Bölüm şarkımız👉🏻👈🏻
Zakkum-Al Gece Yarılarımı Benden
🕊
Kimdi bu? Numaraya baktım tekrar. Hatırlamadığıma eminim. Beni kimseyi özlememiştim. Neyse ulaşmak isteyen arasındı. Telefonu cebime koyup aşağı indim.
Misafir odasına geldim. Biraz sessizlik istemiştim. Yatağın köşesine oturmuştum. Evimi özlemiştim. Çakıroğlu'nu da evim evim diye darlamak istemiyordum. Gözümle görmüştüm durumu. Çakıroğlu'yla o gece sokakta tanışmış olmama rağmen, çok önceden tanıdığım biri gibi geliyordu.
Sürtüşmelerimiz, konuşmalarımız arkadaşımla konuşuyorum rahatlığındaydı. Ondan hiç korkmamıştım, beni korkutmamıştı. Yanında rahat olmamam için bir sebep yoktu ki.
Yetimhanede de çok kişiyle yatıp kalktığından tanımadığın insanların yanında da rahat olmayı öğreniyorsun. Hepimiz çocuktuk o zaman tabi ki. Alışmıştım. Kolay kolay kimseden çekinmez, korkmazdım.
Eda yetimhaneye benden 3 ay sonra getirilmiş. Yusuf biz yetimhaneye geldiğimizde 2 yaşındaymış. Eda'nın ailesi trafik kazasında vefat etmiş. Araba uçurumdan yuvarlanmış, babası direksiyon başında uyukladığı için.
Yusuf'un annesi doğumda vefat etmiş, babası acıdan delirdiği için Yusuf'u görmek istememiş. Beni de çöp konteynırına bırakmışlar. 10 günlükken.
Büyümeye başlayıp, etrafımızda gelişen olayları anladığımızdan beri yanyanaydık. Bizi büyüten bir ablamız vardı o zaman bunları hep o anlatmıştı. Öyle zarif öyle kibar anlatmıştı ki öksüzlüğümüzü ve yetimliğimizi ikna olmuştuk. Tatlı dil işte. Gülümsedim. Bu anları hatırlamak gülümsememe sebep olmuştu.
Güzel günlerimizde vardı kötü günlerimizde vardı. Çok sevdiğimiz arkadaşlarımız evlat edinildiğinde çok üzülürdük ama bir ailesi olacağı için çok da mutlu olurduk. Bir keresinde bir arkadaşımız evlat edinilmeden önce onu evlat edinecek aileye "Işıkları sizde dokuz da mı kapatacaksınız? Ben korkarım karanlıktan, hiç değilse burada arkadaşlarım var" demişti. 7 yaşındaydı. Onlar duydukları cümleyle ağlamaya başlamıştı.
Biz ayrılmamak için hep kötü çocuk rolü yapmıştık. Yusuf bir keresinde kendini bir aile sahiplenmek istediğinde kendini çatıdan atmakla tehdit etmişti. Çok komikti.
Eda, sağır ve dilsiz rolü yapmıştı. Ben direkt "Siz benim ailem değilsiniz ki olamazsınız da" demiş gelenleri kaçırmıştık. Hep böyle olmuştu.
Özlemle yanıp tutuştuğum için bizimkileri aradım ve benim evin bahçesine gelmelerini söyledim. İkiside okey verdikten sonra hazırlanmam gerekiyordu da. Hem arabam burada değildi hem de kıyafetler odama gelmemişti. Çakıroğlu'na mesaj attım.
"Çakıroğlu kıyafetlerim ne zaman gelir?"
iki dakika sonra cevap geldi.
"Getirirler şimdi"
beklemeden cevap yazdım.
"Evime bizimkiler gelecek korumalardan biri bırakabilir mi beni?"
"Hazırlan, gel" kapım çalındı.
Açtım bir koruma kıyafetleri içeri bıraktı ve çıktı. Giyinmeye başlamıştım. Üzerime lila bir sweatshirt altıma siyah dar bir pantolon giymiştim. Saçlarımı da at kuyruğu yapmıştım. Zor olmuştu. Beyaz ayakkabılarımı da giyip aynada kendime baktım. Kumral saçlarım güzel duruyordu. Mavi gözlerimin altları biraz morarmıştı. Boyum çok uzun değildi. 1.68 falandım. Boyumla bir sorunum yoktu. Odadan çıktım. Aşağı indim. Salona baktım. Yoktu. Aradım.
"Kapının önünde seni bekliyorum"
"Eve gitmek istedin" kapattım telefonu. Hani korumalardan biriydi? Sen koruma mısın? Kapıdan çıktım.
Evin önünde bir Audi R8 vardı. Evet evet. Audi R8. Hakkında şiirler yazabileceğim bir güzelliği vardı. Kapısını açtım ve bindim.
"Arabaların diyorum galerin mi var?"
"Neden hep en sevdiğim arabalarını getiriyorsun kapının önüne ya?"
"Bayılırıım" dudağımı dişledikten sonra "O gün Mustang'den zor indim. Range zaten bambaşka. Şuan bir R8'le birlikteyiz"
"Eve geldiğinde garajdaki arabaları gösteririm sana"
"Daha kaç tane olabilir kii?" yüzünde samimi bir tebessüm vardı ve cevap vermedi. Gitmeden baksak inceleyemezdim neyse. Gelince artık.
"Benziliğe gireceğim orası olur mu?"
"Olur" Yol boyu sessizlik olmasını sevmiyordum. Kendi düşüncelerim beni içine çekiyordu. Ben böyle düşünürken Çakıroğlu konuştu.
"Hakan'ın yerini tespit ettin yetmemiş gibi bir de annesini teselli etmişsin" gözlerini yoldan çekip bana baktı. "En sevdiği mercimek köftesini yaptırmak ayağına hem kafasını hem elini meşgul etmişsin"
"Aa siz sevdiğiniz için değildi ki ya canım istemişti benim! Konunun sizinle alakası bile yok."
"Kaç gibi alayım seni?" daha bırakmamıştın ki.
"Ben haber versem olur mu? Bilmiyorum"
Arabayı durduğunda indim. Benziliğin marketine girdim. Abur cubur ne buluyorsam alıyordum. İçecekleri de almıştım. Kasaya geldim, elimdekileri geçirip kartımı çıkartım. Benden önce bir kart uzatıldı. Karta baktım. Sahibine baktım. Çakıroğlu. Kasiyer bize baktı hangisini alayım der gibi. Benimkini uzattım. Kadın kasiyer olduğu için durumu anladığını varsayıyorum çünkü benim kartımı aldı. Sevindim. Doldurduğum poşetlere uzansam da Çakıroğlu yine benden önce davrandı da buna sevinmiştim. İki kolumlada ağır kaldırmam yasaktı. Ben arabaya bindim. O poşetleri bagaja koyduktan sonra bindi.
"Çakıroğlu bunun tekrarı olmasın"
"Dalga mı geçiyorsun" inanamıyormuş gibi bakıyordum yüzüne.
"Ben kendi aldıklarımı öderim, bir daha tekrarı olmasın"
"Neden benim aldıklarımı ödeyesin ya?"
"Eyvallah" Hep bunu yapıyordu. Konuşma uzamasın diye. Tamam.
Araba bir hızlandı.. Ben çok mutluydum şuan. Arabayı tam tanımlamak gerekirse. Audi'nin sadece 30 tane ürettiği, 2021 Audi R8 RWD Panther Edition. 0'dan 100 kilometreye sadece 3.7 saniyede çıkabiliyor. Azami hızı 323 km/h. Jantlarında mat siyah renge kırmızı süslemeler eşlik ediyor. Aracın Napa deri koltuklarında Crimson Red adı verilen kırmızı tonu seçilmiş. Paspasların köşelerindeki kırmızı dikişler dikkat çekici. Aracın iç tasarımında da kırmızı renk kullanılmış.
"Sadece 30 adet üretilen, Audi R8 RWD Panther Edition'dan bahsediyoruz! Beğenmemek mümkün mü?"
"Özelliklerine baya hakimsin bakıyorum"
"13 hoparlörlü Bang & Olufsen ses sistemini dönüşte deneyelim" çünkü araba evimin önünde durmuştu.
"Deneriz" dedi ve aynı anda indik arabadan. Bagajdan poşetleri aldı ve bahçeye doğru yürüdü. Adımlarım onu takip etti. Bahçedeki masanın üzerine bıraktı poşetleri. "Bir şey olmaz ama olursa diye buralardayım."
"Ben döneceğim zaman ararım seni. Bekleme boşuna"
Cevap vermemi beklemeden çıktı bahçeden. Mutfağım bahçeye açıldığı için. Mutfak kapısından girdim içeri. İçecekleri yerleştirim. Tekrar bahçeye çıktım. Abur cuburları aldım tabaklara koymak için. Onları tabakladım. Bahçe kapısının sesini duydum. Gelmiş olmaları lazım saat daha akşam üzeri yedi falandı. Edoş'un gece nöbeti vardı 12'de ayrılırdı muhtemelen. Yusuf'da onu bırakırdı. Beş saate yakın vaktimiz vardı. Bahçeye çıktım. Yine birlikte gelmişler.
"Siz birbirinizi öldürmeden nasıl geldiniz?" kahkaha attık hep beraber.
"Zor oldu" dedi Edoş gülerken.
"Hadi ordan gayet eğleniyordun"
"Yusuf'u kızdırmayalım gece beni hastaneye götürecek, iyi geçinmem lazım"
"Hep menfaat, hep" dedim yüzümü buruşturarak.
"Sen içeceklerimizi getirsene kızım, bu nasıl ev sahipliği"
"Yusuf, seni varya dörde bölerim"
"Ay ama bölme beni b-" dedi Eda.
"Hatrın kalmasın seni de dörde bölebilirim canım"
"Tamam tamam ben alırım içeceklerimizi" Yusuf hareketlenmişti. Ben her zaman ki gibi salıncağıma otururken onlar ikili koltukta oturuyorlardı.
"İşte ev sahipliği" dedi elindeki içeceklere bakarken. En sevdiklerini almıştım çünkü.
"Yalan yalan samimiyetler" dedim göz devirerek. Kahkaha attık yine. Bir araya geldiğimizde gülmediğimiz çok az an vardı.
"Ee senin müvekkille nasıl gidiyor ya adam gerçekten katil miymiş?" Edoş sormuştu soruyu.
"Bana da tam söylemiyor, yanlışlık falan diyor da adamın üzerinden 15 tane kurşun çıkardılar"
"Bu nasıl yanlışlık adamı poligondaki hedef tahtası mı sanmış" dedim.
"Yalan söylediği barizde işte avukatlığın pis yanı, emin değilim davayı alıp almamaya."
"Geçen bizim hastaneye bir adam getirdiler vücudundan 30 kurşun çıkarıldı." Nefesim kesildi duyduğum cümleyle.
"Kimmiş teşhis ettiler mi? Yusuf konuşmuştu ben sadece dinliyordum.
"İntikam falan diyolar baya o gün kurşunlar patlamış. Dokunmaması gereken birine dokunmuş diyorlar. Teşhisine korumalarıyla bir adam geldi. Bilirsiniz hastaneler tam dedikodu yeridir."
"İşte ben avukatlık da bir katille iş birliği yapabilirdim, Sen hipokrat yemininden bir katili kurtarmak, müdahale etmek zorunda kalabilirsin. En temizi bu kızın işi he"
"Gel bir de bana sor sen onu, bir kodu yanlış yaz bakalım. Sistem çalışıyor mu çalışmıyor mu?"
"Kızım ben de ameliyatta hastanın bir damarına yanlışlıkla dokunsam ölür, ölür"
"Bende bir detayı atlasam müvekkilim hapse girebilir"
"Ay tamam en çok sizin işiniz özel, hıh"
"Sen git dolaptan fıstık ezmeni al"
"Yoo, seni hastaneye bıraktıktan sonra markete uğradım al-" cümlemi bitirmeden yerinden fırladı. Fıstık ezmesi diyince de sen be kızım.
"Fıstık ezmesini kıskanıyor olamazsın Yusuf"
"Aynen, sensiin" cins cins baktı bana, ona aldırmadan "Jenga'yı getireyim mii?"
"Bekleyin yukarıdan alıp geleyim" hızlı adımlarla merdivenlere geldim. Yukarı çıkıp odadan jengayı aldım. Merdivenleri yavaş indim. Maalesef. Bahçeye çıkıp yanlarına geçtim.
"Hadi fotoğraf çekilelim" bir anda içimden gelmişti. Hemen yanyana gelip bir sürü saçma sapan fotoğraf çekildik. Sonra da jengayı dizdik. Kaybeden masayı toplar.
"Yenileceğinizi bile bile lades diyorsunuz her seferinde" Her oyunu kazanan Yusuf konuşmuştu yine.
"Sen önce tahtaları tutmayı öğren, ameliyatta nasıl hasta kurtarıyorsun sen?"
"Seni önce keser sonra dikersem görürsün!"
"Sus da önüne bak sen" dışarıdan nasıl tatlı göründüklerini bilselerdi keşke. Bilmeselerde olurdu. Ben videolarını çekmiştim. Hatıraydı bana. Birimize bir şey olursa diye bu ana bakıp gülümsesinler diyeydi. Telefonu bir yere sabitlemiştim kadrajda üçümüzde vardık.
🕊
Gecenin sonunda Yusuf yine kazanmış, biz Edoş'la taş kağıt makas yapıp, sofrayı kimin temizleceğine karar vermiştik. Edoş'un biraz ballı olduğunu söylemiş miydim? Yenilmiştim. Saat 23.50 ydi. Yusuf, Eda'yı bırakacaktı sonra da müvekkiliyle ilgili okuması gerekenler olduğu için eve geçecekti. Onlarla vedaşlaştım. Bahçeye geldim. Çakıroğlu'nu aradım. 15 dakika sonra gelebileceğini söyledim. Sofrayı topluyordum yavaş yavaş. Çöpleri poşete attım, kirlileri de atmamak için zor tutuyordum kendimi. Mutfağa götürdüm onları da bir tek jenga kalmıştı kaldırılacak.
Mutfaktan bahçeye döndüğümde Çakıroğlu ikili koltuğa oturmuştu. Ödüm kopmuştu ama belli etmemeye çalıştım. Bahçe kapısının sesini duymamıştım.
"Bahçe kapısının sesini duymadım"
"Neden manyak mısın aklım çıkıyordu"
"Ufak tefek cinayetlerde "Sen beni zehirledin Merve" "Ama ölmedin" repliğine döndü bu"
"Değilim, bir kaç işim kaldı."
Jengaya uzandı. Poşetini aldı ve "Ben bunu toplarım sen içerideki işlerini hallet"
Odamdan laptop'umu şarjımı ve ne gerekiyorsa bir kaç bir şey almıştım. Kapıdan çıktım.
Jengayı toplamış bekliyordu. Aldım poşeti içeri götürüp salonun köşesine bıraktım. Geri çıktım bahçe kapısını da kilitledikten sonra işim bitmişti.
"Hadi gidelim" dedim. Geçmem için bekledi biraz. Bahçe kapısını açtım, geçmesini bekledim ve kilitledim. Geçen sefer fırsatım olmamıştı. "Arabamı da almak istiyorum arkalı önlü gitsek olur mu?"
"Yarın sabah anahtarı ver, Can'a aldırırım"
"Tamam" eve R8'le dönme fikri beni daha mutlu etmişti. Tamam benim arabamda güzeldi. Mercedes C180'ndi. Arabaya bindik. Yola çıkmıştık. Sessizdik ikimizde.
"Aa doğru, 13 hoparlörlü Bang & Olufsen ses sistemini denemesem içimde kalırdı."
"Telefonuma bağlı, istediğin müziği açabilirsin"
"Şimdii hazır mıyıız? Biraz eski şarkılardan açacağım"
Telefon elimde arama kısmına Zakkum-Al Gece Yarılarımı Benden yazıp ilk çıkan videoya tıkladım. Ses arabanın içinde hafif hafif hissediliyordu. Sesi kısıktı ben müdahale etmeden Çakıroğlu sesi fulledi.
Bilir misin gözünü tavana dikip saatlerce bakmayı?
Bilir misin takvim nedir mevsim nedir unutmayı?
Bilir misin hayatta mıyım diye nabza parmak basmayı?
Al gece yarılarımı benden
Al gece yarılarımı benden, diyeceği bir gece olmuş muydu?
Al çıkmaz sokaklarımı
Al çıkmaz sokaklarımı, dediği yollara girmiş miydi?
Al hepsini senin olsun
Bir de sen tat onları
Başkasınında gece yarılarını, çıkmaz sokaklarını tatmasını istemiş miydi?
Al bu ağrıyı benden
Al bu ağrıyı benden, demek istemiş miydi birine?
Al aslan sütü akşamlarımı
Al aslan sütü akşamlarımı, bir de sen yaşa onları demek istemiş miydi?
Al hepsini senin olsun
Bir de sen yaşa onları
Ben istemiştim.
Sen bileğimde akan zaman
Sen kapımı anahtarsız açan
Sen ismi ağzımı yakan
Sen buldukça kaybettiğim, yürüdükçe uzayan yolum
Sen yağmurumu taşıyan bulut, ayazında beklediğim sabah
Sen salıncak kurduğum ağaç
Sen hayatımın içsesi
Sen yanağıma açılan soğuk
Sen dalgın yürüyüşlerim
Sen canlı çıktığım yangın
Sen ertelediğim acelem
Sen içtikçe susadığım
Sen, beni hayattayken öldüren.
Sen düşersem açılan kanat
Sen yazdıkça uzayan şarkım
Sen dört mevsim melezim
Sen perdemi delen güneş
Şarkı biteli ne kadar oldu bilmiyorum. İkimizde fark etmedik. Çakıroğlu'nun telefonu çaldı. Bizi kendimize getiren buydu. Ona uzattım telefonunu. Arabanın ekranında yazıyordu kim olduğu. Özel konuşmak ister diye düşünsemde arabadan cevapladı. Uzattığım telefon elimde kaldı.
"Efendim İlayda" bir ağlama sesi duyuldu. Hoparlörün sesi son ses açıktı. "İyi değilim Alptekin" dedi kız hıçkıra hıçkıra. Gülmemem lazımdı. Kız biraz sarhoştu anladığım kadarıyla. "Beni buradan alır mısın? Sana ihtiyacım var" camdan dışarıyı izlemeye karar vermiştim. Beni ilgilendiren bir durum değildi. "Alamam" geçen seferde kızla böyle soğuk konuşmuştu. "Seni ne kadar özlediğimi biliyor musun? Seninle uyud-" telefonu elimden aldı ve hoparlörü kapattı. Sanırım İlayda Alptekin'le uyumak istiyordu. Özlemişti.
Gülmemek için zor tutuyorum kendimi çünkü içip içip eski sevgiliyi aramak bana hep komik gelmiştir. Özellikle böyle soğuk davranan bir adamı aramak mı? Kafama sıkarım daha iyi diye düşünüyorum.
Neden ayrıldıklarına bağlıydı tabi. Neyse. Arabanın hızı arttı. 180 olan hız 250'yi bulmak üzereydi. İlayda ne söyledin de Çakıroğlu'nu delirttin bilmiyorum ama işime geldi. Evin önüne geldiğimizde arabayı ani frenle durduğu için kemerlerimiz kilitlenmişti. Hafif bir savrulma yaşadık. Sırtımı koltuğa çarpmıştım. Kötü çarpmıştım.
"Sen geç, işim var" cevap vermeden indim arabadan. Sırtımın acısı bana yeterdi şuan. Kapıdan tek başıma girdim. Korumalar yüzüme bakıyordu.
Can yanıma geldi. "Nare Hanım abim nerde?" merak ediyorsan arasana Can.
"Bilmiyorum, beni bırakıp gitti" anlamamış gibi bakıyordu hala "Can çok merak ediyorsan arasana ne bakıyorsun yüzüme" cevap vermesine fırsat vermeden içeri girdim.
Güzel bir gün geçirmiştim. Mutluydum. Misafir odasının yolunu tuttum. Dikişlerime bakmam gerekiyordu. Odaya girdiğim gibi banyonun içine attım kendimi. Sweatshirtü çıkartıp sırtıma baktım. Kanıyordu. İki dakika mutlu olmak haram bana. Sargı benim ulaşabileceğim bir yerde değildi. Kader Hanım'da evine gitmişti. Böyle kalacak yarın Kader Hanım'dan rica edecektim. Üzerimi değiştirdim. Yatağa girdim. Yorulmuştum. Hemen uyumak istiyordum. Gözlerimi kapattım.
Gözlerimi kapatalı yarım saat anca olmuştu ki telefonum çaldı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |