4. Bölüm

Bölüm 2-Ben Tek Yaşarım

Gül Kelam
efgan1

Keyifli Okumalar, yıldıza basmayı unutmayın lütfen 😍🌹

 

***

 

Gözlerimin gördüğü tek şey sonsuz bir karanlıkken içimi müthiş bir sıkıntı basıyordu. Karanlık kelimesinden dahi korkan ben için bu zifiri karanlık korkumu arşa yükseltebilirdi. Acaba neredeydim?

 

‘’Anne!’’

 

Kendi sesim yankı yapıp yeniden kulaklarıma çarptığında cevap veren biri olmamıştı.

 

‘’Baba!’’

 

Aynı sessizlik karşılık vermiş, bu sonsuz karanlıkta yalnız olduğumu bana hatırlatmıştı. Gözlerimi sıkıntıyla kapatıp bu karanlıktan kurtulmayı diledim ancak beni karşılayan yeni bir karanlık olmuştu. Hızla gözlerimi açtığımda ileride küçük bir aydınlık gözlerime ilişti. Aydınlıktan ziyade gri bir pus gibi görünse de, bu karanlıktan çok çok daha iyiydi.

 

Koşar adım ve nefes nefese kalmış bir halde o pusa yaklaştığımda gördüklerim ayaklarımı yere çivilemişti adeta.

 

‘’Baba özür dilerim, bilerek yapmadım.’’

 

‘’Aptalsın, küçük aptal. Hiçbir b*ku beceremeyecek kadar aptalsın hem de.’’ Yüzüne yediği tokatla yere yapıştığında küçük elleriyle yerden destek alıp kalkmaya çalıştı ancak babası bu defa ayağıyla kollarına vurmuş ve girişimine engel olmuştu.

‘’Annee.’’ Anne diyerek ağlaması boşunaydı çünkü annesi kenardaki koltuğa oturmuş, hâlâ televizyonunu izliyordu kaygısızca.

 

Gözlerimin buğulandığını hissettiğimde bir saniyeliğine açıp kapattım ve sahnenin bir sihir gibi değiştiğini gördüm.

 

‘’Müdire anne; yemin ederim, ben yapmadım. Ceren abla koydu-‘’

 

‘’Sus, iftira atma bir de; utanmaz. Bir daha yalan söylersen o dilini yakarım.’’

 

‘’Burda kalmak istemiyorum, burası çok korkunç…’’

 

Kalbim göğsümde sıkışıyordu; o küçük, ağlayan çocuğa yardım edememek beni paramparça ediyordu.

Sahne bu defa yine değişmişti ancak daha kötüsüyle, en kötüsüyle.

 

‘’Bırak beni! Yalvarırım yardım edin!!’’

 

Sert bir tokatla yeri boyladığında karşı taraftan gelen ses iliklerine kadar titretmişti genç kızı.

 

‘’Sus, sesini çıkarma; dilini koparırım.’’

 

Karanlık sokakta tek bir çığlık ve acı dolu bağırışlar yankı bulduğunda sahne son kez değişti. Çukur ve kahve gözlü adam… Bu defa orada gördüğüm küçük veya genç bir kız değildi, yirmi dört yaşındaki bendim. Kendimi karanlık ortamdan o çukurda bulmuştum.

 

Koyu kahverengi gözlü adam avcunu uzattığında gözlerindeki görünen merhametin ışığı tüm şehri aydınlatabilirdi.

‘’Bana gel, düştüğün tüm karanlık çukurlardan ben seni kurtarırım.’’ diyordu. İlk kez konuşmuş, bir annenin çocuğuna söylediği ninnideki merhamet gibi gelen sesini ilk kez duyurmuştu.

 

Titreyen avcumu onun sıcak avcuna bıraktığımda kendimi göklerde bulmuştum. İlk kez, evet yine ilk kez avcuna tutunabilmiştim. Beni kurtarışına rüyalarımda ilk kez şahit olabilmiştim.

 

Gözlerimin ardında karanlık vardı ancak beynim uyanmış ve gözlerimi de aydınlığa kavuşturmaya çalışıyordu. Zoraki bir şekilde gözlerimi açtığımda ilkin bulanık gören bakışlarım yavaşça etrafı netleştirdi. Odadaki tek ses bir ritim halinde öten monitörden geliyordu.

 

Dilim damağıma yapışmıştı ancak dudaklarımı dahi kıpırdatacak hali üzerimde bulamıyordum. Birkaç dakika boyunca sadece gözlerimle etrafı seyretmiş ve ardından zorlukla elimi kaldırıp ağzımdaki oksijen maskesini indirmiştim.

 

Olanlar aklıma üşüşürken ilk düşündüğüm Yiğit olmuştu. Ece iyiydi, Yiğit’in ki kadar büyük bir sorunu yoktu ancak Yiğit en son onları yan yana bıraktığımda dahi çok kötü bir haldeydi.

 

Başımı çevirip hemşire veya doktor çağırmak için herhangi bir düğme aradıktan sonra kolumu yine zorlukla kaldırıp yatağın yanındaki kırmızı düğmeye bastım. Bedenim sızım sızım sızlıyor ve her hareketimde ağrı saplanıyordu.

 

Bir dakika içinde içeri bir hemşire girdiğinde beni gördüğüne sevinmiş gibi bir tebessüm takınmıştı dudaklarına. ‘’Aysima Hanım, günaydın; uyanmışsınız. Nasıl hissediyorsunuz?’’ Boğazım kuruduğu için öncelikle su istemiştim zar zor. Hemşirenin yardımıyla birkaç yudumdan sonra başımı yastığa koydum ve aklımda sadece Yiğit vardı. ‘’Yiğit, o nasıl? Kötü bir durum yok değil mi?’’

 

Tebessüm edip başını iki yana sallarken beni rahatlatmak için yumuşacık bir ses tonuyla konuşuyordu. ‘’Merak etmeyin, Ece de Yiğit de gayet iyiler. Ben şimdi doktor hanımı çağırayım, sizi muayene etsin.’’

 

Hemşire çıkınca gözlerimi tepemde yanan loş ışığa kaldırdım, karanlıktan öyle çok korkuyordum ki uykuya dalmadığım sürece, uzunca bir süre gözlerimi kapatmazdım çünkü o gördüğümüz siyahlık, benim en büyük korkumu tetiklemeye yetiyordu.

 

Lambadan yayılan ışınlar bana rüyamı ve kahverengi gözlü adamı hatırlatmıştı çünkü yıllar sonra hayatıma ışık tutan tek şey oydu sadece, rüyalarımda dahi olsa. Gözleri karanlığı çağrıştıracak kadar koyu bir renge sahipti ancak benim rüyalarımı ışığa kavuşturan da yine o koyuluktu. Sanırım hayatım boyunca sevdiğim tek koyu şey o gözler olmuştu.

 

Elini uzatışını gözlerimin önüne getirdiğimde ve yüreğimdeki tüm ağırlığı alacak kadar yumuşak ancak bir o kadar da kendinden emin sesini zihnimde tekrarladığımda dudaklarımda oluşan küçük tebessüme engel olamadım.

 

Aklıma aniden, vurulduktan sonra bayılmadan önce onu gördüğüm geldiğindeyse ilk kez rüyalarımın dışında da yardım edişini hatırladım. Gerçek değildi, belki de zihnim o an sadece görmek istediğim şeyi bana göstermişti ya da yine rüya görmüştüm. Hatta bayılmadan önce gördüğüm bir hayaldi belki de. Çünkü bakışını hatırladığımda tıpkı rüyalarımdaki gibi oluşu gerçek olamayacak kadar güzeldi. Muhtemelen zihnimin oynadığı bir oyundu sadece.

 

Çok fazla dışarı çıkan biri olmasam da arada çıktığımda ya da eve sipariş getiren bir kuryeyi gördüğümde rüyalarımdaki adamın izini arardım hep ancak hiçbiri o değildi. Aslında rüyalarımda onu hiç görmemiştim daha doğrusu yüz hatlarını hiç görmemiştim. Diyorum ya gözleri karanlıkta parlayan bir ışık gibiydi. O çukurda görünen tek yeri, kahverengi gözleriydi. Ancak bir yıldır o gözler zihnime öyle kazınmıştı ki eğer bir gün karşıma çıksa onu anında tanırdım. Benim için koyu gözleri, onu diğer tüm varlıklardan ayıran yegane şeydi.

 

Onu tanımayı o kadar çok istiyordum ki… ama korkuyordum da. Bana rüyalarımda tüm dertlerimi unutturacak bir güzellikte bakarken bu kirli dünyanın içinde o güzelliği kaybetmesinden korkuyordum. Gerçeği karşıma çıksa belki rüyalarımdaki gibi bakmazdı. Hayatımda tek güzel olan şey onun merhametli bakışlarıydı ve eğer o bakışı kaybedeceksem onu hiç tanımamayı isterdim. Çünkü hayatımın tek iyi şeyini kaybetmek korkunçtu…

 

Birkaç dakika sonra yanıma güler yüzlü bir doktor da gelince önce ağrım sızım var mı diye sormuş ve ardından gerekli kontrolleri yapmıştı. Söylediğine göre kurşun benim tahminimin aksine omzumdan daha da aşağıya gelmiş ve oldukça derine girmiş. Üç saat süren bir ameliyatın ardından kurşun çıkarılmış ve ben üç gündür uyuyormuşum. ‘’Şu anlık herhangi bir kötü durum gözükmüyor. Durumunuz bu şekilde ilerlerse şayet iki gün sonra taburcu bile olabilirsiniz.’’

 

‘’Teşekkür ederim doktor hanım. Allah razı olsun.’’

 

‘’Rica ederim, ben görevimi yaptım. Dediğim gibi durumunuz gayet iyi, normal odaya alabiliriz sizi.’’

***

 

Birkaç saat önce normal odaya alınmıştım ve ağrılarım için bir serum takılmıştı. Şuan en çok istediğim şey banyo yapmaktı çünkü ben kaçırıldığımda regldim ve gusül abdesti almam gerekiyordu, dahası kendimi iğrenç hissediyordum. Sonuçta o iğrenç depoda iki gece geçirmiştim ve üç gündür de uyuyordum. Doktorum izin verdiği an banyoya koşacağıma eminim.

 

Serum biraz olsun ağrılarımı yatıştırdığında uyuyakalmıştım ve az önce akşam yemeğim getirildiği için uyanmıştım. Normalde bile iştahlı biri değildim ve şu an önümdeki hastane yemeği asla iştah açıcı görünmüyordu. ‘’Yardım etmemi ister misiniz Aysima Hanım?’’

 

Yardımcı personel oldukça sevecen bir şekilde sorusunu sorsa da yine de iştahımı kabartmamıştı. ‘’Yok teşekkür ederim…’’ göğsündeki, ismi yazılı olan kartı okuyup devam ettim ‘’Sümeyra Hanım.’’

 

‘’O zaman size afiyet olsun, ben sonra boş tepsiyi almaya gelirim.’’ Tebessümler eşliğinde odadan çıktığında düşündüğüm şey personelin güler yüzlülüğüydü. Özel hastanede olduğumdan kaynaklı mı yoksa başka bir şeyden mi olduğunu bilmiyordum ama asık yüzlü tek bir insan dahi yoktu.

 

Göze hitap eden ancak tuzunun olmadığından emin olduğum mercimek çorbasından daha ikinci kaşığımı almamıştım ki kapı tıklatıldı. Başımdaki, az önceki personelden aldığım örtüyü düzeltip ‘’Gelebilirsiniz!’’ dedikten sonra kapı açıldı ve içeriye iki tane adam girdi. Gördüğüm kişiler ise birkaç saniye nefes almayı unutturmuştu.

 

Öndeki Üsteğmen Mücahit Coşkun’du. Elde ettiğim bilgiler doğrultusunda benim açıkça mafya olarak nitelendirdiğim insanları ispiyonladığım adam tam karşımdaydı. Kendisini; sadece ilk kurbanım Mehmet Çalışkan’ı araştırırken, peşinde olduğu için, bir fotoğrafta görmüştüm. Ancak gerçekte yüz yüze gelmemiştik ve ben bunun olmaması için elimden gelen tüm önlemleri almıştım. Şimdi ise kanlı canlı karşımda duruyor ve imalı gözlerle bana bakıyordu. Yakalanmış olamazdım değil mi?

 

İçeri adımlayıp bana yaklaştığında arkasından giren adam sadece şaşırtmamış; ilklerimin dahi titremesine, ensemden sırtıma doğru buz gibi bir hissin yayılmasına neden olmuştu. Dünya sanki birkaç saniyeliğine dönmeyi durdurmuştu. Bu, oydu…

Evet, oydu. Kabuslarımı kurtaran adam. Bana yardım elini çekinmeden uzatan kahverengi gözlerin sahibi adamdı.

 

Uyandığımdan beri hayal, belki de rüyamdan bir parça zannettiğim şeyler aslında gerçekti. Vurulduktan sonra gördüğüm ve ardından kucağına düştüğüm adam, gerçekti… Şu an kanlı canlı bir halde karşımda duruyor ve aşinası olduğum gözlerini gözlerimden ayırmadan içeri adımlıyordu.

 

Bu farkındalık beynimin yanmasına sebep olurken içinde bulunduğum anın bir rüya olmaması için Allah’a yalvardım. Son bir yıldır gördüğüm her kahve gözde onu ararken o bir anda, hiç beklemediğim bir anda karşıma çıkmıştı ve ben bunun gerçek olmasını tüm hücrelerimle birlikte istiyordum.

Evet korkuyordum, o bakışları kaybederim diye ödüm kopuyordu ancak gerçek olmasını istemem terazide daha ağır basıyordu ve o gerçekti. Ben yedi yıldır ya karanlık sokağın kabusunu yaşardım ya da geçmişin kötü anılarını bir film gibi oynayışını görürdüm. Bu adam ise bir kabus olamayacak kadar gerçek ve güzeldi. Onun gözleri kötü bir kabus olamazdı.

 

Kapıyı kapatmak adına gözlerini ilk çeken o olduğunda bir kâbustan… hayır hayır dünyanın en iyi rüyasından uyanır gibi kendime geldim ve nefes almadığımı o an fark etmiş, göğsümü daraltan acıdan kurtulmak adına derince temiz havayı içime çekmiştim.

 

Bana tekrar dönünce gözlerinin girdabında boğulmamak için müthiş bir mücadele veriyordum. Kahve bakışlarının ardında Mücahit Coşkun’un ki gibi imalı ifadelerden ziyade minnettarlık seziliyordu. Rüyalarımdaki merhametli bakışlarının alışığı olduğumdan mıdır bilmiyorum, bu bakışlar tuhafıma gitmiş ve neden olduğunu anlayamamıştım. Ancak ne olursa olsun, bakışı hangi anlamı ifade ederse etsindi; ben o gözlerin içine sığınmak, kahverengi harelerin içinde kaybolup gitmek istiyordum.

 

‘’Aysima Hanım, geçmiş olsun.’’ Bulunduğum ana yabancı gelen bir ses dikkatimi koyu bir girdaptan çıkardığında kimin konuştuğunu ilkin anlayamamış daha sonrasındaysa bu odada yalnız olmadığımızı hatırlamıştım. Mücahit Coşkun’un açık kahverengi gözleri az önceki imalı ifadeden kurtulup biraz merakla bana bakıyordu. Başını çevirip arkasındaki rüyalarımın başkahramanına bakmış ve ardından anlayamadığım bir ifadeyle bana dönmüştü.

 

Hâlâ ona cevap vermeyişim beni ilk dakikadan aptal gibi göstermemiştir umarım. ‘’Teşekkür ederim, beyefendi.’’ Aradan saniyeler de geçse elbette cevap vermiştim ancak biraz tuhaf durmuştu. ‘’Nasılsınız Aysima Hanım?’’

 

‘’Ben… iyiyim teşekkür ederim.’’ Aklım ve gözlerim elbette ismini dahi bilmediğim ancak herkesten daha çok görmek istediğim adama gidip geliyor ve ben hiçbir şeye konsantre olamıyordum. Bunu benden beklememeliydiler de, nasıl olabilirdim ki? Karşımda o varken nasıl düzgünce konuşabilirdim?

 

‘’Bunu duyduğuma sevindim, günlerdir uyanmanızı bekliyorduk. Çok şükür ki iyisiniz.’’ Mücahit Bey’i yine cevapsız bırakırken aptal olduğuma inanmış olabilirlerdi ama ben gerçekten tüm kelimeleri unutmuş gibiydim, söyleyecek hiçbir şey yok gibiydi sanki. ‘’Bu arada ben, Üsteğmen Mücahit Coşkun; gerçi siz bu bilgiyi zaten biliyorsunuz? Yanılıyor muyum?’’

 

Aklımı artık başıma getirecek bir şey söylediğinde şok içinde yüzüne bakakalmıştım. Yakalanmıştım. Ama bu, bu nasıl olurdu ki?

 

‘’Bence yanılıyorsunuz, sizi daha önce gördüğümü hatırlamıyorum.’’ Bana hiç inanmamış gibi alayla tebessüm ederken başını hafifçe iki yana salladı. ‘’Belki gerçekte görmediniz hatta kim bilir fotoğrafıma dahi bakmadınız, o yüzden görmemiş olmanıza herhangi bir itirazım yok. Ancak…’’ hâlâ birkaç adım arkasında duran adama bakıp yeniden bana döndü ve devam etti. ‘’son bir yıldır ben ve ekibimle birlikte iletişimde buluyorsunuz, ismimi hatırlamıyor olamazsınız eğer yaralandığınızda hafızanızı kaybetmediyseniz.’’

 

Yakalanmış olmak berbat hissettirirken kendime olan öfkem asla anlatılamazdı. Nerede dikkatsiz davranmıştım da beni bulabilmişlerdi ki.

Hayır, yapamazdım; kabul edemezdim. Beni bulurlarsa –ki bulmuşlardı- eski sakin ve yalnız olan hayatımı kaybedebilirdim. Ben kalabalıktan nefret ederdim, insanlardan korkardım. Kimseyle herhangi bir ilişki içerisinde olmak istemiyorum.

 

‘’Neyden bahsettiğinizi anlamıyorum beyefendi.’’ Bu defa şaşkın bakışları beni bulduğunda sanki bir tık da tahammülsüzlük vardı. Söylediklerinin doğru olduğunu bile bile onu inkar etmem onu tahammülsüzlüğe itiyordu sanırım. ‘’Hadi ama Aysima Hanım, üçümüz de biliyoruz ki o gizemli ‘’yardımsever’’ sizsiniz. Bizim bir yıldır aradığımız ancak kendini çok iyi bir şekilde gizleyen o kadın sizdiniz ki biz daha bir hafta öncesine kadar kadın olup olmadığınızdan bile emin değildik.’’

 

‘’Bir erkeğin peçe takacak hali yok ya.’’ Gözlerinde muzır bir ifade geçince ne halt söylediğimi sadece o an fark edebilmiştim. Resmen kendi kendimi ifşa etmiştim, ben gerçekten aptalın tekiydim.

 

Tatmin olmuş bakışları beni bulurken, beni alt etmiş olmak elbette göğsünü kabartıyordu. ‘’O ‘’peçeli’’ hanımefendinin siz olduğuna ikna olduğunuza göre tanışmamıza kaldığımız yerden devam edebiliriz, değil mi?’’

 

Yakalanmışılığın verdiği agresiflikle tepki verirken bu kez imalı bakan bendim .‘’Eminim siz de beni artık tanıyorsunuzdur, Mücahit bey.’’

 

‘’Tam değil, ama hakkınızda bazı şeyler biliyorum ve öğreneceğim de. Her neyse buraya aslında sadece geçmiş olsun dileklerimizi sunmaya gelmiştik. Diğer konulara ise siz sağlığınıza kavuştuktan sonra geleceğimizden hiç şüpheniz olmasın.’’ Otuzlarında olduğu belli olan bu adam kendine öyle güveniyordu ki artık peşimi bırakmayacaklarını bana anlatmak ister gibiydi. Açık renkteki kahverengi gözleri aradığı şeyi bulmuş gibi –ki bir nevi öyle olmuştu- oldukça keyifli bakıyordu. ‘’Umarım o gün geldiğinde konuşma şansımız olur.’’ Bunu söyleyen ben olsam da yine de asla yapmak niyetinde değildim.

 

Ben bir araştırmacıyım, en iyi tanımla hackerim. Pis işe bulanmış insanları bulur, hayatlarının içine gizlice sızar ve orada işe yarar şeyler arardım. En sonunda da bunu gizlice yetkili kişiye gönderirdim, o kadar. Ama asla bir devlet görevlisi değildim ve olmak da istemiyordum. Hele hele insanlarla iletişimde kalacak olmak asla istediğim bir şey değildi.

 

Belki de yurt dışına kaçmalıydım hemen şimdi. Nerden geldiği belli olmasa da okul satın almama rağmen hâlâ yüklü bir miktarda param vardı; eminim o parayla yurt dışında bir ülkede gayet güzel, mütevazı bir hayat sürdürebilirdim. Evet kesinlikle yurt dışına kaçmalıydım.

 

‘’Bundan emin olabilirsiniz, sizi bulmuşken konuşma fırsatını asla kaçırmak gibi bir hata yapmayız.’’ Sanki düşüncelerimi okumuşçasına konuşmuştu, peşimi bırakacak değillerdi.

Sessiz kaldığımda gözlerimi bir anlığına koyu kahve gözlere döndürdüm ve eğer biraz fazla baksaydım yine dalıp giderdim o okyanusun içine. Neden konuşmuyordu, odaya girdiğinden beri tek bir kelam dahi etmemişti. Bana sesini duyurmamakta yeminli gibiydi. ‘’Neyse biz sizi daha fazla rahatsız etmeyelim, en yakın zamanda tekrar görüşürüz. Kendinize iyi bakın.’’

 

‘’Umarım. Teşekkür ederim ziyaretiniz için.’’ Başını sallayıp arkasını dönmüştü ki rüyalarımın başkahramanının hareket etmeyişi ile ona çarptı. ‘’Oğlum napıyorsun sen, yürüsene.’’

 

Gözleri benim üzerimdeyken Mücahit Bey’in konuşmasıyla ona baktı. ‘’Komutanım müsaade buyurursanız Aysima Hanımla biraz konuşmak istiyorum.’’

 

Kalbim adeta yerinden çıkacakmış gibi attığında heyecandan ellerimin titrediğini fark ettim o an. Sesi öyle güzeldi ki… Sertti komutanına karşı ama, anne ninnisi gibi yumuşaktı sanki kulaklarım için.

Benimle konuşacaktı. Benimle ne konuşabilirdi?

 

Allah’ım sen bu kuluna yardım et…

 

‘’Pekala, ben çıkıyorum o zaman. Çok geç kalma, işimiz var.’’ Bana doğru imalı bir bakış attığında o işin ne olduğunu merak etmedim desem yalan olurdu ama elbette bunu kendisine soracak değildim.

 

‘’Emrederseniz komutanım.’’

 

Mücahit Coşkun odadan çıkmak için her adımladığında onunla yalnız kalacak olmamdan ötürü nefesim kesiliyordu sanki. Yok, hayır. Bir gün için bu kadarı fazlaydı. Ben daha onun geçek varlığını idrak edememiştim, nasıl aynı havayı yalnız başıma soluyacaktım.

 

‘’Geçmiş olsun Aysima Hanım.’’ Sesi yine kulaklarıma ulaşıp zihnimde bir anlam kazanınca girdiğim düşünce girdabından kendimi çekip çıkardım. Şimdi ne heyecanın yeriydi ne de korkunun. ‘’Teşekkür ederim.’’

 

‘’Adım Ceyhun Uluç Korkmaz, Mücahit Komutanın ekibindenim.’’ Ceyhun ve Uluç… Nehir ve Ulu olan… Büyük nehir demek olur mu acaba? O, bana büyük bir nehir olur mu acaba?

 

‘’Aysima Hanım.’’ Yeniden seslenmesiyle kendime geldiğimde sakin olmak için içimden kendime telkinler verdim ama çok zordu. Onun yanında sakin kalmayı nasıl becerecektim ki? Sakin olmalıyım, sadece sakin… ‘’Özür dilerim, öyle dalmışım. Tanıştığımıza memnun oldum.’’

 

‘’Estağfurullah, eğer kendinizi iyi hissetmiyorsanız sonra da konuşabiliriz.’’

 

‘’Hayır hayır gerek yok.’’ Konuşmaya meraklı gibi atılsam da –öyleydim de- bu defa da utanç duygusunu yaşamamak için az önce yaptığım şeyi görmezden geldim. ‘’İyiyim ben, konuşabiliriz.’’

 

Ayakta kaldığını fark edince yanımda bulunan tekli koltuğa oturmasını rica etmiştim. Şimdi o hemen yanımda oturuyor bense istemeden de olsa çekingen çekingen ona bakıyordum. ‘’Aslında sizinle konuşmak istememin şu anlık tek bir sebebi var.’’ İnşallah bu sebep ispiyonculuğum değildir. ‘’Dinliyorum sizi.’’

 

‘’Size özel olarak teşekkür etmek istedim, Yiğit ve tabi ki Ece için yaptıklarınızdan dolayı. Onları korumak için kendinizi kurşunun önüne atacak kadar cesursunuz, bunun için çok teşekkür ederim.’’ Bunun için hiç tevazu sahibi olmak istemiyorum çünkü gerçekten de orada cesurca davranmıştım ve bu benim için çok büyük bir şeydi. O kurşunun önüne nasıl atlayabilmiştim ki ben? Ben gibi korkak bir kadın bunu nasıl yapmıştı?

 

‘’Bir başkası olsa da aynısını yapardı, sonuçta tehlike altındaki iki küçük çocuktu.’’ Bu tevazu sahibi olmak değildi çünkü benim yerimde başkası olsa bunu belki yapardı ama ben yapmazdım, yapamazdım. Yine de yapmıştım.

 

‘’Emin olun herkesin yapabileceği bir şey değil. Evet; orada iki küçük çocuk vardı ama siz de bir can taşıyorsunuz sonuçta.’’

 

‘’Bunu bana siz mi söylüyorsunuz?’’ Bayılmadan önce üzerindeki kıyafetleri hatırlıyorum. Az önce Mücahit Beye karşı söylediği ‘komutanım’ kelimesinin ciddiliğini de hatırlıyorum. O bir askerdi. Asker olan oyken, vatanı ve milleti için canını ortaya koyan oyken bunu söyleyemezdi. ‘‘Bizler için canınızı ortaya koyarken bunu söyleyemezsiniz.’’

 

Tebessüm edip başını iki yana salladı. ‘’Orada ne kadar asker kıyafetleri içinde olsam da, oraya bir askerden ziyade bir dayı olarak gittim. Ve buraya da sizi sorguya çekmek için değil yeğenim adına şükranlarımı sunmaya geldim. Ben aynı zamanda Yiğit’in dayısıyım.’’

 

Bu itiraf karşısında ağzımdan kaba bir şekilde ‘’Ne?!’’ nidası dökülse de şu an düşüneceğim son şey bile bu olamazdı. Yiğit’in dayısı mıydı gerçekten de? Bir yıldır rüyalarıma giren adam karşıma çıkmak için yeğeninin kaçırılmasını mı bekliyordu?

 

‘’Evet, yeğenim. Aslında bu kadar şaşırmanızı beklemiyordum ama…’’ Ben de bunu beklemiyordum. Resmen aynı anda kaçırıldığım çocuğun dayısı rüyalarımın kahramanıydı, buna nasıl şaşırmazdım ki? Aradan onca ay geçmişti ve karşılaşmak için yeğeni ile mi tanışmalıydım önce?

 

Elbette bunu, yani rüyalarımdaki adam o olduğu için bu kadar şaşırdığımı kendisine söylemeyecektim. ‘’Evet, biraz büyük bir tepki verdim sanırım. Ancak aslında Azer Tekin ile akrabalığınızın olabileceğini tahmin edememiştim. Sonuçta o…’’ Son anda aklıma bu bahane gelse de aslında tam bahane de sayılmazdı.

 

Bir hafta önce ben Azer Tekin’i, Mücahit Coşkun’a ispiyonlamıştım ve ekibin içinde asker olan bir akrabası vardı. Bu nasıl olurdu?

 

Konunun buraya açılması pek hoşuna gitmemiş gibi yüz ifadesi değişmişti ancak yine de sakince konuştu. ‘’Azer Bey, Yiğit’in babasının yani eniştemin amcası, bense Yiğit’in annesinin kardeşiyim. Tanışık olsak, hatta oturup kendisiyle sohbet etmiş olsam da birkaç kez; aslında bakarsanız kendisiyle herhangi bir kan bağımız yok.’’

 

Anlıyorum der gibi başımı sallasam da yine de tuhafıma gitmişti. Umarım yaptığım onca araştırmayı boşuna yapmış olmazdım. Kan bağları olmasa da akraba sayılırlardı ve… İnşallah herhangi bir kayırma gerçekleşmezdi. Telefonum, kaçırılma esnasında çantamla birlikte ortadan kaybolduğu için gelen personelden veya hemşireden telefonunu rica edip son gelişmelere kesinlikle bakacaktım ve tabi önce bu ‘’özel’’ misafirimin gitmesini bekleyecektim.

 

‘’Aslında Yiğit ve ailesi de gelmek istediler ancak bu gün yorgun olabileceğinizi varsayarak sizi rahatsız etmek istemediler. Yarın ziyaretinize gelmiş olurlar.’’ Bunu duymak hafif tedirgin edip beni germiş olsa da itiraz edip kabul etmeyecek değildim. ‘’Elbette, kendileri nasıl isterlerse…’’ İnsanların varlığı tedirgin ederdi ama birkaç gün buna katlanabilirdim sanırım, sonrasında yine izole edilmiş hayatıma dönerdim.

 

‘’Öyleyse ben de sizi varlığımla daha fazla yormayayım, tekrardan geçmiş olsun. Sonra yine görüşürüz.’’

 

‘’Estağfurullah, teşekkür ederim; görüşürüz.’’ Varlığının bende nasıl bir hissiyat oluşturduğunun farkında bile değildi ve bunu bilmiyordu. Sahi, bilmiyordu değil mi? O da beni rüyalarında görmüş olamazdı.

 

‘’Uluç Bey…’’ arkasını dönmüş giderken bir anlık, hiç düşünmeden onu durdurduğumda ne diyeceğimi bilemedim. Merakım onu durdurmuştu ancak ne diyecektim? Ne soracaktım? ‘Beni rüyanızda gördünüz mü?’ mü diyecektim?

 

‘’Buyurun?’’ Siyaha çalan kahvelerini benim açık kahverengi gözlerime çevirdiğinde bir iki saniye kalbim durdu sanki. Bu, bu kadar heyecan vermemeliydi... Saçları kömür gibi siyahtı, aynı renkteki sakalları ise kumral yüzünü hafif gizlemişti. Uzun ve gür kirpikleri hayranı olduğum kahve çekirdeklerini çerçevelerken kaşları oldukça biçimli duruyordu. Gerçekten güzel bir yüzü vardı.

 

Aptal, gözlerine sahip çıksana.

 

‘’Sizinle daha önce tanışmış olabilir miyiz veya bir yerlerde karşılaşmış olabilir miyiz?’’ Aklıma böyle sormak gelince hiç düşünmeden söylemiştim çünkü beklersem yanlış anlayabilirdi.

 

Bir şeyler hatırlamak ister gibi kaşlarını çatmış sonra da başını iki yana sallamıştı. ‘’Sanmıyorum, öyle olsaydı sizi unutmam mümkün değildi.’’ Bu defa, kesinlikle bu defa kalbim duracak ve ben ölecektim. Ne demek istemişti?

 

Kendisi de dediği şeyi yeni fark ettiğinde anlık bakışları şaşırdı, sonra da yalancı bir öksürükle boğazını temizledi. ‘’Her neyse, ben çıkayım. Tekrardan geçmiş olsun.’’

 

‘’Teşekkürler.’’ Sadece bunu demekle yetindiğimde o çoktan çıkmıştı ama ben hala az önce yaşananların etkisinden çıkamamıştım. Kaçırılmıştım ve sonrasında bir sürü şey olmuştu.

 

Devletin askeri beni bulmuş ve karşıma çıkıp ‘’seni bulduk’’ demişlerdi. Hâlâ anlamıyordum, beni nasıl bulmuşlardı daha doğrusu o peçeli kadının ben olduğumu nasıl bilmişlerdi? Bunu bu gün sormamıştım çünkü yakalanmışlık hissi o an ağır bastığı için sormak aklıma dahi gelmemişti ama en yakın zamanda sebebini öğrenecektim.

 

Ve tabi, büyük buluşma gerçekleşmişti. Ben az önce bir senedir rüyalarımda gördüğüm adamı bulmuştum ya da o beni bulmuştu, bunun bir önemi yoktu. Üstelik aynı anda kaçırıldığım çocuğun dayısıydı. Onu tanımak için önce yeğenini mi tanımalıydım yani?

 

O an çok saçma da olsa aklıma bir şey geldi. Üniversiteye başlamadan önce, okulöncesi öğretmeni mi olsam diye de düşünmüş ve sonrasında sürekli çocuklarla aynı ortamda uzun süre kalmaya tahammül edemeyeceğime karar vermiş ve aklımdan onu silmiştim. Eğer öyle olsaydı belki Yiğit’in öğretmeni olur ve Uluç’la öyle tanışmış olurdum. Gerçi o zaman, öğretmen olsam buraya nasıl gelecektim ki…

Tabi buraya nasıl geldimse. Bilmediğim biri beni buraya getirmişti ve yine öğretmen olsaydım da belki getirirdi.

 

‘’Sanırım Erdem başımı çok fazla vurdu, saçma saçma şeyler düşünüyorum.’’ Yemediğim için buz gibi olan ve iyice iştahımı kapatan tepsiyi kenara kaldırıp yatağa uzandım ve televizyonu açtım. Belki Azer Tekin hakkında bir haber bulurdum.

***

 

Yardımcı personelin yardımıyla üzerime temiz kıyafetler giyerken oldukça memnundum. Doktorum dün gece yarama su temas ettirmeden banyo yapabileceğimi söylediğinde sabah kalktığımda ilk işim banyo yapmak olmuştu. Biraz zorlansam da banyomu yapmıştım ve kendimi pis kokulardan arındırmıştım.

 

‘’Teşekkür ederim Sümeyra Hanım.’’ Sümeyra Hanım’ın yardımıyla yatağa uzandığımda teşekkür etmiş ve o da odadan ayrılmıştı. O çıkalı daha beş dakika olmamıştı ki kapı tıklatıldığında baş örtümü düzeltip ‘’Gelebilirsiniz.’’ Diyerek seslendim.

 

Gelenler Yiğit ve ailesiydi ve bu beni az da olsa mutlu etmişti çünkü Yiğit’i canlı canlı görmeye ihtiyacım vardı. İyi olduğunu öğrenmiştim ancak bu içimi tamamıyla rahatlatmıyordu.

 

Yiğit gelince yatığıma tırmanmış ve küçük kollarıyla kocaman sarılmıştı. Şimdi ise yanıma uzanarak belimden sarılmaya devam ediyordu.

 

‘’Sizi böyle görmek bizi nasıl mutlu etti anlatamayız Aysima Hanım. Çocuklar için yaptığınız şeylerden sonra size ne kadar teşekkür etsek az. Allah razı olsun.’’ Yiğit’in annesi Yasemin Hanım geleliden beri kaç kez teşekkür etmişti bilmiyorum. İki cümlesinden biri teşekkür olurken fazlasıyla mahcup oluyordum. ‘’Lütfen, olanlar geride kaldı. Daha fazla hatırlamayalım.’’

 

‘’Olur mu öyle şey kızım, yaptığın şeyleri nasıl unuturuz. Yiğit orda neler yaptıysanız hepsini anlattı bize.’’ Bu defa konuşan babaanne Semiha Hanım olurken üzerimdeki ilgiyi bu kadar kaldıramıyordum. ‘’Yaptığım bir şey yok, onlar çocuktu ve ben de onların bu durumdan olabildiğince en hasarsız bir şekilde çıkmalarını istedim sadece.’’

 

‘’Aysima Hanım, herhangi bir ihtiyacınız var mı? Varsa lütfen çekinmeyin söyleyin.’’

 

‘’Çok teşekkür ederim Serhat Bey, ancak hiçbir şeye ihtiyacım yok. Burada çok güzel ilgileniyorlar benimle.’’

 

‘’Elbette, Batın Cevahir’in her şeyi özel hazırlatıp personeli itinayla seçtiğine eminim ancak bizim de yapabileceğimiz bir şey olursa hemen her şeyi hallederiz.’’ Öğrendiğime göre hastane zaten özel bir hastaneydi ancak Batın Cevahir yani Ece’nin babası ben vurulduktan sonra daha hastaneye varmadan her şeyi benim için hazırlatmış. Anladığım kadarıyla kızı adına bana böyle bir teşekkür sunmaya çalışıyordu. Bu da tüm personelin bana karşı neden bu kadar tebessüm içinde olduğunu gösteriyordu.

 

‘’Allah razı olsun sizlerden de, Batın Beyden de ancak her şeyim var çok şükür.’’

 

‘’Hiçbir yakının yok mu, neden burada yalnızsın?’’ Bu soru Yiğit’in dedesi olan Mazhar Bey’den geldiğinde şaşırmış ve nasıl bir cevap vereceğimi açıkçası bilememiştim. Kendisi geleliden beri hiç konuşmamıştı ve hem üzgün hem de dalgın gözlerle tuhafça beni izlemişti hatta bir ara bir probleminin olduğunu dahi düşünmüştüm. Bu kadar suskunken bu soru şimdi nereden çıkmıştı ki?

 

‘’Şey… aslında…’’ ne diyecektim. Benim kimsem yoktu ki gerçekten de. ‘’Annemle babam yok; akrabalarım da yok, sanırım. Ben tek yaşarım.’’ Cevabım onu tatmin eder miydi bilmiyorum ama olan şey buydu. Arkadaşım dahi yoktu ki.

 

‘’Bir arkadaşın ya da sevgilin?’’ Ne uzatmıştın be amca, yok dedik ya. ‘’Aaa Mazhar ne diye boğuyorsun kızı sorularınla.’’ Eşi Semiha Hanım olaya müdahil olunca herhangi bir cevap vermeden önüme dönmüş ve Yiğit’e bakmıştım.

 

‘’Sen nasılsın canım, daha iyi misin?’’ Kocaman bir tebessümü dudaklarına yerleştirdiğinde gözleri parıldıyordu. Gözleri… Depodayken gözlerini rüyalarımdaki adama benzettiğimi hatırlıyorum ve şimdi daha aydınlık bir ortamda baktığımda gerçekten de benzediğine kanaat getirdim. Meğer rüyalarımdaki adam Yiğit’in dayısıymış ve bu benzerliğin nereden geldiğini şimdi anlıyordum. ‘’İyiyim, Aysimacığım, sen iyi olursan daha iyi olucam.’’

 

Yiğit’in parıldayan bakışlarının ardında gördüğüm ifadeler hayranlık ve hafif bir utançlıkta barındırıyordu ve kullandığı ‘’Aysimacığım’’ ifadesi genişçe gülümsememi sağlamıştı. ‘’Aa annecim, o senin ablan. Aysima abla der misin lütfen.’’ Kaşları belli belirsiz çatılıp annesine baktı ve ardından gülümseyerek yeniden bana döndü. ‘’Hayır, o abla değil. O benim Aysimacığım bundan sonra.’’ Kıkırdayıp cilveli bakışlar atarken önce şaşkınca bakıp ardından tebessüm etmiştim. Depodayken onlara olan tavrım Yiğit’in bana karşı bir hayranlık uyandırmasına sebep olmuş olabilir miydi?

 

Bu sırada kapı tıklatılıp açılmış ve içeri uzun boylu bir adam girmişti. Gözlerimin gördüğü yüz içime büyük bir korku düşürmüştü. Gelen Azer Tekin’di.

 

Geçen hafta kendisini ispiyonlamam sonrası bazı kirli işleri ortaya dökülmüş ve dün gece yapacağı sevkiyat benim sayemde baskın yemişti. Evet, dün Mücahit Coşkun’un, Ceyhun Uluç’a bahsettiği işi bu baskındı. O an anlayamamıştım ancak geçen hafta onlara gönderdiğim belleğin yanında dün gece için bir sevkiyatın gerçekleşeceğini anlatan bir belge daha göndermiştim. Kaçırılmış olmam ve üç gün boyunca uyumam bunu bana unutturmuştu ancak sabah kalkıp hemşireden telefonunu istediğimde Azer Tekin’e dair son haberlere bakmış ve baskın yediğini öğrenmiştim.

 

Ceyhun Uluç, uzaktan da olsa akrabası olan bu adamı korumamış, öncelikle üç hafta önceki Ruslarla olan ‘’alış-verişin’’ gerçek yüzünü ortaya dökmüşler daha sonra da dün yeni bir sevkiyata baskın yapmışlardı ve bunların tek sorumlusu ya da sebebi bendim. Benim gönderdiğim belgeler Azer Tekin’i maddi manevi zarara uğratmışken şimdi onun yorgun bir şekilde karşımda durması elbette korkmama sebep oluyordu. Benim yaptığımı öğrenmiş miydi?

 

‘’Herkese merhaba, Aysima Hanım geçmiş olsun.’’ Konuşup gözlerini bana sabitlediğinde korkumu belli etmemek için büyük bir çaba sarf etmekteydim.

Allah’ım lütfen, lütfen beni öğrenmiş olmasın. Yoksa ben biterdim.

 

‘’Teşekkür ederim, Azer Bey.’’

 

Kaşlarını kaldırıp ‘’Beni tanıyor olmanız, gururumu okşadı.’’ dediğinde dudakları hafif kıvrılmıştı. ‘’Kimin uğruna kaçırıldığımı elbette bilmeliydim, değil mi?’’ Bu cesaret nereden gelmişti bilmiyorum ancak ağzımdan dökülmüştü bir kez.

 

Dudakları düz bir çizgi haline büründüğünde gözleri az da olsa mahcup bakıyordu. ‘’Haklısınız, şaşırmamalıyım elbette. Esasında ben de bu yüzden geldim. Hem yeğenimi koruduğunuz için teşekkür etmek istiyor hem de başınıza gelenlerin sorumlusu olduğum için özür dilemek istiyorum. Umarım özürlerimi kabul edersiniz.’’

 

‘’Benim için her şey gelip geçici, şu an iyiyim ve bu bana yeter ancak sizin endişelerinizin azalmasını yine de istemem. Sonuçta bu belaya ben bir kez bulaştım ve bitti. Ancak siz…’’ gözlerimi diğerlerinde dolandırıp devam ettim ‘’ve aileniz sizin sayenizde(!) her daim bu işin içindeler. Onlar adına endişelenmelisiniz.’’ Bunları gerçekten söylediğime inanamıyordum çünkü içten içe karşımdaki adamdan çok korkuyordum ancak yine içimde biriktirdiğim şeyleri dökmeden de duramamıştım.

 

Depoda bize zarar veren ne kadar Erdem olsa da, orada yaşadıklarımızın sorumlusu Azer Tekin ve elbette Batın Cevahir’di. Onlar yüzünden kaçırılmış ve zarar görmüştük. Çok şükür ki çocuklar büyük bir fiziksel zarar almadan kurtulmuşlardı ancak psikolojileri için aynı şey söylenemezdi. Bu yüzden bu adamdan ne kadar çok korksam da ayrıca hem de öfkeliydim.

 

Söylediğim şeyler onda ne kadar etkili oldu bilemiyorum ancak kısa bir an gözlerinden, beklemediği bu tepki karşısında şaşkınlık ve biraz da öfke okumuştum sanki. Ama bunu çok fazla belli etmemiş ve ‘’Haklısınız.’’ diyerek konuyu uzatmama kararı almıştı. ‘’Umarım daha iyisinizdir.’’

 

Bu şeyi ‘’İçini döktün rahatladın mı?’’ der gibi söylese de anlamamazlıktan gelmiştim. ‘’İyiyim, ilaçlar çok çabuk iyileşmem yardımcı oluyor.’’

 

‘’Bunu duyduğuma sevindim.’’ Gözleri gözlerimde dolanırken korkup geri çekmeliydim gözlerimi ama içimdeki son cesaret kırıntılarına tutunuyordum. Neyse ki Serhat Bey’in ‘’Amca.’’ deyişiyle birlikte birkaç saniye daha gözlerime bakmış ve ardından gözlerini gözlerimden çekmişti.

 

‘’Geleceğini bilmiyorduk, haber etseydin birlikte de gelebilirdik.’’

 

‘’Dün geceden başını anca kurtarıp gelmiştir o oğlum, nasıl haber etsin.’’ Mazhar Bey’in öfkeli bakan gözleri kardeşini bulduğunda Azer Bey sadece bayık gözlerle bakıyordu abisine. Ne de olsa ikisi de ellilerine gelmiş adamlardı ve anlaşılan Azer Bey abisinin bu ithamlarına artık katlanamıyordu. Anladığım kadarıyla Mazhar ve Serhat Beyler, Azer Bey gibi kirli işlere bulaşmıyorlardı ve yaşları kaç olursa olsun Mazhar Bey de kardeşinin yaptığı şeylerden hiç memnun değildi.

 

‘’Bunları burada konuşmayalım istersen abi.’’

 

‘’Öyle mi, pekala. Zaten konuşsak ne değişecek ki. Torunum ve kı- küçücük çocuklar ve Aysima Hanım sizin yüzünden kaçırılmışken, neyi değiştirebiliriz değil mi?’’

 

Ortamın gerildiğini hissettiğimde benim yanımda konuşulmaması gerektiğinin hepsi de farkındaydı. Ne olursa olsun ben bu aileye yabancıydım ve söylenecek herhangi bir şey Azer Bey hakkında daha fazla şey öğrenmeme sebep olabilirdi ancak bilmiyorlardı ki tüm bu kaosun sebebi zaten bendim. Çok şükür Azer Tekin onu ispiyonlayanın ben olduğumu bilmiyordu. Buraya sadece teşekkür etmek ve özür dilemek için gelmişti.

 

Serhat Bey araya girip her iki kardeşi de susturduktan sonra bir süre daha kalmışlar ve sonrasında dinlenmem için gitmişlerdi. Yiğit başta gitmek istemese de babası Serhat Bey yeniden geleceklerine dair söz verince istemeyerek de olsa kabul etmişti. Ben de onlar gidince biraz uyumuş, sonra öğle namazımı kılmış ve yemeğimi yemiştim.

 

O gün biz kaçırıldıktan sonra olay yerine polis gelmiş ve düşen çantamı onlar almış. Az önce çantam bana ulaşmıştı ve şimdi ise telefonumda kaçırılmamızla ile ilgili haberleri okuyordum.

 

Depo basıldığı sırada Erdem bir şekilde kaçmayı başarmış ancak çok fazla uzaklaşmadan yakalanmış. Şu an ise gözaltındaymış. Aslında ben, benim ifademi almalarını bekliyordum lakin kimse gelmemişti. Muhtemelen Erdem’in her şeyi itiraf etmesinden kaynaklanıyordu ve kabullenmesini de tek bir şeye bağlıyordum, Erdem korkuyordu.

 

Batın Cevahir’i daha önce uzunca araştırmış ancak herhangi bir kötü işini bulamamıştım. Belki de sıradan bir iş insanı diye düşünürken bu kaçırılma olayı gerçekleşmişti ve Erdem’in, Ece’yi neden kaçırdığını biliyorduk. Batın iyi biri en azından temiz biri değildi, sadece ben onun hakkında bir şey bulamamıştım. Anlaşılan oldukça iyi gizleniyordu.

 

Yani, Batın Cevahir de tehlikeliydi Azer Tekin de. Üstelik Erdem hakkında ölüm kararı da çıkmıştı. Erdem biliyordu ki artık dışarı adımını attığı an ölecekti. Ya Batın Cevahir bitirecekti işini ya Azer Tekin ya da ölmesini kabul eden diğer ‘mafya’ adamlarından biri. Bu yüzden Erdem korkuyordu ve her şeyi itiraf etmişti.

 

Batın veya Azer için; Erdem’i öldüremez, bu bir suç demeyecektim elbette. O adamlar suç bataklığının zaten içindeydi. Ne yazık ki bu yaşananları sadece filmlerde gören biri değildim ben, bu mafyatik tipli insanların varlığından uzun zamandır haberdardım ve ne yazık ki araştırmalarım sonucu neler yapabileceklerini de biliyordum.

 

Telefonumda araştırmalarım hâlâ sürüyordu ki kapım yeniden çalmış ve ben yine ‘’Gelebilirsiniz.’’ diyerek izin vermiştim.

 

İçeri yürüyen bir çiçek buketi girdiğinde ilkin şaşırsam da arkadan gelen adamı gördüğümde bu yürüyen çiçeğin ne olduğunu anlamıştım. Ece elinde kendi kadar tuttuğu buketle içeri girmiş ve resmen kendi önünü kapatmıştı. ‘’Bil bakalım ben kimiiiim?’’ Kıkırdayıp yerimde biraz daha doğruldum. ‘’Aman Allah’ım, bu yürüyen ve konuşan çiçek de neyin nesi?’’ Onun da kıkırdayış sesi kulaklarıma ulaştığında başını yana eğip gülümseyen mavi gözlerini bana çevirdi. ‘’Ta ta ta taaa, ben geldiiim.’’

 

‘’Hoş geldiiin.’’ Batın Bey kızının elinden çiçeği alınca Ece yatağa tırmanıp boynuma kocaman sarıldı. ‘’Aysima abla, seni çok özledim.’’ Saçlarına bir öpücük kondurup ben de sarıldığımda, kokumu içine çektiğini aldığı derin nefesten anlayabiliyordum. ‘’Ben de seni özlemişim, Ece’ciğim.’’

 

Ece de tıpkı Yiğit gibi sarılmayı bitirdikten sonra yanıma uzandığında kollarını belime sarmıştı. ‘’Aysima Hanım, geçmiş olsun. Nasılınız?’’ Batın Cevahir rengarenk çiçeklerden oluşan buketi masaya bıraktığında kızının birebir aynı olan gözlerini bana çevirmişti. ‘’İyiyim, teşekkür ederim.’’

 

‘’Bizi korkuttunuz, neyse ki şu an gerçekten de iyi görünüyorsunuz.’’

 

‘’Öldürmeyen Allah, öldürmez. Çiçekler için de teşekkür ederim, zahmet etmişsiniz.’’

 

Dik duruşunu hiç bozmuyor ve gözlerini sadece üzerimde tutuyordu. ‘’Ne zahmeti, sizin yaptığınız onca şeyden sonra lafı bile olmaz.’’ Sessiz kalıp cevap vermezken o devam etti. ‘’Her şey için teşekkür ederim, yaptığınız şey benim için çok kıymetli. Kızım benim her şeyim, o yüzden size ne kadar minnettar olduğumu anlatamam.’’

 

Yine bir teşekkür mevzusu açılırken artık bunun son olmasını istiyordum. Bir günde bu kadar teşekkür almak benim için çok fazlaydı. ‘’Estağfurullah, ben birçok insanın yapacağı şeyleri yaptım. Ece ve Yiğit iyi oldukça gerisinin önemi yok.’’

 

‘’Benim için var, Siz Ece için kurşunun önüne atladınız. Benim canımı kurtarsanız bu kadar minnettar olamazdım. O yüzden kabul edin sizin için bir şey yapayım. İsteyeceğiniz hiçbir şey yaptığınızın karşılığı olamaz ancak yine de az da olsa teşekkürlerimin karşılığını vermek isterim.’’

 

Başımı iki yana sallarken hafif tebessüm ettim, ben hiçbir şeyi karşılığını bekleyerek yapmamıştım. ‘’Teşekkür ederim, ancak hiçbir şey istemiyorum. Öğrendiğim kadarıyla hastane masraflarımı karşılıyorsunuz ve personeli benim için özel ayarlamışsınız. Bunlar zaten kıymetli şeyler.’’

 

‘’Asla.’’ Kaşlarını kaldırıp mavi gözlerini açarken bunu kabul etmediğini görebiliyordum. ‘’Tüm bunlar sizin yaşamanız ve sağlığınız için gerekliydi. Benim size söylediğim.-‘’

 

‘’Batın Bey.’’ Lafını yarıda kesip araya girdiğimde usulca kapamıştı ağzını. ‘’Teşekkür ederim ancak ben gerçekten bir şey istemiyorum. Belki tek bir şey isteyebilirim o da Ece’nin sağlığı ve güvenliği. Onu koruduğunuz sürece sorun yok.’’ Azer Tekin’e karşı ağzımı tutmamış ve yaptı şeyi yüzüne vurmuştum. Batın Cevahir’e de yapmasam olmazdı.

 

Yüz ifadesi anında değişirken nasıl bir tepki vereceğini kestirememiştim. ‘’Kızımın sağlığı ve güvenli zaten beni ilk önceliğim ancak…’’ derin bir nefes aldığında kısaca Ece’ye ardından bana baktı. ‘’bundan sonra her şeyde daha dikkatli olacağıma emin olabilirsiniz. Ve ben…’’ Ne söylemek istiyorsa boğazına takılmış gibiydi. Ağzındaki şeyi bir türlü çıkaramıyordu.

 

‘’Siz?...’’

 

‘’Bundan sonra sizin de güvenliğinizin benim korumam altında olduğunu bilmenizi isterim. Madem bir şey istemiyorsunuz bunu bana çok görmeyin.’’

 

‘’Batın bey bunlara-‘’

 

‘’Aysima Hanım, bunu rica etmiyorum. Sadece size haber veriyorum.’’ Bu adam ne saçmalıyordu. Sadece bir özür dilese her şey hallolacaktı ancak özür dilemek yerine sunduğu teklifler çok, çok saçmaydı. O ve onun gibiler hayatımda olmadığı sürece ben zaten tehlikede değildim ki. Kelimelerini emrivaki bir şekilde kullanırken sanki kabul etmekten başka bir seçeneğim yoktu.

 

İlk görüşte kimseyi yargılamaz ve hemen bir kılıfa sokmazdım ancak bu adamdan içten içe hiç hoşlanmamıştım.

 

‘’Batın Bey, benim hayatımda zaten güven içerisine alınması gereken bir yer veya durum yok. Bunu yüzünüze vurmak istemesem de başıma bunların gelme sebebi siz ve aynı siz gibi olan bir başka biriydi. Yoksa benim can güvenliğimi düşünmeniz gereken herhangi bir sorun yok ortada.’’ Ona her karşı gelişim veya itirazlarım hiç hoşuna gitmiyordu ve bu yüz ifadesinden çok belliydi.

 

Ben bu adamdan ister istemez korkmuştum.

(Sen herkesten korkarsın Aysima)

Evet ben herkesten korkarım.

 

Batın Cevahir daha cevap vermemişti ki kapı tıklatılıp açıldı. İçeri doktorum Feride Hanım girdi. İlkin güzel yüzü bana baksa da sonrasında Batın Bey’i görmüş ve güler güzünü şaşkınlığa bırakmıştı.

 

‘’A Batın, hoş geldin. Geleceğini bilmiyordum.’’

 

‘’Aysima Hanım’ı ziyarete geldim, haber vermem gerekmiyordu herhalde.’’ Agresif bir şekilde verdiği karşılığın sebebi umarım az önceki benim kelimelerim değildir.

 

‘’T-Tabi ki vermen gerekmiyor, sadece şaşırdım.’’

 

‘’Merhaba Feride Abla.’’

 

‘’Merhaba Ece’ciğim, nasılsın bir tanem?’’

 

‘’İyiyim sen nasılsın?’’ Anlaşılan Batın Bey benimle ilgilenecek olan doktor dahil tüm herkesi kendisi seçmiş ve hatta doktoru tanıdığı biri olarak seçmişti. Ece ile bile bu kadar yakından konuşuyor olması onları oldukça yakın olarak gösteriyordu.

 

‘’Ben de iyiyim, teşekkür ederim.’’

 

‘’Aysima abla, biliyor musun; Ben annemin karnından çıkmışım ve beni çıkaran Feride Ablaymış.’’ Eceye ilgiyle bakıp merakla dinlerken öğrendiğim şey istemsiz kaşlarımın çatılmasına neden olmuştu. Beni ameliyat eden Feride Hanımken nasıl bir doğuma girmişti? Onun alanı bambaşkaydı.

 

‘’Siz Bildiğim kadarıyla kadın doğum uzmanı değilsiniz Feride Hanım, yanlış mı biliyorum?’’ Ece’nin söyledikleriyle Feride Hanım sanki endişeyle Batın Bey’e baktığında benim soruma da cevap verememişti ki o daha bir şey demeden Batın Bey araya girdi.

 

‘’Her neyse biz sizi daha fazla rahatsız etmeyelim Aysima Hanım. Yine ziyaretinize geliriz.’’

 

Konuyu aceleyle kapatmış gibi dursa da çok üstünde durmamıştım ve onlar da daha fazla bir şey demeden çıkıp gitmişti. Kim bilir belki de bir sorun çıkmıştı ve Ece’nin annesini Feride Hanım doğurtmak zorunda kalmıştı. Bunu düşünerek kafamı yormayacaktım çünkü benim için önem arz eden bir şey değildi.

 

Ece ve Batın Bey gittikten kısa bir süre sonra misafirim eksilmemiş ve avukatım Tuğba Hanım gelmişti. Başta sadece geçmiş olsun dilekleri için geldiğini düşünürken şok içinde bir gerçeği öğrenmiştim.

 

Ece ve Yiğit aslında benim okulumun öğrencileriymiş. Öğretmenleri Ayten Hanım’ın vurulmasıyla konuyu açınca şok içinde kalmıştım. Bu kadar tesadüfün olmasını beklemiyordum açıkçası ama bu gerçekti. Laf arasında Yiğit ve ailesinin evinin benim kaldığım yere yakın olduğunu öğrenmiştim ama aynı çocukların benim okulumda olduklarını düşünmemiştim.

 

Neyse ki öğretmenimiz Ayten Hanım’ın sağlık durumu iyiymiş, kurşun kolunu sıyırmış ve birkaç haftaya tekrardan okula dönebilecekmiş.

 

Batın ve Azer Beyler bu kaçırılma olayını basına sızdırmadıkları için şanslıydım, yoksa araya ben de girer ve okulun sahibi olduğum ortaya çıkardı. Elbette ne kadar özel olsa da devletten tamamıyla bağımsız bir okul açmak mümkün değildi o yüzden yetkililer okulun sahibinin kim olduğunu biliyordu ancak velilerin bunu bilmesini istemiyordum. Ne kadar çok kişi bilirse hayatımda o kadar çok kişi olurdu ve ben bunun olmasını istemiyordum.

 

Sonrasında Tuğba Hanım da gittikten sonra bu gün fazla misafir ağırlamış olmanın yorgunluğu ile derin bir uykuya daldım.

***

 

Hastaneden üç gün önce taburcu olmuş ve eve gelmiştim. Çıktığım gün Yasemin Hanım tamamen iyi olana kadar onlarda kalmama çokça ısrar etmişti ancak bunu elbette kabul etmemiştim. Zaten üç gün boyunca ve hatta daha öncesini de sayarsak bir süredir insanlarla içli dışlı olmuştum ve bu bana uzunca bir süre yeterdi. Kendi yalnızlığımı ve sakinliğimi özlemiştim.

 

Serhat Bey, Batın Bey ve hatta Azer Bey de en azından bir yardımcı tutmayı teklif etmişler ve yine bunu da kabul etmemiştim. Yıllardır her ne durumda olursam olayım ben kendime bakar ve kendime yeterdim. Daha küçücük bir çocukken bile hasta olduğumda kendi kendimi iyileştirirdim ben. O yüzden kimsenin yardımına ihtiyacım yoktu. Neyse ki arada omzuma giren ağrıdan başka kötü bir halim de yoktu. Hastanelik olduğumu belli eden sadece Erdem’in başıma vurması sonucu oluşan anlımdaki yara bandı ve sağ yanağımdaki hafif çiziklerdi.

 

Hazırladığım kahveden bir yudum aldığımda gözlerim bilgisayarımdaydı. Bu sabah biraz geç kalkmıştım ve kalktığımdan beri Batın Cevahir hakkında araştırmalar yapıyordum.

 

Yaptığım araştırma sistemine sızmak değildi elbette, ki bunu daha öncesinde denemiştim. Mücahit Coşkun benim izimi bulduğuna göre bir süre böyle şeylerden, ispiyonculuktan uzak dursam iyiydi.

Bu defa yaptığım şey haber sitelerine girmek ve Batın Cevahir’in hayatını öğrenmekti. Okuduğum çoğu şey daha önce sistemine girmek için uğraştığım zamanlarda merakla yaptığım araştırmalarda öğrendiğim şeylerdi. Aslında ben kurbanlarımın geçmişlerini pek merak etmez şimdilerine odaklanırdım ama Batın Cevahir hakkında uzun süre bir şey bulamayınca meraklanmış ve biraz araştırma yapmıştım, ancak şimdi birkaç yeni bilgi de öğrenmiştim.

 

Batın Cevahir’in Türkiye genelinde ve hatta yurtdışında da birçok farklı farklı yaptığı iş vardı. Oteller, restoranlar, eğlence mekanları gibi bir sürü; ülkenin farklı yerlerinde kurmuş olduğu mekanları mevcuttu ve bu mekanlar oldukça lüks yerlerdi. Otellerinde önemli iş veya devlet insanları konaklayabilir, restoranlarında sadece ‘’zenginler’’ yemek yiyebilir, eğlence mekanlarına ise yine cebi bol insanlar girebilirdi. Hatta şöyle söyleyeyim az önce araştırma yaparken öğrenmiştim ki, İzmir’deki bir otelinin gecelik fiyatıyla mütevazı bir mahallede güzel bir daire satın alınabilirdi.

 

Bu zenginliğini babası Remzi Cevahir’e borçluydu. Remzi Cevahir hayattayken aslında sadece otel işletirken, mirası oğluna geçtiğinde Batın işleri büyütmüş ve farklı işler de kurmaya başlamıştı.

 

Ne haberlerde ne magazinde ne de daha önce yaptığım araştırmalarda Batın, kirli işlerle uğraşan bir adam olarak bilinmiyordu. Ancak Erdem’den öğrendiklerim sayesinde artık biliyordum ki Batın çok da temiz biri değildi. En az Azer Tekin kadar mafyatik bir adamdı.

 

Öğrendiğime göre eşi Ayşe Cevahir kızlarını yani Ece’yi doğururken vefat etmişti ve Batın o günden sonra kendini Ece’ye adamıştı. Ara ara magazinde birkaç kadınla fotoğrafı çıksa da bu kadınların sadece arkadaşı olduğunu iddia ediyordu. Anlaşılan eşini hâlâ seviyordu ki dört yıldır hayatına herhangi bir kadın sokmamıştı.

 

Kendimi haber ve magazinlere öyle bir kaptırmıştım ki zil evin dört bir yanında yankı bulduğunda irkilmiştim. Herhangi bir siparişte bulunmadığım için birini beklemiyordum ve benim kapımı kuryeler, sayaç okuma personeli ve bir kez gelen Tuğba Hanım dışında başka çalan olmazdı. Bu ayın tüm faturaları da geldiğine göre gelen kesinlikle beklemediğim biriydi.

 

Bilgisayarı kenara bırakıp baş örtümü düzelttikten sonra kapıya gidip delikten baktım ve gördüğüm iki yüz heyecandan ve tabi ki korkudan kalbimin küt küt atmasına sebep oldu. Mücahit Coşkun ve Ceyhun Uluç Korkmaz buradaydılar, kapının ardındaydılar. Uluç’un varlığı heyecanlandırırken Mücahit Bey’in varlığı ise elbette korkutuyordu. Biri rüyalarımın kahramanıydı, biri ise insanları ispiyonladığım adam.

 

Kapının bu tarafında kalakalmışken zil yeniden çaldı ve ben kapıyı açmam gerektiğini o an fark ettim. Üzerimde uygun kıyafetler olmadığı için namaz feracemi alelacele giyinip kapıyı açtım.

 

‘’Mücahit Bey.’’ Kendisi bir komutan olarak yine önde durduğu için ilkin ona hitap etmeyi daha uygun görmüştüm. ‘’Merhaba Aysima Hanım, umarım sizi rahatsız etmiyoruzdur.’’

 

‘’Yok, hoş geldiniz.’’ Şaşkınlıkla yüzlerine baktığımda onlar da sadece bana bakıyorlardı. İçeri davet etmeliydim, değil mi? ‘’İçeri buyurun.’’

 

Başını sallayıp içeri girdiklerinde onlara terlik vermek istedim ancak uygun bir terliğim yoktu. Eve sadece iki tane terliğim vardı ve onlar sadece benim 37 numara olan ayağıma uygundular, üstelik biri ayıcıklı diğeri ise pembe pembe kalpliydi.

 

Daha önce hiç misafirim olmamıştı ki, misafir terliğim olsun.

 

‘’Kusura bakmayın, size verebileceğim bir terliğim yok.’’

 

‘’Yok, sorun değil böyle rahatız.’’

 

İkisi de içeri girmiş ve ben de kapıyı kapatmıştım. Gözlerim istemsiz Ceyhun Uluç’u bulduğunda o da bana bakıyordu ve gözlerini görmem heyecanımı katlayarak arttırıyordu. Yüzüne bakabilmek için başımı kaldırmam gerekiyordu, fazlaca hem de. 1.62’lik boyum ortalama bir boy olsa da karşımdaki adam 1.85 boyunda olmalıydı, hatta belki daha fazla. Bu fark onu görmemi zorlaştırıyordu elbette.

 

‘’Merhaba Aysima Hanım.’’

 

‘’Merhaba, siz de hoş geldiniz. Salona geçelim lütfen.’’

 

Onları salona yönlendirdikten sonra mutfağa geçip hızlıca birer Türk Kahvesi hazırladım. Neden geldiklerini anlamadığım ya da bunu anlamak istemediğim için içimdeki korkum yükseliyordu.

 

Sakin olmak istiyordum, sakin olmalıydım ama olamıyordum. Ben buydum. İnsanlardan korkuyorum derken, abartmıyordum. Bu güne kadar öyle şeyler yaşamıştım ki en ufak şey bile beni delicesine korkutmaya yetebiliyordu.

 

Üç fincan ve su bardaklarının bulunduğu tepsiyi elime aldığımda titrememesi için müthiş bir çaba sarf ederek salona girdim. Kahveleri ikram edip koltuğa geçtiğimde Mücahit Bey’in imalı bir tonla söylediği şeyler kulaklarıma ulaştı. ‘’Anlaşılan bundan sonraki hedefiniz, Batın Cevahir.’’ Gözleriyle bilgisayarımı işaret ettiğinde az önceki okuduğum haberleri görmüş olduğunu anlamıştım.

 

İçeriye daha önce kimse girmemişti ve ben kabul ediyorum ki çok dikkatsiz davranmıştım. Şükür ki açık olan sadece herkesin ulaşabileceği haberlerdi.

 

‘’Emin olun bunu daha önce yaptım ancak herhangi bir sonuca ulaşamadım.’’ İnkar edecek değildim, sonuçta her şeyi öğrenmişlerdi. İtiraz etmek sadece beni aptal bir duruma sokardı.

 

‘’Hiç şüphesiz inanıyorum, Batın kendini çok iyi gizleyen biri. Babasını öldürdüğünü biliyor muydunuz?’’ İçtiğim kahve az daha ciğerlerime ulaşacakken kısa bir süre öksürük krizine girmiştim. Bir el kahvenin yanına koyduğum suyu uzatınca alıp birkaç yudum içtim ve kendime geldim. Suyu uzatan Ceyhun Uluç’tu.

 

‘’Ne?’’ Batın, kendi babasını mı öldürmüştü?

 

‘’Magazinde bu yazmaz, sadece babasının mezarı başında gözünde siyah gözlüğü ile olan fotoğraflarını yayınlarlar. Bu bilgi de bizden size bir hediye olsun.’’

 

‘’Hediye vermek istiyorsanız çiçek tercihimdir.’’ Aklıma bir anda Elif’in repliği gelmiş ve bunu sesli bir şekilde söyleyivermiştim. Öğrendiğim şeyden sonra gerçekten, dediğim şeyleri düşünecek değildim.

 

‘’Kurtlar Vadisi, iyi seçim.’’ O dizi ilk yayımlanmaya başladığında sadece iki üç yaşlarındaydım ve sonraki bölümlerini de izleyemezdim. Ancak geçen yıl bir ara başlamıştım ve tüm bölümlerini izlemiştim ama neyse ki şuan konumuz Kurtlar Vadisi değildi.

 

‘’Bu gerçek mi, Batın Cevahir babasının katili mi?’’

 

‘’Aslında bakarsanız gerçek babası değil ancak herkes babası olarak bilir.’’ Gözlerim açık her öğrendiğim şeyi şaşkınlıkla karşılıyordum. Ben neleri kaçırmıştım ya hu?

 

‘’Nasıl babası değil, Batın Cevahir evlatlık mı?’’

 

‘’Emin değiliz ancak annesinin, eşini yani Remzi Cevahir’i aldatması sonucu doğmuş olabilir. Remzi çocuğa kendi soy ismini verecek kadar açık bir adammış demek ki.’’ Rahat bir tavırla arkasına yaslanıp kahvesinden bir yudum daha aldığında ben hiç rahat değildim.

 

Öğrendiklerimi şok içinde karşılarken gerçekten neye şaşırmalıydım bilmiyordum. Ben bu bilgileri nasıl kaçırmıştım ki? Batın babasının katiliydi ve babası, öz babası değildi. İyi de neden öldürmüştü ki? Bir insan babasını neden öldürürdü?

 

‘’Peki babasını neden öldürmüş?’’

 

Bu defa konuşan Uluç olurken o ne Mücahit Bey kadar rahattı ne de benim kadar endişeli. ‘’Kimsenin aile içi sırlarını bilemeyiz Aysima Hanım, dışarıdan iyi görünse bile asıl gerçekler bambaşka olabilir.’’ Haklıydı, belli ki Cevahir ailesi, aile içi anlaşmazlıkları dışa vurmuyordu ki ben gerçekten de aile içinde bir sorun olduğunu hiçbir yerde okumamıştım.

 

‘’Her neyse, eğer Batın’ı araştıracaksanız Aysima Hanım onu diğer kurbanlarınız kadar hafife almamanızı öneririm. Cevahir ailesi bizim yıllardır peşinde olduğumuz bir aile hatta Remzi Cevahir’in gençliğinden beri devlet peşinde kendisinin. Ancak baba oğul gizlenmeyi öyle iyi yapıyorlar ki hiçbir işlerinde açık bırakmıyorlar.‘’ Batın Cevahir’in kolay bir adam olmadığını zaten anlamıştım ancak yine de bu kadarını tahmin etmemiştim.

 

‘‘Artık kimseyi araştırmak gibi bir niyetim yok zaten, kendimi daha fazla riske atamam.’’ Bu elbette doğru değildi, ben bu işe bulaşmışken bir daha bırakamazdım. İnsanların hayatlarına sızıp bir şeyler bulmak resmen hobim haline gelmişti ancak yine de bir süre uzak durmak niyetindeydim.

 

‘’Bunu siz de iyi biliyorsunuz ki, uzaklaşamazsınız Aysima Hanım. Lütfen birbirimizi kandırmayalım. Daha şimdiden merak edip Batın’ın hayatını araştırmışsınız. Dünyada bu kadar pislik varken ve sizin de yeteneğiniz varken bu işlerden uzak duracağınızı zannetmiyorum.’’ Mücahit Bey kendinden öyle emin konuşmuştu ki, bu işleri bırakamayacağımı sanki benden daha iyi biliyordu

 

‘’Haklısınız, inkar etmeyeceğim.’’ Onlar da bunu biliyordu ve benim inkarım beni sadece yine aptal durumuna sokardı. ‘’Ama hayatımın da bir değeri olduğunu düşünüyorum. Olurda bir gün, beni bulurlarsa sizden gördüğüm bu muameleyi onlardan görmeyeceğime eminim. Anında işimi bitirirler.’’ Vazgeçecek olmasam da bunu Mücahit Coşkun’a inandırmak istememin tek sebebi vardı; peşimi bırakmalarını istiyordum.

 

‘’Aysima Hanım siz bu işe bir kez girdiniz, artık isteseniz de çıkamazsınız. Diyelim ki artık hiçbir sisteme sızmıyorsunuz, peki geçmişte yaptıklarınızı nasıl sileceksiniz? Örneğin Azer Tekin sizi bulduğunda ne yapacaksınız?’’

 

‘’Bu imkansız, düşündüğünüz kadar toy değilim. Ne yaparsam yapayım, sistemlerinde iki dakika bile kalsam izlerimi siliyorum. Beni bulmaları imkansız.’’

 

‘’Bizim için de öyle düşünüyordunuz.’’ Sözüm bittiği gibi lafa girdiğinde söyledikleri küçük bir dumura uğratmıştı. Haklıydı, onların da beni bulamayacağını düşünüyordum. ‘’Hakkınızı yemeyeceğim, neredeyse iki yıl oldu ve siz bu iki yılda çok iyi gizlendiniz ancak son teslimatınızda ufak bir hata yaptınız ve bu hata sizi bize buldurdu. Size şunu söylemeliyim ki, sizi arayan sadece biz değildik. İki yıl içinde birkaç adamın bitmesine büyük yardımda bulundunuz ve birçok kişiyi de zarara uğrattınız. Sizce bu dikkat çekmemiş midir?’’

 

Çekemezdi çünkü onları fiziken bitiren ben değildim, Mücahit Coşkun ve ekibiydi. Nereden bileceklerdi ki benim olduğumu. ‘’Onları bitiren sizdiniz.’’ Gözlerim karşımdaki iki adam arasında gidip geliyordu. ‘’Ben sadece bilgi veriyordum o kadar, geri kalan şeyleri siz yapıyordunuz. Benden nasıl şüphelensinler?’’

 

‘’Önemli olan da bu değil mi, bilgi? Siz bize o bilgileri sızdırmasaydınız biz tüm bu baskınları nasıl yapacaktık.’’ Derin bir nefes çekip gözlerini benim açık kahverengi gözlerime sabitledi. ‘’Aysima Hanım, evet çoğu baskını biz yaptık. Bazen dikkat çekmemesi için gönderdiğiniz bilgileri başka ekiplere de verdik ama çoğu bizim elimizden çıktı. Düşmanlarınız ve düşmanlarımız biliyor ki bize bilgi sağlayan biri var; devletin içinde veya dışında. Kalanlar, sonlarının diğerleri gibi olmasını istemiyorlar ve bu yüzden sizi arıyorlar.’’ Söylediği tüm bu şeylere artık itiraz edecek bir şey bulamıyordum çünkü haklıydı. Bu ekip daha önce gönderdiğim bilgiler doğrultusunda hareket edip her şeyi başardıkları için başka ekip aramanın mantıksız olacağını düşünmüştüm hep, ancak kendimi adım adım tehlikeye de atmıştım. Ben napmıştım?

 

‘’Peki, öneriniz ne?’’

 

‘’Aynı dilden konuşmaya başladığımıza sevindim.’’ Az önce geriye yasladığı belini doğrulttuğunda elindeki fincanı masaya bıraktı. ‘’Şöyle ki kimliğiniz gizli tutulacak ve güvenliğiniz bizzat bizim tarafımızdan yapılacak. Siz öğrendiklerinizi daha güvenli bir şekilde bize ileteceksiniz. Böylece; bizim sizi bulmamıza yardımcı olan bir hatayı düşmanlarımıza yapmayacaksınız.’’

 

‘’Bundan sizin çıkarınız ne?’’ Yine ikisine bir bakıyor ve bir cevap istiyordum. Ben zaten öyle ya da böyle onlara bilgi sağlıyordum. ‘’Size zaten bilgi sızdırıyordum ben, tüm bunlara ne gerek var?’’

 

‘’Aysima Hanım, kendinizi nasıl görüyorsunuz bilmiyorum ama siz bizim için değerlisiniz. Sizin gibi bir elması kaybetmek bize büyük bir kayıp yaşatır. Bu elması korumamak aptallıktır.’’ Şimdi anlıyordum ki onlara tahminlerimden daha fazla yarar sağlıyordum ve onlar bunu kaybetmek istemiyordu. ‘’Bunu düşünmem gerek. Daha önce böyle bir şeyde çalışmadım. Yapabilir miyim bilmiyorum.’’

 

‘’Yapılamayacak bir şey yok. Daha iyi bir teknoloji ve size yardımcı olacak profesyonel bir ekiple çalışacaksınız. Hem bu işe ayırdığınız zaman yarıya iner hem de daha hızlı bilgi bulabileceksiniz.’’

 

‘’Bu asla olmaz.’’ Bunu asla kabul edemezdim, ben ve başkalarıyla çalışmak?.. ‘’Sizinle çalışmayı kabul ettim diyelim, sizden isteyeceğim tek şey; yalnız olmak. Ben kimseyle çalışmam, her şeyi kendim araştırır kendim bulurum. Başkaları yanımda olduğu sürece çalışamam.’’

 

‘’Ama Aysima h-‘’

 

‘’Olmaz Mücahit Bey, ben kalabalıktan hoşlanmam. Ben yalnız yaşarım ve her şeyimi yalnız yaparım. Eğer benimle çalışmak istiyorsanız beni yalnız bırakın. Dediğiniz gibi daha kısa sürede bilgiler elde edeceğimi düşünüyorsunuz ekibinizle çalışırsam ama tam tersi olur. İki gün fazla çalışırım ama kendim çalışırım.’’

 

İkisinin de tuhaf bakışları üzerimdeydi ama eğer bir değişiklik olacaksa bunu önceden bilmeliydiler. Başkası yanımda olduğu sürece ben hiçbir şey yapamazdım. ‘’Pekala, bunu düşüneceğiz. Sizin için özel bir oda hazırlatmanın zor olacağını düşünmüyorum.’’

 

‘’Evde çalışabilirim, mümkün olduğunca insanlarla az iletişimde bulunmak istiyorum.’’

 

‘’Bunu yapamayız Aysima Hanım, bizim güvenliğimiz altında olacaksınız. En azından bizden bir kişi dahi olsa sizinle olmalı.’’ Bu saçmalıktı. Bilgileri sızdırdığımı bilmedikleri sürece hayatım tehlikede değildi ki. Başımda bir bekçi olması gerekmiyordu. ‘’Sizce bu daha çok dikkat çekmez mi? Hayatım boyunca insanlardan olabildiğince kaçtım ve son bir yıldır kuryelerden başka iletişim kurduğum kimse olmadı. Bir anda sizlerin içinde olmam çok dikkat çeker.’’

 

Rahat tavırlarını o da bir kenara bırakmıştı artık, çünkü benimle anlaşmanın kolay olmayacağını anlamıştı. Gözlerinde beni anlar gibi ifade oluştuğunda bunu anlayamamıştım, beni anlaması mümkün değildi eğer geçmişimi bilmiyorsa. ‘’Yıllardır neden böyle yaşadığınızı sorgulamayacağım ancak buna da bir çözüm bulacağız.’’

***

 

Ceyhun Uluç ve Mücahit Bey gittiğinde kafam oldukça karışıktı. Açıkçası ne yapacağımı bilmiyor ve kendimi iki arada kalmış hissediyordum.

 

Birileriyle çalışamayacağımı onlara söylemiştim ve kabul etmişlerdi ama yine de başımda bir lider, patron olacaktı. Önceki gibi rahat hareket edemeyecektim çünkü artık benden beklenti duyan birileri vardı. Onlarla çalışmayı kabul etmemek de ayrı bir dertti çünkü Mücahit Bey haklıydı. Ben zaman geçtikçe rahat duramayacak ve ispiyonlama yapacaktım. Kendimi ne kadar garantiye aldım zannetsem de devlet beni bulmuştu ve bu kurbanlarımın da beni bulma olasılığı olduğunu gösteriyordu.

 

Mücahit Bey’e gitmeden önce beni nasıl bulduklarını sormuştum bu defa. O gün, Ortaköy’deki yaptığım teslimattan sonra çok uzakta olamayan Ortaköy Camiine gitmiş ve deniz kenarında oturmuştum. Tabi böylelikle kaçırılmıştım da. Belgeler ekibe ulaştığında elbette gönderim adresini yine incelemişlerdi ve ne tesadüf ki o gün aynı saatlerde iki çocuk bir ve yetişkinin kaçırılma olayı gerçekleşmişti. Kaçırılan bir yetişkin olduğu için ve ne tesadüf ki o kadın da peçeli kıyafetler içinde olduğu için beni başta, kurbanlarımın bulup kaçırdığını sanmışlar ancak sonradan öğrenmişler tesadüfen kaçırıldığımı. Ayrıca teslimat adresindeki kameralara bakıldığında ben teslimat saatinden hemen sonra PTT binasından çıkmıştım ve kameralar karşısında bir bankta yüzümü açarak oturmuştum. Ardından da kaçırılarak resmen devletin avcuna düşmüştüm.

 

O an kafam neredeydi bilmiyorum ancak en büyük hatam yüzümü açmaktı. Belki yüzümü açmasam yine bileceklerdi ama ben işlerini oldukça kolaylaştırmıştım.

 

Dışarıdan sipariş ettiğim pizzayı kendime kızarak yediğim esnada akşamın bu saati kapım çalmıştı. Kaçırılmam gerçekten benim için hiç iyi olmamıştı çünkü kapım bir türlü susmuyordu.

 

Gelenin kim olduğuna bakmadan üstüme çeki düzen vermiş ve öyle delikten bakmıştım ki yine şaşkınlık ve korku anında vücudumu sarmalamıştı. Bu defa gelen Batın Cevahir’di.

 

Allah’ım neden gelmişti? Sistemine sızdığımı öğrenmiş olamazdı, tüm izlerimi itinayla silmiştim ve öğrenecek olsa bir ay önce öğrenirdi.

Muhtemelen başka bir şeydi, sonuçta kızıyla kaçırılan bir kadındım. Bununla alakalıydı, kesinlikle öyleydi.

 

Derin bir nefes çekip kendimi sakinleştirmeye çalıştığımda kapıyı yavaşça açtım.

 

‘’Batın Bey?’’

 

‘’İyi akşamlar Aysima Hanım. Hazırlanın, benimle geliyorsunuz?’’

 

.

.

.

Yine uzun bir bölümden herkese merhabalar. Nasılsınız?

 

Yine ne merak ettiğim şeyi sorayım, bölüm nasıldı? Umarım beğenmişsinizdir.

 

Düşünceleriniz benim için önemli, gerçekten sadece yorum almak için söylemiyorum bunu. Bazen sizin görüşleriniz ve istekleriniz doğrultusunda da bir şeyler yazabilirim. O yüzden ne düşünüyorsanız yazabilirsiniz.

 

Umarım sıkılmamışsınızdır ve sıkılmazsınız. Sizleri seviyorum.

 

Gelecek bölüm de görüşmek üzere👋🥰

 

 

Bölüm : 09.07.2025 21:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...