz." diye beni istemidklerini açıkça beyan ettiler. Aman ben sanki onlar ölüp bitiyordum. Cadı çatık kaşlarıyla başını ağır ağır salladı. "Anlaşılan insan olmak size yetmedi pis sürüngen yaratıklar sizi." Elindeki değneği yeni bir eser için daha havaya kalkmadan ikisi Cadının karşısında saniyeler içerisinde yok oldu. Cadı ve benim aramda boşluktan inen iki tüye baka kalırken iki tüyü de havada yakaladım. Cadının bakışları altında, "Güzel bir koleksiyon için lazım olabilirler."
İki kurnaz Peri o kadar hızlı bir şekilde kendilerini ağacın arkasına atmışlardı ki son anda bir yaratığa dönüşmedikleri için şansı sayılırlardı.
Cadının öfkeli bakışları beni bulduğunda hızlıca, "Ee ben hırsızlığa gidiyorum. Selametle kalın Majesetleri." Ona arkamı dönüp Perilerin arkasına saklandığı ağaca doğru yürüdüm.
Ağacın önüne geçtiğimde Cadı olmadığı için sinirle yumruklarımı sıktım. Karşımda korkuyla sırtlarını ağaca yaslamış ikiliye ölümcül bakışlarla döndüm. "Umarım kısa sürede telef olursunuz." diye tısladım. Meyr beni umursamayıp başını uzatıp Cadıyı kontrol etti. Gördükleri rahat bir nefes almasını sağladı. Daha sonra sözlerimin altında kalmadı Kurnaz Peri. "Umarım cadı seni canavara çevirir." Bu ikisi de sinirlenince benim gibi beddua ediyordu. Daha kendime tahamül edemezken kendim gibi iki kişi daha çıkmıştı karşıma.
Elimi anlıma koyup sakinleşmeye çalışırken tüm bu olanlardan düşüncelerimi uzaklaştırmaya çalışarak, "Peki ne yapacağız şimdi?"
Leena elini yasladığı ağaçtan çekip uzun mavi elbisesinin eteğinin uçlarından rahat yürümek için tutarken, "Yiyicek çalmak için Sihin'e gidiyoruz." dediğinde duyduğum isimle kalbimin atışları kesildi.
Sihin demek korku, korku ise o demekti.
Bütün korkularımın üstüne gidecek kadar cesurdum. Ama onun içinde olduğu korkulara cüret edip yaklaşamıyordum.
Yene aynı araftaydım, aynı karanlığın bana bıraktığı hislerin içindeydim. Kaçtığım ve korkutuğum ne varsa sanki onlarla yüzleşmek zorundaymışım gibi her seferinde o adama mecbur bırakılıyordum.
Kaçmak için denediğim yolların sonuna hep o çıkıyordu. Belkide artık kaçmayı bırakıp yüzleşmeliydim.
Peki ya sonrası? Benim bir sonum yoktu bu saaten sonra devamı olacaktı. Bunlar sadece bir başlangıçtı. Ve benim en korkutuğum şeyde buydu sanırım. Başlangıcı bu kadar kirli ve karanlıksa devamı nasıl dipsiz bir kuyuya inecekti?
Yaptığım hata yüzünden düştüğüm duruma ağlama şansım bile yoktu. Hem ağlasam bile beni kim anlardı ki? Yanıma aldığım bu iki kız beni anlamıyordu. Yol boyunca saçma sapan şeyler için çocuk gibi tartışıp durumuştuk. Hayır, değiştir. Onlara doğruyu anlatmaya çalıştıkça iş daha kötü bir boyuta gidiyordu. Benim ettiğim bedduları onlarda bana ediyorlardı.
Saçma sapan bir düzene ayak uydurmaya çalışıyordum. Geldiğimiz yer aydınlıktı tâ ki önümüzdeki kocaman kayanın ortasındaki delikten geçtikten sonra ya kadar. Bir anda kendimi karanlıkta bulmuştum. Periler bunu normal karşılamıştı lâkin bana hiçte normal gelmiyordu. Doğaüstü şeyler yaşıyordum, var mıydı bundan ötesi?
Karanlıkta yürürken burnumdan soluyordum. Meyr ve Leena'nın ortasındaydım. Karanlıkta yolumuzu aydınlatacak bir meşale almıştık yanımıza, ve ortada ben olduğum için meşale benim elime verilmişti.
Dümdüz yolda ilerlerken ikisiyle de konuşmuyordum.
Sabır ettikçe daha çok üzerime geliyorlardı. Hiç istemesem de dakikalardır aramıdaki bu anlamsız sessizliği bozma gereği duydum. "Ne kadar kaldı?" diye sordum. İkisinden de çıt çıkmıyordu. Bana cevap vermemelerine karşı dişlerimi birbirine bastırdım. "Bak son kez soruyorum, ya cevap verirsiniz ya gider o ağacın altında uyurum ikiniz tek başınıza kalırsınız." Yürümekten bacaklarımda derman kalmamışken uyuma fikri aklıma zehir gibi sızmıştı.
Söylediğimi yapmamdan deli gibi korktukları için İkisi yene aynı anda konuştular. "Çok kalmadı." Anlamadığım bir şey vardı. Bu ikisi neden sanki ilk kez gidiyorlarmış gibi tedirgin ve ürkeklerdi. Kaşlarımı çatarken gözlerim yolu takip etti. "İlk kez mi gidiyorsunuz bu Sihin denilen yere?" Sesimdeki tahammülsüzlük üst üzeydeydi.
Sorduğum soruya çok Geçmeden Meyr yanıt verdi. "Daha önce insan görünümlü olmadığımız için karanlık onun alanına geçmemize izin vermiyordu. Cadı sırf yicek için arada bizi böyle dönüştürüyor. Ama biz tek başımıza hiç Sihin'e gelmedik." Demek bu yüzden Cadı onları dönüştürürken şaşırmamışlardı.
Sohbet başladığı için artık merak ettiğim soruları sorma vakti gelmişti. "Peki buraya nasıl geldiğinizi biliyor musunuz? Gözlerimi açtığımda, kendimi başka bir evde buldum. O evde Cadı ve siz yaşıyorsunuz sanırım." Bazı tahminlerim vardı ama onların ağzından duymam daha iyi olacaktı.
Bu kez Meyr değil Leena sözu aldı. "Titâs halkından hâlâ yaşayanlar seni bize bıraktılar ama Cadının bundan haberi yoktu." Titâs kelimesi zihnime hiçte yabancı bir kelime değildi. Hâlâ yaşayanlar demişti. Başım Leena'ya döndü. "Nasıl yani? Neden hâlâ yaşayanlar dedin?" Aklıma yatmayan şeyler vardı. Leena'nın yan profilini izlerken Leena durgun bir sesle konuştu. "Onları tanımıyorum. Cadı arada anlatır. Sihin Titâsı yokedeli uzun zaman oluyor." Boğazımda derin bir yumru oluştuğunda genzimi yakan acı kalp atışlarımın düzenini değiştirdi. Konuşmak için aralanan dudaklarımın arasından daha gelimeler firar etmemişti ki ansızın duyduğumuz kalabalık seslerle birlikte dudaklarım geri kapandı. Üçümüz aynı anda durduğumuzda, başımı seslerin tarafına çevirmeden evvel Leena'nin kasılan bedenini gördüm.
Elimdeki meşalenin alevini karanlığa doğru tuttum. Aslında aleve gerek yoktu çünkü dolunayın ışığı bize doğru gelmekte olanların bedenini gün yüzüne çıkartıyordu. Şaşkınca gelenleri görmeye çalışırken hemen yanındaki Meyr, "Zâsir," diye mırıldandı korkuyla. Kaşlarım belli belirsiz çatıldı.
Kendi aralarında konuşarak bize yaklaşan erkek grubu henüz bizi farketmiş olsa gerek konuşmaya devam ediyorlardı. Hissettiğim korkuyla iki yanımda duran kızlara baktım. Meyr korkudan alt dudağını ısırmış ürkerek en önde bir lider edasıyla yürüyen iri yarı adama bakıyordu. İçimden bir ses bu iki kurnaz Perinin gelenlerle bir ilgisinin olduğunu söylüyordu.
Meyr bakışlarını bir an olsun onlardan çekmeden, "Olamaz, gelen kişi Zâsir gitmeliyiz." Zâsir diye bahsettiği kişi her kimse onun adını teleffuz ederken bile zorlanmıştı. Onlarla geçirdiğim kısa sürede ilk kez onu böyle ciddi görüyordum.
Bu ikisi bile olayı cididye alıyorsa o zaman sandığımızdan daha büyük bir tehlikedeyiz. Diğer tarafıma dönüp Leena'ya baktım ve o an en mantıklı yola direk başvurdum. "Üç dediğimde kaçıyoruz." Kaçmak istememin sebebi şuan gelen kişilerin hepsinin erkek olması ve meşalemimizin alevi sayesinde artık bizi farketmeleriydi. Kahretsin ki bizi görmüşlerdi. Yaklaşık beş kişiydiler ve hepsi şuan durmuş bize bakıyorlardı.
Aramızda on adımlık bir mesafe vardı ve bu mesfeden bile en öndeki adamın keskin bakışlarını görebiliyordum. Benim üzerimde fazldan bir saniye bile oyalanmadan bakışları aradığı kişiyi bulmuş gibi yanındaki Meyr'i buldu.
Yanındaki erkekler hedeflerine ulaşmış gibi zaferle gülümserken Meyr'e bakan adamın yüz ifadesi fazla donuktu. Bu adam her kimse yanımdaki ikiliyi tanıyor gibiydi. Kızgın bakışları ve burnundan aldığı sert solukları yanımdaki Meyr'in üzerinde oyalandıkca öfkesi daha vahşi bir hâl alıyordu sanki.
Bakışları ne benim ne Leena'nın üstündeydi. Keskin bakışları Meyr'in üstünde hüküm sürüyordu. Meyr'in farklılığını zerre umursamıyor gibiydi. Bilâkis Meyr'in kanatlarının olmamasının kendisne sağladığı avantajı düşünüyordu. Saniyelerin birbirini kovalayıp dakikalara dönüştürdüğü o anda adamın bize doğru attığı adım ve sesiyle zamanın akışı durdu. "Önce evimi soydun, sonra oratadan kayboldun." dedi sıktığı dişlerinin arasından ürkütücü bir yüz ifadesiyle.
Kaçmak için acaba neyi bekliyoruz? Ve ayrıca bu ikisi bu adamın evini mi soymuştu? Adam Leena'yı eş geçmiş tüm kabahati Meyr'in üzerinden değerlendiriyordu. Çenesini öyle bir sıkıyordu ki bu durumda Meyr'e acımadım desem yalan olur.
Karanlıkta genç adamın seçemediğim gözleri saçları gibi köyü bir renkti. Keskin çene hattı ve belirgin elmacık kemikleri bakılası çehresine kibri oturtmuştu.
Üstündeki korkutmaya yeterli pelerinli kıyafeti onu bir lider olabileceği düşüncesini aklıma koydu. Bir an olsun Meyr'den ayırmadığı bakışları fazla tehlikeliydi. Çenesiyle yanındaki adamlara bizi işaret ettiğinde, üç adam da aynı anda komut almış gibi bize doğru yürümeye başladı. O an hiç beklenmedik bir anda korkuyla arkamı dönmeden önce, "Koşun!" diye bağırdım. Tüm gücümle koşmaya başladım. Aslında adamın bizimle bir derdi yoktu, derdi Meyr'di. Neden kaçmak yerine o an bu aptal perilerden kurtulma fikrini değerlendirmiştim ki?
Akıl işte herşey olup bittiğinde canımı sıkmak için kapıma geliyordu!
Öyle bir hızla koşuyordum ki bir an olsun dönüp bakmadım peşimizden gelip gelmediklerine. Kızlar iyi koşamıyorlardı çünkü yürümeye alışkın değillerdi. Yakalanmaları meselesiydi.
Ama tam herşey yoluna girmişken bu olacak iş miydi yahu! insan soygun yaparken maddi manevi durumu olmayan insanları soyar böyle tehlikeli kişilere hiç bulaşır mı!
Geldiğim yoldan koşarken içim kan ağlıyordu. Saatlerce yürüdüğüm bu yolda şimdi elim boş dönüyordum. Yolda yürümeyi bırakıp kendimi ağaçların arasına attım. O sırada birinin arkamdan sağır edici çığlığını duydum. Kendimde olamadan durup omzunun üstünden arkaya baktım. Kızlar benim pesimden ormana girerken çığlık çığlığa bağırıyorlardı.
Lânet olsun başımıza nasıl bir iş almıştık biz böyle?
Cadı beni kızların başında durmam için tutarken gerçekten akıllı olduğumu mu düşünmüştü! O Cadının yanına bir daha asla dönmeyecektim. Bu durumda kendini şimdilik korunam yeterliydi diğer ikili büyülerle, sihirlerle kendini koruyabilirdi. Ağacın karanlik gölgesine saklanıp kendimi bir nevi görünmez kıldığımda, nefes nefeseydim. Soluklarımı düzenlemeye çalışırken o an biraz ilerimde kalan adamın öfkeli gürleyişini duydum. "Üçüsünü de istiyorum! Tek biri bile bu ormanadan çıkmayacak!" Bu iki salak Perinin evini soyduğu adam tek birisiyle yetinmeyecekti. Zavallı benim onlarla hiçbir alakam yoktu ki. Beni bıraksınlar diğer ikiliyi pekâlâ alabilir.
En sağlamından başımıza bela almıştık ve bu bela Sihin'ndi.
Bir şeyler sanki özellikle beni onun karşına çıkartmaya çalışıyordu ve ben farketmeden aslında bunu başarıyordum.
Kum Asar çoktan bileklerime pranga takmıştı ve ben ondan uzaklaştığımı sanarken bile aslında hep yakındaydım.
Ay valla içim içime sığmıyor :)
Bu bölümü Perilere hediye etmek istedim. Gelecek bölümde olaylar büyüyecek. Dediğim gibi biraz yan karakterleri anlatmak istedim. Sır perdesi hâlâ kapalı bakalım gelecek bölümde aralanacak mı?
Açıkçası bende olayların nereye gideceğini bilmiyorum. Baştan sona kadar düşündüğüm bu kurgu bir çok noktada beni bile şaşırtabiliyor. Bazı yerlerde parmaklarım benden bağımsız ilerliyor. Bölümü 6245'ten 4200'e indirdim. Çok uzun olunca isyan ediyorsunuz. Aslında kısa değil, ayrıntılar devreye girince rakam yükseldi.😁
En önemli noktaları anlatmadan geçmek istemedim.
Biraz Fantastik okuduğumuzu hissrdelim ama, değil mi? Hem aile, hem aşk, hem nefret, hemde fantastik bol bol olmalı. Asla okurken sıkılmayacağınız bir kurgu. Umarım okurken hissettirebilmişimdir size.
Gelecek bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım.😍
Okur Yorumları | Yorum Ekle |