
Selamlar efeniiim. 💫
Bölümü biraz beklettim,
yoğun geçen bir haftaydı benim için. Ama çok şükür attım bölümü.
Sizden birkaç ricam olacak, kitabı çevrenizdekilere tavsiye ederseniz çok sevinirim ayrıca yorum
yapıp oy atarsanız da çok sevinirim. Güveniyorum ben sizlere. 😊
Çok bekletmeden bölüme geçelim bakalıım. 🧡
Şarkı- Ervah-ı Ezelde/Grup Abdal
"Unutmayın; Dünya da yaşamıyorsunuz, Dünyadan geçiyorsunuz."
-Mevlana

Bu eser, tamamen hayal gücüne dayalı bir kurgu eseridir. İçindeki karakterler, kurumlar, olaylar ve mekânlar tamamen uydurulmuş olup, gerçek dünya ile hiçbir bağlantısı yoktur.
🌃
Gecenin tam ortasında, bir gölge, hiçbir iz bırakmadan kayboldu ve ardında yalnızca bir soru bıraktı: "Gerçekten kaybolmuş muyduk, yoksa sadece unutulmuş muyduk?"
🌃
Kafamı gökyüzüne çevirip yıldızları seyretmeye başladım. Şehrin yapay ışıklardan uzak olması yıldızları gün yüzüne çıkarıyordu ve bende hergün bu saatlerde apartman dairemin balkonuna çıkıp yıldızları seyredalıyordum. Mevsim sonbahar, dışarda içimizi titreten bir soğuk var. Kalbim daha sapasağlam bir duvarken, ruhum hâlâ yanan bir ışıkken...
Yirmi üçüncü yaşımın sonlarındayım. Anneme göre yetişkin bir kadın, babama göre ise hâlâ onun nazlı ve küçük kızıyım. Ama bana kalırsa ruhumun yaşı, yıldızlardan çok daha genç.
Adım Göksel Kandemir, ama etrafımda birileri bana Bayan Kargaşa der, birileri ise Nazlı Çiçek; biri içimdeki fırtınayı anlatır, diğeri ise görünüşteki zarif halleri... Her ikisi de doğru, ama ikisini bir arada tutmak, işte asıl mesele...
🌃
Hafif yağmur çiseliyordu Hakkarların Şehrine. Şehirde hemen hemen herkes uykudaydı. Uyanık olanlar ise nöbet tutan askerlerdi Sınırdan geçecek olan Hançer Timini bekliyordu Asteğmenler. Hançer Timi kim miydi?
Kıdemli Üsteğmen Emir Kurşun
Astsubay Başçavuş Cem Günay
Astsubay Başçavuş Ateş Aslan
Astsubay Başçavuş Alp Aydoğan
Astsubay Üstçavuş Çağan Gündoğdu
Teğmen Alperen Korkmaz
Astsubay Çavuş Doruk Aytekin
Zırhlı araç sınıra doğru ilerlerken askeriye de gerginlik hakimdi. Hazan Albay etrafta terör estiriyordu, intikamları yine alınamamıştı. Askeriyenin araştırmalarının yürütüldüğü bölüme girip koltuğuna oturdu ve büyük ekrandan kırmızı bültenle aranan teröriste baktı. Sandıklarından daha zekiydi.
Zırhlı araç, sınıra yaklaşmıştı. Kimse birbiriyle tek kelime konuşmuyordu. Üzerlerinde şehit olan arkadaşlarının intikamını aylar geçmesine rağmen alamamanın ağırlığı vardı. Zordu, çok ama çok zordu.
Hepsinin gözlerinde onu gördükleri son an vardı. Kaşlarının ortasında fişeğin açtığı delik vardı. Gözleri donup kalmıştı, deliğin açıldığı yerden akan kan hem bordo beresini hem de kamuflajını ıslatıyordu. Emir olduğu yerde kalmış, yere yığılan arkadaşına bakıyordu. Kulaklarına devresi Cem'in bağırışı doldu, ancak o zaman kendine gelebildi. Gözlerini arkadaşından ayırıp fişeğin geldiği yöne çevirdi ve hemen sonra arkadaşının yanına koştu. Gözleri hâlâ açıktı ve kaşları arasından akan kan azaldığında dudakları arasından akan kan durmuştu. Dakikalar geçti, alnından ve dudaklarından akan kanlar durmuştu. İlk Emir hareket etti ve bir eliyle silah arkadaşının gözlerini kapadı...
"Komutanım, duymuyor musunuz bizi?" Emir Komutan, Doruğun sesi ile gözlerinin önüne gelen andan ayrıldı. İçindeki intikam ateşine odun eklenmişti, o ateş harlanmıştı.
"Söyle Doruk." Emir en sonunda gözlerini Doruğa çevirdi. "Askeriyeye geldik komutanım." Emir ayaklandı ve arkadaşlarının yüzüne bakmadan Hazan Albay'ın yanına doğru yürümeye başladı.
"Yaklaşmayın yanına, ya size patlar ya da size patlar gerisini siz düşünün. Dinlenin sizde." Cem'in dedikleriyle herkes askeriyedeki odasına doğru ilerledi. Cem ise bahçede kaldı ve sigarasını yaktı, hemen sonra sol elini cebine atıp Emir'i beklemeye başladı.
Herkes bu hayatta çok şey için fedakarlık yapıp bedel ödüyordu ancak en büyük fedakarlığı onlar yapmıştı ve yapmaya devam ediyordu. Gençliklerini, ailelerini, güzel günlerini, canlarını, kanlarını feda ediyorlardı. Onlar isimsiz kahramanlardı.
Cem ne kadar süre orada kaldığını bilmiyordu ancak en sonunda Emir yanına gelmişti. Elinde ki sigara paketinden bir tane de Emir'e verdi. Çok içmezlerdi, canları ne zaman sıkılırsa ve dertleri içlerinde duramıyorsa o zaman içerlerdi. Emir, Cem'e baktı. Bir eli kamuflaj pantolonunun cebinde, diğer eli sigara külünü kısaltmak için dudakları arasında ki sigaraya uzanıyordu.
"Albay ne dedi?" Cem'in sorusuyla iç çekti Emir. "Azarladı. Nasıl yine yapamamışız, onları nasıl yenemiyormuşuz, bu kadar safsak burada olmamalıymışız falan dedi. Hesap sordu kısaca. Bildiğin Hazan Albay işte." Emir'in sesinde ufakta olsa kırgınlık vardı. Cem ve timde ki herkese göre Emir iyi bir komutandı ama Hazan Albay, Emir'den çok daha ötesini istiyordu. "Sıkma canını devrem, bu iş için nelerden vazgeçtin biliyoruz biz. Hem rütbenin, hem de mesleğinin hakkını layıkıyla yerine getiriyorsun. Sende söylüyorsun bildiğimiz Hazan Albay işte. Kendini bu sözler yüzünden sorgulama." Emir kafasını iki yana salladı, sigarasından derin bir iç çekti ve sigarayı sağ eline aldı. "Hata yaptım. Onu bulduğum anda alnının ortasından vuracaktım."
🌃
Telefonumu yanımdaki komodine bıraktım ve odamda ki masaya doğru ilerledi. Yarın öğrencilere vereceğim alıştırma kağıtlarını masamda ki dosyaya koydum ve yarın giyineceğim şeyleri hazırlamaya başladım. Üzerime pembe bir kazak, altıma ise beyaz bir pantolon giyecektim.
Tam odamdan çıkacakken telefonum çalmaya başladı. Telefonu elime aldığımda annemin aradığını gördüm, hemen açtım. "Alo, kızım." Yatağıma oturdum. "Efendim anne?" Arkadan abimin sesi geliyordu. "Nasılsın diye aradım, içim hiç rahat değil. Ne diye gittin oraya?" Geldiğim günden beri hep aynı şeyleri söylüyordu. Annemle öyle iyi bir ilişkimiz yoktu. Aramız ne iyi ne de kötüydü, babamla da öyleydi. Aile evinde aramın genelde iyi olduğu tek kişi abimdi.
Yaklaşık beş dakika boyunca annemin upuzun nutuğunu dinledim. Hiçbir belaya bulaşmayacağıma, sadece okula gidip geleceğim hakkında söz vermiştim. Zaten burada öyle çok arkadaşım yoktu. Okulda ki öğretmen arkadaşlar ile konuşuyordum. Okulda da en yakın iki arkadaşım vardı zaten. Biri Eren'di, onu ortaokuldan beri tanırdım. Aynı liseye, hatta aynı üniversiteye gittik, sonrasında da aynı yere atandık. Diğeri ise Asuman'dı. Onu da liseden beri tanıyordum. Liseden sonra aynı üniversiteye gittik ve sonrasında da aynı yere atandık. En yakın arkadaşlarımdandı bu ikisi. Bir kişi daha vardı, o da Aslıhan. Onu da buraya gelince tanıdım. Tatlı bir kız, birbirimize kolayca ısındık. Çok yakın olmasakta yine arkadaş olduğum biri vardı, ev arkadaşım. Adı Emel, aynı okulda görev yapıyoruz. O kıza en başından beri ısınamadım ama yine de iyi biri. Bunu anlayabiliyorum.
Yatağımdan kalktım ve odamdan çıktım, mutfağa geldim. Kendime kahve yapacaktım, sonbahar akşamları balkonda oturup kahve içmeyi oldum olası hep sevmişimdir. Evimiz apartmanın ikinci katındaydı, iki tane balkonu vardı. Ben genelde mutfağın balkonunu kullanıyordum.
Su kaynadığında kupamı çıkartıp kahvemi hazırladım ve mutfağın balkonuna geçtim. Etraf sessizdi, sokaktan araba bile geçmiyordu şu an. Çok sessizlikten hoşlanmasam da aşırı yüksek sesten daha iyi olduğunu düşünüyordum. Hayatım da sessiz biri hiç olmamıştım -çok sakardım bu yüzden hep ses çıkarırdım- ama başkalarının yaptığı seslerden nefret ederdim.
Balkon da bulunan sandalyelerden birine oturup, yuvarlak küçük masaya ise kupamı bıraktım. Öğrencilerimi yarın tekrardan görmek için aşırı heyecanlıydım. İki günlük tatilde bile heyecanla pazartesi gününü beklemiştim. Bu şehirde sevdiğim nadir şeylerden biriydi öğrencilerim. Güvenlikli bir ortam değildi bulunduğumuz şehir, Hakkari'nin sınır ilçesinde yaşıyordum iki aydır. Anlamadığım bir dilde konuşuyordu çoğu kişi. Etrafta ki nineler ise ayrı bir garipti, alınlarında ve ellerinde garip desenler çiziliydi. O desenler kına ile yapılmamış gibi duruyordu ayrıca.
Ev arkadaşım Emel ise normal bir insandı, iç anadolu da doğup büyümüştü. Ben balkonda otururken o odasındaydı genelde, ne olur ne olmaz diye bulaşmıyordum ona da. Burada birine güvenmek zordu, kimin ne yapacağını asla kestiremiyordunuz. Her şeye rağmen ona biraz bile olsa güven duymalıydım zaten çok denk gelmiyorduk evde. Ona güveniyordum o ayrıydı ama bulunduğumuz ortam ve şehir hakkında ki söylentiler yüzünden ön yargılıydım. Eh, haklıydım da.
Ne kadar süre orada dışarıyı izledim bilmiyorum ama en sonunda üşüyüp odama girdim ve üzerimi değiştirdim. Sonrasında da günün yorgunluğuyla kendimi derin bir uykunun kollarına bıraktım...
Alarmımın sesiyle gözlerimi araladım ve tavanı izlemeye başladım. Birkaç saniye sonra yatakta olduğum yerde doğrulup gözlerimi ovaladım, gözlerim nedensizce yanıyordu. Yataktan kalkıp terliklerimi giyindim ve elimi yüzümü yıkamak için odamdan çıktım. Banyo hemen odamın yanındaydı, birkaç adım sonra banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra ayna da kendime baktım. "Tövbe bismillah." Göz altlarım morarmıştı, öcü gibiydim. Bu görüntüme katlanamayıp banyodan çıktım ve odama geri geldim. Dün akşam hazırlayıp kapımın arkasına astığım kıyafetlerimi giyindim ve odamda ki boy aynasından kendime baktım, güzeldim he. "Elemtere fiş, kem gözlere şiş."
Aynamdan kendime bakma işi bitince saçlarımı yapmak için makyaj masamın çekmecesinden mavi tarağımı alıp saçlarımı taramaya başladım. Hemen sonra siyah lastik tokayla saçlarımı yarım bağladım, lastiği kapatacak şekilde beyaz kurdeleli tokayı taktım. Anlaşılan bugün içimde ki çirkef kızı saklayarak şirin kızı oynayacaktım.
Tarağımı yeri çekmeceye koyup makyajımı yapmaya başladım. Hafif şişmiş göz altlarıma kapatıcı uyguladım, fondöten kullanmayacaktım bugün. Kapatıcıdan sonra yanaklarıma ve burnumun ucuna allık uyguladım, amaç soğuktan kızarmış gibi göstermekti. Allıktan sonra ise gözlerime geçtim. Göz kapaklarıma pembe far uyguladım, göz pınarlarıma doğru ise highlighter uyguladım. Kirpiklerimi kıvırıp maskara sürdükten sonra dudaklarıma gloss sürdüm. Makyajım da bitmişti.
Odamdan çıkıp mutfağa girdim, şu an hiç aç değildim o yüzden okulda yiyebileceğim en pratik şeylerden olan tostu yaptım. Termosuma da sallama çay yapıp koyacaktım. Okulda nöbetim vardı bugün, ancak öğle arasında yemek yiyebilirdim. Sıkıntı yoktu bana göre. En sonunda öğle yemeğimi de hazırlamıştım, elimde termos ve plastik kapla mutfaktan çıktım. Vestiyerden çantamı alıp termosumu ve plastik kabımı çantaya koydum. Odamdan telefonumu ve anahtarımı alıp montumu giyindim. Odamdan çıkmadan önce ise şemsiyemi aldım ve çantama koydum, hava bugün yağmurluydu. Dış kapının önüne gelince beyaz spor ayakkabılarımı giyindim ve evden çıktım.
Evden çıkar çıkmaz da Hakkarlar'ın Şehri'nin gazabına uğradım. Yağmur yağıyordu ama bu sefer hazırlıklıydım. Çantamdan şemsiyemi çıkarıp açtım, ilk defa yağmura karşı hazırlıklı yakalanmıştım. Genelde bu konular da hep şanssızımdır.
Okul ve ev arası on beş veya yirmi dakika sürüyordu, hayatımda ki tüm şansımı bundan yana kullanmıştım sanırım. Bugün güzel bir gün olacaktı, hissediyordum. Aynı zamanda içimde anlamsız bir korku, endişe vardı. Ve o duyguları hissetmek karnıma stres sancıları girmesine neden oluyordu. Normalde de kaygılı biriyim zaten, kötü bir şey olacak gibi algılamamalıydım.
Okulun bahçesine girdiğimde bütün korkumu, kaygımı bir kenara bıraktım. Çünkü bu bahçeye adım attığımda sadece sevinci hissediyordum. Bugün pazartesi olduğu için tören vardı. Okula girip merdivenlere yöneldim, öğretmenler odasının olduğu kata çıktım. Hemen sonra odaya girdiğimde Asuman'ı gördüm. Şu kısacık sürede bile çok sevmiştim onu, zaten burada ki en yakım arkadaşlarımdandı. Yanına gidip hemen sol tarafında ki sandalyeye oturdum. "Günaydın!" Sabah sabah bu ne enerjiydi anlamıyorum. "Günaydın, nasıldın?" Heyecanla cevapladı. "Çok iyiyim. Dur bak sana ne anlatacağım." Dedikodu mesaimiz başlıyordu anlaşılan. "Hançer Tim'i görevden dönmüş." Birkaç ay önce uzun bir göreve gittiklerine dair bir haber duymuştum televşzyonda, zaten adlarını da ilk o zaman duymuştum. "Hoşgelmişler. Bunu mu diyecektin ki?" Kafasını evet anlamında salladı. "Bir şey daha var." Ne der gibi ona baktım. "Adamlar fena iyi yalnız." Of Asuman, yoruyorsun. "Kızım sana ne! Susta aşağı inelim, tören başlayacak."
Törenden sonra öğrencilerle birlikte sınıfa çıktık ve derslere başladık. "Ben yazarken elimi iyi izleyin ki harfi yazarken zorlanmayın." Tahtaya 'K' harfini yazmaya başladım. Nasıl yazıldığını anlatınca da tahtanın önğnde çekildim. "Anladınız mı çocuklar?" Herkesten onay aldıktan sonra tebessüm ettim. "O zaman defterlerinize yazmaya başlayın, yapamazsanız beni çağırın." Öğrenciler defterlerine harfi yazarken bende sıraların arasında geziniyordum ki bir sırada durdum. "Hakkı, biraz daha güzel yazsana kuzuşum. Evde pratik yap bu yazı güzelleştirme konusu hakkında." Hakkı sevimli bir şekilde güldü. "Ben sadece Feyza'ya güzel yazarım öğretmeniim!" Hakkı'm, üzümlü kekim... Üzerler seni oğluşum. "O zaman sende ona yazıyor gibi yaz kuzuşum." Hakkı kafasını sallayıp önüne döndü. Bende sıraları gezip çocuklara yardım etmeye devam ettim. Teneffüs zilinin çalmasına bir veya iki dakika kalmıştı sanırım. "Bir sonra ki ders alıştırma kağıdı vereceğim öğrendiğimiz harfle ilgili, unutmadan ödevinizi de şimdi vereyim ben. Bugün öğrendiğimiz harfi iki sayfa boyunca yazın olur mu? Bir de verdiğim kağıtları yapın. Annelerinize de yazacağım ödevinizi." Ve ben ödevi söyler söylemez zil çaldı. "Koşmayın, düşersiniz!" Hakkı ve İbrahim beni duymamış olacak ki koşarak sınıftan çıktılar. Dosyamı ve kalemliğimi sınıfta bırakıp nöbet tutacağım yere, yani bahçeye indim. Üzerimde montum vardı. Ankara'nın ayazına öylesine alıştım ki bu soğuk bende azıcık etki bırakıyordu. Ama buranın soğuğu da insanı dondurmuyor değil, hakkını vermek lazım. "Göksel Hanım?" Kadamı sesin geldiği yöne çevirdim. Bana seslenen kişi müdürümüz Çatlakların Delal'di. "Efendim Delal Hanım?" Nedense bu kadını sevmiyordum, sevemiyordum. "Yine mi nöbetiniz var?" Sen yazdın ya nöbeti? Deli. "Kim yazıyorsa artık nöbetleri, her gün nöbetim var." Gözlerini kıstı. "Kolay gelsin o zaman size." Kaçarsın tabii, verecek cevabın yok.
Kısa bir süre sonra teneffüs çalınca bahçede ki çocuklar içeri girmeye başladı, aynı şekilde dışarda ki öğretmenler de içeriye girdi. Öğretmenler zili çalınca ise ben içeri girdim. Sınıfın olduğu kata çıktım ve koridorun sonunda olan sınıfa girdim. İçeri girdiğimde herkes yerinde oturuyordu. Camlardan biri açıktı ve bu yüzden sınıf soğumuştu. Sınıf arka cephedeydi, normalden daha da soğuktu. Sınıfın bulunduğu cephe ağaçlık bir alana bakıyordu. Bu yüzden genellikle camlar ve perdeler kapalı olurdu. Camı kapatıp perdesini açık bıraktım, boş yere ışıkları yakmak istememiştim. "Havalar bayağı soğudu, camları çok açmamaya çalışın olur mu? Hasta olursunuz yoksa." Sözlerim onaylandığında öğretmenler masasının üzerinde duran dosyamdan hem derste yapacağımız kağıtları hem de ödev vereceğim kağıtları çıkarıp herkese dağıtmaya başladım. "Noktaları birleştirerek harfleri yazacaksınız, alt kısımda ise yazılan kelimeleri karşılarına yazacaksınız. Yapamazsanız benden yardım isteyin kuzuşlarım." Öğretmenler masasına oturup yoklama aldım.
Herkes önündeki kağıda odaklanmışken bende onları izliyordum. Bazıları ciddiyetle, bazıları yüzlerinde ki ufak tebessümle önündeki kağıdı dolduruyordu. "Öğretmenim ilk önce düz bir çizgi çiziyorduk değil mi?" Gönül'e doğru döndüm ve gülümsedim. "Hangi harf kuzum?" İlk önce kağıdına, sonra da bana baktı. "Kıh harfi öğretmenim." Kafamı evet anlamında salladım. "Evet tatlım, önce düz bir çizgi çiziyoruz." Gönül önüne dönünce bende ayağa kalkıp sıraların arasında gezinmeye başladım. "Öğretmenim güzel yazmış mıyım? Feyza'ya yazıyor gibi yazdım." Hakkı'nın sesi kulaklarıma ulaşınca gülümseyerek yanına gittim, kağıdına doğru eğilip yazısına baktım. "Çok güzel yazmışsın kuzuşum." Hakkı sevimlice gülümsedi. Herkes kağıdını bitirince ödev kısmını anlattım ve kağıtlarına yıldız atıp dosyalarına koymalarını söyledim. Şimdiyse sohbet ediyorduk. Arada böyle yapıyorduk, öğrenmeleri kadar eğlenmeleri de önemliydi kanımca.
"Dapîr min bana kerê kurê rabe diyor öğretmeniiim! Ama dediğini yapmıyorum. Bu arada rabe kalk demek heke hûn fêm nakin." Çeviri için teşekkürler Hakkıcığım. "Ben Kürtçe bilmiyorum ki? İyisi mi sen benimle konuşurken Türkçe konuş. Anlamıyorum diğer türlü dediklerinizi." Buraya çok yabancıydım dil konusunda. Biri bana sövse, evet öyle der geçerdim anlamadığım için. "Yav öğretmenim, bilirsiiiz bilirsiiz. Öğretem? Diyorum ki, anneannem bana hep eşek oğlu eşek kalk diyor. Ama ben hiç dediğini yapmıyorum, zaten hep dediği için çok umursamıyorum." Güldüm ve onların kendi aralarında konuşmasına izin verdim. Bazıları ödevini yapıyor, bazıları sıra arkadaşıyla sessizce sohbet ediyordu, gürültülü olmadıkları için bir şey demiyordum. O an bir şey hissettim; sabahtan beri içimde sakladığım endişe tekrardan ortaya çıkıyordu. Nedenini anlayamıyordum ama bugün ciddi anlamda bir stres vardı içimde. Bunun nedeni şom ağzım mıydı yoksa hislerim mi bilmiyordum.
Birkaç dakika geçti, içimde ki stres büyüdü. O stresin nedenini ise bir anda gelen yüksek seslerle anladım; silah sesleri.
O silah seslerinden sonra ise daha çok artan sesler duyuldu. Çocuklar refleksle yere eğilince aynısını bende yaptım. "Sakın ayağa kalkmayın!" Zaten bunu yapacaklarını düşünmüyordum ama uyarmam gerektiğini hissetmiştim. Sesler fazlaydı, duvarlara isabet eden mermiler çok sayıda olduğu için yer yer delikler açmıştı. Tam o anda bir pencere tuzla buz oldu. Hayatımda ki en çaresiz anlardan birini yaşıyordum. Şu an yapmam gereken ne vardı bilmiyordum ama yapmam gereken şeylerin bir öğretmen için zor olduğunu biliyordum. Kırılan pencereler yüzünden mermiler askılıklara isabet ediyordu. Duvarların kenarlarına yaslanmıştık, sanırım dışarıdna görünmüyorduk. Sınıflardan çığlık sesleri geliyordu, daha da geriliyordum. Sınıfımdan çıt bile çıkmazken çocukların gözlerinden sessiz haykırışları duyuluyordu. Artan sesler birilerinin daha geldiğini düşündürüyordu.
"Bu sefer bizi bitirecekler değil mi? Çok korkuyorum." Hakkı'nın sesi ağlamaklı çıkıyordu. Hakkı'nın sesini ilk defa böyle duyuyordum. Şu an nehrin ortasında sürüklenen bir odun parçası gibi hissediyordum. Bir yerlere sürükleniyordum ve yolun sonu korkunç gözüküyordu. "Korkmayın canlarım benim, bizi koruyacak kişiler gelecektir. Hem bizi kimler koruyordu? Asker abiler değil mi? İşte onlar kesin gelmişlerdir buraya ya da yoldadırlar, korkmayın o yüzden." Buna ilk önce kendimi inandırmaya çalıştım. "Emir Abi gelecek mi?" O kimdi bilmiyordum ama sakinleşmesi için ona ihtiyaç duyduğu belli oluyordu. Bu yüzden evet demekte fayda vardı. "Gelecek, korkmayın o yüzden." Sınıfa isabet eden kurşun sayısı dakikalar sonra azalmıştı ancak etrafın görüntüsü pek iç açıcı değildi.
Sirenler çalmaya başladı okulun içinde. Ve sonrası bize kıyamet habercisi gibi gelmişti. Çığlıklar birbirine karıştı, siren sesi durmak bilmedi. Sıraların çoğu delik deşik olmuştu. Silah sesleri çifter olarak geliyordu, bu sefer kesin birileri gelmişti. "Askerler etrafı çevirdi, olduğunuz yerde kalın. Tehlike geçtikten sonra sınıflar kontrollü bir şekilde boşaltılacaktır." Müdürün sesi kesilince siren sesi azalmıştı, çığlık sesleriyse yerli yerinde duruyordu.
Başka bir anons daha geldi. "Sarı ikaz, üç dakika sürekli siren sesi. Saldırı tehlikesi var, alarma hazır ol." İstemsizce kulaklarımı kapattım, yüksek ses kulaklarımı uğuldatıyordu. Üçüncü dakikanın kaçıncı saniyesiydi bilmiyordum, hiçbir şey düşünemiyordum. Çığlık sesleri yavaş yavaş azalıyordu. Karşımda ki çocklar gözlerinden boncuk boncuk yaşlar döküyordu. Sessizlerdi, diğer sınıflara göre hiç ses yoktu neredeyse.
Üç dakika boyunca o siren sesi duyuldu. Siren sesi yavaş yavaş kesilmeye başladı ve birkaç saniye sonra tamamen kesildi. Silah sesleri de gelmiyordu artık. Gönül gözlerinden akan yaşları elinin tersiyle sildi.
Sessiz geçen birkaç dakika sonra bir anons daha geldi. "Kırmızı ikaz, üç dakika dalgalı siren sesi. Saldırı tehlikesi geçti, derhal okul boşaltılsın." Kadın sesi kesilince Delal konuşmaya başladı. "İlk olarak birinci katta ki öğrenciler ve öğretmenler aşağı inmeye başlayabilir." Aşırı büyük bir gürültü ile alt kat boşaltılmaya başlandı. Koşma ve ağlama sesleri çok net duyuluyordu.
Dakikalar geçti alt kat anca boşaltılmıştı. "İkinci kattaki öğrenciler ve öğretmenler aşağı inmeye başlayabilir." Ayağa kalkıp öğretmenler masasının üzerinde ki çantamı aldım. "Tek sıra olun çocuklar." Onlar tek sıra hâline gelirken bende sınıfın kapısını açtım. "Sakince çıkıyoruz tamam mı?" Herkes kafasını sallayınca sınıftan çıktık. Koridor aşırı kalabalıktı. Kimse bağırmıyordu, sadece ayak sesleri duyluyordu. Tuvaletin yanına yaklaştıkça ağlama sesi duyuluyordu. Kaşlarımı çatıp yanımdan geçen Asuman'a döndüm. "Benim sınıfa göz kulak olur musun?" Asuman kafasını salladı, tam bir şey soracaktı ki izin vermeden tuvalete girdim. Kapının sol kısmında yere çömelmiş kulaklarını kapatıp yüksek sesle ağlayan bir kız çocuğu gördüm. Benim sınıfımdan değildi. Kız beni fark etmemişti sanırım. Beni fark etmesi için bende yanına doğru eğildim ve ellerini tuttum, yerinde sıçradı.
"Şşşt, sakin ol. Öğretmenim ben." Öğretmen olduğumu duyduğunda nefesini düzene sokmaya çalıştı. "Öğretmen misin?" Kafamı evet anlamında salladım. "Öğretmenim tabii." Gözyaşlarını koluyla sildi. "Sen neden buradasın?" Boğazını temizledi, derin bir nefes aldı. "Derste tuvaletim geldi, buraya geldim. Sonra da burada kaldım." Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Gel bir yüzünü yıkayalım." Kafasını tamam anlamında aşağı yukarı salladı, ayağa kalktı ve el yıkama yerlerine gitti. Kapı tarafında ki ilk yere gelip kollarını sıvadı ve yüzüne birkaç kez su çarptı. Sakinleşmesi için çantamdan hiç açılmayan su şişesini ona uzattım. "İç bakalım." Bir bana baktı, bir şişeye. Tereddüt ederek aldı su şişesini elimden. "Teşekkür ederim öğretmenim." Gülümsedim ve onu kucağıma aldım. Zaten çok kilolu ve uzun boylu değildi, kolay olmuştu bu yüzden. Tuvaletten çıktım ve merdivenlere doğru yürümeye başladım, adım attıkça kolumda ki çanta sallanıyordu. Merdivenlere gelince yavaş ve bir o kadar dikkatli adımlarla basamaklardan inmeye başladım.
Merdivenler bitince okulun kapısının olduğu yere geçtim. Beni fark eden bir asker bana doğru gelmeye başladı. Birkaç saniye sonra aniden yanımda belirdi. "Göksel Kandemir siz misiniz?" Kafamı evet anlamında salladım. Önümde duran askerin arkasından kamuflajlı başka bir asker daha geldi. "Doruk, hanımefendinin kucağından alsana kızı oğlum." Gelen asker kucağımda ki kız çocuğunu aldı. "Özür dilerim komutanım." Önümde ki iki adama baktım. "Sorun değildi ama teşekkür ederim." Kafasını salladı sonradan gelen asker. "Rica ederim." Deyip yanında ki askere kafasıyla bir işaret yaptı. Adının Doruk olduğunu öğrendiğim asker başıyla küçük bir selam verdi.
"Göksel!" Asuman hızlı adımlarla bana doğru geliyordu. "Efendim?" Yanıma gelince etrafım da döndü, kolumu havaya kaldırdı ve bir yerimde bir şey olmadığına karar verince derin bir oh çekti. "Aklım çıktı ya! Kızım bir şey sormama izin vermeden sınıfı bana bıraktın gittin resmen." Ben onları tamamen unutmuştum! Aklıma tüküreyim! "Tabii ya! Sınıfım nerede benim?" Bakışlarım etrafa kaydı. "Askerler evlerine götüreceklerini söylediler. Zaten Hakkı tanıyor hepsini, hemen koştu yanlarına." Bu sefer derin bir oh çeken ben oldum. Asuman'ın gözleri sağ tarafıma kaydı. "Sana bakıyor." Kaşlarımı çattım. "Kim?" Gülümsedi. "Komutan Emir Kurşun."
🌃
Askeriyeye çoktan gelmiştik, biraz dinlendikten sonra atış talimi yapmıştık ve şimdi de bizim time özel olan alanda oturuyorduk. "Doruk, koçum çay demleyecek misin? Yapar mısın böyle hayırlı şeyler?" Kollarımı önümde bağlamış, birbiriyle sohbet eden time baktım. "Komutanım bugün çay içmeseniz?" Doruk, Cem'in karşısında ki koltukta oturmuş tereddütlü bir şekilde konuşuyordu. Doruk, Cem'in gazabından bayağı korkuyordu. "Doruk, yürü." Doruk el mecbur çay demlemek için mutfak kısmına yürüdü. "Sal lan şu çocuğu!" Cem bana baktı. "Bunu sen mi söylüyorsun Emir Komutan?" Kafamı yavaşça evet anlamında salladım, cevap vermedim. Aklım karışıktı, bir de bunların çay mevzusuyla uğraşamazdım. "Devrem? Niye sessizsin bugün?" Sabah ki kadın öğretmen gözümün önüne geldi, kafamı iki yana salladım. "Hiç." Cem inanmamış gibi bana bakıyordu. "Komutanım, hiç inandırıcı değil." Çağan kaşlarını çatmış bana bakıyordu. "Normal de bu saatler içerisinde canımıza okuyor olmanız gerekiyordu." Ateş'in söyledikleriyle sabır çektim. "Allah'ım sen bana sabır ver! Lan oğlum ben sizin canınıza mı okuyorum? İşkence mi ediyorum? Bu beklentiler ne lan?" Bu kadar acımasız mıydım ben lan? "Haşa komutanım." Alp hiç birine katılmıyor gibi konuştu.
Bir süre sonra Doruk elinde tepsiyle geldi. "O nasıl tepsi tutuş lan, görücüye çıkar gibi." Cem kahkaha atarak konuştu. "Ver ver, önce bana ver." Doruk önce Cem'e sonra da sırayla herkese çay dağıttı. Cem çayının ilk yudumunu höpürdeterek içti. "Oh be! Dünya varmuş ula!" Kafamı gülümseyerek iki yana salladım ve çayımı içmeye başladım. Birkaç dakika sonra Cem hızla elinde ki bardağı önünde ki sehpaya koydu. "Buldum! Vallahi buldum billahi buldum!" Kaşlarımı çattım ve bende çayımı sehpaya koydum. "Ne buldun?" Hızla ayağa kalkıp suratını sıvazladı. "Saldırıyı kimin yaptığını." Hepimizin birer tahmini vardı, Cem ve ben aynı kişiyi düşünüyorduk. "Çaka yaptı, başka kim yapacak?" Çaka... Bizim ezeli düşmanımızdı, her konuda. "Bu ismi en başından beri düşünüyoruz." Ateş geriye yaslandı, sarı saçlarını karıştırdı. "Cem haklı, başka büyük bir düşmanımız mı var?" Alperen elinde ki sigarayı söndürdü, sonra konuşmaya devam etti. "Ama neden özellikle o okul? Neden başka bir okul değil? Ya da neden sadece o okul, bir başka okula da aynı anda saldırı yapamazlar mıydı?" Aklıma gelen nedenler fazlaydı. Beynim bir sürü komplo üretmişti.
Cem odanın içinde yürümeye başladı ve bende ayağa kalktım. "Yarın okulda ki öğretmenlerin listesini isteyin, izin aldıkları hangi günler var dahil olsun. Bugün okula gelmeyen öğretmenler varsa toplantıyı erken yaparız. Özellikle o okulu seçmelerinin nedeni o liste de saklı olacaktır."
🌃

Emir Kurşun 🖤
Bölüm nasıldıı, beğendiniz mii?
Gökselciğimiz hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hançer Timi sizce uyumlu mu?
Emir Kurşun hakkında ne düşünüyorsunuz?
Peki ya Göksel'in öğretmenliği nasıl?
Bir sonra ki bölümde görüşmek üzeree.
Sevgiyle kalın,
Edoli'yle kalın... 💖
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |