
Her güzel gecenin, karanlığa açılan bir kapısı vardır.
(12 yıl önce)
“Arkadaşlar şimdi hepinize bir tane top vereceğim aranızda oynayın tamam mı?” Dedi öğretmen.
“Tamam öğretmenim,” dedi çocuklar hep bir ağızdan.
Öğretmen herkese birer tane top verdi. İkili gruplara ayrılmışlardı.
Öğretmen Ayça’nın yanına gitti.
“Ayça senin oynayacak arkadaşın yok mu?” Diye sordu. Ayça üzgün bir şekilde öğretmenine baktı. “Yok öğretmenim ama kendi başıma oynayabilirim,” dedi Ayça.
“Emin misin? İstersen sana bir arkadaş bulabilirim.”
“Gerek yok öğretmenim, teşekkür ederim.”
Ayça öğretmenden topu aldı. Topu yukarı doğru atıp tutmaya çalışırdı.
Ayça yanlışlıkla topu başka tarafa savurdu. Birinin kafasına gelmişti. Ayça hemen çocuğun yanına gitti. Çocuk ağlayarak kafasını tutuyordu.
“Özür dilerim yanlışlıkla oldu,” dedi Ayça. Çocuk Ayça’dan büyüktü.
Ayağa kalkıp Ayça’nın üzerine doğru yürüyüp ittirmişti. Ayça yere düşünce ağlamaya başlamıştı. “Senin yüzünden canım acıdı!” Diye bağırdı Ayça’ya doğru.
Çocuk Ayça’ya tekrar bir hamle yapacağı esnada yanına bir çocuk geldi ve dizine tekme attı. Ayça gelen çocuğu tanıyordu. Bu kişi Bora’ydı.
Çocuk acı içinde yerde ağlayarak dizine bakıyordu. Öğretmen ortalıklarda görünmüyordu.
Bora, Ayça’nın yanına gidip elini uzattı. Ayça, Bora’nın elinden tutup ayağa kalktı. “Canın çok acıdı mı?” Diye sordu Bora.
“Elim yanıyor,” dedi Ayça. Bora, Ayça’nın elini üflemeye başladı. “Öğretmene gidip krem isteyelim,” dedi Bora.
Bora Ayça’nın kolundan tutup içeri götürdü. “Öğretmenim, Ayça yere düştü.”
Öğretmen hızlı bir şekilde yanlarına gidip Ayça’yı kontrol etti. “Bir yerin acıyor mu?” Diye sordu öğretmen. Ayça ellerini öğretmenine uzattı. “Elim yanıyor,” dedi Ayça. “Yara bandı yapıştırır mısınız?” Diye devamını getirdi.
Ayça’nın elleri sadece soyulmuştu. Yara bandını kullanmasına gerek yoktu ama öğretmen Ayça istedi diye almaya gitti.
“Yanımdan ayrılma bundan sonra anlaştık mı?”
“Tamam,” dedi Ayça ağlamaklı bir sesle.
Bora kollarını Ayça’nın boynuna dolamıştı. İkisi de birbirine sarılmıştı.
(Günümüz)
Bora odaya girdiğinde nefesim kesilmişti. Gözlerimi Bora’dan kaçıyordum. Ona bakacak cesareti kendimde bulamıyordum. Elinde buruşturulmuş kâğıt parçası vardı.
Bora birkaç adımla üzerime geldi. Bir anda boğazına kadar gelen öfkeyle dişlerini sıktı ama haykırmamaya çalışıyordu.
“Bora ben…” dedim. Devamını getirmeye dilim varmıyordu. Karşısında lal olmuştum. Bora elini yumruk yapmıştı. Sert bir şekilde duvarı yumrukladı.
Bora’nın içinde bir şey koptu o anda. Öfke, hayal kırıklığı, utanma. En çok da öfke vardı. Mümkünse bana bağırmamaya çalışıyordu. Kendini zor tutuyordu.
“Demek okudun,” dedi Bora kabullenerek. Üzerine derin bir yorgunluk vardı.
Bora duvara doğru ilerledi. Duvara yaslanıp, yere yavaşça kaydı. Birkaç saniye gözlerini kapattı. Bakışlarını bana çevirdi. Göz teması kuruyordu.
Acaba anlatsam mı? Yoksa anlatmasam mı? Diye düşündüğünden eminim.
Derin bir nefes alıp, verdi.
“Kâğıtları bana ver,” dedi sert bir şekilde. Bora’nın yanına korka korka yaklaştım. Elimde ki kâğıtları ona uzattım. “Titreme,” dedi aynı ses tonuyla.
“Bora, ben sadece gerçekleri öğrenmek istedim,” dedim. Yere çöküp ağlamaya başladım.
Korkuyor muydum? Yoksa bir suçluluk mu hissediyordum?
Bora yanıma gelip diz çöktü. Elini çeneme götürüp yukarı kaldırdı. “Sana yapma demiştim,” dedi Bora fısıldayarak. Boğazım düğümlenmiş, dilim lal olmuştu, ellerim ise titriyordu.
Bora kolumdan tutup ayağa kaldırdı. Belimden destek vererek yatağa doğru ilerledik. İkimizde yatağa oturduk. Ben Bora’nın yüze dahi bakamıyordum.
Bora elini, önüme gelen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Neden bana bakmıyorsun?” Diye sordu Bora. Bana kızmıyordu, sertte konuşmuyordu.
Bora bana daha fazla yanaşıp kollarını boynuna sardı. “Özür dilerim seni korkutmak istemedim,” dedi Bora. Benim ondan özür dilemem gerekirken o benden özür diliyordu.
Bora bana sarılınca ben daha çok ağlamaya başladım. Kollarımı Bora’nın boynuna dolayıp ona iyice sokuldum.
Bora bir elini belime götürünce onun dizine yattım. Saçlarımı okşuyordu.
“Kaç yıl oldu hatırlamıyorum,” dedi Bora anlatmaya başlayarak. “Çocuktum…” diye devamını getirdi.
“Benim çocukluğum…” dedi Bora, boğazı kurumuş gibi. “Hiç çocukluk değildi. Bir çocuğun hayatından daha da uzaktı.”
Bora’nın sesi titriyordu. Yalnız bu bir korku titremesi değildi. “Babam…” diye başladı ama durdu. Dişlerini ve bir elini yumruk yapmış onu sıkıyordu. Diğer eli nazikçe saçlarımı okşuyordu.
“Babam bir canavardı…” diye devamını getirdi.
Ben kıpırdamadan Bora’nın dizinde yatmaya devam ediyordum. Ne şaşırdım, ne de konuşmasını bölmek bile istemiyordum. Sadece yanında olduğumu göstermek için susuyordum.
“Her gece aynı şey olurdu. Babam eve sarhoş gelirdi. Bana bağırırdı,” dedi Bora. Yutkundu. Derin bir nefes aldı. “Evdeki ayak sesleri bile beni yeterince korkutuyordu.”
“Hatta bir keresinde… o zamanlar okuldaydım. Okul çıkışı eve dönmemek için bir sürü farklı farklı yol düşünürdüm. Parkta beklerdim. Parmaklarım hep donardı. Sırf geç kaldım diye fazla üstüme gitmeyeceğini düşündüm ana o gün beni kemerle dövmüştü.”
Bora tişörtün eteklerinden tutup çıkardı. Bana sırtını gösterdi. Kemer izleri duruyordu.
Hâlâ ağlamaya devam ediyordum.
“Annen?” Dedim soru sorarcasına.
“Annem kendi ekmeğini düşünürdü. Beni izlerdi. Babama müdahale ettiği vakitlerde de onu döverdi,” dedi Bora.
“En sonunda zaten beni yurda bırakmışlardı. Belki orada rahat ederim diye düşündüm. Lakin orada da farklı bir cehenneme düştüm,” diye devamını getirdi.
“Herkes beni, bir köşeye itti. Sen… o gün yanıma oturup benimle tanışana kadar her şey değişti,” dediğinde kaşlarımı çattı.
Benim konuştuğum bir çocuk vardı. Fazla konuşmuyorduk. Sadece karşılaştığımız zamanlar. Onun adı da… bir dakika yoksa o…
“O çocuk sen miydin?” Dedim daha fazla ağlayarak.
“Evet. O çocuk benim.”
Bora’ya hızlıca, sert bir şekilde sarıldım. Kafamı omzuna gömdüm.
“O gün sadece sen benim yanıma geldin, o gün bütün acılarımın sona erdiğini sandım, o gün yeni bir karar verdim.”
Bora’nın yüzüme baktım. “İntikam alacaktım. Bizim hayatımızı cehenneme çevireni, bende çevirecektim,” diye devamını getirdi.
Ben kollarımı Bora’nın boynuna tekrar doladım. Başımı bu sefer boynuna gömdüm. Hafif baharalı, odunumsu bir kokusu vardı. Nefes kesiciydi.
Saçlarımı okşaması uykumu iyice getirmişti. Kollarım yavaş yavaş gevşemeye başlamıştı. Bora ellerini belime ve ayağıma sarıp tek hamlede kaldırdı.
Odadan çıkıp yatak odama doğru ilerledi. Yorganımı açıp beni yatağa yatırdı. Yorganı üzerime çekti. Uzaklaşacağı esnada “saçımı okşar mısın?” Dedim. Bora itiraz etmeden yanıma yattı. Saçlarımı okşuyordu. “Ben uyuyana kadar gitme olur mu?” Diye devamını getirdim.
“Sen uyuyana kadar burada kalacağım,” dedi Bora saçlarımı okşamaya devam ederek. Gözlerimi kapatmıştım. Bora saçlarıma bir öpücük bıraktı.
⚔️
“GÜNAYDIN!”
Yağmur’un bağırmasıyla yerimden sıçradım. “Yeni uyandırma sistemin mi?” Dedim uykulu bir ses tonuyla. “Bugün alışverişe gidiyoruz,” dedi Yağmur.
“Sabah sabah ne alışverişi kızım ya,” dedim esneyerek.
“Önce güzel bir kahvaltı ardından güzel bir alışverişe çıkacağız,” dedi Yağmur. Yataktan yavaşça kalkıp, lavaboya girip yüzümü yıkadım. Saçlarımı topladıktan sonra odadan çıktım.
Merdivenden aşağıya inmek üzereyken Yağmur seslendi. “Ayça. Şu abimi kaldıralım. Kalkmak bilmiyor,” dedi. “Tamam geliyorum.”
Bora’nın odasına girdiğimde üstünde sıfır kollu siyah bir badi vardı. Kaslarını daha çok belli ediyordu.
Yani etkilenmiş olabilirdim.
Yatağın kenarında duran küçük yastığı alıp Bora’ya bir tane geçirdim. Bora ellerini yastığın altından çıkarıp üzerime doğru hızlıca bir hamle yaptı.
Siktir… bıçakla mı uyuyordu?
Kenara çekilip kolunu tutup, yukarı doğru kaldırıp sırtına getirip büktüm. “Ayça?” Dedi Bora.
“Sen salak mısın bıçakla mı uyuyorsun!” Diye bağırdım. Hâla Bora’nın kolunu büktüğünü fark edip bıraktım. “Affedersin refleksle oldu,” dedim.
“Vov!” Dedi Yağmur. “Ayça’dan beklenmeyecek hareketler,” diye devamını getirdi. “Şu reflekslerini her yerde kullanabilsen keşke,” dedi Bora.
“Onu bunu bırakın da. Sen bıçakla niye uyuyorsun?” Diye sordum. Bıçakda aynı eski çağlardaki hançerlere benziyordu. Hoşuma gitmişti.
“Önlem amaçlı,” dedi Bora. Gözlerimi devirdim. “Bir de silahla uyu tam olsun,” dedim.
“Mantıklı,” dedi Bora. “Ben bunu bir düşüneyim,” diye devamını getirdi. İçimden deli ya bu diye söylendim.
Gözlerim Bora’nın kollarına gidip duruyordu. “Hemen hazırlanın dışarı gezmeye çıkacağız,” dedi Yağmur kapıdan koşarak çıkarak.
“Çıkmayı düşünmüyor musun?” Dedi Bora.
Aptalsın kızım.
“He şey… hemen çıkıyorum,” dedim.
“Ayça gitmeden önce kapıdaki gömleğimi getirir misin?” Gidip kendi niye almıyor?
“Tamam,” dedim. Kapıya gidip askıda olan gömleğini elime aldım. Tam Bora’ya dönüp vereceğim esnada sırt kaslarını gördüm. Üstünü çıkarmıştı. Gözlerimi şoka girmiş gibi büyümüştü.
Önünü döndüğünde karın kaslarını gördüm. Bakışlarımı aşağıya doğru çektim. “Sence beyaz gömlek iyi gider mi?” Diye sordu.
“Hava soğuk, bilmem ki?” Dedim.
“Ben üşümem.”
“Giy o zaman.”
Gömleğini Bora’ya verip hızlıca odadan çıkınca Bora’nın kıkırdamasını duydum.
Kendi odama gidip dolanımı açtım. Havalar iyice soğumaya başlamıştı o yüzden kalın bir şeyler giymem lazımdı.
Siyah bol pantolon ve beyaz bir kazak giydim.
Makyaj aynanın karşısına gidip saçlarımı taradım. Hafif bir makyaj yaptım. Son olarakta parfüm sıktım.
Ayağa kalkıp kapıyı açınca Bora’yı karşımda duvara yaslanmış bir şekilde görünce irkildim. “İnsanları korkutmaktan zevk mi alıyorsun?” Diye sordum.
“Daha çok hobim gibi ama seni korkutmak istemedim.”
Bora’nın üstünde beyaz bir gömlek. Göğüslerine kadar yakasını açmıştı ve kollarını da dirseğine kadar kıvırmıştı. Altına siyah bir pantolon, belinde de siyah bir kemer takılıydı.
“Sen, beni mi süzüyorsun?” Dedi yandan bir bakış atmışcasına.
“Ne alakası var?” Dedim. Bana doğru bir adım attı. Elini saçımda gezdirdi. “Çok güzel olmuşsun,” dedi.
“Teşekkür ederim,” dedim gülümseyerek.
Elimden tutup birlikte aşağıya doğru indik. Ardından da Yağmur’da peşimizden geldi. Hep birlikte dışarı adımımızı attık.
“Yürüyelim mi?” Diye sordu Yağmur.
“Hava soğuk,” dedi Bora. “Hasta olmanızı istemem,” diye devamını getirdi.
“O kadarda soğuk değil,” dedim.
Bora hızlı bir şekilde eve tekrardan girdi. “Bize ceket getirecek sanırım,” dedi Yağmur.
Bora elinde iki tane yünlü polar getirmişti. İkimize de vermişti. “Sen kendine almadın mı?” Diye sordum.
“Ben kolay kolay üşümem.”
Cadde boyunca yürümeye başlayınca rüzgar tenime çarpıyordu. Hava serindi. Az da olsa biraz güneş vardı lakin bulutların arasında kaybolmaya başlamıştı.
Ben ve Yağmur en önden yürüyorduk. Bora ise birkaç adım geride kalmıştı. Ara ara arkama bakıyordum. Yağmur kolunu bana dolamıştı.
Biraz daha yürüdüğümüzde bir butik görmüştük. “Ayça şuraya bak! Yeni sezon gelmiş!” Diye coşturarak içeri girdi.
“Yağmur sakin ol,” dedim gülümseyerek. “En azından enerjik dolu, sen sabah hâlâ uykuluydun. Şimdi biraz kendine geldin gibi,” dedi Bora hafifçe gülümseyerek.
“Kendime geldiğimi kim söyledi? Üşümemek için hareket ediyorum,” dedim.
“Ben size dedim.”
Bora ile ben butik camına yaklaşınca Yağmur’u gördüm. Ellerinde birkaç parça kıyafetlerle dolmuştu bile.
“Bence hemen içeri girelim,” dedim.
Ben içeri girdiğimde Yağmur hemen yanında belirdi. “Ayça bunu hemen denemen gerekiyor!” Dediğinde kıyafetlere baktım. Oversize bir kazak ve siyah-beyaz bir kareli etek uzattı.
“Ben bunları giymesem,” dedim.
“Giymekten zarar gelmez,” dedi Yağmur.
Bora yanımıza doğru yaklaştı. Kıyafetlere iyice baktı. “Bunu tam olarak nerede giyeceksin?” Diye sordu Bora.
Yağmur “sen ilgilenme bence,” dedi.
“Ne demek ‘ilgilenme’ tabii ki ilgilenicem kızım,” dedi Bora.
“Bora gerçekten kıyafetlerime mi karışacaksın?” Diye sordum kaşlarımı çatarak.
“İstediğini giymekte özgürsün,” dedi omuz silkerek. “Ama yanlış gözle bakan biri olursa…o zaman işler değişir. Haberiniz olsun.”
Bana doğru eğilip kulağıma doğru yaklaştı. “Yapmadığım bir şey değil biliyorsun,” dediğinde ne demek istediğini anlamıştım.
“Ne demek istiyorsun?” Diye sordum anlamamazlıktan gelerek.
“Ne demek istediğimi gayet iyi anladın,” dedi gözlerime bakarak. “Beni zorlamanı istemem, Ayça.”
Bazen beni korkutsada onun bu tavrı hoşuma gidiyordu.
Yağmur’dan kıyafetleri alıp kabine ilerledim. Kabin perdeliydi. Perdeyi örtmek için elimi uzatırken perde kapandı. “Abi napıyorsun?” Diyen Yağmur’un sesini duyunca gülmeden edemedim.
Bora perdeyi baya germişti. “Rahatça giyinsin,” dedi Bora.
Gülümseyerek kıyafetlerimi çıkartıp, Yağmur’un bana verdiği kıyafetleri üzerime giydim. Aynadan kendime baktım. Yağmur’un hakkı vardı. Sevimli bir tarzım olmuştu. Kazak omzumdan hafif düşüyordu, eteğin kesimi tam yerindeydi.
“Bora perdeyi bırakabilirsin,” dedim.
Bora perdeyi bıraktığında dışarı çıktım. Yağmur “çok güzel olmuşsun,” dedi.
Ardından Bora’ya doğru bakınca beni baştan aşağı iyice süzdü. Refleks gibi eteğimin ucunu biraz indirdim. Ama bu onu durdurmadı. Tekrardan yüzümden başlayıp, eteğime kadar süzdü.
“Fena değil,” dedi nihayet.
Yağmur donuk bir şekilde Bora’nın suratına baktı. ‘Fena değil?’ dedi Yağmur. “Bence mükemmel olmuş. Ayça bunları alıyoruz,” diye devamını getirdi.
Tekrardan aynaya dönüp kombine tekrar baktım. Güzel fena durmuyordu.
“Tamam. Alıyorum ben bunu,” dedim gülümseyerek. Yağmur derin bir nefes verdi. “Almayacaksın zannettim bir an,” dedi Yağmur.
“Bora,” diye seslendim. Bora’nın bakışları beni bulunca “perdeyi tutabilir misin?” Dedim.
Ben kabine tekrardan girince, Bora perdeyi gerince gülmeden edemedim.
Üzerimdeki kıyafetleri çıkartıp kendi kıyafetlerimi giydim. “Bora perdeyi bırakabilirsin,” dedim tekrardan.
Ödeme kısmına geçince Bora elimdeki kıyafetleri aldı. Yağmur çoktan hemen Bora’ya vermişti. “Bora ben öderdi-”
“Ben hallederim güzelim,” dedi Bora.
Ne demişti ‘güzelim’ mi? Dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı. Hoşum gitmişti.
Bora hepsini ödeyip, poşetleri elinde alıp dışarı çıktık. Toplam üç tane poşet vardı. İkisi Yağmur’un, biri de benimdi.
“Karnı aç olan var mı?” Dedi Bora. Sabah kahvaltısı yapmadan çıkmıştık. Valla ben açım. Yağmur’u bile yiyebilirdim.
“Ben açım,” dedi Yağmur.
“Bende,” dedim.
Bora’nın yanına yaklaşıp tam önünde durarak aradaki mesafeyi azalttım. Parmak ucumla yükselince Bora’nın eli belimi kavradı. Kulağına doğru “seni bile yiyebilirim,” dedim fısıldayarak.
“Beni yemek tehlikeli olabilir. Çünkü seni bir daha bırakmak beni zorlayabilir,” dedi göz kırparak.
⚔️
AVM’nin kapısından içeri girdiğimizde ılık hava yüzüme çarptı. Bora’nın elinde hâlâ butik poşeti vardı. Yağmur aldığı elbiseden bahsedip duruyordu. Bende bazen özel günlerde elbise alırken heyecanlanırdım.
“O kadar güzel parlıyordu ki üstümde görmen lazımdı,” dedi Yağmur yine heyecanla anlatırken.
Gülümsedim. Bora sessizce yanımızdan yürüyordu. Arada sırada bana göz ucuyla da bakmayı ihmal etmiyordu. Sürekli göz göze gelirdik.
Az önceki yakınlığımız etkisindeydim hâlâ. Kalbim deli gibi hızlıca çarpıyordu.
Reklam panoların önünden geçerken Bora başını bana çevirdi. Ardından da Yağmur’a çevirdi.
“Ne yemek istersiniz?” Diye sordu Bora. “Hâlâ kahvaltı mı istiyorsunuz, yoksa doğrudan hamburger falan mı yiyelim?”
“Ben kahvaltıdan yanayım,” dedim. “Kruvasan gibi bir şey olsa hayır demem.”
Yağmur hemen atladı “starbucks’a gidelim mi? Orada kruvasan da var, sandviç de, birde chessecake…”
Bora omuz silkti. “Tamam yeter ki şu karnınızı doyuralım, yoksa ikinizi de çantalarla birlikte taşımak zorunda kalacağım.”
Hepimiz gülüştük. Bora yanımda adımlarını yavaşlatarak yürüyordu.
İçeri girdiğimizde ortalık cıvıl cıvıldı. Kafeler doluyu ama Bora’nın direkt yöneldiği masada birileri kalkmak üzereydi. “Adamın kalkmasını mı bekliyoruz cidden?” Dedim.
“Beğendim burayı,” dedi Bora. “Yoldan gelen geçenler çok göremez,” diye devamını getirdi.
“Niye gizleniyoruz ki?” Dedim biraz alaycı ses tonuyla.
“Çünkü seni herkesin görmesine gerek yok. Ben görüyorum ya, yetiyor.”
Yüzümde donuk bir ifade belirdi. Kalbim önce durdu, sonra hızlandı. Cümlesini bitirdiğinde bile yüz ifadesi bana dönüktü.
Adam masadan kalkınca hepimiz oturduk. Yağmur hemen menüye gömülmüştü.
“Ben vişneli cheesecake ve frappuccino alırım,” dedi Yağmur.
“Bende kruvasan ve latte alırım o zaman,” dedim.
Bora ayağa kalkıp siparişlerimizi almaya gitti.
“Sabah sabah cheesecake yiyebilecek misin?” Diye sordum. Sabah ben çok tatlı bir şey yemem gerçi.
“Ne bileyim ya canım çok tatlı istedi,” dedi Yağmur. “İyi sen bilirsin o zaman,” dedim.
Bora elinde iki tane tepsiyle geldi. Biri Yağmur’un biri benimdi. “Sen kendine almadın mı?” Diye sordum.
“Alıcam şimdi,” dedi Bora. Yağmur kekinden bir çatal alıp ağzına attı. Bora kulağıma doğru eğildi. “İlgileniyorsun değil mi benimle, ilgileniyorsun.”
Bu cümleyi bir yerden hatırlıyorum. Dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı. Bu cümleyi özlemiştim.
“Şerefsiz, lanet adam,” dedim gülümseyerek. “Sana lanetleniyoruz güzelim,” dedi Bora göz kırparak.
İçeceğimden bir yudum alınca Bora elinde ki tepsiyle yanıma geldi.
Tepsileri iyice incelediğimde benimle aynı menüyü aldığını fark ettim. Bir tek kahveyi değiştirmişti. Yanılmıyorsam sade kahve almıştı.
“Sade kahveden vazgeç artık,” dedi Yağmur. Hak veriyordum. Yağmur’la kahve yaptığımız zamanlarda o hep sade içerdi.
“Cidden bırak şu kahveyi,” dedim.
“Sizin gibi onu da bırakamıyorum,” dedi Bora kıkırdayarak.
Yağmur Bora’nın omzuna sertçe yumruk oldu. “Hahaha ne kadar komik,” dedi.
⚔️
Yemeği bitirdikten sonra biz Yağmur’la tekrardan kendimize elbise ve birkaç parça kıyafetler almıştık.
Yanlış oldu düzeltiyorum: tabii ki Bora’ya kitlemiştik.
O kadar yorulmuştum ki yere yığılıp kalacağım. Yağmur ile Bora biraz ileriden gidiyordu. Yağmur koşarak yanıma geldi ve koluma girdi.
“Bugün Bora’nın doğum günü.”
“Aaa!”
“Sessiz ol! Duyacak.”
Bugün günlerden yirmi Kasımdı. Demek ki Bora bugün doğmuştu.
“Şimdi sen ayağını burkma taklidi yapacaksın, bende şu pastaneden pasta alacağım,” dedi Yağmur. Fena fikir değildi.
“Tamam başlayalım mı?”
“Başla.”
Bora’nın arkası dönüktü. Bu fırsatı kaçıramazdım. “Ah!” Diye bağırdım acı bir sesle. Bora hemen arkasını dönüp hızlıca yanıma geldi. Yanıma doğru eğildi. Yağmur bunu fırsat bilip hızlıca uzaklaştı.
Yağmur’a baktığımda, biraz ileride durup bana baktı. Yüzünde hafif bir gülünseme vardı. Sanki planlarımızın işe yaradığını görmenin mutluluğunu yaşıyordu.
“Ne oldu?” Diye sordu yanımda çömelip. “Ayağımı burktum çok acıyor,” dedim kendimi acındırarak.
“Neresi acıyor?”
“Şurası,” dedim elimle bileğimi göstererek. Bora’nın eli ayağına getirdi sağa sola çevirerek oynatmaya başladı. Bora’nın yüzünde endişe vardı. “Ah!” Dedim daha çok bağırarak. “Dokunma lütfen çok acıyor,” dedim.
Yağmur neredesin be kızım?
Bora’nın eli tekrardan bileğimde doğru gitti. Hafifçe oynatmaya devam ediyordu. Yüzüne beliren endişe bir yandan içimi rahatlatıyor, bir yandan da huzursuz hissettirmişti.
“Burada, şurası acıyor,” dedim sesimi daha fazla yükselterek.
Yağmur’un geldiğini gelince derin bir nefes verdim. “Geçti mi?” Diye sordu. Bir şey yoktu ama yine acıyor diyeceğim çünkü neden olmasın.
“Yok çok acıyor,” dedim ağlamaklı bir sesle. Bora’nın bir eli belime, diğer eli ayaklarıma gidip kucakladı. Benimde istediğim buydu.
Kusura bakma Bora ayaklarım koptu kopacak.
Yağmur’un elinde ki pastaneye ait poşet dikkatini çekmiş olacak ki ara ara bakıp duruyordu. “Gece film izleriz diye tatlı aldım,” dedi Yağmur.
“Ayağının acısı geçti galiba hiç sesinde çıkmıyor,” dedi Bora.
Ben hemen yüz ifademi değiştirdim. “Ne geçmesi çok acıyor,” dedim.
“O yüzden bir saattir sırıtıp duruyorsun,” dedi Bora. Ne? Gülmüş müydüm?
Rol yapmayı bırakıp “ayağım çok ağrımıştı,” dedim trip atarcasına.
“Nasıl da yakaladım seni,” dedi Bora. “O sırıtışında hiç fena değildi, hatta hoşuma da gitti diyebilirim.”
Gülümsedim.
Nihayet eve gelmiştim. Ben ayağa kalkmaya çalışınca Bora beni nazikçe yere indirdi.
Eve girdiğimizde poşetleri direk yere fırlatıp kendimizi koltuğa fırlatmıştık. “Öldüm,” dedi Yağmur.
“Bende,” dedim derin nefes alıp vererek.
“Siktir lan, ben taşıdım seni eve,” dedi Bora gülümseyerek. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordum.
“Ne yani o kadar ağır mıyım?” Dedim kaşlarımı çatarak.
“Yok öyle değil,” dedi Bora.
“Akşama görüşeceğiz!” Dedim sertçe.
“Görüşelim bakalım,” dedi Bora göz kırparak.
Koltuktan ayağa kalkıp kendi poşetlerimi alıp odaya çıkarttım. Tek tek askıya astım.
Odadan çıkarken Bora’yı odasında gördüm. Kapıyı kapatıp, sırtımı duvara yasladım. “Ne oldu?” Diye sordu Bora.
Oflar gibi burnumdan bir ses çıkardım. “Naber?” Diye sordum dalga geçerek.
Elimi kapının deliğini götürüp çaktırmadan kilidi aldım. “İyi senden?” Dedi kaşlarını çatarak.
Birkaç adım atıp gözlerimi oda da gezdirdim. “Hayırdır?” Dedi Bora.
“Hiç,” dedim uzatarak.
“Sen kaşınıyorsun belli,” dedi Bora.
Yatağın oraya gidip yastıkları yere attım. Ardından yorganı çekip yere attım. “Ne kadar da dağınıksın,” dedim dudak büzerek.
“Kızım sen iyi değilsin,” dedi Bora.
Gardolabına yaklaşıp birkaç parça kıyafet çıkarıp attım. “Şunları ütüle çok pis,” dedim.
“Lan daha yeni ütüledim onları ben,” dedi Bora. Artık isyan etme aşamasındaydı.
Ben elime biraz daha eşya alacakken yanıma gelip bileğimi kavradı. “Derdin ne?” Dedi Bora sertçe.
“Otur anlatayım,” dedim. Bileğimi bırakıp sorgulamadan oturdu. Karşısına geçtim. “Derdim ne biliyor musun?”
“He söyle,” dedi oflayarak.
Koşarak kapıyı açıp hemen kilitledim. Tam zamanında yetiştim. Bora az kalsın kapıyı açıyordu. “Ben gelene kadar bu odayı toplamış ol,” dedim kıkırdayarak.
“Ruh hastası seni!” Diye bağırdı arkamdan.
Hemen Yağmur’un yanına gittim. “Bora’yı odasına kilitledim,” dedim heyecanlı bir şekilde. “Helal lan,” dedi Yağmur.
Ben Bora’yla uğraşana kadar Yağmur masaya tabak falan koymuştu. “Ayça sen süsleri ayarlayabilir misin?” Diye sordu Yağmur.
“Yaparım,” dedim.
Balonları şişirip sağ sola fırlattım. Bazılarını duvara yapıştırdım. İyiki doğdun yazısını da yapıştırdım.
“Gidip çağırayım mı?” Diye sordum. “Evet.”
Hemen Bora’nın odasına doğru ilerledim.
Burda bir terslik vardı. Bora’nın odasının kapısı açıktı. Anahtar bende nasıl açtı bu kapıyı?
“Bora sen?” Diyebildim sadece.
Bora yatağına uzanmış, kollarını da ensesine getirmiş. Görende plajda güneşleniyor sanacak.
Yüzünde gülümseme vardı. Kendisiyle onur duyuyordu. “Yedek anahtarım vardı,” dedi.
“Ve sende odayı toplayıp benim gelmemi mi bekledin?” Dedim şaşırarak.
“Evet,” dedi gülümseyerek.
“Yemek hazır seni bekliyoruz,” dedim. Kalk artık Bora.
Bora ayağa kalkıp yanıma geldi. “Gidelim o zaman,” dedi. İlerlemem için elini kapıya doğru uzattı. Önden ben geçtim. Hızlı hızlı ilerledim.
Tam mutfağa geçince Yağmur elinde konfeti vardı. Bir tanesini bana verdi. Niran arkamı dönüp hızlıca konfetiyi patlattım. “İyi ki doğdun!” Diye bağırdık hep birlikte.
Bora’nın yüzü az da olsa gülüyordu. Yağmur pastayı alıp Bora’nın ağzına kadar sokmuştu resmen.
“Dilek tut,” dedim.
“Dileğim yanımda, başka ne isteyebilirim ki?” Dedi Bora göz kırparak. Ve mumu üfledi…
Dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı.
⚔️
Pastaları yemiştik. Lakin bir sorun vardı. Hepimizin aynı anda uykusu gelmesi normal mi?
“Kendimi sarhoş gibi hissediyorum amına koyayım,” dedi Bora gözlerini kırpıştırarak.
“Sarhoş musun yoksa yine saçmalamaya mı başladın?” Dedim burnumu çekerek.
Yağmur başını masadan kaldırıp “bence ikisi bir arada,” dedi. “Beynin hâlâ yatakta, ama dilin buradaymış gibi konuşuyor.”
Hepimiz saçmalıyorduk.
“Bora kendini bir düzeltte odaya çıkar bizi tek tek,” dedim gözlerimi kırpıştırarak.
“Nasıl düzelteyim? Kendimi deli ile sarhoş arasında karıştırıyorum,” dedi Bora esneyerek.
“Bora’nın dengesini sağlamak için kafasına çelik kask takmak lazım,” dedi Yağmur.
“Ben kaskı takarım, sizde şu kokteylleri getirinde sarhoş modu da tamamlayayım.”
Bora’yı daha önce içerken görmemiştim.
“Kokteyl mi?” Dedim. “Bizim masadaki tek içkimiz çay ve senin deliliğin,” diye devamını getirdim.
“Şu masayı da toplayıp uyuyalım bir an önce,” dedi Bora. Ben gözlerimi zor açıyorum birde masayı mı toplayacağız.
“Yarın toplasak?” Diye sordum.
“Böcekler basar burayı odama falan da girer bitlenirim,” dedi Bora.
“Yuvasına gidiyorlar bir şey olmaz.”
Yağmur’un dediğine kahkaha attım.
“Abinle böyle mi konuşuyorsun? Ayıp,” dedi Bora.
Yağmur son gücüyle kalkıp artan pastayı eline alıp dolaba koydu. Bende tabak ve bardakları alıp bulaşığa attım. Suyu da biraz açtım.
“Gerisini yarın hallederiz,” dedi Yağmur.
Hepimiz üst kata çıkıp odalara kapanmıştık.
Dolabımı açıp; bir tane gri şort ve beyaz dar crop alıp hızlıca giyindim. Yağmur’un evleri sıcak oluyordu ama ben sürekli üstümü boğazıma kadar çeken bir kız olduğum için terletmeyecek tarız kıyafetler giyiyordum.
Tam yatağa gireceğim esnada direk yatağın üstüne yüz üstü düştüm.
Dizlerim yerde, gövdem yatakta duruyordu. Kollarımda öne doğru uzanmış bir şekildeydim. Saçlarım hep yüzüme gelmişti. Ve tabii ki bilincim kapandı. Burada uyku yoktu başka bir iş dönüyordu.
(Alp’in anlatımıyla)
“Işıklar söndü girelim mi?” Diye sordum.
“Uykuya daldıklarından emin olmalıyız.”
“Patron çoktan uykuya dalmışlardır,” dedim. Artık intikamımı alacaktım.
“Sessizce gidin ve hızlıca helledin arabada bekliyoruz.”
Kapının anahtarına sahip olamayacağımı mı zannettiniz? İstersem her şeyi yaparım.
Anahtarı kapıya takıp yavaşça kilidi açtım. Sessizce içeri girdim. “Ben Ayça’yı alırım siz Yağmur’u alın,” dedim.
“Patron Yağmur’u senin almanı söylememiş miydi?”
“Ne fark eder? Ayça’yı ben alacağım bu kadar!”
“Siktir git o zaman!” Patronun çalışanına ayar oluyorum.
Dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı. İkimizde yukarı doğru çıktık. Rastgele bir odayı açtım. Burası banyoydu.
Bir tane daha açtım işte Ayça’nın odasını bulmuştum.
(Ayça’nın anlatımıyla)
Odama birinin geldiğini duymuştum. Gözlerimi zar zor hafifçe araladım. Önüme gelen saçlarımla kimin olduğunu göremedim.
Eli yüzüme doğru gezindi. Ardından saçımı kulağımın arkasına sıkıştırınca kimin olduğunu öğrendim. Nefesimi tutmuş bir şekilde Alp’in suratına bakıyordum.
Tüm gücümü kullanıp ellerimi yatağa bastırıp kalkacağım esnada, benim kolumdan tutup sırt üstü çevirdi. Ellerimi yukarıda kilitledi, bir eliyle de ağzımı kapattı.
“Sana uyku ilacı işe yaramıyor mu güzelim?”
Ne?
Uyku ilacı mı?
Eve mi girmişti?
Gözlerimi kocaman açmıştım. “Sakin ol birtanem içeceklerinizin hepsine ilaç attım sadece,” dedi dudağının kenarı kıvrılarak.
Ben hareket etmeye çalıştıkça aşağıya doğru kaymaya başlamıştım.
“Aaa,” dedi şaşırmış şeklimde. “Sen içecek çok içmezdin,” diye devamını getirdi. “Unuttuğum için özür dilerim.”
Bana doğru yaklaşıp boynuma sokuldu. Her yerimi öpmeye başlamıştı. Ondan iğreniyordum.
Sinirlenip, ağzımda duran elini dişledim. Acı içinde hemen elini çekti ve bana tokat atmasıyla en sonunda yüz üstü yere düştüm.
Kalkacak gücüm yoktu. Yanıma doğru yaklaştı. Tam arkamda duruyordu. Kolumu tutup kaldırmaya çalıştı. Ben kalkmamak için direndim. En sonunda saçımı tutup geriye doğru çekti.
Soğuk eli, belimi kavrayıp beni kucağına almıştı.
Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Beni dışarı çıkarıp bir arabaya bindirdi. Gözlerimi açık tutmaya çalışıyordum.
Kolumu kapının koluna götürdüğümde kilit sesini duymuştum. “Bebeğim daha yeni başlıyor eğlencemiz nereye gidiyorsun?” Dedi Alp. Pislik şizofren.
Alp son süratle arabayı kullanıyordu. Ellerimi koltuğa bastırarak kendimi kaldırmaya çalıştım. Az da olsa biraz kalkmıştım. Başımı arabanın kapısına yasladım. Alp gelince tüm gücünü kullanıp ona tekme atacaktım.
Gözlerimi kapatıp uyumuş numarası yaptım. Elimle ayağımı sıkmaya başladım. Onun acısını hissedip uyumamam lazımdı.
Sonunda bir yerde durmuştuk. Alp arabadan indiğini duyunca gözlerimi biraz olsun araladım.
Siktir… Alp diğer taraftan geliyordu.
Kapıyı açtığı esnada kafam geriye doğru düşecekken Alp elini kafama koyup çarpmama engel oldu. Kısa süre içinde bedenimin havalandığını hissettim.
Beni bir eve götürüyordu. Eve girerken beni bir odaya götürüp yatağa yatırdı. Kısa süre içinde biri daha geldi. O adamı tanımıyorum. En kötüsü kucağında Yağmur vardı. Onu da yanımdaki yatağa yatırdı.
“İp getirdin mi?” Diye sordu Alp.
“Uyuyorlar zaten gerek yok,” dedi tanımadığım birisi.
“Lan yarım saatte uyanırlar git getir hemen!” Diye bağırdı Alp.
“Senin sesine uyanacaklar gerizekalı!”
“Uzatmada getir!”
Adam dışarı çıkınca, Alp tekrardan yüzüne doğru yaklaştığını hissettim. Tüm gücümü kullanıp Alp’in suratına yumruğumu geçirdim.
Alp yatağın hemen yanına doğru sarsılınca, hızlı bir şekilde yastığı alıp onu boğmaya çalıştım.
O sırada kapıdan elinde iplerle olan biri geldi. “Lan!” Diye bağırarak omuzlarımdan tutup beni köşeye fırlattı.
“Olum kendine gel lan!”
Yağmur’un yanına gidip onu dürtmeye başladım. “Yağmur uyan!” Diye bağırdım.
Adam yanıma doğru gelince karnına bir tekme savurdum. Alp boynunu tutup nefes almaya çalışıyordu.
“Git şu kızı yakala!” Diye bağırdı Alp öksürüklerin içinde.
Yağmur gözlerini aralamıştı. “Hemen kalkmalısın,” dedim. Kolunu tutup çekiştirerek.
O sırada arkamdan birinin geldiğini hissedince, hızlıca arkamı dönüp yumruğumu savurdum. Adam eğilip yumruğumdan kurtulmuş oldu ama üstüme gelerek beni omzuna aldı.
“Bırak beni piç kutusu!” Diyerek sırtını yumrukladım. Beni yatağa doğru sırt üstü bıraktı. Tekme atacaktım lakin iki ayağımıza sıkıca tutuyordu. Ben ayağımı savurarak kurtulmaya çalışıyordum.
Alp kendine gelerek üzerime doğru çıktı. Karnımın üstüne oturmuştu ayı. “Kalk üstümden!” Dedim nefes alamaya çalışarak.
Ellerimi sıkıca tutup ipi bağladı. Diğer adamda bacaklarımı bağlamıştı. Alp üstümden kalkmıştı.
Yağmur’a baktığımda tekrardan bilincinin kapandığını gördüm. “Bir kızı tutamadın!” Diye bağırdı Alp. “Sen de bi bok yapamadın!”
“Lan kız öldürüyordu beni!” Diye bağırdı Alp.
“Beni dayak manyağı yaptı o ne olacak!”
“Kesin sesinizi!” Diye bağırdım. “Başım şişti be!”
“Git şunun ağzını bantla!” Dedi Alp.
“Niye sen yapmıyorsun da ona yaptırıyorsun?” Diye sordum sırıtarak.
Şuanda kafayı sıyırmıştım.
“Aaa pardon,” dedim şaşırmış bir şekilde. “Sen benden korkuyordun değil mi?” Dedim kahkaha atarak.
“Bantı ver lan!” Diye bağırdı Alp. Adam çekmeceyi açıp bant alıp Alp’e uzattı. Elimi kaldırıp gel işareti yaptım. “Senin ellerini arkadan bağlamak lazımdı,” dedi Alp.
“Sıkıyorsa bağlamayı dene,” dedim gülümseyerek. “Come on,” dedim uzatarak.
Yatağa yanıma çıkınca tekrardan karnımın üstüne oturdu. “Orospu öldüreceksen git silahla öldür!” Diye bağırdım.
Ellerimi sıkıca kavrayıp çözmeye çalıştı. Kollarımı kıracaktı şerefsiz öyle bir sıkıyordu ki…
Ellerimi çözünce omzumdan tutup beni ters çevirdi. Ellerimi arkada bağlayınca tekrardan çevirdi. Bantı kesip ağzıma yapıştırmak için yaklaştı. O sırada tam burnuna kafa attım.
Alp acı içinde burnunu tutuyordu. Kafam biraz acımış olsada burnunu kanatmayı başarmıştım. Alp sinirle üzerime gelip sertçe tokat attı. Oda benim dudağımı patlatmıştı. Sonra gelip bantı ağzıma yapıştırdı.
“Senin anlayacağın dilde konuşalım o zaman,” dedi Alp.
(Bora’nın anlatımıyla)
Ter içinde sıçrayarak uyanmıştım. Nefes nefeseydim. Yanımda duran masadan bir bardak su içmek için uzandığımda bir kâğıt gördüm. Elime alıp kağıdı okumaya başladım.
Sen benim ailemi aldın, şimdi sıra sende. Birini seç.
En altında da Alp ismi yazıyordu. Hemen ayağa kalkıp Ayça’nın odasına gittim. Orada yoktu. Yağmur’un odasına girdim. O da yoktu.
Kâğıtta bir numara vardı. Telefonu elime alıp tuşlara bastım. Her basışımda kalbim duruyordu.
Çalıyor…
“Alp! Orospu çocuğu çık karşıma!” Diye bağırdım. Yumruğumu kırılırcasına sertçe sıktım.
Tüylerimi diken diken eden bir kahkaha patlattı. “Öfken hoşuma gidiyor Bora,” dedi Alp soğuk bir sesle. “Sakin olmalısın. Onları bağırarak kurtaramazsın.”
“Onlara dokunursan seni parçalara ayırırım. Duydun mu lan beni!”
Kısa bir sessizlik. Sonra o lanet kelimeler: “Konum yolluyorum eğer cesaretin varsa tek başına gelirsin.”
Telefon kapandı ve ekrana bir mesaj düştü. Konum yollamıştı.
“Bekle beni piç kurusu seni ellerimle toprağa gömeceğim!”
Telefonu cebime sertçe fırlattım. Mesajdaki konum gözlerimin önünde yanıp sönüyordu adeta. Bacaklarım titriyordu lakin bu korku değildi, öfkeydi.
Montumu kaptığım gibi dışarı çıkıp arabaya bindim.
“Alp…” dedim dişlerimin arasından. “Ulan ben bu oyunu senin kafanda bitereceğim!” Dediğimde son hızla arabayı sürmeye başladım.
Telefondan tekrar konuma baktığımda harabe bir depoyu işaret ediyordu. “Tabii ya…” diye homurdandım. “Senin gibi bir ruh hastası nerede bekleyebilirdi ki?”
Yolda ilerlerken Ayça’nın yüzü gözümde canlandı. Ardından Yağmur’un sesi.
Konuma yaklaştıkça yol iyice daralmıştı. Çürümüş binalar, terk edişmiş kamyon kasaları duruyordu. Artık kırmızı noktanın tam önündeydim.
Freni serçe çekip, arabadan indim. Soğuk hava ciğerlerimi yakmıştı.
“Buradayım lan şerefsiz!” diye bağırdım içeri girerek. Sesim karanlık duvarların arasında yankılanmıştı.
Biraz daha ilerlediğimde solumda duran arabanın farları açılmış, ardından sağımdaki ve önümdeki arabanın. Kalbim deli gibi hızla çarpıyordu.
Yağmur ve Ayça’yı gördüm ikisinin de kafasına silah tutuyorlardı.
“Biraz daha geç kalsaydın ikisini de öldürecektik,” dedi Alp.
“Hadi bakalım seçim zamanı.”
“Sikerim lan seçimini. Bana bak onların kılına zarar gelmicek!”
“Sen benim ailemi öldürdün! Şimdi sıra sende. Birini kurtarabilirsin, Bora. Lakin diğerinin kanı senin elinde olacak.”
Karanlık ve arabanın farları adeta üstüme çöküyordu. Kalbim ortadan ikiye bölünmüştü. Ve bir karar vermek zorundaydım…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |