13. Bölüm

Bölüm 11-Gidecek Biri Varsa O Benim

Gül Kelam
efgan1

Keyifli Okumalar 🌹

 

***

 

Hayatta bilmediğim bir çok şey var. Bir okulun sahibiyim ama hala daha bilmediğim, öğreneceğim tonlarca şey var.

 

Mesela araba nasıl kullanılır bilmiyorum ve öğrenmeliyim. İngilizceden başka yabancı dil bilmiyorum. Yüzlerce dil olduğunu düşünürsek bu üç dil hiçbir şey bence.

 

Beklenmek ne demek bilmiyorum. Hayatım boyunca hiçbir zaman beklenilen olmadım çünkü.

Anne ne demek bilmiyorum çünkü hiçbir zaman bir annem olmadı. Olmadığı gibi kendim de hiçbir zaman anne olamayacağım.

 

Özlenmek ne demek bilmiyorum. Güvenilmek ne demek bilmiyorum. Uluç'tan başkasına nasıl güvenilir bilmiyorum. Ona bile nasıl güvenebildiğimi bilmiyorum.

 

Sevmek ve sevilmek ne demek bilmiyorum mesela. Aşık olmak ne demek, aşık olunmak ne demek bilmiyorum daha doğrusu bilmiyordum.

 

Sevmenin ne demek olduğunu tam öğrendim mi emin değilim ama sevilmişim, aşık olunmuşum. Uluç bana aşık olmuş. Bana göstermeden, hissettirmeden aşık olmuş.

 

Ama korkuyorum bu durumdan. Çünkü daha önce hiçbir şekilde tatmadığım bir şey bu benim. Sevgi ne demek bilmiyordum ki. Sevilmek nedir, nasıl hissettirir bilmiyordum.

 

Sevilmemeye alıştım, çok iyi öğrendim. Yıllardır öğrendiğim en iyi şey bu zaten. Ama sevmek ne demek, sevilmek ne demek öğrenmedim hiç. Sevmeyi yıllar önce anne babamla bıraktım tıpkı onların beni bıraktıkları gibi, sevilmeyi ise hiç tatmamıştım. İşte bu duyguları kaldırabilir miyim bilmiyorum.

 

***

Uluç ile bakışırken gözlerimi kaçırdım. Ne demem gerektiğini bilmiyordum. Yasemin ablanın pot kırmasıyla anne babasızlığımın gerçek nedenini öğrenmişti. Ve ben şu an söyleyecek bir şey bulamıyordum.

Yasemin ablanın sorusunu bile unutmuştum.

Her şeyi öğrenecekti artık.

 

Yasemin ablanın koluma dokununca bakışlarımı Uluç’tan zoraki çektim. “Aysima, iyi misin?”

 

“İyim abla. Bir an daldım gibi oldum öyle. Sen ne sormuştun?”

 

“Diyordum ki... öyle işte.” Serhat abinin tekrardan yanımıza gelmesiyle sustu Yasemin abla. Demek ki Uluç'a anlattığımı düşünmüştü. Serhat abiye bile söylememişti, eğer Uluç'a anlatmadığımı bilseydi konuyu açmayacağından emindim.

 

Serhat abinin gelmesinden sonra diken üstündeydim sanki, aklımda sadece Uluç’un gerçeği öğrenişi vardı. Bir süre daha oturduktan sonra da kalkmıştık zaten. Uluç da Yasemin ablanın kırdığı pottan sonra susukunlaşmıştı. Durgunlaşmış ve sanki bir yerlere dalıp gidiyordu. Benim yetimhane meselesini düşünüyordu. Evde konuşacaktı muhtemelen.

 

Yine Mustafa Bey yani şoför bırakmıştı bizi. Ne kadar itiraz etsek de Yasemin abla ve Serhat abi kabul etmemişti.

 

Yol boyunca da hiç konuşmamıştı Uluç. Zaten benim yanıma değil öne, şoför koltuğunun yanına oturmuştu. Ben de başımı cama yaslayıp dışarı seyretmiştim.

 

Gündüzleri bu şekilde seyredemezdim dışarıyı, çünkü bir çok insanın da olduğu gibi midem bulanıyordu. Hele ki otobüs yolculuklarında her daim gözlerim kapalı bitirirdim yolu. Gözlerimi açtığım an kusma hissi ile karşı karşıya kalırdım. Ama nedense geceleri o bulantı olmuyordu.

 

Bir süre sonra eve varmıştık. Geldiğimiz gibi odalarımıza çekilmiştik ve Uluç yine hiçbir şey dememişti. Sadece kendi odasına geçmeden önce iyi geceler demiş ve öyle geçmişti.

Ben de önce abdest alıp namazımı kıldım ardından hiç beklemeden uyudum.

 

Sabah uyandığımda saat dokuzu geçiyordu. Lavaboya girip ardından üzerimi değiştikten sonra mutfağa geçtim. Uluç uyanmamıştı henüz.

 

Çayı koyup kahvaltı hazırladım. Uluç hâlâ kalkmamıştı. Başta uyandırmamak istemiştim, kalkınca yapardı ama şimdi hazır sofrada vardı ortada saat de on olmuştu bile, kalkabilirdi.

 

Mutfaktan çıkıp odasının önüne geldim. Biraz orda bekledim öylece. Uyandırıp uyandırmamak arasında gelip giderken cesaretimi toplayıp tıklattım kapıyı. Bir kaç saniye bekledikten sonra bir kez daha tıklattım ama ses gelmiyordu. Biraz bekleyip yine tıklattım hatta seslendim de ama ses vermiyordu.

 

Banyoda olabileceğini düşünüp araladım kapıyı. İçeri girmeden başımı uzatıp baktım. Evet odanın içinde Uluç yoktu ama banyodan da ses gelmiyordu. Odaya tamamıyla girip banyo kapısının önüne geldim. Bu defa o kapıyı çalıp bekledim ama oradan da ses gelmemişti.

 

Her ihtimale karşı kapıyı yavaşça araladım ama banyonun ışığı bile açık değildi. Neredeydi bu adam?

Odadan çıkıp eskiden çalışma odası olan ben gelince bilgisayarları koyduğum odaya girdim ama orda da yoktu.

 

O odadan çıkıp kaldığım odaya geçtim. Telefonum oradaydı ve Uluç'u arayacaktım belki ekmek falan almaya gitmişti, gerçi ekmek vardı evde ama belki taze yemek istemişti.

Rehberde ismini bulup aradıktan sonra çalmaya başladı. Uzun uzun sonuna kadar çaldı ama açmadı. Duymamış olabileceğini düşünerekten bir kez daha aradım ama yoktu cevap.

 

Endişelenmeye ve meraklanmaya başlıyordum ki aklıma bir şey geldi. Belki de "önemli" diyerek nitelendirdiği bir işi çıkmıştı. Bana söyleme zahmetine bile girmeden gittiği işiydi belki. Dün gitmişti daha ama belki de acil işi çıkmıştı.

 

Telefonumu da yanıma alarak odadan çıkıp mutfağa geçtim. Kendi başıma edecektim artık kahvaltımı. Aklımda Uluç'un nereye gidebileceğini dair ihtimaller düşünüyor ama bulamıyordum. Nereye gidebilir hiç bilmiyordum çünkü aslında Uluç'u tanımıyordum.

 

Evet evlendiğimizden beri onun hakkında bir çok şeyi ister istemez öğrenmiştim ama bunlar küçük şeylerdi. Mesela günlük ortalama kaç saat uyuduğunu, çayı kahveden daha çok sevdiğini, çayı şekersiz içtiğini, patates salatasını çok sevdiğini, sofrada ne yemek olursa olsun akşam yemeğinde illa ayran içmek istediğini, gerilim ve aksiyon filmleri izlemeyi tercih ettiğini, bir tane imam arkadaşı olduğunu vs. biliyordum.

 

Ama genelde neler yapar, nerelere gider, kaç arkadaşı vardır bilmiyordum. Onları bırakın ailesini dahi bilmiyordum. Akrabaları var mı bilmiyordum.

Düşünmenin bir işe yaramayacağına karar verip düşünmemeye çalıştım ama aklımdan çıkmıyordu.

 

Düşüncelerle cebelleşirken kahvaltımı yapmıştım bile. Sofrayı kaldırıp ortalığı topladım ve Uluç hâlâ gelmemişti gittiği yerden.

 

Zaman geçmek bilmiyordu. Yapacak bir şey bulamıyordum daha doğrusu hiçbir şey yapmak canım istemiyordu. Ne kitap okumak ne film izlemek ne de başka bir şey yapmak. Ama Mücahit Komutan’ın yakında bir şeyler isteyeceğini düşündüğüm için işimin başına geçtim ve uzun bir süre araştırmalara koyuldum hatta bir ara yeniden Batın’ın peşine bile düştüm.

 

Aradan epey zaman geçince kalkıp abdest aldım, namazımı kıldım. Bu süreçte Uluç gelmemişti daha tabi. Artık iyice endişelenmiştim ve elimden bir şey yapmak gelmiyordu. Yasemin ablalara sorabilirdim onları da hemen endişelendirmek istemiyordum.

 

Acaba Mücahit Komutan biliyor olabilir miydi?

 

Namazımı kıldıktan sonra telefonumu elime alıp Uluç'u aradım bir daha. Bu kaçıncı arayışımdı bilmiyorum artık. Bu sefer de açmamıştı ama bu defa telefonu da kapalıydı. Demek ki aradığımı görmüştü ve buna rağmen geri dönmemiş ya da haber etmemişti aksine kökten kesmişti bağlantımı.

 

Öyle öfkelenmiştim ki bu duruma... Ben onun için burada endişeleneyim ama beyimiz haber dahi etmesin.

 

Telefonu sinirle kenara bırakıp çıktım odadan. O beni önemsiyorsa ben de merak etmeyecektim.

Kendime çay yapıp televizyonun başına geçtim. Kanallarda izlenecek bir şey bulamayınca YouTube'a bağlanıp oradan bir şeyler açtım. Bir yandan çay içiyor bir yandan filme bakıyordum ama aklım Uluç'taydı hep ne kadar merak etmeyeceğim desem de.

 

Neredeydi bu adam? Tamam gidiyorsun bari haber etsene. Bu kadar mı bıkmıştı benden acaba? Bu kadar mı uzak kalmak istiyordu benden? Beni sevdiğini söylemişti hâlbuki. Tamam uzaklaşmak isteyebilirdi ama sonuçta burası onun eviydi ve beni seviyordu yine de. İnsan sevdiğinden bu kadar da uzaklaşmak istemezdi ki, değil mi?

 

Yoksa sevmiyor muydu beni? O gece kriz geçirdiği için bilmeden yanlış şeyler mi söylemişti? Olmayan şeyler mi uydurmuştu bulanıklaşan zihniyle. Olabilir miydi bu?

 

Olması iyi olurdu belki. Günü geldiğinde, boşandığımızda ayrılmak daha kolay olurdu ama içim istemiyordu. O gün gerçekleri söylemiş olsun istiyordum. Uydurmuş olmasın istiyordum. Gerçek olsun, beni seviyor olsun istiyordum. Sevgiyi tatmak istiyordum ben çünkü. Gerçek sevgi ne demek öğrenmek, hissetmek istiyordum artık.

 

Ama bugüne baktığımda umudum kırılıyordu. Merak edeceğimi, endişeleneceğimi bilmiyor muydu? Beni sevseydi endişelenmemi istemezdi, değil mi? Sevmiyordu yani beni, öyle mi?

 

Beynimin içini bu tür düşünceler istila ederken bir saat geçmişti bile. Film başlayalı bir saati geçmişti ama ben hiçbir şey anlamamıştım çünkü aklım hiç oralı olmamıştı. Çayımdan bile sadece iki yudum almış ve bırakmıştım. Buz gibi olmuş bekliyordu o da.

 

Televizyonu kapatıp odaya geçtim yeniden. Umutla telefonu elime aldım, belki aramıştı Uluç. Ama yoktu cevapsız çağrı falan. Gururumu bir kenara bırakıp yeniden aradım ama telefon kapalıydı hâlâ.

 

Çaresizlikle telefonumu da yanıma alarak mutfağa geçtim. Yemek yapacaktım ki bir şeyle uğraşayım yoksa zaman denen şey ilerlemeyecekti. Hem Uluç geldiğine belki aç olurdu. O gelince yerdik.

 

Fazla vakit geçirmek için her şeyi yaptım. Çorbadan ana yemeğe, pilavdan salataya mezeye tatlıya kadar her şeyi yaptım. Epey bir vakit geçmişti. Akşam ezanı okunmuştu.

 

Mutfaktan çıkıp önce abdest alarak namazımı kıldım. Ardında uzun uzun dua ettim. Uluç için dua ettim. Neredeydi bilmiyorum ama bir an önce gelmesi ve iyi olması için dua ettim.

 

Duam bitince telefonumu alıp Uluç'u aradım yine. Ama hâlâ kapalıydı telefonu. Delirecektim artık. Neredeydi bu adam? Benim endişeden ölmemi falan mı istiyordu?

Sıkıntıyla tekrardan salona geçip sabahtan beri yaptığım gibi beklemeye başladım.

*

 

Kaç saat geçmişti bilmiyorum aradan. Yatsı ezanı okunmuştu ve namazımı kılıp geri koltuğa geçmiştim. Yaptığım yemeklerden bile yememiştim. Saatlerdir oturuyor ve Uluç'u bekliyordum. Yanımdaki telefonumu alıp saate baktım. Gece yarısını çoktan geçmişti ve bire geliyordu saat.

 

Bu arada Mücahit Komutanı aradım ama açmadı. Sonradan aklıma geldi ki onlar bir operasyona gitişlerdi, Uluç söylemişti. Demek ki onunla birlikte değildi.

 

Ne yapacağımı bilmiyordum. Serhat abiyi aramadığıma pişman bile olmuştum ama bu saatte de arayamazdım artık. En iyisi sabahı beklemekti.

 

Gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Koltukta arada uyuyakalıyor ama hemen ardından irkilerek uyanıyordum. Yine de odama geçip uyumak gelmiyordu içimden. Odaya geçip mışıl mışıl uyuyamazdım ki. Başım yana düşmüş bir şekilde daldım yine uykuya. Ama gece ara ara uyanıyordum.

 

*

 

Elimde telefonum Serhat abinin numarasını bulmaya çalışıyordum. Gece sık sık uyanarak koltukta uyumuştum. Sabah namazdan sonra çok uykum olsa da uyuyamamıştım artık. Bir salona bir odaya gidip gele zamanı geçirmiştim. Saat sekize gelmişti ve artık arayabilirdim.

 

Yasemin ablayı bilerek aramıyordum ki telaş yapmasın. Gerekirse Serhat abi söylerdi zaten. Numarayı bulup üzerine tıklayarak kulağıma götürdüm telefonumu. Bir kaç kez çaldıktan sonra açıldı telefon. “Alo, efendim Aysima.”

 

“Hayırlı sabahlar abi. Kusura bakma rahatsız ettim sabahın bu vaktinde ama önemli bir durum var.”

 

“Hayırdır, kötü bir şey mi oldu?”

 

Derin bir nefes aldım “Bilmiyorum kötü bir durum var mı, şöyle ki Uluç dünden beri yok.” Keşke bilseydim ama haberim bile yoktu nerede olduğundan.

 

“Nasıl yok, nerede?”

 

“Bilmiyorum. Dün sabah uyandım ve yoktu evde. Başta ekmek falan almaya gitti sandım ama hiç gelmedi. Sizi de endişelendirmeyeyim diye aramadım, sabahı bekledim ama hâlâ gelmedi.”

 

“Tamam sen sakin ol. Ben bulurum onu.”

 

“İyidir değil mi abi?” Sesim nasıl endişeliyse beni yatıştırmaya çalışıyordu. “Merak etme iyidir. Şey, kavga falan mı ettiniz? Ona göre sinirli falansa ondan gitmiştir.”

 

“Hayır hiçbir şey olmadı. Sizde yemekteydik zaten. Gelir gelmez de odalarımıza geçip uyuduk. Sabah kalktım yok evde.”

 

“Tamam, endişelenme sen. Ben bulacağım onu.”

 

“Haber et lütfen.” Onaylayıp telefonu kapattı. İçimdeki korku ve endişe geçen her dakika artıyordu. Başına bir şey gelme olasılığından ödüm kopuyordu.

 

Batın vardı başımızda bela olarak. Onun bir şey yapmış olma ihtimali delirtecek gibi hissediyordu. O bir şey yapsaydı bana haber ederdi muhtemelen ama onun planları, oyunları belirsizlikti. Ne yapacağı belli olmazdı. Zaten uzun zamandır sessizlik hakimdi onda ve bu beni oldukça korkutuyordu. Belki de bunun için sessizdi bu zamana kadar.

 

Batın'ın bir şey yapma ihtimali düşünmek istemiyordum ama o ihtimal de büyük bir olasılıktı ve bu beni çok korkutuyordu işte. Eğer onun bu işte parmağı varsa Uluç'a yapacağı şeyleri hayal bile edemiyordum. O çok zalim, acımasız bir adamdı. Asla acımazdı Uluç'a.

 

Bu ihtimali düşündükçe beynimin içinde iğne batıyormuş gibi hissediyordum. Canım yanıyordu, Uluç'un canının yanmasının ihtimali bile canımı yakmaya yetiyordu.

 

Sıkıntıyla telefonu elimde sıkıp odaya geçtim. Çok fazla uykum vardı ve bu da iyice zihninin yorulmasına neden oluyordu. Biraz uyuyabilirsem iyi olurdum belki.

 

Yatağa geçip uzandım. Aklımda binlerce korku, endişe, soru, ihtimal ve acıyla zorla da olsa uykuya daldım.

 

*

 

Uyandığımda saat öğleyi geçiyordu. Yatağa geçtiğimde saat sekiz buçuk falandı. Şimdi ise ikiyi geçmişti. Yataktan kalkıp lavaboya gitmek için ayaklandım. Abdestimi alıp odaya geçerek namazımı kıldım.

 

Bu süreçte ne Uluç ne Serhat abi aramamıştı. Serhat abiyi sıkboğaz etmek istemiyordum ama merakıma da yenik düşüyordum.

Aradığımda hâlâ bulamadığını ama akşam eve getireceğini söylüyordu. Emin konuşuyordu, inşallah bulurdu.

 

Midemin acıyla kasılmasıyla mutfağa geçtim. Dün sabah kahvaltıdan beri hiçbir şey yememiştim. Sözde çay pişirmiştim kendime bir de ama içmemiştim onu da.

 

Mutfağa geldiğimde dolabı açıp bakınmaya başladım. Çikolata kavanozunu es geçerek ayva reçeli kavanozunu aldım elime. Kavanozu tezgaha koyduğum anda midem acıyla kasıldı yine.

 

Çok fazla acı veriyordu gerçekten. Açlıktan bu kadar can acır mıydı ya hu? Hemen hızlıca bir dilim ekmek alıp reçelle yemeye başladım.

 

Açlığın yatıştığını hissediyordum ama acı geçmemişti bir türlü. Sanki sivri ve keskin bir bıçağı mideme art arda sokup çıkarıyorlar gibi geliyordu.

 

Daha fazla yiyemeyeceğime kanaat getirip reçel kavanozunu koydum dolaba. Ardından mutfaktan çıkıp salona geçtim. Elimde telefonum beklemeye başladım yine.

 

*

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Saatlerdir salonda, koltukta oturuyordum. Sadece namaz kılmak için kalkmıştım.

Midemde ara ara keskin bir sancı meydana geliyordu ama onu önemseyebilecek bir halde değildim.

 

Öyle çok korkuyordum ki... Her an ağlayabilirdim. Uluç'un başına bir şey geldiğini, hele ki Batın tarafından bir şey yapıldığını düşündükçe yüreğim ağzıma geliyordu.

 

Yatsı ezanı okunmuştu az önce. Abdestim olduğu için hiç beklemeden kılmıştım.

Bu kadar saat boyunca Serhat abi de aramamıştı. Onun da haber etmeyişi ile Batın'ın bir şey yapmış olma ihtimalini artırıyordum zihnimde. Korkmasam Batın ile iletişime geçecektim.

 

Haber gelmeyince yeniden aradım Serhat abiyi. Yoksa meraktan ölecektim artık. “Efendim Aysima.”

 

“Abi kusura bakma sürekli rahatsız ediyormuşum gibi oluyor ama yok mu daha bir haber Uluç'tan?”

 

“Gelmedi mi hâlâ?” Ne demek gelmedi mi? Gelmesi mi gerekiyordu? Bulmuş muydu? “Hayır gelmedi daha. Buldun mu onu?”

 

“Evet buldum, konuştum hatta. Gelecekti eve. Çoktan gelmiş olması lazımdı.” Batın... kesin o bir şey yapmıştı artık. Geleceğim demiş ama gelmemişti. Kesin o bir şey yapmıştı.

 

Artık hissettiğim şey endişe ve korkunun da ilerisinde bir duyguydu. Öyle berbat, öyle kötü bir şeydi ki acıdan kalbim duracaktı. Aklımı yitirecektim.

 

Serhat abi bir şeyler söylüyordu ama ne dediğini duyamıyordum. Tam gözümden bir damla yaş süzülüp gitmişti ki kapı açılma sesi ulaştı kulaklarıma.

 

İlkin içimde bir rahatlama olmuşken ardından korkuya sarıldım yeniden. Belki de gelen Batın'ın adamlarıydı yine.

 

Kulağımda telefonumla hemen koltuğun arkasına geçtim. Gözlerimi kapıdan ayırmadan gelecek kişiyi beklemeye başladım.

Bir kaç saniye bu kadar mı uzun sürerdi? Bana bir ömür gibi gelmişti.

Ama çok şükür ki korktuğum şey değildi gelen. Uluç'tu, o gelmişti.

 

İçimdeki hem rahatlama ile hem de dünden beri devam eden endişe ile gözümden yaşlar gelmeye başladı. Telefonum hâlâ kulağımda Serhat abi hattın diğer ucundayken seslendim.

 

Sesim öyle bir şekilde çıkmıştı ki nasıl bir duygu olduğunu ben de anlayamadım. Hem korkuyu, hem endişeyi, hem heyecanı, hem rahatlamayı hem de şükrü taşıyordu tınısında. Konuşurken sesim bile titremişti. “Uluç, sensin.”

 

Telefonu koltuğa atıp salon kapısından bir kaç adım içeri girmiş olan Uluç'a gittim hızla. Kendimi kaybetmiştim resmen.

 

Koşar adımlarla yanına ulaşıp kollarımı boynuna doladım. Boynuna ulaşmam için parmak uçlarımda yükselmem gerekmişti.

Çenemi omzuna yaslayıp sıkıca sarıldım. Tek yaptığım şey ağlamaktı. Ne diyebileceğimi bilemedim o an.

 

İçimden "Neredeydin, niye gittin, nasıl gittin, Batın bir şey mi yaptı, o mu kaçırdı, iyi misin, bir yerine bir şey oldu mu, canını çok yaktı mı?.." gibi bir sürü soru geçiyordu ama ağzımı açıp soramıyordum.

Sadece ağlıyor ve onun varlığının vermiş olduğu rahatlıkla şükrediyordum.

 

Uluç sanırım yaptığım harekete bir an şaşırmış olacak ki tepkisiz kaldı bir süre. Sarılışıma karşılık vermedi. Ama ardından o da kollarını belime doladı yavaşça. Ben ona sıkıca sarılırken o sadece kollarını dolamıştı.

 

Bir süre sadece ağlayarak bekledim öyle. Ardından kendime gelip yavaşça çekildim Uluç'tan.

Önünde durup yüzüne baktım.

 

Az önce gelişinin verdiği sevinç ve heyecanla fark etmemiştim ama şimdi fark ediyordum ki Uluç çok farklıydı. Hiç iyi görünmüyordu.

 

Saçları darmadağınıktı. Gözleri kızarmış ve yorgun bakıyordu. Göz altları hafif koyulaşmıştı. Omuzları çökmüştü.

Bu halini görünce korkum yeniden geldi. Endişe sesime de yansımıştı. “Sen iyi misin?” Sadece yüzüme bakmakla yetindi. Hiçbir tepki vermedi. Ama gözleri çok değişik duygular barındırıyordu.

 

“Sen, ne oldu sana? Neredeydin? Kötü bir şey mi oldu? Batın bir şey mi yaptı?” Batın ismini duyunca anlamaz gözlerle baktı bir an ama yine sadece yüzüme bakmakla yetindi.

 

Sessizliğine daha fazla dayanamadım. Ne kadar çok merak etmiştim onu. Cevap vermeliydi bana. “Ceyhun Uluç sana diyorum. Neredeydin, ne oldu? Cevap ver bana.” Bu defa derin bir nefes çekti içine. Ardından gözlerini kırpıştırıp tekrardan yüzüme baktı. Sesi bile öyle yorgundu ki çatallaşıyordu. “Bir şey olmadı.”

 

“Ne demek bir şey olmadı Uluç. Dünden beri neredeydin?”

 

“Uzaklaşmak istedim biraz.”

 

“Kimden, benden mi? Niye?” Kalbim kırıktı, bu günlerde hep kırıktı zaten… Boş gözlerle bakınca devam ettim. Ama kızgınlık, kırgınlık, sinir bedenimi ele geçirmişti. “Sen benim ne halde olacağımı düşünmedin mi hiç? Ne kadar endişeleneceğimi düşünmedin mi? Ben ne hale geldim ya dünden beri? Ne tür kötü senaryolar kurdum kafamda. Bir şey oldu zannetti ya sana. Batın bir şey yaptı sandım. Ama sen beni düşünmedin. Bir haberden dahi mahrum bıraktın beni.”

 

Uluç gözlerini kaçırıp etrafa baktı. Hiç cevap vermedi. Ama yüzü çok üzgün ve utangaç duruyordu. Bu utangaçlık sanki pişmanlığın verdiği bir utançtı. O ses etmeyince devam ettim. “Delireceğimi sandım ya ben! Batın kötü bir şeyler yaptı sandım. Sana zarar verdi sandım. Ne gibi şeyler geldi benim aklıma senin haberin var mı? Dünden beri nasıl bir haldeyim biliyor musun? Kalbim duracaktı ya korkudan!”

 

Bir kaç saniye durup nefes aldım. Birazdan söyleyeceklerimi toparladım. O ise sadece dinliyordu. “Anladım sevmiyorsun beni, istemiyorsun. Belki sıkıldın, usandın, uğraşmak istemiyorsun artık ama bunun çözümü bu mu? Sessiz sedasız evi terk etmek mi?”

 

Cümleler zorla dökülmüştü dudaklarımdan. İlk cümleyi söyler söylemez Uluç başını aniden dikleştirip dikkatle baktı. Hoşlanmamıştı söylediklerime. “Eğer gidecek biri varsa ben giderim tamam mı? Burası senin evin, habersiz gitmekle bir şey elde edemezsin.”

 

Söylediklerimden sonra konuşmaya karar verdi. Çok yorgundu, bitkindi. “Usanmadım, sıkılmadım senden Aysima. Ben senden nasıl bıkarım?”

 

“Niye gittin o zaman. Niye perişan bıraktın beni?” Daha uzun konuşmak istiyor, daha çok içimi dökmek istiyordum ama sabahtan beri mideme giren sancı ve acı yine gelmeye başladı. Midemde kramplar oluyordu resmen. “Senin için, seni üzmemek için?”

 

Dişlerimi sıkıp mide ağrısını bir kenara atarak konuştum. “Ne demek bu? Beni üzmemek için evden gittin öyle mi? Peki böyle daha mı mutlu oldum sence?”

 

“Aysima bak ben-” Uluç daha lafını bitirmeden dudaklarımdan acı dolu bir feryat koptu. “Aahh!!”

 

Ellerimi anında karnıma ve mideme götürüp öne doğru eğildim. Öyle bir acı girmişti ki mideme sanki parçalara ayrılıyordu. İçinde bir volkan vardı ve patlamıştı. Bıçakları sokup çıkarıyorlar gibi geliyordu.

 

Acım Uluç’a endişe ile yansırken koluma girdi “Aysima ne oldu, iyi misin?”

 

“Midem...” Dudaklarımdan acının belirtisi niteliğinde iniltiler çıkarken bacaklarım titremeye başladı. Ayakta dahi zor duruyordum. Uluç halimi anlamış olacak ki kolunu belime doladı bu defa.

Halim onu da korkutmuştu. O konuştukça endişesi tınıları ulaşıyordu kulaklarıma. “N'oldu, n'oldu midene?”

 

“Ahh, bilmiyorum çok ağrıyor, acıyor. Bıçak saplanıyor sanki.”

 

“Tamam sakin ol. Hastaneye gidiyoruz şimdi.”

 

“Hayır hastaneye gerek yok.” Başımı iki yana sallayıp daha çok sarıldım mideme. “Ne demek gerek yok Aysima, kıvranıyorsun şu hâline bak.”

 

“Ağrı kesici, bitki çayı içerim. Gitmeyelim hastaneye.” Sancı git gide artıyor ve ben daha da kıvranıyordum fakat hastaneye gitmek istemiyordum. Kendim iyileşebilirdim, eskiden de olduğu gibi. “Olmaz, gerekirse zorla götüreceğim. Gidiyoruz hadi.”

 

“Ama- aahh!”

 

“Bir kere de inatlaşma be kızım. Hadi yürü gidiyoruz.” Uluç'un desteği ile salondan çıktım. Koridora geldiğimizde Uluç kimliğimi almak için odama girdi. Ellerimi duvara dayayıp ayakta kalmaya çalıştım.

 

Uluç elinde çantam ve feracem ile gelmişti. Önce feracemi giymeme yardım etti ardından tekrardan kollarını belime dolayıp çıkmak için benimle beraber yürümeye başladı.

 

Arabaya ulaştığımızda beni yavaşça koltuğa oturtup hızla şoför koltuğuna geçti ve arabayı çalıştırarak ayrıldı otoparktan. Ayağı hâlâ tam iyileşmiş değildi, arabayı nasıl kullanacağını bilmiyordum ama o an acıdan ötürü bunu sorgulayacak değildim.

 

Ölüm gibi gelen dakikaların ardından göz yaşları eşliğinde vardık hastaneye. Uluç yine yardım edip arabadan indirdi beni. Acı artık son raddeye ulaşmıştı sanırım çünkü ayakta duracak halim kalmamıştı. Yavaş adımlarla, güçlükle ilerliyordum.

 

Uluç bir anda durup kucağına aldı beni, ardından koşar adım girdi hastaneye. İtiraz edecek ne zamanım ne de düşüncem vardı. Odaklandığım tek şey midemdi o an.

 

Hastaneye girdiğimiz gibi etrafına bağırmaya başladı. “Sedye! Sedye getirin!” Bir kaç saniye sonra sedyenin gelmesiyle Uluç bıraktı bedenimi. Hemşire olduğunu tahmin ettiğim bir kadın soru sormaya başladı. Ama ben cevap verebilecek bir halde değildim ya da Uluç'un varlığının güvencesi ile cevap vermek istemedim, bilmiyorum. “Ne oldu? Neyiniz var?”

 

“Midesi ağrıyor. Niye olduğunu anlayamadım ben de.” Sedye ile bir odaya alındım. Uluç dışarıda kalmıştı. Bir kaç dakikanın ardından doktor geldi. Önce mideme eliyle baskı uygulayıp ağrıyan yeri tam olarak bulmaya çalıştı. “Sürekli ilaç kullandığınız bir hastalığınız var mı Aysima Hanım?” Başımı iki yan salladım. “Hayır yok.”

 

“Yakın bir zamanda herhangi bir ilaç kullandınız mı?”

 

“Hayır. En son geçen hafta başım ağrıdığı için bir ağrı kesici almıştım.”

 

“Yediğiniz herhangi bir şey dokunmuş olabilir mi?”

 

“Olamaz, pek bir şey yemedim bu gün.”

 

“Peki. Hamilelik gibi bir durum olabilir mi?” Ardı ardına sorulan sorulara anında cevap verirken bu defa hiç ses çıkaramadım. Midemin acısını bile o anlığına unutmuş, hissetmemiştim.

Hamile olma durumum var mıydı?

Yoktu. Ne yazık ki yoktu.

 

Deminden beri mide acısından akan göz yaşım bu defa ruhumun acısından akıyordu. Gerçeklik bir kez daha yüzüme vurulmuştu. Şu an bu hastanede anne olduğum için bulunuyor olabilirdim. Karnımda bir bebek olduğu için bulunuyor olabilirdim.

Ama yoktu işte. Ne bebek vardı ne de anne olma ihtimalim.

 

Doktorun tekrardan seslenip sorması ile sadece başımı olumsuzca sallayarak cevap verdim. “Peki. Bir kan tahlili yapalım bu arada bir de ağrı kesici serum takalım. Sonuçlar çıkınca anlarız. Hemşire hanım yardımcı olsun size. Geçmiş olsun.”

 

Doktor odadan çıkınca de işine koyuldu. Yaklaşık yarım saat sonra serum etkisini göstermiş ve ağrı azalmıştı. Odada benden başka hasta yoktu. Uluç da yanıma gelmiş ve yanımdaki sandalyede oturuyordu şimdi. “Daha iyi misin?”

 

“Evet, çok şükür.” Çok fazla konuşmuyorduk. Zaten konuşmaya da halim kalmamıştı. Evdeki halimizi, tartışmamızı da düşünürsek pek konuşacak bir şey yoktu.

 

Sessiz geçen bir zamandan sonra doktor geldi yeniden. Doktorun gelmesiyle Uluç sandalyeden kalkıp doktora yer açtı. “Nasılsınız Aysima Hanım? Ağrınız var mı hâlâ?”

 

“Çok fazla yok. Serum iyi geldi.”

 

“Çok iyi. Tahlil sonuçlarınız çıktı. Genel olarak değerleriniz olması gerektiği gibi değil.” Elinde tuttuğu kağıda bir bakış attı, yüzü oldukça ciddiydi. “Özellikle besin değeriniz çok düşük ki buna bağlı diğer değerlerinizin düşük olması. Ama sancınızı psikolojik bir durumun tetiklemiş olabileceğini düşünüyorum. Sıkıntılı ya da stresli bir dönemden mi geçiyorsunuz?”

 

Önce Uluç'a baktım. Stressiz bir günüm geçmiyordu. Batın gibi bir bela varken nasıl sakin kalabilirdim. Her an bize zarar verebilir korkusuyla yaşıyordum. Hele ki bu gün o korkuyu iliklerime kadar yaşamıştım. Son günlerde de olanları düşünürsek psikolojik olma ihtimali yüksekti. “Evet.”

 

“Tahminim doğru demek ki. Stres, kaygı, sıkıntı hatta heyecan sadece psikolojik ya da ruhsal olarak değil bedensel olarak da sağlığımızı etkiler. Ayrıca beslenme bozukluğunuz da eklenince böyle bir problem çıkmış ortaya. Lütfen stres ve sıkıntıdan mümkün olduğunca uzak durmaya çalışın ve beslenmenize dikkat edin. Ben bir kaç vitamin ve midenizde sancı olursa diye ilaç yazacağım. Bu gece burada kalın her ihtimale karşı. Sabah taburcu olabilirsiniz."

 

“Peki çok teşekkür ederiz.”

 

“Geçmiş olsun.” Doktor odadan çıktıktan sonra Uluç geri oturdu yerine. Doktorun dediklerinden sonra yüzü iyice solmuştu. Biraz sonra hemşire gelip biten serumu çıkartıp çıktı odadan.

 

Yine sessizlik hüküm sürerken daha fazla dayanamadığım için uyumaya karar verdim, en azından bu boğucu hissiyattan kurtulurdum. Başımdaki örtüyü iğneden kurtardım ve yandaki çekmecenin üzerine koydum iğneyi.

 

Tam yatış pozisyonuna geçecektim ki Uluç bir anda yerinden ayaklanıp yatağın kenarına oturdu. Ardından kollarını omuzlarımdan sırtıma doladı. Şaşkınca kaldım bir an, ne olduğunu anlayamadım. “Özür dilerim Aysima, çok özür dilerim.”

 

Yaptığı şeye şaşıp kalırken ağladığını hissettim. Hıçkırarak ağlamıyordu ama sesinden ağladığı belli oluyordu. “Çok özür dilerim. Üzdüğüm için, kırdığım için, canını yaktığım için, her şey için.” Öyle bir sarılıyordu ki sanki tüm bedenim göğsüne yapışmıştı. “Ama af dilemeyeceğim çünkü affetmeni hak etmiyorum, affetme beni.

 

Dediği gibi affetmemeliydim belki. Yaptıkları affedilebilir şeyler miydi bilmiyorum. Kaç kez kırmıştı kalbimi, ne kadar çok korkutmuştu şu iki gündür beni. Affetmemeliydim.

 

Bir süre kaldık ikimiz de o halde. Uluç bana sarılırken benim ellerim yanımda duruyordu.

 

Affedemezdim Uluç'u. Çok üzmüş, çok korkutmuştu beni. Başkası olsa affeder miydi ki? Affetmemem gerekirdi.

 

Ama ben affettim. Bu belki aptallıktı, belki başka bir şey bilmiyorum ama affettim. Çünkü ona kırgın, kızgın kalamazdım ki. Zaten kızamıyordum da. Kızdığımı zannettiğim zamanlarda bile kızamamıştım. Sadece korkum o kadar büyüktü ki kızgınlık zannediyordum.

 

İnsan tanımadığına kızar, sevdiğine kırılırdı.

Biliyordum, emindim artık, öğrenmiştim. Ben Uluç'u seviyordum. Ben Uluç'a aşık olmuştum. Uluç'u sevmeyi öğrenmiştim. Belki bilmeden, belki hissetmeden ve hissettirmeden hatta belki de istemeden ama hiçbiri engel olamamıştı. Ben bilmediğim bir duyguyu Uluç'a besliyordum.

 

Beslediğimin göstergesi olarak da Uluç benden ayrılacağı zaman sıkıca sarıldım ona. Kollarımı belinden geçirip başımı göğsünün ve omuzunun arasına yasladım. İçime katmak ister gibi sarıldım.

 

Belki ilerde ayrılacaktık, boşanacaktık, iki yabancı olacaktık. O gün yine terk edilmiş gibi hissedecektim belki. Canım yine çok yanacaktı. Ölüme kadar aklımda sadece onunla yaşayacaktım ama yine de bu duyguya sahip olduğum için hiç pişman değilim.

 

Canımı çok yakacak belki ama yine de bu hayatta bana iyi gelen duygu da bu olacak. Onu sevme duygusu. Uluç'u sevme duygusu.

 

Başım dakikalardır Uluç'un göğsünde, kollarım belinde sıkı sıkı ona sarılırken Uluç ise omuzlarımdan sarılmıştı. Gözlerimden usul usul yaşlar süzülüyor ve Uluç'un üzerini ıslatıyordu. Niye ağladığımı bilmiyordum ama ağlamaktan alamıyordum kendimi.

 

Bir süre öyle kaldıktan sonra Uluç kollarını gevşetti. Ben de başımı göğsünden kollarımı da belinden çekip doğruldum.

 

Uluç yanaklarımı avuçları arasına alıp baş parmağı ile hem göz yaşlarımı temizliyor hem de nazikçe okşuyordu. Gözleri gözlerimde dolanırken konuştu. “Ağlama, sen ağlamayı değil gülmeyi hak ediyorsun. Gözlerin hüznü değil mutluluğu hak ediyor.” Bir şey demedim. Suskun bir şekilde bekledim.

 

Ellerini yanaklarımdan çekip başını eğdi. Kesik bir nefes alıp konuşmasına devam etti. “Özür dilerim. Çok özür dilerim.” Bakışlarını kaldırdı, gözleri dolu doluydu. Konuşurken sesi titredi. “Ben bilmiyordum Aysima. Ben senin ne yaşadığını bilmiyordum. Hiç öğrenmeye çalışmadım, hiç acı çekmemişsin gibi yaşamaya, sana öyle davranmaya devam ettim. Özür dilerim.”

 

Sessizce Uluç'u dinledim sadece. Demek bu yüzden gitmişti, uzaklaşmıştı benden. Gerçeği öğrenmişti ve suçluluk duymuştu.

 

Gözlerini kaldırıp yüzüme baktı. “Ben çocukken yetim ve öksüz kaldığını bilmiyordum. Çocukluktan beri yalnız olduğunu düşünmemiştim hiç. Özür dilerim.” Bu kaçıncı özrüydü bilmiyorum. “Anne baban hakkında neler dedim sana, özür dilerim. Ve sırf bunu benden uzaklaş diye yaptım. Yaptığın kek hâlbuki hayatım boyunca yediğim en güzel kekti. Ama ben sırf...” devam edemedi, yaptığı şey aklına geldikçe ona bile ağır geliyordu.

 

Ne diyebilirdim ki buna karşılık. Hiç bir cümle geçmiyordu aklımdan cevap olarak. Ne kızmak ne teselli etmek…Hiç biri yoktu beynimde.

 

Bir süre sessiz kadı. Derin bir nefes aldığındaysa belini doğrultup ciddiyetle baktı gözlerime, kendinden nefret eder gibiydi. “Affetme beni. Sakın affetme. Ben senin affına layık değilim. Seni ne kadar kırdığımı dahi geç farkına vardım. Sırf bunun için bile, kırıldığını göremeyecek kadar kör olduğum için bile affetme. Ben senin merhametini hak etmiyorum.”

 

Hak edip etmediğini bilmiyorum. Bu suç affedilebilir mi bilmiyorum. Başkası olsa nasıl bir tepki verirdi bilmiyorum. Ama ben, ben daha çok acı çekmek istemiyorum. Zaten çok canım yanıyor bir de Uluç'tan uzak kalarak canım yansın istemiyorum. Onun acı çektiğini, pişmanlıkla kendine acı çektirdiğini bilerek acı çekmek istemiyorum.

 

Ben affetmek istiyorum, sevmek istiyorum, sevilmek istiyorum. Ben Uluç'u istiyorum. Onunla mutlu olmak, onunla gülmek, onunla ağlamak, onunla dertlenmek istiyorum.

 

Uluç gözlerini gözlerimden çekip biraz bekledi. Ben de bir şey demedim. Daha fazla öyle kalmak istememiş olacak ki yerinden kalkmaya yeltendi ama ben durdurdum. Kolundan tutup kalkmasını engelledim. Sesim onun kararlı sesine inat kısık çıkmıştı. “Uluç, gitme.”

 

Bu iki kelimelik cümleyi öyle bir şekilde söylemiştim ki yalvarır gibiydim sanki.

Uluç gözlerini yüzümde gezdirerek tepkimi anlamaya çalışıyordu. Gerçekten gitmesini istemediğimi öğrenmek istiyordu sanırım.

 

Sağ elimle kolundan tutarken sol elimi de omzuna koydum. Hem gitmesini önlemeye çalışıyor hem de gerçekten gitmesini istemediğimi ona kanıtlamaya çalışıyordum. “Gitme. Bırakma beni yalnız.”

 

Uluç tekrardan bedenini tamamıyla bana döndürüp ellerimi aldı elleri arasına. “Affetme demiştim beni. Gitmemi iste. Ben seni, senin varlığını, şefkatini hak etmiyorum ki.”

 

“Ben sana kırgın kalmam ki ama. Lütfen gitme, kal benimle. Acıtma canımı daha.” Konuşmamız öyle sessizdi ki sanki yanımızda uyuyan biri vardı da onu uyandırmamak ister gibi konuşuyorduk.

 

“Niye? Kovsana beni. Bağır çağır, seni kırdığım gibi sen de beni kır ama affetme.” Sağ elimi avcunun arasından kurtarıp sol yanağına, sakallarına koydum. Bu defa ben baş parmağım ile yanağının sakal olmayan kısmını okşamaya başladım. “Ben sana kırgın kalamam. İstesem olmaz. Ben sadece... sadece senin varlığını istiyorum. Bana iyi gelecek şey o çünkü.”

 

Uluç'un bakışları değişmişti. Ona karşı beslediğim duyguyu, ona aşık olduğumu anlamış mıydı bilmiyorum ama şaşkın ve farklı bakıyordu. Ben diyemezdim şimdi ona aşık olduğumu. Kendime bile yeni itiraf etmişken ona söyleyemezdim ama belki o anlardı.

 

Sessiz kalınca elimi yanağından çektim yavaşça, ardından ellerine tutunup gözlerine baktım yeniden. Şuan ona çok ihtiyacım vardı. Onun kolları arasında olmaya, doya doya kokusunu içime çekmeye, göğsünün sıcaklığına, sahiplenici sarılışına... Kısacası onun varlığını hissetmeye ihtiyacım vardı.

 

“Bu gece... burda, benimle kalır mısın?” Tamamen şaşırmış şekilde bakmaya başladı. Benden böyle şeyler beklemediği kesindi. “Aysima sen... sen istediğinin farkında mısın?”

 

Başımı onaylarcasına salladım. “Evet. Seninle uyumak istiyorum.” Snaki suçluymuşum da sesiömi çıkarmaktan korkuyormuş gibiydim.

 

Bir kaç saniye daha yüzüme bakıp toparlandı. Ellerini ellerimden kurtarıp ayağa kalktı hızla. “Olmaz.” Bu kez şaşıran ben olurken kaşlarımı büzüp cevap verdim. “Neden?”

 

“Çünkü doğru düşünmüyorsun. Sanırım serumun etkisindesin. Sabah uyandığında benimle uyuduğun için pişman olacaksın. Hem ben suçluyum, uyuyamam seninle.”

 

“Benim aklım yerimde, tamam mı? Pişman olmayacağım ve seni de affettim. Şimdi tek isteğim bu. Pişman olacak olsaydım geçen gün pişman olurdum.”

 

“Pişman olmadın mı o gün?” Neden pişman olmamı bekliyordu ki, öyle mi hissettiriyordum. Başımı iki yana sallayıp cevap verdim. “Hayır, asla.”

 

“Ama Aysima...”

 

“Uluç, lütfen. İzin ver kollarının arasında uyuyayım bu gün, izin ver kollarının arasında uyut beni. İlk değil belki ama son kez belki de.” Geçen gece onun bana kurduğu cümleyi ben de ona kuruyordum şimdi. Ben kabul etmiştim, o da kabul edecekti. Ben gururumu bir kenara bırakıp adeta yalvarıyordum, kabul etmeliydi. “Lütfen...

 

Uluç derince bir soluk çekip arkasına, kapıya doğru yöneldi. Gidecek miydi? Beni bu halimle bırakıp gidecek miydi yani? Onunla uymak istediğimi söylemiştim ve o bunu kabul etmiyor, gidiyordu.

 

Kapıya adımlayıp önünde durunca daha fazla bakmadım arkasından. Önüme döndüm. Gurursuzluğun, sevgisizliğin, terk edilmişliğin acısı iki damla yaş ile dışarı çıkmaya başlamıştı.

 

Uluç ışığı kapattı. Eş zamanlı olarak ben de gözlerimi kapadım. Odanın karanlığını, boşluğunu, yalnızlığını görmektense kendi karanlığımda yalnızlığa mahkum ederdim kendimi.

Ben kapı sesi beklerken adım sesleri duyuldu. Gözlerimi açıp sağ tarafıma dönerek kapıya baktım. Uluç bana doğru geliyordu. Yanıma gelip gece lambasını yaktı. Ben hareketlerini takip ederken üzerimdeki pikeyi hafif kaldırmıştı bile. Ayakkabılarını da çıkartıp önce oturdu yatağa ardından sırtı hafif dik olacak şekilde uzandı.

 

Demek ışığı kapatmak için gitmişti sadece. İçimde tarif edemeyeceğim bir sevin olurken kendime gelip yana kaydım.Yana kaymamla Uluç biraz daha sokuldu yatağa.

 

“Hadi uzan güzelce. Ama önce bekle.” Başörtümü çıkartarak çekmecenin üzerine bıraktı. Ben şaşkınlıkla hareketlerini takip ederken Uluç bir kaç saniye durup düşünceyle saçlarıma baktıktan sonra tokamı da çıkartarak bileğine taktı. “Şimdi oldu. Hadi uzanalım artık.”

 

Beraber düzgünce uzandık yatağa. Ben sağıma dönerken Uluç da soluna döndü ve yüz yüze geldik.

Uluç adeta beni kucağına alır gibi kollarını dolandıktan sonra göğsüne çekti. Ben de yüzümü göğsüne gömüp sokuldum iyice yuvam bildiğim kolları arasına.

Onun varlığının verdiği huzurla fısıltı şeklinde çıkan sesimle söylemiştim cümlemi. “Teşekkür ederim.”

 

Uluç sağ kolunu kaldırıp saçlarımı okşamaya başladı. O okşadıkça yorgunluğun ele geçirdiği bedenim de uykuya teslim oluyordu.

Hissettiğim ve hatırladığım en son şey Uluç'un "Affetmemeliydin beni, gitmeliydim." dedikten sonra şakağımdan başımın üzerine kadar kondurduğu öpücükleriydi.

 

*

 

Sabaha karşı uyandığımda güneş doğmamıştı henüz. Geceki pozisyonumuzda duruyorduk hâlâ. Ama Uluç'un kolları sıkı değil gevşemişti bu defa. Yavaşça Uluç'un uyanmamasına dikkat ederek kalktım yataktan.

 

Odanın içinde bulunan lavaboda abdestimi aldım. Aklımda dün gece varken istemsiz tebessüm oluşuyordu dudaklarımda. Çocuklar gibi mutluydum içimde.

 

Geri odaya dönünce yere bir örtü sererek kıldım namazımı. Duamı da ettikten sonra geri Uluç'un kolları arasına gitmek için yatağa yönelmiştim ki çekmecenin üzerindeki kağıt dikkatimi çekti. Gece burada böyle bir kağıt olduğunu hatırlamıyordum.

 

Kağıdı alıp açtım. Bir A4 kağıdının yarısı büyüklüğündeydi. Biçimli güzel bir el yazısıyla yazılmıştı yazı. İncelmeyi bırakıp okumaya başladım.

 

"Geçmiş olsun Aysimacığım. Duyduğuma göre stres ve sıkıntı yüzünden hastanelik olmuşsun. Sebebinin ben olduğumu tahmin ediyor ve gurur duyuyorum. Hayatında yokken bile bu kadar korkutuyorsam seni ne mutlu bana.

Ama merak etme, sessizliğimi yakında bozacak ve sıkıntıların için gerçek bir neden ortaya çıkaracağım. Bekle beni kızımın annesi."

 

Beynim uğuldamaya başlarken korkuyla titreyen elimden dolayı titreyen kağıda bakıyordum.

 

Buraya gelmişti. Odaya kadar girmişti. Biz Uluç ile savunmasızca uyurken o dibimize kadar gelmişti yine.

 

Kalbim korku ile atarken içimin sıkıntı ile dolduğunu hissettim. Midemde bir yanma hissi oluşuyor kesik nefesler alıyordum.

Etraf sanki buz kesmişti anında, vücudum öyle tir tir titriyordu. Bacaklarımın bedenimi taşıyamayacağını zannettim o an.

Beynimin uyuştuğunu hissettim bir ara. Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Zihnim bulanıklaşmıştı.

 

Arkamdan birinin koluma dokunmasıyla irkilip geri çekildim.

Korkuyla arkama dönünce bana bakan bir çift kahverengi gözle karşılaştım. “Aysima, iyi misin?”

 

Korku ile hâlâ karşıma bakıyor ve akılımı yerine getirmeye çalışıyordum. Beynim oyun oynuyordu bana ve ben karşımdaki yüzü tanıyamıyordum.

 

Yüz hatlarını, korku ve endişe dolu bakışı bir yerlerden anımsıyordum ama beynim çıkaramıyordu kim olduğunu. “Aysima, ne oldu? İyi misin?”

 

Konuştuktan sonra bana doğru adımlamaya başlayınca bacaklarım da kendiliğinden geriye gitmeye başladı. O durdurmuştu adımlarını ama ben sırtım kapıya gelen kadar ilerledim. “Sen?..”

 

“Aysima, benim Uluç.”

 

Uluç? Bu isim... bilmiyorum çok karışık.

 

“Bana bak. Gözlerime bak tamam mı? Ben Uluç. Senin kocan.”

 

Kocam, benim kocam? Ne diyordu bu adam?

 

“Yoksa kızgın mısın bana? Pişman mı oldun benimle uyuduğuna? O yüzden mi böyle davranıyorsun?”

 

Neler söylüyor, anlayamıyorum. Zihnim çok karışıktı. Bu adam çok tanıdıktı ama aynı zamanda çok da yabancı. Kimdi bu? Kocam demişti, öyle mi?

 

CEYHUN ULUÇ'TAN

 

Karşımda korkuyu, endişeyi, şaşkınlığı ve daha başka duyguları barındıran gözlerle bakan Asyima vardı. Tüm vücudu titriyor ve korkuyordu.

 

Benden mi korkuyordu? Benimle uyuduğu için pişman olmuştu. Ama niye korksundu ki o zaman? O istemişti uyumayı ve korkmasını gerektirecek bir şey olmamıştı.

 

Ona demiştim halbuki. Pişman olacağını söylemiştim. Ama o dinlememiş ve ısrar etmişti. Ben de dayanamamıştım ısrarına. Şimdi ise korku ve endişe ile bakıyordu bana. “Aysima. Ben sana söyledim, pişman olursun dedim. Ama korkma, korkmanı gerektiren bir şey olmadı ki. Niye korkuyorsun?”

 

Gözlerini kaçırıp eline baktı. O an fark ettim elindeki şeyi. Titreyen elinde titrek şekilde duran bir kağıt parçası vardı.

 

Gözlerimi yüzüne kaldırdım, o da bana bakıyordu. “O kağıtta hoşlanmadığın bir şeyler mi yazıyor? Ondan mı korktun?” Aysima bir kağıda bir bana bakmaya başladı. Ne olmuştu birden bire. Sanki hafıza kaybı geçirmişti de öyle yabacı bakıyordu etrafa.

 

“Bana bak Aysima. Korkma tamam mı, ben buradayım ve sana zarar verecek hiçbir şey olamaz. Şimdi o kağıdı bana ver. Korkma, tamam mı. Sakin ol.” Yavaş adımlarla yanına yaklaşınca korku ile baktı yine gözlerime. Bir kaç adım önünde durup sakince konuştum. “Korkma bir şey yok. Sade o kağıdı ver bana.”

 

Bir anda kağıdı savurup bir kenara fırlattı ardından yere çöküp dizlerini çekti kendine.

 

Bu manzara karşısında kalbim sıkışırken öfke dahil her duyguyu yaşıyordu bedenim.

 

Aysima'm, Ay yüzlüm... Sen neler yaşadın.

Özür dilerim. Çok özür dilerim. Senin acını göremeyecek kadar kör olduğum için özür dilerim. Senin canın yanışını görmediğim için özür dilerim.

 

Ben de olduğum yere dizlerimin üzerine çöküp oturdum. Asyima başını iyice kucağına eğmiş ve gözleriyle etrafı tarıyordu. Benim sesimi duyunca gözlerini bana dikti. “Bana bak, ben Uluç. Beni biliyorsun değil mi? Kim olduğumu biliyorsun ve sana zarar vermeyeceğimi de biliyorsun. Hadi hatırla beni.”

 

Gözlerini yüzümde gezdirdi tanımaya çalışır gibi. O an bir şey geldi aklıma. O günden beri hiç düşünmemiştim hatta unutmuştum ama şimdi aklıma gelmişti. Neydi sahiden bu? “Gözlerime bak. Rüyalarındaki gözler değil mi?”

 

Yüzünü düşünüyormuş gibi bir vaziyete sokup baktı. Bir dakika boyunca ses çıkarmadan bekledim, bekledik. Ardından gözleri yumuşamaya başladı. Kısık, içine kaçmış, ağlamaklı, sanki yardım dileniyormuş gibi çıkan bir tını ile, o uğruna her şeyimi verebileceğim sesiyle ismimi telaffuz etti. “Uluç…”

 

“Güzelim?” Hızla yerinden doğrulup dibime geldi. Kollarını boynuma dolayıp sıkıca sarıldı yine. Kucağıma çıkmıştı nerdeyse. Ben de anında kollarımı zayıflığın ele geçirmiş olduğunu beline sardım.

 

Kesinlikle iyi bakımlıydım artık Aysima'ya. Öyle zayıftı ki kollarımın arasında kaybolmuştu. Bir altmışlık boyuyla yok olmuştu kucağımda. Bu zayıflık fazlaydı ona göre. İleride daha kötü olabilirdi. Daha kötü sonuçlar ortaya çıkabilirdi.

 

Canını acıtmayacak şekilde sıkıca sarıldım. O başını boynuma gömünce bende uğruna her şeyimi feda edebileceğim bir diğer şey olan saçlarına gömdüm yüzümü. Derince bir nefes çektim içime.

 

Bir süre öyle kaldıktan sonra başımı geri çektim hafif, ay yüzlümün ay yüzünü görmek için. Gözleri kapalıydı ama uyumadığı belliydi. Şakağına bir öpücük kondurup ayağa kalktım kucağımda Aysima'yla beraber.

 

Önce onu yatırdım yatağa, ardından kendim uzandım yanına. Tekrardan içime katmak ister gibi sıkıca sardım bedenini. O da bir kuş gibi iyice sokuldu.

 

Aysima kollarımın arasındayken dünyanın en huzurlu adamı gibi hissediyordum kendimi. O yanımda oldukça hiçbir sıkıntı, keder yoktu sanki. Tüm stresimi alıyor ve yerine rahatlamaya bırakıyordu.

 

Ondan uzaklaşmak istedim ama bu bana ölüm gibi gelmişti adeta. Ondan uzak kalkmak tüm enerjimi götürüyordu. Hayata dair umutlarımı, hayallerimi yok ediyordu.

 

Zaten tüm hayallerimde o vardı. Onsuz tek bir hayalim bile yoktu çünkü ben onunla, Aysima ile başladım hayal kurmaya. Ondan önce hayatımı hayal kuracak kadar kıymetli hissetmiyordum. Benim için en önemli şey mesleğimdi ve tek gayem vatanım uğruna her şeyimi ortaya koymaktı.

 

Ama şimdi her yerde, gördüğüm, bulunduğum her ortamda onunla ilgili hayaller kuruyordum. En basitinden sahile bile gitsem yürüdüğüm yolu Aysima ile el ele tutuşarak yürüdüğümü hayal ediyordum.

 

Bu kadın beni değiştirmişti. Kabullenmesem de, istemesem de değiştirmişti. Önceliklerim, yaşantım, duygularım, düşüncelerim, her şeyim değişmişti.

 

Bunu kabullenmek istememiş ve gerçekse de bozulmasını, son bulmasını istemiştim. Ondan, onu kırarak, inciterek, ağlatarak, korkutarak uzak kalmaya çalışmıştım.

Bilmeden de olsa onu belki de en derin yarasından, anne babasından vurdum.

 

Hiçbir şey bilmiyordum yine ama biliyordum artık. Aysima yetim ve öksüz büyümüştü. Ve ben yine biliyordum ki ona her anne babasından bahsettiğimde yüreği parçalara ayrılmıştı ve ben bunu görememiştim.

Gözlerime bir at gözlüğü takmış ve etrafıma, Aysima'ya bakmamıştım. Onun geçmesini es geçmiştim.

 

Şimdi ise içim pişmanlıklarla doluydu. Onu kırdığım her aklıma geldiğinde nefret ediyordum kendimden.

 

Bunu öğrendiğimde yani yetimhanede büyüdüğünü öğrendiğimde beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Yüzüne bakacak yüz bulamamıştım. O yüzden gittim evden. Onu rahat bırakmak için, üzülmemesi için, canının daha fazla yanmaması için. Ama bunu da becerememişim.

 

Evden gitmem onu daha çok üzmüş. Batın şerefsizi bir şey yaptı sanmış... Haklıydı, haber etmeliydim ona, korkmaması için söylemeliydim. Ama o an bırakın Aysima'ya haber etmeyi yüzüne bakmaya cesaret edememiştim.

Bu kadar çok korkacağını, üzüleceğini de düşünmemiştim ki.

 

Evet biliyorum, farkındayım. Ben nasıl ona bağlandıysam Aysima da bana bağlanmıştı. Ama ben ona aşık olmuştum bir de. Onunkisi belki sadece bir alışkanlıktı, güvendi. Ona destek olduğum için bağlanmıştı belki de bana.

 

Ama bu halimiz kafamı da karıştırmıyor değildi. Hele ki geceki halimiz. Aysima benimle uyumak istemişti. Onun isteği ile uyumuştuk beraber. Niye istemişti ki böyle bir şeyi? Niye gitmemi istememişti? Niye affetmişti beni? Bana ihtiyacının olduğunu, benim ona iyi geleceğimi söylemişti.

 

Ben onun için bir destekçiydim sadece. Evet ona aşık olmuştum ama o bana değildi ki. Ne diye böyle şeyler istemişti benden?

 

Peki niye güvenmişti bana, bunu da anlayamıyordum bir türlü. Kendisi söylemişti bunu. Bu hayatta kimseye güvenmediğini ama sadece bana güvenmek istediğini söylemişti. Yirmi beş sene kimseye güvenmeyen Asyima bir kaç görüşmemizden sonra bana nasıl güvenebilmişti?

 

Ya şu rüya meselesi neydi? Rüyalarındaki gözler olduğunu söylemişti gözlerime. Rüyalarına mı giriyordum acaba? Eğer rüyasına girmişsem ne zaman girmiştim, kaç kez girmiştim?

 

Kafamda cevabını veremediğim tonlarca soru vardı. Meğer Aysima hakkında bilmediğim ne çok şey varmış. Sahi onu hiç tanımıyordum ki ben. Onun hakkında bildiğim şeyler çok sınırlıydı. Bir kaç gün önce ise yetimhanede büyüdüğünü öğrenmiştim. Geçmişte yaşadığı iğrenç olaydan başka da bir şey bilmiyordum.

 

Ailesi ölmüş müydü gerçekten bilmiyordum. Hangi şehirde büyümüştü bilmiyorum. Bunca acıyı nasıl kaldırmıştı bilmiyorum. Yetimhanedeyken neler yaşadı bilmiyorum ve daha bilmediğim binlerce şey var.

 

Onun hakkındaki her şeyi bilmeyi öyle çok isterdim ki. Tüm hayatını, tüm yaşayışını, tüm kederini, tüm sıkıntısını, tüm mutlu olduğu anları... her şeyini.

 

Ama olmuyor işte. Ne ben ona anlatıyorum ne de o bana. Çünkü ikimizde biliyoruz ki gün gelecek her şey bitecek. Her şey yarım kalacak ve biz birbirimiz hakkında bir şeyler öğrenirsek daha fazla bağlanacağız birbirimize. Günü geldiğinde ayrılacağımız zaman ikimiz için de en zoru olacak.

O yüzden belki de bilmemek en iyisi.

 

*

 

AYSİMA'DAN

 

Gözlerimi açtığımda etraf aydınlanmıştı. Başım Uluç'un göğsü ve kolu arasındaydı. Kollarım ise belinde duruyordu öylece.

 

Hafif başımı kaldırıp Uluç'un yüzüne baktım. Mükemmel bir gülümseme eşliğinde kahveleriyle beni seyrediyordu. Ben de aynı şekilde karşılık verip yeni uyanmışlığın verdiği çatallaşmış sesimle konuştum. “Günaydın.”

 

“Günaydın uykucu hanım.” Onun sesi de uykuluydu ve bu… çok çekiciydi. “Uykucu hanım mı?”

 

“Evet, öylesin. Bir türlü uyanmak bilmedin. Uyanmadığın gibi beni de bırakmadın.” Gözlerimi belinde olan koluma götürüp baktım. İstemeye istemeye kollarımı çektim yavaşça.

 

“Kusura bakma uykumdayken bilememişim.”

 

“Yok sorun değil de eğer biraz daha kalkmasaydın artık buraya yapacaktım tuvaletimi.” Uluç bir yandan ayaklanmaya çalışıyor diğer yandan da konuşuyordu. Yataktan kalkıp hiç vakit kaybetmeden odadaki lavaboya girdi.

 

Onun gitmesiyle ben de yataktan doğrulup oturur vaziyete geldim, arkasından bir aptal gibi sırıtıyordum.

 

Daha fazla aptallaşmayı bırakıp telefonumdan saate baktım. On buçuğa geliyordu saat. Çıkış yapabilirdik sanırım artık.

 

Telefonu bırakırken gözüm yerdeki kağıt parçasına değdi bir anlığına. Kağıdı görmemle olanlar aklıma gelince az önceki sakinliğim ortadan kaybolmuştu.

 

Ama şimdi korku ve endişeyi bir kenara bırakıp Uluç görmeden almalıydım o kağıdı yerden. Boş yere onun da canı sıkılmasındı.

 

Yataktan kalkıp aldım kağıdı. Katlayıp köşede bulunan ikili koltuğun üzerindeki feracemin cebine koydum.

Geri yatağa doğru gidiyordum ki tuvaletin kapısı açıldı. “Neden ayaklandın? Bir şey mi oldu, iyi misin?”

 

“İyiyim iyiyim. Çıkmayacak mıyız daha?”

 

“Emin misin? Miden ağrımıyor ya da başka yerinde bir sorun yok değil mi?

 

“Hayır yok, gayet iyiyim.”

 

“Tamam o zaman. Sen hazırlan ben de çıkışı yapayım.”

 

“Tamamdır.” Uluç odadan çıktıktan sonra saçımı toplamak için tokamı aradım ama bulmayınca geç de olsa aklıma geldi. Gece Uluç çözmüştü saçlarımı ve tokam da bileğinde kalmıştı. Çantamda yedek bulunan tokamı alıp bağladıktan sonra lavaboya girdim. Çıktığımda dün benimle ilgilenen hemşire vardı odada.

 

"Aysima Hanım. Nasılsınız, bir sorun var mı?"

 

“Yok, teşekkür ederim. Gayet iyiyim. Hatta çıkmayı düşünüyorduk.”

 

"Peki bir sorun yoksa çıkabilirsiniz elbette. Geçmiş olsun."

 

“Teşekkür ederim.” Hemşire odadan çıkınca feracemi giyinip başörtümü düzelttim. İğneyi takarken bir an aklıma gelen şeyle kalakaldım Ağzım şaşkınlıktan açılmış ve öylece kalakalmıştım.

Her gece yaşadığım şeyi olmamıştı, ben gece rüya görmemiştim. Bir yıldan fazla bir süredir üst üste gördüğüm rüyaları bugün görmemiştim.

 

Şaşkınlığım yüzümdeyken Uluç geldi odaya. Hemen yüz ifademi değiştirip sonra düşünmek için beynimin raflarına kaldırdım rüya meselesini.

 

 

*

 

Yoldayken ilaçları ve simit almak için durmuştuk iki defa. Uluç kahvaltıyı dışarıda yapalım demişti ama bir an önce eve gitmek istemiştim. Hastane kokusundan kurtulmak istiyordum hemen.

 

Yol boyunca Batın ve bıraktığı not vardı aklımda. Vazgeçmemişti, vazgeçmiyordu. Yakında harekete geçeceğini yazmıştı. Kim bilir ne olacaktı, ne yapacaktı?

 

Dalgınlığımı Uluç da fark etmiş ve sormuştu. Ama ben geçiştirmiştim lafı. O da uzatmamıştı. Açıkcası nottan haberi var mıydı bilmiyorum. Notu bulduktan sonra ne olmuştu tam hatırlamıyorum. Bölük pörçüktü sahneler kafamın içinde. O yüzden notu gördü mü bilmiyorum.

 

Eve geldiğimizde ben duş alırken Uluç da kahvaltı hazırlamıştı. Ev yine mis gibi kokuyordu. Odama kadar gelmişti kokusu.

 

Mutfağa girdiğimde kokunun yayılmakta haklı olduğunu gördüm. Masayı donatmıştı Uluç. “Maşallah, döktürmüşsün yine Uluç. Kim yiyecek bu kadar şeyi.”

 

“Sen ve ben tabi ki. Acıkmışsındır iyice, güzelce beslen.”

 

“Eline sağlık. Başka yapılacak bir şey var mı?”

 

“Yok sen otur ben de çayları koyayım hazır. Başımla dediklerini onlaylayıp oturdum yerime. Uluç da dediği gibi çayları doldurduktan sonra oturmuştu.

 

İştahla yapılan kahvaltının ardından midem dolmuştu. Tabi Uluç'a kalsa hiçbir şey yememiştim ama midemi dolup patlayacakmış gibi hissediyordum. Sanırım iyice küçülmüştü midem, neredeyse iki lokma ekmekten sonra doyuyordum. “E tabağın dolu daha Aysima.”

 

“Sana dedim doldurma diye Uluç. Nasıl yiyeyim o kadar şeyi.” Tabağımı doldururken Uluç elimden almış ve her şeyden çokça koymuştu, bu kadar şeyi bitireceğimi düşünmesi bile komikti.

 

“Çok fazla bir şey koymadım ki zaten. Benim tabağımın yarısı bile değildi.”

 

“E vücudumuz ve midelerimiz de aynı değil ama Uluç. Tabi ki eşit miktarda yiyemeyeceğiz.”

 

“Hah ben de onu diyorum. Tabi ki aynı değil midelerimiz ama senin olması gerekenden de küçük. Biraz daha yemelisin.”

 

“Bu günlük kahvaltı yeter bana artık. Eğer daha fazla yersem midem ağrır yine.” Ellerimi mideme koyup ovuşturdum. Ayva göbeğim oldukça belirginleşmişti. “Tamam tamam. Akşama bu kadar az yemek yok ama.”

 

“Tamam bakarız.”

 

“Bakarız değil, yiyeceksin.”

 

“İyi tamam.” Sessizce çaylarımızı yudumluyorduk ki Uluç konuşmaya başladı yine. “İyisin değil mi Aysima?”

 

“İyiyim dedim ya kaç defa, ağrı falan yok.” Biraz sessiz kaldı ama dayanamadı. “Gece olanlar daha doğrusu sabaha karşı olanlar. Hatırlıyor musun?”

 

Elbette konuşacaktı olanları. Merak ediyordu ki ben olsam ben de merak ederdim. “Pek değil, bölük pörçük. Ne olduğunu tam bilmiyorum.”

 

“Kriz geçirdin yine. Niye oldu? Elinde bir kağıt vardı, ne yazıyordu onda.”

 

“Ben... korktum. Namaza uyanmıştım, çekmecenin üzerinde o kağıdı gördüm. Batın geldi aklıma, sesi çıkmıyor ya ne zamandır. Bir şey yapacak diye korkuyorum.”

 

Dediklerimden sonra Uluç'un gözleri ateş saçtı birden. Bu kadar çabuk öfkelenmesi hiç sağlıklı değildi. “O herif mi bırakmış o kağıdı?” Hayır desem yalan olacaktı ve söylemek de istemiyordum. Evet desem Uluç'un ne yapacağını kestiremiyordum. Ne desem diye kara kara düşünürken kurtarıcım niteliğinde telefonumun melodisi doldurdu mutfağı.

 

Cevap vermeden hemen telefonumu alıp arayana baktım. Uluç'un dikkati de telefona kaymıştı. Gamze Hanımdı arayan. “Alo, Gamze hanım buyurun.

 

“Merhabalar Aysima Hanım. Haberlerim var size.”

 

“Hayırdır inşallah. Kötü bir şey yok değil mi?”

 

“Yok yok gayet iyi. Şikayet dilekçenizi buldum. Şu an elimde.”

 

***

 

Herkese yeniden merhabalar.

 

Nasıl buldunuz yeni bölümü. Umarım beğenmişsinizdir.

 

Biraz kısa oldu ama hemen yayımlamak istedim çünkü çoook geç kaldım. 4. Sınıf olmak gerçekten zormuş…

 

Destek verirseniz çok mutlu olurum. Hikayemin başka kişilere de ulaşmasını çok isterim.

 

Hikaye ya da anlatım tarzı hakkında düşünceleriniz varsa lütfen yazın.

 

Sizleri seviyorum.

Gelecek bölüm görüşmek dileğiyle 👋💕

Bölüm : 14.10.2025 21:03 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...