
Doğru duyup duymadığıma emin olmadım. Çünkü en son istediğim şey buradan Çakıroğlu ve adamlarıyla ayrılmak. Gözlerimizin temasını Yavuz Arslan'ın
"Ooo Alptekin Çakıroğlu! Sen normal de böyle yerlere kadınlarını getirmezsin" kadınlarını mı dedi o Nare? Duyduklarımla kahkaha atmam bir olduğu için iki patronunda bakışları bana çevrildi.
"Hanımefendinin diğer kadınlardan haberi yoktu sanırım?" Yavuz, Çakıroğlu'nun zayıf noktasını bulmuş gibi eğleniyorken araya girdim.
"Hadi ama Yavuz, bu kadar yakışıklı bir adam nasıl sadece bir kadını sevebilir ki?" Çakıroğlu'nu sevmesem de onun tarafında gibi görünmek hoşuma gitmişti.
"Yani seni aldattığından haberin var?" kahkaham git gide büyüyordu.
"Yavuz Bey, size bunu düşündüren nedir?" Çakıroğlu ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. Kendi hayatımı kurtarmaya çalışıyorum Çakıroğlu sorry.
"Zaafısın yani?" Yavuz kendisine küfür edeyim diye yalvarıyor şuan.
"H-" Çakıroğlu araya girdi.
"Yavuz, sevgilimle aramda geçen hiçbir şey seni ilgilendirmez! Sen adamının küllerini aramaya başla." sesi tehlikeli sularda olduğumuzu haykırıyordu.
"Memnun oldum" derken Yavuz'un imalı gülüşü yine bir şeyleri kendime bela ettiğimin göstergesiydi.
"Bu arada Yavuz, ben sevgilimi aldatmam. Aynandakiyle karıştırma." bunu neden açıkladığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
"Sevgilim, arabaya geç geliyorum" Çakıroğlu'nun sesini duydum.
Bana mı dedi? Başka kime diyecek Nare? Tamam da ben sevgilisiyim demedim ki. Bu adam sadece bir kadını sevebilecek bir adam mı dedim.
Hiçbir şey söylemeden arabaya ilerledim burada arıza çıkarmak aleyhime olurdu. Büyük araçlardan birine yönelmiştim ki korumalardan biri en arkada ki spor arabayı gösterip "Buradan buyrun" dedi. Takip edip açtığı kapıdan içeri girdim.
Araba bir Ford Mustang'di. Arabaya bayılmam şuan çok alakasız ama çok güzeldi.
Aradan on - on beş dakika geçmişti sanırım. Önümdeki arabalarda bir hareketlilik oldu. Alptekin Çakıroğlu sürücü koltuğunun kapısını açtığı sırada adının Can olduğunu öğrendiğim koruma konuştu.
"Abi, bu gün biz götürsek sizi, tehlike var" onu hiç duymadan arabaya oturan Çakıroğlu'nun gözleri ilk beni buldu ve konuştu.
"Hanımefendi tehlikeden zevk alıyor Can, devam edin" sözleri gülümsememe neden oldu.
Çünkü doğru söylüyordu. Aksiyon, kaos, gerilim ve gizem tam benim işimdi. Önüme döndüm. Eve gitmek istesem de belli ki bu gece imkansızdı.
Yol ne kadar devam etti bilmiyorum. Şehrin dışına çıktığımızı düşünmeme sebep olacak kadar ilerledik. Alptekin Çakıroğlu altındaki arabanın hakkını veriyordu. Araba asfaltı ağlatıyordu adeta. Göz ucuyla bana bakıp korkup korkmadığımı anlamaya çalışsa da keyfimin yerinde olduğunu görmek onun hoşuna gitmedi. Dakikalar sonra konuştu.
"Başına ne geleceğinden hiç mi korkmuyorsun?" gerçekten keyfim yerinde olduğu için bu sorusu mantıklıydı.
"Hayır"
"Neden?"
"Çünkü korkmamı gerektirecek bir durum yok"
"Var"
"Neden?" sorduğu soruyu ona sormak garipti.
"Çünkü Yavuz Arslan senin, benim sevgilim ve zaafım olduğunu düşünüyor. Başına nasıl bir bela aldığının farkında bile değilsin sen."
"Gülben Ergen gibi 'Bana, unutmayın ki hiçbir şey olmaz' desem yüzüme ne diyor bu diye bakarsın gibi geliyor ki şuan tam öyle bakıyorsun" kahkaha attım bu cümlemden sonra.
Cevap vermedi zaten konuşunca geriyordu beni hiç gerek yoktu. Ama küçük bir tebessüm gördüm dudaklarında. Geniş bir kapıdan saray gibi bir evin bahçesine girdik. Zaten daha aşağısı Alptekin Çakıroğlu'na yakışır mıydı? Sanmam.
Ev tripleks'ti. Duvarları beyaz, pimapenler siyahtı. Kapım açıldı. Korumalardan biri açmıştı. Teşekkür edip indim arabadan. İnmek istemiyor olmam Çakıroğlu'yla olmamdan değil, arabasından kaynaklıyordu. Veda ettim Mustang'e ve patronumuzun önüme geçip yol göstermesini bekledim ancak o eliyle bana öncelik verdi. Kibarız da.
Kapıya doğru ilerledim, korumalardan biri bizim için kapıyı çaldı aradan on saniye geçmeden kapı açıldı. Tatlı bir kadın açtı kapıyı. Gülümsüyordu.
"Hoşgeldin Oğlum" dedi Çakıroğlu'na bakıp sonra bana bakıp "Hoşgeldin kızım" dedi.
"Hoşbuldum" bende onun gibi tebessüm ediyordum.
"Kader Hanım, Hakan geldi mi?" Çakıroğlu bütün ciddiyetiyle sordu sorusunu.
"Geldi oğlum, salonda seni bekliyor"
"Hanımefendiyi benim odama çıkarın"
"Pardon neden senin odan, koca evde misafir odası mı yok?" mantıklı sorular soruyorum hayret.
"Seni kimse rahatsız edemez çünkü orada?" dedi sorar gibi.
"Gerek yok herhangi bir oda yeter" Kader Hanım bizi dinlemeyi çoktan bırakıp ortadan bir anda kaybolmuştu.
"Benim odam diyorsam öyledir. Çık sen ben odanın yakınından bile geçmem" "Bir şeye bir kere hayır dediysem 'Hayır'dır."
"Kader Hanım" seslenmesinin ardından Kader Hanım yanımıza geldi.
"Efendim"
"Hanımefendi'ye ikinci katta ormana bakan misafir odasını hazırlatın" Kader Hanım cevap vermeye gerek duymadan aldığı emirle biraz önceki hızıyla aynı orantı da ortadan kayboldu.
"Benim işim var Küçük Hanım size odanıza kadar eşlik edemeyeceğim" sesindeki dalga? Küçük Hanım? manyak mı bu adam?
"Küçük Hanım?" gözlerimi kısmış benimle dalga geçen adamdan açıklama istiyordum inanılmaz.
"Benimle salona mı gelmek istersin?" soruma cevap vermemek için konuyu değiştirmek mi? Aynen.
"Hayır, bahçeye çıksam yeter" nefes alabilirdim biraz.
"Saat" sol kolunu kaldırıp takım elbisesin ceketinin altında kalan saati çıkarıp baktı ve "04.30" dedi sadece.
"Yani?"
"Uyumayacak mısın?"
"Sanane"
"Doğru" beni burada bıraktı ve hemen yanındaki yoldan salona ilerledi ama ben girdiğimiz kapıdan çıktım.
Korumalar ne oluyor der gibi kafalarını bana çevirince aramızda saçma bir bakışma yaşandı. Adı Can olan koruma yanıma geldi.
"Bir sorun mu var?" diye sordu.
"Hayır, hava alacağım" başını tamam der gibi sallayıp yanımdan ayrıldı.
Bahçe çok genişti. Evin etrafı ağaçlarla çevrelenmiş dışardan görüşü birebir engelliyordu, boyları bilerek bu kadar uzun seçilmiş olduğu belliydi. Evin bahçeye açılan kapısı büyük iki kanatlıydı. Hemen önünde mermer zemin vardı. Mermer zeminin üstüne kahverengi bahçe grubu koyulmuş. Hemen ilerisinde havuz ve şezlonglar vardı. Bahçenin biraz ilerisine konumlandırılmış tekli bir salıncak vardı. Adımlarım istemsiz beni salıncağa götürdü. Herkesten uzaktı, en azından biraz.
Salıncağa oturup ayaklarımı da yukarı çektim. Gözlerimi kapatıp rüzgarı hissettim. Hafif esen rüzgarı. Yorulmuşum. Gözlerim kapanıyordu, engel olmadım
🕊
Uyandığımda üzerimde bir battaniye vardı. Korumalardan biri getirmişti belli ki. Kötü hissettim neden benim üzerimi örtmek zorunda kaldılar ki kendim gelirken alabilirdim. Kimseye bir şey yaptırmayı sevmezdim. Her işimi kendim halletmeliydim. Sinirlendim kendime. Mahçup hissediyordum. Onların işi Alptekin Çakıroğlu'nu korumak bana battaniye getirmek değil ki. İşleri bu olsa paralarını ben ödüyor olurdum. Yavaş yavaş oturduğum salıncaktan kalktım. Telefonuma baktım ama şarjım bitmiş.
Ev kapısına doğru ilerlerken korumaları görünce birine doğru yürüdüm. Ona yaklaştığımı anlayan koruma bana doğru adımlayıp "Bir sorun mu var?" diye sordu. Bu adamların yanına sadece bir sorun olunca geliyolardı sanırım.
"Hayır, saati söyleyebilir misiniz? Şarjım bitmiş de"
Kolundaki saate bakıp "Saat 10.15" dedi.
"Teşekkür ederim" diyip ev kapısına ilerlemeye devam ettim. Kapıyı ben çalmak istesem de koruma çoktan basmıştı. Benimde elim vardı. Bende basabilirdim zile. Sakinim. Kapı açıldı. Kader Hanım'ın yüzündeki gülümseme beni görünce genişledi.
"Uyanmışsın kızım" dedi. Rezil oldun Nare. Kadın o kadar oda hazırlamakla uğraştı yazıklar olsun sana ya.
"Kusura bakmayın gece sizde bir ton uğraşıp oda falan hazırladınız zahmet verdim" dedim tebessümle.
"Olur mu öyle şey kızım asıl sen salıncakta uyuyunca biz seni rahatsız ettik sandım" üzgünüm böyle hissettirmek istememiştim ki.
"Hayır hayır uyuya kalmışım sadece" gülümsedi elini sırtıma koyup sıvazladı bir kaç saniye "Hadi gel kahvaltı hazırladım bende seni uyandırmaya gelecektim" uzun zaman sonra bana verilen en güzel teselliydi.
"Ellerimi ve yüzümü yıkayayım banyo ne tarafta acaba?" tarif ettiği banyoya girdim, ellerimi ve yüzümü yıkadım. Misafir banyosu olduğu belliydi geneli beyaz ve hafif gold renkleriyle yapılmıştı. Çıktım banyodan ve mutfağı aramaya başlayacaktım ki merdivenlerden dünki halinden eser olmayan Alptekin Çakıroğlu indi. Üzerinde siyah kot pantolon ve beyaz gömlek vardı. Dün simsiyah bir takım vardı. Bana baktı.
"Kaybolmuş kedi gibi mi bakacaksın etrafa?" Ben mi? Kaybolmuş kedi mi? Ne garip benzetmeler yapıyor bu adam ya. Ne kedisi. Ayrıca hiçte öyle bakmıyordum.
"Mutfak nerede?" onu duymamış gibi davranmak en doğrusu. Atışamam onunla açım.
"Takip et beni" vidividi ya.
"Tikip it bini" önümden yürüyordu ve bir anda durdu. Durmasıyla başımı sırtına çarptım. Aniden bana döndü. İçimden konuşmamış mıydım?
"Beni mi taklit ettin sen?" Allah seni bildiği gibi yapsın Nare.
"Yoo" cins cins bakıp yürümeye devam etti. Sonunda mutfağa girmiştik ve benim gözüm ilk hazırlanan sofraya gitti. Kuş sütü eksik demeyi çok isterdim ama sofra da mevcuttu.
"Hadi oturun" cevap vermeye fırsat kalmadan "Kızım çay mı içersin kahve mi?"
Gülümseyip "Çay" dedim ve devam ettim "Kader Hanım Iphone şarj aleti var mı acaba telefonum kapandı da" Kader Hanım başını Çakıroğlu'na çevirdi.
O da "Benim odamda var" dedi. Odana da sana varya. Telefonunu çıkarıp birini aradı, şarjı getirmesi için emir verdi. Ben gidip almazdım çünkü. Koruma mutfağa elinde şarj aletiyle girdi. Çakıroğlu'na uzattı o da aldı. koruma mutfaktan çıktı peşine çayları doldurup her şeyin tam olduğunu gören Kader Hanım da çıktı.
Patronumuz şarjı bana uzattı kalkıp şarjı aldığım gibi tezgahın hemen üzerindeki prizlerden birine taktım ve telefonumun açılmasını bekledim.
Telefonum açıldığı gibi ekrana bir sürü bildirim düştü. Beni arayıp ulaşamadğı için deliren bir adet Yusuf. Yine bana ulaşamadığı için bir sürü mesaj atan Edoş. Mesajları okurken yüzümde gülümseme vardı. Çünkü bu ikisi benim canımdı. Ekrana bakmaya devam ederken telefonum çaldı.
Tanımadığım bir numara.
Telefonu açtım.
"Nare Yıkılmaz?" bir erkek sesiydi.
"Kimsiniz?" bir kahkaha patladı.
"Ben mi? Arslan ben. Yavuz Arslan"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |