6. Bölüm

6-Korku

Elsa🕊
eelsanna

"Karanlığa ışık olmaya ne hakkın var?" Ben gündüzün ortasında gece olandım. Karanlığa ışık olmak mı? Karanlığı bile benimkinden aydınlıktır.

"Çakıroğlu, bir şey mi dedin, yemek yerken seni duymayı unutuyorum da" bir yandan ekmeğimin üzerine tereyağ ve bal sürmeye çalışıyordum. Güldü. Bana baktıkça gülümsemesi genişledi. "Komik mi ya? Ne gülüyorsun?"

"Tok evin aç kedisi"

"Tik ivin iç kidisi"

"Sen beni mi taklit ettin yine?"

"Sin bini mi tiklit ittin yini"

"Şşş bana bak"

"Şşş bini bik"

"Kolyeni bulmuştum, vermem"

"Kily- NE?"

"Ni?"

"Çakıroğlu, kolyemi verir misin?"

"Yoo" güldü "Sonucuna katlanamayacağın işlere kalkışmayacaksın" ekmeğine çikolata sürdü ve afiyetle yedi.

"Nasıl ya bir saat önce haberin yoktu?"

"O da benim sırrım"

"Nerde buldun?"

"Yatakta"

"Baktım defalarca?"

"Kopmuş yatağın içinde yastığın kenarında kalmış"

"Kolye mi verir misin?"

"Yoo"

"Çakıroğlu" kedi gibi bakmamın tam zamanıydı hadi Nare "Kolye mi verir misiin?"

"O şirinliklerin Yusuf'la Eda'ya işler" YUH!

"Mesajların hepsini okumuş olamazsın"

"Hepsini okudum"

"Özel alan! Kişisel alan! Hiçbir şeyden haberin yok mu senin?"

"Çok da özel değilmiş"

"Pardon da sana ne"

"Doğru"

"Kolyem?"

"Keyfim ve kahyası ne zaman vermek isterse"

"Sabır"

"Aynen sabreden derviş-"

"Muradına ermiş"

"Yoo, muradına eremeden gebermiş"

"Çok komiksin, ne kadar düşünüyorsun bu espirileri yapmak için?"

"Hadi doy artık"

"Lokmalarımı mı sayıyorsun hayvan herif" kahkaha attı. Beni sinir etmekse amacına kesinlikle ulaşmıştı. Çıldırmak üzereydim. Komikti ama sinirlenmiştim. İstediğide buydu zaten. Salaksın Nare! Salak. Kalktım sofrayı toplamaya yeltenmiştim ki

"Bırak, sabah Kader Hanım halleder"

"Ayıp ayıp bırakamam böyle falan"

"Sen bilirsin" dedi ve mutfaktan çıkmaya yeltendi.

"Hop hop nereye?"

"Çalışma odama?"

"Yok öyle bir dünya buraya geliyorsun, topluyoruz burayı"

"Elimi bile sürmem" peki madem. Tepsiye koyduğum bardakları sofradan tezgaha götürüyordum ki elimden kaydı. Tüh. Hemde sol elim. "Kıpırdama" dedi. Sen mi büyüksün ben mi büyüğüm Çakıroğlu. "Bu kırdığın kaçıncı cam" yüzüme baktı, baktı ve anladı. "Sen varya" "Tamamla tamamla bir kere de lafını tamamla" "Bekle orada"

"Yoo" dedim ve eğildim tabi ki kırdıklarımı ona temizletmek gibi bir düşüncem yoktu. Ben eğilip toplamaya başlamıştım. Camları temizlediğimde mutfağa girdi. Elinde süpürgeyle. Kahkaha attım çünkü Alptekin Çakıroğlu ve süpürge. Yan yana müthiş duruyolardı. "Bitti ki geç kaldın" dedim gülmeye devam ederken.

"Tamam lanet olsun, toplayalım sofrayı"

"Tamam sen kahvaltılıkları dolaba koy, bende bulaşıkları yerleştireyim" dedim, oflaya puflaya topladı sofrayı. Ben bulaşıkları sudan geçirdikten sonra makinaya koymak için eğilmem gerekiyordu. Ama dikişlerim yeniydi ve canlı canlı dikilmiştim. Bir kere daha patlatmaya gerek olduğunu sanmıyorum. "Çakıroğlu eğilemiyorum şunları şuraya koyar mısın?"

"Ben ne anlarım kızım" dedi önce "Tarif et bari neyi, nereye koyacağım"

"Sen tek başına nasıl hayatta kalıyorsun ya?" Bardakları kırdığım için kalmamıştı. Çatal, çay kaşığı, sürme bıçağı bir kaç tabak dışında çok bir şey yoktu zaten. Onlarıda tarif ettiğim yerlere doğru koyduğu için işimiz hızlı bitti.

"Sen zorda kalınca böyle sürekli sürahi bardak falan kırmaya devam edecek misin?"

"Alırız bir 6'lı çay bardağı setiyle sürahisini" göz devirdim "Cimri"

"Eyvallah" çıktı mutfaktan. Bende işim bittiği için arkasından çıktım.

"Her gün bu merdivenleri çıkmak zor olmuyor mu? Hiç bu günde salonda yatayım dediğin oldu mu ya? Bittim ben" sırtımdaki yara ciğerlerimi de etkilediği için yavaş olmak zorundaydım ben birinci kattayken o üçü bitirmek üzereydi.

"Spor hayat kurtarır"

"Spir hiyit kirtirir"

"Seni duyabiliyorum"

"Sini-"

"Kolyeni geri alamamak üzeresin"

"Amaa tehdit bu" yukarı bağırıyordum "Haksız rekabet" cevap vermedi. Bu gün eğlencemiz buydu. Onu taklit etmeme uyuz olmuştu. Benim işime gelirdi. Kolyemi vermiyor diye küssem çok mu abartı olurdu? Yoo. Odaya geldim. Balkon açıktı saat üçü geçiyordu. İçeride esen rüzgarın sesi yankılanıyordu. Rüzgar sesiyle uyumak. Huzurlu hissettirirdi. Yatağa girdim. Bu gün ilk defa uyuyacaktım. 4 günde iki kere vurulmuştum. İki kurşun sıkılmıştı bana. Biri ölmem içindi, biri yaşamam. İkiside aynı adam yüzünden olmuştu. Birine sebep olmuştu, birini kendi sıkmıştı. Sebep olduğu beni öldürecekken kendi sıktığı yaşamam içindi. Ölmemi mi yaşamamı mı istiyor bilmiyorum. Bildiğim tek şey ömrüm boyunca bana bıraktığı iki iz'di.

Üzerinde Alptekin Çakıroğlu imzası olan iki kurşun yarası.

O gün hiç tanımadığım bir adam yüzünden ölmek üzereydim. Bu gün hiç tanımadığım bir adam hayatımı kurtarmıştı. Bu iki adam farklı olsaydı ben, beni kurtardığı için bu sabahki adama minnet duyardım. Ama beni ölüme sürükleyen de hayatta tutan da aynı adamdı. Gözlerimi kapattım.

Telefonumun çalma sesine açtım gözlerimi. Arayan kimdi bilmiyorum ama bu kaçıncı çalışıydı biliyorum 3 oldu. Telefonu bulup arayana bakmadan kulağıma götürdüm. "Efendim"

"Ölmemişsin" dedi "Keyfim kaçtı şuan" ekrana baktım. Yavuz?

"Tüh"

"Kedi gibi 9 canlı çıktın" Çakıroğlu bana bu yüzden kedi diyip duruyor olabilir mi?

"İkisi gitti kaldı yedi"

"Ben şansımı denemeye devam ederim o zaman"

"Tabi ki ne zaman istersen" güldüm ama Yavuz gülmedi. Aksine sinirlendi.

"Alptekin Çakıroğlu'na Hakan'ın elimde olduğunu söyle" dedi ve kapattı. Hakan? Buraya geldiğim ilk gün salonda bekleyen? Yataktan kalktığım gibi çalışma odasına ilerledim. Kapıyı tıklattım ses yoktu. Telefonu çalıyordu ama duymuyordu sanırım. Girdim içeri. Bir elini masaya dümdüz uzatıp başını ona yaslamış uyuyordu.

"Çakıroğlu" omzuna dokundum "Çakıroğlu uyan" gözlerini araladı.

"Noldu?"

"Yavuz aradı" sandalyesinde düzeldi daha uyanık görünüyordu. "Hakan elimde Çakıroğlu'na ilet dedi"

"Yavuz! Yavuz!"

"Telefonun çalıyor sabahtan beri duymuyorsun, önemli sanırım"

"Ben biraz yalnız kalabilir miyim?"

"Tabi ki" hemen çıktım odadan. Çıkmamla bir şeylerin devrildiği duymam bir oldu. Eline geçen her şeyi fırlatıyordu şuan. Ona da zordu. Aşağı indim.

Can'ı görmüştüm. Koluna baktım istemsizce. "Nare Hanım" dedi birden.

"Efendim"

"Abim uyandı mı?"

"Uyandırdım Can, yukardaydı ama rahatsız edilmek istediğini sanmıyorum"

"Önemli bir şey söylemem lazım açmıyor telefonunu"

"Hakanın kaçırıldığını mı söyleyeceksin?"

"Siz nereden biliyorsunuz?"

"Yavuz aradı"

"Abimi mi?"

"Hayır, beni"

"Ben yukarıya bakayım" diyip merdivenleri ışık hızında çıktı. Mutfağa ilerledim bende. Kader Hanım üzgündü. Beni görünce gülümsese de belliydi.

"Günaydın kızım" dedi.

"Günaydın, iyi misiniz?" başını olumsuz anlamda salladı

"Oğlum" dedi gözünden düşen yaşa engel olmaya çalışmadan "Hakan'ımı kaçırmış" Vay anasını ya bir bu eksikti gerçekten.

"Ben çok üzgünüm. Çakıroğlu bir yolunu bulup kurtaracaktır onu siz benden daha iyi tanıyorsunuz" elleri elimi buldu

"Kurtarır değil mi? Seni de o kurtardı. Oğlumu da kurtarır." elini tuttum sıkıca.

"Kurtarır tabi ki o Çakıroğlu hep bir yolunu bulur" yavaşça sandalye çekip oturttum Kader Hanım'ı. Bir bardak su doldurdum ve uzattım. İçti. Telefonum bir kere daha çaldı. Arayana baktım. Çakıroğlu'ydu. Kader Hanımdan uzaklaştım. "Efendim"

"Yukarı" dedi ve kapattı. Lan hayvan herif benim dikişlerim var üç katı öyle hızlı inip çıkabilir miyim sence? Sakinim adamı kaçırılmış, olabilir. Emir verdi Nare? Adamı kaçırıldı. Sakinim. Merdivenlerin sonuna geldiğimde nefes almak çok zordu. Kapıyı çaldım ve içeri girdim. "Seni aradığı numaradan yerini tespit edebilir misin?"

"Edebilirim ama-"

"Bu işi yapan korumaya ulaşamıyoruz" Can'dı konuşan.

"Bilgisayarı verir misin?" Can laptopu bana uzattı ve çekildi. Bende masanın hemen önündeki koltuklardan birine oturmuştum. Kodları yazarken "Sadece sinyali hangi uydudan aldığını tespit edebiliriz tam yeri söylemek zor olabilir" cevap beklemeden ekranda beliren yazılara odaklandım. Aradan geçen 5 dakika sonucunda sinyalin geldiği alanı tespit etmiştim. "Sinyal 90 kilometre ötede bir alandan, haritaya bu 90 kilometre uzaklığı girdikten sonra sadece depoların olduğu bir alan görünüyor. Maalesef bir değil beş tane depo var. Tam adresi kağıda yazıyorum" kağıdı Can'a uzattım.

"Eyvallah" dedi Çakıroğlu "Eyvallah" ışık hızında çıktılar odadan. Umarım kurtarırlar. Uzun zaman sonra işimi yapmak beni bir heyecanlandırmıştı. Mutluydum. En azından faydam dokunacaktı.

Yavuz Arslan, Alptekin Çakıroğlu'ndan ne istiyordu? Bu olaylar benim bu soruyu daha çok merak etmeme neden oluyordu. Aşağıya Kader Hanım'ın yanına indim. Mahvolmuş görünüyordu. Desteğe ihtiyacı varmış gibi hissettim. Belki benim işim değildi evet ama destek olmak istedim. Anneydi. Evladı için endişe duyan, saçının teline zarar gelse canından can gidecek bir anneydi. Yanında olmak istedim. Mutfağa girdim. Hala bir şeyleri toplamakla uğraşıyordu.

"Kader Hanım" dedim.

"Efendim kızım" gözyaşlarını sildi bir eliyle.

"İyi misiniz?" salak mısın Nare? Nasıl iyi olsun?

"İyiyim" gülümsedim.

"Korkmayın, sağsalim getirecekler oğlunuzu" başını salladı, olumlu anlamda. "Çakıroğlu oğlunuzu almadan gelmez" baktı bana uzun uzun sonra sarıldı birden.

"İyi ki varsın kızım, iyi ki geldin evimize" elimle yavaşça sırtını sıvazlamıştım. İlk gün bu evden içeri girerken o rahatlamam için yapmıştı. Bende bu gün o biraz olsun rahatlasın istemiştim.

"Oturun siz, bu halde bir de iş yapmayın" evin patronu ben değildim tamam ama bu haldeki bir kadının iş yapmasını da Çakıroğlu'nun çok isteyeceğini düşünmüyorum.

"Sağol kızım, Alptekin dedi git evine dinlen biz haber vereceğiz oğlunu getireceğim dedi ben beklemek istedim, beklerken de kafamı meşgul edeyim istedim" gülümsedim.

"Ayy Kader Hanım o zaman mercimek köftesi yapalım mı?" canım çekmişti ama kafası dağılsın da istiyordum bahane oluyordu. Ağlarken güldü bir anda

"Hadi yapalım, oğlum da Alptekin de çok sever zaten" dedi.

"İyi işte geldiğinde hep beraber mercimek köftesi yeriz" Kader Hanım çoktan işe koyulmuş malzemeleri tek tek çıkarıyordu.

Ben çok eğilip doğrulamasam da yardım ediyordum. Mercimekler haşlanmaya bırakıldı. Haşlanınca bulgurları ekleyecektik. Bir yandan yeşillikleri doğruyordu Kader Hanım, bende kızmış yağın üzerine soğanı ekledim üzerine salçasını da koyup kokusu çıkana kadar kavurdum. Kader Hanım haşlanan mercimekleri geniş bir tepsiye aldı. Bende kavurduğum sosu mercimeklerin üzerine döktüm. Benim omzumda yaralı olduğu için yoğurma işi Kader Hanımdaydı. Öyle güzel yoğurdu ki ben kokusuyla bile doydum galiba. Şekil verme işine geçmiştik ona yardım edebilirdim. Çiğköfte gibi avucumuzun içinde biraz sıkıp başka bir tabağa koyuyorduk. Şekil verme işimizde bitince çıkan bulaşıkları ben sudan geçirdim Kader Hanım makinaya koydu. Tezgahı da silip bezimizi katladık ve kapı çaldı.

Kader Hanım bunu bekliyordu koşar adımlarla kapıya gitti ben yavaş adımlarla gitmek zorundaydım. Kapıya ulaştım. Gördüğüm en güzel manzara olabilirdi. Bir anneyle evladının kavuşma sahnesiydi. Hakan'ı biraz hırpalamışlar ama iyiydi. İyi görünüyordu. Uzun uzun sarıldılar. Bende onları izledim hiç sıkılmadan. Çakıroğlu kapının önündeydi artık içeri girmişti. Gözlerimden kalpler çıktığına yemin edebilirdim ama ispatlayamazdım. Küçükken bu sahneyi yaşamayı bu sahnenin hayalini defalarca kurmuştum. Annem yetimhanenin kapısından girip bana kocaman sarılacaktı. Özür dileyecekti ya da ben özür dileyecektim. Doğduğum için. Derin bir nefes aldım ve artık ayrılmışlardı.

Kader Hanım birden "Oğlum" dedi, öyle içten söyledi ki. "Alptekin'im" aynı samimiyetteydi sözleri. "Size mercimek köftesi yaptık. Nare kızımla çok güzel oldu" bana baktı, gülümsedim "Hadi elinizi yüzünüzü yıkayın gelin çay koyuyorum" dedi. Mutfağa girdi. Çok mutluydum. Hem kafasını meşgul etmiştik hemde oğlunun sevdiği bir şeyi hazırlamıştık. Çakıroğlu bir şey demeden odasına çıktı. Hakan bana gülümsedikten sonra misafir banyosuna ilerledi. Sonunda kavuşmak varsa özlemek güzeldir. Tam şuan Eda'yla Yusuf'a sarılmak istemiştim. Daha fazla holde durmak istemediğim için adımlarım mutfağın yolunu tuttu. Onlar gelmeden bir iki tane mercimek köftesi yesem anlamazlardı. Çok yapmıştık. Korumalarda yesin diye. Orduya yetebilirdi. İki tanenin lafı mı olurdu. Hem ben hastaydım. Nare kimse yeme demedi ki. Doğru.

"Ayy Kader Hanım çayı, çaydanlıkta demlesek?" çaycı samimiyetsiz geliyordu napıyım.

"Olur kızım olmaz mı?" baktım korumalar, doğru

"Bize çaydanlıkta demleyelim korumalara çaycı da verelim nasıl fikir?" güldü. Yüzü şimdi gerçekten gülüyordu

"Güzel fikir" dedi. Ben çaydanlıktaki çayı demledim o çaycıdakini. Hakan mutfağa girdi. Üzerini değiştirmiş yaralarını temizlemişti. Arkasından Çakıroğlu girdi içeri o da üzerini değiştirmişti. Herkesin keyfi biraz daha yerindeydi. Hamle sırası Çakıroğlu'ndaydı. Yavuz'un sevdiği birini alacaktı. Bunu söylemese de belliydi. Kader Hanım bana baktı ve Hakan'a doğru konuştu

"Oğlum bu kızımız Nare, sağolsun bir dakika yalnız bırakmadı beni" dedi.

Hakan "Memnun oldum, teşekkür ederim" dedi.

"Memnun oldum, ne demek" gülümsedim.

"Mercimek köftesi nereden çıktı" diye sordu Hakan.

"Nare kafamı meşgul edeyim diye canının istediğini söyledi" dedi, güldüm.

"Gerçekten canım da çekmişti hem mercimek köftemiz oldu hemde kafamız dağıldı" gülen sadece ben değildim artık. Hakan ve annesi sesli gülerken, Çakıroğlu'nun yüzünde gülümseme vardı sadece. "Hadii tabakları hazırlayalıım" sızlanıyordum artık yemek için. "Eğer yemiyeceksiniz" içi mercimek köftesi dolu olan bir tabağı elime aldım "Ben hiç hayır demem" yavaşça mutfaktan çıkmaya başlamıştım ki

Hakan "Hani bize yapmıştınız, böyle olmaz" dedi. Olduğum yerde durdum. "Ben kaçırıldım köfteler benim hakkım" dedi.

"Bende iki kere vuruldum canım, bir tabağı bırak tepsi benim hakkım" derken kahkaha atmıştık. Çakıroğlu'nun yüzü düştü.

"Nare kızım haklı, sus bakayım sen" diye oğluna çıkıştı Kader Hanım.

"Doğru, en çok senin hakkınmış cidden" dedi Hakan.

"Ama yiyelim artık" dedim. Çay dem almıştı. Ben bardakları hazırladım. Hakan çayları doldurdu. Çakıroğlu çok sessizdi. Sadece gülümsüyordu. Kafası karıştı sanırım. Hamle sırası. Bilmiyorum. Önemli olan Anne ve oğlun kavuşmasıydı. Şükürler olsun ki artık yemeye başlamıştık. Bir çayımı yudumluyor bir de köftemden yiyordum. Hakan'ı nasıl kurtardıklarını merak ediyordum ama sorsam "Ne kadar az bilirsen o kadar az canın yanar" diyecekti. Hakan'a sorsam geçiştirecek gibi bir izlenim vermişti. Sessiz kaldım. Öğleden sonraydı. Mutfaktan çıkıp ikinci kattaki misafir odasına gidip bir kaç kıyafet taşımam gerekiyordu. Çakıroğlu'nun odasına kendi odam gibi yerleşmiştim resmen. Hiç hoş değildi. Evime gitmek istiyordum artık. İki gün daha kalayım gideceğim. En azından Çakıroğlu bir sonraki hamlesini yapıp, Yavuz'un benimle uğraşmasına vakit kalmadığında. O yüzden duruyordum böyle. Onlar sohbete dalmışken yavaşça çıktım mutfaktan. İkinci kata çıktım. Orman manzarası olduğu için Çakıroğlu'nun odasının altıdır.

Kapıyı açmak üzereydim ki "Kararlısın misafir odasına geçmeye"

"Senin odanı çok işgal ettim, sende yatağında uyu artık"

"İşgal falan etmedin. İsteyerek verdim sana odamı"

"Ben rahatsız hissediyorum"

"Neden"

"Sabah gördüm, çalışma masasında uyumuşsun"

"Koltuğa da geçebilirdim ama üşendim"

"Ay ben neden seni kendi yatağına yatırmaya çalışıyorum? Ben misafir odasında kalmak istiyorum. Misafirim çünkü" Başını salladı ve ayrıldı yanımdan. Kapıyı açtım, içeri girdim. İçerisi siyah ve lila tonlarıyla döşenmişti. Çok güzeldi. Bayıldım. Duvarları lila mobilyalar siyah ve asildi. Her şey kararınca kullanılmıştı. Hiçbir şey abartı değildi. Ne siyah boğuyor ne de lila sırıtıyordu. Mimarım demişti. İç mimarım dememişti mimarım demişti. Hem iç hem dış mimar olabilir miydi? Olabilirdi. Sormamıştım. Şimdi yukarı çıkıp Çakıroğlu'nun odasından bir kaç parça kıyafetlerimi alacaktım. Yukarı çıktım. Kapıyı tıklattım. Ses yoktu. İçeri girdim. Yatak toplanmıştı. Ben Yavuz'un aramasıyla fırlayıp çıkmıştım odadan sonra da aklımdan çıkmıştı. Giyinme odasına doğru yürüdüm. Bir kaçdan fazlaydı. Hepsi etiketli 4-5 tane pijama, kombin kombin 4 tane kıyafet vardı. Arkamda bir ses duydum. Çakıroğlu'nu gördüm. Banyodan çıkmıştı. Belinde bir havlu vardı sadece. Üzerinde hiçbir şey yoktu. Karın kasları vardı ve vücuduna çok yakışmıştı. Yara izleri vardı ama net göremiyordum. Saçları dalgalıydı ve bir iki tutam alnına dökülmüştü. Göz göze geldik. Ben başımı refleks olarak hemen çevirsemde şuan burda olmamam gerekirdi.

"Özür dilerim, kapıyı tıklatmıştım ama ses gelmeyince girdim" arkam dönük konuşmuştum.

Çakıroğlu istifini bozmadan önümden geçti kıyafetlerini aldı ve önümde duran kadın kıyafetlerini işaret edip "Bu kıyafetler senin, ben aşağı gönderirim" dedi sadece. Karın kaslarına bakmamak için zor tuttum kendimi. Elindeki kıyafetlerle banyoya girdi. Tuttuğum nefesimi vermiştim. Nefesimi neden tuttuğumdan haberim yoktu. Sessizce odadan çıktım.

Telefonuma bir bildirim düştü.

Gönderene baktım.

Numara.

Mesaja baktım.

Seni çok özledim Nare.

Bölüm : 13.09.2024 16:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...