
Masallardaki çiftler mutlu biterdi ama biz gerçek hayattayız.
(On üç yıl önce.)
Gece karanlık bir vakitte evin kapısı çaldı. Sanki kapıyı kırarcasına sert bir şekilde biri vuruyordu. Ayça’nın annesi Cansu kapının deliğinden kimin geldiğine baktı. Eşi Volkan gelmişti.
“Kaç saattir kapı çalıyorum duymuyor musun?” Diye bağırdı. Cansu derin nefes alarak sakin olmaya çalıştı.
Ayça’nın babası eve sarhoş gelmişti ve ayakta zor duruyordu.
“Ben sana ‘eve sarhoş gelme,’ demedim mi?” Diye bağırdı Cansu.
“Sana hesap mı vereceğim!” Diye bağırdı Volkan. “Ayrıca, sarhoş falan değilim,” diye devamını getirdi kıkırdayarak.
Kapıdan içeri girerken bile sağ sola, çarpa çarpa yürümüştü.
Volkan mutfağa gidip masaya oturdu. “Ayça’yı buraya getir,” dedi Volkan.
Ayça’nın annesi Volkan’a sert bir şekilde baktı. “Saat gece iki,” dedi Cansu. “Çocuk uyuyor,” diye devamını getirdi.
Cansu, Volkan’dan korktuğu anlarda Ayça’yı kalkan olarak kullanıyordu; ama cesaretini topladığı zamanlarda öfkesini direkt ona yöneltiyordu. Bu belirsizlik, Ayça’nın çocukluğunu hem sığınak hemde cehennem haline getiriyordu.
“Banane git kaldır,” dedi Volkan. “Sen Ayça’yı ne yapacaksın?” Diye sordu Cansu.
“Ayça!” Diye bağırdı Volkan. “Kapa çeneni!” Dedi Cansu sertçe. Ayça gözlerini ovarak yanlarına gitti.
“Kızım git bana çay koy,” dedi Volkan.
“Sen iyice delirdin!” Diye bağırdı Cansu.
Masadaki sürahideki suyu Volkan’nın kafasından aşağıya doğru döktü. “Kızım sen odana geç,” dedi Cansu.
“Bana hizmet edecek!” Diye bağırdı Ayça’nın babası. “Ayça odana git!” Diye bağırdı Cansu. “Ve kapıyı kilitle.”
“O çocuk bana hizmet edecek, buraya getir!” Diye bağırımca Cansu suratına sert bir tokat geçirdi.
Ayça koşarak odasına gidip kapıyı kilitledi. O sırada kavga sesleri yükselmeye başladı. Ayça titreyerek duvara yaslandı, ellerini kulaklarına bastırıp dışarıdaki çığlıkları ve tokat seslerini duymazdan gelmeye çalıştı.
Ayça ağlamaya başlamıştı. Ağlamamaya çalışıyordu lakin bunu yapamıyordu. Annesinin bağırma seslerini duydukça kulaklarını saha sert kapatıyordu.
Volkan sarhoş olmasına rağmen Cansu’yu dövmeyi başarabiliyordu. Ayça’nın annesi hem ağlıyor, hemde bağırıyordu.
Ayça’nın çocukluğu bir yandan mutlu geçerken bir yandan da korkarak ve ağlayarak geçirdi.
(Günümüz.)
Duyduğum silah sesiyle Bora’ya sarılmıştım. Etrafa baktığımda Alp dizlerin üzerine düşmüş bağırmaya başlıyordu. Bora kulağıma doğru yaklaştı.
“Ben üç diyince kapıya doğru koş,” dedi.
“Sende gelecek misin benimle?”
“Arkanda olacağım,” dedi Bora.
“Bir.”
“İki.”
“Üç,” dediğinde son gücümle kapıya doğru kaçmaya başladım. O sırada tekrardan silah sesleri duymaya başladım.
Arkamı döndüğümde Bora’da peşimden koşarak geliyordu. Kapıya geldiğimizde bir araba hızlıca önümüzde durdu. Bu Bora’nın arabasıydı.
Bora “arabaya bin,” dediğinde hızlıca arka koltuğa geçtim. Bora’da ön koltuğa geçince araba son hızda gitmeye devam etti. Arkamızdan silahla sıkmaya devam ettiler lakin bir tanesi bile isabet etmedi. Arabayı sürenin kim olduğuna baktım. Yağmur hangi ara buraya geldi hiç dikkat etmedim.
“Sen Alp’in…”
“Kimse ölmedi sadece küçük bir şaka yaptık,” dedi Bora dalga geçerek. Bu durumda bile şaka yapıyor. Anlamıyorum bunu.
“Bu ne işimize yarayacak?” Diye sordum. Alp kendi psikolojisini bozar onda bir sıkıntı yok. Ama annesi ve babası bize neler söyleyebilirdi ki?
“Belki Alp’in ne boklar yediğini öğrenebilirim,” dedi Bora. Hiç sanmıyorum. Bir şeyler bilseler bile konuşacaklarını da düşünmüyorum.
“Sence planları onun yanında konuşurlar mı?” Diye sordum. Bu biraz saçma olurdu. Alp’in annesi ve babasının yanında plan yapabileceğini sanmıyorum.
“Eğer aptalsa -zaten aptal- konuşmuştur yanlarında.” Bu konuşmasından sonra hiçbirimiz konuşmadık.
Alp’in bilerek o tişörtü giydiğini anlamam lazımdı. İyi ki Bora hazırlıklı gelmişti. Burada asıl aptal olan Alp’ti o tişörtü giyerek kendini belli etmişti, ki zaten amacı buydu. Bora’da Alp’i kendi kazdığı kuyuya düşürdü.
O tişörtü bir an önce yakmasını söylemeliyim.
Eve vardığımızda hemen odama gidip yeni kıyafetler çıkardım. Üstüme sade beyaz bir crop, altıma siyah bir eşofman giydim. Telefonumu şarja takıp yatağa yattım. Gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım.
⚔️
Sabah kalktığımda saat on bire geliyordu. Banyoya gidip yüzümü iyice yıkadım.
Aynanın karşısına geçip saçımı tarayıp, topladım.
Aşağıya mutfağa doğru indim. Masanın üstünde bir not vardı.
Şirketin tadilatı için erken çıktık. Seni uyandırmak istemedim.
Anlaşılan evde bir süre yalnızım.
Buz dolabını açıp iki tane yumurta ve tereyağı aldım. Dolabı açıp küçük tava aldım. Ocağın altını açıp tereyağından azıcık alıp tavaya koydum.
Telefonumdan şarkı açıp, yumurtayı çırpmaya başladım.
Bir kalp kaç defa sever
Orda bana da var mı yer?
Söylesene sevgilim
Aşk kaç beden giyer?
Her bedeni aşk sanan
Kaç tene o can değer
Aldatansa sevgilim
Bu oyunu kaybeder
Diye devam ediyordu şarkı. Yumurta pişince bir tabağa koyup masaya geçtim. Şarkıyı kapatıp yemeğimi yemeye başladım.
⚔️
Mutfağı iyice topladıktan sonra salona geçtim. Aklıma polisin bana Bora’nın akıl sağlığı yerinde olmadığını söylemişti. Bu dediklerine inanmakta zorluk çekiyordum.
Bu zamana kadar Bora’nın anormal hareketlerini görmedim. Katil olması hariç.
Belki bir ipucu bulabilirim. Yukarı Bora’nın odasına çıktım. Dolaplarına falan baktım. Sonra rastgele çekmeceleri karıştırmaya başladım. Çekmecenin en altında bir tane zarf buldum, sanırım bu bir mektup. Mektubu elime aldım ve içindeki kağıdı çıkardım.
Üzgünüm Bora, bunu yapmak zorundayım.
Mektubu okumaya başladım…
Sevgili üvey kardeşim. Yoksa sevgisiz mi demeliyim? Neyse biz konumuza dönelim. Artık rahat durmanı ve bize bulaşmamanı öneririm, yoksa sonuçlarına katlanırsın. Ben seni kendi kardeşim gibi sevdin ama sen bizim aramızı bozdun.
Kâğıt elimden bir anda gitti. Yanıma bakınca Bora’nın geldiğini gördüm. Hangi ara gelmişti? Hiç sesini bile duymadım.
“Sen napıyorsun benim odamda?” Diye sordu. Elindeki kağıdı iyice yırttı. “Hiçbir şey,” dedim. Yüzüne bakamamıştım.
Üzerine doğru yaklaşmaya başladı. Ben geriye doğru adımımı atarken Bora daha çok üstüme geliyordu. Beni duvara sıkıştırmıştı. Ellerini duvara koyup aradaki mesafeyi azalttı. Yüzüne bakmamak için kafamı sağa çevirdim. Elini çeneme getirip yüzümü kendine çevirip göz teması kurdu.
“Bora şunu yapmayı keser misin?” Dedim.
“Neyi?
“Benimle dalga mı geçiyorsun?”
“Daha bir şey yapmadım ki,” dedi pis pis gülerek. Kulağıma doğru yaklaştı. “Bir daha bana yalan söyleme ve bir daha gizli iş yapmaya kalkışma. Anlaştık mı?” Diye fısıldadı. Ürpermiştim.
Sesi sert ve ciddiydi. Kalbim çok hızlı atıyordu. “Ya yaparsam.”
“Sana olan güvenimi kaybederim.”
“Anladım.”
Ellerimle Bora’yı ittireceğim esnada iki elimi kavradı. Diğer eliyle de belimi kavramıştı. Beni kendine çekmişti.
“Bora Yağmur göre…”
“Çok da sikimde,” dedi fısıldayarak. Burnu yanağıma sürtüyordu. Ellerimi serbest bırakmıştı. Bir eli hâlâ belimi kavrıyordu. Artık ona karşı korku hissetmiyordum.
Boynuma küçük öpücük bıraktı. “Benden kaçmadın,” dedi fısıldayarak. “Kaçmamı mı isterdin?”
“Hayır,” dedi. “Bende öyle düşünmüştüm,” dedim. Boynuma tekrardan bir öpücük bıraktı.
Parmak ucumda durarak, ellerimi Bora’nın boynuna sardım. Belimi daha sıkı kavrayarak beni kucağına aldı. Ayaklarımı beline doladım. Bora yatağa doğru oturdu. Ben hâlâ Bora’nın kucağındaydım.
Bora bir elimi kalçama doğru getirdi. Dudaklarımız tam birleşeceği esnada, ayak sesi duymamızla Bora tekrardan belimi kavrayarak beni yatağa bırakıp, ayaklandı.
Kapı sesi açılınca gelenin Yağmur olduğunu gördüm. Ondan başka birinin çıkacağını düşünmüyordum zaten.
“Markete gidicem bir şey istiyor musunuz?” Diye sordu. “Mısır alabilir misin akşama film izleriz,” dedim.
“Tamam o zaman.”
Yağmur dışarı çıkınca Bora sırıtarak yanıma doğru geldi. “Bora,” dedim uzatarak. “Biraz acele etmiyor musun?”
“Seni rahatsız mı ediyorum?” Konuşmak için ağzımı açtım ama ne diyeceğimi bilemedim.
“Tamam anladım.”
“Bora!” Dedim kızarak. Cidden bana kırılmış mıydı?
Kapıdan çıkmak üzereyken önüne geçtim. “Daha işimiz bitmedi,” dedim göz kırparak. “Ne işiymiş?” Diye sordu yüzüme doğru eğilerek.
“Hangi işi seçersen,” dedim. Kapıdan uzaklaşıp hızlı bir şekilde merdivenden inmeye başladım.
“Benden kaçamazsın!” Diye bağırdı arkamdan Bora. “Benden kurtuluş yok!”
Arkamı dönüp Bora’ya baktım. Tam arkamdan geliyordu. Ben Bora’ya bakarken dengemi kaybedip yere sendelendim.
“Minik fare yakalandı,” dedi gülümseyerek.
O sırada kapı çaldı. “Yağmur gelmiş olabilir mi?” Diye sordum. “O her çıktığında anahtarı yanına alır,” dedi Bora.
İçimden bir küfür savurdum. Kapıyı daha sert çalınmasıyla irkildim. “Odana çık ve kapıyı kilitle!” Dedi Bora sertçe.
Ayağa kalkıp mutfaktan ekmek bıçağı aldım. “Ayça odana çık!” Bora kapıya biraz daha yaklaştı. Tekrardan daha sert bir şekilde kapı çalındı.
“Çıkmayacağım.”
“Ayça hemen odana çık!”
Beni güçsüz görme artık Bora!
Onu dinlemedim. Bora ne derse desin beni odaya çıkaramazdı. Kapı bir anda kırılınca Bora’nın ayağına silah sıktılar. Bora bir anlık sendeledi. Adamlar onu kenara sıkıştırdı. Yüzlerinde maske vardı kimin olduğunu görmüyordum.
Ben adamlara saldırmak için hızlıca ileri gittim. Bıçağı adama saplayacakken elimi havada yakaladı. Kolumu arkama doğru çevirdi. Bıçak elimden düşmüştü.
“Ona dokunma!” Diye bağırdı Bora. Biri Bora’nın boğazına bıçak dayadı. “İstediğiniz benim onu bırakın!”
“İstediğimiz sensin zaten ama bu güzel hanımefendi işimizi görebilir,” dedi adam bana yaklaşarak. Yaklaşık dört kişi falandı. Kimse mi görmedi bunları, burdan geçerken?
Adam elini yanağımda gezdirirken karnına bir tekme attım. Hızlı bir şekilde arkamı dönüp adamın suratına yumruğumu geçirdim.
Adam yerden hızlı bir şekilde kalkıp suratıma sert bir şekilde tokat attı. Ben dengemi kaybedip yere düştüm.
Biri yanıma gelip iki kolumu sıkıca tutup dışarı sürüklediler. İki tane siyah arabalar vardı. Kapıyı açıp beni içeri sokmaya çalışıyordu. “Bin şu arabaya!” Diye bağırdı. Ben çığlık atmaya başlayınca diğer eliyle ağzımı kapattı. Beni arabaya zorla soktu. Yine suratımı tokatladı.
Elimi dudağıma götürdüm. Dudağım kanamaya başlamıştı. Adam sürücü koltuğuna geçtiğinde Bora’nın koşarak geldiğini gördüm. Adam hızlıca sürdüğü için yetişememişti.
Ben öne atlayıp direksiyonu yutup sağ sola çevirmeye başladım. Adam dirseğiyle suratıma vurmuştu. “Uslu durmazsan seni silahla vurarım! Bunu istemezsin diye düşünüyorum.”
Etrafıma baktım. Belki bu adamı etkisiz hale getirebilicek bir şey bulurdum ama yoktu.
Kıyafetimi çıkartıp adamın boynuna sardım. Onu boğmaya başlamıştım. Adam bir eliyle direksiyonu tutuyor diğer elitlere bana engel olmaya çalışıyordu.
Bir duvara çarpıp durmuştuk. Adam eline silah alıp bana doğrulttuğunda hemen elinden aldım. Kıyafeti iyice çektim. Silahı adamın boynuna tuttum. “Kiminle çalışıyorsun!” Diye bağırdım.
Kıyafeti biraz daha bollaştırdım. “Cevap ver!” Diye bağırdım. Silahı biraz daha sertçe bastırdım. “Kime hizmet ediyorsun!” Diye bağırdım tekrardan.
“Tamam…” dediğinde bir kez daha öksürdü. “Söyleyeceğim lütfen vurma,” dedi. Adamın maskesini çıkardım. Bu kişiyi ilk defa görüyorum.
“Söyle!” Diye bağırdım. “Volkan.”
“Soyadı ne?” Diye bağırdım. “Kılıç.”
Ne? Volkan Kılıç mı dedi?
“Tekrar söyle!” Dedim silahı biraz daha bastırarak. “Volkan Kılıç.”
Nefesim kesiliyordu, inanmak istemiyordum. Babam… Bora’yla? Bu imkansızdı. Kalbim paramparça oldu, ve korku damarlarımı sardı.
Ardından ön cam bir anda kırılmıştı. Cama doğru baktığımda Bora’nın olduğunu gördüm. Cama yumruk vurmuştu. Elini uzatıp kapıyı açınca adamın yakasından çekip yere fırlatmıştı.
Ben Bora’yı durdurmaya çalışıyordum çünkü adam benim babamın adını vermişti.
“Bora! Dur lütfen..”
Bora’nın kolundan sıkıca tutup geri çekmeye çalıştım. Bora ne yapmak istediğimi tam olarak çözememişti.
Ben Bora’ya durumu açıklamaya çalışırken adam arabaya binip hızlıca uzaklaşmayı başardı.
“Neden beni durduruyorsun?” Diye bağırdı Bora. Bana bağırmasından hoşlanmamıştım. “Adam babamın adını verdi,” dedim.
Bora kaşlarını çattı. “Ne?” Dedi sadece. “Onlar babama çalışıyor,” dedim.
⚔️
Evde üçümüzde put gibi oturmuştuk. Boş gözlerle etrafa bakıp duruyorduk.
“Böyle hiçbir şey yapmadan oturacak mıyız?” İlk konuşan ben olmuştum.
“Elimiz kolumuz bağlı ne yapabiliriz?” Dedi Yağmur.
“Ben odama çıkıyorum biraz uzanacağım,” dedim.
Odama doğru çıktım. Yatağa doğru uzandım. Yağmur’un dediği gibi elimiz kolumuz bağlıydı.
Adamlar neden Bora’yı almak istedi onu da anlamış değilim. Benden bir şey mi saklıyor?
Kendi kendime konuşmaya da başlamıştım.
Neden babam onu hedef aldı? Tesadüf mü? Hayır. Babam öyle biri değil. Ya Bora? Bunca zamandır yanındaydım ama belki bir maskedir ya da ben tanımamışımdır.
Neden böyle bir karmaşanın içindeyim? Çocukluğumda bana acıları yaşatan babam, şimdi Bora’yı kaçırmayı çalışıyor. Neden? Ne biliyor, ben niye bilmiyorum? Belki de benden bir şey saklıyordur.
Kafam iyice allak bullak oldu.
Kapı sesini duyunca kafamı kapıya çevirdim. Bora’nın geldiğini düşünüyorum. Ve Bora geldi…
“Ayağın nasıl oldu?” Adamlar Bora’nın ayağına silah sıkmışlardı. Çok acımış olmalı.
“Kurşun girdi, çıktı. Şanslıydım kemik kısmına denk gelmemiş,” dedi soğuk bir sesle.
“Bora?”
“Efendim.”
Konuşmak istiyordum. Kendi düşüncelerimi ona anlatmak istiyordum ama nedense biraz zorluk çekiyordum.
“Sen benden bir şey mi saklıyorsun?” Diye sordum dayanamayarak.
Bora bana baktı ve bir süre cevap vermedi. Ortam iyice gerginleşti.
“Hayır. Bir şey saklamıyorum ve öyle bir niyetim de yok,” dedi sert ve kendinden emin bir sesle.
“Emin misin?”
Bora gözlerini kısmış, yüzünde sinirli bir imajı vardı.
“Neyi merak ediyorsan onu sor Ayça. Soruyu dolandırma,” dedi Bora.
Dudaklarımda düğümlenen kelimeler vardı. Boğazımda kalmıştı. O kadar sert konuşmaya başladı ki ne yapsam bilemedim.
“Soruyu dolandırmıyorum, Bora,” dedim sert bir şekilde. “Eğer bir şey saklıyorsan söyle ki yardımcı olayım. Ama senin konuşma şeklin yüzünden insanları ittiriyorsun.”
Bora yere bakıyor ve susmaya devam ediyordu. “Galiba benim yapacak bir şeyim yok, anladım.”
Ayağa kalkıp odadan çıkmak için hazırlanırken Bora kolumu tuttu.
“Korktum,” dedi. Sesi titriyordu. Ayağa kalkıp iki elini de yanağıma koydu. “Sana bir şey olacak diye korktum.”
“Ama olmadı…”
Sesim sadece bir fısıltıdan ibaretti. Bora’nın gözlerinde korku vardı, ilk kez o korkuyu görüyordum. Beni kaybetmekten korkuyordu.
Göz göze geldiğimizde sadece korku değil, bir pişmanlıkda vardı.
“Ben… güvenmek nedir hâlâ çözemedim. Güvenecek kimsem yoktu. Lakin seninle karşılaştığımdan beri başka bir şeyler hissetmeye başladım,” dedi.
“Bu his beni korkutmaya başladı. Artık başka birine zarar vermek istemiyorum, başına kötü bir şeyin geleceğinden korkuyorum, seni kaybetmekten korkuyorum,” diye devamını getirdi.
Elimi, yanağımda olan Bora’nın eline getirdim. Bir adım öne gitti, bir adım daha ve bir adım daha. Beni duvara sıkıştırmıştı. Bir elini belime götürmüştü, beni bırakmaya niyeti yoktu.
“Artık kimse seni benden alamaz, Ayça. Buna izin vermeyeceğim. Senin yanında durmak zorundayım, başka çaresi yok.”
Belimde duran eli sertleşti, iyice kavradı.
“Bir kez daha seni kaybedersem… kendi ellerimle yakarım her şeyi.”
Sahiplenişi sertti, korkutucu ama aynı zamanda koruyucuydu. Yüzümde ılık nefesini tenimde hissettim. Kalbim göğüsümde güm güm atıyordu.
O an zaman durmuştu sanki. Bütün kötülükler, korkular aramızda eriyor gibiydi.
“Ne olursa olsun, seni yalnız bırakmayacağım. İstersen tüm dünyaya karşı dururum. Ama şunu bil ki, bu hayattaki en büyük zaferim, senin kalbini kazanmak olacak.”
Bu kelimeler benim ruhuma o kadar dokundu ki… o an, dünyadaki bütün sesler durdu sadece birbirimizin kalp atış sesleri vardı.
Kollarımı Bora’nın boynuna doladım ve iyice ona sokuldum. Tenin sıcaklığına sığınmak benim tek güvendiğim yer gibiydi.
Bora bana doğru eğilip boynuma bir öpücük kondurdu.
Yavaş yavaş aşağıya iniyordu. Köprücük kemiğime doğru bir öpücük daha kondurdu. Üstümdeki tişört bol olduğu için rahatça sol omzumdan aşağıya doğru çekti. Omzuma bir öpücük kondurdu.
“Korkmuyorsun benden, değil mi?”
Başımı hafifçe iki yana doğru salladım. Kalbim yerimden çıkacak gibiydi.
“Bu kadar yakınken, hâlâ yalan söyleyebilir misin?”
Konuşmak için dudaklarımı araladım ama savunmasız kaldım.
Bacaklarım titriyordu. “Ne hissettiğini biliyorum,” dedi fısıldayarak. Nefesini hissettiğimde tüylerim hep diken diken oluyordu. “Ve bu seni korkutuyor ama hoşuna da gidiyor,” diye devamını getirdi.
Bir anlık geri kaçtım. “Kaçtığında beni delirtiyorsun,” dedi Bora. Haklıydı hâlâ ondan çekindiğimi, korktuğumu sanıyordu.
Elini yanağıma götürdü, diğer eli hâlâ belimi sıkı bir şekilde kavrıyordu. “İçindeki fırtınayı görüyorum,” dedim.
“Ve bunu durdurmak gibi bir niyetim yok,” dedi Bora.
Dizlerim artık tutmayınca belimi daha da sıkıca kavrayıp kendine daha da çekti. “Bir daha benden kaçarsan… seni saklandığın her yerde buluru ve o saklandığın karanlık bile, seni benden saklayamaz.”
Sözleri ve dokumuşları sahipleyiciydi. Ne yalan söyleyim sözleri hoşuma gidiyordu.
Elini belimden, omzuma ve saçlarıma doğru gitti saçlarımı avuçlayıp kendine çekti. Ve beklediğimiz o an geldi…
Dudakları dudaklarıma gitti.
Bir elini tişörtümün içine doğru sokup, belimi tekrardan kavradı. Soğuk ellerini tenimde hissettiğimde ürpermiştim.
İki elini belime doğru götürüp beni kaldırdı. Bacaklarımı Bora’nın beline doladım. Bora yatağa doğru oturdu.
Beni yatağa doğru sırt üstü çevirdi. Dudaklarımız tekrar birleşeceği esnada geri kaçtım.
“Bora şimdi olmaz,” dedim titreyen sesimle. “Kendine engel ol, lütfen.”
“Haklısın,” dedi Bora. “Çok acele davranıyorum,” diye devamını getirdi. Ben Bora’nın kucağından indim.
“Bu ikimiz içinde daha iyi,” dedim. Bora hiçbir şey demedi.
“Bak, seni istemediğimi düşünüyorsan yanlış düşünüyorsun,” dedim. “Sadece doğru zamanı beklemeliyiz,” diye devamını getirdim.
“Yani evlendiğimiz zamanı mı kast ediyorsun,” dedi göz kırparak. “Bora,” dedim -a harfini uzatarak-
“Hadi aşağıya inelim.”
İkimiz birlikte aşığıya Yağmur’un yanına geçtik. “Bir tane film buldum onu izleyelim mi birlikte?” Diye sordu.
Bu olayların üstüne bir de film gecesi mi? Daha doğrusu şuan öğlende, neyse.
“Harika olur,” dedim gülümseyerek.
“Hangi film?” Diye sordu Bora.
“Güzel aksiyonlu bir film. Hızlı ve öfkeli.”
Bu filmi duymuştum lalin izleme fırsatım olmamıştı.
“Siz filmi açın ben hemen mısır patlatayım,” dedi Yağmur.
Bora netflix’i açmaya başlarken ayağa kalktım. “Nereye?” diye sordu Bora. “Lavaboya gideceğim,” dedim.
Bu bir yalandı.
Merdivenden yukarı doğru çıkarken sessizce Bora’nın odasına girdim.
Üzgünüm Bora ama bunu yapmak zorundayım. İçimden sürekli dua ediyordum. Allah’ım lütfen gelmesin.
Kalbim yerinden çıkacak gibi hızlı atıyordu.
En son Bora’nın odasına girdiğimde bir mektup bulmuştum. Hepsini okuma fırsatım olmamıştı. Bora sağ olsun.
Mektupu, odasındaki çöpün içinden çıkardım. Bir sürü parçalara ayrılmıştı. Etrafıma bakıp bant aramaya başladım.
Çekmeceleri iyice kurcaladığımda bir bant bulmuştum. Sessiz bir şekilde odadan çıkıp lavaboya girdim. Kapıyı kilitledim.
Öncelikle kâğıdın parçalarını birleştirmeye çalıştım. Yazıların bazıları eksikti. İçimden bir küfür savurdum. Umarım giderken kalan parçaları düşürmemişimdir.
Artık geri dönemezdim. Bu riski tekrardan göze almak istemiyorum. Sadece kalan parçaları birleştirmeye başladım.
Bantı koparıp kâğıtların üstüne iyice yapıştırdım. Bir yazı ortaya çıkmıştı. Zaten bir kısmını Bora gelmeden önce okumuştum.
Sevgili üvey kardeşim. Yoksa sevgisiz mi demeliyim? Neyse biz konumuza dönelim. Artık rahat durmanı ve bize bulaşmamanı öneririm, yoksa sonuçlarına katlanırsın. Ben seni kendi kardeşim gibi sevdin ama sen bizim aramızı bozdun. Ailem seni bir yetiştirme yurdundan evlatlık edinmişti.
Bu kısım eksikti.
Sen bizim ailemizi, geleceğimizi, her şeyimizi mahvettin. Şimdi kendi ailen seni neden dövdüğünü, istemediğini anlıyorum.
Neler oluyor?
Bu mektupu kim yazdı?
Bora evlatlık mı?
Ailesi neden onu terk etti?
Hay sıçayım böyle işe! Mektubun parçaları kayıptı.
Kağıdı katlaya cebime koydum. Lavaboda fazla bile kalmıştım. Anlamaması için sifonu çektim. Musluğu açıp ellerimi sabunla iyice yıkadım. Ellerimi kurulamadan çıktım.
Aşağıya hızlıca indim. Bora başını bana çevirdi. Onunla göz göze geldim.
“Kayıp ilanı vermeyi düşünüyordum, sen gelince iptal ettim,” dedi kıkırdayarak.
“Ne oldu, çok mu merak ettin?” Dedim gülümseyerek.
“Yani, bir an tuvaletin deliğine düştün sandım,” dedi gülümseyerek.
Koltuğa oturduktan sonra Yağmur elinde patlamış mısır kasesiyle geldi. “Mısırlar hazır.”
Hepimiz koltuğa oturduktan sonra film izlemeye başladık.
⚔️
Hava iyice kararmıştı. Kim bilir kaç saattir film izliyorduk. Akşam yemeği yapmaya bile üşenip dışardan söylemiştik.
Ben kendime hamburger, Bora pizza söylemişti. Yağmur’da kendine dürüm söylemişti.
“Kardeşim,” diye söze girdi Bora. “Masayı toplarsın değil mi, abisinin gülü.”
Koltuğa yayılmıştık. Hiçbirimizin kalkacak hali yoktu. “Bir erkek olarak işe yarayıp sen niye toplamıyorsun,” dedi Yağmur.
Ayağa kalkıp “tamam ben toplarım,” dedim. Hem şu mektubun kalan parçalarını da almış olurum.
Masadaki çöpleri alıp mutfaktaki çöp poşetine koydum. “Ben bir ellerimi yıkayım,” dedim haber vererek.
Üst kata doğru çıktım. Sessiz bir şekilde Bora’nın odasına girdim.
Bu sefer çekmeceye de baktım. Bir şey bulacağımı zannetmiyorum. Bir şey varsa bile Bora saklamıştır.
Belki yere düşmüş diyerek yerlere baktım. Halının altına bile bakmıştım.
“Bunları mı arıyorsun?”
Bora’nın sesiyle irkilip geriye doğru kaçtım.
Bora’ya baktığımda elindeki kâğıtları göstermişti.
Şimdi ne yapacaktım?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |