
Bataklıkta çıpınırken bile mutlu ol. Nefes aldığın sürece hâlâ bir çiçek o bataklıkta yaşıyor demektir.
💦
Hoş bir rüzgâr esiyor dışarda, ruhumun aksine ne çok mutlu bu sonbahar,
benim aksime ne kadar da neşeli. Siyah bulutlar gökyüzünü kapatırken, ve yağmur damlaları usulca toprakla buluşurken, hafif tıkırtılar yükseliyor alt kattan. İnsan doğmadığı, büyümediği bir yerde ne kadar yaşarsa yaşasın nasılda yadırgıyor olduğu yeri. Aslında insan doğup büyüdüğü yeri değilde en çok sevildiği yerde ait hissediyormuş. Ve bazen sadece hisler yetmiyor ait olduğunu anlaman için. Bazen bir bakış, bazen bir söz, bazen ise sıcak bir yuvanın olduğunu gören gözlere ihtiyaç vardır. Ve bazen de en mutsuz anında mutlu olmak için güçlü anılarına ihtiyacın vardır.
Peki ya hiç bir anıya sahip değilsen? Ya zihnin sana anılarını bile verecek kadar değer vermiyor ise, ve senden geçen tüm günleri alıp unutturuyorsa o zaman da yaşadıkların için geçmişi suçlayabilir misin?
Geçmiş değil, en büyük suçlara sahip olan insanlardır, bize sahip olan o insanlar, ve bizim sahibimiz olduğu hâlde bizi kimsesiz bırakan o insanlar. Suç insanın ta kendisidir inanın varolduğu yaşadığı yerde acının olmaması ne mümkün? Her kalpte vardır gizli bir yara, her gülen mutlu değildir ya. Bizler bu dünyanın çocuklarıyız, canı olmayan dili olmayan kulakları olmayan kalbi olmayan o dünyanın bile birden fazla yüzü varken bizim nasıl maskelerimiz olmasın? İnsanın bir doğarken kimliği verilir birde büyürken kendi kendine oluşturduğu o kimlik.
İşte o en büyük gizem, ve o gizemin perdesi gerçeklerin gözlerinin önüne serilmeyene kadar açılmaz. İnsan öyle bir varlıktır ki bazen gelir insanları değil de kendini kandırır, duygularını kandırır bakışlarını kandırır ve yalanlara ihtiyaç yoktur. Çünkü sen en büyük yalan olmuşsun. Dudaklarına, kelimelerine ihtiyaç yoktur.
Parmaklarımı ovuştururken dakikalardır seyrettiğim kasvetli ormanın manzarasında bakışlarımı ayıramadım.
Ensemden aşağı inen ürpertiler ve bedenime nedensiz yere nüfus eden bu soğukluğa bir anlam veremiyordum. Son günlerde olduğu gibi bugün yine üzerimde bir gariplik vardı. Üşüyordum hemde sıcak olduğu hâlde. Ruhumdan kopmuş, kalbimden uzaklaşmış gibi bedenim bir ceset kadar soğuktu, öyle ki nefeslerim bile bu soğukluktan nasibini almaya başlamıştı.
Bugünlerde bende bir gariplik vardı, kaçıp gitme istediği, olduğum yere ait hissetmeme, ve adımlarımın beni başka diyarlara götürme kuvvetli hissi tüm benliğimi kuşatmıştı. Günlerdir belki de aylardır kaldığım bu akıl hastanesinde artık kendimi huzurlu hissetmiyordum.
Ne geceleri uyumamak, ne ışıklar kapandığı gibi çığlık atarak krizler geçirmem, ne kirli ortamlarda katlanamayıp hep beyaz ve temiz ortamlarda bulunmamın nedeydi bu.
Çok başka birşey vardı, belki de aldığım yüksek dozdaki ilaçlardan kaynaklıydı. Son günlerde intihara teşebbüs edecek kadar çok fazla ilaç kullanıyordum, üstelik doktorlarımdan bihaber.
Parmaklarım kollarımda seğirerek gezmeye başladığında hafif bir sızı hissettim tenimde. Gözlerim usulca kolumu bulduğunda orda gördüğüm morluklara boş bakışlar attım. Morluklara artık alışmaya başlasam da bugün için aynı şeyi söyleyemeyeceğim çünkü yaralari artık sevmiyordum.
Derin bir nefes alıp bakışlarımı pencereden çekip arkamı dönerken gözlerim beyaz ve bebek mavisinin hâkim olduğu odada dolaştı. Beyaz demir başlıklı yatağımın yanındaki komidinin üzerinde duran ilaçlara baktım. Ya öleceksin, ya da yaşayacaksın, Mehla Karadan diye içimden geçirdim.
Hâlâ adımı hatırladığım için mutlu olacak bir sebep vardı, peki yakında ya onu da unutursam? Bana adımı hatırlatacak birileri var mıydı?
Vardı, hâlâ yaşayan birileri vardı, ailemden olanlar vardı, adını unutursan bile sana adını daima hatırlatan birileri olacak etrafında.
Tırnaklarımı âdeta koluma geçirecek kadar sert bir şekilde kaşırken bu küçücük odanın içinde artık boğulduğumu hissediyordum. Ve burdan çıkmak için elimde yanlızca tek bir şans vardı.
Son kaç gündür burdan çıkmak istiyordum, çünkü çıkmazsam çok değerli bir şeyi kaybedecekmişim gibi bir telaş vardı üstümde.
Üstümdeki hasta kıyafetlerine nefretle baktım. Tam bir yıl oluyor, belki iki yıl, ya da bilmedim Üç yıl. Hatırlamıyorum. Buraya ne zaman kendimi kapattığımı hatırlamıyorum, ama çok net bildiğim bir şey varsa o da artık burda bir hasta olarak değilde bir esir gibi tutulduğumdu. Onlara bir deli olmadığımı, artık iğleştiğimi ve hatta bu da yetmeyince bir süre normâl insanlar gibi davranmama rağmen çıkış işlemleri yapmamışlardı.
Burda bir sorun vardı.
Yavaş ve yorgun adımlarla pencerenin yanından ayrılıp küçük odada bir kaç adımla kapıya ulaştığımda derin bir nefes alıp kapının kulpunu kavrayıp ağırca çevirdim. Açılan kapıyla birlikte görüşüme önce beyaz bir koridor daha sonra eski tavanlardaki cılız beyaz ampul oldu.
Burası lüks bir akıl hastanesi değildi, maddi durumu olmayanların muayene edildiği eski bir binaydı.
Tedirgin adımlarla koridorda yürürken aniden etrafımda esen soğuk rüzgârla birlikte adımlarım kesildi. Korkuyla birkaç kez üst üste yutkunup arkama döndüğümde yanlızca odamın gıcırdayan açık kapısıyla karşılaştım. Elimi kalbimin üstüne koyup tekrar önüme döndüm ve yürümeye başlarken etrafıma kaçamak bakışlar attım.
Korku her hücremde geziniyordu, bu da ilaçlardan kaynaklanıyordu değil mi? Yoksa gerçek miydi? Benim odam koridorun sonundaydı ve benden sonra bir çok oda bulunuyordu bu katta. Hepsi benim hastalığıma benzer hastalıklara sahip insanlar vardı içinde. Ama ben hasta değildim sadece onlar o şekilde düşünüyorlardı!
Yavaşça salona inen merdivenlerden aşağı inerken aynı merdivende elinde bir dosyayla yukarı çıkan doktoru gördüm. Dördüncü basamkta durduğumda doktor da beni farkederek başını kaldırdığı an beni görmeyi beklemiyor olacak ki önce afalladı daha sonra kendini çabuk toparladı. ”Mehla, senin odanda olman gerekmiyor müydü? Ne işin var burda?” Bana sorgulayıcı bakmaya başladığında gözlerimi merdivenlerin trabzanlarında dolaştırmaya başladım. ”Ben Müdür Bey'le görüşmek istiyorum.” Doktor yine mi bakışlarını bana atarken benden iki basamak aşağıda durmuş yüzüme bakıyordu. ”Burdan çıkman için iğleştiğinden emin olmalıyız, ve sen iğleşmek için hiç gayret etmiyorsun.” Sesinde hafif bir kızgınlık vardı. Gözlerimi devirdim, mesele benim iğleşmem değildi! Mesele onların beni bırakmak istememesiydi.
”Neden acaba? İyi olmamam için yanlış ilaçlar verdiğiniz için olabilir mi acaba Reyna.” dedim. Bu doktor'un ismi Reyna'ydı. Onu unutmamam için sık sık karşıma çıkıyordu bu lânet kadın, Oysa son günlerde en çok unutmak istediğim kişi kendisiydi. Nöroloji doktoruydu, genellikle alzheimer hastalarıyla ilgileniyordu ve benim de bir şeyleri unuttuğumu düşündükleri için benimle de ilgilenen doktor oydu çoğu zaman.
Reyna açık renk gözlerini büyüttü, bu sözleri benden bu kadar soğukkanlı bir şekilde duymayı beklemiyordu.
Ne bekliyordu acaba? 'Beni delirtiniz için size minnettarım.' dememi falan mı?
Reyna ne diyeceğini bilemeyip bir kaç saniye bekledi ve daha sonra konuşma yetisini kazanarak bana döndü. ”Mehla bu şartlar altında çıkış belgeni veremeyiz. Baksana kendi kafanda seni deli ettiğimizi bile düşünmeye başlamışsın.” Bunu söylerken o kadar profesyonel yalan söylüyordu ki, gerçekleri bilmesem şuracıkta kanacaktım ona. Hayır kendi kendime kurmuyordum çünkü artık verdikleri hiçbir ilacı içmiyordum, artık sadece kendi istediğim ilaçları alıyordum.
Kadına tek kaşımı kaldırarak bakarken elimin parmakları trabzandan güç almak istermiş gibi sıkıca tutundu. ”Ha yani ben kendi kafamda beni deli ettiğinizi düşünecek kadar kafayı sıyırdım, ve buna rağmen hâlâ ortalıkta dolaşmama izin veriyorsunuz.” Reyna bir an bile düşünmeden başını salladığında çok komik bir şey olmuş gibi gülmeye başladım. Başımı arkaya atıp delirmiş gibi gülerken Reyna'nın tuhaf bakışlarını üzerimde hissediyordum.
Aa iyice zıvanadan çıktın Mehla, kendine gel istersen yoksa bu sefer akıl hastanesiyle kurtulamayacaksın.
Başımı iki yana sallayarak gülüşümden kurtulmaya çalışırken kadına inanmazca baktım. ”Çok yakında istediğiniz gibi biri olacağıma hiç kuşku yok. Sağda solda elinde gitar niyetine süpürge alır size şarkı da söylerim artık.” diyerek iki basamağı indiğimde kadınla aramızdaki boy farkından ötürü ona üsten bakıyordum. Reyna bozguna uğramış bir hâlde bana bakıyordu. Ona göz kırpıp merdivenlerden aşağı inerken onun hâlâ aynı yerde put kesilmiş gibi durduğunu hissedebiliyordum. Bugün burdan çıkacaktım, ve bunun için ise elime muhteşem bir plan geçmişti.
Avucumu üstümdeki beyaz pantolonun cebine koydum. Parmaklarıma değen kibrit kutusuyla dudaklarım kıvrıldı. Elimi cebimden çıkarttıp bir çocuk gibi ellerimi çırptığımda sevinçle etrafımda döndüm. Büyük solaonda bir kaç gözün üzerimde olduğunu hissediyordum ama dönüp kimseye bakmadım.
Ateşin içinde yanmak acaba nasıl bir his diye sordum kendime. İçimdeki ses saçmalama Mehla, kendini yakmayacaksın herhâlde. Aslında kendimi yaksam hoş fena değildi. Hazır gencim bir günahım yok erkenden öteki dünya gitemk çok doğru bir karar. Bu düşünce kafama yattı, ama ben ölürsem ruhum iteki dünyada da peşimi buramaz. Ona istediğini vermedim.
Hem benim gibi dünyalar güzeli bir kız için ölüm ağıza alınmayacak bir kelime. Tanrı beni bu kadar özene bözene yaratmışken kendimi öldürmem büyük saçlamlık! Ben öleceğime onlar olsun!
Etrafımda döne döne başımın döndüğünü hissettiğimde yerimde durdum, ve durmamla birlikte denge sarsıntısı yaşadım. Gözümün önünde herşey kararmaya başladı. Ellerim öylece havada kalırken gözlerimi bir kaç kez kırpıştırdım görüşümün netleşmesi için. Fakat pek faydası olmadı, çünkü çoktan dizlerimin üstüne fark etmeden çökmüştüm bile. Bedenim usulca geriye çekilirken sanki biri tarafından zemine yatırılıyormuşum gibi korkuya kapıldım. Bedenimin kontrolü elimdeydi, ama neden sanki değilmiş gibi hissediyordum?
Bir karmaşa oluştu, hayır ben zihnimde bir karmaşa yarattım. İnsanlar başıma toplandı, gözlerim dümdüz yukarıya bakarken görüşüme aynı anda birden fazla kişi gitince olan son direncim de kırıldı. Birinin dizlerinin üstüne yanıma çöktüğünü hayal meyal gördüm ve hemen sonra doktor çağırdığını. Gözlerim kapandığımda sanki nefesim de kesildi.
Evet ilk intiharım bugün saat 11:45 geçe gerçekleşti. Belki de öleceğim ama eğer öleceksem de benimle birlikte birileri gelmeli. Ben yanlız olmayı hiç sevmem, kendi bataklığıma birilerini çekmekmeyi oldum olası hep sevmişimdir.
**
”Aman Allah'ım bu kız bizim sonumuz olmaya ant mı içti!” Duyduğum yüksek seslerle birlikte yavaşça gözlerimi araladığımda ilk karşılaştığım bembeyaz bir tavan oldu. Kalbim kasıldı. Olamaz hâlâ yaşıyor muydun yoksa? Ölmeyi bile beceremiyorsun Mehla, vazgeç artık kendinden. Şiddetle karşı çıktım. Geri sar. Her konuda başarılıyım. Bu konuda bir aksilik yaşamış olabilirim, aksi taktirde ölüm gibi basit bir eylemi bile başaramadığım için kendimi boğarak öldürebilirim!
Az önce sesiyle uyandığım kadının sesi bu kez diğerinden daha fazla yüksek çıktı. ”Bu kaçıncı, resmen ölmeye yemin etmiş gibi!” Benden bahsediyordu sanırım. İyi ama bu benim ilk denememdi. Acaba o da mı buranın delilerindendi?
Kadının sesi öyle öfkeli çıkıyordu ki başımı çevirip bakmaya çekiniyordum.
”Maalesef bu on birinci deneyimi ve aynı şekilde on birinci başarısız intihar eylemi oluyor.” Bu ses dünyanın en çirkin sesi olmalıydı, hayır çirkin değildi aslında. Kadına nasıl bir gıcığım varsa onda olan güzellikleri bile çirkin buluyordum.
Başımı hafif bir ölçüde çevirip etrafıma baktığımda bir hastane odasında olduğumu geç olmadan farkettim. Bugün ne edip ne yapıp bu hastaneden defolup gidecektim, çünkü elim kolum bağlı olduğu sürece ölecek gibi oluyordum. Bir şeyler benim bu hastaneden çıkmamı söylüyordu. Ya da ikinci seçecek. Ölerek... Ama en güçlü hissin yaşayarak çıkmamı söylüyordu.
Odanın içinde turlayan telaşlı kadını zorlamadan tanıdım. Bu benim akrabam olduğunu iddia eden deli kadındı. Simsiyah saçları belinde dalgalanıyor, pahalı parfüm kokusu odanın her tarafını esir almış topuklu, ayakabılarının sesi dolduruyordu kulaklarımı. Üstünde siyah pileli kumaş bir pantolon, saten gömleği ve ceketini odadaki sandalyeye atmıştı.
Başını çevirdiği an onunla göz göze geldik ve seruma bağlı olan kolumu kaldırıp elimle 'selam' anlamında kaldırdım. Beni gördüğü an siyah göz bebekleri mümkünmüş gibi daha da koyulaştı. Sevimlice gülümsedim. ”Görmeyeli nasılda büyümüşsün sen böyle.” Kadın kırk beş yaşında! Olsun insan kırk beş yaşında da büyür. Mesela saçlarına ak düşer, boyu kısalır, yüzünde çizikler meydana gelir, sesi değişir. Kırk yaşı da bir ergenlik dönemi gibi.
Ne saçmalıyorum ben?
Kadın öfkeyle yüzüme bakarken, hınçla yumruklarını sıktı. "Birde pişkin pişkin gülüyorsun. Beni ne duruma düşürdüğünün farkında mısın sen?” Bir soru değilde bir kızma biçimiydi bu. Hem ayrıca ben mi dedim aklını kaybet, gel bana musallat ol diye! Biri artık şu kadına aramızda bir kan bağının olmadığını söylesin.
Uzandığım yataktan zar zor doğrulduğumda hafif bir baş dönmesi yaşadım. Sırtımı yatağın başlığına yaslarken elimi esneyen ağzıma görürüp kadına kısa bue cevap verdim. ”Ben pişkinsem sende yüzsüzsün.”
Yüzü öfkeden gerim gerim gerilirken küçük dudaklarını birbirine bastırdı. ”Şu dengesiz davranışlarını kes, çocuk değilsin artık." Ona ilgisiz bir bakış attım. ”Dengesiz olmasam burda ne işim olur? Sağlıklı bir insanın Akıl hastanesinde olması için ya müdür olması gerekir, ya da bir çalışan.” Eltimi her iki yana açtım. ”Ama gördüğün gibi bende ikisi de mevcut olmadığına göre tek seçenek aklı başında olmayan bir deli olmam. Bu durumda intihar etmem çok normal karşılanması gerekiyor.” Bir deli herşeyi yapar ama bunlar ısrarla anlamıyorlar. Madem deli olduğumu düşünüyorlar, deli gibi davrandığımda ne diye bana kızıyorlar? Acaba onlarda mı deli? Yüksek ihtimalle.
Kadın yüzüme bakarken ifadesi yumuşadı, ve bu sefer daha sakin bir şekilde konuştu. ”Neden kendine... zarar veriyorsun? Kendine üzülüyorsun onu anladım, ama bana da mı üzülmüyorsun Mehla?” Endişeli gözlerle vücuduma baktı. Anlamıyorum bu kadının bana olan ilgisini.
Bıkmış bir hâlde 'Senden olmaz.' dercesine başımı sallayıp doktorum Reyna'ya baktım. ”Ben Kendimi intihar etmedim, şu kadına da söyle lütfen artık beni annemmiş gibi kandırıp durmasın. Deliyim diye kendi ailemi de başkası sanacak değilim.” Kadının kederli bakışlarını üzerimde hissettim. Az önce esip gürlüyordu şimdi ne olmuştu?
Başımı önüme çevirip parmaklarımla oynamaya başlarken kadının bir an önce bu hastaneyi terk edip gitmesini istiyordum. Uzun bir sessizlik sonrası kadının keyifsiz sesini duydum. ”Peki tamam, madem yanında olmamı istemiyorsun bende bir daha buraya gelmem Mehla. Ama sende Kendine bir daha zarar vermeye kalkışmayacaksın.” Seindeki kırgınlığı o hissettirmese de ben hissettim. Bana kırılmıştı. Aslında kötü niyetli biri değildi, beni de sevdiğine eminim ama...bir şeyler tam yerine oturmuyor, eksik kalıyordu.
Kadının gitmeden önce bakışlarını üzerimde hissetsem de dönüp bakmadım. Kapı açılıp kapandığında Reyna'ın bedeni bana döndü. Bana karşı olan tahammül sınırlarını öylesine zorluyordu ki, bu kadına yakın zamanda ne yaptığımı aklımda düşünmeye başladım. Bana dik dik bakarken, ”Seni altan almaya çalışıyorum ama bu kadar da fazla değil mi? O senin için ne kadar endişelenmiş, üstelik sen her seferinde kalbini kırmaktan geri durmuyorsun.” Derken oldukça öfkeli geliyordu sesi. Anlaşılan deli kadını seviyordu. Ee tabii parası olanı herkes sever.
Çok sakin bir şekilde kolumdaki serumu zorlanmadan çekip çıkartığımda bu yaptığıma şaşırmadı, tam tersi hep yaptığım bir şeymiş gibi normal karşıladı. ”Seni çok sevdiğimi biliyorsun değil mi doktorum?” Başını olumsuz yöne iki yana salladığında olumlu yanıt almışım gibi gülümsedim. Üzerimdeki hastane örtüsünü atarken, ”Hani ben bir deliyim ya, hani deliler normal insanlardan farklı ya. Eğer ona iyi davranırsam bu artık iğleştiğim anlamına gelir.” Ayağa kalktığımda doktorum bana anlamayarak baktı. Kendimi oldukça hâlsiz hissediyordum ama bu odada bir saniyeden fazla kalmak istemiyordum artık.
Reyna'nın yanına kadar yürüyüp başımı eğip inceleyerek gözlerine baktım. Ne yaptığımı sorgulayarak yüzüme bakarken, ”Ee ben iğleşirsem senin burdaki işin son bulur. Yani para kazanmak istiyorsan elinden geldiğince beni burda uzun süre tutmaya bak.” Geri çekilip omzuna hafifçe vurdugumda irkilerek kendine geldi. Ona göz kırpıp yanından uzaklaştım.
Kapıya ulaştığımda kısık bir tonda, ”Gerçi artık isteseniz de tutamayacaksınız. Çünkü bu gece ya bu hastaneden yaşayarak ya da ölerek çıkacağım sevgili Reyna.”
Gecenin sonu benim için hep bir gizem olarak kalacaktı çünkü ben bugün öyle bir şey yapacaktım ki bundan sonrasını asla hatırlamayacaktım.
9 SAAT SONRA
Olduğum katın penceresinden yüksekliği ölçerken bağırışlar ve çığlıklar yüzünden kalbim korkudan küt küt atıyordu. Hizlanmam gerekiyordu. Elimde yaklaşık yarım saat önce sıkıca bağladığım çarşaflar vardı. Beyaz çarşafın ucunu yatağımın demir ayağına sıkıca bağladığımda, insanların çığlıkları arasında kendi adımı da duydum. Bahçe de büyük bir yangın çıkmıştı öyle ki alveler binaya da sıçramış kısa zamanda bina da yanmaya başlamıştı ve bu olana kadar herkes uyuyordu. Ta ki dumanlar odalarını ziyaret edene kadar. Binadan yakın zamanda çıkmaları için uzun bir süre vardı çünkü yangın direk bahçe de çıkmıştı dolayısıyla da her ne kadar binaya sıçrasa da da henüz içine ulaşmamıştı.
Kapımın altından sızan siyah dumanlara korkulu gözlerle baktım. Korkunçtu. Odanın havası o kadar soğuktu ki, ayaz ruhumda doğuyordu sanki. Hızlı adımlarla çarşafın uzunluğuna baktım. İki katliydı, kolaylıkla beni aşağıya indirdi. Önemli olan ağırlığımı taşıyacak kadar sağlam olup olmamasıydı. Ve bu riski alıyordum. En fazla düşer kolumu, bacağımı kurardım ya da beyin kanaması geçirip ölürdüm.
Hiç sorun değil, hayata erken veda etmek beni üzerdi ama yapacak bir şey yok.
Pencereye çıkıp pervazlarına tutunurken yükseklikten ne kadar korktuğumu farkettim. Gözlerimi yumdum, hadi Mehla yapabilirsin.
V
e kendimi boşluğa bıraktığımda ağzımdan tiz bir çığlık firar etti. O kadar çok korkuyordum ki nefes bile alamıyordum. Sımsıkı çarşafı tutarken içimden kopmaması için dualar ediyordum. Aslında ben çok abartıyordum, insanlar belki de aşağıya kadar tırmanarak da inebilir ama ben yükseklikten çok korkutuğum için şuan ölecek gibiydim. Neyse ki korktuğum gibi olmadı. Çarşaf ayağımı yerden kesmemişti. Ayaklarımın üzerine bastığımda avuçlarımı içi alev almıştı. Çarşafı o kadar sıkmıştım ki hastanenin bahçesindeki lambanın altında ellerimin kıpkırmızı olduğunu görüyordum. Ama nedense tek sebebin bu olmadığını hissediyordum.
Derin bir nefes aldığımda, nefesle birlikte genzime kaçan kirli dumanlarla boğazımdan aşağıya berbat tat oturdu. Boğazım ağırmaya başlayınca öksürdüm.
Her taraf is kokuyordu. İtfaiye henüz gelmemişti ama uzaktan gelen ambulansın korkunç sesi oldukça ürkütücü geliyordu kulağa.
Ben arka taraftan kaçmayı planlarken belki birileri beni içerde arıyordu. Akılları varsa beni aramayı bırakırlar. Bu saaten sonra kimseyi düşünecek durumda değildim.
Son kez omzumun üzerinden arkama bakıp elimden geldiğince hızlı koşmaya çalıştım. Bacaklarıma öyle bir yüklendim ki bu gecenin sonunda başıma neler geleceğini aslında hiç hesaba katmadığımı fark ettim. Tüm kapılar kilitliydi ama bu da sorun değildi. Uzun bir süredir gözüme kestirdiğim demir merdiveni hızla köşeden alıp kalın büyük beton duvara yaslarken etrafımda bir kamera olmadığı için rahattım. Hızlı hızlı merdiveni tırmanıp aynı saniyede duvarın üstüne çıktığımda yakalanma korkusuyla duvardan bir çırpıda atladım. Ama hesapsız atladığım için ayaklarımın üzerine değilde dizlerimin üzerine sertçe kaldırım taşlarının üstüne düştüğümde acı dolu bir çığlık boğazımdan koptu.
Allah'ım diz kapaklarımı hissetmiyorum!
Yüzümü acıyla buruştururken acıdan gözlerim doldu, dişlerimi birbirine bastırıp sık sık nefesler alıp verirken, şuan vakit kaybettiğimi biliyordum ama hissettiğim acı herşeyi unutturmuştu.
”Ah... Lânet olsun...” Avuçlarımı soğuk zemine bastırıp ayağa kalktığımda yangının çıktığı bölgedeki kalabalığı yakaladı gözlerim. Büyük bir karmaşa vardı. Burada kalan hastaların aileleri haberi alıp gelmişlerdi ve içeri girmeye çalışırken zabıtalar buna izin vermiyordu.
Uzaktan bakınca sahipsizler hastanesi gibi bana görünen bu hastaneki tüm hastaların ne çok sahip çıkanı varmış. Meğer sadece kendi rahatları için onları buraya atıp kurtulmayı seçmişlerdi.
Önüme döndüm.
Bu kalabalıkta kimse benim yokluğumu fark etmezdi, büyük ihtimalle yangında ölü haberim çıkacaktı. Garip ama bu durumda bile tek düşündüğüm gazetelere bastıracakları resimimin nasıl çıkacağı. Umarım güzel çıktığım bir fotoğrafımı koyarlar.
Nefes nefese anayolun üstünde koşarken hastaneden epeyce uzaklaştığımdan emin olduktan sonra durdum ve hızlı bir şekilde üzerimdeki hastane kıyafetlerinden kurtuldun. Üzerimde saatler önce giydiğim siyah bir tişört ile siyah bir tayt kaldığında hava sıcak olmasına rağmen çok üşüdüm. Başımdaki siyah şapka topuz yaptığım kan kırmızısı saçlarımı bir nebze de olsa görünmez kılıyordu. Açık yeşil gözlerimi örten siyah güneş gözlüğü ise beni bu akşam görenlerin deli gözüyle bakmasına sebep olacaktı.
Yapacak hiçbir şey yok.
Ya öleceksin, ya da yaşayacaksın.
Kıyafetleri kucağıma almadan önce doktorun çaldığım telefonunu beyaz pantolunumun cebinden çıkardım. Kıyafetleri kucağımda toplarken o an beyaz ceketin cebinde elime değen dolulukla gözlerim açıldı. Çatık kaşlarla elimi uzatıp ceketin ön cebine koydum. Elime kare şeklinde pürüzsüz bir şey çarptığında hızlıca çıkardım.
Ay ışıği tepeden başını eğmiş elimdeki bilet olduğunu düşündüğüm karta bakıyordu, bende öyle. Ama... Ama bir sorun vardı. Bu normâl bir bilet değildi! Dikkatle karta baktım. Bir kadın figürü vardı üstünde. Kadının hemen arkasında ise büyük bir ağaç vardı. Hemen yanında iki ok hava da çarpı şeklinde ters dönmüş okun ucu kadına işaret ediyordu.Bakışlarımı kadından çekip kartı ters döndürdüğümde istediğim cevaplar arkasında buldum.
”Mölüh'ün yıllardır bilinen meşhur kızlar festivali için davet bileti.”
Soluğum kesildi. Bu biletinin bende ne işi vardı? Daha doğrusu bunu bana kim getirmişti? Bir elimde tuttuğum bu garip karta bakarken kalbim hiç olmadığı kadar sıkıştı. Havadaki karanlık bulutlar yağmuru geç yağdırmaya niyetli olsalar da sanki bir anda kararlarından vazgeçmiş gibi yağmur damlaları ağırdan düşmeye başlamışlardı. Hava çisliyordu.
Parmaklarımın arasında ateşten bir parça tutuyormuşum gibi hissediyorum. Başımı kaldırıp havaya bakarken ensemden soğuk bir ürperti geçti.
Hislerime artık verecek bir cevabım vardı. Beni kaçmaya teşvik eden bu karanlık biletti.
**
Bir başka bedenin içine sığdırılmış gibi kendimi sıkışmış hissediyordum bu bedeninin içinde. Öylesine uzak, öylesine yabancı ki çıkıp kendi özüme dönmek istiyordum. Keskin bir soğukluk burda da peşimi bırakmamış, beninle buraya kadar gelmişti. Kendimle birlikte geçmişi de sokup küçücük bavulumun içine zorlukla sığdırmış Ankara'yı herşeyiyle arkamda bırakarak bir başka diyara göç ediyordum. Tanıdığım o insanlardan uzak olan bir başka insanları, bir başka kuralları, bir başka hayatı keşf etmeye gidiyordum. Kendi bildiklerimden uzakta bu sefer sonunu bilmediğim bir yola giriyordum.
Alışmadığım bir düzene ayak bastığım için ürkmeli miydim? Ama nedense korkmuyordum. Çünkü benim için yaşanacak bir hayat bırakmamışlardı. Cesur değildim, lâkin korkka da olduğum söylenilmezdi bugünlük için. Kendimi rahatlatmaya çalışıyordum, mutlu olmalıydım artık. Geride ben hiç mutsuz olmamıştım. Yirmi iki yaşına kadar herşeye olumlu yönde bakan, her konuda mutlu olan bir insandım. Hep alıştığım o akıl hastaneleri artık gözümü korkutmuyordu, fakat bir başka şehire gidip orda tek başına bir düzen kurmak... İşte bu beni korkutuyordu.
Ben yanlızlığı sevmezdim, yanlızlık hep fazla ürkütmüştür beni.
O gecenin üstünden kendime bir taksi çevirmiş bilette yazılmış durağa gitmiştim. Herkesin bilet aldığı yerde ben zaten haberimin olmadan bana verilmiş bir biletle gelmiştim, üstelik bu bilet Türkiye'de geçersizdi. Onu ilk adama gösterdiğimde yüzündeki ifade görülmeye değerdi. Elimdeki karta hayalet görmüş gibi bakmış ve bunu kabul etmeyeceğini söyleyerek beni cin kovar gibi yanından uzaklaştırmıştı. Elimdeki biletle tam geri döneceğim esnada ise arka taraftan bir adam olmadık anda çıkagelmişti. 'Kâesi yolcuları gecikmesin.' Dediğinde işte o an hangi duyguyu hissetmem gerektiğini bilmiyordum.
Ben daha önce gitmeyi bırak, adını bile duymadığım bir şehire gidiyordum. Bu şehir lânetli diye bilinen bir şehir... Asırlardır hiç yolcu gitmemişken bugün bindiğim otobüste yüze yakın insan girmişti. Hepsi Kaesi şehrinin yolcularıydı. Hepsi Festival için gidiyorlardı. Festival hakkında küçük bir araştırma yapmış, ama önüme çıkan sonuç hep aynıydı. Bu bilgiye ulaşılmadı. Şehir ise en büyük gizemdi. Tüm araştırmalarıma rağmen sanki şuanda gitemek üzere olduğum bu şehir aslında yokmuş gibi hakkında en ufak bilgi çıkmamıştı. Tek yazılan şey Kaesi şehrin yıllar önce bir lânet tarafından tüm insanlarıyla helak olduğuydu. İyi ama eğer lanetlenerek yok olmuş ise bu beklenmedik davet de neyin nesiydi? Yoksa lânet aslında bir yalandan ibaret miydi?
Peki ben nasıl bu kadar tehlikeli bir şehire gelmiştim? Normâl şehirlerden bile korkup kaçan ben nasıl olurda bu lânetli diye bilinen şehire karşı bu kadar kör olabilmiştim?
Sonu karanlık kuyulara çekilen düşüncelerimden hızla sıyrıldım.
İçinde olduğum otobüsün her tarafından Kasvet ve karanlık süzülüyordu. Yanımda olan insanlar, sükûnetleri, bakışları ruhuma tarifsiz bir gizem bırakıyordu. Merak yoktu yanlızca isimsiz bir korku vardı çevremde. Sanki kendimi hepsinden korumak ister gibi zayıf bedenimi koltuğa iyice yapıştırmış başımı bir an olsun camdan çekip de etrafımdaki insanlara bakmıyordum.
Buraya gelmeden önce gideceğim şehride kendime bir düzen kuracak kadar param vardı neyseki. Tabii kendisini annem zanneden o kadının her ay kullanmadığım hesabıma yatırdığı paralar sayesinde bu yoldaydım. Ne kadar da iyi bir kadındı, onu her defasında kalbini kırarak yanımdan gönderdiğim için o hüzün vardı kalbimde. Gelmeden önce evinin önünden geçmiş dilimle olmasa da kalbimle ona veda etmiştim.
Gitmeden önce bir daha gelmeyeceğini söylemişti. Oda artık beni sevmiyordu. En başından bu yana istediğim bu değil miydi zaten, şimdi neden kendimi kimsesiz kalmış gibi hissediyordum? Birilerinin sevgisine hâlâ muhtaç olan o çocuk muydum yoksa hâlâ?
Oysa annem pek sevgi dağıtan bir kadın değildi, beni çok severdi ama son dönemlerde kendi içine kapanmıştı. Peki babam... çok zorlasam da onun anılarına ulaşamadım. Bir yerlerde saçımı okşayan o adam, bir portre gibi duruyordu. Diğer yandan da başımı dizlerine koyan bir anne onun yanında yer alıyordu.
Unuttum, unutmak için bir çok şeyi yaptım, ve yapmama gerek kalmadan iznim dışında bir çok anıyı kaybettim.
Şimdi istesem bile bulamam o karanlığın içinde.
Bindiğimiz otobüs tüm şehirleri bir bir gerisinde bırakıp giderken sanki bir daha bu şehirleri görmeyeceğimin hissine kapıldım.
Uzun saatler sonrası gece her tarafı esir alırken otobüs durmuş, tüm yolcular eşliğinde hiç bilmediğim bir şehire adım atmak üzere inmiştik otobüsten bavulumızla birlikte. Henüz neyin ne olduğunu bilmediğim bu şehirde ilk dikkatimi çeken şey sükûneti olmuştu.
İçimdeki ses yanlış yaptın Mehla diyordu. Bu sefer her zamanki hatalardan çok farklı, bu seferki geri dönüşü yok. Diyordu.
Bavulumla birlikte duraktan ayrılırken tek düşündüğüm bundan sonra ne yapacağımdı.
Elimdeki siyah bavulumun tekerleklerinin sesi kulaklarımda çınlarken, hiç korkmadığım kadar çok korkuyordum. Duvarda sırtlarını duvara yaslamış bir kaç gencin bana odaklı bakışları bir an önce burdan defolup gitme istedigimi çoğalttı.
Hayatımda hiç erkeklerin yeri olmamıştı bugüne kadar, olmasını da hiç istemiyordum. Şimdi ise bir kaç serserinin gözünü üzerime dikmesi ateşte yanıyormuşum hissini veriyordu.
Allah'ım ben bu şehire gelmden önce kafam nerdeydi!
Onlardan bir an önce uzaklaşmak için adımlarımı olabildiğince hızlandırdım. Fakat tam o esnada arkamdan gelen tok adım sesiyle birlikte ayaklarım hareket etmeyi saniyelik bıraktı.
Omurgamdan aşağı soğuk bir ürperti indi. Zeminde kayan tekerlek sesi onun bu gece benimle birlikte buraya gelen bir kişi olduğunun ispatıydı. Ona dönmeme zaman tanımadan, ”Başımız belada.” dedi o tanıdık ses. Titredim, onun ne işi vardı burda? Ben duyduğum sesin gerçekliğini sorgularken devamı gelen korkunç sözcüklerle birlikte nefesim boğazımda kesildi. ”Lanet olsun! Yanlış yere geldik, hemen gitmeliyiz burdan!” Sarsıcı bir uğultu kulaklarımda meydana geldiğinde zaman geriye sarıldı. Ve ben o an hastane odasında sonum olacak o kartı kimin bana verdiğini gördüm.
Biz yanlış yere gelmedik, onlar bizim buraya gelmemizi istedi.
Kahretsin ben ne yapmıştım?
💦
BÖLÜM SONU-
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |