
Keyifli Okumalar🌹
(Satır arası yorum ve beğeni atmayı lütfen unutmayın)
***
Sıktığı yumruğuyla elini geriye doğru yatırınca bileğinde oluşan mor-mavi damarlarda dolandırıyordu delice bakan gözlerini genç kız. Kolunun içinden gelen kalın bir damar bileğinde iki iri damar olarak ayrılıyor yanlarında ise daha ince damarlarla dallanıyordu. Bir ağaç gibiydi sanki; kurumuş, sadece kahverengi dalları kalmış ölü bir ağaç.
Kurumuş bir ağacın sonu kesilip sobada yanmak olurdu. Peki, neresinden kesilmeliydi? Dalları mı, gövdesi mi yoksa direkt kurumuş kökleri mi?.. Neresinden kesilirse tamamıyla ortadan yok olurdu?
Kurumuş bir ağacın önce dalları sonra gövdesi kesilir en sonunda da kökü sökülüp atılırdı belki ama bir damar için de bu gerekli miydi? O iki iri daldan biri bile kesilse ortadan yok olmaya yeterli gelir miydi?
Genç kızın aklında dolanan şeyler hiç sağlıklı değildi. İçi, tıpkı kurumuş bir ağaçtı ve kurumuş ağaçlar yok olmaya mahkumdu.
Sağ elinde tuttuğu küçük metal parçası titreyen parmaklarından ötürü her an düşecek gibi dursa da sıkıca tutuyordu onu. Günlerdir bu anı bekliyordu içten içe. Kendini bu iğrenç dünyadan nasıl söküp atacağını düşünüyordu ama bulunduğu, duvarları dahi beyaz olan odada beyaz bir yataktan başka hiçbir şey yoktu. Kendini bu dünyadan kurtaracak hiçbir şey yoktu.
Ama bu sabah bulmuştu; banyoya gittiği zaman görevlilere çaktırmadan, bulduğu küçük aleti gizlice alabilmişti. Odasındaki yatak başlığında ise o parçayı adeta bilemiş ve keskin bir bıçak haline getirmişti. Şimdi ise yerde oturuyor ve gözleri bileğindeki damarlardan sağ elindeki keskin metal parçasına gelip gidiyordu.
Bu gün o gündü, bu gün bu pislik dünyadan göçüp gideceği gündü. Bu geceden sonra rahat edecekti, bunca acıdan sonra cehenneme de gidemezdi, değil mi? Allah onu cenneti ile mutlu edecekti. Dün gece zihninden gelen bir ses de ona bunu söylemişti. Ölürse mutlu olacaktı dahası bu dünyadan kurtulacaktı.
Bu gün annesinden kurtulacaktı,
Bu gün babasından kurtulacaktı,
Bu gün müdire anneden, odadaki kızlardan, sınıftaki öğrencilerden, yaşadığı acılardan kurtulacaktı.
Bu gün o karanlık sokaktan kurtulacaktı. Rüyalarını istila eden o anılardan tamamıyla kurtulacaktı.
Gözlerini kapatıp derince yutkundu. Kurumuş dudaklarını diliyle ıslattığında son kez derin bir nefes çekti içine. Bileğinin hemen üstünde duran metal parçayı ince deriye hafifçe bastırdı ve en sonunda korkusunu bir kenara atıp tüm gücüyle kuvvet uygulayarak hızlıca aşağı doğru çekti.
Yaşadığı acıdan ötürü az daha atacağı çığlığı güçlükle bastırırken dudaklarını dişledi. Sesini kimse duymamalıydı. Duymuyorlardı da zaten. Duysalar şu an burada olmazdı ki, yurttaki yatağında uyuyor olurdu. Ama duymuyorlardı, duymamışlardı. Karanlık bir sokakta yankılanan sesini dahi duymamışlardı.
Ağaç dalına benzettiği o iki damarın ikisini de kesmişti, işini şansa bırakmak istemiyordu belli ki. Dakikalar geçiyordu ve gözleri açılan derin yaradan akan kanı takip ediyordu. Kan kaybı bedenini yavaş yavaş uyuşturduğunda gözlerinin de ne zaman kapandığını bilmedi ancak içinden ardı adına dua ediyordu. Bu gözlerinin bir daha açılmaması için Allah’a yalvarıyordu.
***
Dejavu?
Yaşadığım şey bir dejavuydu.
Yaklaşık bir buçuk ay önce de bu sahneyi yaşamıştım ben.
Batın Cevahir kapıma gelmiş ve beni evine, Eceye götüreceğini söylemişti. Bunun için ısrar etmişti. Ama sonrasına Uluç gelmişti ve Batın Cevahir dileğini yerine getirmeden gitmişti. Şimdi?
Dejavuydu ama bambaşkaydı. Bu kez istediği şey bambaşkaydı, masumane bir şey değildi. Benden birkaç saatlik evinde olmamı istemiyordu. Benden ömürlük olarak bunu istiyordu. Kafayı yemişti ya da ben yemiştim de saçma sapan şeyler duyuyordum.
Kızı istediği için benimle evlenmek istediğini söylüyordu, bu nasıl bir saçmalıktı böyle?
Ben ve evlenmek… Ben ve Batın Cevahirle evlenmek… Olmayacak şeydi, imkansız bir şeydi.
‘’Siz ne dediğinizin farkında mısınız?’’ Dakikalar sonra çıktığım duygu karmaşasının ardından söylediğim ilk ve tek şey buydu. Gerçekten söylediklerinin farkında olamazdı. Kapıma gelip böyle saçma bir teklifte bulunamazdı hele ki bu kadar basit bir şekilde.
‘’Elbette farkındayım. Benimle evlenmenizi istiyorum. Biliyorum böyle ayak üstü gibi oldu ama şu an benim için gayet uygun bir zamandı.’’ Her kelimesi korkumu ve şaşkınlığımı artırırken yüzüne aval aval bakıyordum.
‘’Siz kafayı mı yediniz?’’ Benim gibi korkak bir kadın karşısındaki katil olan bir adama bunları söylememeliydi ama şu an kendimde değildim. ‘’Bu ne saçma bir şey Batın Bey! Ece istiyor diye evlenmek ne demek? Pazardan elma mı alıyorsunuz kızınızın canı istedi diye.’’
Yüzüme öfkeyle bakarken dişlerini sıkıyordu. ‘’Kızım için dünyayı yerinden oynatırım. Ben onun babasıyım ve her şeyi yaparım. O sizin, annesi olmanızı istiyorsa öyle olacaksınız.’’
‘’Gerçekten akıl sağlığınız yerinde değil sizin. Çok istiyorsanız kızınıza bir anne, gidin sizi isteyen birini bulun ve sakın bir daha bu konu hakkında kapıma gelmeyin hatta hiç gelmeyin. Şimdi gidin buradan.’’ Kapıyı yüzüne kapatmak istemiştim ancak eliyle buna engel olmuştu. Korkudan ve öfkeden bedenim dahi titrerken kapatmak için güç uyguluyordum ancak o tek eliyle beni yenmeyi başarıyordu.
‘’Bu güne kadar elde etmediğim hiçbir şey olmadı. Zorla veya güzellikle istediğim her şeyi bana ait kıldım. Bu sizin için de geçerli. İster güzellikle ister zorla…’’ Yarı açık kapıdan kararlı bakan gözlerine bakarken benim gözlerimde korkudan başka bir şey olmadığına emindim. İçimde bir yerlerde cesaretim kalmış mıydı bilmiyorum ama son kez konuştum yüzüne karşı. ‘’Değil sizinle evlenip sizin evinizi evim yapmak; o eve adımımı dahi atmam. Bunu sakın o aklınızdan çıkarmayın.’’
Bu defa direnç göstermediği için kapıyı yüzüne kapatabilmiştim ancak dışarıdan gelen sesini duyabiliyordum. ‘’Bu konu burada bitmedi! Bu konu ancak nikah masasına oturunca biter. Sen de bunu aklından çıkarma!’’
Kapıya yasladığım bedenim titreyen bacaklarımdan ötürü ayakta kalamadığında sırtımı kapıdan sıyırarak yere çöktüm. Yaşadığım şey büyük bir şaşkınlık ve ondan da büyük korkuydu. Bunu nasıl yapabiliyordu? Kapıma kadar gelip böyle bir teklifte nasıl bulunabiliyordu? İnsan komşusundan tuz bile istese utanır çekinirdi ve bu adam benden beni istiyordu. Delirmiş olmalıydı.
Gözlerim sol bileğimdeki yara izine kaydığında içimde baş edemediğim duygulardan ötürü birkaç damla yaş akıttım gözümden. Buna engel olamıyordum…
Korku denen duygu kalbimi yerinden çıkacakmışçasına attırırken damarlarımdaki kanın dahi buz gibi olduğunu hissediyordum. Ateşim varmış gibi içim üşüyordu. Yaşadığım şaşkınlık ve korkuyu üzerimden silemiyordum.
Batın Cevahir çok, çok tehlikeli bir adamdı. Daha iki hafta önce birini yakarak öldürmüştü. Öyle iğrenç işlere girmişti ki küçücük kızı kaçırılıp ölümden dönmüştü. Babasını öldürmüştü bu adam. Ondan korkmamak elde değildi ve şimdi benden kızına anne olmamı istiyordu. Gerçek manasıyla bunu istiyordu, onunla birlikte nikah masasına oturmamı emrediyordu.
Aklım almıyordu bu durumu. Tehlikeliydi, güçlüydü, bir çok şeye sahipti ancak bu kadar ileri gidebilir miydi? Tehditle ve zorla beni eşi yapabilir miydi?
Buna inanmak istemiyordum. Gücünü ve tehlike boyutunu biliyordum ancak buna inanmak istemiyordum. Hayatıma böyle müdahale edemezdi!
Halbuki Erdem’i öldürdüğüne ne kadar da çabuk inanmıştım ama konu ben olunca, kendim olunca buna inanmak istemiyordum. Yapamazdı, ben yıllar sonra rahata kavuşmuştum az da olsa. Yıllar sonra bir şeyleri aşabilmiş ve kendime bir hayat kurmuştum ve şimdi bir canavar daha gelip o düzenimi bozamazdı. Bozarsa yok olurdum bu defa. Kurumuş bir ağaç olan içime, bir nefeslik hayatı zorlukla kazandırmıştım ben. Onu da kaybedemezdim. Kaybedersem bu defa kesinlikle yok olurdum.
***
‘’Dün sabah da Batın geldi mi ben yokken?’’
‘’Yok gelmedi iki gündür ama telefonda rahatsız edip duruyor. Kaç tane hattı var bilmiyorum ki. İki haftadır ben engelliyorum hemen ardından başka bir numaradan yazıyor. Delireceğim gerçekten.’’
Nihan destek olmak istercesine elini omuzuma koyduğumda bir an irkildim. Rahatsız olduğumu belli etmemek için uğraşırken yavaşça çektim omzumu tutuşundan. Ve normal bir tonda konuşmaya devam ettiğinde rahatsızlığımı belli etmediğimi düşünüyordum. ‘’Bulacağız bir çaresini, merak etme.’’
Batın iki hafta önce bana evlilik teklifinde bulunduktan sonra her gün rahatsız etmeye de devam etmişti. Kimi zaman eve kadar geliyordu ama gelemediği günlerde de sürekli arıyor ve ben açmayınca da mesaj atıyordu. Beni öyle çok korkutuyordu ki iki gece önce kapıma dayandığı için dün gece Nihan’ın burada kalmasını istemiştim.
Evet ben, evine doğru düzgün insan dahi almayan ben Nihan’a burada kalıp kalamayacağını sormuştum ve o da sağ olsun dün geceyi salondaki kanepede geçirmişti. Şimdi ise ona teşekkür maiyetinde hazırladığım kahvaltı sofrasında sohbet ederek kahvaltımızı ediyorduk.
‘’İşe yarar umuduyla polise gittim, şikayet ettim hiçbir işe yaramadı. Adam emniyeti bile yönetiyor.’’ Nihan bunu biliyordu zaten ama serzenişlerim yine de son bulmuyordu. Öyle bir gücü vardı ki polis bile yardım etmiyordu bana. Şikayetimi dinlemişler ve gerekeni yapacağız deyip yollamışlardı ama hiçbir şey yapmamışlardı.
Ağzındaki lokmayı yutup yeşil gözlerini gözlerime çevirdi. ‘’Etmezler, Batın zannettiğinden de tehlikeli Aysima. Kimse onu karşısına almak istemez.’’
‘’Emin ol onu küçük görmüyorum ama devletin memuru bile bir şey yapmıyor. Ben onlara güvenmeyeceğim de kime güveneceğim.’’ Tamam ben kimseye güvenmezdim zaten ama en azından, biraz olsun içime rahatlık hissiyatı vermeliydi polis.
‘’Bulacağız bir yolunu hem sen de artık sıradan bir vatandaş değilsin. İsmin gizli tutulsa da devlet görevlisi sayılırsın. Mücahit Komutan var. Koskoca Kurt Timi var senin arkanda, onlar bir şey olmasına izin vermezler.’’ Doğru söylüyordu, ben Mücahit Komutan’ın ve Kurt Tim’inin işine yarıyordum ama onlar da Batın’a nereye kadar karşı gelebileceklerdi. Beni ondan nereye kadar koruyabileceklerdi ki bu olanlardan daha haberleri bile yoktu.
Aslında Nihan’ın söylediğine göre geçen hafta dönmüşlerdi operasyondan ancak ben daha ne Uluç’u ne Mücahit Komutan’ı görmemiştim. Sadece üç gün önce Seyit adındaki biri gelmiş ve kendisini Mücahit Komutan’ın gönderdiğini söylemişti. O da Kurt Tim’indenmiş ve iyi olup olmadığımı öğrendikten sonra gitmişti ki bunu her gün Nihan da yapıyordu. Uluç ya da Mücahit Komutan gelmedikten sonra bunun ne anlamı vardı ki?
Kafamı biraz olsun Batın’dan uzaklaştırmak niyetiyle ağzıma bir salatalık atıp Nihan’a döndüm. ‘’Onlar nasıllar, bir hafta oldu henüz görmedim Mücahit Komutanı da Ulu- Ceyhun Uluç Bey’i de.’’
‘’Operasyon biraz sıkıntılı geçmiş ama iyiler. Hatta dün Ceyhun’laydım, çay içtik beraber.’’ Çay içmişlerdi, öyle mi? Çay içmeye müsait olan adam bir haftadır neden gelmiyordu buraya?
Tabi gelmeyebilirdi sonuçta ona göre aramızda bir bağ yoktu ama ben yine de meşgul olduğunu ve o yüzden gelmediğini düşünmüştüm. Gelmeyebilirdi ve gelmemişti de.
‘’Öyle mi, iyiymiş. Yakınsınız sanırım onunla?’’ Uluç’a karşı bir şey hissetmiyordum ve hissedemezdim de. Sonuçta onu rüyalarımdan tanıyordum ve bu yüzden ona aşık falan olacak değildim ama… bilmiyorum onun bir başkasını seviyor olma ihtimali bana hiç iyi gelmiyordu. Bu rüya beni çok fazla etkiliyordu.
‘’İyidir Ceyhun, severim kendisini. Tim’in hepsi iyidir zaten. Geçen gün buraya gelen Seyit mesela aralarında en sıcak kanlı, çocuksu olanı ama iş başa düşünce ondan kahramanı yok. Onların neşesi gibi bir şey...’’
‘’Bayağıdır tanıyorsun sanırım onları.’’
‘’Mücahit Komutanla üç sene önce tanıştık, sonra da diğerleriyle. ‘’ Daha önce nasıl tanıştıklarını anlatmıştı ama üç yıl olduğunu bilmiyordum. Arkadaşlık veya yakınlık için gayet iyi bir süreydi.
Anladım der gibi başımı sallarken o devam etti. ‘’Peki bu Azer Tekin ne ayak? Geçen gün buradaydı.’’ Beni koruma görevi Nihan’a verilmişti ve bunlardan haberdar olabilirdi ama ben yine de şaşırmadan edemiyordum. Azer Tekin’in buraya geldiğini nasıl öğrenmişti?
‘’Bunu nasıl öğrendiğini sormayacağım.’’
‘’Sorma zaten, meslek sırrı.’’ Hafifçe tebessüm ederken ben devam ettim. ‘’Yiğit beni ziyarete geldi, onu da görmüşsündür. Dönüşte dedesi Mazhar Bey aldı torununu. O sırada kardeşi Azer Tekin ile birlikteymiş, öyle ikisi gelmek durumunda kalmışlar. Zaten kapıdan alıp gittiler. Mazhar Bey sohbet etmeye pek meraklıydı ama Azer Bey’in işi varmış, hemen gittiler’’
‘’Azer Tekin de şöyle otuzlarında olsa acaba Yiğit de seni yenge olarak mı görmek istiyor diyeceğim ama şükür ki adam ellisine gelmiş.’’
Kıkırdayıp göz devirdim ‘’Dalga geçme benimle. Bir Batın vakası daha kaldıramazdım.’’
Daha fazla Batın muhabbetine girmeden kahvaltımızı bitirdiğimizde Nihan öğrencilerinin onu beklediğini söyleyip kalkmıştı. Kendisi devlete bağlı bir güvenlik şirketinde çalışıyordu ve Mücahit Komutan ve ekibi bu şirketten destek alıyordu. Böylece beni koruma görevini Nihan yapabiliyordu ama ayriyeten bir salonda, dövüş eğitmenliği de yapıyordu ve genellikle genç kızları ve kadınları bu konuda eğitiyordu. Gitmeden önce ihtiyacım olursa hemen onu aramamı da söylemeyi ihmal etmemişti.
Nihan gittikten sonra ben de sofrayı kaldırıp evin dağılan birkaç yerini toplamıştım. Şimdi ise aynada son kez şalıma bakarken üzerimi de süzüyordum.
Üzerimde kahverengi bir ferace ve onun üzerinde de koyu krem tonlarında bir şalım vardı ve ben evet bu gün dışarı çıkacaktım. Hastaneden geldikten beri misafirlerimi karşılamak ve çöp atmak dışında hiç dışarı çıkmamıştım ve ben hastaneden çıkalı iki ayı geçmişti.
Normalde bile bu kadar süre çıkmadığım olmuştu dışarı ve bu iki ayda artık misafirim eksik olmadığı için dışarı çıkmak aklıma bile gelmiyordu aksine kendimi sürekli meşgul hissediyordum. Yıllarım insanlar içinde geçmiş olsa da mezun olduğumdan beri hep evdeydim ve buna alışmıştım. Henüz çok olmamıştı ama kalabalığa yıllarca alışamadığım için bu özgür yalnızlık beni kısa sürede içine çekmişti.
Aslında İstanbul’da gezmek istediğim bir sürü yer vardı ve bazı mekanlara da gitmiştim ama daha çoğu duruyordu. Dışarıda uzun süre kalmak çok fazla gerilmeme neden oluyordu. O yüzden gezmek istediğim semt veya yerine göre en fazla iki üç yer görüp tekrardan eve dönmüştüm hep. Bu günse direkt bir hedefim yoktu. Batın son günlerde fazlasıyla sıktığı için evde bunalım geçirecektim, biraz hava almak iyi gelecekti, o yüzden dolanıp eve dönerdim belki.
Haziran ayında olduğumuz için üzerime ekstra bir şey almadan sadece çantamı alıp evden çıktım. Bulunduğum semt ve mahalle iyi bir yerdi. Gelir düzeyi ortalamanın daha üstünde olan kişilerin kaldığı bir yerdi ve ben bunu etrafımdaki binalardan anlayabiliyordum, bir çoğu yeni ve çok katlıydı. Binaların önlerinde geçen güzel arabalar ve iyi giyinimli insanlar da bu tezimi doğruluyordu.
Benim kaldığım ev ise buradaki tek müstakil ev olabilirdi. Koca koca binaların arasında ufacık duruyordu. Bu evi bana kim hediye ettiyse tam beni andıran bir ev seçmişti benim için. Kalabalıkların arasında sıkışıp kalmış ufak ama kendi içinde güzel bir ev… Belki de bilerek seçmişti ve bu da o kişinin beni yakından tanıdığını gösteriyordu ama benim yakınımda kimse yoktu. Kim olabilirdi ki?
Çitlerle örülü küçük bahçeden çıkıp sağıma soluma baktım. Bulunduğum ve karşı kaldırımda yürüyen insanların sesleri yol üzerinde normal bir hızda ilerleyen arabaların seslerine karışıyordu. Kimileri yalnız yürüyordu, kimileri arkadaşlarıyla, kimileri eş veya sevgilileriyle, kimileri de çocuklarıyla birlikte belirledikleri istikamette ilerliyorlardı.
Kalabalığın arasına karışmak biraz zor da olsa omzuma astığım çantama tutunup sağ tarafa dönerek ben de yol almaya başladım. Dedim ya gideceğim yeri bilmiyordum. O yüzden dümdüz ilerledim bir süre. Etrafımdan çeşit çeşit apartmanlar, mağazalar, marketler akıp gidiyordu ve ben de ayaklarıma uymuş beni götüreceği yeri bekliyordum.
Yarım saat yürüdüm ve tam olarak nereye gelmiştim bilmiyorum çünkü bir yerden sonra sağa ve sola dönmüş düz istikametimden şaşmıştım.
Karşımda duran çocuk parkına bir göz attım. Daha önce buraya gelmediğime emindim. Parkta birkaç çocuk oyun oynuyordu. Anne babaları ise bankalara dağılmışlardı birer birer. Kimi çocuğunu gözleriyle takip ediyor, kimi kitabını okuyor kimi de başka bir ebeveynle sohbete diyordu. Ha telefonuna bakanları unutmamalıyım elbette. Çocuğundan kurtulmuş ve bir aralık bulmuş gibi telefonuna dalmış ebeveynler de vardı.
Bir süre sadece durup bu manzarayı seyrettim. Çocuğunu sallayan bir baba vardı mesela, torunu kaydıraktan kayan ve kaydırağın ucunda onu tutmak için bekleyen bir dede, yanındaki kadınla konuşan ama gözlerini sürekli çocuğuna çeviren bir anne… Her birinde uzunca takılı kaldı gözlerim. Her birine acı ve özlemle baktım. Bir tarafımda çocukluğunu yaşayamamış küçük bir çocuk duruyordu diğer tarafımda anne olup çocuğunu parka getiremeyecek bir kadın. Üçümüz de hüzünle bakıyorduk bu manzaraya. Çocukluğum kırgınlıkla, geleceğim özlemle ve şimdim büyük bir hüzünle.
Ben hiçbir zaman çocuk olamamıştım ve benim hiçbir zaman çocuğum olmayacak çünkü ben doğduğumda yalnızlıkla lanetlenmiştim anne babam tarafından. Ölümüm de yalnızlıklar içinde olacaktı, biliyorum.
Daha fazla dayanamadım ve sol tarafımda kalan ağaçlıkların arasına girdim. Burada küçük bir piknik yapmaya uygun dörder ve altışar kişilik banklar vardı. Dörder olan banklardan birine oturup az önce gelirken bir marketten aldığım suyu çıkarıp birkaç yudum içtim. Markette görüp bir hevesle aldığım çikolatayı da çıkarıp ortadaki masaya bıraktım ancak şu an yiyesim yoktu. Hiç deneyesim yoktu az önce gördüğüm o manzaradan sonra. Belki başka zaman denerdim…
Telefonumu çıkartıp İnstagram’a gidim ve takip ettiğim birkaç içerik üreticisinin paylaşımlarına baktım. Hiç takipçim yoktu ve takip ettiklerim de sadece içerik üreticileriydi. Birkaç dakika sonra oradan çıkıp X’e girdim ve orada hiç durmadan geri çıktım. Eski adı Twitter yeni adı X olan bu plartfom tam bir karabasan yeriydi. Herkes herkese düşmandı. Asla ortası olmayan, herkesin her zaman bir şeyleri şikayet ettiği bir platformdu. İnsanlar asla ortak bir düşüncede buluşamıyordu ve bu bizim için hiç iyi değildi. Ya siyahtınız orada ya da beyaz asla bir grisi yoktu.
Tam X’ten çıkmış telefonu çantama kaldırıyordum ki bir anda gelen bir ‘’Aysima Hanım’’ sesi yerimde adeta zıplamama neden oldu. Telefon elimden masaya düşerken başımı hızlıca kaldırıp sol tarafıma baktım. Gördüğüm yüz anlamsız bir şekilde kalbimin anında marotana koşmasına neden olmuştu ve bunda elbette anlık irkilmem de etkili olabilirdi. ‘’Uluç Bey.’’
‘’Kusura bakmayın korkutmak istememiştim, iyi misiniz?’’ Ben iyiydim, sadece irkilmiştim o kadar ama bunu karşımdaki adam için söylemek oldukça zordu çünkü iyi görünmüyordu. Oldukça yorun bir hal vardı üstünde, gözlerinin kenarları sanki uykusuzluktan kararmıştı. Saçı sakalı uzamıştı ve taranmış görünmüyordu. Neyi vardı bu hale düşecek?
‘’İyiyim ben, sorun yok. Siz nasılsınız?’’ İyi olduğunu söyledi ancak bunu kesinlikle inanarak söylememişti.
Karşımdaki boş ikili bankı işaret ettim ‘’Oturmaz mısınız?’’
‘’Rahatsız etmeyeyim sizi, görünce bir selam vermek istemiştim.’’
‘’Estağfurullah ne rahatsızlığı?’’ Hayatım boyunca görmek ve tanımak istediğim tek kişi olabilirdi, ne rahatsızlığından bahsediyordu ki? ‘’Oturun lütfen.’’ Bu kez itiraz etmeden söylediklerimi başıyla onaylayıp karşıma oturdu.
‘’Bir işiniz mi vardı buralarda?’’ Sohbet başlatmak adına aklıma başka bir şey gelmezken bunu soruvermiştim. ‘’Yok, evim buraya uzak sayılmaz. Evde bunalınca biraz hava almak istedim. Siz?’’
‘’Ben de öyle, uzun zamandır çıkmıyordum bi’ hava alayım dedim.’’
‘’Evinizi daha çok seviyorsunuz galiba.’’ Başımı hafifçe salladım. ‘’Ev ortamı benim için daha konforlu, pek dışarıya çıkmayı sevmem.’’ Yüzü bir anda düşünceli bir hale büründüğünde bir süre yüzümü inceledi. Sanki bende, bir şeyleri anlamaya çalışırmış gibi bir hali vardı. Belki de tuhaflığımı sorguluyordu. Daha önce hayatında hiç kimsesi olmayan ve evinden dışarı nadiren çıkan benim kadar asosyal birini tanımadığına eminim.
‘’Geçen hafta gelmişsiniz, umarım iyi geçmiştir operasyon.’’ Amacım dikkatini başka yöne verip tuhaf bakışlarını üzerimden çekmekti ancak bu defa yüzü öyle bir ifadeye büründü ki onun için anında endişelendim. Gözleri ateş çıkaracakmış gibi öfkeli bakmaya başlarken bedeni anlık olarak titredi. Elini yumruk yapmasıyla da operasyon sırasında bir şeylerin olduğunu anlamıştım ancak neden böyle tepki veriyordu ki?’’ ‘’Uluç Bey, siz iyi-‘’
‘’İyiyim!’’ Daha lafımı bitirmeden söze katılmıştı ve kesinlikle iyi değildi. Gözlerini benden kaçırıp etrafına baktı ve derin derin nefesler aldı. ‘’Ama-‘’
‘’İyiyim dedim ya.’’ Yine agresifçe cevap verdiğinde gözlerine korkuyla bakıyordum. Nasılsa nasıl, sana ne ki Aysima! ‘’Pekala.’’ Sesim kısaca çıkarken bir süre ikimizde sessiz kaldık. Ne olmuştu anlamıyorum. Operasyonda ne yaşamış olabilirdi de bu hale gelmişti. Bu iki ayda Uluç’u çok fazla gördüğüm söylenemezdi ama her görüşümde oldukça sıcakkanlı davranmıştı. Komutanına karşı bile koruduğu olmuştu beni, peki şimdi ne değişmişti?
‘’Özür dilerim, bir anlık sert çıkıştım; kusuruma bakmayın lütfen.’’
‘’Sorun değil, ısrar etmemeliydim.’’ İkimiz de bu konunu üzerinde durma niyetinde değildik o yüzden daha fazla uzatmadan başka konuya geçtik. ‘’Biz yokken buldunuz mu bir şeyler?’’
‘’Yok bulamadım.’’ Her ihtimale karşı sağıma soluma dikkatle bakıp yeniden ona döndüm. ‘’Batın Cevahir hakkında yapıyorum araştırma ancak, olmuyor. Bulamıyorum bir şey, çok iyi gizleniyor. Sistemine sızmak bile o kadar zor ki.’’
‘’Babasının oğlu ki ondan daha da gelişmiş bir halde. Dikkatli olun ona karşı.’’ Batın’a karşı dikkatli olmayı geçeli çok olmuştu. Elbette bir köstebek olduğumu öğrenmesini istemezdim çünkü bu sonum olabilirdi ancak yine de başka şekilde bile olsa tehlikedeydim. Batın peşimi bırakmıyordu.
‘’Bir şey sorabilir miyim?’’ Yüzüne merakla bakarken başımı salladım. Ne soracaktı ki? ‘’Elbette.’’
‘’Bu işlere nasıl bulaştınız yani hackerlik yapmayı niye istediniz?’’ Yargılamıyordu ama bu işe bulaşmış olmam onu rahatsız etmiş gibiydi. Belki de ona göre sakin olan hayatımı bir kaosun ortasına sürüklüyorum ama bilmiyordu ki benim hayatım zaten kaoslardan ibaretti.
‘’Aslında tam bir cevabı yok. Üniversite tercihlerimi yaparken gelecekte yapacağım işin insanlarla uğraştırmayacak bir meslek olmasını düşündüm ve tercihimi öyle yapmak istedim. Öğretmenlik, doktorluk, hukuk alanları asla bana göre değildi. Teknoloji her geçen gün ilerliyordu ve yazılım mühendisliği okursam ileride farklı iş imkanlarımın olabileceğini düşündüm. Sonrasında üniversite üçteyken ayrı eve çıktım ve bir bilgisayarım vardı. Bilgisayarlar ve sistemler hakkında bir şeyler biliyordum artık ve işe yaramak istedim. İnsanlara biraz olsun yardımcı olmak… Hackerliği merak ettim ve ilk araştırmam da direkt suçlular üzerinde oldu. Sonrasındaysa çalışmamı gerektirmeyecek kadar param vardı ve bu işi hiç bırakamadım, devam ettim. Bağımlısı gibi bir şey oldum.’’
‘’Peki pişman mısın? Bu arada sen dememde bir sakınca yok değil mi?’’ Yoktu, aksine daha iyiydi.
‘’Yok ve pişman da değilim en azından şimdilik öyle düşünüyorum. Umarım bu fikrimden vazgeçmem.’’
‘’Umarım.’’ Birkaç saniyelik bir sessizliğin ardından masadaki çikolata dikkatimi çekti. Ben ne olsa yemeyecektim, Uluç’a verebilirdim. ‘’İster misin?’’
‘’Yok, sen ye. Kendine almışsın.’’
‘’Hayır, ben yemem. Al ikramım olmuş olsun.’’ Elimden yavaşça aldığı çikolataya kısaca baktı ve dudaklarında tebessüm oluştu. Ve ben sağ yanağındaki gamzeyle ilk defa o an tanıştım. Sakallarından ötürü bariz belli değildi ancak yine görülebiliyordu.
‘’Küçükken çok yerdim çikolata, sağlığımdan endişelenen annem kızardı hatta bazen. Bu günlerde yiyemiyorum artık eskisi gibi. Sanırım çikolata kapasitemi doldurdum.’’ Benim de dudaklarımda bir tebessüm oluştu ancak içim cayır cayır yanıyordu. Keşke benim annem de çok yediğim için kızsaydı bana, ömrümde ilk defa yiyeceğim çikolata için değil. ‘’Teşekkür ederim bu arada.’’
‘’Rica ederim, afiyet olsun.’’ Çikolatayı hemen yemeyip cebine koyduğunda sonra yiyeceğini anlamıştım.
Bir süre daha oturup kalkmıştık. Ceyhun Uluç beni eve bırakmayı teklif ettiğinde ilkin kabul etmemiş ancak ısrar edince geri çevirememiştim. Arabalardan asla anlamadığım için hangi model olduğunu bilmediğim sadece ambleminden BMW markası olduğunu anladığım beyaz renkte bir arabası vardı. İçi krem tonlarında dekore edilmişti ve oldukça şık ve rahattı.
Yol boyunca birkaç kelimelik sohbet dışında hiç konuşmamıştık ve ben açıkçası ne konuşabileceğimi de bilmiyordum. İnsan ilişkilerim bu güne kadar pek iyi olmadığı için ne konularda uzun soluklu bir muhabbet açmalıydım bilemiyordum.
Eve vardığımızda nezaket gereği bir şeyler içmeye davet ettim ama işi olduğunu ve gitmesi gerektiğini söyleyince ısrar etmeyip arabadan indim. ‘’Bıraktığın için teşekkür ederim.’’
‘’Rica ederim, benim için zor değildi.’’
‘’O zaman görüşürüz.’’
‘’Görüşürüz.’’ Arabanın kapısını kapatıp bahçeye girdiğimde o da gaza basıp uzaklaştı evin önünden. Birkaç saniye giden arabanın arkasından baktıktan sonra eve girmek için arkama dönmüştüm ki bir anda karşımda beliren Batın ile ağzımdan bir ‘’Hih’’ nidası dökülmüştü. Bu adamın burada ne işi vardı?
‘’Hoş geldiniz Aysima Hanım, bekleye bekleye ağaç olduk ya burada.’’
‘’Sen… Ne işin var burada senin?’’
‘’Ziyarete gelmek de mi yasak?’’ Varlığı bile anında korkmama yetiyordu. Ne yapacağını kestiremediğim için oldukça tedirgindim. Bir an önce eve girmem ve gerekirse Nihan’a haber vermem gerekiyordu.
Ona cevap vermeden eve adımlayıp çantamdan anahtarı almak istemiştim ancak bunu yapamadım çünkü çantam yoktu. Bir anlık şaşkınlıkla sağa sola baktım ancak o an Uluç’un arabasında unuttuğumu fark ettim, Allah aşkına aklım neredeydi? Kucağımdaki çantayı nasıl olur da unutabilirdim?
Pekala, sakin olmalıydım. Sonuçta şehrin ortasındaydık ve yoldan insanlar geçiyordu. Hiçbir şey yapamazdı bana. ‘’Ne istiyorsun yine?’’ Soğuk sesim ve bakışlarım eşliğinde suratına bakmam onda herhangi bir kötü sonuç ortaya çıkarmıyordu aksine pişkin pişkin sırıtmaya devam edebiliyordu. ‘’Ne istediğim belli.’’
‘’Benim de ne istediğim hatta istemediğim belli ancak sen bunu anlıyor musun? Lütfen bırak artık peşimi.’’ Ona diklenmek, yüzüne karşı bağırıp çağırmak istiyordum ancak ondan fazlasıyla korktuğumdan dolayı bir taraflarım bunu yemiyordu. İçim hoyratça ona yükseliyordu ama sesim daha tam aksine daha kısık çıkıyordu.
‘’Sizli bizli konuşmayı bırakmışsın, bu da bir gelişme sayılır.’’ Dediğim her şeyi duymazdan gelip saçma sapan şeylere takılması beni inanılmaz sinir ediyordu. ‘’Çünkü siz hitabı yüceliği ve saygınlığı gösterir ve sen bu iki kalıba girecek biri değilsin, manyak psikopatsın sen.’’ Korkulu bakan gözlerle ona bunları söylemem elbette onda etki bırakmıyordu. Kelimelerim ne kadar asi dursa da gözlerimden ne kadar korktuğumu görebiliyordu ve bu onu sadece eğlendiriyordu.
Söylediğim şeyler onun umurunda olmasa da sonuna kadar ciddiydim, psikopatın tekiydi o. Günlerdir korkudan attığım adımlarımı dahi onun gibi biri sorgulatabilirdi bana. Psikolojisi bozuktu ki sırf kızı için sevmediği ve onu sevmeyen biriyle evlenmek istiyordu. Bunu ancak deli biri yapabilirdi, tek sebebi güç sahibi olması değildi.
‘’Hiç yakışmıyor sana bu sözler, senin gibi bir hanımefendinin kullanabileceği kelimeler değil bunlar.’’ Dalga geçercesine konuşması sinirimi fazlasıyla bozuyordu. Cevap vermediğimde bir adım bana yaklaştı. Elini kaldırıp yanağıma götürüyordu ki bir adım geriye atıp sert bir şekilde elimle elini savuşturdum. İşaret parmağımı uzatıp, hiç işe yaramayacak olsa da tehditkar bir şekilde gözlerinin önünde savurdum. ‘’Bir daha bana dokunmaya kalkışma.’’
İnsanlardan korktuğum kadar korktuğum başka bir şey varsa o da bana dokunmalarıydı. Kadın veya erkek olsun fark etmez, fiziksel temastan nefret ederdim. Ece’ye ve Yiğit’e sarılabiliyor oluşum çocuklardan çekinmediğimi bana göstermişti ama yetişkinlerin dokunuşları içimi ürpertiyordu.
Birkaç gündür, polisten de yardım alamayınca Batın’ın benden vazgeçmesinin tek yolunun bunu kendisinin istemesi olduğunu anlamıştım. Batın istemedikten sonra o bundan, benimle evlenmekten vazgeçmeyecekti. Ne yaparsam yapayım, devlet büyüklerini bile karşısına çıkartsam peşimi bırakmayacaktı. Bunu kendi istemeliydi ve bunun benim aklıma tek bir şey yapmak geliyordu.
İşe yarayıp yaramayacağından emin değildim ancak hiçbir şey yapmadan beklemekten daha iyiydi.
Tehditkar bir şekilde salladığım parmağımı yavaşça gözlerinin önünden çekip derin bir nefes aldım. Yalan söyleyecektim, bulduğum çözüm buydu. ‘’Artık benim peşimi bırak, bırakmak zorundasın.’’ Alayla dudaklarını kıvırdığında kaşlarını hayret ediyormuş gibi kaldırmıştı. ‘’Hadi ya, nedenmiş o?’’
‘’Çünkü ben nişanlandım, yakında evleneceğim. Nişanlı ve yakında evlenecek olan bir kadının da peşinden koşmayacak kadar da olsa gururun vardır diye düşünüyorum.’’ Bunu duyduğu ilk anda sırıtışı yavaşça solarken kaşları bu defa ciddiyetle çatılmış ve yüzündeki her kas gerilmişti. Bunu beklemediği aşikardı, afallamış bir durumdaydı. Söylediğim şeylerin gerçek olup olmadığını gözleriyle sorgularken bir anada göz devirip tahammülsüzce baktı yüzüme.
‘’Yalan söylemek hiç yakışmıyor sana.’’ Suçlu bir çocuğu azarlar gibi bir ifade takınmıştı yüzüne. ‘’Ama istersen ben sana öğretebilirim, hatta ilk dersimi şimdi burada vereyim.’’ Diyerek devam ettiğinde neyden bahsettiğini anlamıyordum. ‘’Eğer yalan söyleyeceksen, söylediğin şeyin aksini iddia edecek hiçbir şey bulunmamalı ama sende var şu an mesela.’’
Daha ne söylediğini, kelimelerinin nereye varacağını anlayamadan ellerimi avuçlarına aldığında görüş hizama kadar kaldırdı. Dokunuşu tıpkı bir elektrik çarpmasını anımsatırken bir süre adeta buz kestim yerimde. Bana dokunuyordu, ellerime sıcak avuçlarını hissedebileceğim kadar tutunmuştu.
Tutunduğu parmak uçlarımdan başlayan ve bedenime doğru yayılan bir titremeyle dudaklarımı birbirine bastırıp sadece onların bile olsa titremesine engel olmaya çalıştım. Gözlerim dolmak için benden komut beklerken kalan son irade kırıntılarımla ellerimi çekmeye çalıştım tutuşundan. ‘’Bırak.’’
Sesim benim dahi zor duyabileceğim bir kısıklıkta çıkıyordu. Korktuğum ve her an ağlayacakmış hissi de sesimden ayırt edilirken gözlerine canice bir keyif yüklendi.
Ondan kurtulma çabam üzerinde hiçbir tesir bırakmazken gözlerini açıkta kalan parmaklarıma yönlendirerek kendince benim açığımı gösterip ders vermeye devam etti ‘’Mesela senin yalanının aksini gösteren şey, parmakların. Nişanlı olan biri yüzük takar bence, sence de öyle değil mi?’’
Koca bir açıklık bırakmam beni aptal durumuna sokarken onun bunu çabucak fark etmesi ne kadar dikkatli olduğunu gösteriyordu ancak ben şu an bunu düşünecek halde değildim. İstediğim tek şey dokunuşlarını bir an önce üzerimden çekmesiydi.
Yine hızlıca ellerimi kurtarma çabasına giriştiğimde bu defa başarabilmiştim. Belki de ben başarmadım, o tutuşunu gevşettiği için kurtulmuştum elinden.
Kişisel sınırlarımın aşılması fazlasıyla korkutuyordu, beni çevreleyen duvarlarımı kimse aşamazdı. Bu duvarları kendime seve seve örmemiştim. Bu duvarları örmek yıllarımı almış ve acıyla boyanmıştı. Bense artık duvarlarımın arasında kendimi güvende hissediyordum, onlar yok edilirse ben de yok olurdum. Bir dokunuş bile duvarıma atılan koca bir darbe gibi hissettiriyordu hele ki bunu yapan Batın gibi hastalıklı bir adamsa.
Sinir, öfke, nefret ve tiksinti vücudumu sarmaladığında bir sonraki saniyeyi düşünmeden yüzüne bir tokat geçirdim. Düşünsem, iki kere bile değil, bir kez dahi olsa düşünsem bunu asla yapmazdım. Batın’dan ölesiye korkarken ve o bir katilken bunu yapmış olmak asla akıllıca değildi ve bunu yapmıştım. Ben napmıştım?
Tokadı attığım an pişman olduğumda daha elim havadayken korkudan kalbim güm güm atmaya başladı. Bir adım geri gidip elimi yavaşça yanıma indirdim. Hafifçe yan tarafına savrulmuş başını biraz kaldırdığında derince yutkundum. Öfkeli bakmıyordu aksine oldukça alaycıydı bakışı.
‘’Bana dokunmaman gerektiğini söylemiştim. Sakın bir daha dokunma bana, dokunursan-‘’
‘’Ne yaparsın dokunursam?’’ lafımı yarıda keserken başını kaldırıp doğrulmuştu. Yüz ifadesi alaycıydı ve gülümsüyordu. Ona tokat atmıştım ve gülüyordu. Hastaydı bu adam, zır deliydi. ‘’O zayıf gücünle yine mi vurursun ya da yardım isteyebileceğin tek yer olan polise falan mı gidersin yine?’’ Benimle dalga geçiyordu. Polisin dahi yardım isteğime susması ve benim çaresiz kalışım hoşuna gidiyordu. ‘’Ama bir şey söyleyeyim, hiç uğraşma artık. Bak uğraşıyorsun, uğraşıyorsun yorulmakla kalıyorsun sadece. Yardım alabileceğin tek yerde sana yardım etmiyor. Yalnız ve kimsesiz olmak gerçekten zor, değil mi?’’
Söylediği onca şeyden canımı en çok yakan son söyledikleriydi. Haklı olması yaralarımı kanatmakla kalmıyor üzerine tuz ekiyordu. Her defasında yüzüme vurulan kimsesizliğim bu gün bile yüreğime ağır geliyordu. Alıştım diyordum, bu artık kendimle barıştığım bir mesele diyordum ama olmuyordu. Kimsesiz olmak altmış yaşıma bile gelsem alışabileceğim bir şey değildi.
‘’Diyorum ki; o yüzden gel, evet de. Hem sen yalnızlıktan kurtulursun hem de kızım istediği anneye kavuşur, olmaz mı?’’ Konuyu yine evliliğe bağlayınca melankolik halimden çıkabilmiştim. Yapayalnız ölürdüm de onunla aynı eve girmezdim.
‘’Sen hâlâ neyden bahsediyorsun? Yalan değil, evleneceğim ben!’’ Alayla bakan yüzü bana asla inanacak değildi. ‘’Anlamayan sensin, yalan söylediğini parmakların gösteriyor. Yüzüksüz nişanlı bir genç kadın olur mu hiç? Sen beni aptal mı sandın?’’
‘’Ne yani her nişanlı hemen yüzük mü takmak zorunda?’’ Zorunda değildi ama zorunluluktu da. Yüzük nişanın ve evli olmanın bir göstergesiydi. Hele ki dediği gibi yeni nişanlanan biri mutlaka takardı. Başka bir yalan daha uydurmalıydım ve bundan nefret ediyordum. ‘’Yüzük, parmağıma olmadı; o yüzden ölçüsünü değiştireceğiz, hatta birazdan ‘’müstakbel kocam’’ gelecek ve birlikte kuyumcuya gideceğiz.’’
‘’Nedense inanasım gelmedi.’’ İnanmıyordu, inanmayacaktı. Zaten nereden çıkarmıştım ki bu işi. İstese anında öğrenirdi her şeyi buradan gidince. Ortada nişanlım olacak biri bile yokken ona delil olarak kimi gösterebilirdim ki. Ama bir kez söylemiştim, geri adım atamazdım.
‘’İnanıp inanmamak senin tercihin, ayrıca-’’
‘’Aysima?!’’ Saçma sapan ve muhtemelen yine inanmasına ikna edemeyeceğim başka bir yalan daha uyduracakken arakamızdan gelen yabancı bir ses ikimizin de bakışlarının o yöne dönmesine sebep oldu.
Dejavu?
Bir dejavu daha mı?
Uluç yavaş adımlarla yanımıza gelirken elinde benim çantamı tutuyordu. O konuşmadan Batın araya girip konuşmaya atladığında muhtemelen dalga geçmek için söylediği şeylerin, gerçek olacağını ben dahi tahmin edememiştim.
‘’Oooo yoksa müstakbel kocan bu adam mı, hı?’’
Gözlerim irice açılırken Uluç’un da şaşkın bakışları ikimiz üzerinde gelip gidiyordu.
Uluç mu nişanlım olacaktı, yok artık, daha neler? Pekala yalan söylüyordum ama buna kimseyi bulaştıramazdım hele ki Uluç’u, rüyalarımın kahramanını… Beni bataklıktan çekip çıkaran adamı… Gözlerindeki merhametle bakan adamı… Bana yardım elini uzatan adamı…
Uluç, bana yardım eden adamdı.
Yardım eden, beni kurtaran…Yine eder miydi?
Saçmalama Aysima, o yardım sadece rüyalardaydı.
Aklım iki taraflı düşünürken arafta kalmış gibi hissettim. O bana yardım ediyordu rüyalarımda ve belki şimdi de ederdi. Ama işte o rüyaydı, gerçekle karıştıramazdım.
Beynimdeki savaşa son veremeden dudaklarım hareket ettiğinde kulağıma ulaşan kendi kelimelerimle şaşkına döndüm. ‘’Evet nişanlım, Uluç benim nişanlım.’’
Bu gün bana ne oluyordu? Neden iyice düşünmeden hareket ediyordum? Bu işe Uluç’u nasıl bulaştırırdım?
Yavaşça başımı çevirip Uluç’a baktığımda onun şaşırmış koyu kahve hareleri zaten benim üzerimdeydi. Eminim ‘’bu aptal ne saçmalıyor’’ diye geçiriyordu içinden. Ben ne saçmalıyordum?
Neden bunları söylediğimi anlamaya çalışıyor gibiydi ama anlayamıyordu.
Yeniden Batın’a dönüp devam ettim. ‘’İnanıp inanmamak senin elinde demiştim. Gördüğün gibi yüzüklerimizi değiştirmek için işini çabucak halledip dönmüş.’’ Bu cesareti nereden bulmuştum, bilemiyorum. Sabah Nihan ile ettiğimiz kahvaltının arasında yürek olmadığına da eminim. Uluç’u istemsizce yalanıma dahil etmişken bu yüzsüzlük de neyin nesiydi, anlayamıyorum.
‘’Nedense nişanlın, nişanlı olduğundan bir haber gibi şaşkınca bakıyor. Sanki bunu burada senden öğrendi.’’ Batın kesinlikle çok iyi bir gözlemciydi ki Uluç’un doğal olarak verdiği tepki de gözden kaçırılacak şey değildi ve Batın bundan oldukça keyif alıyordu. Ama bir anda, beklemediğim bir şey oldu. Uluç yüz ifadesini anında değiştirip ciddileşti. Biraz daha benim yanıma yaklaşıp adeta dibimde duruverdi.
‘’Batın Bey ben nişanlı olduğumu bilmeyecek kadar aptal biri değilim. Aysima’nın dediği gibi yüzük bakmaya gideceğiz ama erken dönmemin sebebi çantasını arabamda unutmuş olması. Şaşkın bakışlarımın sebebi ise nişanlımın bunu size neden kanıtlamaya çalışmakta olduğu. Siz kimsiniz de müstakbel karım böyle sıkıntılı bir halde, merak ediyorum.’’
Cümlelerini takır takır sıralarken şaşırmamak elde değildi ama bunu dışa vurmamaya çalışıyordum. Resmen yalanıma dahil olmuş ve hiç bozuntuya vermeden sürdürüyordu. Beni desteklemesi ve Batın’ı inandırmaya çalışması hem rahatlamama hem de nedensiz bir heyecana kapılmama sebebiyet veriyordu.
‘’Adımı bildiğine göre kim olduğumu da biliyorsun demek. Laflarına dikkat et, öyle konuş.’’ Batın tehditkar bakan mavi gözlerini Uluç’a çevirdiğinde sinirlendiği her halinden belliydi. Az önceki kendine güvenen ifadesi çatlamış gibiydi. Nişanlı olduğuma kesin inanmışa benzemiyordu ama tereddütteydi artık.
‘’Kim olduğunuzu gayet iyi biliyorum Batın Bey ve sizi nişanlımın etrafında bir daha görmek istemiyorum.’’ Delirmiş olmalıydı, bunu Batın’a söyleyerek ne amaçlıyordu? Kendine de mi düşman edecekti bu adamı?
İkisi de oldukça öfkeli bakıyordu birbirine. Batın’ın mavi gözleri buzdan bir cehennemi anımsatırken Uluç’un bir zamanlar kahverengi olan gözleri de adeta siyaha dönüşmüş ve en karanlık yanlarını açığa çıkarmıştı. Bense ikisinin arasında korkuyla kasılmaktan başka bir şey yapamıyordum.
Birkaç saniye sonra Batın bakışlarını Uluç’tan ayırıp bana yönlendirdiğinde gözlerindeki tehdidi sesine de yansıtmaktan asla çekinmemişti. ‘’Şimdi gidiyorum ama bu burada bitmiş değil. Az önceki saçmalık, oyun veya gerçek benim s*kimde değil. Evli bile olsan umurumda olmaz, istediğimi alırım. Bunu sakın unutma.’’
Mavinin yakıcı tarafı Batın’ın gözlerinde görünüyordu açıkça. Mavi huzur ve ferahlık vermeliyken onun irisleri sadece yakıp yok ediyordu. Kelimeleri kadar tehlikeliydi gözleri de.
Çirkin cümlelerinden sonra geri çekildiğinde öldürücü bakışlarını son kez Uluç ve benim üzerimde dolandırarak gitti. Gözlerim onu takip ederken yıkılmaz bir dağ gibi duruyor, kendine güveniyordu. Ancak bir çok dağ volkanı içinde saklardı. Onun da bir gün volkanı patlayacak ve sadece çevresine değil kendine de zarar verip alevleri arasında kalacaktı.
Giden Batın’ın görüntüsünü gözlerimin önünden çekip atan şey karşıma geçen iri bir bedendi. İlkin Uluç’un beyaz tişörtünün sarmaladığı göğsü ile bakışırken gözlerimi kaldırıp onun kahve çekirdekleriyle buluşturdum gözlerimi. Gördüğüm ilk şey meraklı bakışlar ve olayları anlamlandıramayan bir yüzdü. Eminim benden bir açıklama bekliyordu ve haklıydı da.
‘’Biliyorum, benden bir açıklama bekliyorsun.’’
‘’Sence de bunu hak etmiyor muyum?’’ Başımı yavaşça salladım, hak ediyordu elbette.
***
Batın gideli yarım saat olmuştu ve ben Uluç’u eve davet edip olan biteni anlatmıştım. Onu bu işe bulaştırdığım için her ayrıntıyı bilmek istiyordu ve buna hakkı vardı. ‘’Ben özür dilerim, bu işe seni bulaştırmak niyetinde değildim asla ama bir an… Gerçekten özür dilerim.’’
‘’Özür dilemen için sormadım bunları, gerçeği öğrenmek istedim sadece. Sürekli geliyor mu böyle peki?’’
Başımı usulca sallayıp onayladım. ‘’Her fırsatını bulduğunda hem de… Evin çevresinde hep o veya adamalarından biri var. Geceleri uyuyamıyorum korkumdan sanki uykumda beni alıp götürecekmiş gibi geliyor. Dün Nihan’ın burada kalmasını istedim. Gündüzleri eve kadar geliyor. Bu gün dışarı çıktığımda mesela yol boyunca arkama bakıp durdum, o veya adamlarından biri beni takip ediyormuş gibi geliyordu.’’
‘’Bize neden anlatmadın bunları?’’ Sanki bir haftadır kapıma gelmişlerdi de ben susmuştum.
‘’Siz daha yeni geldiniz operasyondan, bir de ben rahatsız etmek istemedim.’’
Kaşlarını çatmış bir şekilde bakarken gözleri de biraz öfkeli bakıyordu. ‘’Mücahit Komutan Seyit’i göndermiş buraya, sence boşuna mı gönderdi? Bir aksilik var mı yok öğrenmek için. Ona niye söylemedin?’’ Kızarak konuşması afallatırken bu tonlama anında içe dönük olmamı tetikliyordu. Fark etmeden parmaklarımı avcuma gömüp rahatsızca kıpırdandım.
‘’Onu tanımıyorum ki. Sadece Mücahit Komutan’ı ve seni tanıyorum. Hem Nihan her şeyi biliyor, benden sorumlu olan o değil mi?’’ Sesim oldukça sakin çıksa da çekinerek konuştuğum bariz belliydi çünkü gözlerine dahi bakamamıştım.
‘’Nihan’ın biliyor olması benim bilmemi sağlamıyorsa demek ki onun bilmesi benim için önemli değil. O senden sorumlu ama ekibimizin bir parçası değil ne yazık ki, biz burada yokken bize yardım ediyor sadece. Her şeyi bize rapor etmez ama bunu anlatması gerekirdi. Belli ki senin söylemeni beklemiş ve sen de bize anlatmadın.’’ Ben artık ekibin bir parçası sayılırdım ve muhtemelen ekibinden birinin zarar görmesini istemiyordu ki bu kadar kızgındı.
‘’İki hafta oldu zaten daha, sonra söyleyecektim size.’’ Bilmiyorum söyleyebilir miydim ama gizleyecektim de diyemezdim şimdi.
‘’Her neyse çok geç olmadan öğrendik.’’ Tekrardan yüzüne bakmaya cesaret ettiğimde biraz daha yumuşamıştı ifadesi. ‘’Sen de ondan kurtulmak için başka yol bulamadın, nişanlı olduğunu söyledin. O talih kuşu da bana vurdu ne tesadüfse.’’
Talih kuşu muydu bela kuşu mu bilemiyorum artık. ‘’Gerçekten ne seni ne de bir başkasını bu işe bulaştırmak aklımdan bile geçmiyordu ama Batın inanmadı ki çok da haklıydı. Fazlasıyla dikkatsiz davrandım. Tam o sırada da sen ortaya çıkınca ve Batın senin nişanlım olduğunu iddia edince boş bulundum. Tekrardan özür dilerim.’’
‘’Dileme lütfen, benim açımdan sorun yok ki olsaydı az önce kabullenmezdim bunu.’’ Sahi neden inkar etmemişti ki? Batın’ın ne kadar tehlikeli olduğunu benden bile daha iyi biliyordu. Yalan söylediğimi söyleyip kendini kurtarabilirdi bu durumdan ancak o benimle oynamayı tercih etmişti.
Dediği gibi tesadüf müydü yoksa olması gereken mi olmuştu bunu da bilmiyordum.
‘’Neyse, ne yapabileceğimizi bir düşüneyim. Asker olarak ne yapabiliriz onu da bilmiyorum çünkü bu gerçekleştirebileceğimiz bir operasyon değil. Polisin engellemesi gerekir bunu ama onlar da korkuyor Batın’dan. Bu süreçte oyunumuza devam ederiz, belki biraz olsun zaman kazandırır bize.’’
‘’Ne demek devam edelim, nişanlı gibi numara mı yapacağız?’’ Bu sorum ona fazlasıyla aptalca gelmiş olmalı ki anlamayarak baktı yüzüme. ‘’Ne o, sen nişanlıyım dedikten iki gün sonra ayrıldım mı diyecektin Batın’a?’’
‘’Hayır tabi ki de ama bu işe başkasını da bulaştırmayacaktım.’’ Yarım saat önce Ceyhun Uluç’u aptalca düşüncelerim yüzünden Batın’ın karşısına getirmiştim ama buna devam edemezdim. Batın çok tehlikeliydi, benim yüzümden Uluç zarar görebilirdi ve bunu göze alamazdım. ‘’Seni daha fazla bulaştıramam buna. Batın sana da zarar verebilir, olmaz.’’
‘’Umurumda değil.’’ Kararlı çıkan ses tonu itiraz kabul etmiyorum der gibiydi. Nasıl umurunda olmazdı? Zarar görecek olan kendisiyken bunu kabul etmesi çok mantıksızdı.
‘’Benim umurumda ama. Az önce aptalca bir şey yaptım ve bundan ötürü asla zarar görmene izin veremem. Batın inandı veya inanmadı ama yaptığı baskıyı artıracak muhtemelen. Ya bu süreçte sana da bir şey yaparsa? Olmaz, kabul etmiyorum.’’
Birden ayağa kalkıp elini hareket ettirerek konuştu. ‘’Ben de bu yüzden diyorum ya, baskısını artırabilir ve ben seni Batın’la asla yalnız bırakamam. Yardımıma ihtiyacın varken arkamı dönüp gidemem. O yüzden bu olayın dışına beni istesen de atamazsın Aysima. Şimdi kalk hazırlan, gidiyoruz. Almamız gereken iki yüzük var.’’
***
‘’Senin işin yok muydu, gerek var mıydı hemen gitmeye?’’ Uluç’un arabasında ilerlerken hâlâ onu vazgeçirmeye çalışıyordum bir şekilde ama kesinlikle kabul etmiyordu. ‘’Hatırlattığın iyi oldu, haber vereyim beklemesinler beni.’’ Derin bir nefes alıp gözlerimi devirdim. Kesinlikle vazgeçmeyecekti.
Telefon tutucudaki telefonunda kısa bir işlem yaptıktan sonra hoparlöre alıp odağını tamamıyla yeniden yola çevirdi.
‘’Alo, buyurun.’’ Karşı taraftan bir kadın sesi yükseldiğinde dikkat çekmeden dinlemeye başladım. Demek ki özel bir şey değildi ki hoparlöre almıştı, dinlemekte bir sakınca yoktu.
‘’Huriye Hanım merhabalar, Ceyhun Uluç Korkmaz ben. Randevuma gelemeyeceğim maalesef, son dakika haber edebildim kusuruma bakmayın. Yarın veya bir başka gün için randevu oluşturabilir miyim acaba?’’
‘’Merhabalar Ceyhun Bey, hemen kontrol ediyorum bir dakika bekleteceğim sizi.’’ Karşı tarafta birkaç saniye sessizlikten sonra kadın konuşmasına devam etti. ‘’Salı günü öğlen ikide bir boşluğumuz var, sizin için uygun mudur?’’
‘’Olur olur, teşekkür ederim Huriye Hanım.’’
‘’Ne demek rica ederim, iyi günler.’’
‘’İyi günler.’’ Telefon kapanırken bu randevunun neyle ilgili olduğunu merak etmiştim elbette ancak soracak değildim. Çok fazla meraklı gibi görünmek istemiyordum.
On dakika sonra arabadan indiğimizde; köşeleri altın renginde olan kapının üzerinde, yine altın renginde yazılmış ‘’YALDIZ KUYUMCULUK’’ yazısı ile bakışırken Uluç da yanımda dimdik duruyordu. Dediği gibi gerçekten de kuyumcuya gelmiştik. ‘’Bu kadarına gerek var mı gerçekten?’’
Gösterişli mekandan gözlerimi ayırıp boyundan ötürü başımı kaldırarak yanımdaki adama bakmıştım. O ise beni görebilmek için tam tersine bakışlarını indiriyordu. Pekala boy farkımız olabilirdi bir yirmi santim kadar ama o kadar da tuhaf durmuyordu bence.
Dursa ne olacak ki, gerçek nişanlın mı ki yakışıp yakışmadığımızı düşünecektim?
‘’Evet gerekli, dediğin gibi yüzükten ötürü inanmamış. Ayrıca oldukça zengin biri, benden daha iyi biliyorsun mal varlığını. Kim bilir gerçek sahte ayrımı yapabilir belki ya da bir şekilde öğrenebilir, o yüzden işi riske atmaya gerek yok. Birer tane yüzük almakta fayda var.’’ Bu aşamaya hangi ara gelmiştik kestiremiyorum. Uluç’la bu oyuna devam edeceğimizi sesli bir şekilde kabul etmemiştim bile ama şu an onunla birlikte yüzük bakacak olmak beni kabul etmiş bir durumu sokuyordu. ‘‘Hadi, girelim.’’
Kapıyı araladığında ilkin ben girmiş ardımdan o da hemen adımını atmıştı. Bizi gören şık bir takım elbise giymiş, kırklı yaşlarında, hafif göbekli bir adam gülümseyerek bize yaklaştı. ‘’Hoş geldiniz, buyurun.’’
‘’Merhabalar.’’
‘’Kolay gelsin, biz iki alyans bakacaktık.’’
‘’Tabii buyurun, nasıl bir şey arzu edersiniz?’’ Adamın oldukça ilgili çıkan sesi ve kibar konuşması samimiyetten çok uzaktı. Sanki yağcılık yapıyor gibiydi.
Kendisi kolye, yüzük, küpe ve daha çeşit çeşit takıların bulunduğu masa üstü vitrinin arkasına geçerken bize de çeşit bolluğunu göstermek istercesine vitrini işaret etti.
Birlikte vitrinin karşısına geçtiğimizde merakla yüzükleri incelemeye başladım. Nasıl bir şey seçeceğimi düşünmemiştim çünkü nişanlanmak aklımdan bile geçmediği için nasıl bir zevkim var diye bile düşünmemiştim bunca zaman. ‘’Benim için gümüş nişanlım için altın iki alyans istiyorus. Çeşitleri görebilir miyiz?’’
‘’Elbette.’’ Adam büyükçe mavi bir kutuyu çıkartıp masaya bıraktı. Üzerinde sürü altın alyans vardı. ‘’Nasıl bir şeyi arzu edersiniz hanımefendi?’’ Gözlerim yüzükleri turlarken bir tanesi gösterip parmağımla işaret ettim. ‘’Çok abartı bir şey olsun istemiyorum, şu olabilir belki.’’
Gösterdiğim alyans sıradan düz bir yüzüktü. Bir çok kişide gördüğümüz alyanstı aslında. Satıcı tam onu yerinden çıkartıyordu ki Uluç başka bir yüzüğü işaret etti. ‘’Bence bunu denemelisin.’’ deyince gösterdiği yüzüğe baktım.
Düz, diğerine göre daha köşeli bir alyanstı ancak bir köşesi tamamıyla minik beyaz taşlarla çevrelenmişti. İstediğim gibi sadeydi ama aynı zamanda şıktı da.
Sarraf ,eminim daha pahalı olduğu için, memnuniyetle ve saki vazgeçmemizden endişelenir gibi aceleyle Uluç’un gösterdiği alyansı kutudan çıkardığında sağ yüzük parmağım ataktım. Gerçekten güzel durmuştu, sadece biraz boldu. ‘’Bence çok yakıştı hanımefendi.’’
Sarrafın yorumuna ufak bir tebessüm gönderip yeniden parmağıma çevirdim bakışlarımı. ‘’Beğendin mi?’’ Yüzüğe gülümseyerek bakaya devam ettiğimi fark edince hemen dudaklarımın kıvrımını düzelttim. Aptal ve sanki nişanlanmaya çok meraklıymışım gibi durmamışımdır umarım. ‘’Beğendim.’’
‘’Pekala, ben de gümüş olan diğer eşini alayım o halde.’’ Uluç da aynı alyansın taşsız halini alırken adam parmak ölçülerimizi ve isimlerimizi öğrenip yüzüğü yapması için kendinden daha genç bir kadına verdi. Kadın yüzüklere işlemleri yapması için arka tarafa bir yere gittiğindeyse biz de Uluç’la koltuklara geçip ikram edilen çayları yudumlamaya başladık.
İçim hiç rahat değildi. Batından zaten korkarken şimdi bir de yetmezmiş gibi Ceyhun Uluç için de endişelenecektim. Her şey beklenirdi o psikopat adamdan ve Uluç’a da zarar verebilirdi.
‘’Korkma daha fazla, elbet bir yolunu bulacağız.’’ Ceyhun Uluç endişelerimin farkına varmış olacak ki kelimeleriyle beni teselli etmeye çalışıyordu. Nasıl bulacaktık ki? O adamdan nasıl kurtulabilirdim. Batın’ı tanıyalı daha çok olmamıştı ama tanıdığım kadarıyla biliyordum ki o kendi isteği ile bir şeyden vazgeçmedikten sonra kimse onu vazgeçiremezdi.
Dakikalar sonra yüzüklerimize işlemleri yapıldığında ödemeyi yapıp çıkmıştık.
Ödeme yapılırken küçük bir karmaşa yaşanmıştı elbette. Yüzüklerin fiyatını ben ödemek istesem de Uluç kesinlikle karşı çıkmış ve reddetmişti. Israr ettiğimde yüzükleri erkek tarafının aldığını söyleyerek beni durdurmaya çalışmıştı. Sanki normal bir şekilde nişanlanıyorduk da benden gelenekleri yerine getirmemi istiyordu.
En sonunda birbirimize hediye alma gibi olsun diyerek onun yüzüğünü ben benim yüzüğümü o almış ve böylece anlaşmıştık. Şimdi ise arabasına binmiş eve gidiyorduk. Beni eve bıraktıktan sonra o da işlerine dönecekti.
Sessiz bir şekilde ilerlerken yan gözle Uluç'a baktım. Her zamanki halindeydi, araba kullanırken bile dimdikti. Nasıl bu kadar dik durmayı başarıyordu anlamıyorum. Ben bazen o kadar eğilmiş bir halde oluyordum ki bunu fark edip belimi dikleştirdiğimde uzamış gibi hissediyordum.
Omuzları geriye doğru yaslanmış başı dik bir şekilde kalkmıştı. Sol eli direksiyonda, sağ eli ise viteste duruyordu. Bir süredir tıraş olmadığı hafif uzun olan sakallarından belliydi. Saçı yine hafif sağa ve geriye doğru taranmıştı fakat biraz da dağılmıştı sanki. Ancak yine de bu dağınılık bile sanki bilerek yapılmış gibi bir görüntü sunuyordu, gerçekten yakışıklı bir adamdı. Ancak sabahki yorgunluğu hâlâ üzerindeydi. Sanki içinde bir yorgunluk vardı da bu yüzüne yansımış gibiydi.
Vitesteki eline baktığımda parmaklarında dolandı gözlerim bir süreliğine. İnce sayılmazdı parmakları ama oldukça uzundu, ten rengine göre de bronzlaşmış duruyordu. Sıcak soğuk demeden görev başında olmak yıpratıcı da olabiliyordu demek ki. Avcu büyüktü, vitesten taşacak kadar büyüktü.
Ellerimiz bile o kadar farklıydı, nasıl böyle bir işin içine düşüp bir araya gelebilmiştik? Benim avcum ve parmaklarım küçüktü, beyazdı, inceydi onunkiler ise tam tersi. Benim parmaklarım kitap hatta çoğu kez klavye tutarken onun elleri silahlar, tüfekler, mermiler tutardı.
Elini süzmeyi bırakıp sadece yüzük parmağına odaklandım. Daha yarım saat öncesine kadar boş olan parmağı benim aldığım yüzük ile süslenmişti. Yeni olduğu parlamasından anlaşılan yüzük ben buradayım der gibi bağırıyordu adeta. ‘Bak senin derdin yüzünden ben şuan hiç bunları hak etmeyen birinin parmağındayım’ diyordu.
Evet, hiç hak etmeyen biri benim derdimi üstleniyordu. Sıkıntıyla soluduğumda gözlerimi de yola çevirdim. Onu bu işe bulaştırmış olmak kötü hissettiriyordu.
Sessizlik içinde eve vardığımızda kemerimi çözüp ona döndüm. ‘’Teşekkür ederim, her şey için ama son kez sormak istiyorum yine de. Emin misin?’’ İçim hiç rahat değildi. Benim yüzümden tehlikeye girmiş olmasını kabul etmek istemiyordum. Eğer ‘hayır emin değilim, vazgeçtim dese’ anında yüzüğü çıkartır ve Batın’a nişanı bozdum derdim.
‘’Eminim, elimden geldiğince yardım edeceğim sana. Şimdilik bu nişan yalanından başka bir şey yapamıyor olsam da bulacağım, bulacağız.’’ Emindi. Bir yola girmiştik yalan da olsa. Devamını getirecektik yalan da olsa, dediği gibi yapacağımız başka bir şey yoktu. Umarım bulurduk. ‘’Peki ancak dikkatli ol lütfen. Benim yüzümden başın derde girsin istemiyorum.’’
‘’Emin ol mesleğim gereği daha tehlikeli anlar yaşadım hem de defalarca, o yüzden benim için endişelenme.’’ Haklı olabilirdi ama yine de endişemi gidermiyordu bu gerçeklik. ‘’Eğer bir şey olursa sen de hemen bana haber et, tamam mı? Ne zaman, hangi durumda olursam olayım geleceğim. Numaramı vereyim sana istediğin zaman arayabilirsin.’’ Söyledikleri kalbimde bir yerlere dokunurken göğsümden mideme doğru bir yanma hissi oluştu sanki. Ne zaman olursa olsun benim için geleceğini söylüyordu ve asla yalan söyler gibi değildi.
Bu his, bu sahiplenme duygusu daha doğrusu birinin desteğinin varlığını hissetmek benim için yabancıydı. Bunca sene yalnızlığımı bir kez olsun hissetmediğim an olmazken Uluç’un ‘’geleceğim’’ adeta ‘’ben varım’’ deyişi hiç tatmadığım duyguları yaşatıyordu.
Başımı sallayıp hafifçe tebessüm ettim. ‘’Teşekkür ederim, her şey için.’’ Sesim biraz duygulu çıkarken bunu ikimiz de beklemiyorduk. Daha fazla kalmak istemeyerek numarasını aldım ve onu da bir defa çaldırdıktan sonra kapıyı açıp arabadan indim. ‘’Görüşürüz.’’ Diyerek vedalaşıp kapıyı kapattım ve karşılığında baş sallayışı aldıktan sonra eve girdim.
İlk işim üzerimi değiştirip namaz kılmak oldu. Daha sonra ayak üstü bir şeyler araştırıp koltuğa uzandım. Hiçbir şey yapasım yoktu. Hele ki Batın’ı araştıracak şeyler yapasım hiç yoktu. Aklım Batın, Uluç ve olanlar arasında dolanıp duruyordu. Endişe, koru ve hiç olmaması gereken ama olmasına engel olamadığım duygular içinde gelip gidiyordum.
Mutluydum da. Bu duygu bu günlerde belki de olmaması gerekirdi, saçmaydı ama mutluydum. Uluç'un yardımı yıllardır beklediğim bir sır gibiydi. Yanımda birinin varlığını hissediyordum ve bu bana mutluluk veriyordu. Yalnız olmadığımı hissettiriyordu.
Ona karşı farklı duygular hissetmiyordum, emindim bundan. Bu mutluluğun sebebi yıllarca hissetmek istediğim duygulara olan açlığımdı. Şimdi bu durumda olsa bile o duygulardan bir lokma dahi nasiplenmek mutlu olmama neden oluyordu.
Düşünceler arasında vakit akıp giderken sadece vakti giren namazlarımı kılmıştım. Saat ise on biri vurduğunda uyumanın en iyi olacağını düşündüm. En azından düşünmeyi böylece bırakabilirdim.
Yatak odasına geçip uzun kollu takım pijamalarımı üzerime geçirdim. Gece lambasını yakıp ışığı söndürerek yatağa geçtiğimde tüm düşünceler zihnimdeyken uykuya daldım.
***
Bir şeyin gürültülü sesi ile gözlerimi açtığımda saat henüz geçti. Etraf hâlâ karanlık ve güneşin doğmasına epey var gibi duruyordu.
Odanın dışından bir ses gelmişti, bir şey kırılmış gibi bir sesti. Anında korku tüm benliğimi ele geçirmeye başlarken hızlıca yataktan çıkıp etrafı kolaçan ettim, odada kimse yoktu.
Kalbim normalden daha hızlı atarken sakin adımlarla kapıya ulaşıp dışardan ses dinledim ancak başka ses yoktu. Cesaretimi toplayıp kapıyı açtığımda gözlerim koridoru taradı ve bir karaltı gördüm. Bu defa ellerim dahi titremeye başlamıştı. Şu an evde yalnız değildim, biri veya bir şey vardı.
Aklıma ilk gelen Batın olmuştu, gelmiş olabilir miydi?
Kapıyı gerisin geri kapatırken kilitlemeyi ihmal etmemiştim. Telefona doğru adım attığımda gözüme köşedeki sandalyeye bıraktığım başörtüm dikkatimi çekti. Ne olur ne olmazdı, tesettürümü korumak istiyordum.
Hızlıca örtüyü başıma alıp bir iğne ile çenemin altında sabitledim ve hemen telefonuma sarıldım. Polisi arayacaktım, normalde yardım etmiyorlardı ama evime giren birini de görmezden gelemezlerdi.
Aklıma aylar önce indirdiğim ve şükür ki hiç kullanmamı gerektirmeyen KADES uygulaması geldiğinde onun daha hızlı olacağını düşünüp oradan yardım istedim. Tüm bilgilerim kayıtlı ve konumum açıktı, en yakındaki ekip buraya gelebilirdi.
Korkum gerçekten çok yüksekti. Herhangi bir hırsız girmiş olabilirdi ki bu da tehlikeliydi ancak Batın'ın gelmiş olma ihtimali çok daha korkmama sebep oluyordu.
Telefonumu karıştırdığımda kendimi Uluç'u ararken buldum. Nedendi bilmiyorum ama şu an yanımda olsun istiyorum. Ona güvenebilir miydim bilmiyorum ama polislerden bile daha çok güvenliğimi düşüneceğini hissediyorum. Bilmiyorum belki de korkumu biraz olsun onun sesi ve varlığı ile azaltmak istiyorum.
Hem beni eve bırakırken ne zaman olursa olsun arayabileceğimi söylemişti. Şimdi aramayacaktım da ne zaman arayacaktım ki?
Numarasına tıklayıp açmasını beklerken odada dört dönüyordum adeta. Telefon uzun uzun çalıyordu ancak açan yoktu. Bu sırada kapı kolu yavaşça aşağı indi ancak kapı kilitli olduğu için açılmadı, korku ve endişeden az daha çığlık atacaktım.
Uluç tarafından tam ümidimi kesiyordum ki karşı taraftan Uluç'un uykulu ancak daha çok endişeli sesi ulaştı kulaklarıma. "Aysima, iyi misin? Bir şey mi oldu?"
Görecekmiş gibi başımı sallayıp kısık sesle konuştum sanki benim burada olduğumu anlamamışlardı. "Uluç, evde biri var? Yatak odasına girmeye çalışıyor."
"Tamam, korkma. Ben geliyorum hemen, polise haber ettin mi?" Kapı açılmadığı için zorlanırken ağlamanın eşiğindeydim. Yetişemeyeceklerdi. Ne Uluç ne de polisler yetişemeyecekti. "Evet haber verdim."
Biz konuşurken Uluç'un hareketlenmeye başladığına dair sesler geliyordu. Muhtemelen evden çıkmıştı bile ancak yetişemeyecekti. "Nolur çabuk gel, şimdi girecekler içer- aaa" Daha lafım bitmemişti ki kapı büyük bir gürültüyle açıldı. Yüzlerini göremediğim iki adam içeri girmişti. Ağzımdan bir çığlık koptuğunda aklıma ilk gelen pencereye koşmak oldu. Pencereyi açıp yardım isteyebilirdim, değil mi?
Ancak daha pencereye ulaşmadan ağzım koca bir el tarafından kapatıldı. Arkamdaki adam bir eliyle ağzımı kapatıp sesimi engellerken diğeri eli ve koluyla omuzlarımdan sıkıca tutup bedenimi kendine bastırıyordu. Karşımda bir adam daha vardı ki bu adamı tanıyordum, Çetin. Batın çoğu kez Ece'yi almaya geldiğinde Çetin de olurdu yanında.
Çırpınışlarımı bastırmak için o da boş durmamış belimden sıkıca tutmuştu. Bu sırada telefonum da elimden kayıp zemini buldu.
Aklıma buradan çıkartılıp Batın'ın yanına gitme düşüncesi gelirken daha fazla çırpınıyordum. Onun yanına gidemezdim, Batın'ın yanında olamazdım. Ona götürülecek olmak çok korkutuyordu. Ancak ne kadar çırpınsam da burnuma ve dudaklarıma hangi ara tuttuklarını anlamadığım ilaçlı bez hareketlerimi yavaşlatıyor ve bilimcimi bulanıklaştırıyordu.
Gidemezdim, gitmemeliydim.
Ayaklarımın beni taşıyamayacağını hissettiğimde hatırladığım son şey sırtımdaki ve bacaklarımdaki kollarla bedenimin havalandırılmasıydı.
Bitiyor muydu? Yeni yeni düzene sokmaya başladığım hayatım elimden yeniden kayıp gidiyor muydu?
Gitmemeliydi,
Gitmesindi…
.
.
Herkese yeniden merhabalar. Umarım beğenmişsinizdir. Lütfen yıldız atmayı unutmayın.
Görüş ve yorumlarınıza her daim açığım. Yorum yapmayı lütfen ihmal etmeyin
Sizleri seviyorum. Gelecek bölüm görüşmek üzere.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 803 Okunma |
57 Oy |
0 Takip |
15 Bölümlü Kitap |