3. Bölüm

3-Kelebek

Elsa🕊
eelsanna

Hellooo buraya alışmaya çalışıyorum bölümleri hızlı bir şekilde atmaya çalışacağım, güzel bir hikaye yazalım birlikte iyi okumalar çiçeklerim🫶🏻💜


🕊


"Ben mi? Arslan ben. Yavuz Arslan" aynı kahkaha bende de patladı. Masa da olacakları biliyormuş gibi gergin oturan patronumuz gözlerini bir an bile ayırmıyordu benden.


"Ama Yavuz hiç müsaade etmiyorsun ki tanıştığımıza memnun olayım"


"Ben memnun olmuştum ama" dedi. Sesi alay ettiğini belli eden bir tınıdaydı.


"Düşüncelerimiz karşılıklı demeyi çok isterdim ama maalesef"


"Ben sana Alptekin Çakıroğlu'nun seni aldattığı kızların listesini vereyim" dedi ve durdu. Ben bu konuşmayı biliyorum anlaşma teklif edecekti.


"Karşılığında?" dedim.


"Sende Alptekin'i tuzağa çekmeme yardımcı olacaksın" "Neden yapayım bunu?"


"İntikam almak istemez misin?"

"Sen bana beni aldattığı kızların ismini verceksin bende senin Çakıroğlu'nu tuzağa çekmene yardım edeceğim doğru mu anladım?" mesajım açıktı. Çakıroğlu da anlayıp yanıma adımladı zaten. Telefonu hoparlöre aldım.


"Doğru anladın minik kelebek" dedi. Bunlar beni sürekli bir hayvana benzetmeye devam edecekler mi?


"Ben bu teklifi bir düşüneyim" dedim zaman kazanmak için. Alptekin kaşlarını kaldırmış hayır demeye çalışıyordu da onu dinleyen kimdi?


"O zaman 12 saatin var minik kelebek" Kelebeğin ömrü bir gündü ve o bana 12 saat diyerek gözdağı vermişti, farkındaydım. Telefonu kapattım.


"Kabul etseydin" telefona anlamsız bakışlarım biricik patronumuzun sesini duymamla kesildi.


"Düşüneceğim dedim reddetmedim" dedim.

 


"Eyvallah" cevaba bak. Trip mi atacaksın şu an? Adamı tuzağa çekelim işte ben mi söyleyeyim onu da-


"İçinden bunu kullanıp tuzağa çekelim Yavuz'u falan diye geçiriyorsan unut sen onu" içimden konuştuğuma eminim.


"Neden"


"Çünkü seni araması tuzak"

"Nereden biliyorsun?"


"Benim her şeyden haberim olur"

"Yavuz'un numarasını engellesem yeter mi?"

"Sence?"


"Yeter?"


"Ülke değiştirmen bile yetmez"


"Hiç öyle bir niyetim yok"


"Bence olmalı"


"Raconunuz yok mu? Kadına, çocuğa ve yaşlıya dokunmamak gibi?"

"Racon mu? Yavuz görüp görebileceğin en adi düşman"


"Sende onun kadar çirkinleşiyor musun?" Bir anda Çakıroğlu'nun kadına ve çocuğa dokunduğu an gözümde canlandı o görüntüye onu o kadar yakıştıramadım ki cevabın hayır olmasını istedim.


"Şartları zorlamadığı sürece" derin bir nefes aldım.


"Neden düşmanın? Seni iyi tanıyor gibiydi."


"Ne kadar az bilirsen o kadar az canın yanar"


"Peki" masaya baktım iki lokma yemiştim sadece ama iştahım kaçmıştı, korktuğumdan değil. Sebepsiz. "Ben evime gideyim artık bir taksi çağırabilir miyiz?"


"Çağıramayız" tam çıkışacakken devam etti "Evin etrafına kimliği onaylanmayan kimseyi yaklaştıramayız"

"Beni tanımıyorsun ama? Adımı bile bilmi-


"Nare Yıkılmaz. 24 yaşında. Bilgisayar mühendisi. Şimdilik yeter mi?"

"Gbt'me baktınız mı ya?"


"Baktık, temiz."


"Neyse, nereden taksi bulabilirim?"


"Çocuklardan biri seni eve bırakacak"


"Gerek yok, onlar senin korumaların"


"Benim güvenliğim için seni onlar bırakıyor"


Cevap vermek gelmedi içimden. Yüzüne baktım boş boş ama o devam etti "Otur hiçbir şey yemedin"


"İstemiyorum, teşekkür ederim"


"Eyvallah"


"Ne zaman eve geçebilirim?"


"Ben kahvaltı ettikten sonra şirkete geçmeden bırakırım seni"

"Korumalar bırakacaktı?" haklı bir soruydu şimdi korumalar demişti.

"Vazgeçtim?"


"Neden?"

"Keyfim ve kahyası?" cevap verdikçe saçmalıyor bu diyalog o yüzden sustum.


O sessizce kahvaltısını yaptı bende mesaj bekleyen Yusuf ve Edoş'a döndüm. Açıklama yapmak istemediğim için geçiştirdim. Ne dicektim ki "Bebeklerim ben ara ve karanlık sokak sevdam yüzünden mafya hesaplaşmasının ortasında kaldım, mafya tarafından onun evine getirildim sabah olmasını beklerken şarjım bitti kusura bakmayın" mı?


"Hadi" dedi otoriter sesiyle. Sessiz kalıp takip ettim onu. Dış kapıya geldik. Kapıyı açtığında, kapının önüne bir Range Rover getirilmiş. Bu adam benim sevdiğim arabaların hepsine sahiptir eminim.
Galerisi olabilir mi ya? Mafyaların genelde galerileri falan olur. Kapımı açmaya yeltenen bir korumayı es geçip kendim açtım kapımı. Paralarını kim veriyorsa ona hizmet etsinler ben işimi kendim hallederim. Arabaya bindim. İçinde ferah bir koku vardı. Emniyet kemerini taktım. Çakıroğlu sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı. Yola çıktık. Evin yolunu tarif etmem için önce bildiğim yollara çıkmamız gerekiyordu. Sessizdim bu yüzden. Çakıroğlu konuşana kadar.


"Karşılaştığımız sokakla evin arası 15 dakikaymış yürüyerek" adını bulan evini bulmaz mı Nare? Bulur. Sessizliğim devam ediyordu. Cevap vermemi istiyordu ama hiç niyetim yoktu. "Market işi yalandı, eve ara sokaktan kestirmeden gitmek istedin. Tanımadığın adamlara da evim şurada demek istemedin" dedi.


"Kestirme diye değil, karanlık ve ara sokak olduğu için girdim" "İnsanların gündüz bile kaçtığı ara sokaklara mı?"


"Kimin neyden kaçtığı umrumda değil. Keyfim ve kahyası istedi, girdim" "Gördüğüm kadarıyla bir pişmanlık da duymuyorsun bu konuyla ilgili"

"Aksine eğlenceliydi" dedim sesli gülümserken.


"Yavuz o kadar kolay bırakmaz yakanı" sessiz kaldım çünkü bu konuyu onunla konuşmak istemiyordum. Ben ne kadar sessiz kalmayı istesem de Alptekin Çakıroğlu benden bir cevap duymak istiyordu. "Sevgilimsin sanıyor" dedi.


"Ben Yavuz'a sevgilisiyim demedim. Bana, onun yanında sevgilim diye hitap eden sendin. Ben sadece "Bu adamın sadece bir kadını sevebileceğine inanıyor musun?" dedim. Sen "Sevgilim arabaya geç" dedin. Bu tamamen senin sorunun. Beni o sokakta Yavuzlar gelmeden bıraksaydın bunlar olmayacaktı."


"Ben neden sadece bir kadını sevemem?" takıldığı bu muydu gerçekten? Sakin ol Nare. Derin nefes al.


"Şuan sorunumuz bu mu?"


"Evet neden sadece bir kadını sevemem?"

"İşte."


"Eyvallah" Hasbinallah ya.


Yolu tarif etmeme gerek kalmadı çünkü patronumuz benim doğduğum gün hastane de kim olduğuna kadar araştırdığını belli edercesine müstekil evimin önüne çekti arabayı. Korumaların olduğu iki araçta durmuştu. Evin etrafına bakıyordum. Telefonum çaldı. Numara. Çakıroğlu'na baktım. Telefonunu kaldırıp salladı. Arayan oydu.


"Bir şey olursa buradan bana ulaş" aramayı reddedip indim arabadan.

Kapıyı kapatmadan önce
"Eğlence için teşekkür ederim" dedim ve kapattım. Yavaş adımlarla bahçeme girdim.

Evde beni bekleyen kimse yoktu. Doğduktan 10 gün sonra çöpe bırakılmış, yetimhanede büyümüş, babası kim olduğu bilinmeyen biriydim. Ne anneyi ne de babayı tanıyordum. Yaşıyorlar mı haberim bile yoktu. Bulmaya da hiç uğraşmadım. Çünkü onlar evlatlarını aramıyorsa ben, beni istemeyen iki insanı arayıp da bulamazdım.


Evet Çakıroğlu'nun dediği gibi bilgisayar mühendisiydim ve istesem iki tuşla ulaşabilirdim. İstemedim. Bunun bahanesi de sebebi de olmazdı çünkü.


Karanlıktan korkmak benim için lükstü. Yetimhanenin ışıkları akşam dokuz oldu mu kapanıyordu. Kimse de bu çocuklar karanlıktan korkar mı demezdi. İstediği her şey bir lafıyla olan çocukla, karanlıktan korkması lüks olan çocuk hiç aynı olur muydu?


Evime girmiş, duş almış kendime kahvaltılık bir şeyler çıkarmıştım. Orada yiyeceğim iki lokmada boğazıma dizilmiş gibi hissetmiştim. Gerek yoktu kendi evimde yerdim. En sevdiğim şey sandviç ve çaydı. Kendime ekmek arası beyaz peynir, domates, biber koyup çay da demledim. Çayın olmasını beklerken gözlerim boşluğa daldı. Dün gece yaşadıklarımı düşündüm. Sabah çalan telefonu. Adımın bu kadar hızlı yayılması normal değildi. Aslında normaldi. Onlara belli etmesemde buralarda düşmanlıklarıyla bilinmiş iki mafyadan haberim vardı tabi ki. Yüzlerini dün gece görsem de aralarındaki düşmanlık eskiye dayanıyordu. O kadar büyük değillerdi. Çayın fokurdayan sesiyle daldığım yerden çıktım.


Aklımda ki tek soru Çakıroğlu'nun kadınlara ve çocuklara dokunup, dokunmadığıydı. Çayımı doldurdum, tabağımı masaya koydum ve yemeye başladım. İkinci lokmamda kapım çaldı. Bu gün bana iki lokmadan fazla yemek haram mıydı? Mutfaktan çıkıp dış kapıya yöneldim. Kapıyı direkt açtım. Yusuf. Beni öldürmeye gelmiş gibi bakan gözleriyle.


"Seni varya-"


"Ay ay kimler gelmiiş, hoşgelmiiş" şirinlik yapmam işe yarardı bence? "Hoş falan gelmedim"

"Girme o zaman içeri oradan konuş. Hıh."


"Sen bir de trip atabileceğini mi düşünüyorsun şuan? Gerçekten mi Nare?"


"Çayım soğuyor Yusuf, içeri giriyorsan gir. Girmiyorsan oyalama beni"


"Bana da koysana bir tane" sinirlendiğimi sezince hemen geri vites.


"Geç hadi geç" Yusuf'un içeri girmesini bekleyip arkasından kapıyı kapattım. Mutfağa girdik.


"Yusuuf sana da sandviç yapayım mı çayın yanına?"


"Oluur" ben hafleri uzatınca o da bana ayak uyduruyordu. Salak birisi.


"Beyaz penirle mi kaşar peyniriyle mi?" beyaz peynir sevmez ki uyuz etmem lazımdı. "Nerde gördün benim beyaz peynir yediğimi" göz devirdi.


"Şen şiniy mi oydun bana" kahkaha attım "Kıyamam kii" gülmeye devam ettiğim için o da güldü ama hala biraz tripli. Ben sandviçini hazırlarken kapı çaldı.


"Ben bakarım, sen benim ekmeğimi hazırla" deyip çıktı mutfaktan. Edo'nun sesini duyuyorum şuan. Allahım bunlar anlaşıp bana hesap sormaya gelmiş olabilirler mi? Bu durumdan acil kurtulmam lazımdı. Onlara şuan yapabileceğim bir açıklama yoktu. Zaten daha ne olacağı da belli değildi. Alptekin belki Yavuz'a sevgilim falan değildi der. Bilmiyorum hiçbir şey. Bildiğim tek şey olanlardanda olacaklardan da hiç korkmadığım. Eda'nın mutfağa girdiğini görmek beni istemsiz gülümsetmişti. Gelip ellerim ıslak olduğu için arkamdan kocaman sarılmıştı. Sinirli miydi emin olamadım.


"Hoşgeldiiin" dedim tüm samimiyetimle.


"Hoşbuldum minik kuş" bu bana 12 saati hatırlattı. O kelebekti ama olsun. İstemsiz saate bakmak istedim. Telefonum uzaktı. Saati sorsam birini mi bekliyorum diye soracaklardı.

"Edoş sana da sandviç yapayım mı?" baktı baktı
"Beyaz peynirle yapacaksan olur" elimdeki kaşara bakarken söylüyordu. Tam zıtlardı. Yusuf beyaz peynir yemez, Edoş da kaşar yemezdi. "O kesin şu uyuzun" dedi.


"Yusuf sen çayları doldur, Edoş sende bana yukardan tabak ver" ikiside cevap vermeden dediklerimi yapıyolardı. "Kahvaltılık da çıkarın uzun uzun kahvaltı sofrasında oturalım" en sevdiğimiz şey uzun oturulan kahvaltı sofrasıydı. Biz çocukluktan arkadaştık. Hiç kopmamış arkadaşlar. Aile olan arkadaşlar.


"Nare dolapta neden fıstık ezmesi yok?" Edoş diyince de fıstık ezmesiydi tabi ki.


"En son sen bitirdin kızım ben dokunmadım senin fıstık ezmene" yani benim için olsa da olur olmasa da olurdu çünkü.


"Ölmezsin bir gün fıstık ezmesi yemesen" Yusuf, Eda'yı sinir etmeye bayılıyordu.


"Sanane uyuz"


"Hadi sandviçleriniz hazır oturun" sofrada bir eksik var mı diye göz atarken "Neden domates salatalık yok?" gözlerim ikisinin arasında gitti geldi, ikiside birbirine baktı ve aynı anda "Kim yıkayacak ya" dediler. Aynen aynı anda.


Sessizce oturdular sofraya. Ben açlıktan ölmeden yemek yiyebilmiştik sonunda. Yusuf, Avukattı onu sinir eden müvekkili hakkında bir şeyler anlatıyordu. Edoş Doktordu, acilde nöbeti varken gelen saçma şikayetlerden yakınıyordu. Ben sadece onların heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatmasını dinlemeyi seviyordum. Ta ki Yusuf
"Nare şu şirketin güvenlik duvarı noldu?" diye sordu.

"Kodu yanlış yazmışlar hatayı bulmak için başka bir kod yazdık falan halletik ya"


"Nare" Yusuf'un sesi tereddütlüydü ama devam edeceği belliydi ki etti de "Dün gece" nefes aldı Eda'dan destek bekledi "Neredeydin"


"Canlarım, bebeklerim gece geç geldim. Salonda yatarken telefonla oynayıp şarjımı bitirmişim takmaya üşendiğim içinde yattım uyudum" Kısmen doğruydu.


"İnanalım mı" dedi Edoş. Yusuf'un bakışları onu destekler cinstendi.


"İnanmazsanız inanmayın" sesimden sinirim belliydi. Benden şüphe duymaları hoş değildi. Tamam onlara yalan söylüyordum ama onların iyiliği içindi. Sessizliği Yusuf'un çalan telefonu böldü. Sevgilisi arıyordu. Edoş bunu görünce gözlerini devirdi çünkü kızdan hiç hoşlanmıyordu. Yusuf telefondan bakışlarını ilk Eda'ya kaldırdı ve yüzündeki ifadeye baktı. Keyif aldığı belliydi. Telefonu açtı ve mutfaktan çıktı.


"Uyuz oluyorum buna" "Neden" bilmiyormuşum gibi. "Sevgilisine de uyuzum" "Neden"


"İşte" küçüklükten beri birbirlerini sevdikleri barizdi ama kabul etmiyolardı. Gözlerinde gördüğüm ne arkadaşlık ne de dostluktu. Birbirlerini kaybetmeden bulmaları lazımdı. Yusuf gitmesi gerektiğini söyleyip mutfaktan ışık hızında ayrıldı. Edoş'un telefonuna acil hasta bildirimi geldi.


"Arabayı almadım nöbetten çıktım diye beni hastaneye bırakır mısın?" diye sordu.

"Tamam sen geç ben anahtarları alıp geliyorum." yatak odasına çıktım üzerime bir hırka aldım ve aşağı indim. Hastane eve arabayla 10 dakika uzaklıktaydı. Acilin girişinde bıraktım Edoş'u bana öpücük atıp uzaklaştı.


Bende markete uğradım. Evin sokağına girdiğimde kapımın önünde 4 tane araba vardı. Piyangodan kim çıkarsa. Yavuz Arslan mı Alptekin Çakıroğlu mu? İlerledim. Arabayı evin önünde durdurdum. Tanıdık bir yüz arıyordum ama yoktu. Piyangodan Yavuz çıkmamıştır umarım. Arabadan indim.


"Nare Hanım bizimle gelin"


"Siz kimsiziniz?"


"Yavuz Bey'in adamları"


"Çok konuşmak istiyorsa ayağıma gelebilir"


"Nare Hanım bizimle geliyorsunuz dedim" bu ne biçim konuşma tarzı ya. Cevap vermeme gerek kalmadan sokağa 5 araba girdi.


Piyangodan Alptekin Çakıroğlu da çıkmış sanırım. Talihli miyim talihsiz mi emin olamıyorum. Çakıroğlu arabadan iner inmez yanımdaki koruma beni boğazımdan çekip silahını şakağıma dayadı. Her şey o kadar hızlı oluyordu ki anlayamadım.


"Bırak kızı" Çakıroğlu'nun adamı Can'dı konuşan.

"Çakıroğlu kız bizimle geliyor"


"Kızı bırak Emir" beni rehin alan adamımız Emirmiş.


"Canım hiç istemiyor be Can" Nare sende biraz korksan mı acaba ya? Ne kadar rahatsın şakağına silah dayalıyken.

"Emir dönülmez yola sokma" Can sürekli konuşsa da gözlerim sadece Çakıroğlu'ndaydı. Sessizdi.


"Can, bu yolun hiç dönüşü olmadı ki"


"Emir, sandığın gibi değildi. Elif'i Alptekin Bey değil Yavuz öldürdü."


"Yalan söyleme ses kaydını dinledim! Alptekin'in Elif'in infazını onayladığı ses kaydını!"


"Yalnız sesler üzerinden oynama yapılabilir" dedim şak diye. Nare salak mısın adam seni rehin almış! Hemde seni sevgilisini öldüren adamın sevgilisisin diye! Bir de akıl mı veriyorsun?


"Sen kes sesini!" silahı daha çok bastırdı.


"Ben kadınlara dokunmam Emir, bilmiyor musun?" ilk defa konuştu Çakıroğlu.


"Sen, sen. İşine gelince kadına da çocuğu da dokunursun. Senin sadece işine yarasın yeter." nefes aldı "Benim sevdiğim kadın nasıl gözlerimin önünde öldüyse senin sevdiğin kadında gözlerinin önünde ölecek!" nefreti sesinden belliydi.


"Yalnız ben onun sevdiği kadın değilim ki" diye araya girdim. "Çakıroğlu'nun gözleri öyle demiyor ama" keyfilendi birden.


"Emir sana bir video izletelim bizde" korumalarından birine başıyla işaret verdi. Bize doğru bir koruma geldiği an da Emir delirmiş gibi


"Gelme. Yaklaşma. Bir adım daha atarsan sıkarım kafasına." diye bağırıyordu.

"Sık" dedim bir anda. Emir afalladı ama tek afallayan o değildi Çakıroğlu'nun gözlerinde de bir afallama söz konusuydu. Bundan faydalanıp Emir'e dirseğimi geçirdim. İleri doğru koşmaya başladığım anda bir silah sesi duydum. Duyduğum sesin Emir'i vurmaları olduğunu düşünsemde sırtımda sıcaklığı hissedene kadardı bu.


Önce dizlerimin üstüne düştüm. Canım acımıyordu korkmamıştım da ama o an aklımda sabah sofrada birlikte oturduğum iki insan geldi. Onlara bunu yapmaya hakkım olup olmadığını düşündüm. Yoktu. Bizim bizden başka kimsemiz yoktu ki. Ölmekten korktuğumdan değildi. Onları bırakmaktan, benim yüzümden acı çekmelerinden korkuyordum. Silah sesleri yükseldi. Benim gördüğüm son yüz, duyduğum son ses Çakıroğlu'nundu.


"Kelebek 24 saat dolmadı"

Bölüm : 31.08.2024 16:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...