
Keyifli Okumalar
(lğtfebçn beğeni ve yorumu esirgemeyin)
***
Bu hayatta bana etki eden, hayatıma iz bırakan çok fazla kişi olmadı. Saymaya kalksam belki iki elimin parmağı kadar etmezdi. Ama yine de çok iz alan biriydim ben.
O izleri en başta anne babam bıraktı. Ama öyle güzel bir iz falan değildi. En derinime kadar inen, yokluklarıyla bile başıma başka büyük izler bıraktıracak kadar büyük yaralar açmışlardı bana.
Hayatımda var oldukları zamanlarda fiziksel ve psikolojik yaralar açmışlardı üzerimde. Gittiler, ama yara açmaya devam ettiler. Yetimhane gibi hayatımda koca bir iz bıraktırdılar. Yalnızlık gibi bir iz bıraktırdılar. Hayatımdaki en derin yarayı kendi elleriyle açmadıysalar bile o yara onlar olmadığı için açıldı. Hayallerim onların yüzünden elimden kayıp gitti.
Bir adamı sevebilme hayalim vardı mesela. Mutlu bir evlilik kurma hayalim vardı. Anne olma hayalim vardı. Annemin bana davranmadığı gibi davranacağım bir annelik hayalim vardı. Çocuklarımla oyun oynama hayalim vardı. Onlarla yaşayamadığım çocukluğumu yaşama hayalim vardı.
Ama tüm bu hayallerim elimden alındı benim. Anne babam da hayallerimin baş katilleriydi. Onlar beni sevip bırakmasalardı o yetimhaneye gitmezdim. Derslerimi evimde çalışabilirdim. O sokaklarda kaybolmazdım...
7 YIL ÖNCE...
Eğer yetimhanede yaşayan biriyseniz birçok zorluk çekeceksiniz demektir. Her anlamda ve alanda zorluklarınız olacaktır.
Mesela bir kere özgür olamayacaksınız. Gün içinde giriş çıkış saatiniz belli olacaktır. Kimseniz olmadığı için günü birlik seyahatleriniz bile imkansız gibi bir şeydir.
Yemeği acıktığınızda değil saatinde yemeniz gerekmektedir. Eğer kaçırırsanız saati diğer öğünü beklemek zorundasınız.
Hafta sonları gün boyu güzel bir uyku çekmek hayaldir sizin için. Eğer oda arkadaşlarınız anlayışsız birileriyse sabah onlar uyandığında siz de uyanmak zorunda kalırsınız.
Ve tabi en önemli sorunlardan biri de ders çalışma. Kaldığım yetimhane çok eski bir bina olmasa de yeni de değildi. Haliyle ders çalışmak için ayrılan bölüm de herkes için yetecek boyutta değildi. O yüzden genelde odalarımızda çalışırdık. Ama dedim ya anlayışlı oda arkadaşlarınız varsa.
Ben ders çalışmayı seven biriydim. Hele ki matematik aşık olduğum bir dersti. Ama odalarımızda bırakın problem çözmeyi normal bir kitap bile okumak işkenceydi.
Ben de sınav haftalarında okulumuza yakın bir kütüphaneye gider orda çalışır, hazırlanırdım sınava. Yurda son giriş saatine yakın bir vakte kadar orda olurdum. Hatta bazen sırf kitabımı rahat rahat okumak için bile geç gittiğim oluyordu.
Yine öyle bir gündü. 11. sınıfa gidiyordum. Sınav haftası gelip çatmıştı. Her gün okul sonrası kütüphaneye gidiyor sınava çalışıp öyle geçiyordum yurda. Fakat o gün biraz daha geç gitmek zorunda kalacaktım çünkü ertesi gün iki sınavım vardı; edebiyat ve tarih. Edebiyat zaten hiç sevmediğim bir dersti. Yüzlerce yazarın onlarca eserini ezberleyip dönmelerini bilmemiz gerekiyordu. Bu yetmiyormuş gibi önemli eserlerin içeriklerini, başkahramanlarını da bilmeliydik. Bu benim nerede işime yarayacaksa artık. Tarihte ise Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş, yükseliş ve duraklama dönemlerinden sorumluyduk. Bir sürü konum vardı yani. Haliyle daha fazla çalışmam gerekiyordu.
Kendimi kaptırmış bir şekilde çalışa çalışa saatin kaç olduğunu dahi bilmiyordum. Bileğimdeki saatime baktığımda neredeyse on bire geliyordu. Benim çoktan yurtta olmam gerekiyordu. Umarım yurt müdürü, yurt çocuklarının değişiyle "müdire anne" çok kızmazdı.
Hızlıca tüm eşyalarımı çantama sıkıştırıp koştura koştura çıktım kütüphaneden. Yurt çok uzak değildi, yol en fazla 20-25 dakika sürerdi ama bu süre bile fazlaydı bana. Eğer daha fazla geç kalırsam müdire anne en acımasız cezalarından verebilirdi.
O yüzden kestirmeden gidecektim. Kestirme yolu ile en fazla on beş dakikada yurdun önünde olurdum. Gideceğim yolda sola saparak ilerlemeye başladım. İlerledikçe sokak lambaları burada azalıyor ve biraz daha karanlık oluyordu etraf. Pis bir koku vardı ayrıca sokakta. Daha önce hiç içmemiş ya da karşılaşmamıştım ama içki kokusu olduğuna emindim. Çok iğrenç korkuyordu çünkü. Sigara kokusu da eklenince mide bulantısı garantileniyordu.
Daha önce yurttaki kızlar burada pek tekin insanların olmadığını söylese de ben hiç denk gelmemiştim. Gerçi benim buradan geçtiğim saatler hep gündüz vakitleri olurdu ve en fazla iki veya üç kez geçmiştim. Ama yurda bir an önce varmazsam müdire annenin siniri gibi ceza kalitesi de her geçen dakika artardı.
Biraz yürümüştüm ki etrafta tek tük olan sokak lambaları da yanıp sönmeye başladı. Telefonum ya da fenerim olmadığı için kendim de ışık yakamıyordum. Adımlarımı hızlandırıp yürümeye devam ettim. Bir anda arkamda ayak seslerini duymaya başlayınca yüreğim ağzıma gelse de arkama bakmadan hızla yürümeye hatta koşmaya devam ettim. Ben hızlandıkça arkamdaki sesler de hızlanıyor bana ayak uyduruyordu. Ve tek bir ayak sesi yoktu, birden fazla kişi olmalıydı arkamda.
Bir elimle çantamın bir kolunu sıkıca tutarken diğeri ile dizlerimin biraz altında biten tuniğimi daha iyi koşabilmek için tutup hafif dizlerimden kaldırarak tüm hızımla karanlık, dar ve bir o kadar pis kokan sokakta koşmaya başladım iyice. Karşıda, çaprazda bir sokağın aydınlığını görsem de şu an bulunduğum sokak karanlıktı.
Hızla bir adım daha attığımda bir şeye takılıp yere düştüm. Büyük ihtimalle okul forma pantolonumun dizleri yırtılmış ve ellerim taşlardan dolayı yüzülmüştü. Ama benim onlarla ilgilenecek, onlara dert yanacak vaktim yoktu. Arkama bile bakmadan kalkmaya çalıştım yerden. Ama birinin çantamdan tutmasıyla kalakaldım.
Hiç düşünmeden çantamdan kurtulup koşacaktım ki bir diğerinin dirseğimden sıkıca tutup kendine çekmesiyle sendeleyip o tarafa dönmek durumunda kaldım.
Tam olarak kaç kişilerdi bilmiyorum ama karanlıkta başta sadece üçünü görsem de sonrasında en az dört kişi olduklarından emindim.
Biri sırtımdan tutup kaçmamam için sıkıca sarılırken diğerleri yanımızda durup bir taraflarıma dokunuyorlardı. Avazım çıktığı kadar bağırıyordum, öyle ki bağırmaktan ses tellerim kopacak raddeye gelmişti. Bağırmaktan acısa da boğazım yine de susmuyordum.
Suratıma yediğim sert bir tokat ile bir kaç saniyeliğine sussam da yine bağırmaya başladım. Fakat kimse duymuyordu beni. Çığlıklarıma kimse kulak kabartmıyordu.
Bu esnada biri ağzımı kapatıp konuşmaya başladı.
"Korkma bebeğim, biraz eğleneceğiz o kadar."
Ellerinden kurtulmak için çırpınıyor ama yine de kurtulamıyordum. Sürükleyerek bu defa bir duvar dibine doğru götürmeye başladılar beni.
Önce başımdaki şalı çıkarttılar. Yere yatırıp diğerleri ellerimden ve bacaklarımdan sıkıca tutuyorlarken biri bedenimin üzerine çıkıp sabit tutmaya çalışıyordu. Üzerime çıkan sertçe çenemden tutup konuştu.
"Burada bizden başka kimse yok, kimse kurtaramaz seni. O yüzden eğlenmene bak sen de sadece."
Sonrası koca bir acı...
Sonrası koca bir pişmanlık...
Sonrası koca bir kirlilik...
Sonrası koca bir yok oluş...
Kaç defa dokundular, kirlettiler genç kız bedenimi bilmiyorum. O geceye dair hatırladığım son şey tenimde dolanan parmaklar ve defalarca bekaretimin yok edilişiydi. En sonunda canımın acısından ve kan kaybından yorgunlukla bayılmışım.
Uyandığımda bir hastanedeyim. Her yerim hareket ettirmeyeceğim kadar ağrıyor ve acıyordu. Haftalarca hastanede kalmıştım. Aylarca psikolojik tedavi görmüştüm. Krizler geçiriyordum sürekli. Bir kaç ay boyunca rehabilitasyon merkezinde kalmıştım.
Düzeni olmayan hayatımı yeniden eski düzensizliğine sokmam ise yıllarım aldı. O yıl okula devam edemedim. Ertesi yıl aynı 11. sınıftan devam ettim.
Rehabilitasyon merkezinden çıktıktan sonra psikolojik tedavi görmeye devam ediyordum. Haftada iki kez bir psikiyatrist ile görüşüyordum. Bir kaç ay sonra yavaş yavaş iyi olmaya başladığımı söylemişti doktorum. Ama o günlerde diğer doktorların ve müdire annenin benden sakladığı şeyi öğrendim. %90 ihtimalle anne olamayacaktım. Rahmim çok zorlandığı için yumurtalıklarım zarar görmüştü. Rahim duvarlarım ise çok fazla hasar almıştı. Anne olmam imkansız gibi bir şeydi.
Bunu öğrenmemle bozuk olan psikolojim daha da beter hale geldi. Çünkü benim en büyük hayalimdi anne olmak. Anne olup çocuğuma, bana verilemeyen anne şefkatini verecektim. Onunla yaşayamadığım çocukluğumu yaşayacaktım. Ama bir kaç nefsine engel olamayan iradesiz zavallı yüzünden tüm hayalim, isteğim elimden uçup gitmişti.
O gece benim için koca bir acıydı. Hem bedenim hem ruhum o güne kadar almadığı yarayı almış ve acıyı yaşamıştı. Haftalarca yaşadığım acıdan dolayı hastaneden çıkamamıştım. Yıllarca ruhumun acısı dinmemişti ve hâlâ dinmedi de.
O gece benim için koca bir pişmanlıktı. Kendimi o kadar kaptırmasaydım derse her zamanki yoldan gidecektim. Ya da müdire anneden o kadar korkmasaydım yine normal yolu kullanacaktım. Hâlbuki en büyük derdimin edebiyat olmasını ne çok isterdim. Ama pişmanlık hiç bir işe yaramıyordu.
O gece benim için koca bir kirlilikti. Tüm bedenim kirlenmişti. Ruhum kirlenmişti. Ben kirlenmiştim. En mahremim, kendimin dahi bakmakta utandığım yerlerim basit bir eşya gibi kullanılıp kirletilmişti. Ve ben bu kirliliği ömrüm boyunca yaşayacaktım. Sıcak suyun altında farklı farklı sabunlarla derim kazınıp kanayıncaya kadar defalarca yıkanacak ama temizlenmeyecektim.
O gece benim için koca bir yok oluştu. Tertemiz bedenim yok olmuştu. Genç kızlığım yok olmuştu. Hayatım yok olmuştu. Hayallerim yok olmuştu. Anne olma ihtimalim yok olmuştu. Tüm bunlarla beraber ben yok olmuştum.
Günümüz...
Yerde, duvar dibinde, Yasemin Hanım'ın kolları arasında bir ruh gibi yatıyordum. Başımı omzuna yaslamıştım. Yasemin Hanım da örtümün başımdan kayıp düşmesiyle saçlarımı okşuyordu nazikçe.
Gözlerim karşıdaki koltuğa sabitlenmiş bir şekilde beklerken yaşlarını da akıtmaya devam ediyordu. Yasemin Hanım'a bir boşluk ve kriz anımda geçmişimi anlatırken sanki o anları bir daha yaşamıştım. O da sessizce gözyaşları eşliğinde dinlemişti beni. Yaklaşık yarım saat önce anlatmam bitmesine rağmen saçlarımı okşuyor, hiç bir ses çıkarmıyordu. Tamamıyla kendime gelmemi bekliyordu.
Bir süre daha öyle bekledikten sonra yavaşça kaldırdım başımı. Ellerimle kurumaya yüz tutmuş yaşlarımı silerek Yasemin Hanım'a döndüm. Hafif kızarmış gözlerle izliyordu beni. ‘’Ben... öyle bir anda yükseldim. Bağırdım biraz kusura bakmayın lütfen. Engel olamadım kendime.’’
‘’Sorun değil Aysima. Sen iyi misin şimdi?’’
‘’Evet, teşekkür ederim.’’ Beraber ayağa kalkıp koltuklara yöneldik. Yasemin Hanım otururken ben elimi yüzümü yıkamak için lavaboya geçtim. Aynaya baktığımda ağlamaktan kızarmış olan gözlerimi gördüm. Çok solgun görünüyordum.
Güzelce yüzümü yıkadıktan sonra geri döndüm salona. Yasemin Hanım'ın oturduğu üçlü koltuğa, yanına oturdum ben de. ‘’Ben az önce boş bulundum. Başkalarına anlatmam gereken şeyleri de anlattım. Aramızda kalır değil mi?’’
‘’Tabii ki. Kimseye söylemem. Ama anlatmak iyi gelmiş olabilir. İnsan bazen içini dökmek ister insana ve döktükçe rahatlar.’’ Sesi yumuşacık ve bakışları tıpkı kardeşi gibi merhamet doluydu. Beni incitmekten korkar gibi nazikçe konuşuyordu.
‘’Bilmiyorum. Yıllardır içimde taşıdığım bir acıydı bu. Kimseye anlatmadığım ve anlatmayacağım bir sırdı. Sadece yetiştirme yurdundakiler ve okuldakiler biliyorlardı. Onlarla da tüm bağımı koparmıştım zaten. O günü bana hatırlatacak her şeyle aramdaki bağı yok ettim.’’ Zaten oradakilerle de hiç iyi bağlar kuramamıştım, o da ayrı bir meseleydi.
‘’Yaşadığın şeyler çok ağır. Birçok insan kaldıramayabilirdi bu acıyı. Ama sen ayakta durmuş göğüs germişsin. Sen gerçekten çok güçlüsün.’’
‘’Bundan emin değilim.’’ Başımı iki yana sallayıp ellerime baktım gözlerimi kaçırırcasına. ‘’Her neyse umarım artık vazgeçersiniz Uluç’la gerçek bir evlilikle bağlanma fikrinden.’’
‘’Neden, niye vazgeçelim ki? Bunlar evlenmene hele ki Uluç ile evlenmene engel değil.’’ Şaşkınlığım yüzüme yansımıştı, bu cevabı beklemiyordum.
‘’Yasemin Hanım anlattıklarımı duymadınız sanırım. Hadi bakire olup olmamam Uluç için önemli değil diyelim. Ama ben anne de olamayacağım hiçbir zaman, yani benimle gerçek anlamda evlenen kişi asla baba olamayacak. Kim bunu kabul eder ki?’’
‘’Ceyhun, Ceyhun Uluç kabul eder.’’
‘’Nasıl kabul eder. Baba olamayacak hiçbir zaman. Bir erkek bunu kabul edebilir mi?’’
İçine derin bir nefes çekerken üzgün bakışlar attı. Söyleyeceği şeylerden hoşlanmıyor gibiydi. ‘’Bak Aysima, her erkek baba olmak istemeyebilir tıpkı her kadının anne olmak istemediği gibi. Ceyhun 28 yaşında. Bu zamana kadar hiç evlenmeyi böylelikle de çocuk sahibi olmayı düşünmedi çünkü istemiyordu.’’
Söyledikleriyle birkaç saniye duraksadım. Neden bir insan anne baba olmak istemez ki. Anne baba olmak dünyanın en güzel hissi değil miydi?
Bunu ben mi soruyordum gerçekten. Anne babası tarafından yıllarca hor görülüp sonra da terk edilen ben? Evet, onlar anne baba olmamalıydı. Onlar bunu hak eden kişiler değillerdi.
Ama yine de Uluç. Düşünmüştüm de ondan ne güzel bir baba olurdu. Yiğit ile aralarında olan bağa, sevgiye bakılırsa bunun gerçekliği de ortadaydı. Yeğenini bu kadar çok seven kendi çocuğunu nasıl sevmesindi ki?
Şaşkınlıkla sordum sorumu. ‘’İyi ama neden? Uluç baba olmayı nasıl, niye istemez ki?’’
‘’Kendince bir sebebi var, o da asker olması. Çünkü geride kendi için ağlayan birilerini bırakmak istemiyor Ceyhun. Ne her göreve gidişinde ne de... eğer bir gün şehit olursa geride gözü yaşlı bir eş ve yetim bir çocuk bırakmak istemiyor. O yüzden bunca yıldır evlenmeyi hep reddetti. Eğer dediğim şey olursa çocuk yapmak isteyeceğinden emin değilim. Hem belki bu dediğimiz şeyleri konuşmak durumunda kalmazsınız bile. Öncelikli amacınız okulu kurtarmak.’’
‘’Bu yine de çok yanlış. Hem diyelim ki ben kabul ettim. Uluç asla kabul edecek değil.’’
Gülümseyip elini elimin üzerine koyup samimiyetle okşadı ‘’Orası da bize kalsın. Biz Serhat ile hallederiz o kısmı.’’ Israr etmekte Yasemin Hanım gibi olun. Kadın Nuh diyordu peygamber demiyordu.
‘’Olmaz, olamaz. Evlilik böyle olacak bir şey değil, oyun değil.’’
‘’Biliyorum ama yapacak bir şey yok başka. Sen okulu yeniden açtırmalısın, Ceyhun Uluç da sen de zedelenen itibarınızı geri kazanmalısınız. Hem dediğim gibi belki oyun olmaktan çıkar gerçeğe dönüşür.’’
‘’Benim de korktuğum bu ya zaten. Ben Uluç'a layık değilim. O daha iyilerini, temizlerini hak ediyor.’’ Aradan yıllar geçmişti ama ben kendimi hâlâ temizlenmiş hissetmiyordum. O adamların dokunuşları hâlâ bedenimdeydi sanki. Her gün rüyalarıma girmeleri de cabasıydı.
Söylediklerimle Yasemin Hanımın da kaşları anında çatılırken net bir şekilde konuştu. ‘’Sen kirli değilsin Aysima. Sen çok temizsin. Yüreğin temiz, düşüncen temiz, yaptığın iş temiz. Temizlik sadece bacak arasıyla ölçülen bir şey değil. Sen bilerek yapmadın. Bilerek ve isteyerek bu işi kabul etmedin. Zorla yapılan bir şeydi. Nasıl ki bu senin suçun değilse aynı şekilde bu seni kirli yapmaz.’’
‘’Yine de... ama bunları kağıt üstünde olsa bile Uluç'un bilmesi gerekiyor ve ben ona bunu nasıl söylerim. Bu çok utanç verici… Ben bunca sene herkesten sakladım. Şimdi nasıl söylerim herkese.’’
‘’Evet, aranızda bir sır kalmamalı. Ne senin ne de Ceyhun'un. Ama korkma, zaten sadece ona anlatacaksın. Başka kimsenin bilmesine gerek yok ki. Serhat'a bile anlatmam, söz.’’
Biraz duraksadım öylece. Bu nasıl olurdu ki? Bu gerçekten kabul edilir bir şey miydi? ‘’Sen biraz düşün tamam mı; bu konuştuklarımızı, anlattıklarımı falan, her şeyi. Unutma ilk amacımız okulu kurtarmak ki Ceyhun ne halde şu an bilmiyoruz. Yani o da açığa alınır belki. O yüzden iyice düşün, sonra bir daha konuşuruz. Ben de Ceyhun ile konuşacağım.
‘’Düşüneceğim ama fikrim değişir mi bilemiyorum.’’
‘’Zaten bunun için düşün diyorum ya.’’ Gülümseyerek gözlerime bakarken aklına bir şey gelmiş gibi devam eti. ‘’Bir şey daha diyeceğim. Ben anlatayım mı, sen anlatmak ister misin o olayı.’’
‘’Ne diyeceksiniz?’’
‘’Emin ol bakire olup olmaman onun için hiç önemli olmaz. Bu düşüncesine olumlu ya da olumsuz bir etki yapmaz. Ama yine de bilmesi gerekir değil mi? Sadece onu ve... anne olamayacağını söyleyeceğim. Geri kalanını yani yurtta büyüdüğünü, anne babanı ve istersen o olayın ayrıntılarını kendin anlat. Zaten anne baban hakkında ben de bir şey bilmiyorum. Ben ayrıntıya falan girmem sadece bilgisini veririm susarım. Geri ayrıntılarını anlatmak istersen anlatırsın sonra.’’
Böyle olması yani Yasemin Hanım’ın anlatması daha iyiydi. Bu şeyi bir kişiye daha anlatacak güç yoktu üzerimde hele ki Uluç’a asla yoktu.
Şimdi çevremde olanları bilen iki kişi vardı, Yasemin Hanım ve Mücahit Komutan. Bir de Uluç öğrenecekti ve bu konu sonsuza kadar kapanacaktı. ‘’Peki ama düşüncemi de söyleyin. Ben kabul etmiş değilim. Hâlâ bana yanlış geliyor bu.’’
‘’Tamamdır söylerim onu da. O zaman ben gideyim dinlen sen de. Üzme kendini.’’ Başımla dediklerini onayladıktan sonra Yasemin Hanım kalktı yerinden ve kısa bir vedalaşmanın ardından gitti.
Kafam çok karışıktı. Bu olabilecek bir şey gibi gelmiyordu ki. Ya da diyelim oldu kağıt üstünde olacaktı. Bu kadar ayrıntı... Ama ya gerçeğe dönüştürse buna ihtimal veremiyorum ama yine de ya olursa. O zaman Uluç'un her şeyi bilmeye hakkı var.
Gerçekten gerçeğe dönüşür mü acaba? O zaman ne yaparım ki ben? Ben evliliğe hiç hazır değilim. Yıllarca kaçtığım bir meseleydi bu benim.
Ama olmazdı ki. Uluç evliliği istemiyor zaten. Şimdi ne diye kabul etsin. Evet ben onu görünce heyecanlanıyorum mutlu oluyorum ama bu aşk değil ki, değil mi?
O da beni sevmiyor bile. Gerçeğe dönüşmesi mümkün değil.
Ben, ben neler düşünüyorum böyle? Bu evliliğin gerçeğe dönüşmesi imkansız bir şey. Ben gerçek bir evlilik yapamam hiçbir zaman. Ben buna hiç bir zaman hazır olamam. Ben bir daha bana dokunulmasına izin veremem ki. Ben yapamam bunu. Bu benim için imkansız bir şeyken neler düşünüyorum öyle. Diyelim ki kabul ettim evlendim ama bu sadece Batın'dan kurtulmak için olur ve hiç bir zaman gerçek bir evliliğe dönüşmez, bu olamaz. Uluç istese de ki isteyeceğinden emin değilim ben istesem bile olmaz. Ben istesem bedenim istemez, aklım istemez.
Belki Uluç hiç evliliği bile kabul etmeyecek ki ben bile etmiş değilim. Sahi ben ne yapacağım, edecek miyim gerçekten de bu kadar düşünüyorum?
Kafam çok karışık. Ben ne yapacağım? Batın'dan kurtulmak için bunu kabul edecek miyim gerçekten?
(Yazar notu: Arkadaşlar "çok karışık bu, düşüncelerini karışık yazmışsın" demeyin amacım zaten Aysima'nın düşünce yapısını, karışıklığını anlatmak.)
*
Aradan bir kaç gün geçti. Bu süreçte soruşturma devam ediyordu. Benim delilim olmasa da anlattıklarımdan dolayı araştırma peşindeydiler. Ben Batın direkt bir şekilde okulu tamamen kapattırır diye düşünürken ne hikmetse bir türlü yapmıyordu. Eğer bir delil bulunursa gerçekten suç düşecek gibiydi.
Batın bir kaç gündür mesaj atıyordu sürekli. Eğer okul tamamıyla kapanmadıysa onun sayesinde falanmış. Aptal herif, sanki okul komple kapansa başkasının yüzünden olacak. Bir de iyilik yaptığını zannediyor.
Uluç ile ise de sadece telefonda bir kez görüşmüştük. Yasemin Hanım Uluç ile konuştu mu bilmiyorum ama büyük ihtimalle konuşmuştu o yüzden pek gelemiyordu, yani benim tahminim bu yöndeydi.
Bense karar verememiştim henüz. Evlilik gerçeğe dönüşmezdi bundan emindim. Bu olacak şey değildi ama Batın'dan kurtulmak için kağıt üstünde bir evlilik yapacak mıydım, bilmiyorum. Her an bunu düşünüyor ama yine karar veremiyordum.
Karar versem ne olurdu bilemiyordum. Rüyalarım mesela? Ben Uluç'a henüz bundan bahsetmemiştim. Bunu bilmek hakkı mıydı acaba? Evliliği kabul etsem de etmesem de anlatmalı mıydım?
Yasemin Hanım'a anlattıklarımdan sonra en mahremimi açmış gibi hissetmiştim. Yasemin Hanım rahatlayacağımı söylemişti ama ben rahatlayamamıştım. Hatta bazen kendime kızıyordum. Kendimi kaybedip anlattığım için üzülüyordum. Yasemin Hanım iyi birine benziyordu ve bence iyi biriydi de ama işte şu güvensizlik sorunu bir türlü peşimi bırakmıyordu.
Şimdi ise evde iyice sıkıldığım için en yakın sahil kenarına inmiştim. Yaklaşık yarım saattir öylece dolaşıyordum. Deniz havası almak iyi gelmişti. Denize ve göğe bakmayı çok seven biriydim. Saatlerce oturup öylece izleyebilirdim. İçim daraldığında ya da sıkıldığımda ya gök yüzüne bakar ya da canım dışarı çıkmak isterse de denize gelirdim.
Biraz oturmak istediğim esnada etrafımdaki banklara bakınırken sonradan vazgeçip yakınlardaki bir kafeye girerek bir fincan Türk Kahvesi sipariş ettim. Kahvem geldikten bir süre sonra telefonuma gelen mesaj sesi ile telefonumu çantamdan çıkartıp mesaja baktım. Kayıtlı olmayan numaradan gelmişti mesaj. Ama kim olduğunu biliyordum yine. Başta her zamanki mesajları diye düşünüp bakmamak istesem de merakıma yenik düşüp baktım.
Mesaj Batındandı be oyunu tamamıyla başlattığını söylüyordu. Eğer bir hafta içinde yanına kendi isteğimle gidip nikah masasına oturmazsam bir haftanın sonunda beni yanına alarak zorla da olsa o nikahı kıydıracağını söylüyordu.
Buraya kadar mıydı yani? Bir hafta sonra mücadelem bitecek miydi? Bir hafta sonra çektiğim çile bitip yerine daha büyüğü mü gelecekti? Acım katlanarak artacak ve tamamen çaresiz mi kalacaktım?
Bir müddet mesajda takılı kaldı gözlerim. Yapabileceğim başka bir şey yoktu çünkü. Kaçınılmaz sona geliyordum ve bunu durdurabilecek hiçbir şey yoktu. Çaresizliğimi iliklerime kadar hissediyordum. Bu adamdan kurtuluş yoktu, evlilikten kurtuluş yoktu.
Nefes alamadığımı hissettim bir anda. Kriz geçirmiyordum ama içim sıkılmıştı, boğazım düğümleniyordu.
Toparlanıp hesabı ödedikten sonra zor attım kendimi dışarı. Derince bir nefes çekip karşıya baktım, Denizin ve gökyüzünün birleştiği o noktaya baktım. Derin derin nefesler alıyor sakinleşmeye çalıyordum. Ama ne nefes alış verişim ne deniz ne de gökyüzü sakinleştirmiyordu beni.
Ne kadar ağlak bir kız olmuştum bu aralar. Gözümden yine bir damla süzülürken dudaklarımı birbirine bastırdım. Adımlarımı sahil boyunca eve doğru yönlendirdim. Evim uzaktaydı biraz ama yürümek istiyordum. Belki son özgür yürüyüşümdü bu. Belki son defa özgürce denizin kokusunu çekiyordum burnuma.
Yol buyunca düşüne düşüne yavaş adımlar sonucu normalden de uzun bir süre sonra varmıştım eve.
Eve gelince kafamda artık düşünceler yoktu, çünkü tek bir gerçek vardı artık. Kararımı vermiştim, olacak tek bir şey vardı. Yaptığım ve yapacağım hiçbir şeyin önemi yoktu artık. İstemediğim sonuca ne yaparsam yapayım gelmiştim. Artık bundan sonra yapacak hiçbir şey de işe yaramayacaktı. Bu evlilik olacaktı. Ne kadar istemesem de olacaktı.
En baştan belliydi zaten. Bu istemediğim evlilik kaçınılmazdı benim için. Ben ise her şeye rağmen mücadele edip kaçmaya çalışmıştım.
Evlilik olmamalıydı benim hayatımda. Ben yedi yıldır buna hazırlamıştım kendimi. Evlilik benim hayat defterimde yoktu fakat zorla da olsa kabullenmiştim bunu.
Şimdi ise o kaçtığım, her şeye rağmen mücadele ettiğim son gelmişti. İstediği olacaktı Batın'ın. Evlenecektim. Karar vermesi zordu ama mücadele etmeye takatim kalmamıştı.
Bir insan niye bu kadar kötü olmak zorundaydı ki.
Hani derler ya kötü insanlar yoktur kötü şartlar vardır ve o şartlara uyum sağlayan insanlar vardır diye. Ben inanmıyorum buna. Evet yaşadıklarımız çok büyük ölçüde etkiler bizi. Hem bedenimizi hem ruhumuzu hem düşüncemizi… Ama iyi yada kötü olmak bir tercihtir bana göre. Acımasız bir şekilde büyüyen biri o acıyı gördüğü halde niye başkalarına acı çektirmek istesin ki. Bu manyaklıktan, hastalıktan başka bir şey değil. Bunun arkasına sığınılabilecek haklı bir sebep olamaz.
Eğer biri kötülük yapıyorsa içindeki kötülüktendir. Aynı şekilde iyi biriyse içindeki iyiliktendir. Yaşadıkları elbet etkiler ama iyilik ve kötülük bağımsızdır daha çok.
Bu yüzden Batın'dan nefret ediyorum. Anne babamdan nefret ediyorum. Müdire anneden nefret ediyorum. Yurttaki kızlardan nefret ediyordum. Bana, o karanlık gecede acıyı yaşatan o adamlardan nefret ediyorum. Bana yardım etmeyen polisten, savcıdan ve diğerlerinden nefret ediyorum. Benim bu gün bu halde olmama, bu kararı vermeme sebep olan tüm insanlardan nefret ediyorum.
Çünkü onlar benim nefretimden başka hiç bir şeyi hak etmiyorlar.
Dışarıdan geldikten sonra hiç bir şey yapmadan durdum yine öyle. Sadece vakitlerinde namazlarımı kılıp bekledim. Bir çözüm yolu bekledim, düşündüm ama yoktu. Bu zamana kadar aradığım yetmezmiş, beklediğim yetmezmiş gibi yine usanmadan bekledim ama gelmedi, benim de dayanacak dermanım kalmadı zaten.
Telefonumu elime alarak mesaj bölümüne girdikten sonra istediğim numarayı bulup itemediğim ama artık dayanacak gücümün kalmamasıyla yazdım mesajımı. "Kabul. Evlenmeyi kabul ediyorum. En yakın zamanda olsun bu iş."
***
Şartlar bazen insana hiç yapmak istemediği bir şeyi yaptırabilirdi. Hep kaçtığı, belki kaçmak zorunda olduğu şeyleri önüne koyar ve kabullenmesini beklerdi.
Evlilik benim için hiç açılmamış ve açılmayacak olan bir defterdi. Hayal kurmaya başladığım ilk andan itibaren on yedi yaşıma kadar benim en büyük, en sevdiğim hayalim evlenmekti. Daha doğrusu güzel bir yuvaya sahip olmaktı. Hayatım boyunca yaşayamadığım o sıcak yuvayı kurma hayalim vardı. Fakat bir gece o hayalim acımasızca elimden alınınca açılmadan kapanmıştı o defter benim için hiç açılmamak üzere.
Ama şartlar, kader her daim bizim istediğimiz gibi ilerlemeyebilirdi. Bizim irademiz cüz'iydi sonuçta. Bazen bir şey umduğumuz gibi olmazdı.
Ben de öyleydim şimdi. Kaçtığım, hayallerini kurmayı bıraktığım mesele şimdi önüme çıkmıştı. Nasıl geçmişte elimden acımasızca alındıysa bu gün de önüme acımasızca koyuluyordu.
Batın beni buna mecbur etmişti. Hayatımı karartmış ve beni evliliğe zorunlu kılmıştı.
Son olanlardan sonra üç gün geçmişti aradan. Şimdi bir nikah dairesinde üzerimde sade beyaz bir elbise ve beyaz bir şal ile gelin odasında müstakbel kocamı(!) bekliyordum. Hatta kocam olmuştu bile.
Birazdan gelecekti yanıma. Kolunu uzatıp girmemi bekleyecek sonra o masaya oturacaktı beni.
Buraya gelmeden evvel dini nikahı kıymıştık. Allah katında evliydik artık. Allah katında yaklaşık bir saattir evli biriydim ben. Birazdan ise devlet makamında da evli olacaktım. Dinen de resmen de onun karısı olacaktım.
Parmaklarımı birbirine geçirip ellerimle oynuyor sıkıntıyla soluyordum. Durduramadığım bir damla yaş akıp gitmişti yanağımdan. Hiç böyle olsun istemiyordum hâlbuki.
Elimin tersiyle gözyaşımı silip önüme bakmaya devam ettim. Bu esnada odanın kapısı tıklatılıp ardından açıldı.
Gelmişti, deminden beri beklediğim ama bir o kadar da istemediğim son gelmişti.
Ellerini ceketinin önünde birleştirip yanıma geldi. Gözlerimin ta içine bakıyordu. Daha fazla o gözlere bakmaya dayanamayıp kaçırdım bakışlarımı. ‘’Hazırsan gidelim.’’
Gözlerimi yeniden üzerine çıkarıp biraz bekledikten sonra başımla onayladım. ‘’Hazırım, gidelim.’’
Az önce tahmin ettiğim gibi kolunu bana uzatarak eşlik etmemi bekledi. Tereddütle titreyen elimi koluna koyup gözlerimi kapadım. Bir kaç saniye kendime gelmeye çalıştım.
Ardından gözlerimi açıp "gidelim" manasında başımı hareket ettirdikten sonra odadan çıkmaya başladık.
Nikah salonuna geçtiğimizde küçük bir alkış karşılamıştı bizi. Çok fazla kişi yoktu. Benim zaten bir yakınım yoktu bu hayatta. Damat tarafından ise çağrılan olmamıştı pek.
Masaya geçtiğimizde tam karşıda, davetli sandalyesinde bana bakan bir çift mutlu küçük göz karşıladı beni. Sanırım evlenmemize sevinen tek kişi bu çocuktu. Yanımdaki adam da sevdiği için evlenmiyordu sonuçta benimle. Belki de ömrümün sonuna kadar sevmeyecek ve sevilmeyecektim.
Nikah memurunun da hazır olmasıyla başlamıştı nikah. Kısa bir konuşma yaptıktan sonra beklediğim soruyu sordu. ‘’Siz Aysima Özkan Hanımefendi; hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan, kendi özgür hür iradeniz ile...’’
Özgür irade mi, hür müydüm gerçekten? Kimsenin etkisi ve baskısı yok muydu üstümde? Vardı, bu evlilik baskı sonucu olan bir şeydi. Zorla olan ama kabullenilmiş bir zorunlulukla olan bir şeydi.
Şimdi itiraz etsem ne olacaktı ki?
"Baskı var bu nikâhta" desem kim ne yapardı ki? Elime bir şey geçer miydi, geçmezdi. Aksine daha kötüsü, hiç istemediğim başka bir şey olurdu.
3 GÜN ÖNCE
Yasemin Hanım'a gönderdiğim mesaj sonrası beklemeye başladım. Saat on ikiye geliyordu. Gecenin bu vaktinde mesaj atmam ne kadar uygunsuz olsa da kararımı vermişken vazgeçmek istemiyordum.
Ardından cevap gelmeden bir mesaj daha gönderim. ‘’Eğer Uluç kabul ettiyse ben de ettim.’’
Bir kaç dakika sonra cevap gelmişti. ‘’Nekadar mutlu olduğumu anlatamam. Uluç’la da konuştum Aysima. Henüz bir cevap vermedi ama kabul edeceğinden eminim hele ki senin kabul ettiğini duyunca anında tamam diyecektir. Yarın bize gel daha ayrıntılı konuşuruz.’’
‘’Tamamdır, hayırlı geceler. Görüşürüz.’’
‘’Sana da hayırlı geceler. Yarın görüşürüz.’’
Telefonumu yanıma bırakarak derin bir nefes çektim içime. Karar vermiştim sonunda, kabul etmiştim. Evlenmeyi kabul etmişim. Uluç'la e. Batın'la evlenmemek için Uluç'la evlenecektim. Sevmediğim istemediğim bir adamla evlenmemek için diğer sevmediğim adamla evlenecektim.
Çaresizliğimi ruhumun en derinliklerinde hissederken canımın daha önce bu kadar yandığı tek yer o geceydi. O gece de çaresizlikle yüreğim kavruluyordu, şimdi de. Bana başka çıkış yolu bırakmamıştı o adam. Ben evlenmeye hazır değilken onun yüzünden hiç suçu olmayan, beni sevmeyen, benim sevmediğim bir adamla evlenecektim.
Koltukta bacaklarımı kendime çekip kollarımı birleştirerek başımı dayadım dizlerime. Gözyaşlarım üzerimi ıslatırken ağlamaya başladım. Yapamıyordum, dayanamıyordum artık. Bu hayatın altında ezilip gidiyordum. Ben kendi yolumu çizmeye çalışırken başkaları gelip benim yolumu çiziyorlardı. Tercihlerimi görmezden gelip yapmam gerekenleri kendileri önüme koyuyordu. Ve ben buna artık dayanamıyorum. İnsanların acımasızlığına, bencilliklerine, duygusuzluklarına yüreğim dayanmıyor artık.
Şimdi ne olacaktı, evlenecektim. Ya sonra, sonra ne olacaktı. Ben daha Uluç'a karşı ne hissettiğimi bilmezken; gerçekleri, rüyalarımı ona söyleyememişken şimdi onunla evlenecektim.
Ama bildiğim bir şey vardı; biz sadece evlenecektik, yuva kurmayacaktık. Genç bir kızken o kurduğum hayaller gerçek olmayacaktı. Ben sadece Uluç'un kağıt üstünde karısı olacaktım. Bir yuvaya sahip olamayacaktım. Ben hiç bir zaman hissedemediğim o aile sıcaklığının yine sahibi olamayacaktım.
Çünkü ben Uluç'u hiçbir zaman gerçekten kocam olarak göremeyecektim ki. Ben buna izin veremezdim. Uluç'u sevemezdim, beni sevmesine izin veremezdim. Bırak aynı yatağı paylaşmak onunla aynı evde kalabilir miydim bilmiyorum.
Belki de çok fazlaca düşünüyordum bunları. Belki de hiç bu kadar düşünecek bir şey olamazdı. Suç kalkınca, Batın gidince Uluç ayrılmak isterdi benden. Boşandırdık.
Tabi ya başka ne olacak ki zaten, bu evlilik devam edemez ki. Batın'ın belası bitince evlilik de biterdi.
Fakat anlamadığım bir şey vardı. Yasemin Hanım Uluç kabul edecek demişti mesajda. Nasıl bu kadar emindi ki? Hâlbuki o gün Uluç direkt reddetmişti. Asla kabul edecek gibi değildi. Ne değişmişti de kabul edeceğini düşünüyordu.
Acaba Yasemin Hanım'ın benim hakkımda anlattıkları değiştirmiş olabilir miydi düşüncelerini? Ama hayır olmazdı ki, niye olsun böyle bir şey. Bu aksine birini ikna etmek yerine vazgeçirecek bir sebep olurdu. Başka bir nedeni olmalıydı.
Uluç her şeyi biliyordu artık. Yani bana olanları, o geceyi, anne olamayacağımı. Ben şimdi onun yüzüne nasıl bakabilirdim ki? Bu çok utanç verici bir şeydi. Bu zamana kadar bunları bilen herkesten kaçmışken şimdi kaçmam imkansızdı da.
Allah'ım ben nasıl bir çukurun, bataklığın içine düşmüştüm. Çırpındıkça daha derinlere batıyor ve kurtulmam zorlaşıyordu. Bu çukurdan beni kurtaracak olan sensin ve vesile olarak Uluç'u gönderdin biliyorum. Ama o beni kurtarmak yerine ben onu bataklığıma çekiyorum.
Ben artık ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.
Uzun bir süre düşünceler ve gözyaşları arasında beklemiştim öylece. Ardından göz kapaklarımın ağırlaştığını hissetmeye başlayınca kalkıp lavaboya geçtim. Lavaboda işlerimi halledip yüzümü yıkadıktan sonra yatağıma geçtim. Gözlerim kızarmış ve hafif şişmişti ağlamaktan. Uyandığımda büyük ihtimalle daha kötü bir halde olacaklardı. Ama bu umrumda olan en son şey bile değildi.
Sabah namazı için kalktığımda gece geç yatmamın getirisi olarak uykumu alamamıştım. Bu yüzden namazı kılınca geri yatmıştım.
Sabah uyandığımda her yer aydınlıktı, yine çok uyumuştum sanırım. Önce lavaboya geçip işlerimi hallettikten sonra yatağımı topladım.
Telefona baktığımda Yasemin Hanım'dan bir mesaj geldiğini gördüm. Eğer müsait isem öğlen konuşabileceğimizi söylüyordu. Onay mesajı gönderdikten sonra iki saat içinde orda olmayı planlayıp salona geçtim.
Dağılmış bir kaç yeri toplarken midem gurulduyordu. En son dün sabah ayaküstü bir şeyler atıştırıp sahil de bir fincan kahve içmiştim. Ama kahvaltı falan hiç istemiyordu canım. Bu aralar uyku düzenim gibi beslenmem de bozulmuştu iyice. Zaten yeme bozukluğum vardı ama şu aralar tüm öğünlerimi atlatıyordum neredeyse. Sadece ayakta durmak ve açlığımı bastırmak için kahve içiyordum.
Midemin guruldamasını görmezden gelip yine her zaman yaptığım gibi filtre kahve yapıp içtim. Kahvemi bitirdikten sonra saate baktığımda hazırlanma vaktim de gelmişti. Üzerime salaş bir elbise feracelerimden birini geçirip uygun şalımı da yaptıktan sonra çantamı da alarak çıktım evden.
Boş bir taksi bulup bindikten bir müddet sonra Yasemin Hanımlara gelmiştim. Ücreti ödeyip arabadan inince bir süre koca kapının önünde durdum.
Şimdi içeri girdiğimde hayatım tamamıyla değişecekti. İçimden iyi yönde bir değişim olmasını dilesem de öyle olmayacağını biliyordum.
Derin bir iç çekip kapıya yaklaşırken artık beni tanıyan iki güvenlik bir şey sormadan açtılar koca kapıyı. Onlara baş selamı verdikten sonra bahçeye girdim.
Kapıyı çalışanlardan genç bir kız açmıştı, yanlış hatırlamıyorsam adı Aslıydı. Selamlaştıktan sonra salona kadar eşlik etmişti bana.
Salona geçtiğimde ayakta beni bekleyen Yasemin Hanım, ikili koltuğa oturmuş Serhat Bey ve üçlü koltuğa oturmuş Uluç vardı.
Yasemin Hanım hemen kollarını açıp samimiyetle sarıldıktan sonra çekildi. Diğerlerine selam verdikten sonra Uluç'un oturduğu üçlü koltuğun hemen yanındaki tekli koltuğa oturdum.
Öyle heyecanlı ve stresliydim ki hiçbir şey demeden sadece önüme bakıyor ve ellerimi oynuyordum.
Arada Uluç'a bakıyordum ama o bu tarafa dönmüyordu bile. Acaba kabul ettiğim için kızgın mıydı? Ama eğer istemiyorsa kabul etmeyebilirdi, ben zorlamamıştım sonuçta onu.
Konuşmaya başlayan ilk kişi Yasemin Hanımdı. ‘’Nasılsın Aysima?’’ O günden sonra, ona anlattıklarımdan sonra bana sadece adımla hitap eder olmuştu ama ben hâlâ resmiyeti bırakamamıştım. Başımı kaldırıp belimi dikleştirerek cevap verdim. ‘’İyiyim, çok şükür. Siz nasılsınız?’’ Değildim. Bu kadar stresliyken iyi olmam hiç olacak şey değildi zaten.
‘’Biz de iyiyiz çok şükür. E yani malum burada toplanmamızın bir sebebi var, ikinizde kabul ettiniz evlenmeyi. Ben ve Serhat avukatımızla konuştuk o da bizimle aynı fikirde. Tam emin değiliz sonuç olumlu olur mu ama olma ihtimali var. Yani tekrar okulu açamayabilirsin amambir başka yerde açabilme ihtimalin olur. Önceliğimiz bu zaten. Daha sonra bir şekilde suçsuzluğunuz da ortaya çıkar.’’
Onların önceliği buydu, benimde öyleydi aslında ama ilk önceliğim Batın’dan kurtulmaktı. Ondan kurtulsam hiçbir derdim kalmayacaktı zaten. ‘’İnşallah.’’
Bir süre sessizlik olduktan sonra Serhat Bey konuştu bu sefer. "Siz isterseniz karşıdaki odaya geçin ya da bahçeye çıkın konuşun. Her ne kadar kağıt üstünde olacak bir evlilik olsa da konuşmanız gereken şeyler olabilir."
Geleliden beri yüzüme dahi bakmayan Uluç yerinden kalkıp salonun bahçeye açılan kapısına doğru ilerlemeye başladı. Yaptığı şey o kadar tuhafıma gidiyordu ki. Sanki tüm bunların suçlusu benmişim gibi konuşmuyor, yüzüme bakmıyordu. Anlamaz ve şaşkın gözlere arkasından bakarken Yasemin Hanım yanıma gelip elimi tuttu. ‘’Sen onu aldırma, bu gün biraz tersinden kalkmış sanırım. Ama Serhat'ın dediği doğru, hadi gidin konuşun biraz.’’
Başımla dediklerini onaylayıp ben de çıktım bahçeye. Uluç gölgede kalmış masaya geçerek oturmuştu. Yanına ilerleyip karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum bende.
Ben Uluç'a bakarken o benden başka her tarafta gezdiriyordu gözlerini. Bir süre ikimizde sessiz kalınca ben konuşmaya başladım. ‘’Konuşacak mıyız?’’
Sonunda bana bakma zahmetinde bulunup konuştu. ‘’Ne konuşacağız?’’ Sesi sert ve soğuktu. Bu umursamaz tavrı bir anda sinirime dokunsa da sakin kalıp sakince cevap verdim.
‘’Ne demek ne konuşacağız, burada niye bulunuyorsak onu.’’
‘’Neden kabul ettin? Hani istemiyordun. Ablamlar okulu kurtarmak için kabul ettiğini zannetse de o değil amacın. O şerefsiz bir şey mi yaptı?’’ Batın'dan bahsettiğini anlamak zor değildi. Bir nefes çekip konuşmaya başladım. Eğer evleneceksek bilmeye hakkı vardı.
‘’Dün, Batın mesaj attı. Bir hafta sonra nikahımızın olacağını söyledi. Yapacağım hiçbir şeyim kalmadı artık. Evlenmekten başka yolum yok. Ya onunla evleneceğim ya da... seninle işte.’’
Gözlerine kor alevler inerekn gözlerimin içine alay ve öfkeyle baktı. Bunu nasıl yapıyordu bilmiyorum ama iki duyguyu birden hissettirebiliyordu. ‘’Batın'dan kurtulmak için evleniyorsun yani benimle, bundan kabul ettin. Bunun için ikimizi de yakıyorsun.’’
Şaşkınlıkla yüzüne bakarken duyduklarım doğru mu diye beynimi yokluyordum. Ne dediğinin farkında mıydı bu? Sanki ben çok severek, isteyerek evleniyorum onunla. Sanki geldim ben zorladım onu evliliğe. ‘’Sen ne diyorsun Uluç? Ben mi zorladım seni evlenmeye? Sadece kabul ettiğimi söyledim, kabul etmeseydin o zaman.’’ Sesimi sakin çıkarmaya çalışsam da benim de sinirlendiğim belli olmuyor değildi.
‘’Önemli olan benim değil senin reddetmendi. Ben sana ne dedim; sana yardım edeceğim dedim, o adamdan kurtaracağım seni dedim ama evleneceğim demedim, niye kabul ediyorsun Aysima? Niye ikimizi de yakıyorsun? İstemediğin şeye neden tamam diyorsun?’’
Daha fazla dayanamazken ses desibelimi kontrol edemiyordum. ‘’Olmuyor çünkü Uluç, yapamıyoruz işte. Kurtulamıyoruz o adamdan. Hadi söyle bana ne yapayım nasıl kurtulayım? Ben de istemiyorum evlenmek ama başka yol bulamadım ki.’’
‘’Peki bu yolun iyi olduğunu mu zannediyorsun? Batın'dan daha iyi mi olduğunu düşünüyorsun? Benimle evlenerek daha mutlu olacağını mı zannediyorsun?’’
‘’Hayır, düşünmüyorum. Ama Batın'dan daha kötü olacağını da düşünmüyorum.’’
‘’Yanılıyorsun o zaman.’’ Gözlerimin içine kararlı bir acımasızlıkla baktı. ‘’Benimle evlenince daha iyi şeyler beklemiyor seni.’’
Ne diyeceğimi bilemedim o an, ne diyebilirdim ki? Batın'dan daha mı kötüydü Uluç? Asla! Uluç benim kurtarıcımdı, celladım değildi ki. Niye böyle konuşuyordu o zaman? Tamam; beni istemeyebilirdi, kabul etmeyebilirdi ama Batın'dan daha kötü olacağını söyleyemezdi. Ondan daha kötüsü yoktu çünkü.
Fakat ben daha fazla duramazdım burada. Uluç'un söylediklerinden sonra evlenemezdim ki onunla. Haklıydı belki de. Belki bile değil haklıydı. Ben kendimi kurtarmak için onu yakacaktım az daha. İstemediğim şeyi yaparken onu da istemediği şeye zorluyordum.
Bir süre sessiz kalırken derin bir nefes çekip yüzüne baktım. Kuruyan dudaklarımı ıslatıp diyeceklerimi toparladım. ‘’Peki, haklısın. Evlenmemeliyiz. İstemediğimiz bir şeyi yapmamalıyız.’’ Ayağa kalkıp masadan ayrılarak içeri adımladım.
‘’Nereye?’’
Yüzüne bakmadan cevap verdim. ‘’Gidiyorum, bir daha karşına çıkmayacağım. Her şey için teşekkür ederim. Mücahit Komutana da söyle artık onun için de bir şey yapamam.’’ Batın bir haftaya benimle evleneceğini söylerken onun yanında artık severek yaptığım araştırmaları da yapamazdım ki artık bunu yapma isteğim de kalmamıştı olanlardan sonra. ‘’Kendine iyi bak.’’
Vereceği cevabı dinlemeden hızı adımlarla villanın içine girerek koltuktan çantamı aldım. Hızlı ve ani hareketlerim Yasemin Hanım ve Serhat Bey'i şaşırtmış olacak ki hızla onlar da ayağa kalkıp ne olduğunu sordular. Ağlamamak için kendimi zor tutarken gideceğimi söyleyip arkama dahi bakmadan ön bahçeye çıktım.
Büyük demir kapıdan çıkarak koşmaya başladım. Nereye gittiğimi dahi bilmeden koşuyordum öylece.
Gözlerimden yaşlar süzülürken villadan biraz uzaklaşmıştım. Biraz ileride evlerin arkasında çam ağaçlarından oluşan küçük bir koru başlıyordu. Adımlarımı o yöne çevirip koşmaya devam ettim.
Korunun içine girdikçe derinlere iniyor ama koşmaya devam ediyordum. En sonunda yorulup nefessiz kalınca bir ağaç dibine çöküp oturdum. Gözümden yaşlar süzülüyorken dudaklarımdan bir hıçkırık koptu. Bu sefer isteyerekti. Bu sefer isteyerek bağıra bağıra ağlamak istiyordum. Hıçkırıklarım göğe karışsın istiyordum.
Canım çok yanıyordu. Gerçekten dayanamıyordum artık. Bu hayata, insanlara, yaşadıklarıma, kendime... Hiçbir şeye dayanamıyordum. Ölmek istiyordum artık. Bir insan yaşamdan vazgeçmek ister miydi? Ölümden korkmaz mıydı? Ben korkmuyordum aksine özlem duyuyordum ona. Gelsin istiyordum artık. Gelsin de beni bu dertlerimden alıp götürsün istiyordum.
Şimdi şuradan yırtıcı bir hayvan çıksa ne olurdu? En fazla yarım saat canım yanardı. En fazla yarım saat acı ve korku hissederdim. Sonrası, sonrasını bilmiyorum. Belki huzurlu olurdum. Belki Allah çektiklerim için günahlarımı affeder ve beni ödüllendirirdi. Cennet bahçelerinden birini verirdi bana.
Artık bu dünyadan göçmek istiyordum.
Ama ne yazık ki yırtıcı bir hayvanın olmayacağı kadar küçük bir koruluğun içindeydim.
Haklıydı Uluç hem de sonuna kadar. Ben düşüncesizce davranmıştım. Sadece kendimi düşünüp kabul etmiştim. O istemiyordu ki evlenmek. Ben kendi çıkarım için kabul etmiştim.
Şimdi ise bir gerçek vardı, acı bir gerçek. Batın'la evlenecektim. Uluç reddetmişti, başka da yapacak bir şeyim yoktu. Batın gelecek, beni götürecek ve evlenecektik.
Ayağına gitmeyecektim elbette. Celladıma, yaşarken öleceğim yere gitmeyecektim kendi isteğimle. O istediği zaman beni alıp götürecekti. Umarım o vakte kadar ölürdüm.
Ne kadar bir süre orda kaldım öyle bilmiyorum. Hıçkırıklarım azalmış ve ağlamam durmuştu. Yavaşça ağaçtan destek alarak doğruldum. Etrafıma bakınırken nerede olduğumu anlamaya çalışıyordum. Koşarak ve ağlayarak geldiğim için nerelerden geldiğimi bilemiyordum.
Bir süre daha bekledikten sonra adımın seslenmesi ile duraksadım, ses Serhat Bey’in sesine benziyordu. ‘’Aysima Hanım!’’
Koşarak yanıma gelip soluklanmaya başladı. ‘’Serhat Bey, iyi misiniz bir şey mi oldu?’’
‘’Nerelerdesiniz siz, gittiğinizden beri sizi arıyoruz etrafta. İyisiniz değil mi?’’
‘’İyiyim ben, dönmek için yolu bulmaya çalışıyordum.’’
Ela gözlerinden rahatlama okunurken derince nefes verip soluklandı. ‘’Ohh çok şükür iyisiniz. Kapıdaki adamlar ağlayarak koşup gittiğinizi söyleyince endişelenmiştik. Neyse hadi gidelim buradan daha fazla endişelendirmeyelim diğerlerini.’’
Söylediklerini onayladıktan sonra peşinden giderek ana yola çıktık. Villanın önüne geldiğimizde Serhat Bey içeri girmeye yeltenince olduğum yerde durdum. ‘’Ben gideyim artık. Bu güne kadar yaptığınız her şey için teşekkür ederim. Yasemin Hanım'ı görebilir miyim bilmiyorum. Ona da teşekkürlerimi iletin. Allah razı olsun sizlerden.’’
‘’Nereye? Veda eder gibi niye konuşuyorsunuz? Evlilik?’’ Anlaşılan Uluç’la konuşmalarımızı öğrenmeden beni aramaya koyulmuşlardı.
‘’Biz evlenmeyeceğiz Uluç’la. Doğru olmadığına karar verdik. O yüzden hoş çakalın.’’ Başka bir şey demesine izin vermeden ayrıldım yanından. Yol üstünde bir taksiye binip eve geldim.
Bir süre hiç bir şey yapmadan sadece namazımı kılarak bekledim öylece. Sonra cesaretimi toplayıp Batın'ın numarasına girdim.
Gitmeyecektim ona aslında. Vaz geçmediğimi gösterecektim ama ne olacaksa olsundu artık. Ne olacaksa bir an önce olsun ve bu belirsizlik işkencesi bitsindi.
Bir mesaj yazıp gönderdim. ‘’Kabul ediyorum evlenmeyi. Ne zaman istiyorsan olsun.’’
Aradan bir kaç dakika daha geçmeden cevap geldi. ‘Sonunda anlaşabildiğimize, doğru yola geldiğine sevindim. Nikah hazırlığımız başladı bile zaten, bir kaç güne kadar kıyarız nikahı.’’
‘’Tamam. Nikah sabahı beni evden alırsın.’’
‘’Hay hay.’’
Bitti, tüm mücadelem savaşım mağlubiyet ile sona erdi. Güçsüzlüğümü ortaya koymuştum yine.
Ama benim de suçum yoktu ki artık. Güçsüzlüğümün, yalnızlığımın suçu yoktu. Ben elimden geleni yapmıştım. Direnmiştim, çabalamıştım, savaşmıştım...
Bir gün pişman olacağım bir şey yapmadım. Keşke şunu yapsaydım diyeceğim hiç bir şey olmayacak. Çünkü yapılması gereken her şeyi yaptım ben.
Uluç'a kızmayacağım hiçbir zaman. Aksine hep hatırlayıp onun için dua edeceğim. O bana bu hayatta yardım eden ilk kişiydi. Benim güvendiğim tek insandı, evet ben Uluç’a güveniyordum. Hayatım boyunca kimseye güvenemezken o benim güvendiğim ilk ve son kişi olarak kalacaktı.
O da elinden geleni yapmaya çalışmıştı neticede. Şimdi benimle evlenmiyor diye kızamazdım ona.
Sonuçta onun da bir hayatı, istekleri, öncelikleri vardı. Ama iyi ki girmişti hayatıma, iyi ki tanımıştım onu. Belki başka bir zamandan başka yerde tanışsaydık her şey daha güzel olabilirdi. Ama nasip böyleymiş.
Oturduğum yerden kalkıp balkona çıktım. Hava kararmıştı iyice. Bir süre balkonda durup gökyüzünü izledim, yıldızlara baktım. Kendi yıldızıma baktım. Çoğu insan gibi benim de bir yıldızım vardı bana ait. Belki bir sürü kişi de benimsiyordu o yıldızı ama bana göre o bana aitti sadece.
Diğer yıldızlardan biraz daha uzakta, tek başına duran bir yıldız... Bekliyor öylece neyi beklediğini bilmeden. Belki bir kaç seneye kalmadan ölüp gidecek belki çoktan öldü de ışığı bana şimdi ulaşıyor ve ben onu hala hayatta zannediyorum.
Yıldızlara bakmayı bırakıp salona geçtim tekrardan. Midem gurulduyordu yine. Mutfağa geçip bir kahve yaptım yanına da iki parça bisküvi koyup salona geçtim. Elimde telefonumla sosyal medyada dolanırken kahvemi de içiyordum.
Kahvem bitince yatsı namazımı kılıp kitap okumak için kütüphaneme geçtim, artık hackerlik yoktu hayatımda, o defter açılmamak üzere kapanmıştı.
Belki burada geçirdiğim son gecelerden biriydi. İstediğim bir kitabı alıp okumaya başladım. Zamanın ne kadar geçtiğini bilmeden okumaya devam ediyordum. En sonunda gözlerimin ağrımasıyla kitabı bırakıp yatmak için odama geçtim.
Yatağa uzandığımda hiçbir şey düşünmek istemiyordum artık. Bari son bir kaç gün rahat bir şekilde uyuyabileyim. Sadece yarının iyi olması için dua edip uyudum.
*
Sabah kapı sesiyle açtım gözlerimi, öyle şiddetle vuruluyordu ki Nihan geldi aklıma. En son bu kdara hızlı o vurmuştu kapıya haberleri öğrendiğinde.
Hızla yataktan çıkıp namaz feracemi geçirdim üzerime, başörtümü da bağlayıp odadan çıktım. Kapı deliğinden baktığıma gördüğüm kişi ile şaşırdım. Uluç tüm heybetiyle dikelmiş kapıya bakıyordu.
Yavaşça kapıyı açıp şaşkınlıkla baktım. ‘’Uluç?’’
‘’Aysima, konuşabilir miyiz biraz?’’
‘’Bir şey mi oldu?’’
‘’Yok, yani konuşmak istiyorum seninle biraz.’’ Başımı sallayıp elimle içeri buyur ettim. ‘’Tamam gel içeri.’’
Kapının önünden çekilip misafirlerimin son aylarda artmasıyla internetten birkaç çift terlik sipariş ettiğim terliklerden birini Uluç için dolaptan çıkarttım. Uluç salona geçerken ben de hızla lavaboya gidip elimi yüzümü yıkadım. Dişlerimi de fırçaladıktan sonra döndüm yanına.
‘’Bir şey ister misin, kahve falan?’’
‘’Yok, zahmet etme sadece bir an önce seninle konuşmak istiyorum.’’
Karşısındaki koltuğa geçip oturdum. ‘’Dinliyorum.’’
‘’Ben dün olanlar için özür dilerim. Dün saçmaladım, ne dediğimin farkında değildim.’’
‘’Haklıydın Uluç, kızmadım sana. Ben Batın'dan kurtulmak isterken seni düşünmedim. Sadece kendi derdime odaklandım.’’ Bu sözlerimde samimiydim, içimde Uluç’a karşı gram kırgınlık yoktu.
‘’Hayır hatalıyım. Ben sana yardım edeceğim dedim ama yapamadım bir şey. Şimdi tek çare evlenmekse geri duramayacağım. Evleneceğim seninle.’’ Gözlerinin kahvelerine bakarken kaybolmak istedim orada, içine beni alsın ve sonsuza kadar saklasın ancak bu bir hayalden başka bir şey değildi. ‘’Çok geç Uluç, olmaz artık.’’
‘’Nasıl olmaz, neden geç?’’
‘’Batın'la bir kaç güne kadar nikah var. Onunla evleneceğim.’’
Yüzüne inen siyah bir perde vardı sanki. Gözlerini kor alevler alırken yine hiddetle ayaklanıp evi inletecek bir şekilde kükredi adeta. ‘’Ne diyorsun sen Aysima. Ne demek Batın'la evleneceğim?’’
Tepkisine karşı şaşırırken cevap vermekten geri durmadım. ‘’Dün sana söyledim Uluç. Batın bir haftaya nikahımız var dedi. Dün sen reddedince dayanamadım artık, bitsin bu işkence dedim. Batın'a kabul ettiğimi söyledim. Bir kaç güne nikahın olacağını söyledi o da.’’
‘’Ne dedin, kabul mu ettin? O adamla evlenmeyi kabul mu ettin? Kendi isteğinle mi gideceksin yanına? Nasıl yaparsın bunu Aysima?’’ Bana inanmayarak bakıyordu, bunu yaptığımı kesinlikle kabullenemiyordu.
‘’Ne yapsaydım Uluç? Dayanamıyorum artık. Bu belirsizlik içinde yaşamaya dayanamıyorum! Her gün korku içinde yaşamaya dayanamıyorum. Her gün Batın bu gün mü beni kaçıracak acaba diye tahmin yürütmeye dayanamıyorum!’’ Bu kez ben de sesimi yükselttim, bu kadar sessziliğe de dayanamıyordum artık. ‘’Ne olacaksa olsun artık. Sonum zaten en başından belliydi, en başından onunla evleneceğim belliydi. Ben çabalayarak sadece bu sonu geciktirdim ama kaçamadım.’’ Onun gibi ayağa kaktığımda dolan gözlerimle gözlerinin içine baktım. ‘’Olsun artık, ben çok yoruldum uğraşmakla, boş yere çabalamakla. Bitsin artık.’’ Sona doğru sesim kısılırken aynı zamanda titremeye başladı.
‘’Tamam sakin ol. Evlenmiş değilsin sonuçta biz evleneceğiz, hatta hemen yarın.’’
‘’Olmaz, sen haklısın; ben seni bulaştırmayacağım daha fazla bu işe.’’
‘’Hayır, kabul etmiyorum. O adamla evlenmeyceksin. Yarın bizim nikahımız var, senin ve benim. O adamla evlenmene asla müsaade etmem, asla izin vermem!’’ Başka bir şey demezken benim diyeceklerimi bile dinlemeden çıkıp gitti evden, arkasından bakakaldım öylece.
Kalbimde ve zihnimde aynı anda şimşekler çaktı, söylediği şeyler birer kuşa dönüşüp yüreğime kondu sanki. Karşı gelişi, kendinden bu kadar emin oluşu ve… ve beni Batın’a vermek istemeyişi içimde bir şeylerin adeta coşmasına sebep oldu.
Aklım da kalbim de bu olanlara yakında dayanamayacaktı.
Ben ne yapacaktım şimdi, niye böyle bir yapmıştı ki? Ne diye değişmişti düşüncesi? Halbuki haklıydı da.
Batın? Ben ona ne diyecektim? Kim bilir neler yapardı. Ben nasıl bir çıkmaza girmiştim böyle?
Uluç gittikten sonra şaşkınlıkla kalakalmıştım öyle. Bir süre sadece durup söylediklerini ve olacakları düşündüm. Daha sonra toparlanıp odama geçtim, üzerime rahat bir şeyler giyip yatağımı ve toplanması gereken yerleri topladım.
Mutfakta ayak üstü bir şeyler atıştırırken Yasemin Hanım'dan mesaj geldi. Beden ölçülerimi istiyordu.
Başta anlayamasam da nikah için bir elbise alacaklarını söylemişti. Gerek olmadığını söylesem de ısrar edince vermiştim beden ölçümü Uluç ne ara söylemişti ablasına bilmiyorum bile.
Gün bu şekilde ilerlerken Uluç gelmişti yeniden. Konuşmak istiyordu yine ayrıca nikah için kimliğimi alacaktı. Bu sefer evlilik hakkında da konuşmak istiyordu.
O gelmeden önce demlediğim çayı ve kurabiyeleri ikram edip unutmadan kimliğimi aldı. Karşısındaki koltuğa oturduğumdaysa hiçbir şey demeden bekledim sadece öyle.
‘’Her şey çok hızlı oluyor ama bu konuşmayı da yapmamız gerekiyordu Aysima. Açıkçası tam olarak ne konusuşacağız onu da bilmiyorum.’’
‘’Önce şunu konuşalım. Aynı evde kalmamıza gerek var mı? Yani sonuçta kağıt üstünde olacak bir evlilik. Gerek var mı buna?’’ Bu en merak ettiğim konulardan biriydi. Yıllar boyu yetimhanede ve üniversitenin iki yılında yurtta kalmıştım başkalarıyla ama bir erkekle kalabilir miydim aynı evde, bilmiyorum.
‘’Bilemiyorum Aysiam, o herif ne yapacak bilmiyoruz şimdi. İnanması lazım evlendiğimize… Sadece o da değil, sonuçta ne kadar gerçek sebep o değilse de okul için de evleniyoruz. Herkesin inanması lazım ama... neyse onu sonra düşünürüz. Ama ne olursa olsun senin rahat olacağın şekilde olmasına gayret edeceğim.’’ Başımla dediklerini onaylarken karşı çıkmadım. Haklıydı, Batın’ın bu evliliğe inanması lazımdı bir şekilde.
‘’Peki dünün neden öyle söyledin? Sanki seninle evlenirsem daha kötüsünü yaşayacakmışım gibi konuştun.’’ Bu da merak ettiğim bir diğer konuydu. Gerçekten de beni korkutmuş ve bunu ima etmişti. Dün bu konu üzerinde o kadar durmamış ve düşünmemiştim ancak şimdi merak ediyordum.
‘’Saçmaladım Aysima... Biliyorsun, sen de şahit oldun. Bazen kendimi kaybediyorum.’’ Yasemin Hanımlar ilk evlilikten bahsettiklerinde adeta delirmiş ve neredeyse araba ile kaza yapmamıza sebep olacaktı, bunu asla unutamıyordum. ‘’Eskisine göre daha iyiyim. Ama dün iyi değildim pek o yüzden bir an öyle şeyler söyledim. Bir de... Açık konuşacağım Aysima, ben bu zamana kadar evlenmeyi düşünmedim hiç. Evlilik bana çok uzaktı hatta hiç olmayacak bir şeydi o yüzden alışmam, kabullenmem biraz zor olabilir. Ama seni kötü etkileyecek bir şey yapmam, söz veriyorum.’’
Anlayışla başımı sallarken gözlerine baktım. ‘’Benim içinde olmayacak bir şeydi Uluç. Beraber alışacağız, belki gerek bile kalmayacak. Yani ne zamana kadar devam edecek bu? Sonuçta isteyerek evlenmiyoruz, bir sebep kalmadığında ayrılabiliriz.’’
Uluç'un yüz ifadesi anlamlandıramadığım bir şekilde değişirken bir süre sessiz kaldı. Konuşmadan önce kendine gelmek istercesine boğazını temizledi sahte bir öksürükle. ‘’Batın hemen bırakacak değil. Ondan ne zaman tamamen kurtulursak o zaman.’’
Herhangi bir cevap vermeyip sustum. Ne konuşabilirdik bilmiyorum. Evliliğimiz normal değildi o yüzden neler yapacağımızı yaşayacağımızı bilmiyordum. ‘’Başka neler olur bilemiyorum şu an. Her şeyi zaman gösterecek. Eğer bir sorun, sıkıntı olursa o zaman hallederiz onları da.’’
Aklıma biraz sonra söyleyeceklerim gelince gerildim ama sormalıydım da. ‘’Tamam. Peki, Yasemin Hanım anlattı değil mi sana? Bana olanları, anne ola...’’
Sözümü bitirmeme izin vermezken gözlerime anlayamadığım bir ifadeyle baktı. ‘’Biliyorum ama bunlar benim için bir engel değil, merak etme.’’ Sadece başımı sallamakla yetindim o da konuyu uzatmak istemedi, anlaşılan bunu konuşmak onun da hoşuna gitmiyordu. ‘’Ben gideyim o zaman. Sabah gelir alırım seni evden.’’
‘’Peki doktora falan gitmemiz gerekmiyor mu? Kan testi falan yapılması gerekiyor diye biliyorum.’’
‘’Ben onları halledeceğim, sen sabah ben gelmeden hazır ol yeter.’’ Nasıl halledecekti bilmiyorum ama sorgulamadım. ‘’Peki, tamam.’’
Birlikte ayağa kalkarken Uluç kapıya yönelmiş gidiyordu ki durdurdum onu. ‘’Uluç.’’
‘’Efendim.’’ Tam karşıma geçip durdu, gözlerime baktı.
‘’Eminsin değil mi?’’ Her şey o kadar hızlı ilerliyordu ki ne Uluç’un eminliğinden emindim ne de kendimden. Yedi yıldır asla evlilik düşünmüyorum derken birkaç günde evliliği düşünür olmuş ve kolayca kabullenmiştim bunu, inanılır gibi değildi. ‘’Yol yakınken vazgeçebilirsin.’’ Uluç da tıpkı benim gibi düşünmüyordu evlenmeyi. Ben nasıl emin olamıyorsam o da olmayabilirdi.
‘’Eminim Aysima. Vazgeçmeyeceğim.’’
‘’Neden?’’ En merak ettiğim asıl şey buydu. Nedendi, niye bu kadar yarım ediyordu hem de evlenecek kadar. Kim birkaç aydır tanıdığı birine bu kadar büyük bir yardımda, iyilikte bulunurdu ki? ‘’Niye bu kadar yardım ediyorsun, niye benim için kendini de yakıyorsun.’’
Gözlerinin içine bakarken o koyulukta kaybolmak istedim sanki. ‘’Daha öncede söyledim sana yaptığım yardıma ihtiyacın var ve Yiğit-‘’
-Hayır Uluç, sebebi o değil, olamaz. Sen askersin; beni kurşundan, bombadan, en kötüsü bir teröristten korursun sevmediğim biriyle evlenmekten değil. Yiğit’e yaptığım yardımın karşılığını ise çoktan verdin bile. Kimse, kimse için böyle bir nedenden dolayı bu kadar bir yardımı yapmaz.’’ Gözlerini yüzümü ezberlemek istercesine yüzümde gezdirip ardından gözlerime baktı. Anlayamadığım, anlamlandıramadığım bir şeyler vardı yüzünde. O baktıkça geriyie çekilen ben oluyordum, kaçırdım gözlerimi.
‘’Yardım etmek istiyorum sana. Niye bilmiyorum ama sen sıkıntı içindeyken ben de mutlu olamıyorum. Senin o adamdan ötürü hayattan silinmeni istemiyorum, seni kaybetmek istemiyorum. Öyle aşağılık bir adama bırakamam seni.’’
‘’Neden?’’
‘’Bilmiyorum.’’ İkimizde sessiz kalıp sadece gözlerimizle konuşmaya devam ettiğimizde daha fazla kalmayıp arkasını dönerek çıktı salondan. Ben yerimde öylece kalmışken dış kapının sesi ulaştı kulaklarıma. Anlayamıyordum Uluç'u, kimse kimseye bu yardımı yapmazdı, yapamazdı.
O gidince ben de bir şey yapmayıp sadece oturdum. Aklımda yarın vardı, nikah vardı. Ben yarın evlenecektim. Bu beden yarın beyaz bir elbise içinde olacak ve nikah memuruna evet diyecekti. Yaşananlara yetişmem çok zor geliyordu. Daha birkaç ay önce Erdem tarafından kaçırılmıştım ve geldiğim son nokta buydu, evlilik.
Bu arada Batın da mesaj göndermişti. İki gün sonra ikimizin nikahı vardı. Ama ben yarın Uluç ile evlenecektim. Ona başta evlenmeyi reddettiğimi söylemek istesem de söylememiştim. Çünkü eğer söylersem anında yanıma gelip götürebilirdi beni. En iyisi yarın nikahtan sonra söylemekti.
Yarın olsundu, hayrolsundu.
***
Sabah namazdan sonra uyumamıştım. Duş alıp bir kaç şeyle uğraştıktan sonra saat dokuz gibi Uluç gelmişti, beraber Yasemin Hanımlara geçmiştik. Nikahımız öğleden sonraydı ama öncesinde dini nikah olacağı için biraz erken hazırlanmıştık.
Yasemin Hanım beni misafir odalarından birine götürüp giyeceğim elbiseyi yatağına üzerine sermişti. Sade ama çok güzel bir elbiseydi. Yanına da beyaz bir şal vardı.
Yedi yıl önceki hayallerim kabarık bir gelinlik içinde olmak ve bu gelinliği kendim seçmiş olmamdı ancak bu gün, nikah günümde öyle olmamıştı. Zaten yedi yıl önce hayal kurmayı bırakmıştım, aynısı olması mümkün değildi.
Elbiseyi incelemeyi bırakıp giyindim, şalı da yaptıktan sonra aynada son kez kendime baktım. Belindeki kuşağı ve bileklerindeki kurdeleleri düzelttikten sonra ayakkabıları da giyip çıktım odadan. Karşıma ilk evin yardımcısı Selma Teyze çıktı. ‘’Ayy kızım Maşallah pek güzel olmuşsun. Allah nazarlardan korusun seni.’’
Duyduğum iltifat karşısında biraz utanmıştım, hafif tebessümler eşliğinde yüzüne bakarken yanaklarımın kızarmamış olmasını diledim. ‘’Teşekkür ederim Selma Teyze. Allah hepimizi korusun.’’
‘’Amin kızım amin.’’ Onun yanından ayrılıp salona geçtiğimde çoktan hazırlanmış olan Yasemin Hanım ve Yiğit oturuyordu koltuklarda. Beni gören Yiğit hemen yanıma gelirken elbisemin ucundan tutup hayran hayran baktı gözlerime. ‘’Aysimacıımm ne kadar güzelsin, çook güzelsinn. Prenses gibi olmuşsun.’’
‘’Teşekkür ederim Yiğitciğim. Sen de çok yakışıklı ve karizmatik olmuşun.’’ Giydiği küçük takım elbisenin içinde gerçekten de çok tatlı görünüyordu.
‘’Gerçekten çok yakışmış Aysima, gerek yok diyorsun bir de. Ne güzel olmuşsun bak." Yasemin Hanımdan da tam not alırken istemsiz mutlu oluştum. Ne kadar zoraki bir evlilik olsa da kötü duran bir gelin olmayı kimse istemezdi. ‘’Teşekkür ederim Yasemin Hanım, zahmet ettiniz o kadar.’’
‘’Aaa lütfen hanım demeyi bırakır mısın artık. Ben sana ne zamandır isminle hitap ediyorum zaten bu gün de görümcen oluyorum hanımı bırak lütfen. Ben de ablan sayılırım artık.’’
Yüzüme bir tebessüm yerleştirmiştim dedikleriyle. Hayatımda ilk kez birileriyle bu kadar samimi ilişkiler kuruyordum. Bu zor gelse ve beni korkutsa da içimde bir huzur da yeşeriyordu. ‘’Peki abla.’’
Koltuklara oturmuştuk ki Uluç ve Serhat Bey girdiler salona. İkisi bir şeyler konuşuyorlardı. Uluç'un üzerinde tam üzerine oturmuş siyah beyaz bir takım elbise vardı. Saçlarının ön tarafları, perçemleri düzgünce geriye ve hafif sağa doğru taranmıştı. Ceketinin sol göğüs kısmındaki cepte küçük beyaz bir gül vardı. Bir kaç saniye gözlerimi alamadım üzerinden, zorlukla çektim. Gerçekten yakışıklı bir adamdı.
Yiğit’in yanıma gelmesiyle kendimi toparlarken o elimi tutup gözlerime baktı. ‘’Aysimacım biz evlensek ya seninle. Dayımı boş ver sen, ikimiz çok mutlu oluruz bencee. Sen çok güzelsin benim olsana?’’
Yiğit'in isteği karşısında gülmemek için zor tuttum kendimi. Yüzümdeki gülümseme artarken bir elimi elleri arasından kurtarıp yanağını okşarken konuştum. ‘’Eminim sen evleneceğin kızı çok mutlu edersin. Ama bence senin henüz evlenme yaşın gelmedi. Hem ben senden çok büyüğüm maalesef.’’
‘’E benim büyümemi beklesen, o zaman evlensek.’’ Sanki yapabilirmişim gibi yüzüme heves ve istekle bakıyordu.
‘’Hmm, belki olabilirdi ama ben de büyümeye devam edeceğim bu süreçte. Bir teyze ile evlenmek ister miydin?’’
‘’Çok mu teyze olacaksın?’’ Kaşlarını kaldırması ve merakla sormasıyla bastırdığım gülme isteğimi tutamayıp güldüm. Daha sonra alına bir öpücük bırakıp sarıldım, kulağına fısıldayarak konuştum. ‘’Büyüdüğün zaman çok sevdiğin bir kız olacak ve onunla evleneceksin tamam mı canım benim.’’
Hınzırca gülümserken çenesini göğsüme dayayıp alttan alttan bakarak konuştu. ‘’Evet biliyorum aynı babamın annemi sevdiği gibi seveceğim. Dayım da seni çok seviyor de mi?’’ Sadece gözlerine bakmakla kalırken ne diyeceğimi bilememiştim. Çok şükür ki Yesemin Hanım pardon Yasemin abla yetişti yardımıma. "Hadi Yiğit bırak artık Aysiam ablanı, sizi bekliyoruz."
Yiğit benden ayrılınca ayağa kalkıp üzerimi düzenledim. Uluç nikahı kıyacak arkadaşının -sanırım imammış kendisi- birazdan geleceğini söyledikten yalnız birkaç dakika sonra hoca da gelmişti.
Hocanın gelmesiyle nikah başladığında biz yan yana otururken hoca karşımıza geçti. Okuması gereken ayet ve duaları okuyup bize ve şahitlere -Serhat Bey'in iki şoförü şahidimiz olmuştu- sorularını sorduktan sonra o kaçınılmaz soruyu sordu. "Allahü Teâlâ’nın emri, Peygamber Efendimizin sünneti, amelde mezhebimizin imamı olan İmam-ı A’zam Ebu Hanife Hazretlerinin içtihadı ve hazır olan müslümanların şahitlikleriyle, üç Reşat altın mehr-i muaccelle, Arif oğlu Ceyhun Uluç'u kocalığa kabul ettin mi?"
Bir kaç saniye ne diyeceğimi bilemedim. Gözlerimi deminden beri sabitlediğim ellerimden kaldırıp Uluç'a baktım yavaşça. O ise tam karşısına bakıyordu dimdik. Tekrardan önüme dönüp zoraki cevap verdim. ‘’Ettim.’’
"Kabul ettin mi?"
‘’Ettim.’’
"Kabul ettin mi?"
‘’Ettim.’’ Üç kez onayladıktan sonra aynı soruyu Uluç'a sordu. "Okan kızı Aysima'yı, bildirilen mehr-i muaccel ile hanımlığa kabul ettin mi?"
Uluç hiç beklemeden tok bir sesle cevap verdi. ‘’Ettim.’’
"Kabul ettin mi?"
‘’Ettim.’’
"Kabul ettin mi?"
‘’Ettim.’’
"Ben de nikahınızı kıydım, hayırlı olsun."
Hocanın söz kelamıyla beynim uğuldarken öylece bekliyor hiç bir şey yapamıyordum, evlenmiştim. Az önce Allah katında evlenmiştim. Yanımdaki adam eşimdi artık.
Gözlerim ileride yere sabitlenmiş bekliyordum. Nasıl tepki vermeliydim bilmiyorum bile. Birinin sol omzuma dokunmasıyla irkilip etrafıma baktım. İmam gitmişti, Uluç bana bakıyordu bana dokunan kişi ise Yasemin Ablaydı. "Canım iyi misin?"
‘’İyiyim daldım bir an öyle.’’
"Tamam hadi kalk şimdi, resmi nikaha az kaldı gidelim." Tamam dedikten sonra kalktım yerimden. Uluç da benimle kalkarken ona bakamıyordum bile. Evlenmiştim onunla. Az önce kocam olmuştu.
Onunla muhatap olmadan ayrıldım yanından. Hep beraber bahçeye çıktığımızda nikah dairesine geçmek için biz Uluç ile onun arabasına bindik.Yol boyunca camdan dışarıyı seyretmiştim. Ne o bir kelime etmişti ne de ben.
Nikah dairesine vardığımızda ben gelin odasına geçerken Uluç yanımdan ayrılmıştı. Yasemin Abla yanıma gelip bir süre bekledikten sonra nikah memuru gelince o da çıkmıştı yanımdan.
Bir müddet bir damla yaş eşliğinde bekledikten sonra Uluç gelmişti. Öyle stresli ve endişeliydim ki... Evlenmiştim zaten ama şimdi resmileşecekti de.
Uluç yanıma geldiğinde hazır mıyım diye sordu. Hazır olduğumu söyledikten sonra kolunu uzattı girmem için. Ellerim titriyor dudaklarım kuruyordu.
Batın'a attığım tokatları saymazsak ilk kez kendi isteğimle dokunacaktım bir erkeğe.
Tereddütle titreyen elimi koluna koyup gözlerimi kapadım. Kendime geldikten sonra çıktık odadan.
Nikah salonuna geçtiğimizde küçük bir alkış karşılamıştı bizi. Sadece Yiğit, Yasemin Abla, Serhat Bey, Selma Teyze ve dini nikahımızı kıyan Uluç'un arkadaşı vardı. Şahitlerimiz ise Mücahit Komutan ve Nihan’dı. Açıkcası bu süreçte o ikisi aklıma bile gelmemiş ve nikaha geleceklerini bile bilmiyordum. Nihan’a haber etmediğim için kendimi kötü hissetsem de Uluç’un ikimiz adına davet ettiğini düşünerek bu konuya üzülmek istemedim.
Masaya oturduğumda Yiğit'in mutluluk saçan gözleri karşıladı beni. O kadar mutluydu ki sadece gözlerinden anlaşılırdı. Bizim de mutlu olmamız gerekirdi hâlbuki ama ne ben ne Uluç gülümseyemiyorduk bile. Ne o sevdiğiyle ne de ben sevdiğimle evleniyorduk sonuçta.
Nikah memuru hazır olup kısa bir şekilde konuştuktan sonra o da kaçınılmaz sorusunu sordu tıpkı imam gibi. "Siz Aysima Özkan Hanımefendi hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan, kendi özgür hür iradeniz ile Ceyhun Uluç Korkmaz Beyefendiyi eş olarak kabul ediyor musunuz?"
Bu sorunun tek bir cevabı vardı benim için. Başkalarının belki iki seçeneği olsa da benim için tek yönlü bir soruydu. Eğer kabul ettiysem bu evliliği cevabım belliydi.
Donuk bir sesle cevap verdim. Batı'nın baskısı ile ‘’Evet.’
"Siz Ceyhun Uluç Korkmaz Beyefendi hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan, kendi özgür hür iradeniz ile Aysima Özkan Hanımefendiyi eş olarak kabul ediyor musunuz?"
‘’Evet.’’
Memur şahitlere de sorusunu sorduktan sonra cevap verdi. "Ben de belediye başkanımızın bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum. İmzalarımızı atalım lütfen."
İlan edildi.
Artık herkese ilan edildi.
Göklere de yeryüzüne de ilan edildi.
Yıllarca kaçtığım, kaçmak zorunda olduğum şey başıma geldi. Hayallerim hiç istemediğim şekilde gerçekleşti...
.
.
Geç kaldım, bunun için özür dilerim...
Umarım beğenmişsinizdir
gelecek bölüm görüşmek üzere😍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 803 Okunma |
57 Oy |
0 Takip |
15 Bölümlü Kitap |