
Keyifli Okumalar🌹
Lütfen beğeni ve yorumlarınızı esirgemeyin
***
Tercihler…
İnsan hayatta tercihlerle var olur, iyi veya kötü. Sizi siz yapan tercihlerinizdir.
Tercihler birçok şeyi etkiler yaşam boyu. Ne yaşayacağımızı, geleceğimizin nasıl olacağı, kendimizin nasıl bir insan olacağımız çoğu zaman tercihlerimize bağlıdır. Öyle ki ahiretimizi bile etkiler bu tercihler ki Allah irade vermiş her birimize.
Peki iradeniz olduğu halde tercihleri siz yapamasaydınız?.. Sizin yerinize karar veren birileri olsaydı ne olurdu? Hayatınız hep birileri tarafından yönetilseydi?..
Siz, siz olmazdınız. Başkalarının istediği biri olurdunuz. Tıpkı benim gibi, kukla olurdunuz.
***
Okuduğum haberi anlayamadım. Hem şaşkındım hem de kafam karışıktı.
Dün iğrenç şeyler yaşamıştım, tanımadığım biri gelmiş ve beni taciz etmişti ama bu kişi Uluç değildi. Üstelik haberde taciz değil bile isteye öpüştüğüm yazıyordu. “Bu haber… Doğru değil bu.’’ Kaşlarımı çatıp Nihan’a baktım. “Böyle bir şey yok.’’
“Ne demek yok Aysima. Yana kaydırıp fotoğraflara bak.’’ Dediğini yapıp ekranı yana kaydırdım ve açtığım görüntüler omuzlarıma anında tonlarca ağırlık yükledi sanki. İlk iki fotoğrafta dünden, okulun arka bahçesinde Uluç ile beraber fotoğraflarımız vardı; yüzlerimiz tam belli oluyordu. İkinci fotoğrafta ise Uluç'un daha doğrusu o adamın beni öperken çekilmiş bir halimiz vardı. Diğerinde ise yine o haldeydik ve bu sefer yandan çekilmiş fakat benim yüzüm belli olurken onunki belli değildi. “Gördün mü şimdi olup olmadığını.’’
Başımı iki yana sallayıp yüzüne baktım. “Bu gerçek değil, böyle bir şey yapmadık biz.’’ Sesim kendime bile zor duyulurken dengemi sağlayamadım. Eğer Nihan tutmasaydı yere düşecektim. “Aysima! Gel otur şöyle.’’ Nihan’ın yardımıyla koltuklardan birine geçip oturdum. Ellerim titriyordu.
“Bu doğru değil Nihan. Nasıl olur bu?’’ Gözlerim dolarken ağlamaklı şekilde çıkmıştı sesim. “Tamam sen bir sakin ol.’’ Yanımdan ayaklanıp salondan çıktı. Bense bunun nasıl olabileceğini düşünüyordum. Beni öpen Uluç bile değildi, bu görüntüler nasıl olabilirdi?
Nihan elinde bir bardak suyla gelip bana uzattı. Sudan birkaç yudum içip orta sehpaya bıraktım. “Daha iyi misin?’’ Değildim ama yine de başımı salladım. “Anlat ne oldu, siz değilseniz kim o zaman? Siz gibiler aynı.’’
“Kadın benim ama Uluç, Uluç değil. Yani ilk fotoğraftakiler o ama öpen o değil.’’ Bu defa Nihan anlamayarak bakınca dün olan her şeyi sırayla anlattım tabii kriz geçirdiğim kısmı atlayarak.
“Allah Allah, kim nasıl niye yapsın ki bunu? Polise gittin mi peki? Kanıt sunabilirsin.’’
“Gittim, gitmez miyim? Hatta kameraların olduğunu, kontrol edebileceklerini söyledim. Bana haber vereceklerdi bir gelişme olunca ama kimse aramadı, gelmedi.’’ Bu saate kadar bir şeylerin bulunması gerekiyordu. Kamera kayıtlarına bakacaklar ve bunu yapan kişiyi tespit edeceklerdi, bu kadar basitti. Ama ne arayan vardı ne de gelen biri.
“Belki baktılar ama henüz işleme geçmedi, neyse en azından kanıtın var kendini savunabileceğin.’’ İçimdeki endişe ve lanet bir duygu yüreğime ağırlık yapıyordu. Anlatamayacağım kadar kötü hissediyordum kendimi. “Peki diğer yazan doğru mu? Sen o okulun sahibi misin?’’ Tabii bir de bu vardı, herkes öğrenmişti okulun sahibinin ben olduğumu.
Daha ben Nihan’a cevap vermeden kapı çalınca yerimden kalkıp salondan çıktım. Önce delikten bakıp sonra kapıyı açtım, gelen Uluç’tu. “Uluç, hoş geldin.’’
“Hoş bulduk, gelebilir miyim?’’ Yüzü pek iyi durmuyordu, haberleri duymuş olmalıydı. “Tabii buyur, geç.’’
İkimiz birlikte içeri geçtiğimizde Uluç Nihan’ı beklemiyor olacak ki önce şaşırdı sonra selam verip koltuğa geçti. “Ben bir kahve yapayım.’’ Uluç’la konuşmadan önce kendime gelmem lazımdı çünkü konuşacağımız şey benim için kolay değildi. Ne de olsa haber ikimizle ilgiliydi ve konu hiç hoş bir şey değildi, utanç vericiydi.
“Benim için yapma, ben gideceğim, dersim var.’’ Nihan buradayken konuşmak benim için daha kolay olurdu çünkü böyle bir konuyu Uluç’la tek başıma konuşmak istemiyordum ancak işi olduğu için tutamazdım onu. Dövüş antrenörlüğü yapıyordu, öğrencileri bekleyemezdi.
Nihan Uluç’la vedalaştıktan sonra tekrar uğrayacağını söyleyerek gitmişti. Ben de Uluç’la ikimize birer kahve yaparak salona geçtim.
Aramızda bir süre sessizlik hakim oldu, ne demem gerektiğini bilmiyordum. Açıkcası Uluç’tan utanıyordum çünkü ikidir benim yüzümden başına iş açılıyordu. Nişanlılık mevzusu yetmezmiş gibi şimdi de ailesi dahil binlerce kişi sevgili olduğumuzu düşünüyordu dahası uygunsuz durum için suçlanıyordu benim yüzümden.
“İyi misin?’’ Uluç sessizliğe daha fazla katlanamamış olacak ki konuşan ilk o oldu.
“İyiyim.’’ Değildim yine ama dökemiyordum içimi. Bazen dayanamayıp Uluç’a açıldığım olmuştu ya da yardım istediğim ama hemen her şeyimi açamazdım kimseye, alışık değilim.
“Öyle görünmüyorsun ama.’’ Sessiz kaldım, cevap vermedim. “Aradım seni birkaç kez, açmadın.’’ Sesinde merhamet okunuyordu. Gözlerimin içine anlayışla bakıyor, sanki beni korkutmaktan endişe duyuyordu.
“Duymadım, telefonum odamdaydı. Sen…’’ Yüzüne bakıp gözlerimi hemen geri kaçırdım. “Sen haberleri gördün değil mi?’’ Son cümlemle yüzü değişti. Çenesi gerilmiş, kaşları çatılmıştı. Yumruk yaptığı sağ elini sol avcuna hapsederken gözlerini benden çekip karşısına baktı.
“Gördüm ve anlam veremiyorum. Nasıl oldu bu? Dün sadece konuştuk seninle orada. Nasıl böyle bir görüntü ortaya çıktı anlamış değilim.’’ Tabi anlayamazdın, anlam veremezdin. Sen gittikten sonra olmuştu o şey.
Başımı kucağımdaki ellerime indirip yüzüğüm ile oynamaya başladım. Bu şeyi, o adamın beni gerçekten öptüğünü, Uluç’a nasıl anlatacağımı düşünürken bir anda aklıma gelen şeyle kafamı kaldırdım hızlıca. O adamın Uluç olduğundan herkes nasıl bu kadar emindi? Yüzü görünmüyordu ama üstü başı?
Birden aklıma gelen ihtimalle dehşete kapıldım. Bu gerçekten olabilir miydi, bunu yapmış mıydı?
Yerimden doğrulup seri adımlarla odama geçtim. Telefonumu alarak internetten bize dair olan haberleri ve görüntüleri arattım. Bir taraftan salona geçerken görüntüleri açmamla öfkem artırsa da sakin kalıp tüm görüntüleri inceledim.
Uluç ile konuştuğumuz fotoğrafta Uluç'un üstünde siyah bir pantolon ve gri tonlarında uzun kollu sıfır yaka ince bir tişört vardı.
Ardından diğer görüntüye baktım ve o adamın da üstünde aynı renklerde aynı kıyafetler vardı. Daha da ilginç olanı adamın yüzü görünmese de Uluç gibiydi. Boyları ve kiloları hemen hemen aynıydı. Saç kesimi bile Uluç'un ki gibiydi. Dün de buna dikkat etmiş ve salakça bir çıkarımda bulunmuştum ama şimdi fotoğraflara daha dikkatli bakınca anlıyordum ki o adam sanki biliyormuş gibi Uluç'la aynı giyinmişti.
Gerçekten her şey planlıydı. Bilerek o adam çıkmıştı karşımıza ya da çıkartılmıştı. Uluç'a yüzü dışında her şeyi benziyordu. Bize tuzak kurmuşlardı.
“Tuzaktı, her şey planlıydı.’’ Yavaşça koltuğa çökerken kendi kendime konuşur gibiydim. Uluç anlamadığını ifade edercesine baktığında dün olanları anlattım. Tabi kriz geçirdiğimi yine anlatmadım. O adamın beni öpmüş olmasını söylemek bile benim için utanç vericiyken geçirdiğim krizi anlatmam mümkün değildi.
“Dün sen gidince oldu her şey. O adam yaptı.’’ Kaşları derinlemesine çatılırken neyi yaptığını anlamak istemez gibiydi. Uluç şu ana kadar tüm bunların belki de fotomontaj olduğunu düşünüyordu ama o adamın beni öpmüş olacağını düşünmemişti.
“Gerçek mi o görüntüler? O adam…’’ Başımı salladım usulca. “Bir anda oldu her şey. Sen gidince bir anda yaptı işte. Ben daha ne olduğunu kavrayamadan... ö-öptü. Sonra elinden kurtuldum ama adam toz oldu birden sanki, kaçtı gitti.’’
Söylediklerimle dehşete kapılmıştı sanki. Gözleri öfkeyle parlıyordu, adeta kahve çekirdekleri ateşler içinde kavruluyordu. Ellerini yumruk yaparken çenesini sıktı olan gücüyle. “Bana neden haber vermedin, niye anlatmadın Aysima?’’ Sesi korkutucu derecede ürkünçtü. Sanırım Uluç’u ilk kez bu kadar öfkeli görüyordum.
“Ne anlatabilirdim ki? Ne diyecektim; elin adamı geldi, öptü beni mi diyecektim. Hem nereden bilebilirdim ki böyle olacağını. Seni ilgilendirmeyen bir şeydi.’’
“Ben sana yardım edeceğim demedim mi, eğer anlatsaydın bu haberler çıkmadan bulurduk belki de o herifi.’’ Edemezdim, Batın sorunu başımızdayken bir de bu işe bulaştıramazdım onu ama yine de bulaşmıştı bir şekilde.
“Bulamazdın Uluç, baksana polis de bulamadı ki haber etmediler daha. Hem sen bana Batın konusunda yardım ediyorsun, her şeye seni bulaştıramam. Bir de bu yüzden boğamam seni.’’
“Sen beni boğmuyorsun ki!’’ Bir şey itiraf eder gibi haykırdığında bakakaldım yüzüne. Ama Uluç tepkisinden habersiz konuşmaya devam etti. “Hem nereden biliyorsun bu da o şerefsizin işi belki de.’’ Bunu ben de düşünmüştüm az önce ama bu kadar ileri gider miydi gerçekten? Bu kadar psikopatlaşabilir miydi?
“Batın'ın bundan ne çıkarı olacak ki? Bu onunla evlenmeme sebep olacak bir şey değil.’’ Bu da vardı. Birinin beni öpmesi ya da çıkan bu haber ona ne gibi fayda sağlardı?
“Bilmiyorum ama Batın şerefsizi bir çıkarını bulur.’’ Aramızda kısa bir sessizlik hüküm sürdüğünde başımı eğip ellerime baktım.
Hayatım bir şekilde düzene giriyordu, düzene girmesi için uğraşıyordum ama sıkıntılar peşimi bırakmıyordu. Yıllar sonra ilk kez artık bitti demiştim, tüm kötü günler geride kalmıştı… Ama yine olanlar oluyordu, bu defada başka musibetler çıkıyordu karşıma ve ben çok yoruluyordum.
“Neyse, polis haber vermedi madem gidip biz bakalım bir de şu görüntülere. En azından sosyal medya aracılığı ile gerçeği biz yaymış oluruz.’’
Bunu istemiyordum, o iğrenç fotoğrafların videosu da yayılması beni daha da kötü bir duruma sokacaktı ama ses çıkarmadım yine de. Mağdur olan yalnız ben değildim, Uluç’un da bu işten sıyrılması gerekiyordu.
Uluç’a itiraz etmeden yerimden kalktım ve hazırlanmak için odama gittim. Okula benim de gitmem gerekiyordu çünkü güvenlik kameralarını belge olmadan sadece bana gösterebilirlerdi.
Banyoda dişlerimi fırçalayıp daha iyi hissetmek için elimi yüzümü yıkadım ve ardından hazırlanıp salona geçtim. Ceyhun Uluç hazırlandığımı görünce o da yerinden ayaklanmıştı.
Birlikte onun arabasıyla giderken yolda pek bir şey konuşmamıştık. Sadece okulun sahibi olmam kesin doğru mu diye sormuş ve buna biraz şaşırmıştı. Sonrasında hiç konuşmadan yolu tamamladık.
İlk işimiz müdür Halil Bey’in odasına çıkmak oldu ancak kapısı kapalıydı. Bunun üzerine direkt güvenlik kameraların olduğu kayıt odasına gittik. Benim isteğimle dün ikindi saatlerinin görüntüleri açıldığındaysa bir şok dalgası esir aldı bedenimi, kayıtlar yoktu.
Kayıtlar Uluç'la benim olduğum kısma kadar bulunuyor sonra da bitiyordu, o adam gelmeden hemen önce bitiyordu. Başka başka açılardan baksak da o adam yoktu. Zaten girişi arka kapıdan olmuştu. Orayı ve bizim bulunduğumuz yeri gören üç kamera vardı ve üçünde de görüntüler kesilmişti.
“Bu nasıl olur, resmen o kısımlar yok.’’
“Kardeşim nasıl silindi bu görüntüler?’’ Uluç görevli adama çıkışırken şaşkınlığım hâlâ üzerimdeydi. “Ben de bilmiyorum, nasıl silindiğini gerçekten bilmiyorum.’’
“Ne demek bilmiyorum ya, buranın sorumluluğu sende değil mi? Senden başka kim giriyor bu odaya?!’’ Uluç öfkeyle konuşuyordu, bu şekilde adamı konuşturacağını düşünüyor olmalıydı.
“Yemin ederim bilmiyorum, benden başka giren de olmaz. Ama dün…’’ Aklına bir şey gelir gibi konuşunca merakla baktım yüzüne.
“Dün ne?’’
“Dün izinliydim ben, karım hastaydı onu hastaneye götürdüm. Saat beş gibi müdür bey aradı, bu odanın anahtarlarını sordu. Girdiyse o girdi, başkasını bilmiyorum.’’ Uluç’la göz göze gelirken ikimiz de işin içinde Halil Bey’in de olduğunu anlamıştık. Dün zaten beni buraya saçma sapan bir sebeple çağırmıştı, buradan bile belliydi bir şeyeler olduğu.
Elimiz boş bir şekilde okul binasından çıkmak zoruma gidiyordu, bir türlü bir şeyleri başaramıyordum.
Okuldan çıkıp arabaya bindiğimizde moralim yerlerdeydi. “Üzülme, bulacağız bir çaresini.’’ Bu adamın iyimserliği ve her seferinde ümitvar oluşu beni hayran bırakıyordu. Ne zaman Batın konusunda da ümitsizliğe düşsem bana umut aşılıyordu.
“Nasıl, görüntüler de yok. Nasıl bir kanıt sunacağız ki? Hem ben… senden utanıyorum?’’ Uluç yoldan bakışlarını çekip ne demek istediğimi anlayamayarak yüzüme baktı. “Ne demek o?’’
“Nişanlılık oyunu yetmezmiş gibi bir de şimdi yine benim yüzümden bu çıktı başına, her şeyi mahvediyorum Uluç. Kendimle birlikte yanımda duranların daha hayatını karartıyorum.’’ Bir cevap beklemedim desem yalan olurdu ancak Uluç cevap vermeyince kendimi daha da berbat hissettim. Uluç da anlamış ve hayatını mahvettiğimi kabullenmiş miydi?
Birden arabayı sağa çekip bedeniyle birlikte bakışlarını bana döndürdü. “İnsan isminin anlamını taşırmış Aysima. Sen kimsenin hayatını karartamazsın.’’
Kalbim…
Kalbimim ortasına öyle bir şey çöktü ki iyi miydi kötü müydü anlayamıyordum.
Uluç’un yaptığı şey bir iltifat değildi, daha başka bir şeydi ve ben ne olduğunu bilmiyordum ama yüreğime öyle bir his bırakmıştı ki bunu anlatamıyordum çünkü daha önce bu duyguyu hissetmemiştim.
“Sen çok iyisin, kimseye zarar verecek biri değilsin. Bütün bu olan şeyler senin suçun değil ki. Sen istemedin bunları ve istemediğin şeyden ötürü yargılanamazsın.’’ Hiç cevap veremeden sadece yüzüne baktım çünkü konuşacak hâlde değildim.
İlk defa ama ilk defa biri bana suçum olmadığını söylüyordu, bu inanılır değildi. Bunu laf olsun diye ya da acındırmak için de demiyordum, gerçekten ilk kez biri suçsuz olduğumu dile getiriyordu.
“O yüzden kendini suçlamayı bırak.’’ Yine cevap veremezken bu defa o da susmuş ve arabayı çalıştırmıştı.
Kısa bir sessizlik ikimizi de kuşatırken Uluç’un çalan telefonu sessizliği bozdu. Telefonu hoparlöre alıp yanıt verdi. “Efendim enişte.’’
“Oğlum sen neredesin sabahtan beri. Arıyoruz arıyoruz açmıyorsun, niye açmıyorsun telefonunu?’’ Uluç tahammülsüzlükle bir nefes çekti. “Açtım işte enişte, ne oldu?’’
“Bir de ne oldu diyor? O çıkan haber ne, Aysima Hanım ile ne işin var senin? Hemen bize geliyorsun ve konuşuyoruz. Ablan sabahtan beri delirdi.’’
“Sonra gelirim enişte, işim var şimdi.’’
“Ne işi ya, bu haberden daha kıymetli işin mi var? Hemen geliyorsun hadi, konuşuyoruz.’’ Telefon Uluç’un yüzüne kapanırken Uluç sıkıntı ile soluklandı. “Gidecek misin?’’
“Önce seni eve bırakayım, giderim.’’
“Ben de geleceğim.’’ Bu fikri ne ara düşündüm, karar verdim ve söyledim ben de bilmiyorum ama bir kere söylemiş bulundum. Uluç'u o halde yalnız bırakmazdım. Gerçeği benden duymalıydılar.
Uluç tek kaşını kaldırıp bir iki saniye bana baktıktan sonra geri önüne döndü. “Neden, niye geleceksin?’’
“Gerçeği ben anlatacağım, yalnız bırakamam seni.’’ Sanki insanları ikna kabiliyetim vardı da efelik taslıyordum ama Uluç benim için bunca şeye katlanırken ailesine karşı savunmasız bırakmam bencillik olurdu. “Gerek yok ben kendim-’’
“Var, gerek var ki geleceğim diyorum.’’ Tekrardan bana baktığında dudağının bir tarafı yukarı kalktı Bu hâldeyken sırıtıyor muydu? “İnatçı mı çıktın sen?’’
Ben ve inatçı olmak, asla. Kime inat edecektim de inatçı olacaktım. “Ne alakası var inatçılıkla. Serhat Bey'in sesini duymadın mı, bağırışıyla öldürecekti seni. Ben olursam sakince dinler.’’
Bu kez bir şey demeyip pes etmiş bir şekilde başını salladı ve Serhat Beylere doğru arabayı sürdü. Hadi gazamız mübarek olsundu.
***
Uluç ile beraber üçlü bir koltukta Serhat Bey ve Yasemin Hanım'ın karşısında suçlu birer çocuk gibi oturuyorduk daha doğrusu ben öyle otuyordum. Uluç arkasına yaslanmış bir eli koltuğun kolunda diğeri dizinde başı dik bir şekilde ablası ve eniştesine bakarken ben koltuğun ucunda ellerimi birbirine geçirmiş bir şeklide stresten parmaklarımı oynuyor, gözlerim Yasemin Hanım ve Serhat Bey dışında bir yerlerde dolanıyordu.
Stresliydim evet, hem de çok fazla. Onlar beni çocuklarının kahramanı olarak bilirken şu an kardeşleri ile öpüştüğümü zannediyorlardı.
Yavaşça, hafif Uluç'a doğru eğilip kısık bir sesle konuştum. “Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun?’’ Sormamla Uluç başını hafif benden tarafa döndürüp tek kaşını sorgular gibi kaldırdı. “Niye olmayayım ki? Suçlu değilken suçlu gibi oturmam mı gerekiyor?’’
“Hayır ama yine de...’’
"Öhm öhm" Dikkatini kendi üstüne çekmek için sahte bir öksürük tutturan kişi Serhat Beyden başkası değildi. Lafımı yarıda kesip o tarafa döndüm. "Evet, geldiğinize göre artık bize olanları anlatır mısınız?"
“Önce şunu söyleyeyim Aysima ile hiç bir suçumuz yok bizim, o yüzden suçluymuşuz gibi bakan gözlerinizi çekin üzerimizden.’’
"Aysima? Hanımı yok mu artık. Siz ne ara bu kadar samimiy...’’ birden sustuğunda yalancı bir kıkırtı döküldü dudaklarından. “Benim de sorduğum soruya bak. Fotoğraflar uzun bir zamandır var olan samimiyetinizi gösteriyor zaten." Allah aşkına, bu adam bu lafta sadece buna mı takıldı şimdi?
“Enişte! Bilmediğiniz şeyler var, o yüzden böyle bilip bilmeden konuşma.’’ Yerinde dik oturup birden Serhat Bey’e gürlediğinde yerimden oynadım.
"Söyleyin, konuşun da bilelim o zaman." Uluç ağzını açıp yine sert bir cevap verecekti ki araya girdim. “Lütfen, bence biraz sakin olalım. Ben her şeyi anlatacağım, buraya da bu yüzden geldim zaten.’’
"Aysima Hanım haklı. Sakin olun. Düşman değiliz ya olanları anlamak istiyoruz sadece." Yasemin Hanım beni destekler nitelikte konuşunca küçük bir şekilde tebessüm ettim. Ardından konuşmaya devam ettim. “Uluç'un dediği gibi aslında bizim hiç bir suçumuz yok. Hele ki Uluç'un asla… Olanlardan haberi bile yoktu.’’
"Ne demek haberi yoktu. Haberlerdeki, fotoğraflardaki Ceyhun Uluç'tu."
“Değildi, yani hepsi o değildi. Konuştuğum kişi oydu evet o ama beni... beni öpen o değildi.’’ Bunu söylemek gerçekten çok zordu ve bu gün üç defadır bu şeyi dile getiriyordum. “Dün okulun arka bahçesine biri çağırdı bizi gittiğimizde kimse yoktu. Tabi orda yalnızdık başta, o zaman çekmişler fotoğrafı. Sonra bir adam geldi benimle özel konuşmak istedi. Uluç gidince olan da o zaman oldu. Adam bir anda...’’ Bakışlarımı hepsinden kaçırıp önüme döndüm. Utanması gereken ben değildim belki, çükü mağdur olan bendim ama utanmadan edemiyordum. “Ne olduğunu dahi anlayamadım başta, ne kadar ittirmek istesem de yapamadım. O ara o fotoğrafları da çekmişler. Adam aynı Uluç gibiydi. Yüzü dışında her şeyi aynıydı. Dün de dikkatimi çekmişti ama üstünde durmadım, bu gün haberler çıkınca tekrar baktım, gerçekten aynı o gibi görünmeye çalışmış.’’
Serhat Bey ve Yasemin Hanım beni dikkatle dinlerken bir an sözümü kesmediler. Konuşmam bittiğindeyse Yasemin Hanım şaşkınlık içinde sordu. "Planlı bir şey olduğunu mu söylüyorsunuz yani?"
“Başka bir açıklama bulamıyorum, biri tuzak kurmuş. Ama adam ortalıkta yok. Dün hemen polise gittim, şikayetçi oldum ama bir haber gelmedi daha. Okuldaki kamera kayıtlarını inceledik kayıtlar da kesilmiş.’’
"Kim niye böyle bir şey yapsın ki? Hadi diyelim birinizin düşmanı var diğerinize niye böyle bir zarar vermiş olsun. Aranızda bir bağ bile yok ya da biz bilmiyoruz." Anında Uluç'a çevirdim bakışlarımı, bilsinler istemiyordum. Batın'dan haberleri olmamalıydı. Bir kişi daha öğrenirse benim yüzümden o kişinin de başına zarar gelebilirdi. Hem onun yaptığından emin de değildik.
Uluç bakışlarımdan anlamış olacak ki bir şey demedi. “Onu bunu boş verin enişte. Bu haberin yalan olduğunu nasıl ortaya çıkartırız onu düşün. Duydun kayıtlar yok, adamın kim olduğunu bilmiyoruz. Elimizdeki tek delil Aysima'nın yaptığı ihbar. O yeter belki suçsuzluğumuza ama kim olduğunu bulmalıyız adamın. Açıkçası benim aklıma pek biri gelmiyor.’’
“Tamam, ben şimdi avukatlardan birine haber edeyim karakolda son durum ne öğrensin. Sonra düşünürüz bir şeyler.’’ Ne yani kabul etmiş miydi hemen dediklerimizi, güvenmişler miydi hemen. İnsanlar ne kadar da kolay güveniyordu birbirlerine. Bense çocukluğumdan bu yana güvensizlik sorunuyla yaşıyordum.
Şaşkın bakışlarım çiftin üzerindeyken telefonumun çalmasıyla çantamdan çıkartıp arayana baktım, avukatım Tuğba Hanımdı. Hiç beklemeden açtım telefonu.
“Alo, efendim Tuğba Hanım.’’
Tuğba Hanım’ın söyledikleri sanki sanki tüm dünyanın ağırlığını üstlenmeme sebep olmuştu. Başımdan kaynar sular dökülürken gözümden de bir damla yaş süzülüp gitti. Olamazdı, gerçek olmamalıydı. Beni bu hayatta tek mutlu eden şeyi de, tek servetimi de elimden almamalıydılar.
Telefonum elimden kayıp kucağıma düşünce dikkatlerini çekmiş olacağım ki Uluç bana doğru yaklaşıp ne olduğunu sordu. Ama benim gözlerim bir yerde odaklanıp kalmıştı. Dudaklarımı dahi açamıyordum.
Yasemin Hanım yanıma gelip önümde biraz eğilerek koluma dokundu. "Aysima Hanım, iyi misiniz? Ne oldu, kötü bir şey mi olmuş?"
Gözlerimi önce ona ardından Uluç'a çevirdim. Zorla dudaklarımı oynatıp konuşmaya çalıştım. “O-okul, okula bir süreğine mühür vurulmuş.’’ Zorla söylediğim şeyle bir damla daha gözümden süzülüp gitti.
O okul benim için sıradan bir iş yeri, maddi kaynağım değildi. Orada çocuklar yetişiyordu. Yaşayamadığım çocukluğumu başka çocuklar yaşasın diye uğraştığım yerdi. Her öğretmeni ayrı ayrı denetlemiş, işlerindeki başarıyı ve içlerindeki merhameti gözetlemiştim. Hepsini çocuklara iyi gelecekler olarak seçmiştim. Hatta bunun yüzünden okulun bir önceki sahibinden kalan öğretmenlerin bazılarını istememiştim okulumda.
Uluç’un merhametli ve üzgün bakışları üzerimdeyken bir kaç saniye öylece durup birbirinize baktık ardından Uluç hızla yerinden kalkıp sinirle dolanmaya başladı. Yasemin Hanım hemen yanıma oturup bir abla edasıyla önce yanağımdaki göz yaşımı silip başımı omzuna koydu. "Tamam sakin olun siz. Merak etmeyin her şey düzelecek. Bir kurumu kapatmak okadar kolay değil."
Cevap veremedim söylediklerine. Her şeyin düzeleceğine dair inancım kalmıyordu artık. Ne zaman bu kez oldu desem yeniden bozuluyordu düzenim, hayatım. Bitmiyordu, bitmeyecekti.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra Uluç ile Serhat Bey aralarında konuşurken ben de biraz daha sakinleşmiştim. Ardından yerimden doğrulup ayağa kalktım. “Benim gitmem gerekiyor, Avukatım Tuğba Hanım imzalamam gereken belgelerin olduğunu söyledi.’’
“Tamam gideriz şimdi beraber.’’
"O zaman siz okula gidin, ben avukata haber verdim o da karakola gidiyor. Oradan şikayet dilekçenin bir çıktısını alır. Zaten soruşturma başlatırlar orda delil olarak dilekçeyi sunarız. Avukat halledecek her şeyi merak etmeyin siz." Sadece başımla dediklerini onayladım. Umarım dediği gibi olurdu. Ben o okulu kaybedemezdim. O benim kalan son hazinemdi. O da gidemezdi benden.
Yasemin Hanım yanıma gelip ellerini iki koluma koyarak okşayıp konuştu.
"Biz size inanıyoruz Aysima Hanım, Masum olduğunuzu biliyoruz. Endişelenmeyin her şey yoluna girecek. Siz mükemmel bir öğretmensiniz, sizin gibi bir öğretmeni kaybetmek istemeyecektir kimse." Zorlukla bir gülümseme gönderip başımı salladım hafifçe. “Teşekkür ederim desteğiniz ve yardımlarınız için.’’
Kısa süre içinde Uluç'la birlikte evden çıkıp arabasına bindik. Bu gidişle özel şoförüm olacaktı fakat kendim gitmek istediğimi söylesem de kabul etmeyecek, kendisi götürecekti. Kaçırılmamdan sonra anlıyordum ki o da çok korkuyordu, bir daha bunun olmasını istemiyordu. Hoş benim için de sorun yoktu. Aksine böyle olması daha rahat hissettiriyordu. Tek başıma yolda olmak, taksiye binmek dahi korkutuyordu. Batın'dan sonra insanlara karşı olan güven eksikliğim iyice artmıştı.
Yol boyunca konuşmamıştık. Benim zihnim nasıl doluysa eminim ki Uluç'un da öyleydi. İnşallah o açığa alınmazdı, mesleğini kaybetmezdi. Sonuçta o şu an izinliydi, umarım bir şey olmazdı.
Araba durduğunda düşüncelerimden sıyrılıp kemerimi çözerek indim arabadan. Tuğba Hanım okulda beni beklediğini söylemişti. Uluç gitmeyip beklediğini söyleyince ne kadar gitmesini söylesem de kabul etmemişti. Ben de onu çok bekletmemek için imzalamam gerekenleri imzalayıp hiç bir yere takılmadan hemen yanına geri gittim.
Arabaya tekrardan döndüğümde Uluç telefonu ile uğraşıyordu. Benim geldiğimi görünce telefonu kapatıp yanına koydu. Ardından arabayı çalıştırıp sürmeye başladı.
Yine konuşmadan sessiz bir şekilde ilerliyorduk ki Uluç'un telefonunun çalmasıyla sessizliğimiz bozuldu. Uluç telefonu hoparlöre alıp açtı. “Efendim enişte.’’
“Aysima Hanım yanında mı hâlâ?’’ Merakla dinlemeye başlarken bakışlarımı Uluç’a çevirdim.
“Evet yanımda, evine götürüyorum şimdi. Ne oldu bir gelişme var mı?’’
Serhat Bey’in içine çektiği nefes duyuldu öncelikle. “Pekâlâ, tamam. Şöyle ki avukatım karakola gitti ama maalesef delil olarak sunabileceğimiz bir şey bulamamış.’’
Gözlerim kocaman açıldığında Uluç kaşları çatık bir şekilde eniştesini dinlerken bana baktı. Benimse tüm dikkatim Serhat Beydeydi. Ne demek bulamamıştı bir delil. Daha dün şikayette bulunmuştum. Kayıtlara geçmişlerdi, bu nasıl delil yerine konmazdı.
Aklımdaki bu düşünceleri Uluç bir cümle ile eniştesine sordu. “Şikayeti en büyük delil değil mi enişte?’’
“Evet aslında büyük bir delil olabilirdi ama avukatımın söylediğine göre bir şikayet falan yokmuş. Kayıtlarda, ne kağıt üzerinde ne de bilgisayar da böyle bir şikayet yokmuş.’’ Yüreğime bir öküz oturmuştu sanki, içimi müthiş bir yorgunluk basmıştı.
“Nasıl olur enişte bu? Aysima gitmiş, şikayetçi olmuş ama. Avukatın yanlış anlamış olmasın.’’
“Hayır doğru, sanırım oyunu oynayan her ayrıntıyı düşünüyor. Kamera kayıtları nasıl silindiyse bunlar da silinmiş olabilir.’’
Gitmişti, elimdeki son delil de gitmişti. Bu işin içinden çıkamayacaktım. Tek servetim de elimden kayıp gidecekti.
Uluç hâlâ eniştesi ile konuşuyor ama ben duymuyordum. Aklım şu an sadece okulumdayı. Hiç bir delil kalmamıştı elimde. Bunu kim yapmak istiyorsa çok güzel başarıyordu ve benim aklıma tek bir isim geliyordu.
Uluç'un seslenmesi ile döndüm ona yavaşça. Çok solgun görünüyordu oda. Üzüntüsü gözlerinden okunuyordu. Benim için üzülüyordu. “Anlamıyorum ya, nasıl olabilir bu?’’ Avuçlarını direksiyona geçirirken bakışlarına öfke de eklenmişti. “Adama bak, her şeyi yapabiliyor.’’ Uluç’un da benimle aynı kişiyi düşündüğünü anlamak zor değildi.
Gözleri gözlerimi bulduğunda öfkesi yavaşça sönmüş yerini koca bir merhamete bırakmıştı. “Merak etme, her şey yoluna girecek. Bir şekilde bir delil bulacağız. Bu sorunu çözeceğiz bir şekilde. Korkma sakın, güçlü ol.’’
Ben artık güçlü olmak istemiyorum. Ben artık direnmek istemiyorum bir şeylere. Sadece ve sadece sıradan bir hayat istiyorum. “Eve gitmek istiyorum.’’
Söylediklerine hiç yorum yapmadan sadece bunu söyledim. Eve gitmek istiyordum. Yalnızlığımla baş başa olmak istiyordum. Ben eskisi gibi olsun istiyordum. Yine yalnız olayım, kendi başıma vakit geçireyim, kimseye karışmayım kimse de bana karışmasın...
Ben kimsenin sevemeyeceği eski hayatımı çok özlüyorum.
Uluç hiç bir tepki vermeden başıyla tamam dedikten sonra önüne döndü. Kısa bir süre sonraysa evdeydik. Ben eve girene kadar Uluç bekledi yine kapıda.
Eve girince anında banyoya attım kendimi. Sıcak suyun altında durmak istiyordum saatlerce. Yorgunluğumu alsın istiyordum, yorgunlukla beraber şu bir kaç ayı da alıp götürsün istiyordum.
Uzun bir süre banyoda kaldıktan sonra bornozumu giyinip çıktım. Dünden kalan küçük yaralar bedenimde yerlerini koruyorlardı. Önce odama geçip acıyan yerlerime krem sürdükten sonra temiz kıyafetleri geçirdim üzerime.
Ardından salona geçip bilgisayarı açtım. Hakkımızda çıkan haberlere baktım, bir sürü yalan yanlış haberle doluydu. Gözlerimi fotoğraflarda gezdirip bir farklılık, delil aramaya çalıştım. Ama yoktu, o adam sanki Uluç'tu. Yüzü görünmüyordu hiç, böylelikle Uluç'tan bir farkı kalmıyordu.
Ben öylece haberlerde dolanırken telefonum çaldı. Numara kayıtlı değildi ama kim olduğunu çok iyi biliyordum. Şu günlerde özellikle kaçırılmadan sonra pek aramasa da başlarda sürekli aradığı için numara ister istemez ezberime geçmişti.
Şu an onu hiç çekesim yoktu. O yüzden aramayı reddedip tekrardan bilgisayar ekranına döndürdüm bakışlarımı. Bir kaç saniye sonra telefonuma mesaj bildirimi gelince tekrardan baktım telefona. Telefonu açmayınca bu sefer mesaj atmıştı. Ne kadar onunla uğraşmak istemesem de yine de merak ediyordum mesajını.
Mesajı açıp okuduğumda gözlerim de fal taşı gibi açılmıştı. Batın bize bunu yapanın kim olduğunu bildiğini yazmıştı. Eğer öğrenmek istiyorsam attığı adrese bir saat içinde 'tek başıma' gelmem gerektiğini, geldikten sonra orda beni karşılayacağını söylüyordu.
Gitmek istemiyordum ama bir o kadar da gitmek istiyordum. Batı'nın yanında yalnız olmaktan çok korkuyordum ama bunu yapan kişiyi de öğrenmek istiyordum. Bunu yapanın Batın olduğundan emindim hâlbuki ama başkası olabilir miydi gerçekten de?
Bunu öğrenmenin de tek bir yolu vardı. Attığı adrese haritalardan baktığımda yol en az bir saate yakın sürerdi. Yani düşünmek için fazla vaktim yoktu.
Ben de çok düşünmedim zaten. Hemen yerimden kalkıp elime geçen ilk kıyafeti üzerime geçirdim. Ardından bir taksi çağırdım. Taksiyi beklerken başıma da şalımı takıp çantamı da alarak çıktım evden.
Batın tek başıma gelmemi istemese bile tek başıma giderdim zaten. Onun yanına Uluç ile gidemezdim. Ne yapacağı belli olmazdı, zarar verebilirdi ona.
Taksiciye adresi söyleyince başta çok uzak olduğu için götürmek istememişti. Ama dönüşte de onunla döneceğimi, işimin çok az süreceğini -İnşallah dediğim gibi olurdu- söyleyince gönülsüz de olsa kabul etmişti. Eğer otobüs ile gitmeye kalkarsan bir saatten önce varamazdım oraya.
Yolda ilerlerken çantamı elime alıp karıştırmaya başladım içini. Batı'nın beni kaçırmasından sonra çantam da küçük bir çakı taşıyordum hep. Onu alıp elbisemin cebine koydum, ne olur ne olmazdı. Umarım kullanmak zorunda kalmazdım ama eğer bir şey olacak olursa da Batın üzerinde kullanmaktan hiç çekinmezdim, korkak olabilirim ama kendimi de korumam gerekiyordu. Ardından sabah Yasemin Hanımlara giderken çıkardığım, çantanın küçük bölmesindeki yüzüğümü de alıp taktım.
Yaklaşık elli dakika sonra varmıştık adrese. Tenha, eski binaların olduğu bir yerdi. Bir kaç metre ötede çam ağaçlarının olduğu bir koruluk başlıyordu. Taksiden inmeden adama parayı verip tekrardan bineceğimi, azıcık beklemesini söyledikten sonra indim arabadan.
Ben inince yanıma siyah takım elbiseli, iri yarı, kel bir adam gelip "Batın Bey sizi bekliyor arabaya geçelim." diyerek beni siyah bir arabaya götürdü.
Arabada konuşacağımızı zannederken içinde kimse yoktu. Adam kısa sürede motoru çalıştırıp çam ağaçlarının arasındaki patika yoldan ilerlemeye başladı. Nereye gittiğimizi sorduğumdaysa dikiz aynasından kısa bir bakış atıp cevap vermeden önüne döndü.
Tamam; en kötü, tehlikeli, gizmeli adam sizsiniz. Ayrıca sahibinizin en sadık köpeği de.
İçimden bunları söylemek geçse de adamı kızdırmak istemiyordum. Eğer kızdırırsam bana yapacaklarına karşı elimdeki küçük çakı hiç yeterli olmayabilirdi bu koca bedene.
Zaten uzun bir süre arabada kalmama gerek kalmadan bir kaç dakika sonra ağaçların arasında durmuştu araba. İndiğimde karşıma eski bir depo çıktı. Deponun önünde bir kaç adam bekliyordu. Beni buraya getiren kel adam yanıma gelip depoya kadar yanımda ilerledi. Bizi gören adamlardan biri deponun kapısını açıp içeri geçmemi söyleyince korku dolu adımlarla girdim içeri.
Belki buraya gelmem çok yanlıştı. Ama içimdeki meraka da yenik düşüyordum. Batı'nın fiziksel bir zarar vermeyeceğini bilsem de korkmadan edemiyordum.
Yavaşça deponun içinde adımlarken gözümün karanlığa alışamamasından bir süre bir şey fark edemesem de karanlığa alışınca tanıdık gelmişti içerisi. Batı'nın beni kaçırdığı yerdi burası. Burada kriz geçirmenin eşiğinden dönmüştüm.
O gün bağlı olduğum sandalyede şimdi Batın oturuyordu. Sağ bacağını sol bacağının dizine doğru kırmış dik bir şekilde bir eli bacağının üzerindeyken diğer elinde sigarasını tutuyordu.
Yüzünde o her zamanki iğrendiğim sırıtışı varken sigarasından son bir defa derince çektikten sonra önüne atıp ayakkabısının ucuyla çiğnedi. Ardından yerinden kalkıp bir kaç adım atarak karşımda dikildi. “Hoş geldin Aysima, ben de seni bekliyordum.’’
Onun boş laflarını dinleyecek zamanım yoktu. Taksiciyi çok bekletirsem gidebilirdi ve beni tekrar buradan götürecek bir taksi bulmak çok zor olurdu. “Kim yaptı?’’
“Demek hemen konuya girelim diyorsun. Ne acelen var biraz sohbet ederdik.’’
“Boş lakırdı yapmaya gelmedim buraya. Bir an önce gerçeği öğrenip gideceğim.’’
“Korkma bir şey yapacak değilim sana. Eğer seni alı koyma gibi bir isteğim olsaydı seni çağırmadan kolaylıkla yapardım, biliyorsun zaten bunu.’’ Biliyordum, ne yazık ki biliyordum. Dediklerine göz devirip yorum yapmadan cevap verdim. “Zamanım yok, söyleyeceksen söyle yoksa gidiyorum.’’
“İyi tamam seninle de muhabbet edilmiyor. Şunu sorayım önce bir tahminin var mı?’’
“Senden başka düşmanım yok.’’ Yüzüne şaşkınlık indiğine buna inanmıyormuş gibiydi. “Herkesin bir çok düşmanı vardır Aysima, kimi gizlidir kimi de ben gibi açıktır. Kimi de geçmişte ama asla geçmez. Bunu en iyi sen bilirsin.’’ Söyledikleri öfkelendirirken dişlerimi sıktım. Geçmişimi biliyor olamazdı, öylesine konuşuyor olmalıydı. “Her neyse, benim yaptığımı düşünüyorsun yani, niye geldin o zaman buraya?’’
“Emin olmak için, daha ne kadar düşebileceğinden emin olmak istiyorum.’’ Söylediklerime aldırış etmeden gülüşünü daha da genişletti. “Akıllı kız seni, Hemen de anlamış olayı. Ece'nin niye seni bu kadar sevdiğine şaşmamalı. Ee beğendin mi bari hediyemi? Zevk aldın mı?’’
Demek bu kadar düşmüştü. Bu kadar iğrenç bir adam olabiliyordu. Onun yaptığını biliyordum ama bu kadarını da bekleyemiyordum yine de.
İtirafı ile sinir ve iğreneme duygusu kapladı tüm benliğimi. O gün beni öpen adama yapamadığımı yapmak istedim. Dışarda bir sürü adamı varken hangi tarafıma güvendim, nereden cesaret aldım bilmiyorum ama kendime engel olamayarak okkalı bir tokat yapıştırdım suratına.
Attığım tokatla yüzü anında yana düştü. Bir kaç saniye öylece durup kaldırdı başını tekrardan. Bu sefer sırıtışı zoraki gibi duruyor, siniri belli oluyordu. Dişlerinin arasında tıslayarak konuştu. “Bu iki oldu, üçüncü olursa yapacağım şey senin için hiç iyi olmaz.’’
İki olmuştu evet. Ona nişanlı olduğumu söylediğim gün de yapıştırmıştım bir tane.
Dediklerini ne kadar korkutsa da korkusuz gibi görünmeye çalışıyordum. “Sen iğrenç bir adamın tekisin. Kendi pisliğinde boğul inşallah!’’
Söylediğim şeye cevap vermeden sanırım sakinleşmek istediği için bir kaç kez dolandı deponun içinde. Ardından tekrardan karşıma geçip konuştu. “Nasıl yaptığımı merak ediyor musun peki?’’
Merak ediyorum hem de çok. Bu kadar şeyi nasıl denk getirebiliyor, anında yapabiliyor? Sessizliğimi onay olarak anlayıp etrafımda dönerken anlatmaya başladı. “Oyunun başladığı gece her şey planlıydı zaten, geriye sadece beklemek kalıyordu. Sevgili nişanlının okula gelmesi ya da yeğenini almaya gelmesi gerekiyordu, tabi bunu önceden bilmem ve seni de bir şekilde okula göndermeliydim.’’
Duyduklarımla korku dolu şaşkınlığım yüzümü ilişiverdi. Bu şeyleri yapmak için, başarabilmek için hastalık derecede takıntılı olmak gerekirdi ve Batın bunu başarıyordu.
“Ne o şaşırdın mı? Nişanlın sürekli takip ediliyor. Ona benzer bir adamım her gün onu takip ediyor ve üzerinde ne varsa onu giyiyor, saçını nasıl şekillendirmişse aynısını yapıyordu. Tabi başka, okulda da bizden biri olmalıydı, seni takip eden ve sana haber edecek biri.’’
Temizlik görevlisi ve Müdür onun adamlarıydı demek. “Nişanlın okula gelince planım uygulanmaya başladı. Fotoğrafınızı çekecek biri zaten hazırolda bekliyordu hep.’’
Durduğunda bu sefer konuşan ben oldum. “Kamera kayıtlarını sildin o kolaydı zaten, müdürle yaptığını tahmin edebiliyorum. Şikayetimi nasıl sildirdin?’’
Bana ‘aptal mısın’ der gibi bakıyordu. “Aysima hâlâ anlamadın mı, beni polisle durdurabileceğini mi zannediyorsun? Tek bir telefonumla dostlarım her şeyi yapar benim için.’’ Ne yazık ki bunu da anlamış ve öğrenmiştim. Her şeyi planlamıştı, oyunun kusursuz bir şekilde olması için her şeyi düşünmüştü. Bu adamın karşısında oyunu kazanma ihtimalim yoktu benim.
“Niye yaptın bunu? Gelir kaynağımı elimden almak için mi? Beni kendine mecbur etmek için mi? Bu kadar oyunu oynamadan da yapabilirdin zaten.’
“Elbette yapabilirdim ama o zaman zevki kalmazdı. Aslında çırpınışlarını izlemek beni çok keyiflendiriyor. Kimsenin karşımda duramayacağını görüyorum her defasında.’’ Hastaydı, gerçekten hastaydı. Birinin eziyet çekmesinden ancak psikolojik sorunları olan biri zevk alabilirdi. “Şimdi gelelim asıl meseleye.’’
“Allah aşkına daha ne vardı diyeceği, her şeyi anlatmamış mıydı zaten?’’
“Eğer adının temize çıkmasını, gelir kaynağının elinden kayıp gitmemesini istiyorsan teklifimi kabul edeceksin, kızıma anneliğini yapacaksın. Ha yok kabul etmezsen işin elinden gider ve zorla yanımda tutarım seni, evden adımını dahi attırmam sana. Düşün taşın kararını ver.’’ Sustuğunda birkaç adım attı ve sonra durup yine konuşmaya başladı. “ Ha bu arada taksi şoförü parayı çok seviyormuş herkes gibi. Seni bekleyemedi maalesef.’’
Yine adım seslerini duyuldu. Yavaş yavaş sesler kaybolurken bir kaç araba çalıştı ardından da uzaklaşıp gittiler.
Bense hala deponun ortasında gözlerim karşıdaki duvara sabitlenmiş bir şekilde duruyordum öylece. Olmayacaktı, yapamayacaktım. Bu adama karşı duramayacaktım. Çırpınışlarım kendimi yormaktan ve ona zevk vermekten başka bir işe yaramıyordu.
Bir insan bunu niye yaprdı ki? Kızı için bile olsa niye başkasının hayatını karartırdı. İnsanlar niye bu kadar bencildi. Kendi istekleri ve arzuları için başkasının hayatını katletmek vicdanlarını sızlatmıyor muydu? Belki sızlatırdı ama Batın'da vicdan denen bir şey yoktu. Kalp yerine koca bir kaya taşıyordu o.
Bir kaç dakika öyle durduktan sonra arkamı dönüp yavaşça çıktım depodan. Depo çok derinlerde, ana yola uzakta değildi. Yürüyerek bile bir kaç dakika da çıkabilirdim yola. Batın taksiyi göndermişti, yeni bir taksi çağırmak zorundaydım ama götürmeyi kabul ederler miydi bilmiyorum. Olmadı önce taksiye biner otobüs durağına götürmesini isterdim. Ardından da aktarmalı olarak eve giderdim.
Yine de önce bir taksiciyi arayıp soracaktım, şansımı deneyecektim. Çünkü bu halimle otobüse binmek istemiyordum.
Aradığımda elbette kabul etmemişlerdi. İkinci seçenekle ilerleyecektim artık. Tam telefonu cebime koyup yoluma devam edecektim ki telefonum çaldı, arayan Uluç'tu. “Alo, efendim?’’
“Aysima, merhaba. Nasılsın?’’
‘İyi, her zamanki gibi. Sen?’’ Daha beter bir halde olduğum aşikardı ama dile getirmeyecektim. “İyi, ben de öyle. Evde misin peki?’’
“Yok değilim, dışardayım.’’ Uluç evde olacağıma sanırım emindi ki şaşırmış bir ses tonuyla cevap verdi. Sonuçta birkaç saat önce eve gidip dinlenmek istediğimi söylemiştim ona.
“Öyle mi? Ben de evde olduğunu düşünüyordum. Neredesin peki, sıkıntı yok değil mi? Sesin hiç iyi gelmiyor.’’ Vardı, çok büyük sıkıntım vardı. Hiç iyi değildim. Her daim gözlerim doluyor bağıra bağıra ağlamamak için zor tutuyordum kendimi.
İlk sorusunu bilerek atlamıştım. Batın'la buluştuğumu söylesem kızardı kesin. “Yok sıkıntı yok. Sen niye sormuştun?’’
“Sabah ayrılırken iyi değildin. Nasıl olduğunu görmek için sana bakacaktım. Ne zaman işin biter?’’
“Aslında bitti işim. Bir durak bulursam eğer bir saat kadar sonra evde olurum herhalde.’’
Sesi sorgularcasına çıkarken meraklandığını hissettim. “Aysima neredesin sen? Bir saat uzaklıkta olacak kadar nereye gittin?’’ Tebrikler Aysima, şimdi ne diyeceksin düşün bakalım. “Bir işim vardı öyle, ama bitti şimdi.’’
“Konum at geliyorum yanına.’’
“Ne, niye? Gelirim ben.’’
“Hayır o kadar vakit toplu taşımada geçer mi hiç, perişan olursun. Hem kaç tane otobüse, metroya bineceksin bakalım. Sen bir yere otur bekle beni, gelirim hemen ben. Araba ile daha kısa sürüde orda olurum. At konumu bekliyorum.’’
Uluç daha itiraz etmeme izin vermeden kapattı telefonu. Ardından "KONUM?" diyerek bir mesaj gönderdi. İlla gelip alacaktı beni buradan. Ben de daha fazla itiraz etmeden Batın'ın gönderdiği adresi kopyalayıp Uluç'a gönderdim.
Acaba nerede bekleseydim. Koruya girmeden önce etrafa küçük bir göz atmıştım. Sessiz terk edilmiş bir yere benziyordu ama en çok da buralardan korkulmalıydı. Her türlü kötü iş yapan, işsiz güçsüz sarhoş insanlar olurdu böyle yerlerde.
Batın hangi akla hizmet böyle bir yerde tek başıma bırakmıştı beni acaba? Burada eğer başıma bir şey gelirse onun çıkarına da olacak bir şey değildi, ben ona canlı lazımdım çünkü.
Korunun içinde de beklemek ürkütücüydü. Hava karanlık olmasa da zararlı hırçın bir köpek çıkabilirdi. En iyisi deponun içinde beklemekti.
Uluç'a geldiği zaman korunun içine girip patika yolda biraz ilerleyince karşısına bir depo çıkacağına dair mesaj yazıp gönderdim. Ardından adımlarımı gerisin geri döndürüp depoya doğru ilerlemeye başladım. Zaten çok da uzaklaşmamıştım.
Aklıma Batın'nın söyledikleri, tehditeri geliyordu. Batın çaresizliğimi hatırlatıp gitmişti, ona karşı koyamayacağımı göstermişti.
Gözlerim doldu yine birden. Ağlamak istemiyordum. Onun yüzünden canım yansın istemiyordum artık.
Ama yanıyordu. Yüreğimin ağırlığını tüm bedenimde hissediyordum. Ben ne yaparsam yapayım o adamdan kurtulamayacaktım. Benim peşimi bırakmayacaktı ve ben ondan uzaklaşamayacaktım. Üstelik Batın'ın beni elde etme isteği kızı için de değildi artık. Görebiliyordum gözlerinden bunu, hırs yapmıştı. Ece bir gün vazgeçse bile o vaz geçmeyecekti. Çünkü ben ona karşı koydukça o gücünün sarsıldığını hissediyor ve bana gücünü göstermek için her şeyi yapmaya hazırdı. Ece için değil kendi çıkarı için peşimdeydi artık.
Ve ben, elde etme tutkusu ile yanıp tutuşan bu adamdan kurtulabileceğimi zannetmiyorum artık. Benim ondan tek kurtuluşum ölümdü. Ya ben ölecektim ya da o.
Dalgın dalgın kalbimin acısıyla giderken ayağımın bir taşa takılmasıyla yeri boyladım. Dizlerim ve ellerim üzerine düşmüştüm. Acıdan yüzüm buruşurken dizlerimin üzerinde doğrulup avuç içlerime baktım. Soyulup kanamış ve kuru çam iğneleri ile kıymıklar batmıştı. O kadar acıyordu ki gözümden yaş süzülürken bir hıçkırık koptu ağzımdan.
Ben uzun zamandan beri ilk kez ağlarken hıçkırmıştım. Uzun zamandır gözyaşlarım sessiz sessiz dökülürken bir kaç kıymık yüzünden hıçkırık dökülmüştü dudaklarımdan.
Gözümden ardı ardına yaşlar süzülüyor hıçkırıklarım da giderek artıyordu. Canım çok yanıyordu. Öyle çok acıyordu ki o minik çöp parçaları koca bir kütüğe dönüşmüş ve yüreğimin orta yerine saplanıyordu. O kütüğü batıran da annemdi, babamdı, o geceyi bana yaşatanlardı ve elbette son celladım Batın'dı.
Hıçkırıklarım adeta haykırışa dönüşmüş bağıra bağıra ağlıyordum. Dizlerimin ve ellerimin acısını hiç bu kadar yoğun hissetmemiştim, gittikçe güçsüzleşiyordum. Batın tüm gücümü emiyordu. Beden gücüm yerindeydi belki ama ruhum bitap düşmüştü.
Ben ellerime ağlarken aslında ruhuma ağlıyordum. Geçmişte ağlayamadığım ellerime ve dizlerime ağlıyordum. O gece acıyan dizlerime ağlayacak vaktim yoktu şimdiyse bir bahane üretebilmiştim. Yüreğimin acısı ellerimin acısından kat be kat fazlaydı ve ben artık buna, bu hayata dayanamıyordum.
Bu hayatı ben tercih etmemiştim. Ne o anne babayı ne o yetimhaneyi ne başıma gelen bunca olayı...
Demiştim ya hani hep değersizdim diye. Tercihlerim, isteklerim hayatım değersizdi diye…
Bu hayatta yaşadığım, yaptığım hiçbir şeyi ben tercih etmemiştim. Hep birileri tarafından tercih edilmiş olanı yaşadım. Tek bir şey hariç, bu yirmi dört yıllık hayatımda tek bir tercih yapmış ve gerçekleştirmiştim. Kendi isteğimle bir okula sahip olmuştum. Benim tek yaptığım tercih buydu ve onu da gerçekleştirebilmiştim. Ama şimdi o tercihimi de elimden alıyorlardı. Tek hazinemi, mutluluğumu koparıp alıyorlardı benden. Tıpkı her defasında bir bir hayatımı koparıp attıkları gibi…
Gözümden yaşlar hiç durmaksızın akarken hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Uzun zamandır sessiz ağlamaktan içimde biriken tüm dertleri bağıra bağıra dökmek istiyordum.
Ne kadar bir süre kaldım öyle bilmiyorum. Göz yaşlarım ve hıçkırıklarım yavaş yavaş azalmış ve sessiz iç çekişlere dönüşmüştü. Uzaktan bir araba sesi geliyor ama başımı kaldırıp gelene bakamıyordum bile. Araba yakında bir yerde durup kapısı açılldığında hızlı bir şekilde yanıma gelen adımları duyduğu kulaklarım bu sefer.
Yavaşça başımı kaldırdığımda Uluç önümde diz çöküp endişeyle bakıyordu. Gözlerinde hem endişe hem korku hem de üzüntü vardı. Gözlerini bir kaç saniye yüzümde gezdirip konuştu. “Aysima ne oldu iyi misin, biri bir şey mi yaptı?’’
Başımı iki yana salladım. İki sorusunun cevabını da vermiştim aslında.
Uluç yanağımdaki göz yaşlarımı silmek ister gibi elini kaldırdı. Ama yanağımın hemen yanında bir kaç saniye elini durdurup yavaşça geri çekti. Biliyordu çünkü, bana dokunulmasından, erkeklerin dokunmasından rahatsız olduğumu.
Hareketlenirken hafifçe gözlerimi kaldırıp baktım ne yaptığına, yere bağdaş kurarak oturmuştu. Ellerini sanki tutmak ister gibi kucağında birleştirip başını hafifçe yana eğerek yüzüme baktı. “Aysima anlat bana ne oldu. Bir yerinde bir şey yok değil mi?’’
Başımı yine iki yana sallayıp ağlamaktan çatallaşan sesimle konuştum. Ama konuşurken yine gözlerim dolup sesim titremeye başladı. “Ben hiç iyi değilim Uluç. Ben çok yoruldum. Kalbim çok acıyor. Canım çok yanıyor. Ben artık dayanamayacağımı hissediyorum.’’
“Niye öyle söylüyorsun Aysima. Sen çok dayanıklısın, çok güçlüsün. Elbette bu derdin altından da kalkacaksın. Ben senin yanındayım.’’ Yanımdaydı, biliyordum. Bunu tüm yüreğimle hissediyordum.
“Değilim, ben güçlü değilim. Güçlü insan bu halde olmaz ki. Güçlü insan ağlamaz. Kendime güçlüyüm derken bile ağladım. Hiçbir şeyi kaldıracak gücüm yok artık.’’ Ben tüm bunları söylerken Uluç'un kahve gözleri ağlamaktan kızarmış olan yüzümde dolanıyordu. Bir süre sessiz kaldıktan sonra gözlerini gözlerime sabitleyip beni susturacak o cümleyi kurdu.
“Aysima, sen güçsüz değilsin. Sen benim bu hayatta gördüğüm en güçlü insansın. Neden biliyor musun? Çünkü insanlar güçsüz oldukları için ağlamazlar, uzun zamandır güçlü olmak zorunda olukları için ağlarlar. Tıpkı senin gibi...’’
***
Uluç’un sözlerine karşılık hiçbir şey diyememiş ve sessiz kalmıştım. O da benim sessizliğime ortak olarak benimle birlikte oturmuştu sadece.
Uluç'la beraber ağaçların altında kısa bir süre daha oturmuştuk. Ben biraz daha sakinleşince kalkıp arabaya geçtik. Hareket ettikçe bacaklarımın da ellerim kadar kötü bir halde olduğunu anlamam uzun sürmedi. Göremiyordum ama muhtemelen dizlerim de kanıyordu. Ben yavaş hareketlerle arabaya geçerken Uluç yerdeki çantamı alıp benim için ön koltuğun kapısını açtı.
Ben koltuğa oturunca Uluç çantamı verip kapıyı kapattı ve arka tarafa geçip bagajı açıtı. Orda biraz oyalnıdıktan sonra sürücü koltuğuna geçti hemen. Bana dönerek ellerime baktığındaysa yüz ifadesi sanki acıyı çeken oymuş gibiydi. “Ellerini pansuman yapmamız gerekiyor. Bagajda ilk yardım çantası vardı ama geçen araba temizlenirken çıkarmışlar, geri koymayı unutmuşlar sanırım.’’
“Olsun eve gidince hallederim ben.’’
“Olmaz öyle eve gidene kadar mikrop kapabilir. Gelirken buralara yakın bir yerde sağlık ocağı gördüm. Şimdi oraya gider pansuman yaptırırız.’’ Gözlerim ellerimi bulduğunda başımı salladım yine. Ellerimden çok dizlerim acıyordu aslında. “Eve kadar dayanabilirim.’’
“Sen acısına dayanabilirsin, güçlüsün çünkü.’’ Az önceki konuşmamıza atıfta bulunurken gözlerime anlamlı bir ifadeyle baktı. “ Ama ellerin dayanamayabilir. Mikrop kaparsa iltihaplanabilir.’’
Bu defa itiraz etmeden yavaşça başımı sallayıp onayladım. Uluç önüne dönüp kemerini bağlayacaktı ki tekrardan bana dönüp biraz üzerime doğru eğildi. Ne yaptığını biran anlayamazken kemerimi doğru uzandı. Öyle güzel bir koku ulaştı ki burnuma midemin üzerinde bir ağırlık hissettim. İstemsiz gözlerim kapanacakken göz kapaklarımı zorla tutup kapatmadım.
Uluç gözlerini bir anlığına gözlerime çıkardı. O kadar farklı bakmıştı ki daha önce kimsede görmediğim bir bakıştı. Ama çok kısa sürdü. Sadece bir anlığına gözlerini kaldırıp indirdi.
Kemerimi yerinden alıp yuvasına yerleştirince yerine tekrardan kurulup kendi kemerini bağladı. İfadesi nasıldı anlamış değilim ama sanki diyeceği şeyden çekinir gibi gözlerini kaçırarak konuşmaya başladı. “Ellerinden dolayı çekmezsiniz diye öyle ben yardım edeyim dedim.’’
“Teşekkür ederim.’’
Neden böyle hissediyordum ki? Uluç yanımdayken, bana bakarken, ismimi ağzına alırken neden midemin ağrıdığını, kalbimin göğüs kafesimden çıkacakmış gibi atıp yine göğüs kafesimden mideme doğru çökecekmiş gibi ağırlaştığını hissediyordum?
Daha önce hiç yaşamadığım şeydi bu benim. Erkeklerden nefret etmesem bile istemsiz uzak duruyordum onlardan hep. Ama Uluç yanımdayken kendimi daha iyi hissediyordum.
İsmini veremiyordum bu duygunun ama aşk değildi, olmamalıydı. Aşk benim için yasaktı. Ben onu kendime yıllar önce yasak kılmıştım. Benim aşık olmaya hakkım yoktu. Ne sevilmeye hakkım vardı ne de sevmeye. Bir insan olarak sevilebilirdim, arkadaş olarak sevilebilirdim ama eş olarak, aşk olarak sevilemezdim ben.
Bir başkasının hayalleri bana nasıl yasaksa benim hayalim de başkasına yasaktı. Kimse beni düşlememeliydi aynı şekilde ben de kimseyi. Bu gerçeği canım yana yana kabullenmiştim.
Uluç başıyla beni onayladıktan sonra arabayı çalıştırıp sürmeye başladı. On dakika sonra yerleşim yerlerinin başlamasıyla küçük bir sağlık ocağının önünde durduk. Uluç kendi kemerini çözdükten sonra benim kemerimi de çözüp arabadan çıktı. Ben arabanın kapısını açmadan arkadan kapıyı aralayıp çantamı aldı eline.
İçeriye girdiğimizde muayene olmadan sadece pansuman yapacağımız için yardımcı olmuşlardı. Bir hemşire beni bir odaya götürüp önce ellerimi ardından da dizlerimi pansumanlayıp sardıktan sonra işimiz bitmişti.
Sağlık ocağından çıktıktan bir süre sonra gelmiştik eve. Uluç benimle beraber içeri girdiğinde olanları, neden o halde olduğumu ve niye orda olduğumu sormak istediğini anlamıştım.
Uluç yine direkt salona geçti ben de odama geçip üzerimi değiştirdim. Ardından mutfağa geçip kahve yapmak için ocağa su koydum. Ben bardakları dolaptan indirirken Uluç tıkırtıları duymuş olacak ki yanıma geldi. “Ne yapıyorsun?’’
“Kahve içeriz diye düşünmüştüm, içersin değil mi?’’
“Olur, içerim ama sen geç otur ben yaparım.’’ İtiraz etmeden kahvelerin yerini söyleyip kenara geçtim. Sargılı ellerimle yapmam zor olacaktı zaten.
Uluç tepsiye bardakları koyup adımlarını salona yönlendirirken ben de arkasında yürüyüp takip ettim. Kahvelerimizden bir kaç yudum aldıktan sonra sessizliği bozan Uluç oldu. “Bugün olanları bana anlatmak ister misin? Neden ordaydın ve en önemlisi niye o haldeydin? Kim yaptı bunu?
“Anlatırsam sinirlenip kızabilirsin ama.’’
“Ne haddime, sen ne yaparsan anlamaya çalışırım sadece ben. Sorgulayacak değilim seni. Sadece merak ediyorum. Seni o halde görünce...’’ Uluç diyeceği şeyi bir an düşünüp vazgeçti söylemekten. "Yaralanmışsın bir de." diyerek devam etti.
Ben de bir kaç saniye sessiz bir şekilde durup cevap verdim. “Batın'ın yanına gittim.’’
Kaşları hayretle çatılırken inanamamışçasına baktı. “O herifin yanına mı gittin? Tek başına. Neden?’’
“Bize bu oyunu kuranın kim olduğunu bildiğini söyledi. Eğer tek başıma oraya gidersem bana söyleyecekmiş. Ben de o yüzden gittim.’’
“Haber etmeliydin yine de bana. Ya daha kötü bir şey olsaydı?’’ Endişeli sesi istemsiz içimde bir şeylerin kıpırdamasına sebep oluyordu. Endişeleniyordu ve bunun tek sebebi bendim. “Seni tehlikeye atamazdım Uluç. Eğer seninle gitseydim kim bilir ne yapardı.’’
“Biz o adama karşı beraberiz ama Aysima.’’ Bunu defalarca kez söylemişti ve sesindeki bıkkınlıktan bana bunu hatırlatmaktan yorulduğunu hissediyordum. O bizi bir olarak görüyordu ama ben öyle göremiyordum, görmek istemiyordum. “Beraber yürümeliyiz her yere. Adımlarımızı beraber atmalıyız. Benimle iletişime geçmiyor o herif. O yüzden sen anlatmalısın bana her şeyi.’’
“Ne olursa olsun seni tehlikeye sokacak bir şey yapmam Uluç. O adamla seni karşı karşıya getirmem. Bana fiziksel zarar vermiyor olabilir ama senin için de aynı şeyi söyleyemem.’’ Onun da kabullenmesi gereken şey buydu ve üzerime gelmemeliydi. Batın Eceden ötürü bana zarar veremezdi fiziken ama Uluç umurunda bile olmazdı. Bu gün oraya Uluç’la birlikte gitsem ona zarar vermeyeceğinin garantisi yoktu.
“Tamam, peki bu konuyu daha sonra konuşuruz. Kimmiş yapan bunu, hâlbuki onun yaptığından emindim.’’
“O zaten. Yine göz dağı vermek için çağırmış beni. Eğer teklifini kabul etmezsem okulun kapanmasını sağlayacakmış, daha sonra da beni yanına alıp evden bile çıkmama izin vermeyecekmiş.’’ Bu gün ne söylediyse, yaptığı planı, bizi nasıl tuzağa düşürdüğünü anlattım.
“Şerefsiz piç.’’ Birden bocaladığında dilini ısırdı. “Kusura bakma, senin yanında böyle konuşmak istemiyorum ama engel olamıyorum kendime. ’’Başımı iki yana 'sorun yok' der gibi salladım. “Uluç, ne yapacağız biz? Duydun dediklerimi, asla bırakmayacak peşimi.’’
Uluç çaresizliğin verdiği sinir ile derin bir nefes çekip ofladı. “Hiç bir şey yapamamak delirtiyor beni. Mücahit Komutana anlattım olanları hatta buraya gelecek o da, seninle konuşmak istiyor. Ama ne yapabiliriz bilmiyoruz. Sen kendin araştırıyorsun, adama kullanabileceğimiz hiçbir suç kaydı yok. Tertemiz bir iş adamı güya, ne yapılır bilmiyorum.’’
“Bulamayacağız Uluç.’’ Çaresiz bir nefes verip gözlerine baktım. Bunu ben kabullenmiştim, o da kabullenmeliydi. “Kabul et artık, ondan kurtulmanın tek yolu var o da ölüm. Ya ben ya o.’’
Söylediğim şey ile Uluç'un yüzü anında sertleşirken şaşkın ve sinirli bir hal aldı. “Sen ne dediğinin farkında mısın?’’ Yerinden doğrulup gözlerimin içine baktı. “Ölüm bir çözüm değildir Aysima, kaçıştır. O adamın yüzden kendi ölümünü düşünmeyeceksin asla, ölümü unut. Sen ölmeyeceksin, hele o adamın yüzünden asla. Bir daha ölüm lafı çıkmayacak o ağzından.
Hiç cevap vermeden başımı eğdim. Haklıydı, ölüm kurtuluş değil kaçıştı. Ben de intihar etmeyi falan düşünmüyordum zaten. Nasıl bir cana kıyamazsam kendiminkine de kıyamazdım. Canımı sadece Allah alabilirdi. Ve buna sebep olacak kişi ben olamazdım, olmamalıydım.
Yıllar önce bir kez gaflete düşüp denemiştim bunu ve başaramamıştım. Bu gün şükrediyordum başaramadığım için. O günlerde başarısızlığım yüzünden kendime kızsam da iyi ki olmamıştı o istediğim son. Allah’ın verdiği canı almak hakkım değildi.
Düşüncelere dalmışken Uluç’un daha sakin olan sesiyle ona döndüm. “Bu ellerinin hali neydi? Telefonda konuşurken iyiyim diyordun. Ağlamaktan yüzün kızarmıştı. Bir şey yapmadı değil mi?’’
“Hayır hayır. Seninle konuştuktan sonra depoya gidiyordum tekrardan orda bekleyecektim seni. O esnada ayağım taşa takıldı ve düştüm. Öyle ağlayacak bir sebep bulunca da tüm sinirlerim boşaldı.’’
Bir süre daha Uluç'la oturduktan sonra dediği gibi Mücahit Komutan gelmişti. Uluç daha önce anlatmış ama bir de benden dinlemk istemiş olan tüm bu şeyleri. O da tıpkı Uluç gibi bir süre bir şey yapamayacaklarını söyledi, Batın çok profesyoneldi ve hiçbir kirli işini açığa çıkarmıyordu. Haliyle ona karşı herhangi bir kozumuz olmuyordu.
Mücahit Komutan geldikten sonra çok fazla oturmamış ve işlerinin olduğunu söyleyip kalkmıştı. Uluç da dinlenmem için Mücahit Komutan’la gitmişti evden. Ben de o gidince pijamalarımı giyinip bir kaç saat uyudum.
***
Olanların üzerinden birkaç gün geçerken hakkımda bu sefer de soruşturma başlatılmıştı. Savcılığa gidip ifade verdikten sonra beklememiz gerektiğini bu süre içinde okulun açılmayacağını söylediler. Elimde delilim olmadığı için işimin zor olduğu söyleniyordu hep.
Şimdi ise Uluç'la beraber savcılıkta bir kaç işimi halledip çıkmış Yasemin Hanımlara gidiyorduk. Arabaya binice Uluç ablasının aradığını ve bizi eve çağırdığını, nedenini sorduğumda ise bilmediğini söylemişti.
Uluç sanırım bu süreçte izinli olduğu için onun hakkında hiç bir şey çıkmıyordu. Bu duruma tabi ki seviniyordum. Eğer o da açığa alınsaydı her şey daha kötü olurdu.
Yasemin Hanımlara gelmiş geçen sefer oturduğumuz gibi oturmuştuk yine. Yardımcıları Selma Teyze hepimize birer çay getirmişti. Evde sadece Yasemin Hanım, Serhat Bey ve Yiğit vardı. Öğrendiğime göre Mazhar Bey ve Semiha Hanım havaların ısınmasıyla tatile çıkmak istemişler ve şu an yurt dışındalarmış. Yiğit ise öğle uykusunda olduğu için salonda sadece dördümüz oturuyorduk.
“Ee söyleyin bakalım niye çağırdınız bizi.’’ Uluç çayından bir yudum alıp orta sehpaya bıraktıktan sonra geriye yaslanıp sorgulayıcı bakışlarını eniştesi ve alasına çevirdi.
"Öyle konuşuruz diye. Hem Aysima Hanım'ın yapacağı bir iş yoktur diye tahmin ettik, birlikte vakit geçiririz dedik." Yasemin Hanım'ın açıklamasında sanki gizli bir endişe, söylemediği bir şey varmış gibi gelse de ses etmedim.
Benim asosyal biri olduğumu az çok anlamışlardı çünkü çocukların kaçırılmasından bu yana defalarca beni evlerine davet etmişler ve hiçbirini kabul etmemiştim. Üstelik son günlerde bu davet artmıştı ama yine bir bahane bulup evden çıkmamıştım.
Bir süre öyle havadan sudan ve tabi ki başımızda olan musibetten konuştuktan sonra akşam yemeği saati gelmişti.
Hep beraber sofraya oturup yemeğimizi yemeğe başladık. Ben elbette Yigit'in yanına oturup ona yardım ediyordum. Yasemin Hanım ne kadar engel olmak istese de itiraz ederek Yiğit ile yedim yemeğimi. Çünkü benim yanımda oturmama o kadar hevesliydi ki onu kıramamıştım.
Yemeğimizi yedikten sonra Yiğit odasında oynamak için yardımcılardan biriyle odasına geçerken biz de salona geçmiş ve Selma Teyze'nin hazırladığı kahveleri yudumluyorduk. Aslında artık eve gitmek istiyordum çünkü bu kadar misafirliğe alışık değildim ve bir yerden sonra rahatsız olmaya başlamıştım ama kahve için de ısrar edilince biraz daha kalmaya devam ettim.
Bir süre de öyle muhabbet ettikten sonra sabahtan beri arada sırada, sıkıntı ile oturan Serhat Bey ve Yasemin Hanım sonunda ağızlarındaki baklayı çıkarmaya başladılar. Bir şey demiyorlardı ama ikisinde de bir haller olduğu belliydi. "Bizim aslında size söylememiz gereken bir şey var , daha doğrusu öneri.’’ Konuşan ilk kişi Yasemin Hanım'dı.
“Neymiş o öneri ve ne hakkında?’’
Serhat Bey oturduğu koltuktan doğrulurken ellerini birleştirip gözlerini üçlü koltukta, yan yana oturan Uluç’la bana dikti. “Malum hiç bir delil bulamıyoruz maalesef. Eğer savunmamızı yapamazsak sonuç hiç istemediğimiz şey olabilir.’’
“Okul hepten kapatılabilir.’’ Yavaşça başıyla dediğimi onayladıktan sonra konuşmaya devam etti. "Ama bizim Yasemin ile aklımıza bir fikir geldi, daha doğrusu Yasemin'in. Başta; bana olmaz gibi geldi, itiraz ettim ama sanırım başka da bir çözüm yolu yok."
Merakla dinlerken Uluç’un da merak ettiğine emindim. Günlerdir bizim aklımıza gelmeyip onların düşündüğü şey ne olabilirdi ki? “Eğer olacak bir şeyse niye yapmayalım ki? Söyleyin hadi.’’ Çok sabırsız bir adamsı, sussa zaten söyleyeceklerdi.
"Tamam söyleyeceğiz ama bağırıp çağırmak, düşünmeden itiraz etmek yok. Biz sizin iyiliğiniz için diyoruz. Bir düşünün sonra karar verirsiniz."
“Abla siz bir söyleyin sonra karar veririz.’’ Yasemin Hanım bir bana bir Uluç'a bakıp sıkıntıyla bir çırpıda konuştu. "Evlenin, eğer evlenirseniz eş olduğunuz için suç düşmese bile hafife alınabilir."
Tek bir kelime beynimde çınlarken şaşkınca baktım karşımda oturan çifte. Evlenin mi demişti o? Sanırım yanlış duydum.
Gözlerimi belertip şaşkın şaşkın bakarken Uluç yaslandığı yerden doğrulup konuştu. “Ne ne ne ne? Abla ne diyorsun sen? Evlenin mi dedin sen? Ben yanlış duydum herhalde.’’ Dalga geçer gibi sahte bir şekilde gülerken şaşkınlığım daha da arttı. Hayır yanlış duymamıştık, Gayet ciddi ciddi evlenenin demişti.
"Bak sakin olun. Hemen itiraz etmeyin. Biraz düşünün. Biz sa..."
“Abla senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Ne evlenmesi? Böyle saçma bir çözüm olabilir mi?’’
"Ceyhun sakin ol, ablanı dinle önce. Hemen karar verin demiyoruz zaten. Bizim aklımıza tek çözüm yolu bu geldi. Eğer evlenirseniz, evli bir çift olursanız Aysima Hanım daha hafif şekilde yargılanabilir. Belki en kötüsü bu okul kapanır ama başka bir yerde yeniden açma şansını verirler. Hem nereden biliyorsun belki seni de açığa alacaklar."
“Yapacak olsalar şimdiye yaparlardı. Böyle saçma bir fikir duymadım ben.’’ Öfkeyle konuşup ellerini yumruk yaparak önünde birleştirdi. Sanki birine ya da bir yere vurmamak için kendini zor tutuyordu. Tamam güzel bir öneri değildi ama bu kadar sinirlenmeye de gerek var mıydı, emin değilim.
"O zaman kabul et başka çözüm yolu yok. Tüm deliler ortadan kalkmış. Karşı koyabileceğimiz hiç bir şey yok. Ama evlenirseniz bir ihtimal dediğimiz olabilir."
“Nerden biliyorsunuz yararlı olacağını?
"Emin değiliz zaten, denersiniz."
Başını iki yana salayıp koltuğun en ucuna kadar getirdi bedenini. Vücudunu öne doğru eğerken parmağı ile ikiliye işaret ediyordu. “Siz gerçekten dediğinizi anlamıyorsunuz. Evlilik bu evlilik, çocuk oyunu değil. Deneriz, olmadı bozarız diyeceğimiz bir şey hiç değil. Hem siz benim evlilik hakkındaki düşüncemi biliyorsunuz. Nasıl böyle bir şey sunarsınız?’’
"Biliyoruz ablacığım. Ama başka çözüm yolu yok. Hem sen de bu zamana kadar düşüncende yanlış olduğunu göreceksin." Yasemin Hanımın cümlesiyle daha da hiddetlenirken sahtelikle gülümsedi. “Anlaşıldı şimdi. Senin, sizin asıl amacınız beni evlendirmek.’’
"Hayır tabi ki de. Amacımız Aysima Hanım'ın işine geri dönemsi ve üzerinize buluşan bu iftiranın temizlenmesi. Ama böyle bir çözüm yolu bulmuşken ve başka yokken neden es geçelim."
“Yapılacak bir şey değil çünkü abla!’’ Yüksek çıkan sesi salonu dolduruRken ben hiç sesimi çıkaramıyor sadece onları dinliyordum. Uluç zaten benim diyeceklerimi tek başına dile getiriyordu hem de fazlasıyla.
"Ceyhun bir düşünsen, düşünseniz… Enişten haklı, iznin bitince belki almayacaklar seni. Sadece Aysima Hanım değil sen de mesleğinden olacaksın belki de." Şaşkınlıktan ağzımı dahi açamıyordum. Gözlerim konuşan kişide gelip gidiyordu.
Nasıl bir teklifti bu gerçekten. Evlilik bir çözüm değildi ki. Benim mesleğime geri kavuşmamın tek yolu vardı o da Batın'dan kurtulmak. Evlenirsem Batın'dan kurtulabilir miydim, bilmiyorum. Hem sevmediğim bir adamla evlenmemek için yine sevmediğim bir adamla evlenmek ne kadar mantıklıydı.
Evet Uluç Batın'dan kat kat iyiydi. İkisini karşılaştıramazdım bile. Ama yine de olmazdı. Ben evlenemezdim. Uluç'a bunu yapamazdım.
Daldığım düşünceden çıkmamı sağlayan Uluç'un sesiydi. “Hadi Aysima, gidiyoruz. Siz de bu saçma düşüncenizi bırakmadan mümkünse karşıma çıkmayın. Doğru düzgün bir çözüm yolu bulursanız öyle konuşun.’’ Uluç söylediklerinden sonra salondan çıkıp gitti. Ben de daha şaşkınlığımı bırakmadan olanı yeni kavrayıp yerimden kalkarak Uluç'un peşinden dışarı çıktım.
Beraber arabaya bindiğimizde Uluç hiç sesini çıkarmadan arabayı çalıştırıp hızla ayrıldı evden. Öyle sinirli duruyordu ki sinirinden nasiplenmemek için nefes dahi almıyordum. Arabayı nereye doğru sürdüğünü bilmeden son sürat kullanıyordu. Benim kaldığım eve gitmiyorduk çünkü araba ters istikamette ilerliyordu. Nereye gittiğimizi dahi sormak istemiyordum şu an. Fakat hava iyice kararmıştı ve arabayı öyle hızlı kullanıyordu ki en sonunda dayanamayıp konuştum.
“Uluç biraz sakin olur musun. Çok hızlı kullanıyorsun arabayı, yavaşla biraz.’’ Gözlerim bir Uluç'ta bir yolda gelip giderken Uluç duymamıştı bile beni. Elleri eklem yerleri beyazlayacak kadar direksiyonu tutuyor yüzü gergince duruyordu. Gözlerini pek fazla göremesem de ateş saçtığına emindim. “Uluç sana diyorum biraz yavaşla.’’
Korku dolu bir sesle konuşurken yine ulaşamamıştım kendisine., kriz geçirir gibi bir hali vardı. Etrafından soyutlanmış gibi duruyordu ve şu an bu hâliyle araba kullanıyordu. Umarım sadece benden soyutlanmıştı. Yapacağı en ufak bir hata kazaya neden olabilirdi ve bu hızla asla kaza yapmak istemezdim.
Bu defa elimi Uluç'un gözleri hizasına getirip sallayarak konuştum. “Uluç ne olur kendine gel. Sakinleş lütfen.’’
Bu kez beni algılarken ellerimi görünce afallayıp gözlerini kırpıştırdı ardından bana dönüp dediklerime odaklanacaktı ki tekrar konuştum. “Bana bakma önüne bak ve biraz yavaşla, kaza yapacağız şimdi Allah korusun.’’ Söylediklerimle önüne dönüp hızını yavaşlattı biraz. “İyi misin? İstersen sağa çek sakinleş biraz.’’
Bir şey demeden dediğimi yapıp sağa yanaştı ve durdu. Başını direksiyonun üzerinde yan yana birleştirdiği ellerinin üzerine koyup sakinleşmeye çalıştı. Nefes alış verişini düzenlemeye çalışırken gözleri de kapalı bir şekilde duruyordu.
Bir süre geçtikten sonra nefesi normal şekle dönmüş öyle duruyordu. Çantamdan su şişesini çıkartıp seslendim. “Sakinleştin mi biraz daha?’’
Önce gözlerini açtı ardından yavaşça başını kaldırıp bana baktı. Gözleri hafif kızarık ve yorgun bakıyordu. Elimdeki su şişesinin kapağını açıp uzatarak içmesini söyledim. Elimden alıp bir kaç yudum içti.
İçerken oynayan adem elmasından zorla ayırdım gözlerimi. Bakmamalıydım, bu yanlıştı. Onunla baş başa aynı ortamda bulunmak bile yanlışken ben her defasında baş başa kalıyor ve gözlerimi zorla ayırıyordum ondan.
Allah'ım lütfen sen beni affet.
Şişeyi bana geri uzatınca alıp kapağını kapatarak kenara koydum. “İyisin değil mi?’’
“İyiyim, özür dilerim.’’
“Dileme. Özür dileyecek bir şey yapmadın ki.’’
“Kendimi kaybettim yine. Kaza yapabilirdik. Benim yüzümden canın yanabilirdi, yaralanabilirdin.’’ Yine? Bu olan bir şey mi hep?
Bunları sonra düşünmeye bırakıp gözlerine baktım. “Ama bir şey olmadı. Olmamış şeyler için dert yanıp üzülmeye gerek yok.’’ Sessiz kalınca konuşmaya devam ettim.
“Uluç niye böyle oluyor? Neden bu krizleri yaşıyorsun? Eğer anlatmak istersen dinlerim.’’
“Sonra, sonra konuşalım olur mu?’’
“Tamam sen ne zaman kendini hazır hissedersen anlatabilirsin. Şimdi kullanabilecek misin arabayı?’’ Daha iyi görünüyordu ancak yine de güvenemiyordum. “Kullanırım merak etme. Şimdi seni eve bırakayım sonra kendi evime geçer dinlenirim biraz.’’
“Evin ne tarafta? Eğer bu taraftaysa ben taksiyle giderim. Sen de bir an önce dinlenirsin.’’ Daha önce evine gitmiştim bir kez daha doğrusu orada uyanmıştım ve Uluçbeni eve bırakmıştı ama yol boyu Batın’ı düşünmekten yola odaklanamamıştım ve ne tarafta kaldığını hatırlayamıyordum.
“Yok, evin yolumun üstünde kalıyor zaten, geçerken bırakırım seni.’’ Başımla dediğini onaylayıp önüme döndüm. Uluç arabayı çalıştırıp biraz ileriden U dönüşü yaparak eve doğru sürmeye başladı.
Bir müddet sonra araba durduğunda inmek için kemerimi çözerken Uluç konuşmaya başladı. “Bugün olanları unut, tamam mı? Ablam ve eniştem saçmaladılar işte. Olmayacak bir şeyi sürdüler ortaya. Merak etme bir daha bu konu hakkında bir şey diyemezler.’’
“Tamam sen de sakin ol. Onların da kötü bir niyeti yoktu sonuçta. Benim yüzümden bozma aranızı.’’
“Sorun sadece sen değilsin. Sen bunları düşünme, olur mu?’’ Daha fazla uzatmadım, gözleri çok yorgun görünüyordu. “Peki, sen de dikkat et. Şimdi dinlen hadi.’’ diyerek indim arabadan. Kapıyı kapatmadan önce "Allah'a emanet ol." demeyi de ihmal etmedim.
“Sen de Allah'a emanet ol, görüşürüz.’’
Ben yine eve girene kadar Uluç beklemişti kapıda. İçeri geçtikten sonra üzerimi değiştirip bilgisayarın başına geçtim. Günlerdir hatta haftalardır hiçbir araştırma yapmıyordum, yaşannalar o hevesi kırmıştı içimde ama Batın’a dair bir şeyler bulmak zorundaydım.
Uzun bir süre bilgisayarla vakit geçirdikten sonra yine elim boş şekilde kitabı yatak odasına geçtim. Yoktu, hiçbir kötü işi yoktu sanki adamın. Nasıl bu kadar iyi gizlenebiliyordu, aklım almıyordu.
Yorgunluk beynimi kuşattığında pijamalarımı giyip yatağa geçtim. Aklımda bin bir düşünce vardı yine.
Yasemin Hanım'ın teklifi, önerisi olmayacak şeydi. Kabul edemezdim asla böyle bir şeyi. Bu gün anladığım kadarıyla Uluç da asla kabul edecek gibi değildi.
Neden bilmiyorum ama içimde sanki bir burkulma olmuştu istemsiz. Uluç'un kesin bir şekilde reddedişi hüznümü koymuştu ortaya. Sevinmeliydim, benimle aynı düşüncedeydi ve zor durumda kalmayacaktım ama acımıştı yine de canım.
Ben sevilmeye layık değil miydim yoksa?
Elbette değildim, yıllardır kendime söylüyordum zaten bunu ama o şey olmasaydı yine sevmez miydi beni kimse? Uluç'un o şeyden haberi yoktu, bunu bir engel olarak göremezdi. Buna rağmen ben sevilmeyecek biri miydim?
Mesela erkeklere göre çirkin miydim ya da itici bir kişiliğim mi vardı?
Belki de böyle olması daha iyiydi. Böyle olmak onlardan uzak kalmama yardımcı oluyordu. Ben sıkıntı içinde olmuyordum böylelikle.
Yine düşüne düşüne çaresizliğim ile uyuyakaldım. Gece gördüğüm rüya sebebiyle bir kez korkup uyanmıştım ama uykum olduğu için tekrardan uyumuştum.
Hep Batın'la uçurumun kenarında olduğum yerde uyanıyordum. Kaçırılmamdan bu yana rüyalarıma bu sahne de eklenmişti artık.
Sabah uyandığımda üzerimi değiştirip yatağımı topladım. Ardından kahvaltımı ettikten sonra dip bucak bir temizlik yaptım. Ellerim yara olduğu için bir kaç gündür pek silememiştim ortalığı. İşim bittikten sonra kendime kahve yapmak için mutfağa geçtiğim esnada kapı çaldı. Kapıya gidip delikten baktığımda Yasemin Hanım vardı kapının arkasında.
Niye gelmişti ki şimdi, haber de etmemişti. Öyle konuşacağımız bir mesele de yoktu.
Daha fazla bekletmemek için başımdaki örtüyü düzenleyip açtım kapıyı. Yüzüme de küçük bir gülümseme yerleştirip konuştum. “Yasemin Hanım, hoş geldiniz.’’
“Hoş buldum, umarım rahatsız etmiyorumdur.’’
“Yok hayır, buyurun geçin içeri.’’ Beraber salona geçtiğimizde koltuğu gösterip oturmasını söyledim. “Ben tam da kendime kahve yapacaktım içerisiniz değil mi?’’
“Zahmet olmazsa içerim.’’
“Şimdi yapıp geliyorum.’’
Mutfağa geçip cezveye iki fincan su, yeteri kadar kahve ve şekeri koyduktan sonra karıştırıp ocağın altını en kısığa koyarak hızla yatak odasına geçtim. Üzerimde hala temizlik kıyafetlerim vardı. Hemen düzgün günlük bir kıyafet seçip giydikten sonra mutfağa geçip pişmek üzere olan kahveyi fincanlara paylaştırdım. Yanlarına bir kaç lokum da koyup salona geçtim.
Yasemin Hanım tekli koltuğa oturmuş beni bekliyordu. Sarı saçları beline kadar uzanıyor açık kahverengi gözleri parıldıyordu. Pahalı parfüm kokusu odayı sarmalarken giydiği elbise tüm vücudunu belirginleştirerek gözler önüne seriyordu. Bu güne kadar bir çok insan görmüş biri olarak, gördüğüm en güzel kadınlardan biriydi.
“Eviniz çok güzel ve şirinmiş.’’ Kahvesini ikram edip ben de oturdum. “Teşekkür ederim. Tek başıma yaşadığım için büyük bile geliyor.’’
“Yanlış anlamazsınız bir şey sormak istiyorum. Malum artık birbirimizi yakından tanıyoruz ve güveniyoruz. Ha anlatmak istemeseniz anlatmayabilirsiniz tabi.’’ Ben kimseye güvenemiyorum, güvenemiyorum maalesef; belki biraz Uluç’a o kadar.
“Buyurun sorun istediğinizi.’’
“Aileniz yok mu? Ya da bir kardeşiniz veya akrabanız.’’ Aslında bu konuşmayı hastanede Mazhar Bey yüzünden yaptığımızı hatırlıyordum ama Yasemin Hanım unutmuş olacak ki yeniden dile getirdi.
“Yok.’’ Kısa ve net cevabım Yasemin Hanım'ı şaşırtırken bir kaç saniye durdu ardından tebessüm ederek toparlamaya çalıştı kendini. “Anladım. Peki, böyle zor olmuyor mu yani yalnız?’’
“Alıştım. İnsan bazen bazı şeylere alışıyor. Ve alıştığı şeylerin mutluluğunu da acısını da bilemiyor.’’ Öyleydi gerçekten de. İnsan bir şeye alıştığı zaman acı da olsa mutluluk da olsa tadını alamazdı. Çünkü alışkanlık bir nevi zorunluluktan gelirdi. Eğer zorunluluk olmasaydı hayatını değiştirebilir ve alışmak zorunda kalmazdı.
“Bazı alışkanlıklar kolay değildir ama. Siz ne kadar acısını, hüznünü hissetmiyorum deseniz de içten içe yaşarsınız o ağır yükü.’’ Söyledikleri ile bir süre bakakaldım yüzüne. Haklıydı sanırım; ben alıştım, acımıyor canım artık desem de acıyordu. İçten içe hissediyordum onu. Ben de isterdim beni seven birileri olsun; bana sarılan, derdime ortak olacak birileri… Ben de isterdim tek başıma, kafamı dizime dayayarak sessiz sessiz ağlamak yerine birinin omuzlarında hıçkıra hıçkıra ağlamayı.
Ama benim buna yapabileceğim bir şeyim yoktu. Ben buydum ve böyle olmak zorundaydım. Bazı şeyler beni zorlamıştı buna. Ben yalnız olmaya mahkumdum.
Daha fazla uzatmamak için değiştirmeye çalıştım konuyu. “E siz neden gelmiştiniz, kötü bir şey yok değil mi?’’
“Yok hayır öyle sohbet ederiz diye gelmiştim. Şirkette işim yoktu bu gün, ben de sizin yanınıza geleyim konuşuruz dedim.’’ Öğrendiğim kadarıyla Serhat Bey'in kendine ait Türkiye'de hatırı sayılır baba mirası bir şirketi vardı. Babası Mazhar Bey kendi isteği ile emekliye ayrıldığında tüm şirketi tek varisi olan oğluna bırakmış.
Serhat Bey ise Yasemin Hanım'la beraber aynı üniversitede okumuşlar ve üniversite bitince Yasemin Hanım'a iş teklifinde bulunmuş. Bunun üzerine Yasemin Hanım da şirketin iç mimarı olarak işe başlamış. Aradan geçen zamanda da birbirlerini sevip yakınlaşmışlar ve evlenmişler. Hatta laf arasında geçerken duymuştum ki Yasemin Hanım şirkete para koyarak iki hissedardan birine sahip olmuş.
“İyi yapmışsınız benim de bir işim yoktu zaten.’’
Kahvesinden birkaç yudum aldıktan sonra gözlerini gözlerime çevirip rahatsızca kıpırdandı yerinde. “Aslında dün Serhat'la söylediklerimiz hakkında bir kaç bir şey demek istiyorum.’’ Evet, şimdi anlaşılmıştı gelmesinin asıl sebebi.
“Yasemin Hanım dün Uluç'un cevabını duydunuz, kabul edecek değil ki ben de onunla aynı düşüncedeyim. Bu yapabileceğimiz bir şey değil.’’
“Biliyorum, zor bir konu; evliliği bizden başka daha kim iyi bilecek ki. Hemen bir evet ile evli olmuş olmuyoruz; bir sürü sorumluluğu, yükü, yapılması gerekeni oluyor. Ama sizin durumunuz farklı, amacınız da öyle. Okulu geri açtırtsanız yeter.’’
“Bu yapılabilir bir şey değil yine de. Çok yanlış.’’ Bence yanlıştı, sahte bir evlilik de olsa bu kadar basite alınmamalıydı. “Yapılabilir elbette, gerçek bir evlilik yapmak zorunda değilsiniz. Gerekirse kendi evinizde yaşarsınız yine. Hayatınız aynı devam eder sadece devlet makamında, kağıt üstünde evli olarak görünürsünüz. Daha sonra okulu geri kazanınca isterseniz ayrılırsınız.’’
“Bu çok yanlış Yasemin Hanım. Kağıt üstünde evlilik ne demek, evlilik evcilik değildir. Çok ciddi bir mesele… Hem ben evlilik falan düşünen biri değilim, evlenmeyi düşünmüyordum ben. Bana çok uzak bir şey bu.’’
“Neden? Evlilik ne kadar sorumluluk gerektirse de çok güzel bir şey. Mesela biz. Ben Serhat'tan önce mutluydum evet ama eksiktim. O hayatıma girince tüm eksiğimin bir anda dolduğunu hissettim. Tüm yarımlarımı onunla bir bütün haline getirdim. Onunla tamamlandım. Sonra o bütünlüğümüzle bir oğlumuz oldu. Yiğit’in doğması bütünlüğümüzün resmi oldu. Eğer Serhat ile evlenmeseydim Yiğit'im de olmayacaktı. Ben onunla evlenince hem eş olmanın hem anne olmanın mutluluğunu yaşadım.’’
Yasemin Hanım anlatırken boğazımda bir yumru oluşmuştu adeta. Midemin acı ile kasıldığını hissettim. Gözlerim dolarken Yaşlarını akıtmamak için büyük bir çaba sarf ediyordum.
Ben bunların hiç birini yaşayamayacaktım. Bir gece olanlardan sonra tüm hayallerim ellerimden kayıp gitmişti çünkü.
Biraz öyle duruktan sonra zorla cevap verdim Yasemin Hanım'a. Boğazımda sanki bir yumru vardı da konuşmamı zorlaştırıyordu. “Sizin adınıza çok mutluyum Yasemin Hanım ama siz bunları yaşadıysanız en büyük sebebi aranızda güçlü bir bağ olması ve bu bağın aşkla bağlanması.’’
“Elbette; elbette, aşk ve sevgi bunlar önemli şeyler. Ama sizin durumunuz şu an ortada. Siz işine aşkla bağlanmış birisiniz. Siz ne kadar bırakmak istemiyorsanız biz de sizin okulunuzu kaybetmek istemiyoruz. Yiğit o okulda çok mutlu… Elimizden ne yazık ki başka bir şey gelmiyor. Eğer yapabileceğimiz bir şey varsa neden yapmayalım?’’ İkna edici konuşuyordu ama ben bunlara gelmezdim, olmazdı bu iş. “Hem bakarsınız siz de daha sonradan gerçek bir evliliğe dönüştürür, birbirinize iyi gelirsiniz, kim bilir.’’
“Nasıl, anlamadım?’’ İma ettiği şeyle kaşlarım çatılırken gözlerine anlamayarak baktım.
“Söylemiyorsunuz ama büyük dertlerinizin olduğunu gözlerinizden okuyabiliyorum. Büyük yaralarınız var herkesten saklamaya çalıştığınız. Gözlerinize bakan kişinin bunu anlamaması için aptal olması gerekir. Ceyhun, kardeşim o benim. Onun sıkıntısı da ne elbette biliyorum. Kim bilir belki bu evlilik size iyi gelir. Birbirinize şifa getirirsiniz.’’
Cümleleriyle içimde bir acı kıpırtı hissettim. Gözlerimi kaçırıyor zorlukla cevap veriyordum. “Siz yanlış düşünüyorsunuz ben gayet-’’
“Düşünmüyorum Aysima, gözlerinden görebiliyorum. Saklamak istiyorsun ve belki bunu çok uzun bir süre başardın ama artık saklayamıyorsun. Yaşadıkların ağır geliyor ve sen içine attıkça daha da heba oluyorsun.’’ Duvarlar üzerime üzerime gelir gibi hissederken nefes almak zor geliyordu.
“Ben yapamam. Başımdaki şey yüzünden Uluç'u yakamam.’’
“Uluç yanacaksa senin elinden yansın tek. Senin kalbinle, aşkınla yansın.’’ Artık gözlerim hepten dolmaya başlamıştı. Ellerim titriyor ne diyeceğimi bilemiyordum. Söylediğim her şeye haklı bir cevap geliyordu. Dediklerimin farkında değildim.
“Ben... olmaz. Ben evlenemem. Uluç'a yapamam bunu. O beni değil başkalarını hak ediyor.’’
“Neden, niye böyle düşünüyorsun? Emin ol Ceyhun Uluç senden daha iyisini bulamaz.’’
“Hayır, hayır, hayır hiç bir şey bilmiyorsun. Ben iyi değilim hem de hiç. Ben hiç bir erkeğe hele ki Uluç gibi bir askere layık değilim.’’ Başımı hızlıca iki yana sallayıp gözlerimi kapattım. Kendimi bir krizin eşiğinde gibi hissediyordum ve şu an bunu yaşamak istemiyordum.
“Sen yanlış düşünüyorsun, sen hiç bir şey bilmiyorsun. Kendinin farkında değilsin. Çok, çok iyi yürekli ve temiz bir...’’ Bir anda ayağa kalkıp bağırmaya başladım. Kriz geçiyordum yine ama bu öyle bir şey değildi, yıllar önceki gibiydi. Ne dediğimin farkında değildim sonradan pişman olacağım şeyler söylesem de. Gözlerime yaşlar doluyor, bağırıp konuşurken çenem titriyordu.
“Değilim! Ben temiz falan değilim, ben kirliyim. Ben kimseyi hak etmiyorum. Ben yalnız olmayı hak ediyorum. Ben yalnızlığa mahkumum!’’ Yasemin Hanım da ayağa kalktı ve bana doğru gelmeye başladı.
“Sen yalnızlığa mahkum değilsin. Sen sevilmeye layıksın, sen seni sevecek birine layıksın.’’
“Değilim diyorum sana değilim!’’
“Neden, niye böyle düşünüyorsun?!’’
Artık gerçekleri daha fazla içimde tutamazken bağıra bağıra haykırdım tüm gerçeği. Gözlerimden yaşlar süzülürken onları umursamayıp karşımdaki kadının gözlerinin içine baktım.
Baktım ki anlasındı beni, görsündü gerçeği. “Çünkü ben kirliyim! Çünkü ben tecavüze uğradım! Çünkü benimle evlenecek biri hiçbir zaman baba olamayacak, çünkü ben hiçbir zaman ANNE OLAMAYACAĞIM!’’
.
.
Herkese yeniden merhabalar. Umarım beğenmişsinizdir.
Eleştirdiğiniz kısımları yazabilirsiniz.
Gelecek bölüm görüşmek üzere 😍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 803 Okunma |
57 Oy |
0 Takip |
15 Bölümlü Kitap |