

Eski zamanlarda adı Salmakis olan bir göl varimış. Bu göl ile aynı ismi taşıyan bir peri yaşarmış. Bir gün Salmakis gölde yıkanırken Hermes ve Afrodit'in oğlu Hermafrodit'i görmüş. Ona aşık olmuş. Hikayenin devamında Hermafrodit onu reddetmiş.

....................♡.....................
Portakal rengi saçları otlara değecek hatta onlara dolanacak kadar uzun olan Rozaline kaygısızca bir saçmalığın içinde yaşıyordu. Her gün geldiği gölün kenarında, gölün sahipsizliğinden istifade ederek özgürce zaman geçirebiliyordu. Bu sayede yaşantısına anlam katıyordu. Saatlerce konuştuğu mandalina ağacına Rozaline'den başka eli değen olmamıştı. Burası kırsalda kalan yerleşkenin ormanlarla örtülmüş bilinmeyen, saklı kalmış bölgesiydi. Göl kenarına çıkan patika çokta göz önünde değildi. Belki de bu sayede burası Rozaline'nin olmuştu. Tesadüfi.
Rozaline topladığı çiçekleri sepetine tek tek koymuştu. Bazısı mor, bazısı pembe bir kısmı ise maviydi. Beyaz olanlardan bir tanesi ise saçındaydı. Topladığı çiçeklerden kendine taç yapmaktı amacı. Gösterişli hale gelene kadar uğraşacaktı.
Hoşlandığı erkek tarafından reddedildiğinde çok utanmıştı. Rezil olduğunu hissetmişti. Ve bu duygusu en gerçek duygusu olabilirdi. Sevgisiyle rezil olduğunda bir daha sevgisini belli etmemeye içtenlikle söz vermişti. Kafasını duvarlara vurmak açıldığı günü geriye getiremiyordu. Olan olmuştu. Nitekim Seradeth'i sevdiği bir sır değildi. Eş olarak onu seçmişti, kalbini hızlandıran köydeki tek erkekti. Ve öylede kalacaktı. Onun ise bir aşk hikayesini bitirmeye iki sözü yetmişti.
Güneş tepede parıldarken Rozaline yine hayallere dalmıştı. Sevdiğine kavuştuğunu, aşkının onay aldığını hayal ederken bir an Seradeth'i görür gibi oldu. Hayır. Düşlemişti. Saredeth kendine başka bir güzel seçecekti. Kızlardan biriyle evlenecek ve Rozaline'ye bir daha dönüp bakmayacaktı bile. Elini yüzüne götürdü. Beğenilmek, tercih edilmek isterdi. Saredeth tarafından tabii ki. Tüm düşüncelerini dinginleştiren gölün mavinin palette ki en güzel tonuyla boyanmış sahici haliydi.
" Görüşürüz mandalina ağacı, görüşürüz tatlı sürprizinle beni kendine çeken sakin gölüm. Bir daha ki sefere buraya onunla gelebileyim. Lütfen, Venüs yollarımızı onunla birle. Aşkım karşılığını bulsun. Onun beni sevmesini sağla, tarlalarımız aşkla bereketlensin. Cupid, sevgili Cupid, yalvarırım onu bana aşık et. Beni çok sevsin. Sevdiğim kadar sevileyim. Birde buraya onunla gelebilsem. En mutlusu ben olurdum. "
Rozaline sepetini eline dikkatlice alıp tek bir çiçeğin düşmesine izin vermeden oturduğu taşların üstünden indi.
.................?....................
Su telefonuyla oynarken arkadaşından mesaj gelmediğini gördükçe sinir oluyordu. Bu işte birliktelerdi. Konuşmaya ihtiyacı vardı. Hem de yeni ele avuca sığmaz fikirleri vardı.
su
Gerçekten beni aramayı denemelisiniz. Önce Alper'i ara. Konferans konuşması yapalım.
ece
Ben kim olduğumu bile unuttum Su. Alper'i ararım ama bir acelesi yok.
su
Ne demek bu? Bence hepimiz bir olmalıyız. Biraz üstüne gitmeliyiz.
ece
Bir şey olsa olurdu. Olmadı. Bizimle uğraşmayı kesti.
su
Öyle düşünmek beni rahatlatmıyor. Alper ile konuşalım. Hadi. Ara.
Su telefonun çalmasını beklerken Bay Pitty'e olduğundan daha da sıkı sarılıyordu. Pitty tüm gerginliğini sünger gibi çekiyordu pamuklarına. Bir bekleyişin üstüne çalan telefonu çaldığı saniye açmış olabilirdi. Elyaftan yapılma örtüyü de bacaklarını örtecek kadar çekti.
" Evet çocuklar. Nerden başlayalım? "
____________________________
Telefon konuşması yetersiz kaldığı için Suların tamamlanıp açılmaya hazırlanan kafesinde buluşmaya müşterek karar kılmışlardı.
" Çocuklar, çocuklar Ocak ayından beri hayattaydım da ne yazık ki zombiden farkım yoktu. Bu olanlar beni hep bir sonraki gün için motive ediyor. Biz ne yaşadık be dedirtiyor"
Ece ve Alper tepkisizdi. Bu tepkisizlik gizemin çözülebilir olmadığını düşünmelerinden kaynaklanıyordu. Kendilerine gün geçtikçe güvenleri azalmıştı. Konuyu daha komplike görüyorlardı. Ve Alper işin dışında kalmıştı.
" Sessiz ve isteksizsiniz. Hep ben konuşuyorum. Sizi anlamadım."
Su'yun söylediklerine cevaben Ece konuşmuştu.
" Evet bir şeyler yaşadık ama bunların arasındaki gizli bağı ben görmekte güçlük çekiyorum. En azından bugün. Tahminim çok var. Hangisinin doğru olduğunu bilemeyeceğim."
Alper'de söze katılmıştı. " Ve siz uzak kalmak yerine çekiliyorsunuz. Macera olarak gözüksede yeterli verimiz yok yada bir polis kadar iyi ipucu toplayabileceğimizi sanmıyorum."
" Tamam bugün başka bir şey konuşalım diyorsunuz anlaşıldı. "
Alper sıkıntıyla üflerken bir yandan da ayağıyla masanın altında ritim tutuyordu. Canının sıkkın olduğunu anlamak için psişik yeteneklere gerek yoktu. Ece'yi tanımlayan en iyi söz ise bugün için mızıkçı olurdu. Oyuna katılmıyordu.
" Neyiniz var? "
" Bir kız bana abayı yakmış."
" İstanbul!!"
Ece ve Alper aynı anda yanıtlamıştı. Bu sözlerin üstüne üçü de " Ne?" Der gibi birbirlerine bakıyordu.
" Kim sana abayı yakmış? "
" Ben sevmiyorum. Sorun da bu. "
" Biz tanıyor muyuz ? " Su işin aslını anlamaya odaklanmıştı.
" Şimdi şöyle , veya boşver. Unutun gitsin."
Hep bir ağızdan uzatarak " Hayır." demişlerdi.
" Kız benim tipim değil. Çocukken bir kaç defa dikkatimi çekmişti ama hareketleri, olduğu haliyle bana uygun değil. İtici bile buluyorum. İstemem. "
Su hafiften bu burun kıvırmasının altında gizli bir hayranlıkla olduğunu düşünüyordu. İkna olmak için üstüne gitti.
" Neden şans vermiyorsun?"
Alper dudaklarını yalayıp gözlerini masadaki külliye kilitlemişti. " Çünkü benim evleneceğim kız o olamaz. Başkasına verse emeğini ve zamanını daha karlı çıkar. Boşuna benimle uğraşıyor. Bugün sabah onu gördüm bana tatlı yapmış birde kendini hatırlatmak için sürekli karşıma çıkmaya çalışıyor. Antipatik geliyor. "
Ece ağzı açık dinlemiş ve yüzünü ekşiterek Alper'e bakmıştı. Alper her an mini grubumuzdan atılabilirsin diye düşündü kendi kendine Su.
Güneş en tepede bütün vitaminlerini yağdırırken oldukları yerde de biraz mayışmışlardı. Hava oldukça sıcaktı. Derinden hissettikleri tecessüs tüm histerikliğiyle gelişiyor ve bildiklerinden daha fazlasını bilmeye itiyordu onları. Umutsuzca masada ki sessizlik bozulmadan sürdü gitti. Su içecek getirmek için kalktığında Ece ve Alper'i masada bırakmıştı. İçeceklerin olduğu dolabı kendine siper ederek sırtını Coca Cola yazan kırmızı dolaba yaslamıştı. Telefonunu çıkardı ve evvelden düşündüğü şeyleri hızla Ataberk'e yazmaya başladı.
Seni düşündüm. Konuşamayız,görüşemeyiz. Neden bana mesaj attın ki yoğurtlu dondurmayı bahane ederek?Albüm aklına gelse ne değişir sandın? Benim de yazmam anlamsız. Yitik bir aşkın uzatmaları.
Gönder tuşunun üstünde eli uzunca bir süre dursa da en sonunda mesajı yollayıp telefonu cebine sokuşturdu. Dolaptan aldığı içeceklerle bir şey olmamış gibi masaya dönmüştü.
"Bizim aklımıza bir fikir geldi Su. Alper'in dedesi ile konuşacağız."
"Dedeme istediğiniz şeyleri sorarsınız."
Su ilgili bir yüz ifadesiyle içecekleri masaya bırakıp sandalyeye yerleşmişti. " Harika. Kolye hakkında bir fikri muhakkak vardır. "
" Ve Samuel hakkında. Samuel adının bize hiçbir faydası olmadı. "
" Yabancı uyruklu biri olmalı. Gün gibi ortada ama tüm bunların popüler bir hikaye olup olmadığı konusunda emin değilim."
" Daha fazlasına ihtiyacımız var. O yazılar ve bıraktığı romantik kutuya ne demeli ? "
Ece'nin yudum aldığı içeceğinden sonra tatlanan ağzının kenarındaki limonata damlası Güneş ışığında hayli parlıyordu. Soğuk limonata da sıcağın altında iyi gelmişti. Dışarsı kadar içleri de sıcacık olmuştu.
" Aklı Salim olan biri bu kadar ilgilenmezdi ne diyeyim. "
" Ne var biliyor musunuz? Bence o kutularda ve şiirlerde anlatmak istediği şey bizi top yekun tımarhaneye sokacak şeylerdi. "
" Çok karışıktı. Çok anlamsızdı. "
Bir kaç saati daha masada birbirleriyle ve farklı konulardan da konuşarak geçirdiler. Akşam saatleri kendini kararan havayla gösterirken hiç beklemedikleri bir haber almışlardı.
Telefonu açan Alperdi ve korku dolu suratıyla kızlara bakıyordu. " buldun mu...sen diyorsun ki bunlar yaşlı bir muharririn öyküsü mü ? "

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
