
Merhabalarr.
Şu an çok duyguluyum... 🥲
Sezon finaline geldik...
Benim için gerçekten güzel bir yolculuktu.
Bu bölüm ile ilk kitap bitti, kitabın diğer bölümünde ikinci kitap
başlayacak. Ama önce biraz ara vereceğiz.
O zaman, hadi bölüme geçelimm.
Keyifli okumalar. 💖✨
Şarkı/ Deniz Üstünde Fener-Selçuk Balcı
Sevduğum-Marsis (Özellikle sona doğru dinlenmeye başlanması
tavsiyedir :) )
Anılar Düştü Peşime-Kazım Koyuncu
"Üzülme,
her yaradan,
haberdardır Yaradan."
-Mevlana

Yanımızdaki sandalyeye oturan kişi Cem'di. Onu görünce şok olmuştum, buraya dank diye geleceğini düşünmemiştim. "Ee, nasılsınız?" Emir yüzünü sıvazladı. "Bir ara hatırlat senin belanı-" Cem onun sözünü kesti. "Hop hop hop, sakin devrem." Garsonu çağırıp kendine de, Emir'e de, bana da çay istedi. "Niye geldin?" Cem bana baktı. "Sende iyice devremle takıla takıla ona benzemişsin. Gelemez miyim ulan? Allah'ın küçücük şehrinde dolaşmama da karışılıyor." Emir ağzının içinde bir şeyler mırıldandı. "Ne dedin devrem, duyamadım?" Emir kafasını kaldırıp Cem'e baktı. "Diyorum ki, dolaş dolaş. Ben bizim mıntıkaya gidince göstereceğim sana." Cem hiç oralı olmadan gelen çayını içmeye başladı. Çayı biraz tattıktan sonra bize döndü. "Doruk daha güzel yapıyor, burası pek iyi değilmiş." Emir elini alnına koyup ovduğunda gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
Bildiğim kadarıyla Cem tam bir çay sevdalısıydı, Doruk ise timin çaycısı gibi bir şeydi. "Neden çayı bu kadar seviyorsun?" Cem çayını yudumladı. "Çünkü Karadenizliyim." Omzumu silktim. "Yeterli bir cevap değil, ben Karadenizli değilim ama bende çok seviyorum." Cem bana doğru döndü. "Nerelisin?"
"Çorumluyum." Cem çayını tekrar yudumladı. "Çorum, Orta Karadeniz'de. Sende Karadenizli sayılırsın." Kafamı iki yana salladım. Evet, olabilirdi ama şu an kabul etmeyeceğim. "Orta Karadenizli olabilirim ama tam Karadenizli değilim." Emir güldü. "Tam Karadenizli mi?" Onu onayladım. "Evet. Bence Karadeniz'e kıyısı olan ve memleketi o Karadeniz'e kıyısı olan şehirler tam Karadeniz'dir." Cem, benim ardımdan konuşmaya başladı. "Yakında tam Karadenizli de olursun, merak etme." Kaşlarımı çattım. "O ne demek?" Cem soruma yanıt vermeyince ilk sorduğum soruya döndüm. "Çay sevmene geçerli bir yanıt bulamamıştık en son?" Cem çayına baktı, gülümsedi. Bu adam bildiğin çayla aşk yaşıyordu. "Oksijeni bilmem ama yaşamak için çay şart!" Hep beraber güldük. Sonrasında Cem konuşmaya devam etti.
"Çayı seviyorum çünkü çay önemli bir ihtiyaçtır. Üzüntü için, yalnızlık için, öfke için, mutluluk için ve diğer her şey için çay yeterli. Bu benim kendi fikrim değil, bilimsel." Küçük bir kahkaha attım. "Kim ortaya atmış bunu?" Cem kendini işaret etti. "O zaman bu senin kendi fikrin." Kafasını iki yana salladı. "Dorukta öyle düşünüyor. Ateşte, Alp'te, Çağanda." Neden öyle düşündükleri aşırı belli oluyordu bence. "Çünkü onları bir nevi tehdit ediyorsun. Ama açıkçası Doruktan bende şüpheciyim, Cem ona bulaşa bulaşa kendine benzetecek çocuğu." Cem gururla göğsünü kabarttı. Bu durum onu fazlasıyla gururlandırıyor gibiydi. "O benim hayranım. Benden sonraki Cem o olacak." Hep birlikte tekrardan güldükten sonra birer çay daha söyledik, çayımızı içtik sohbetimizi ettik ve Emirle Cem hesap ödeme kavgasına tutuştu. Emir, Cem'i çaya şeker atmakla tehdit edip hesabı ödedi. Sonrasında kafeden çıktık. Onlar beni eve bıraktı.
Emir arabadan inip eve girmemi beklerken Cem arabada kaldı. "Sen bana Cem gelmeden bir şey söyleyecektin." Yüzündeki gülümseme bir an donuklaştı, sonra tekrardan gerçekten gülümsemeye başladı. "Sonra söylerim. Zamanı gelmemiş sanırım." Ofladım. Ben meraklı bir kızdım, öyle zamanı gelmemiş denilip bırakılırsa içim içimi yerdi. "Merak ediyorum, meraktan kenarda köşede bayılmazsam iyidir." Abarttığımda ikimizde güldük. Cem'e ve Emir'e el sallayıp binaya girdim. Eve çıktığımda yüzümde hâlâ gülümseme vardı. Evin kapısını açıp çizmelerimi çıkardım, çizmelerimi içeri alıp kapıyı kapattım. Çizmeleri ayakkabılığa koyduktan sonra kapıyı kilitledim. Kabanımı çıkarırken ayna da kendimi gördüğümde hâlâ gülümsediğimi fark ettim. "Ay Göksel, kendine gel!" Yanaklarımı hafifçe tokatladıktan sonra omuzlarımı düşürdüm. "Yapma be kızım... Olmaz böyle." Derin bir nefes alıp kabanımı vestiyerin askılığına astım. Banyoya geçip ellerimi yıkadım, saçlarımı tepemde topuz yaptım. Emel bana bir mesaj atıp bugün geri dönemeyeceğini söylemişti. Bende nedenini sormamıştım açıkçası.
Kolyemi ve küpelerimi çıkartıp banyodan ayrıldım. Odama geçtiğimde onları yerine koydum. Makyajımı çıkarma ihtiyacı duymadım çünkü dışarı çıkarsam tekrar yapmak zorunda kalırdım. Hem üşeniyordum da zaten. Oturma odasına geçip biraz keyif yapayım derken dış kapı çaldı. Oflaya puflaya ayağa kalkıp kapıyı açtım. Asumandı gelen. "Hoş geldin." Asuman gülümseyip içeri girdi, bana sarıldı. "Hoş buldum!" Sarılmamız bitince kapıyı kilitledim. "Ee, bugün Emir Komutanla buluşmuşsunuz. Nasıl geçti?" Kaşlarımı çattım. Bu nereden duymuştu ya? Hangi ara? "Nereden duydun hangi ara duydun?" Asuman elindeki poşetler mutfağa koydu. "Bizim mahallede teyzeler konuşuyordu, balkonda otururken duydum." Bir el aleme rezil olmadığımız kalmıştı, o da oldu çok şükür. "Hadi hadi, anlat. Dur! Önce bir çay koyalım, şu atıştırmalıkları da hazırlayalım." Öğlen öğlen bu şekilde dedikodu yapmak ne kadar verim verirdi, bilemiyordum. Hem ben daha yeni üç bardak çay içmiştim. Umursamadan çayı koyduk.
Çay demlenince atıştırmalıkları da koyup mutfak masasına geçtik. "Anlat bakalım." Çayımı yudumlayıp boğazımı temizledim. "Öyle derin bir mevzu yok ya. Ben bir şey merak etmiştim bir ara, o da bir gün anlatacağına dair söz vermişti. Dün akşam siz gidince yazdı bana da yarın konuşalım mı diye." Asuman kaşlarını kaldırdı. "Ne anlattı?" Dudaklarımı büktüm, bunu ben anlatamazdım. Evet, Emir ortada derinlemesine düşünülecek bir mevzu olmadığını söylemişti ama bu sadece dışa vurduğu tarafıydı. "Bunu benim anlatmam doğru olmaz Asuman, o bir gün sana da anlatır belki." Asumanda üstelememişti çünkü can yakan bir konunun üstüne gidilmemesi gerektiğini iyi biliyordu. "Kötü bir şey mi peki?" Kafamı iki yana salladım. "Bana göre kötü olabilir, sana göre olmayabilir. Ama konunun hangi tarafı olduğu da meçhul. Emir'e göre çok üzülmediği bir konuymuş, öyle söyledi. Ama tabii bu sadece bize söylediği kısmı. İçinde ne yaşadığını bilemeyiz." Asumanda konuyu bilmeden üzülmüşe benziyordu. "Muhtemelen o da bir zamanlar çok üzülmüştür, hâlâ üzülüyordur ama o kadar derin bir şekilde içinde hissetmiyordur." O an Asumanla kısa bir süreliğine sustuk. "Yani ne desem bilemiyorum şu an. Sert bir adama benziyor ama... Öyle olsa bile üzülmeyi hak etmiyor." Onu onayladım.
Emir'in sertliği bazı anlardaydı sanırım. Onu gördüğüm kadarıyla her zaman çok sert davranmıyordu. Bugün bile fazlasıyla gülümsemişti. Konuşmamıza devam ederken zamanın nasıl geçtiğini fark edememiştik. Akşam olunca acıktığımızı hissettik ve tekrar mutfağa geçip yemek yapmaya başladık. Kremalı makarna yapacaktık. İkimizde seviyorduk bunu, hem pratikti hem de lezzetliydi. "Eren olsa yemeği silip süpürürdü." Kıkırdadığımızda makarna hazır olmuştu. Bir kaba biraz makarna ayırdım, Eren için. Sonrasında tabaklara ise makarna koyup mutfak masasına koydum.
Yemeğimizi de sohbet eşliğinde yedikten sonra birer kahve yapıp balkona çıktık. Sırtımızdaki yelekler bile bizi anca ısıtıyordu. Hava gerçekten soğuktu ve ben anca kahveyle ısınabilmiştim çünkü bir süre sonra yeleklerde etki etmedi. İçeri geçebilirdik ama geçmekte istemiyorduk. Kahvemi içerken ara ara dalıp gidiyordum, bu seferki uzun sürmüş olacak ki Asuman beni dürttü. "Göksel, sorun ne?" Asuman'a doğru baktım. Derin bir iç çektim. "Bu aralar bana ne oluyor anlayamıyorum Asuman... Ben, ben değilim sanki. İçimde garip bir duygu var ama o duyguyu da sadece bir kişide hissediyorum. Aklıma gelen şey olmasın diye dua ediyorum ama..." Asuman buruk bir şekilde tebessüm etti. "Aşık mı oldun yoksa?" Yutkundum. Ben bu duyguyu kendime itiraf edememişken bunu en yakın arkadaşlarımdan biri olan kişiden duymak garip hissettirmişti.
"Umuyorum ki olmamışımdır Asuman... Olursam yaşanabilecekleri düşünebiliyor musun?" Aşk benim için saf bir duygu değildi. Benim hayatımı mahvedebilirdi, kıyametim olabilirdi. "Duruma kişisel açıdan yaklaşırsak herkes aşık olmadığını iddia edecek, bunun ona iyi gelmediğini düşünecektir." Bu duyguyu kişiselleştiriyor olabilir miydim bilmiyorum. Olaya Emir'in mesleği yüzünden garip bakıyordum belki de. Ben asker birine aşık olamazdım çünkü asker biriyle yapamazdım. Beklemeyi seven biri değildim, bir ömür birini bekleyemezdim ki. "Asuman... Ne yapacağımı bilmiyorum." Asuman yanıma yaklaşıp bana sarıldığında bende ona sarıldım. Buna ihtiyacım vardı gerçekten de şu an. "Kalbinin sesini dinleyeceksin." Bu zamana kadar kalbimin sesini çok dinlemiştim ve çoğu zaman olaylar bir hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştı.
Bu sefer nasıl olurdu emin değildim. Ama emin olduğum bir şey vardı... Ne olursa olsun kalbimin sesini dinleyecektim ve Emir'i memleketine geri götürecektim.
Belki ben sevdiği kadın olduğum için değil de, sevdiği yer onun memleketi olduğu için götürecektim. Çünkü zaten onun sevdiği kadın olup olmadığımı bile bilemiyordum.
"Asuman, birini nasıl küs olduğu biriyle barıştırırsın?" Ailesiyle barıştırmayı doğru bulmuyordum ama sevdiği kadında değildim. Başkasıyla Karadeniz'e giderse canımın ne kadar yanacağını az çok kestirebiliyordum. Mecbur, şu an son çarem küsleri barıştırmaktı sanırım. Hem, Emir de Karadeniz'e gitmek istiyordu ve ben bunu adım kadar iyi biliyordum.
"Bilmem. Bayramda barıştırmaya çalışırdım herhalde, hani bayramda küslük olmazmış ya." Kim bilir kaç bayram geçmişti, önceki bayramlarda barışmadılarsa şimdi hiç barışmazlardı. "Hadi o da olmadı diyelim ne yaparsın?" Asuman omzunu silkti. "Hiç düşünmedim, niye soruyorsun ki?" Derin bir iç çektim. Bunu söylersem zaten konu anlaşılırdı. Kafamı iki yana salladım. "Hiçbir şey. Öylesine, aklıma geldi. Anneannemle kardeşi küsmüşte, ondan." O zaman iş başa düşmüştü. Düşünecektim ve bir yolunu bulup öyle ya da böyle Emir'i memleketine götürecektim.
🌃
Hazan Albay, Hançer Timini yeni bir operasyon için görevlendirmişti. Şimdiyse Hançer Timi, operasyona çıkmadan önce ortak salonlarında oturuyorlardı. "Bu seferki görev hakkında ne düşünüyorsunuz?" Çağan'ın sorusuyla herkes birbirine baktı. "Bu sefer gerçekten tehlikeli bir operasyon olacak. Yakın temasta olacağız. Diğer teslimat operasyonlarından farklı bir operasyon gibi geliyor bana." Emir'in söylediklerini herkes onayladı. Hepsinin içinde kötü bir his vardı ama kimse nedenini anlamaya çalışmıyordu. En azından operasyona o şekilde çıkarlarsa nasıl sonuçlanacağını tahmin edebiliyorlardı.
"Komutanım, operasyon dönüşünde izine çıkacak mısınız?" Emir, Alperen'e doğru baktı. Emir neredeyse hiçbir zaman iznini kullanmamıştı. Derin bir nefes aldı, düşündü. Karadeniz'e gider miydi acaba? Sonra sabah Göksel'e söylediği şeyler zihninde yankılandı:
"Bir gün oraya dönersem, tek dönmem. Sevdiğim kadınla dönerim."
"Önce konuşmam gereken nazlı bir çiçek var." Herkes kaşlarını çattı. "Devrem, vallahi sen Karadeniz kokusu almaya almaya delirdin. Nazlı bir çiçek mi?" Emir kafasını iki yana salladı. "Nazlı bir çiçek değil, Nazlı Çiçek." O hitabı o an Emir dışında kimse anlamadı tabii. Nasıl olsa bu ortamda o lakabı bilen bir tek Emir vardı. Herkes ona garip garip bakarken Emir hafifçe gülümsüyordu. "Devrem, delirmedin değil mi?" Emir'in gülümsemesi büyüdü. "Anlamadınız değil mi?" Ateş, komutanına doğru odaklandı. "Neyi?"
"Nazlı Çiçeği." Cem, elini Emir'in omzuna koyup hafifçe sıktı. "Umarım aklıma gelen şey değildir devrem." Emir omuzlarını oynattı, cevap vermedi ilk başta. "Ne düşündüğüne bağlı devrem." Aslında ne düşündüğünü biliyordu ama o düşünceyi de sadece kendisi bilsin istiyordu. "Bence gayet anlıyorsun ne düşündüğümü." Doruk, iki komutanına da bakıp gözlerini kıstı. "Komutanım kız mevzusu mu?" Cem yanında ki koltuk yastığını Doruğa fırlattı. "Camiden anons ettirseydin koçum? Biz keyfimizden söylemiyoruz çünkü! Başçavuşun eşeğiyiz ya biz!" Doruk pot kırdığını anlayınca sustu. "Haşa komutanım." Emir yüzünü sıvazladı. "Komutanım gerçekten öyle mi?" Alp'te konuya dahil oldu. Komutanının son zamanlardaki hareketleri zaten ona garip geliyordu, daha önce onu hiç böyle görmediğini düşünüyordu.
Alperen, Çağan ve Ateşte bunun farkındaydı, sadece sormak için doğru zamanı bekliyorlardı. Herkes sorduğuna göre onlarda sormanın bir sakıncası olmadığını düşündü.
"Komutanım, eğer öyleyse aramızda kalır."
"Çağan haklı komutanım, söyleyin bize."
"Komutanım gerçekten mi? Öyle mi? Mevzu o mu?"
Tam Emir cevap verecekken içeriye Hazan Albay girdi, herkes ayağa kalktı ve hazır ola geçti. "Rahat asker." Elleri arkada bir şekilde Ateş'in yanına yaklaştı Hazan Albay. "Mevzu ne? Çok hararetlisiniz." Emir; Ateş, Çağan ve Alperen'e ters ters baktı. Sonrasında bakışları Cem ve Doruğa döndü. Cem oralı bile değildi. "Mevzu yok komutanım, her zamanki gibi havadan sudan konuşuyorduk." Hazan Albay kafasını salladı, sonra da Cem'e döndü. "Cem, beni takip et." Kimse bir şey anlayamasa da Cem, Hazan Albay'ı takip etti. Diğer herkes koltuklara oturduğunda sohbete devam ettiler. Çok geçmeden Cem tekrar yanlarına döndü. "Ne konuştunuz Hazan Albayla?" Cem, omzunu silkti. Yeri ve zamanı olmadığını düşünüyordu. "Bir şey konuşmadık. Önemli değil yani." Sonrasında hiçbir şey olmamış gibi sohbete dahil oldu. Emir kısaca Cem'i inceledi. Bir şeylerin döndüğünden emindi ama sormakta istemiyordu. Eğer kötü bir şeyse, bugünün üzerine o konuyu konuşup günü kötü kapatmaya hiç hevesi yoktu. Uzun zaman sonra karşı cinsten birine ilk defa bu kadar içten gülümsemişti.
Son zamanlarda onu da aklından çıkaramıyordu zaten. Ne kadar bunun için çabalasa da aklının en ücra köşesinde yer edinmişti bile. Hatta sadece aklında olsa yine iyiydi, Göksel artık onun kalbindeydi de. En korktuğu şeyi yaşıyordu. O, kurşunların arasında kalmış bir adamdı. Göksel ise nazlı bir çiçekti. Onunla beraber olamayacağını biliyordu. Bunu Göksel istese bile kendinde sevgisini itiraf edecek cesareti bulamıyordu. Onunla birlikte olan herkes tehlikede olabilirdi. Göksel'i, kendi canından bile fazla seviyordu. Canının canı yanarsa ne yapacağını tahmin bile edemiyordu.
O gece uyumaya çalıştı. Ama tüm koğuş uykuya daldığında bile o hâlâ düşünüyordu. En sonunda zar zorda olsa uykuya daldı. Bir sonraki gece operasyona çıkacağını bildiğinden dolayı kendini uyumaya zorlamıştı.
🌃
Sabahın köründe uyanmayı bende istemezdim, ama uyanmıştım. Şimdi ise etrafa nur saçarak kapıyı alacaklı gibi çalan kişiyi pataklamaya gidiyordum. Şahsen kimdi bilmiyordum. Ama şu an sabahın köründe şafak baskını için gelmedilerse, dağdan biri inse bile onu paralayabilirdim. Kapının kilidini açıp kapıyı açtım. Karşımda Eren'i gördüm. "Ne işin var burada?" Eren ofladı. "Bende keyfimden gelmedim merak etme." Göz devirdim, keyfinden gelmediysen eğer burada ne işin var? "Ne diye geldin o zaman?" Eren kapıya yaslandı. "Asumanda kahvaltı yapacakmışız." Kaşlarımı çattım, şimdi haber verdikleri süper olmuştu gerçekten. "Peki benim neden şimdi haberim oluyor bundan?" Eren alnını ovuşturdu. "Gidip hazırlanacak mısın yoksa seni almadan gideyim mi?" Göz devirmemek için ofladım. "İçeriye gel de bekle." Eren hiç hayır demeden içeriye girdi. Kapıyı kapatıp banyoya gittim. Elimi yüzümü yıkayıp diğer rutinlerimi hallettim. Odama geçince üzerimi değiştirip saçımı ve makyajımı yaptım. Üç gündür sürekli buluşuyorduk, ben ise bundan aşırı keyif alıyordum.
Odamdan çıkınca salona gittim. Bayağıdır Erenden ses gelmiyordu. Salona girince baktım ki Eren oturduğu koltukta kollarını birbirine sarıp uyumuş. Yanına gidip onu ufacık dürttüm. Eren bir anda uyandı. "Deprem oluyor sandım." Eren'in omzuna vurdum. "Dürttüm sadece." Eren kendini düzeltip ayağa kalktı, bana baktı ve gözlerini kıstı. "Senin insanları dürtme anlayışın bu mu?" Ona kulak asmadan koridora geldim ve vestiyerin askılık tarafından kabanımı aldım. Çizmelerimi de alıp evden dışarı çıktım ve çizmelerimi giyindim. Erende ayakkabılarını giyindiğinde kapıyı kapattım, kilitledim ve anahtarı çantama attım. Merdivenlerden inmeye başladık. Önde ben, arkada ise Eren yürüyordu. Binadan dışarıya çıkınca soğuk hava suratıma bir tokat gibi çarpmıştı.
"Umarım Asuman bu havaya değer bir kahvaltı hazırlamıştır..." Eren'in söylediklerine hak vermediğimi göstermek için -aslında azda olsa hak veriyorum- ayağına çelme takmaya çalıştım. Düşmedi ama sendeledi. Şimdilik bu da bana yeterdi aslında çünkü en son lisedeyken birine çelme takmıştım. Ama Eren böyle devam ederse yeniden alışırdım çelme takmaya. "Var ya sizin Asumanla beraber benim canıma kastınız var." Tamam, benim olabilirdi ama Asuman'ı hiç anlamamıştım. "Asuman ne alaka?" Eren, pantolonundaki tozları eliyle çırptı. "Asuman bu havada beni dışarı çıkartarak zatürre olmama neden olabilir. Tedavi de edilmezsem akciğerime zarar verir iyice ölürüm. Sende çelme taktın, belki düşüp kafamı şuradaki taşa vurup beyin kanamasından felç geçirip öteki tarafı boylayacaktım. Olamaz mı? Olur." Eren'e 'vay be' dercesine baktım. "Bir ara Netflix'e sat bunu, belki bir şeyler yaparlar." Arabanın yanına gelince Eren arabayı açtı. Ben sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa, Erende doğal olarak şoför koltuğuna oturdu.
"Açım." Güldüm. "Ne zaman aç değilsin?" Omzunu silkti, bu hiçbir zaman anlamına geliyordu.
On dakika sonra Asuman'ın evinin önüne geldiğimizde arabadan indim ve neredeyse koşarak Asuman'ın oturduğu binanın avlusuna girdim. Zile bastım ve beklemeye başladım. Bir dakika bile geçmeden kapı otomatik olarak açıldı. Hemen içeri girdim, Erende arkamdan geliyordu. İkinci kata çıktığımda Asuman'ın evinin kapısını tıklattım. Kapı açıldı. Çizmelerimi çıkartıp içeri girdim. Asuman'a sıkıca sarıldım ve kabanımı çıkarttım. "Eren, yormadık umarım seni?" Eren içeri girince karşılaştığı soru karşısında süt dökmüş kediye döndü. "Yok be, ne yorulması. İki dakikalık mesafe zaten." Eren banyoya geçerken gözlerimi kıstım. "Öyle mi?" Kendi kendime fısıldadığımda Asuman bana döndü. "Bir şey mi dedin?" Kafamı iki yana salladım. Eren banyodan çıkınca bende içeri girip ellerimi yıkadım.
Bu Erende bir işler vardı. Burnuma kötü kokular geliyordu, umuyordum ki Eren sıçmamıştı.
Mutfağa geçince masada bir kuş sütünün eksik olduğunu gördüm. "Oo, yine döktürmüşsünüz Asuman Hanım." Asuman gülümsedi. Canım bacım, ne kadar güzel gülümsüyordu öyle. "Yok ya, o kadar da değil." Elimi omzuna koyup sıvazladım, valla o kadardı. "Ne demek o kadar da değil? Masada bir kuş sütü eksik." Sonrasında Eren'in ısrarları sonucu konuşmayı bırakıp kahvaltımızı yapmaya başladık. Yine en fazla çay içilmişti. Ben ve Asuman midemizi çay ile doldurmuştuk, kahvaltı boşa gidecek diye düşünürken Eren'in bizimle olduğu aklımıza geldi.
Eren yemek yemeye bayılırdı, hep öyleydi. Yemeğe karşı ayrı bir sevgisi vardı, anlayamıyordum. Kahvaltımızı yaptıktan sonra birer kahve içtik.
"Ee Göksel, düşünmeye devam mı?"
"Neyi?"
"Emir Komutanı tabii ki."
Cevap vermedim. Sustum. Belki de ben susunca anladı Asuman. Sonrasında gün boyu dalıp dalıp gittim. Kahvemizi içtikten sonra ben eve geçtim. Akşamın ilerleyen saatlerinde televizyon karşısında çayımı içip atıştırmalıklarımı yerken televizyon izlemeye başlamıştım. Bunları yaparken ise içimde hep kötü bir his vardı. Sanki kalbimin etrafında bir el vardı ve o el her dakika kalbimi biraz daha sıkıyor gibiydi. Nedenini de anlayamıyordum. İçin daralıyor, kalbim sıkışıyor gibi oluyordu.
O gece, gecenin ilerleyen saatlerine kadar uyuyamadım. En son saate baktığımda gecenin üçüydü. Ben ise hâlâ televizyona bakıyordum. İçim rahatlasın diye balkona çıkmıştım, evin içinde evi en az on kere turlamıştım ama geçmiyordu. Gidip soğuk su içtiğimde anca kendime gelebilmiştim.
Sonrasında odama gidip yatmıştım. Kendimi uykunun kollarına teslim ederken kalbim hâlâ hızlıca atıyordu...
🌃
00.17
Siyah bir örtü gibi çöken gece, sadece gökyüzündeki yıldızlar ve timin sessiz ilerleyişiyle bölünüyordu. Ay ışığı bile temkinliydi sanki. Sessizlik, önlerindeki ölümcül planın habercisiydi. Emir, dürbünlü gece görüş cihazını gözlerinden çekti ve telsizden kısa bir fısıltıyla konuştu:
“Cem. Sol hattı temizle. Doruk, cephanelik çadırına yöneliyoruz. Keskin nişancı tepede. Sessiz olun.”
Çıtırdayan taşların ve bastıkları kuru otların sesi bile askerlere fazla geliyordu. Hedef büyük bir silah sevkiyatını engellemekti. Karanlıkta bile parlayan konteynerler, örgütün eline geçmemesi gereken mühimmatlarla doluydu.
Cem öndeydi. Arada bir geriye bakıyor, el işaretleriyle koordinasyonu sağlıyordu. Doruk ve Çağan, sırt hattını gören noktaya çıkarak mayın kontrolüne başladı. Alperen sessizce sola dolandı. Alp ise arka hatta, olası bir yaralanmaya karşı nöbetteydi.
“Sol yamaçta hareket var.” Diye fısıldadı Çağan telsizden. “İki kişi. Termal onayladı. Silahlı.”
Emir, “Ateş yok. Yaklaşın, etkisiz hâle getirin. Gürültü çıkarsa bütün hat üzerimize yığılır.” Dediğinde bütün tim onu onayladı.
Geçidin sırtına yakın bir kayanın altına gizlenen Emir, dürbünüyle aşağıyı taradı. Beş kişilik bir grup, yolun başında kısa menzilli silahlarla etrafı kontrol ediyordu. Tır henüz çıkmamıştı, ama yükleme yapılmışa benziyordu. Cem, sırtı duvara yaslı şekilde ilerlerken kulağındaki telsiz cızırdadı. “Hançer 1, arka yamaçtan ek bir kol geliyor. Sayıları altıdan fazla. Ateş izni istiyorum.”
Emir kısa bir sessizlikten sonra:
“Verildi. Koordinat: Bravo-2 hattı. Temiz çalışın.”
00.57
Birden gecenin sessizliği bir çığlık gibi parçalandı.
"Temas var!"
İlk kurşunlar yankılandığında, hava bir anda barutla doldu. Tepedeki keskin nişancı çoktan pozisyon almıştı ama karşılarında profesyonel militanlar vardı. Doruk, çimenliğin arkasına yatarak elindeki bombayı piminden çekti. Bir konteynerin önünde kümelenmiş üç kişilik gruba doğru fırlattı. Patlama, sanki dağ çatlamış gibi yankılandı. Gökyüzü kırmızıya döndü.
“Sol kanat! Ateş altındayız!” Cem’in sesi telsizde yankılandı.
Ve cehennem başladı.
O an, patlamalar, kurşun sesleri, bütün sesler birbirine karıştı. Dağ yankı yaptı.
Emir, Cem’le birlikte sağ hattan saldırıya geçti. Kurşunlar etraflarında vızıldıyor, taş parçaları üzerlerine yağıyordu. Keskin nişancı Çağan, birini gözünden vurdu. Doruk, bir EYP düzeneğini infilak ettirerek kaçış yolunu kapattı.
Ama her şey o kadar kusursuz ilerlemiyordu.
01.00
Emir, elindeki MPT-76’yı sıkıca kavradı. Gözleri karanlığı tararken, çalılıkların arasından fırlayan bir militanı yere serdi. Ama o an, tepeden gelen bir kurşun sesiyle her şey durdu. Zaman yavaşladı. Vücudu bir anda geriye savruldu. Kurşun sağ göğsünün biraz altına saplanmıştı.
Bir anda dizlerinin üzerine çöktü.
Nefesi kesildi.
Kan, eldiveninin içine sıcak bir akıntı gibi doldu. O an sesler ona sadece bir uğultu gibi gelmeye başladı. Zar zor nefes almaya çalıştı. Yere tamamen yığıldığında gözleri hafifçe dolmuştu. Can acısından mıydı yoksa başka bir şeyden miydi emin değildi.
"Komutanım! Komutan vuruldu!" Diye bağırdı Alperen. "Keskin nişancı! Saat iki yönü!" Çağan komutu alır almaz harekete geçti. Alp onun yanına ilerlerken tehlike büyüyordu. "Dur..." Zar zor konuştu. Bilinci açıktı ama gözbebekleri titriyordu. Cem, çatışmayı yararak yanına ulaştığında, Emir’in göğsü kalkıp inmeye zorlanıyordu. Göğsünün sağ tarafı yanıyordu, nefesi boğazında takılı kaldı.
Canı fazlasıyla yanıyordu, etraf bulanıklaşıyordu. "Cem..." diye inledi, gözleri yavaşça bulanıklaşırken. Cem koştu, hemen diz çöküp ellerini onun göğsüne bastırdı.
“Komutanım! EMİR!”
Kanı durdurmaya çalışıyordu ama Emir konuşmak istiyordu. Dudakları titredi, nefesi kesikti, boğazı yanıyordu. Ama yine de o cümleleri söylemeden gözlerini kapatamazdı.
"Cem..." Dedi tekrar, zorla nefes alarak.
"Eğer... eğer bana bir şey olursa..."
Cem’in gözleri dolmuştu.
“Saçmalama. Sana bir şey olmayacak!”
Ama Emir devam etti. Zorla. “Göksel'e... Söyle... Karadeniz'e... Onunla... Gidecektim..." Cem’in elleri kan içindeydi, ama asıl yandığı şey bu sözlerdi. “Tamam... Ama sen kendin söylersin. Beni duyuyor musun?!” Cem diğer eline telsizi aldı. "Hançer ikiden, Alay Komutanlığına! Hançer ikiden, Alay Komutanlığına!" Biraz sonra telsizden tiz bir ses duyuldu. "Alay Komutanlığı dinlemede."
"Emir Komutan vuruldu! Helikopter ve sağlıkçı gelmeli! EMİR KOMUTAN VURULDU DUYUYOR MUSUNUZ?" Patlamalar devam ediyordu. "Emir vuruldu mu? Konum verin! Konum verin!" Alp, yaralı olan komutanı için ilerlemeye çalışıyordu ama makineli tüfek ateşi yüzünden bir kayanın arkasında sıkışıp kalmıştı. Çağan, konumlarına doğru yaylım ateşi açarak dikkat dağıttı. Cem zar zor konumu söyledi. Cem sırt çantasından turnikeyi çıkarıp göğüs bandajına sararken titriyordu. Emir’in alnındaki terler, hayatla ölüm arasındaki ince çizgide dans ediyordu.
Emir gözlerini bir kez daha açtı.
“Cem... Göksel'e söyle... Bana bir şey olursa... Vasiyetimdir..." Sonra göz kapakları düştü. Soluğu vardı ama zayıftı. "Emir! Devrem! Dayan! Lütfen dayan! Ben söylemeyeceğim, sen söyleyeceksin Göksel'e!" Telsizden ses yankılandı, "Alp konuşuyor! Konuma ulaşıyorum. Dayanın!"
Operasyon hâlâ bitmemişti. Etrafta kurşunlar uçuşuyor, bomba sesleri yankılanıyordu. Ama o anda herkes için savaş durmuştu.
Çünkü Emir Kurşun, timin kalbiydi.
Ve o kalp, can çekişiyordu.
1. Kitap Sonu...
🌃

Hüzün doluyum şu an...🥲
İlk kitabın sonuna geldik... Benim için ne kadar değerli
bir an olduğunu anlayamazsınız.
İlk kitap hakkındaki düşünceleriniz?
Bölüm hakkındaki düşünceleriniz?
Karakterler hakkındaki düşünceleriniz?
Son sahne hakkında konuşmak şu anlık tercihim değil ama
oraya da yorumlarınızı bekliyorumm.
O zaman,
İkinci kitap gelene kadar...
Sevgiyle kalın,
Edoli'yle kalın... 🥲💖
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |