
Keyifli Okumalar🌹
(Lütfen beğeni ve yorum yapmayı ihmal etmeyin. Teşekkürler)
***
Çaresizlik; insanı yoran, canını yakan en büyük ve acımasız duygulardan biri…
Ben tam da o duygunun içindeydim şimdi. Yapacak hiç bir şey yoktu elimde. Çaresizliğimle kalakaldım, elimden bir şey gelmiyordu. Tüm yolları denedim, en ufak çözüm bulabileceğim ihtimali kullandım ama hiç bir sonuca varamıyorum. Ne yaparsam yapayım kurtulamıyorum çaresizliğimden, o adamdan. Bir uçurma doğru gidiyorum. Şimdi ise kendimle beraber suçsuz bir insanı da sürüklüyorum o uçuruma...
***
Gecenin bir vakti çalan telefonla zorlukla açtı gözlerini genç adam. Başta beyninin içinde duyduğu telefon sesini bastırmaya çalışsa da başaramamış ve oflayarak elini uzatıp telefonunu almıştı.
Bu saate kim arıyor olabilirdi ki? Biliyordu, saat henüz daha çok erkendi. Belki uyuyalı bir saat bile olmamıştı çünkü gece boyunca Aysima’yı, hayatına ansızın giren kadını ve onu başındaki beladan nasıl kurtarabileceğini düşünmüştü.
Zor günler geçiriyordu, hem de çok zor. Son gittiği operasyon onu darmadağın etmişti adete. Öyle ki bir süre izne bile ayrılmıştı. Aslında kendisi istememiş komutanı ve doktorlar onu buna zorlamıştı.
Şimdi izinde olan bir askerdi, Aysima’ya asker kimliği ile şu aralar yardım edemezdi ki izinde olmasa bile nasıl edebilirdi bilmiyordu. Onun işi operasyondu. Dağlarda veya yurt dışında ya da yurdun içinde yapacağı operasyonlara katılmaktı onun görevi. Saçma sapan bir adamın manyaklığına nasıl engel olabilirdi ki bu vaziyette.
Saatler boyunca ne yapabileceğini düşünmüş ancak bir yol bulamamıştı. En sonunda yorgunluğa daha fazla dayanamayarak uykuya teslim etmişti kendini. Şimdi ise zorla uyandırılıyordu uykusundan.
Eline aldığı telefonuna kısık gözlerle bakmaya çalışırken gördüğü isim anında zihninin de uyanmasını sağladı. ‘AYSİMA’ yazıyordu telefonda. Gözleri saati bulurken daha fazla bekletmeyip telefonu açtı. Bu saatte ne olmuş olabilirdi de arıyordu ki?
"Aysima, iyi misin? Bir şey mi oldu?" Endişesi sesine yansırken bunu düşünmemişti bile. Yataktan fırlamış hızlı adımlarla yatak odasından çıkmıştı.
"Uluç, evde biri var? Yatak odasına girmeye çalışıyor." Duyduğu korku dolu ses kendisinin de korkmasına sebep olurken hiç beklemeden koridoru aşmış ve arabasının anahtarını alarak evden çıkmıştı. Evde biri var da ne demekti? Aklına tek bir isim geliyor ve korkunun yanında öfke de istila ediyordu bedenini.
"Tamam, korkma. Ben geliyorum hemen, polise haber ettin mi?" Asansörün düğmesine ardı ardına basarak gelen asansöre bindiğinde endişesi artıyordu genç adamın. Bir an önce varmalıydı o eve. "Evet, haber verdim."
Hızlı hareketlerle otopark alanına inen asansörden çıkarak arabasına bindi. "Nolur çabuk gel, şimdi girecekler içer- aaa" Daha henüz arabayı çalıştırmıştı ki Aysima’nın yarım kalan cümlesi ve çığlığı ile endişesi hat safhaya ulaşmıştı. ‘’Aysima!’’ Sesini duyurmak istedi ve karşı taraftan bir tepki bekledi ancak boğuşma seslerinden başka bir şey duymadı.
‘’Aysima! Aysima cevap ver!’’ Araba son sürat ilerlerken yarım saatlik yolu en kısa sürede aşmayı hedefliyordu. Geceydi, yolda pek araba yoktu.
Bir süre sonra sesler kesilmişti, geriye sessizliğin boğucu çığlığı kalmıştı. Telefonunu yan koltuğa fırlatırken gaza iyice yüklendi. Yetişmeliydi, o kızı korumalıydı. Daha sabah söylemişti yanında olacağım diye. Onu yalnız nasıl bırakırdı?
Bu sırada Aysima’nın çırpınmayı bırakmasıyla bayıldığını anlayan adamlardan biri kızı kucağına almış ve derhal odadan ayrılmışlardı. Girdikleri mutfak balkonu kapısını kullanarak dışarı çıktıklarında genç kadını arabanın arka koltuğuna yatırıp kendileri de ön koltuklarında yerini aldılar. Araba hareket edip uzaklaşırken arkadan duydukları siren sesine karşılık polislerin geç kalmışlığına ise sırıtıyorlardı sadece.
‘’Alo abi, aldık kadını.’’
‘’Tamam, bu taraftaki depoya getirin. Ben de çıkıyorum şimdi .’’ Batın sağ kolu Çetin’e komutu verdikten sonra kolları arasında uyuyan kadının saçlarına öpücük kondurup yataktan çıktı. Gece evden ayrılacağını bildiği için üzerini değiştirme zahmetine girmemişti. Bu yüzden yatağında uyuyan kadına son kez baktıktan sonra evden ayrıldı.
Polisler Aysima’nın evine geldiklerinde çalmaya başladıkları kapıdan ne bir ses vardı ne de kapıyı açan biri. Yanlış adrese gelmiş olabileceklerini düşünürken arka taraftan diğer polis mutfak balkonu kapısının açık olduğunu söyleyince komiserlerden biri oraya yöneldi.
Yerde kırık cam parçaları vardı. Belli ki eve girenler karanlıkta dikkat etmemişler ve cam sürahiyi devirip kırmışlardı.
İki polis evi aramaya koyulduğunda biri diğerleri için kapıyı açmaya gitti. Evin tüm odalarını aramışlar ancak herhangi birini bulamamışlardı ama yine de evden yeni ayrılındığını anlamışlardı bozuk yatakla. Umutsuz bir şekilde evde dolanırlarken Ceyhun Uluç arabasını hızla durdurup açık kapıdan koşar adım içeri girdi. Polis arabalarını görünce umutlansa da içinde korku devam ediyordu. Yetişemediğini düşünüyor ve bu düşünce içini paramparça ediyordu.
İçeri girince polislere bile aldırış etmeden aramaya koyuldu Aysima'yı. Ama yoktu hiçbir yerde. Korktuğu şeyin gerçekleştiğini fark ederken endişesi her geçen saniye mümkünmüş gibi artıyordu.
İki polis genç adamı zorlukla durdurduğunda kendini asker olarak tanıtmış ve Aysima’nın onu aradığını söyleyebilmişti.
En sonunda burada yapılacak bir işin olmadığına karar verdiklerinde evden ayrıldılar. Ceyhun Uluç da ifade vermek için polisleri karakola kadar takip etti. Bunu yapan kişiyi elbette tahmin ediyordu. Aysima'ya bunu yapacak başka biri yoktu, en azından başka biri olduğunu bilmiyordu. Belki daha önce sistemine sızdığı biri de olabilirdi ancak Ceyhun Uluç, Batın Cevahir’den şüpheleniyordu sonuna kadar. Bu günkü tavrı ve öğrendikleri başka bir ihtimale izin vermiyordu.
İçten içe polislerin yine bir şey yapmayacaklarını düşünse de şansını deneyecekti.
Karakola varıp ifade verirken Aysima’dan öğrendiği her şeyi anlatmaktan çekinmedi. Neden kaçırılmış olabileceğini bilmeliydi herkes.
Polislerin, Batın’ın ismini duyduklarında verdikleri tepki elbette hoşuna gitmedi genç adamın. Nasıl gitsindi ki? Kim Batın gibi bir adamı karşısına almak isterdi? Kendisi almıştı ancak bu onun göreviydi. Aysima yardıma muhtaçken ona sırtını dönemezdi.
Polislere karşı umudu kırılmış olsa da gardını indirmedi. Bir yolunu bulacaktı, ne olursa olsun Aysima’ya yardım edecekti.
AYSİMADAN...
Uyuşmuş bedenim ve ağrıyan boynumla birlikte gözlerimi aralamaya çalışırken üzerimde bin ton ağırlık varmış gibi hissediyordum. Başımı güçlükle kaldırıp etrafıma bakmaya çalışsam da pek bir şey görememiştim çünkü etraf karanlık ve rutubet kokuyordu.
Ellerim arkadan bağlanmış olacak ki bedenimi hareket ettiremezken neler olduğunu anlamaya çalıştım. Saniyeler içinde yaşadığım şeyler aklıma gelirken endişe kalbimi sarmalamıştı.
Kaçırılmıştım.
Eve iki tane adam gelmiş ve beni gecenin bir vakti kaçırmışlardı.
Korkmaya başladığımda yeniden baktım çevreme ama güneş henüz doğmamış olacak ki etraf karanlıktı. Kaçırılmış olmam yetmiyormuş gibi karanlıktan ötürü de korkarken derin derin nefesler aldım. Şimdi bu korkunun ne yeri ne de zamanıydı ancak bir sorun vardı ki bu korkuyu kendi isteğimle kolay kolay gönderemiyordum, gönderemezdim.
Ellerimi oynatıp ipten kurtulmaya çalıştım. Elimi acıtmaktan başka işe yaramazken bağırmaya başladım. Belki dışarıda birileri vardı ve uyanmamı bekliyorlardı. ‘’Kimse var mı? Yardım edin!’’ Yardım edecek birinin olması muhtemel değildi ancak Batın bile olsa gelsin istiyordum çünkü bu karanlık depoda yalnız olmak daha çok korkutucuydu. Batın gelse sakinleşir miydim, emin değilim. Ama yine de yalnız benim varlığım olmazdı burada.
‘’Sesimi duyan var mı?’’ Herhangi bir ses veya hareketlilik duymazken gözlerimi kapatıp başımı eğdim. Ya kimse yoktu ya da beni duymazlıktan geliyorlardı.
Derin derin nefesler alırken ağlamamak için kendimi tutuyordum. Ancak buna engel olamadım çünkü kapalı gözlerimin önünden bir çok sahne gelip geçiyordu. Sadece bir tane değildi ki. Tüm hayatım kabus gibi üzerime çöküyordu.
Annemi ve babamı görüyor daha sonra hemen ardından yetimhanenin karanlık koridorlarını ve kazan dairesini anımsıyordum. Müdire annenin ateş saçan gözlerini unutamadan karanlık sokak zihnimde canlanıyordu.
Karanlık korkum tek bir anıya ait değildi. Tüm hayatım karanlıkla sarmalıyken birinden kaçsam diğerine toslamam kaçınılmazdı. Birini unutsam diğeri kendini hatırlatıyordu.
Gözlerimi açıp biriken yaşların daha hızlı akmasına izin verdim.
Şu an olsun istemiyordum. Böyle elim ayağım bağlıyken bir kriz geçirmek istemiyordum. Bu halimle kendimi yatıştırmak çok zor olacaktı. Ama bu kriz denen şey istediğimde gelip giden bir şey değildi ki. Ne kadar istemesem de sarıp sarmalardı tüm benliğimi.
Kendime buranın ne anne babamın evi olduğunu ne yetimhane olduğunu ne de karanlık bir sokak olduğunu hatırlatmaya çalıştım. Kabusum olan yerler değildi burası. Belki benzer bir yerdi ama o üçünden biri değildi. Oradaki yaşadığım şeyler geçip gitmişti. Şimdi bir kabus yaşamayacaktım.
Yaşamayacaktım değil mi? Bir de Batın yaşatmayacaktı, değil mi?
Başarabilirdim, bu krizi kaç kez geçirmiştim ve her defasında tek başıma atlatmıştım şimdi de yenebilirdim onu. Kendime sürekli tekrar ederek nefes alırken nefes almam zorlanmayı azar azar bırakmıştı artık.
Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama havanın zifiri karanlığı kırılmış yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı etraf. Ortama girmeye başlayan güneş ışınlarıyla biraz da olsa sakinleşmiştim.
Çok zaman geçmemişti ki karşımdaki kapı açıldı. İçeri önce bir adam girdi sonra da bir başkasının girmesi için kenara çekildi. Başta seçemediğim yüzü yaklaştıkça tanırken korku ve öfke parmak uçlarımdan derimin altına kadar işledi. Bu kadar ileri gidebileceğini, beni kaçırabileceğini tahmin etmemiştim.
Yavaş adımlarla karşıma geçip durduğunda yüzünde benim aksime alaylı bir ifade vardı. Nasıl olmasındı ki? Tüm işler onun istediği gibi tıkırında işliyordu. ‘’ Günaydın, sonunda uyanmışsın. Nasıl rahat edebildin mi bari hm?’’ Dalga geçmesi ve bunu hem sesine hem yüzüne yansıtması daha da sinirlerimi oynuyordu. Karşısında aciz gibi oturmak öfkemi artırıyordu.
‘’Ne işim var burada benim, sen ne yapmaya çalışıyorsun?’’ Korkuyor olsam da suspus oturacak değildim elbette. ‘‘Derhal bırak beni?’’
‘’Biraz sabırlı ol, daha yeni geldik. Dur biraz sohbet edelim.’’ Birkaç adım atarak sağ tarafımda durdu. Yüzüme doğru eğilince başımı ondan uzaklaştırdım. ‘’Hiçbir şey demeden bırakacak olsam niye kaçırayım seni Aysima. Sakin ol, konuşuyoruz şurada.’’
‘’Ne konuşmasından bahsediyorsun sen? Dalga mı geçiyorsun benimle?’’ Benim sinirlerimle oynamak hoşuna gidiyor olmalı ki ukalaca sırıttı. ‘‘Dalga falan geçmiyorum, seninle konuşmak istiyorum o yüzden getirdim seni buraya.’’
Şaşırarak baktım be defa. Sadece konuşacak mıydı? Konuşmak için mi kaçırmıştı yani? ‘’Sırf konuşmak için mi kaçırdın beni gecenin bir vakti?’’
‘’Ne o, başka şeyler de mi bekliyordun yoksa?’’ Sustum, cevap vermedim. Açıkcası karanlık korkumdan ötürü Batın’ı, yapacaklarını düşünmemiştim bile ama sadece konuşmak için kaçıracağını da tahmin edemezdim. ‘’Biliyorsun, artık evine geldiğimde rahatça konuşamıyoruz. Rahatsız edenler oluyor.’’ Uluç’tan bahsettiğini anlamam zor olmamıştı. ‘’Ben de o yüzden seni yanıma aldırdım.’’
‘’Sen- iyi değilsin sen. Hem senin gururun da mı yok. Nişanlıyım artık diyorum sana, yakında evleneceğim. Hâlâ nasıl-‘’
‘’Orada dur, daha düne kadar nişanlı bile değildin ki olsa bile umurumda mı, değil. Ben kimi, neyi ne zaman uygun görürsem isterim. Senin değil benim hazır olup olmamam önemli. Yani nişanlıymışsın umurumda değil.’’ Aşağılık adamın tekiydi. Nişanlı olmam bile onun için değer arz etmiyordu. ‘’Duyduğuma göre dün tüm gün nişanlınlaymışsın. Nasıldı, iyi eğendiniz mi bari?’’
Çatık olan kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken birkaç saniye sessiz kaldım. Bizi takip ediyor ve bunu çekinmeden söyleyebiliyordu. ‘’Sen bizi mi takip ediyorsun, sapık mısın sen?’’
‘’Eee sevgili nişanlınla neler yaptığını merak etmiyor değilim. Çırpınmalarınızı izlemek hoşuma gidiyor. Her neyse korkma bir şey yapacak değilim, bir kaç şey söyleyip salacağım seni.’’ Bunu zaten anlamıştım sadece konuşmak istediğini söylediğinde ama yine de bunu ondan duymak az da olsa korkumu yatıştırdı. Kötü bir şey yapmasından çok korkuyordum.
‘’Söyleyeceğin şeyler umurumda değil, hemen bırak beni.’’ Alaylı ifadesini bir kenara bırakırken kendisi de bundan sıkılmışa benziyordu. Karşımda kaşlarını çatarak durup ciddiyetle konuştu. ‘’Tamam, yeter artık; ben de seni daha fazla dinleyecek değilim. Bu saatte kızımı evde bırakıp geldim zaten, o uyanmadan yetişmem lazım. Diyeceklerimi iyi dinle.‘’ Bu defa ses çıkarmadım. Ne söyleyecekse söylesin ve bitirsin istiyordum.
‘’Aslında söyleyeceklerimden ziyade ne yapabileceğimi görmeni istiyorum.’’ Anlamsızca yüzüne baktım, devam etti. ‘’Kızım için her şeyin doğru olmasını istiyorum ama sen beni zorlarsan ne yapacağımı bil. Seni, kendi sıcacık yatağından almam dakikalarımı almadı. Ben istesem yanımdan kılını bile oynatamazsın. Ama sırf kızım için, Ece için hayatımıza güzelce dahil olmanı istiyorum. Ya o küçük aklını başına alır kabul edersin ya da ben kendi yöntemlerime başvururum.’’ Son cümlesinde parmağı ile başıma vurmayı ihmal etmemişti.
‘’Sen neden anlamak ve kabul etmek istemiyorsun. Seni istemiyorum, beni sevmiyorsun. Sırf Ece öyle istedi diye ikimize da hayatı zorlaştırıyorsun. O daha çocuk, küçücük. Unutur gider.’’ Sesim yalvarır gibi çıksa da bunu önemsemedim. Bir şekilde Batın’ı ikna etmeliydim yoksa vazgeçmeyecekti.
‘’Birincisi kızımın neyi unutup unutmayacağını bilir ve ben karar veririm. İkincisi ise emin ol hayat bana zor gelmeyecek. Evimde Ece’nin bakıcısı ya da annesi olmaktan başka bir nedenle bulunmayacaksın ve son olarak senin isteyip istememen, sevip sevmemen umurumda değil.’’ Etrafımda dolanmaya devam etti.
‘’Asla, asla böyle bir şey yapmayacağım. Beni öldürsen dahi yapmayacağım böyle bir şey.’’ Arkamda olduğu için yüzünü göremezken bir anda omuzuma belirip yüzünü yüzüme yaklaştırdı. ‘’Sen bana canlı lazımsın, cesedin işime yaramaz.’’ Başını geri çekerken etrafımda dolanmaya devam etti ‘’Şimdi sana iyice düşünmen için bir kaç günlük fırsat veriyorum, şu günlerde kararını ver. Önce o adamdan kurtul sonra tıpış tıpış benim kapıma gel. Yoksa işler artık benim istediğim gibi oynanacak. Ve yapacaklarımdan da ben değil sen sorumlu olacaksın.’’
Hiç bir cevap veremedim. Onun karşısında korkusuzca durmak istesem de olmuyordu. Elimde olmadan korkuyordum. Tüm cesaretim ve kelimelerim uçup gidiyordu. Normalde bile insanlardan çekinirken ondan korkmamam mümkün değildi.
Karşıma geçmiş sırıtarak konuşmasına devam etti. ‘’Şimdi seni bırakacağım ama nişanlına da bir hediye göndermeden olmaz değil mi?’’ Anlamaz gözlerle ona bakarken o, arkama ne zaman geçtiğini dahi görmediğim bir adamı başıyla bir şey yapmasını onayladı. Ondan sonra hatırladığım son şey başımın hemen altında, boynumda hissettiğim yoğun acı ve ağrı oldu.
***
Karanlık sokak korkum yine musallat oldu. Karanlık sokaktaydım ve o gün olanların aynısı yine yaşandı. O gün o sokakta ne yaşadıysam aynını yaşadım yine.
Ve yine çukurdayım. Bu defa sadece gördüm şey kahverengi gözler değildi. Siması apaçık görünüyordu. Yüzünün her bir hattı hatta normalde belli olmayan gamzesi bile belli oluyordu.
‘’Gel, tutun elime. Ben kurtarırım seni düştüğün çukurdan.’’ Elimi uzatıp parmaklarımla açık avcuna dokundum önce. Sonrasında sıkıca tutundum ve kendimi yemyeşil bir ormanda buldum. Etrafım cennet misali yemyeşilken içimde iki farklı duygu barınıyordu.
Bir tarafım umutsuzluk içindeyken diğer bir yanım her şeyden umutluydu. Bir yanım acıyla yoğruluyorken diğer yanım mutluluktan havalara uçacaktı.
Az önce eline tutunduğum Uluç’u aradı gözlerim. Benden birkaç adım ötede durduğunu görünce genişçe gülümsememe engel olamadım. Oradaydı; karşımdaydı, yine elini açmış ona gitmemi bekliyordu. "Gel, seni bekliyorum.’’ der gibi bakıyordu gözlerime.
Beklemedim, gözlerindeki ışıltı ve merhameti daha yakından görmek ve eline tutunmak istedim. Ama daha iki adım atmamıştım ki kalakaldım yerimde.
Arkamda kötü bir şeyin varlığını hissederken sol bileğimi tutan ele baktım ilkin. Gözlerim bileğin sahibini bulduğundaysa az önce içimde olan güzel duygular bir kuş gibi uçup gitti ve etraf adeta karanlığa gömüldü. Yemyeşil olan orman yanıp küle dönmüştü adeta.
‘’Sen, benimsin Aysima!’’ Celladımın sesi kulaklarıma uğradığında başımı iki yana salladım. Celladımdı o benim, son celladım…
Annem babam ilkti, onlar birlikte büyük bir cellattı. Sonra yetimhane ve en son da karanlık sokak… Şimdi ise o, Batın.
Aniden bileğimden tutup çekiştirdiğinde ardından ilerlemeye başladım. Gözümden yaşlar akarken kalbim de korkuyla göğüs kafesimi zorluyordu. Karşı gelmek istiyor, bağırmak istiyor ancak sesimi çıkaramıyordum. Sanki boğazımı bir şeylerle tıkamış gibiydiler. Ayaklarım bir birine dolandı ve düşmekten son anda kurtuldum.
Başımı çevirip Uluç’a batım, gözlerindeki merhamet ve ışıltı kayıptı artık. Korku ve endişe vardı. Arkamdan o da koşarken sağ elimi uzattım ona doğru ama uzaktaydı, çok uzaktaydı.
Birden önünü iki adam kestiğinde bana gelmesine engel oldular. Atacağı adıma izin vermiyor, kollarından tutuyorlardı.
Uğraştım, didindim. Batın beni hâlâ sürüklemeye devam ederken son gücümle bağırdım ve sesimi çıkarabildim. ‘’ULUÇ! ULUÇ!’’ Bakışları beni buldu, çaresizlikle baktı ve görüş açımdan kayboldu. Celladım olan adam öyle asılıyordu ki onu kaybettim.
Bir anda durduğumuzda etrafıma baktım. Bir uçurum kenarındaydık. Arkaya bir adım atsam düşecektim ve önümde ellerini bana uzatmış Batın duruyordu. Tam omzuma dokunmuş ittiriyordu ki çığlık atarak uyandım.
Nefes nefese ve titremeler içindeyken kendi çığlığımdan korkup yattığım yerden doğruldum. Kan ter içinde kalmıştım, az önce sadece kabusumda değil gerçekten de ağlamış olacağım ki yanaklarım ıslak görüş açım bulanıktı.
Derin derin nefeslenirken gözlerimi silip etrafıma baktım ve bir çift koyu kahverengi göze denk geldi bakışlarım. Uluç kabusumdaki kadar endişeyle bakarken gözlerinin kaygısı yüzüne de yansımış gibi duruyordu. Üzerime doğru eğilmiş ne yapacağını bilemez bir halde tereddütle bakıyordu. ‘’İyi misin?’’
Uluç telaşlı ve tedirgin dolu bir sesle konuşurken benim korkum ise hâlâ benimleydi. Sanki rüyada gibi, uyanamamışım gibi korkum devam ediyordu. Bedenimim hâlâ titriyordu.
Başımı iki yana salladım. Gözlerimden yaşlar akmaya devam ederken bir bardağa su doldurup uzattı. Elinden alıp bir kaç yudum içtim. Uluç bardağı yerine koyarken ben de yerimden iyice doğruldum. ‘’Kabus mu gördün, sayıklıyordun sürekli. Uyandırmaya çalıştım ama uyandıramadım.’’
Başımı sallayıp bir sakinleştikten sonra cevap verebildim. ‘’Evet, kabustu. Şimdi daha iyiyim.’’
Gözlerimi ondan çekip etrafta dolandırırken bir yatak odasında olduğumu fark etmem uzun sürmedi. Büyükçe bir yatağın içinde yatarken etrafı iyice turladı gözlerim. Benim odam değildi, Uluç’un evinde olmalıydık.
En son hatırladığım şey Batı'nın karşında sandalyede bağlı bir şekilde dururken ensemde hissettiğim yoğun acıydı. Ne olmuştu ki acaba? Buraya nasıl gelmiştim?
Merakımı giderecek olan şey Ceyhun Uluç olurken bakışlarımı ona çevirdim. ‘’Burası neresi, senin evin mi?’’ Sadece başını sallamakla yetindiğinde ben devam ettim. ‘’Ne oldu peki; nasıl geldim buraya?’’
‘’Anlatacağım hepsini merak etme. Ama şimdi dinlen daha sonra konuşuyoruz bunları. Sen iyi misin onu söyle? Sadece baygın olduğun için hastaneye götürmek istemedim seni ama kendini iyi hissetmiyorsan hemen gidebiliriz.’’ Başımı iki yana salladım, hastaneye gidilecek bir durumum yoktu. ‘’Gerek yok.’’
‘’Pekala, sen biraz daha dinlen. Sonra olanları konuşuruz olur mu?’’
‘’Hayır, ben iyiyim ama neler olduğunu merak ediyorum. Anlatır mısın lütfen?’’ Israr edeceğimi anlamış ve konuşmak istediğimi kabullenmiş olacak ki başını salladı. ‘’Pekala, konuşalım. Dün seninle konuştuktan ancak on beş dakika içinde varabildim eve. Ben geldiğimde polisler oradaydı. Sonrasında orada kalmanın mantıksız olacağını düşünüp karakola gittik ve ben ifade verdim.’’
‘’Buraya nasıl geldim peki, beni nasıl buldun?’’
‘’Polislere güvenmediğim için seni ben de aramaya karar verip bir arkadaşımla konuştum. O böyle şeylerle uğraşır; Batın’ın evi, mekanları neresiyse araştırmasını istedim. Sen arayınca evden üzerimi bile değiştirmeden çıkmıştım. Arkadaşım araştırma yaparken üzerimi değiştirmek için eve geldim. Üzerimi değiştirmiş yeniden evden çıkacaktım ki seni gördüm. Aşağıya bırakıp gitmişler seni.’’ Şaşkınca dinlerken gözlerim açık kalmıştı. Demek Batın’ın ‘’nişanlıma’’ hediyesi buydu. Beni bayıltmadan önce Uluç’a bir hediye vereceğini söylediğini hatırlıyorum.
‘’Anladım, teşekkür ederim her şey için.’’
‘’Buna gerek yok, asıl ben senden özür dilerim. Yanında olacağım deyip yalnız bıraktım seni.’’ Mahcupluğu yüzüne bile yansırken kendini suçlamasını istemedim çünkü onun hiçbir suçu yoktu. Bana yardım etmeyi kabul etmişti ama her saniye yanımda olacak hali yoktu ya. ‘’Senin bir suçun yok. Her şey o iğrenç adamın suçu.’’
‘’Her neyse, ben de konuştuklarınızı merak ediyorum ama dinlenmen lazım. Sen dinlen sonra konuşuruz.’’ Oturduğu yerden kalkıp dışarı çıktığında bir şey diyemedim. Bir başkasının hele ki bu bir başkası Uluç olurken onun yatağında yatıyor olmak tuhaf hissettiriyordu. Yatağın rahat olmadığını söyleyemem ama yine de değişik hissettiriyordu.
Aradan yarım saat geçerken Uluç yeniden odaya gelmemiş ve ben de uyuyamamıştım. Aklım sürekli Batın’a ve söylediklerine gidiyordu. Söyledikleri hem korkutuyor hem de endişelendiriyordu.
Haklıydı, beni gecenin bir vakti marketten bir şey alır gibi yatağımdan alıp götürmüştü. Bu onun için çok basitti ve bunu bana göstermişti. İstese beni hiç bırakmayabilirdi de.
Hepsi bu da değildi. Açık açık tehdit de etmişti. İstediği şeyi yapmazsam beni yanına almakla kalmayacak Uluç’a da zarar verecekti ve bu benim isteyeceğim son şey bile değil. Benim yüzümden bir başkasının hele ki Ceyhun Uluç’un zarar görmesini istemiyordum.
Belki de haklıydı Batın, bunca zamandır hep boşa uğraşıyordum. Eninde sonunda onun istediğine gelecektim. Bir karar vermeliydim artık. Ya kendimden vazgeçecektim ya da bu yolda yürürken yine kendimle beraber Uluç'u da tüketecektim.
Düşüne düşüne daha fazla kötü hissettiğimi fark ederek ve uyuyamayacağımı anlayarak yataktan doğruldum. Üzerimde hâlâ pijamalarım varken bu halle Uluç’un karşısına çıkmak istemiyordum. Üzerimdeki biraz uzun olsaydı bu kadar sorun etmeyebilirdim ancak kalçam ve bacaklarım dar pijama altımdan dolayı apaçık ortadaydı.
Ne yapsam diye düşünürken yanlış olduğunu bile bile Uluç’un dolabını açıp kurcalamaya başladım. Gittikleri operasyondan sonra dönüşte hâlâ kışlıklarını kaldırmamış olacak ki kazakları ön plandaydı. Belki hırka gibi bir şey de bulurum ümidiyle karıştırmaya devam ederken birden kapının tıklatılmasıyla yakalanmış gibi hissedip dolabın kapaklarını aceleyle kapattım. Hızlı adımlarla yatağın kenarına gelip daha fazla bekletmemek için ‘’Gelebilirsin’’ dedim.
Uluç kapıyı açıp gözleri beni bulduğunda beni ayakta beklemediği bakışlarından anlaşılıyordu. ‘’Uyuyorsundur sanıyordum.’’
‘’Yok, uyuyamadım.’’
‘’Tamam o zaman, kahvaltı hazırladım ben de. Uyumadıysan diye çağırmak istemiştim, madem uyuyamadın gel.’’ Başımı sallayıp dediklerini onayladım ama hâlâ çözemediğim bir problemim vardı. ‘’Lavaboyu falan kullanmak istersen şu kapı banyo, dışarıda da var. İstediğini kullanabilirsin.’’
‘’Tamam, sağ ol. Bir de bir şer rica edebilir miyim senden?’’ Ona sormak ve ondan istemekten başka çarem yoktu. Dolabını karıştırmak istemiyordum daha fazla. ‘’Tabii, buyur.’’
‘’Bana hırka ya da yelek gibi bir şey verebilir misin? Uzun bir şey…’’ Bakışları istemeyerekten mi oldu bilmiyorum ama üzerimde dolandığında yerimden rahatsızca kıpırdandım. Gözlerini hızlıca kaçırıp başını sallayarak dolabına yöneldi. ‘’Tabi ki vereyim.’’ Birkaç saniye içinde elinde uzun ince bir ceketle bana döndüğünde elindeki ceketi aldım. ‘’Teşekkür ederim.’’
‘’Rica ederim. Sen işini hallet ben de ekmekleri ısıtayım.‘’ Başka bir şey dememi beklemeden odadan çıkınca ben de fazla oyalanmayıp gösterdiği odadaki banyoya girdim. Yüzümü yıkayıp yamulmuş baş örtümü düzelttikten sonra Ceyhun’dan aldığım ceketi de giydim. Kendimi daha iyi hissederken onu daha fazla bekletmemek için mutfağa geçtim.
Mutfağa girince burnuma gelen kokularla gözlerim kapandı istemsiz. Az önce olmayan iştahım kokuyla kendini belli etmişti. Midemin guruldadığını hissettim bir an. Kapıda beni gören Uluç yüzüne güzel bir tebessüm yerleştirip konuştu. ‘’Gel, otur hadi.’’ Masada gördüklerim iştahımı daha da kabartmıştı. ‘’Çok güzel görünüyor her şey, ellerine sağlık.’’
Uluç masadaki birkaç eksiği de tamamlayıp oturunca yemeye başladık. Beni uyuyor zannederken simit ve börek alıp gelmişti. İştahım açıldığı için güzelce kahvaltımı ediyordum. Yaptığı omleti beğenmiş ve bunun için de minik bir övmeyi ondan esirgememiştim.
İlk defa bir başkasının evinde bulunuyor ve kahvaltı ediyordum. Daha önce altı yaşıma kadar anne babamın evindeydim sonrasında hep ya yetimhanedeydim ya da kaldığım KYK yurdunda olurdum. Ondan önce kimsenin evine gitmemiştim. Kimsenin evine gitmediğim gibi birkaç ay öncesine kadar misafir de ağırlamamıştım. Sadece bir kez Tuğba Hanım gelmiş o da birkaç belgeyi imzalattıktan sonra hemencicik gitmişti.
Bu duygular, başkaları için normal olan şeyler bana yabancı geliyordu. Bir başkasıyla kahvaltı etmek bile tuhaftı benim için. Yurtlarda kaldığım süre boyunca büyük bir yemekhanede onlarca kişiyle birlikte yerdik yemeğimizi ama ben her zaman bir köşeye geçer, kimseye karışmadan yemeğimi yer ve kalkıp giderdim. Kimseyle doğru düzgün konuşmazdım bile. Bu yüzden bu basit bir kahvaltı bile bana çok farklı hissettiriyordu.
Aradan geçen yarım saatte yavaş yavaş yemiş ve havadan sudan diyebileceğimiz şekilde muhabbet etmiştik sadece. Şimdi ise sadece çaylarımızı yudumluyorduk.
Gerçeği bir süreliğine görmezden gelmeye çalışmıştım ama her şey gün gibi açık ortadaydı. Daha bu sabah kaçırılmıştım ve şu an hiçbir şey yokmuş gibi kahvaltı ediyordum ama bir çok şey vardı. Aklımda Batın vardı, söyledikleri vardı. Eminim ki Uluç da bunları merak ediyordu. ‘’Böyle güzel bir kahvaltı havasını bozmak istemiyorum ama merak etmeden de duramıyorum.’’ Uluç düşüncelerimi doğrular nitelikte konuşurken gözlerine baktım. ‘’Ne oldu, neden kaçırmış seni? Yani bırakması elbette iyi bir şey ama birkaç saatliğine neden kaçırmış olsun ki?’’
Elimdeki çay bardağını masaya bırakıp oturduğum sandalyede doğruldum. ‘’Bana daha doğrusu bize gücünü kanıtlamaya çalışıyor, olan bu.’’
‘’Ne demek o?’’
‘’Neymiş istediği zaman onun yanında olabilirmişim, gücü her şeye yetermiş ama Ece için her şey doğru düzgün olsun istiyormuş falan filan. Benim direnişimi kırmak senin de bu işten, nişanlılıktan vazgeçmeni istiyor.’’ Söylediklerimi dinledikçe kaşları çatılırken yüzüne iğrenir gibi bir ifade takındı. ‘’Si*e-‘’ edeceği küfrü son anda durdurduğunda dişlerini sıktı. Benim yanımda kötü konuşmak istemediğini anlamıştım.
‘’Gelsin de vazgeçirsin bakalım. Başka ne dedi?’’
‘’Senden ayrılmamı söyledi. Bir kaç gün mühlet verdi düşünmem için. Eğer şu bir kaç gün içinde yanına gitmezsem işler onun isteği gibi olacakmış. 'Yapacaklarımdan ben sorumlu değilim' dedi. Anlayacağın zarar verecek bize. En çok da sana. Çünkü bana kızı için fiziksel bir şekilde zarar veremez ama sen...’’ endişeyle baktım yüzüne. Batın’ın benim yüzümden bir başkasına zarar verecek olması düşüncesi bile canımı yakıyordu. Sıkıntıyla soluyup devam ettim. ‘’Ben çok korkuyorum. Senin başını yakacak, neler yapacak kim bilir. O yüzden vazgeçelim artık. Ne olacaksa olsun.’’ Başka çarem yoktu, kararımı vermiştim. Batın bir şekilde istediğini alacaktı. En azından Uluç yanmayacaktı arada.
Söylediklerimle beraber Uluç'un yüz ifadesi değişip afalladı. Böyle bir vazgeçiş beklemiyordu benden anlaşılan. Ben de beklemiyordum kendimden daha bu geceye kadar, beni kolayca kaçırana kadar. ‘’Ne demek vaz geçelim? Pes mi edeceksin?’’
‘’Ya ne yapayım, kendimle birlikte seni de mi yakayım?’’
‘’Gerekirse evet ama-‘’
‘’Aması maması yok, eveti de yok. Bak Uluç, Batın çok güçlü bir adam ve tehlikeli. Bir çok şeyi yapabilecek güçte biri, eninde sonunda istediğini alacak. Ben bunu sana yapamam, eninde sonunda yanacaksam seni de yakamam. Ben bir uçurma doğru sürükleniyorum seni de arkamdan sürükleyemem. O yüzden bitsin her şey. Ayrıldığımızı söyleyeceğim ona.’’ Yüzü dehşete bürünmüştü adeta. Yerinde iyice dikleşip kaşlarını çattı. ‘’Hayır böyle bir şey olmayacak, tıpış tıpış ayağına mı gideceksin?’’
‘’Elbette hayır, savaşacağım hem de sonuna kadar ama tek başıma. Bu güne kadar nasıl tek başıma mücadele ettiysem yine tek başıma mücadele edeceğim. Bunun altından kalkamayacağım belki ama yanan sadece ben olacağım, sen olmayacaksın.’’
‘’Benim için endişelenmemen gerektiğini söylemiştim. Bu işin içinden birlikte çıkaca-‘’
‘’Hayır çıkamayacağız.’’ Konuşmasına izin vermeyip sözünü kestim. Daha fazla ısrar etmemeliydi, kabullenmeliydi. Ben her zaman yalnızdım, tüm sorunlarımı tek başıma göğüslenmeye alışıktım. Yine öyle olurdu, bu bana koymazdı.
İlk defa birinin yardımı hissetmek istemiş ve bunu kabullenmiştim ama bu benlik değildi. Ben yalnızlığa mahkumken, yalnızlıkla lanetlenmişken Uluç’un desteğini kabullenmem en başta aptallıktı zaten. ‘’Çıkamayacağız Uluç, biz ne yaparsak yapalım olmayacak. Adam evime girdi kendi evine girer gibi, alıp götürdü beni; bir şey yapabildik mi, hayır. İstese yine yapar ve biz yine bir şey yapamayız. Gücümüz yetmiyor ona karşı, yetmeyecek.’’
‘’Ama ben vazgeçmeyeceğim.’’ Oturduğu sandalyeden hızla kalkarken gözlerimin en derinlerine bakıyordu. ‘’Sen istesen de vazgeçmeyeceğim Aysima. Ben bir kere niyetlendim bu işe ve niyetimi bozmayacağım. Diyelim ki yapamadık, kaybettik beraber kaybederiz. Yalnız bırakmayacağım seni.’’ Gözlerine inanamayarak bakarken nefes almayı unuttum bir süre.
Beni yalnız bırakmayacağını söylüyordu. Benim yanımda olacağını söylüyordu. Bu şey, adını bile bilmediğim his içimi kaplarken tarumar ediyordu duygularımı. Aklım almıyordu, benliğim kabul etmiyordu.
Nasıl olurdu, nasıl diyebilirdi? Biri; daha birkaç ay öncesine kadar tanımadığım, sadece rüyama gördüğüm bir adam nasıl olurda kendinden bu kadar emin bir şekilde beni yalnız bırakmayacağını söylüyordu? Beni, yıllar boyu tek dal olarak yaşayan beni nasıl olur da yalnızlığıma itmezdi? Bu güne kadar yalnızlığımı kimse bozmazken o nasıl olurdu da bu yalnızlığı bitirmek istiyordu?
‘’Ben yalnız bırakmayacağım seni. Belki hep öyle oldu ama seni yalnız bırakan bir diğer kişi de ben olmayacağım Aysima.’’ Bu duyguya, bu desteği hissetmeye alışık değildim. Ne tepki vermeliydim bilmiyorum ama göğsümün üzerinde tarifi mümkün olmayan bir şeyin yeşerdiğini hissediyordum. Çok güzel bir şeyin ama bir o kadar da ağır bir şeyin…
‘’Neden?’’ Dudaklarımdan dökülen ilk şey bu nedendi. Gerçekten nedendi? Uluç’un diğerlerinden farkı neydi? ‘’Sen de gitsene, sen de bıraksana beni. Niye bu kadar ısrar ediyorsun?’’
Bir süre baktı yüzüme, tüm simamı saniyeler boyu turladı. Nedenini sanki yüzümde arıyor gibiydi. Söylemek istediğini söyleyemiyor gibiydi. ‘’Bir nedeni mi olmalı, isteyemez miyim sadece? Hem Yiğit’e yaptığın iyiliği nasıl unuturum da sana sırtımı dönerim. Senin desteğin olmasaydı belki de çocuk ölecekti, ölmese bile belki hastaneden çıkamayacak kadar kötüleşecekti. Ona yaptıklarını unutmam ve seni yalnız bırakamam.’’ Bu muydu, tek nedeni Yiğit miydi?
‘’Ece’de oradaydı, ona da yardım ettim, onu da korudum ama bunları yaşatan bizzat babası. Babası bunları yaşatırken sende nasıl bir minnettarlık duygusu var ki yeğenini koruyan birine bu kadar yardım edebiliyorsun.’’ Birkaç saniye baktı yüzüme ardından hemen konuşuverdi.
‘’O herifin minnet duygusu yoksa bu benim suçum mu? Hem hâlini, derdini bildiğim halde şimdi seni yalnız bırakırsam bu insanlığa girer mi? O yüzden artık vazgeçtim kelimesi dökülmeyecek dudaklarından ve ben de yanında olacağım sonuna kadar. O adam ne yaparsa yapsın birlikte direneceğiz.’’
Vazgeçmeyecekti. Benim için vazgeçmeyecekti. Israr etmeye devam etsem de değişen bir şey olmayacaktı yine, o yüzden etmedim artık. Benimle yanmayı kabul etmişti. İlk kez beni kor alevler arasına atan değil de benimle beraber o alevlerin arasına atlayan biri vardı ve bu da Uluç’tu.
***
Kahvaltıdan sonra Uluç’un evinde daha fazla kalmamış ve kendi evime gitmek için yola çıkmıştık. Tabi eve gitmeden öncesinde karakola gidip ifademi vermiştim.
Aslında bunu istememiştim çünkü hiçbir işe yaramayacağını biliyordum. Batın daha öncesinde rahatsız ettiğinde hep polise başvuruş ve hiçbir şey elde edememiştim ve şimdi de öyle olacaktı. İfademi verirken Batın’ın adını duyan her bir memurun yüzü solup anında değişmişti.
Bu yüzden asla gitmek istememiştim ama Uluç ısrar etmişti. Bir şey olma ihtimaline hâlâ tutunuyordu benim aksime.
Eve dönüş yolunda ise sadece yaşadıklarımı düşünüyordum, son haftalarda yaşadıklarımı. Hele ki dün gece aklımdan bir an olsun çıkmıyor ve bu başımı zonklatıyordu.
Araba evin önünde durduğunda Uluç gitmek istese de ona kahve içmeyi teklif edip ve biraz da ısrar ederek onu eve davet ettim. Bunca yaptığı şeye elbette bir kahve teşekkür yerine geçmezdi ama nedense onunla az biraz daha olsa birlikte vakit geçirmek istiyordum.
Eve girince ben üzerimi değiştirmek için odama geçtim. Önce lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım. Uluç olmasaydı kendimi anında banyoda bulurdum ama şimdi o varken banyo yapamazdım. Aynaya bakınca yüzümün o kadar solgun olduğunu fark ettim ki Uluç'un iki de bir iyi misin diye niye sorduğunu anlamış oldum. Gerçek bir hasta gibi görünüyordum çünkü.
Lavabodan çıkıp koridorda giderken kırık bir kapı beklemiyordum ama odamda kapıyı kapatmak isteyip de kapanmayınca gece olanlar bir bir düştü aklıma. Yatağım dağınıklığı ile duruyordu. Pencere kapatılmıştı, belki de polisler ya da Uluç kapatmıştı. Düşen telefonum komodinin üzerindeydi.
Sandalyeyi alıp kapının arkasına koyarak kapatmaya çalıştım. Uluç gelmezdi buraya ama lavaboya gitmek isteyebilirdi. Onun içinde odamın önünden geçmesi gerekirdi.
Dolaptan günlük bir elbise, baş örtüsü, iç çamaşırı ve çorap alıp yatağın üzerine koydum. Ardından önce Uluç'un ceketini sonra pijama ve çamaşırlarımı çıkarıp temizlerini giydim üzerime. Yatağımı toplayıp baş örtümü de bağlandıktan sonra çıkardığım kıyafetlerimi ve Uluç'un ceketini alıp banyodaki kirli sepetine koydum. Ceketi çok uzun giymemiştim ama sanki o deponun rutubet kokusu her yerime bulaşmış gibi hissediyordum. Cekete de geçmiş olabilirdi, yıkayıp verirdim geri.
Mutfakta hızlıca iki fincan kahve yaptıktan sonra salona geçip Uluç’a ikram ettim. Daha fazla olanlar hakkında konuşmak istemediğim için hiç o konuya girmeden günlük şeylerden konuştuk. ‘’Mücahit Komutan nasıl? Görmedim hiç onu.’’
‘’İyi, işleri yoğun bu aralar o yüzden gelemedi yanına. Belki sen gider görürsün.’’ Bundan emin değilim. Eskiden bile evden haftalarca çıkmazken artık hiç çıkmayı düşünmüyorum. ‘’Bilmem, belki.’’
‘’Hem diğerleriyle de tanışırsın. Onlar seni merak ediyor, kim bu bilgileri elde eden deha deyip duruyorlar.’’ Buna şaşırmadan edemedim, bu kadar merak edileceğimi düşünmemiştim. ‘’Estağfurullah, neyimi merak etsinler. Hem böyle daha iyi. Çok insan tanımaya gerek yok.’’ Onlar beni merak ediyor olabilirdi ama ben hiç etmiyordum. Hayatımda ne kadar az kişi olursa ben o kadar huzurlu olurdum.
‘’Hep mi böyleydi?’’ Dediğini anlayamayark yüzüne bakarken Uluç devam etti. ‘’Yani her zaman mı yalnızlığı sevdin?’’ Sevmedim, mecbur bırakıldım…
‘’Evet, yalnızlık bana huzur veriyor.’’ Bu doğru değildi ama gerçeği Uluç’a anlatamazdım. Buna mecbur bırakıldım diyemezdim. Neden diye soracaktı ve ben geçmişimin iğrençliğini bir kişi daha öğrensin istemiyordum. Bu konuda Mücahit Komutan’a minnettardım sonuna kadar. Mahremiyetime önem vermiş ve kim olduğumu sadece kendisi araştırmıştı.
Kahveden sonra Uluç dinlenmem için daha fazla kalmayıp gitti. Ben de o gidince hızlıca bir duş alıp yattım. Çok uykum vardı ve kendimi yorgun hissediyordum ki yatağa geçtiğim an kafamda milyon düşüne olsa bile anında uykuya daldım.
Uyandığımda saat öğlen ikiyi geçiyordu. Hemen yatağımdan kalkıp abdest alarak öğle namazımı kıldım, ardından kılamadığım sabah namazımı da kaza ettikten sonra namaz feracemi çıkartıp sabah giydiğim günlük elbisemi üzerime geçirdi.
Kapıyı tamir ettirmem gerekiyordu. Bu şekilde bozuk kalamazdım. İnternette küçük bir araştırma yaptıktan sonra bir tamirci bulup çağırdım. Adam yarım saat içinde işini halledip parasını aldıktan sonra gitmişti.
Batı'nı merak ediyordum. Polisler gene bir şey yapmazlardı ama o kadar ifade vermiştim, kaçıranın o olduğunu söylemiştim. Bunun altından nasıl çıkacaktı merak etmiyor değildim.
Gün bu şekilde akıp geçmişti. Bir ara Nihan gelmişti ve olanları ona anlatmıştım. Onu aramadığım için biraz söylenmiş sonrasında da özür dilemişti. Ona kızmıyordum, her dakika başı yanımda olamazdı, onun da işleri vardı ki Batın’ın bu kadar ileri gideceğini kimse düşünemezdi.
O gittikten sonra kafam dağılsın diye ilmi bir kitap alıp epey onunla vakit geçirdim. Beğendiğim ve yeni edindiğim bilgileri de bir not defterine yazdım.
Saat epey ilerlemişti ki Uluç aradı. İsmini telefonda görmem bile içimde bir şeylerin kıpır kıpır olmasına sebep olduğunda hiç bekletmeden yanıt verdim. ‘’Alo, efendim.’’
‘’İyi akşamlar Aysima, rahatsız etmiyorum değil mi?’’ Uluç ve rahatsız olmak, pek mümkün değil. ‘’Yok hayır, müsaitim.’’
‘’Sana iyi bir haberim var.’’
‘’Ne oldu?’’
‘’Batın.’’ Batın’dan iyi bir haber gelmiş olmasına imkansız desem abartmış sayılmazdım. ‘’Batın ve iyi haber? Batın ile ilgili güzel bir haber düşünemiyorum.’’ Karşıdan küçük bir kıkırtı duyuldu. ‘’Öyle ama gerçekten iyi haberlerim var. Karakoldaymış, verdiğin ifadeyle tutuklanmış.’’
Duyduklarıma inanamadım. Gözlerim kocaman açıldığında doğal bir tepki ile konuştum. ‘’Ne, nasıl? Tutuklanmış mı? Hem de ihabarımızla, öyle mi?
‘’Evet verdiğin ifade ile tutuklamışlar. Şuan tam olarak durumunu bilmiyorum ama geceyi karakolda geçireceği kesin.’’ Sevinç ve şaşkınlıkla kalakaldım birkaç saniye. Batın nasıl tutuklanabilirdi? Daha önce hiçbir şey olmazken bu defa ne olmuştu da tutuklanmıştı.
‘’Ben inanamıyorum, nasıl olur ki? Bir sorun çıkar mı acaba? Belki başka bir şeydir.’’
‘’Hayır, başka bir neden yok. Yarın ne olur bilmiyorum ama…’’ Uluç da güvenemiyordu, Batın’ı orada tutmak çok zordu. ‘’Teşekkür ederim haber verdiğin için.’’
‘’Rica ederim, sana haber vermediklerini öğrenince ben söyleyeyim dedim.’’
‘’Sağ ol.’’
‘’Görüşürüz o zaman, bir şey olursa ara.’’
‘’Tamam, görüşürüz. Allah’a emanet ol.’’
‘’Sen de.’’ Başka bir şey demeyip telefonu kapattım. Hâlâ inanamıyordum. Yarın ne olurdu bilmiyorum ama şu an tutuklanması bile bir şeydi.
***
Gece çok geç yattığım için öğleye doğru uyanmıştım. Kalkıp kendime bir kahve yapmış ve boş boş durarak biraz zaman geçirmiştim.
Şu günlerde herhangi bir araştırma bile yapmak istemiyordum. Mücahit Komutanla hiç konuşmamıştım ama benden bir şeyler beklediklerini tahmin etmek zor değildi ama yine de canım istemiyordu. Batın aklımdayken uzun bir süre yapacak gibi de değildim.
Evde durmaktan sıkılırken biraz hava almak için bahçeye çıktım. Aslında evden çıkıp bir yerlere de gidebilirdim çünkü hava çok güzeldi ama dün olanlardan sonra korkum hat safhadaydı. Gerçi evden kaçırılmıştım yine olsa yine kaçırılabilirdim ancak dışarıda daha huzursuz olacağımı biliyordum.
Küçük bahçe yeşillere bürünmüştü uzun zaman sonra. Haziran ayının sıcaklığı ile bazı açmış çiçekler başlarını eğmiş olsa da akşama doğru gelen serinlikle yeniden başlarını kaldıracaklardı. Şimdi sıcaktı, ince bedenleri için kavurucu gelen sıcaklık boyunlarını büküyordu ama kısa bir süre sonra sıcaklığın yerini serinlik bulacak ve başlarını kaldırıp dimdik duracaklardı.
Bu günlerde benim de başım eğikti tıpkı yıllar boyunca olduğu gibi. Bir süredir, yaklaşık iki yıldır, serinliğe ulaşmıştım. Kavurucu olan güneş benim için az da olsa çekilmişti ancak son günlerde etkisini yeniden gösteriyordu. Başımı büküyor, sıcaklığı ile kavuruyordu ama biliyordum, inanıyordum serinlik yeniden bulacaktı beni. Yeniden selamete erişecektim.
Koparmaya kıyamadığım ve başını usulca okşadığım kırmızı çiçeğe dalmışken arkamdan gelen adım sesiyle korkup ayaklandım. Arkamı dönünce gördüğüm yüz anında vücudumun kaskatı kesilmesine neden oldu. O buradaydı, Batın.
‘’Merhaba.’’ Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyorum ama oldukça hoşuna gitmişe benziyordu. Bir elini giydiği takımın cebine koyarken diğer eliyle ifademi işaret ederek konuşmasına devam etti. ‘’Ne o şaşırmışa ve korkmuşa benziyorsun. Beni görmeyi beklemiyor muydun yoksa?’’
Dün gece yanılmamıştım düşüncelerimde. O kadar kolay değildi. Ondan bu kadar kolay kurtulacağımı düşünmek aptallık olurdu zaten. ‘’Ne işin var burada?’’ Bir adım geri gidip iki iri mavi boncuk gibi duran gözlerine baktım. ‘’A-a-a sen evine gelen misafiri böyle mi karşılıyorsun?’’
‘’Sen… karakolda olman gerekiyordu? Ne zaman çıktın?’’
‘‘Duydun demek orda olduğumu ama seni ilgilendiren bir şey değildi aslında orda olmam nerden duydun ki?’’ Şaşkınca yüzüne baktım. Ne demek beni ilgilendiren bir şey değildi? ‘’Benim ihbarım ve ifademle tutuklamadılar mı seni, tabi ki haberim olacak.’’ Uluç olmasa haberim olmayacak, bana haber bile vermeyeceklerdi ancak onun bunu bilmesine gerek yoktu.
‘‘Ne tutuklanması ya? Ben dün sadece karakoldaki ‘dostlarımı’ ziyarete gitmiştim. Bir fincan kahvelerini içip geldim. Hem sen beni ihbar mı etmiştin, niye ki?’’ Öfkeden gözlerim doluyordu, bu adamın karşısında kendi çaresizliğimi, perişanlığımı gördükçe yıkılıyor ve geri toparlanamıyordum. Bir yolunu bulup her işten sıyrılıyordu.
Bu adamdan kurtulamayacaktım. Bir veba gibi her bir yanımı sarmıştı ve tedavisi, kurtuluş yolu mümkün değildi. Çok güçlüydü, onun karşısında bu mücadeleyi kazanmam çok zordu.
Göz yaşlarımın akmaması için mücadele verirken konuşamamıştım bile. Ne diyecektim ki? Kendi bildiği şeyleri soruyordu. Karşısında beni çaresiz ve kelimesiz bırakıyordu. Karşısında ağlamamak için eve yöneldiğimde konuşunca durdum. ‘’Ben sana gidebilirsin dedim mi? Dur şuarada muhabbet ediyoruz, söyleyeceklerim var.’’
‘’Söyleyeceklerin hiçbir zaman umurumda olmadı şimdi değil.’’
‘’Bence umurunda olmalı çünkü sana verdiğim süre doluyor.’’ Sinirle arkama dönüp öfke saçan gözlerimi gözlerine diktim. Korkuyordum evet ama sabır da bir yere kadardı. ‘’Ne süresinden bahsediyorsun sen be, senden zaman isteyen mi oldu?’’
‘’Pekala seninle tatlı dille konuşulmayacağını anladık bir kez daha. Şunu söyleyeceğim ve gideceğim. İki günün var. Bu gün cuma, pazar günü gece saat on ikiye kadar teklifimi kabul ettin, ettin. O saatten sonra bir dakika bile geçse oyun artık benim istediğim şekil oynanır. Eğer o vakte kadar gelirsen kızımın annesi, evinin hanımı olursun. Ha yok etmezsen yine kızımın annesi olacaksın ama benim planladığım şekilde. O saatten sonra ben ne istersem o olacak ve ben bundan sorumlu olmayacağım.’’
‘’Değil iki gün; iki ay, iki yıl süre versen fikrim değişmeyecek.‘’ Söylediklerimden sonra yüzü gerilse de bir şey yapmadı ve sözlerini söyleyip yavaşça arkasını dönerek gitti. ‘’Bu süreyi düşünmen için veriyorum sana zaten o yüzden dediklerini önemsemiyorum. Dediğim gibi iki günün var çok iyi düşün. İki gün içinde görüşürüz, umarım’’
***
Değersizdim bu hayatta. Kimse tarafından değer verilmemiş biriydim ben. Küçücük bir çocukken bile o değeri görmemiştim. Benim değersiz olduğum gibi hayatım da, isteklerim de, seçimlerim de değersizdi başkaları için. Benim ne istediğim, ne halde olduğum onların umurlarında değildi.
Küçücük bir çocukken anne babam için seçimlerim, isteklerim önemsizdi. Önüme ne koylarsa onu yerdim, çoğu kez koymazlardı bile. Onlar yemeğini yer ben de kalanlardan beslenmeye çalışırdım. Bu günkü yeme bozukluğum ta günlere dayanıyordu.
Elime hangi kıyafeti tutuştururlarsa onu giyerdim. Büyük, küçük, kız ya da erkek kıyafeti hiç fark etmezdi. Market poşetleriyle eve geldiklerinde gizlice bakardım aldıkları şeylere ama benim için hiç bir şey olmazdı.
Bir gün çok canım istediği için kendilerine aldıkları çikolatalardan küçük bir parça istemiştim onlardan. beş yaşında bile değildim henüz. Ama vermemişlerdi, küçük bir çikolata parçasını benden esirgemişler ve vermemişlerdi. Vermedikleri yetmezmiş gibi babam her yerimi morartacak kadar vurup dövmüştü. Annem de ellerini göğsünde birleştirip film izler gibi izlemişti öylece.
Küçük bir isteğim değersizdi onlar için. Tıpkı hayatım gibi, bedenim gibi...
Yurda geldiğim zaman orada da sevilmemiştim hiç. Oda arkadaşlarım hoşlanmazlardı benden. İlk gittiğim zamanlarda tüm oda arkadaşlarımın hepsi de benden büyüktü. Odanın tüm işini, kendi isteklerini bana yaptırmaya çalışırlardı. Benim halim onlar için değersizdi yine.
Yıllar geçmişti, o karanlık sokakta yine bana sorulmamıştı. İsteyip istemediğim, olur mu olmaz mı sormamışlardı. Yine kendi isteklerini yapmışlar benimkini değersizleştirip önemsememişlerdi.
Şimdi ise, bu gün yine isteklerim değersizdi, önemsizdi. Benim hissettiklerim, tercihim sorulmuyordu. Batın gelmiş benim hayatıma sormadan tahtını kurmuştu. Ve o tahtında oturarak yönetiyordu beni. Ben Ece'nin annesi olmak istemiyorum. Ben o eve gitmek istemiyorum. Ben o adamın karısı olmak istemiyorum.
Ama değersizdim işte. Batın için de değersizdim, onun içinde hayatım değersizdi. İstediğim şey, ne hissettiğim değersizdi.
Bana tek bir tercih hakkı sunmuştu; ya isteyerek ya zorla. Ama iki seçeneğin sonuca da aynıydı ve istediğim şey değildi bu sonuç.
Şimdi o tercihi yapmam için bir süre vermiş ve o süre de bir kaç saat sonra dolacaktı. Bense hiç bir şey yapmadan, yapamadan sürenin dolmasını bekliyordum. Elbette gitmeyecektim o adamın kapısına ama karşı koyacak bir sebep, güç de yoktu elimde.
İki gün içinde bir şey yapmamıştım, sadece beklemiştim. Uluç'a dahi anlatmamıştım bahçedeki konuşmamızı, sürenin biteceğini söylememiştim.
O da ortalıkta yoktu zaten. Hiç aramamış ya da mesaj atmamıştı. Ben de ulaşmak için harekete geçmemiştim. Belki o da sıkılmıştı, o da bana dayanamamış ve yalnızlığımla baş başa bırakmıştı beni. Bıraksa haklı olur muydu, haklıydı. Kim isterdi ki dertsiz başına dert açmak hem de hiç tanımadığı biri için. Ben de sık boğaz etmemek için ulaşmadım kendisine.
Şimdi ise salonda elimde telefonla oturuyordum. Her beş dakikada bir telefona bakıp ne kadar süre kaldığını takip ediyordum. Sanki zaman şu halime inat yavaş yavaş ilerliyordu. İki saatim kalmıştı, iki saat sonra Batın oyunları için planlarına başlayacaktı. Belki de başlamıştı bile.
Bekleye bekleye zaman geçmiş ve saatin on ikiye gelmesine bir dakika vardı. Stresten elimde telefonu sıkıp saate bakıyordum. Saniyeler sonra on iki olacak, oyun başlayacaktı.
Ve saatin on iki olmasıyla eş zamanlı olarak bir mesaj geldi telefona.
"OYUN BAŞLASIN!"
***
Birkaç gündür tüm gece uyumadan bekliyordum yatağımda. Gözüme uyku girmiyordu. Uykum vardı aslında ama uyumuyordum. Oyun başlamıştı Batın için, her an her şeyi yapabilirdi. Her defasında korku tüm bedenime hüküm sürerken cenin pozisyonunda yatıyordum. Gözümü kırpsam belki uyurum diye gözümü dahi kırpmaktan çekiniyordum.
Ama en sonunda gözüm de bedenim de beynim de dayanamıyor ve namaza kalkmama bir kaç saat kala yenik düşüyordum göz kapaklarıma.
Birkaç gün geçmesine rağmen Batın'ı görmemiştim bile. Böyle sessiz beklemesi sakinleştirmiyor aksine tedirgin ediyordu beni. Sanki fırtına öncesi sessizlik gibi geliyordu. Böyle bekliyorsa bir bildiği ve planı vardı kesin.
O günün sabahı Uluç mesaj atmıştı. Aslında neden gelmediğini ve ne halde olduğunu merak ediyordum ama darlamamak için iletişimde bulunmamıştım. O mesaj atınca hemen bakıp cevap vermiştim.
Bir kaç gündür kendini iyi hissetmediğini o yüzden bu haldeyken karşıma çakmak istemediğini, iletişimde dahi olmak istemediğini yazmıştı. Demek ki bir sıkıntısı vardı ve bununla başa çıkmaya çalışıyordu. Ona anlayış gösterip sorun olmadığını söyleyerek konuşmayı fazla uzatmamış yani Batın’dan yine bahsetmemiştim.
Anladığım kadarıyla zaten bir sıkıntısı vardı, bir de ben yük olmak istemiyordum ona. Nihan’a söylemiştim ancak Uluç’a anlatmaması için tembihlemiştim. O da sağ olsun söylememişti ancak sürekli kontrole geliyordu bir sorun olup olmadığını sormak için.
Şimdi ise dışarı çıkmak için hazırlanmıştım. Okullar bu Cuma yaz tatiline giriyordu ve okula gitmem gerekiyordu. Aslında her şeyle benim yerime Tuğba Hanım ilgileniyordu ancak okul müdürünün bizzat benimle konuşmak istediğini, Tuğba Hanımla konuşulacak bir mesele olmadığına dair ısrarlarda bulununca mecburen gitmek zorunda kalmıştım.
Nasıl olurda Tuğba Hanımın yapamayacağı şeyi ben yapacaktım anlamıyorum. Evet okulun sahibi bendim ama çoğu yetkiyi Tuğba Hanım’a vermiştim. Sadece imza atılması gereken şeylerde imzamı atıyor geri her şeyle o ilgileniyordu.
Okul müdürünü bile ilk kez göreceğim için başta Tuğba Hanım aracılığı ile onu uyarmış ve adımı sanımı unutacağını söylemiştim. Hiçbir veliye veya herhangi birine benden bahsetmeyecekti. Beni kimsenin tanımasını katiyen istemiyordum.
Hazırlanıp evden çıktığımda daha önce çağırdığım taksiye binip okula doğru yol aldım. Gideceğimden Nihan’a da bahsetmemiştim çünkü onun da bilmesini istemiyorum, en azından şimdilik. Zaten okulda olacağımdan ötürü herhangi bir sorun olacağını da düşünmüyordum.
Kısa süre içinde taksiden indiğimde bahçede beni bekleyen Tuğba Hanım’la karşılaştım. Birlikte doğrudan müdürün odasına gidip şu ‘’büyük’’ sorunu halletmeye koyulduk.
‘’Yani bu mu sorun?’’
‘’Evet Aysima Hanım.’’
‘’Kemal Bey, bu yılın aktiflik oranlarını benimle de paylaşabilirdiniz. Size o kadar söyledim ama beni dinlemediniz. En başta bana anlatsaydınız Aysima Hanım’ı buraya kadar yormak zorunda kalmazdık.’’
‘’Evet ama her şeyi bizzat görmenizi istedim.’’ Karşımdaki adama baygın gözlerle bakarken oturduğum yerden ayaklandım. ‘’Tuğba Hanım maille bana her şeyi iletiyor zaten, lütfen böyle basit şeylerle çağırmayın beni. Şimdi kolay gelsin size.’’
Daha fazla odada kalmayıp dışarı çıktım. Adam sadece geçen yıllara oranla bu yıl yapılan etkinliklerle okulun ne kadar aktif olduğunu gösteren tabloyu paylaşmak için resmen beni ayağına çağırmıştı, bu ne saçmalıktı. Bunu her şekilde Tuğba Hanım zaten bana gönderebilirdi.
Kimseye görünmemek için hızlı adımlarla merdivenleri aşıp bahçeye attım kendimi ancak ne yazık ki bir kalabalıkla karşılaştım. Sanırım çıkış saatiydi ve aileler çocuklarını almaya gelmişlerdi.
Ne yapsam diye düşünürken yanıma gelen bir kadınla bakışlarım ona kaydı. ‘’Merhaba.’’
‘’Merhaba.’’ Kadını tanımıyordum ancak kıyafetine bakılırsa okulun hizmetlisi olmalıydı. ‘’Ben okulun hizmetlisiyim. Arka bahçede biri sizi bekliyormuş, sizinle konuşmak istediğini söyledi.’’
‘’Kimmiş?’’
‘’Bilmiyorum, ilk defa gördüm.’’ İlk kez gördüğüne göre Batın olması ihtimal değildi, sonuçta Ece’yi almaya geliyordu okula. ‘’Peki, teşekkür ederim.’’
‘’Allah Allah kim ki acaba?’’ Kadının yanından ayrılıp meraklı adımlarla arka bahçeye geçerken kendi kendime söyleniyordum. ‘’Beni tanıyan kimse de yok, kim olabilir ki?’’
Kısa sürede arka bahçeye ulaştığımda etrafıma baktım ama kimse yoktu. Biri benimle dalga geçiyor olabilir miydi? Hizmetlinin yanlış anlamış olabileceğini düşünüp gidiyordum ki karşıma Uluç'un çıkmasıyla durdum. ‘’Aysima?’’ Beni gördüğüne şaşırmış gibi bir tını vardı sesinde.
‘’Uluç, beni sen mi çağırdın?’’
‘’Hayır, ben de sana onu soracaktım. Yiğit'i almaya gelmiştim ama biri geldi yanıma arka bahçede sizinle konuşmak isteyen biri var dedi ondan geldim.’’ Biri bizimle gerçekten oyun mu oynuyordu.
‘’Allah Allah, ikimizi de biri çağırmış olabilir mi?’’ Yeniden etrafıma bakınırken arka taraftaki yani bahçenin bu kısımdaki girişten bir adamın buraya doğru geldiğini gördüm. Uluç da benimle birlikte o tarafa bakarken adam yanımıza kadar gelip durdu. ‘’Merhabalar Aysima Hanım, müsait miydiniz?’’
Karşımdaki adamı daha önce gördüğümü hiç hatırlamıyordum. Hemen hemen Uluç’la aynı boylardaydı. Saçlarını tıpkı Uluç gibi sağa ve hafif geriye doğru taramıştı. Üzerinde gri bir tişört altında da siyah pantolon vardı ve beni şaşırtan Uluç da aynı giyinişti. Sanırım bu günlerde erkek modası böyleydi ki bu kadar benzerlik tesadüf olamazdı.
Adamı incelemeyi bırakıp sorusuna cevap vermediğimi fark edince yüzüne baktım. ‘’Müsaidim de tanışıyor muyuz?’’
‘’Yok hayır, daha önce tanışma şansım olmadı sizinle ancak konu iş olunca ve sizi burada görünce tanışmak, konuşmak istedim.’’
‘’Anlıyorum.’’ Anlamıyordum, ne işiydi? ‘’Peki buraya bizi siz mi çağırmıştınız?’’ Uluç’la ikimizi işaret ederken merakla baktım yüzüne. ‘’Hayır, beyefendiyi tanımıyorum bile.’’
‘’Pekala, bir başkası çağırdı herhalde. Neyse siz ne konuşmak istiyordunuz benimle?’’
‘’Mümkünse yalnız kalabilir miyiz?’’ Kaşlarım istemsiz çatıldığında Uluç’a baktım ve onun da benden farkının olmadığını hatta şüpheyle baktığını gördüm. ‘’Gizli, özel bir şey mi?’’
‘’Kendi özel okulumu açmak gibi bir niyetim var. Bu okulun sahibi de-‘’
‘’Tamam, yalnız konuşabiliriz.’’ Okulun sahibi olmam nasıl duyulmuştu bilmiyorum ama daha fazla birileri bilsin istemediğim için aceleyle adamın sözünü kestim. Uluç’a baktığımdaysa bu defa çatık kaşlarla bana baktığını gördüm. ‘’Müsaade eder misin bize biraz, hem istersen Yiğit'i daha fazla bekletme. Bir an önce eve gidip dinlensin. Gördüğün gibi kimse de yokmuş bizi çağıran.’’
Uluç önce ters ters, ondan hoşlanmadığını gösterir gibi bir ifade ile adama bakıp sonra sanki mecburen gidiyormuş gibi bana tamam dedikten sonra arkasını dönerek gitti. Onun yanımızdan iyice uzaklaşmasıyla adama döndüm tekrardan. ‘’Buyurun dinliyorum sizi.’’
Okul açmak istediğini söylemişti ve tahminimce bu okula görücü gelmişti. Ancak ben okulu satılığa çıkarmamıştım. Belki de bir öneri ya da onun gibi bir şey öğrenmek için gelmişti.
Konuşması için yüzüne bakarken adam önce sağını solunu anlayamdığım bir şekilde kontrol ettikten sonra ne olduğunu anlayamadan ellerinden birini belime diğerini de yüzüme koyarak bedenimi bedenine çekti. Can havliyle ellerim göğsüne koyup itmeye yeltendim ancak dudaklarımın üzerinde hissettiğim baskı adeta tüm bedenimin kaskatı kesilmesine sebep oldu.
Birkaç saniye sadece o şekilde, hiç hareketsiz kaldım. Beynim olan şeyi algılayamıyor ya da algılıyordu da anlayamıyordu.
Zoraki şekilde düşünme yetimi kullanmaya başladığımda göğsündeki ellerimi var gücümle ittim. O geriye doğru birkaç adım atarken ben de olabildiğince uzaklaştım ancak bir yerden sonra bacaklarım bedenimi taşıyamamıştı.
Ellerim ve dahası bedenim titriyordu. Nefes almak zor geliyordu
Burada değildim, yedi yıl öncesindeydim. Anında her şey değişmişti, beynim sanki bu anı bekliyormuş gibi anında geçmişe gitti. Gözlerimin önünde bahçe değil karanlık sokak vardı. Etraftaki tüm sesler kesilmiş sadece bir ses yankı buluyordu zihnimde. ‘’Korkma bebeğim, biraz eğleneceğiz o kadar.’’
Nefesim kesiliyor gibi gelirken gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Gözlerimi sımsıkı kapatıp sesi susturmaya çalıştım ancak olmuyordu, konuşmaya devam ediyordu. ‘’Burada bizden başka kimse yok, kimse kurtaramaz seni. Eğlenmene bak sen de sadece.’’ Ellerimi yumruk yapıp kafama vurmaya başladım. Görüntüler silinsin gitsin istiyordum. Sesler sussun, o iğrenç görüntüler bitsin…
Nefes almam tamamıyla kesildiğinde dudaklarımı araladım ama ciğerlerime oksijen gitmiyordu. Yumruk yaptığım ellerimi süratle göğsüme vurunca bir an nefes almış ve öksürük krizlerine girmiştim. Öksürüklerim ardı ardına çıkarken ellerimi yere dayayıp oturduğum yerden güç almaya çalıştım. Ağzımdan tükürükler çıkıyor gözümden de yaşlar akıyordu.
Birkaç dakika sonra öksürüğüm kesilince geçmişin de anıları gitmişti ama olanlar aklımdan silinmiyordu. Bir adam beni öpmüştü, gelmiş hiçbir şey demeden öpmüştü. Dudakları dudaklarıma değmişti.
Gözlerimden yaşlar akmaya devam ederken iğrenir gibi elimin tersiyle dudaklarımı ardı ardına sildim. Sildiğim dudaklarmın ardından sessiz hıçkırıklarım dökülüyor yanaklarım göz yaşlarımla ıslanıyordu.
Korkuyordum, çok korkuyordum. Kendimi olduğum yerde öyle güçsüz ve güvendiz hissediyordum ki geriye gidip sırtımı okul binasına dayadım. Dizlerimi kendime çekerken ellerim dudaklarımı silmeye devam ediyordu.
Aklım almıyordu, benden ne istemişti? Beni nasıl öpebilirdi? Kimdi, niye yapmıştı? Baitçe yapılacak şey değildi bu.
Zihnim bir sürü soru sıralarken ardı ardına dudaklarım sızlıyordu artık. Ağlamamı durduramıyordum, tüm vücudum titremeye devam ediyordu.
Orada ne kadar süre kaldım hiç bilmiyorum. Olan şeyi düşünürken arada geçmişe gidiyor ve bir krize girmemek için engel olmaya çalışıyordum kendime.
Zoraki bir şekilde duvardan destek alıp kalktığımda kendimi dağılmış hissediyordum. Dağılmıştan da öte berbat…
Birkaç adım ötemde duran çantamı alıp aksak adımlarla okul bahçesinden ayrıldım. Attığım her adımı bile zorlukla kat ediyordum. Geçmişin iğrenç anısını her gün kabus olarak görmem zaten ağır bir yükken yaşadığım şey delirmeme sebep olacaktı neredeyse.
İğreniyordum, şu an dudaklarımdaki deriyi söküp atmak istiyordum…
Dengesiz ama hızlı adımlarla eve varmaya çalışırken beynim biraz çalışmış ve polise gitmem gerektiğini söylemişti. Polise gitmeli ve bu iğrençliği kimin, neden yaptığını öğrenmeliydim.
Öyle de yaptım. Eve gitmeden adımlarımı karakola yönlendirmiş ve ifademi vermiştim. Bunu kimin yaptığını bulmalıydılar. Okulun çevresini yedi yirmi dört izleyen kameralar vardı. Onlara bakıp kim olduğunu bulabilirlerdi.
İfadem alındıktan sonra bir şey bulduklarında bana haber vereceklerini söylemişler ve beni göndermişlerdi. Ben de daha fazla dışarda kalmaya tahammül edemyerek bir taksi çağırmış ve eve gelmiştim.
İlk işim üzerimi çıkarmak ve kendimi suyun altına atmak oldu. Kese ile tüm bedenimi yırtarcasına keselerken dudaklarımı parçalamış olacağım ki ağzıma giren su ile kan tadı da gelmeye başladı ama buna aldırış etmedim. Tüm vücudum keselenmekten acırken bırakmıyordum keseyi elimden, yeter ki üzerimdeki tüm izler yok olsundu.
Sanki tüm bedenimde izleri varmış gibi hissediyordum. Ara ara zihnime geçmişin görüntüleri giriyor ve gözlerimden yaşlar süzülüyordu. İlk günkü gibi canımın yandığını hissediyordum.
Uzun bir süre daha suyun altında kaldıktan sonra çıktım banyodan. Tüm vücudum öyle çok acıyordu ki dokunamıyordum bile. Derim tahriş olmuş ve kızarmıştı. Bazı yerler kanamış ve kanamaya devam ediyordu az az. Üzerimde bornozumla odama geçip değiştirdim üzerimi.
Başıma örtümü alıp seccadeyi de yere sererek oturdum. Dertleşmek istiyordum, usul usul göz yaşı döküp içimi açmak istiyordum. Namaz kılmadığım için direkt dua etmeye başladım; içimi dökmeye, sıkıntımı anlatmaya başladım. Göz yaşlarım da eşlik ediyordu duama.
Uzun bir süre boyunca duamı ettikten sonra kalktım yerimden. Hareket ederken acıyordu her yerim. Yavaşça üzerimi çıkartıp çekmecedeki kremlerden lazım olanı alıp tüm vücuduma sürdüm. Daha sonra üzerime sadece iç çamaşırı ve geniş tişörtlerimden birini giyip salona geçtim. Çünkü kıyafetler değdikçe üzerime gözlerim doluyordu acıdan.
Hiç bir şey yemek canım istemiyordu. Karakoldan haber gelir düşüncesiyle elimde telefonum bekliyordum sadece öyle. Ama oradan da bir haber yoktu, bulamamışlar mıydı acaba?
Saatler geçmişti midem açlıktan davul çalarken daha fazla guruldamasına dayanamamış bir kaç parça bir şey atıştırmıştım. O kadar zaman geçmesine rağmen bir haber yoktu henüz. Saate baktığımda on ikiye geldiğini görünce yatmanın daha iyi bir fikir olduğunu düşündüm. Böyle beklerken zaman geçmiyordu en azından uyursam hemen sabah olur ve bir haber gelebilirdi.
Yatağa geçip uyumaya çalıştım ama yine her zamanki gibi düşünceler peşimi bırakmıyordu.
Kimdi bu adam? Niye böyle bir iğrençliği yapardı ki? Ne istedi benden? Daha Batın belasından kurtulamamışken...
Batın, o yapmış olamazdı değil mi? Bu kadar düşmezdi. Hem niye yapışındı ki böyle bir şeyi? Ne çıkarı olurdu bundan? Bu onunla evlenmeme sebep olamazdı, biri beni taciz etti diye onunla evlenecek değildim ya.
Aklımda böyle bin bir düşünce ve soru varken bir süre sonra uykuya daldım.
***
Sabah kapım baskın varmış gibi ardı ardına çalarken korkarak yataktan kalktım. ‘’N’oluyor be?’’ Telefonumu alıp saate baktığımda on biri geçtiğini gördüm. Ne kadar çok uyumuştum öyle. Sadece bir ara rüyamdan ötürü uyanmış ve bir saat kadar sonra yeniden uyumuştum.
Zil hiç susmadan çalmaya devam ederken ve dahası kapı da bir taraftan vurulurken telefonu yatağa gelişi güzel fırlatıp namaz feracemi üzerime çektim. Başımı doğru düzgün kapatamadan kapıya koşup açtım. Nihan yeşil gözlerini endişeyle açmış bana bakarken nefes nefese kalmış görünüyordu. ‘’Nihan, hayırdır ne oldu? Ne bu acele?’’
‘’Ne oldu diye soruyorsun bir de, duymadın mı?’’
‘’Neyi?’’ Merakla yüzüne baktığımda bedenimi itip içeri girdi. ‘’Daha yeni uyanmışsın, tabi duymasın.’’ Ayakkabılarını çıkarıp terlik bile giymeden salona geçtiğinde başımdaki örtüyü çıkartıp ardından ilerledim.
‘’Ne oldu anlatsana artık?’’ Hırsla arkasını dönüp gözlerimin içine baktı. ‘’Asıl sen anlatmalısın, neden söylemedin bana?’’
‘’Neyi söylememişim? Bulmaca gibi konuşmasana.’’ Ne olduğunu deli gibi merak ederken açıkça konuşmayışı deli ediyordu.
‘’Ceyhun Uluç’la sevgili olmuşsunuz, bana neden anlatmadın?’’ Gözüm ayrı ağzım ayrı açılırken bu defa şok içinde baktım yüzüne. ‘‘Öpüşecek kadar ilerlemişsiniz ama ikiniz de söylemediniz, ne kadar da ketummuşsunuz. Ama hiç beklemezdim doğrusu, hele senden? Ya hu nasıl öpebildin onu?’’
Bir sürü şeyler söylemeye devam ederken benim aklım öpüşme kelimesinde takılı kalmıştı. Ne öpüşmesinden bahsediyordu? ‘’Dur dur dur dur bir dakika, sen neden bahsediyorsun?’’ Lafını yarıda kesip şaşkınca konuştum. ‘’Dedim ya, sevgili olmanızdan.’’
‘’Nihan ne saçmalıyorsun sen, ne sevgilisi, ne öpüşmesi? Biz sevgili falan değiliz ki?’’
‘’Yalan söyleme Aysima.’’ Ne yalanı olabilirdi ki? Uluç’la değil sevgili olmak biriyle adım yan yana bile gelmezdi benim, gelemezdi. Batın’dan ötürü nişanlı numarası yapmıştık ama bunu bilen yalız Batındı. Acaba bu yalanı mı öğrenmişti?
‘’Yalan söylemiyorum, Uluç’la sevgili falan değilim. Hem ne öpüşmesi; günah bir kere. Yapmam öyle bir şey.’’ Günahı da vardı ancak o bir yana bazen Nihan’ın dokunuşları bile zorlarken beni, bile isteğe bir erkeğin eline dahi dokunamazdım.
‘’Ben de onu diyorum ya, nasıl öptün onu? Ama- neyse dur göstereceğim.’’ Pantolonunun arka cebinden telefonunu çıkartıp bir şeyler yaparken neyi göstereceğini merak ediyordum.
Saniyeler içinde aradığını bulmuş olacak ki ekranı gözümün önüne getirdi. ‘’Oku.’’ Bir instagram sayfasındaydık ve paylaşımın ilk görselinde büyük harflerle yazılmış bir manşet vardı.
"ANAOKULUNDA YAPILAN REZİLLİK!"
‘’Ne rezilliği?’’ Kaşlarımı çatıp Nihan’a baktım. ‘’Açıklama kısmını oku.’’
"ANAOKULUNDA YAPILAN REZİLLİK!!! İstanbul-Nişantaşı’nda birçok velinin ilk tercihlerinden olan Özel Yuvam Anaokulundan skandal görüntüler… Yuvam Anaokulunun sahibi Aysima Özkan ile Üsteğmen Ceyhun Uluç Korkmaz'ın dün ikindi saatlerinde okul sınırları içinde uygunsuz görüntüleri ortaya çıktı. İkiliden henüz bir açıklama gelmezken haberi duyan birçok vatandaştan büyük tepkiler gelmeye başladı.
Olaya dair görüntüler için hikayemize göz atınız veya yana kaydırınız."
Dehşetle okudum haberi, hiçbir tepki veremedim.
Demiştim ya hani çaresizim diye, yanılmamıştım.
Yine ve yine çaresizliğim gözler önündeydi ve bu defa buna herkes şahitti.
Ben Aysima Özkan, anne babası tarafından bile sevilmeyen o kız… Ben bu evrenin en değersiz varlığıyım…
.
.
Herkese yeniden merhaba
Nasılsınız, havalar çok sıcak bölüm yazmak ölüm geliyor.
İşler kitapta da kızışıyor bakalım neler olacak, merakla bekleyin. Yorum ve beğenilerinizi esirgemeyin.
Sizleri seviyorum, gelecek bölüm görüşürüz.😍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 803 Okunma |
57 Oy |
0 Takip |
15 Bölümlü Kitap |