10. Bölüm

Bölüm 8-Bırakma Beni

Gül Kelam
efgan1

Keyifli Okumalar🌹

(Beğeni ve yorum yapmayı ihmal etmeyin lütfen)

Bölüm şarkısı "Yürek Sancısı"

***

 

Hayatın hiç bir zaman ne getireceği belli değildir. İnsan bir plan yapar ama Allah'ın; onun için daha hayırlı, farklı bir planı vardır.

 

Hani diyor ya türküde "İnsanoğlunun kaderi yaşanmadan sezilmezmiş." diye, öyle işte. Bazı şeyleri ancak yaşayınca öğreniriz. Aklımızda hiç olmayan bir şey bir anda başımıza gelebilir.

Ben de öyle günlerdeydim şimdi, aklıma dahi gelmeyecek şeyler başıma geliyor.

***

 

Hayat ne çok sürprizlerle dolu… Bu sürprizler kimi zaman güzel ve mutluluk verici olsa da kimi zaman öyle olmuyor.

 

Bana deselerdi hani daha bir kaç hafta öncesine kadar "Evleneceksin." diye sanırım buruk bir şekilde gülüp geçerdim; benimle dalga geçtiklerini, beni üzmeye çalıştıklarını düşünürdüm.

Ama şimdi, şuan evliyim. Yanımdaki adam dinen de resmen de eşim.

 

Nikahı düşündükçe içimin burkulduğunu, canımın yandığını hissediyorum. Uzun zaman önce hayal etmeyi bırakmış olsam da on altı, on yedi yaşımdayken kurduğum hayallerden ne kadar uzak olduğumu görüyorum.

 

Hiç bir zaman düğün hayali kurmamıştım zaten. Ya da yanımda tanıdığım, sevdiğim bir yakınımın olacağını düşünmüyordum. Gösterişli bir gelinlik giymek ya da şık takılarımın olması da hiçbir zaman hayallerimin arasında değildi.

 

Çok büyük bir hayalim yoktu aslında. Yanımdaki adamı çok sevmem ve onun da beni çok sevmesi hayalimdi. Benimle bir yuva kuracak kadar beni çok sevmesiydi. Çocuklarımın babası olmasıydı. Ben çocuklarıma anne şefkati verirken onun hem çocuklarıma hem de bana baba şefkatini sunmasıydı hayalim.

 

Ama gerçekler ortadaydı şimdi. Birçok hayalimin gerçekleşmediği gibi bunlar da gerçekleşmemişti, gerçekleşmeyecekti.

 

Elimde nikah cüzdanı ile yola odaklanmışken sessizdim. Nikah kıyılmıştı ve işimiz bitince nikah dairesinden ayrılmıştık hemen. Şimdi ise Yasemin Ablalara gidiyorduk, nikahtan sonra yemek yiyeceğimizi söylemişti.

 

‘’Ne düşünüyorsun öyle dalgın dalgın?’’ Düşüncelerimi bölen Uluç’un sesi olduğunda bakışlarımı yoldan çekip gözlerimi yüzüne çevirdim.

 

‘’Bilmiyorum. Her şeyin üst üste geldiğini hissediyorum ve… Evlendik az önce Uluç. Ben yani... bilmiyorum kafam çok karışık. Batın… Yarın nikahımız var zannediyor ama ben bu gün seninle evlendim. Nasıl söyleyeceğim ona?’’ Bu korktuğum en büyük şeydi şu an çünkü Batın onun yerine Uluç’la evlendiğimi öğrendiğine sakin kalacağını hiç düşünmüyorum ve yapacakları beni korkutuyor.

 

‘’Mesaj gönder, evlenmekten vazgeçtiğini söyle. Zaten anlar sonra neden olduğunu, kuşları haberleri iletir ona.’’ Dediğini onaylayıp telefonumu çıkardım. Evlenmekten vazgeçtiğimi söylediğim kısa bir mesaj gönderdim, mesaja anında geri dönüt verilirken delirdi sanki bir anda. Mesajda dahi anlayabiliyordum bunu, hiç cevap vermeden sessize aldım telefonumu. Onunla uğraşıp kendimi daha fazla korkutmama gerek yoktu.

 

Yasemin Ablalara vardığımızda ilk namazımı kıldım ardından salona geçerek sofranın hazır olmasını bekledik. Kaç gündür sofra yüzü görmemiştim, sadece kahve ve arada bisküvi ile beslenip durmuştum. Ama şimdi bile hiç yemek yiyesim yoktu. Olanlar tüm dengemi bozmuştu sanki, ne yemek yiyesim vardı ne de doğru düzgün bir şey yapasım.

 

Yasemin Abla mutfakta yemekle ilgilenirken Serhat Abi Yiğit’in üzerini değişmesine yardımcı olmak için odasına gitmişti. Yemeğe davet edilen Mücahit Komutanla birlikte Uluç ve ben baş başa kalmıştık. Aslında Sinan Bey yani nikahımızı kıyan Uluç’un arkadaşı da davet edilmişti ama namaz vakti geldi diyerek yemeğe katılmayı reddetmişti.

 

‘’Hayatın gerçekten ne getireceği belli değil.’’ Yerdeki bakışlarımı kaldırıp Mücahit Komutana baktım. ‘’Ne ara bu kararı aldınız hiç bilmiyorum.’’ Ben de bilmiyordum. Ortaya Batın sorunu çıkmış ve kendimi Uluç’la nikah masasında bulmuştum.

 

‘’Siz söylediniz komutanım, hayatın ne getireceği belli olmuyor.’’ Uluç gayet rahat bir tavırla geriye yaslanırken gözlerimi ona çevirdim. Hâlâ takımlarının içindeydi ve çok karizmatik görünüyordu.

 

Mücahit komutan iki yanına baktıktan sonra bakışlarını bize çevirdi. ‘’Sizin asıl amacınız başka değil mi? Herkes okul zannediyor ama sizinki farklı, Batın; değil mi.’’ Tespit gibi tespit yaptığında ondan saklama gereği duymadım. Zaten her şeyi biliyordu. ‘’Başka çaremiz yoktu. Batın durmuyor, Uluç’la evlenmeseydim yarına onunla nikahım vardı.’’ Biri duyar diye korkumdan sesim oldukça kısık çıkmıştı.

 

‘’Peki, bu durduracak mı Batın’ı?’’ Başımı iki yana salladım. ‘’Bilmiyorum, öyle olmasını umut ediyorum sadece.’’ Evet bilmiyordum, Uluç’la evlenirken de bunun kesin çözüm olacağını düşünerek evlenmemiştim. Batın, evli olsan bile umurumda olmaz demişti hatta. Umarım sadece korkutmak için diyordu.

 

‘’Aysima artık benim karım komutanım.’’ Uluç birden lafa girdiğinde az önceki rahatlığını bir kenara bırakmış görünüyordu. ‘’O karım ve elin adamının ona zarar vermesine asla izin vermem.’’ Kalbim bir kuş gibi pır pır hareketlenirken sakin kalmak zordu. Karım demişti, karım…

 

Utanç ve heyecandan elimi dahi nereye koyacağımı bilemediğimde neyse ki Yasemin abla geldi ve konuyu kapatmıştık ama yüreğim için aynı şeyi söyleyemezdim. Uluç’un sesindeki ton bile sadece yeterdi heyecanlanmam için.

 

Bir süre sonra herkes birbiri ile konuşurken Selma Teyze sofranın hazır olduğunu söyleyince kalktık yerimizden. Herkes masaya geçerken ben geçmeden önce telefonuma baktım. Batın'dan bir sürü cevapsız arama ve mesaj vardı, hepsini es geçip attığı onlarca mesajdan sonuncusuna ilişti gözlerim. Okuduğum birkaç kelime dikkatimi çekince açıp tamamını okudum.

 

"Yaptığın şeye öyle bir pişman edeceğim ki seni kapımda yalvaracaksın, hayatını mahvedeceğim. Ben kandırmak neymiş göstereceğim sana, size. O çok sevdiğin okuluna ömrün boyunca sahip olmayacaksın tıpkı bir çocuğa sahip olamayacağın gibi."

 

Gözlerimle birlikte düşüncelerimde mesajın son kısmında duraklamıştı, biliyordu demek. Anne olamayacağımı biliyordu ve bir hayalimi daha elimden almış, geri vermemek için her şeyi yapacaktı.

 

Gözlerim kararırken telefon elimden kayıp yere düştü, yerin adeta ayağımın altından çekildiğini hissettiğimde telefon gibi ben de yere düştüm. Biri kollarıyla başımı yere son anda çarpmaktan kurtarmıştı. Kendine has olan kokusuyla bu kişinin Uluç olduğunu zorla algıladı zihnim. Sonrası, sonrası karanlıktı.

 

***

Yavaşça gözlerimi açmaya çalışırken yüzüme vuran ışıktan dolayı anında geri kapadım. Bir süre yavaş yavaş aralayıp alıştıktan sonra etrafıma bakındım. Bir hastane odasındaydım yine.

Başımı sağa çevirdiğimde hemen yatağın yanındaki sandalyede Uluç’u gördüm. ‘’Uluç.’’ Sesimi duyunca anında bana çevirdi bakışlarını. ‘’Aysima, iyi misin? Nasıl hissediyorsun kendini? Ağrın falan var mı?’’

 

Telaşlı sesi istemsiz mutlu ederken küçük bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. ‘’Sakin ol, iyiyim. Bir şeyim yok.’’

 

‘’Eminsin değil mi?’’ Gözlerinde gördüğüm ifadeler için isteseler canımı verirdim çünkü o kadar güzel bakıyordu ki kendimi daha önce hiç olmadığım kadar değerli hissediyorum. ‘’Evet eminim. Ne oldu bana?’’

 

‘’Bayıldın bir anda Aysima. Biz de hastaneye getirdik.’’ Bakışlarına birden yargılayıcı bir ton düşerken kaşlarını hafifçe çattı. ‘’Söyle bakalım bana, en son ne zaman yemek yedin?’’

 

‘’Ne oldu, niye soruyorsun?’’

 

‘’Sen soruma cevap ver önce.’’ Gözlerimi ondan çekip etrafta dolandırarak düşünmeye başladım. Gerçekten ben en son ne zaman düzgünce yemek yedim, hiç hatırlamıyorum. Öğünlerimi genelde kahve içerek atlatıyordum

 

‘’Bilmiyorum, hatırlamıyorum.’’

 

Yargılayıcı bir öfkeyle baktığında sesi de sertti. ‘’Gerçekten mi? Bilmeyecek, hatırlayamayacak kadar çok mu oldu yemek yemeyeli? Aysima sen açlık grevine başladın da bizim mi haberimiz yok. Doktor besin değerlerinin çok düşük olduğunu söyledi. Neden dikkat etmiyorsun?’’

 

‘’Son günlerde hiçbir şey yemek canım istemiyordu ki.’’ Gözlerini yüzümde gezdirip bu defa anlayışlı bir sesle konuştu. ‘’Biliyorum, yaşadıkların ağır geliyor ama kendini aç bırakarak bir de sen kendine işkence etme, sağlığını bozuyorsun böyle.

 

Suçlu bir çocuk gibi gözlerimi kaçırıp önüme döndüm. Haklıydı, böyle yaparak kendimden başkasına zarar vermiyordum ama benim de canım bir şey istemiyordu ki, zorla yemek yiyemiyordum.

 

‘’Doktor bir şey tetiklemiş olabilir; psikolojik bir baskı, stres ve benzeri şeyler olmuş olabilir dedi. En son telefona bakıyordun. Ne vardı o telefonda?’’ Gözlerine uzun süre bakamazken kocam olduğu aklıma geldi; değil gözlerine, arsızca bedenini incelesem artık günah değildi ama alışkanlıktan mıdır bilmiyorum uzunca bakamadım gözlerine.

 

‘’Batın işte. Evlenmeyeceğim deyince delirdi, saçma sapan mesajlar atmış. Onlardan birini okuyunca kaybettim kendimi sanırım.’’

 

‘’Ne yazdı da bu hale geldin?’’ Sesi öfkeliydi, konu Batın olunca asla sakin kalamıyordu. ‘’Hep dediği şeyler işte, okulu geri alamayacakmışım falan, tehdit etti.’’ Anne olamayacağımı bildiğini Uluç'un bilmesine gerek yoktu. Hatta Batın niye olamayacağımı dahi biliyor olabilirdi. O konuyu açmak istemiyordum. ‘’Her neyse ben iyiyim eve gitmek istiyorum artık.’’

 

‘’Bu halde bırakmam seni bir yere.’’

 

‘’Uluç bayıldım sadece. Eve gidip dinlenirsem bir şeyim kalmaz ki bir şeyim yok da zaten.’’

 

Pes edercesine derin bir nefes alıp bıraktı. ‘’Tamam, dediğin gibi olsun ama önce yemek yiyeceksin.’’ Bu kez bir şey demeden kabul ettim çünkü ne dersem reddedecekti.

 

Kısa sürede çıkış işlemlerini hallettikten sonra hastaneden ayrıldık. Bayıldığımda Yasemin ablalar da gelmiş ama iyi olduğumu öğrenince Uluç göndermiş onları.

Şimdi tekrardan oraya gitmek istemiyordum açıkçası, bir an önce Uluç'un isteği ile yemeğimizi yiyip eve gitmek istiyordum. Uluç da halimden anlamış olacak ki hiç ses etmeden bir restorana getirmişti. Üzerimizdeki nikah kıyafetlerimiz ile biraz garip dursak da yapacak bir şeyimiz yoktu.

 

Geldiğimiz yer bir balık restoranıydı ama bir sorun vardı ki asla söyleyemezdim bunu Uluç'a. Ben balık hiç sevmezdim. Kokusunu bile kaldıramazken şimdi etraf burmam buramam sevenler için iştah açıcı, benim için iştah kaçırıcı balık korkuyordu.

Şimdi demeye de utanırdım balık sevmiyorum diye ama önüme gelince de Uluç yedirirdi zorla.

 

Boş bir masaya oturduktan sonra menüler gelmişti. Gözlerim balık dışında bir şeyler arıyor ama bulamıyordu. ‘’Somonu çok lezzetli bir sos ile pişiriyorlar. Ben her geldiğimde ondan yiyorum hatta özel onu yemek için bile geliyorum, istersen bir dene derim.’’

 

Yalancı bir tebessüm kondurdum dudaklarıma, değil özel sos dünyanın en lezzetli sosu da olsa o somonu yiyemezdim. ‘’Bir bakayım menüye de olmadı ondan isterim.’’

 

Başıyla beni onayladıktan sonra ben tekrar menüye döndüm. Ana yemek olarak balık dışında bir şey yoktu nerdeyse. En iyisi çorba kısmına bakmaktı.

Burada da balık çorbasından başka bir çorba bulamayacağım diye endişelenirken çok şükür ki başka çeşit çorbalarda vardı. Aralarında en sevdiğim olan çeşm-i nigar çorbasını seçip bıraktım menüyü.

 

‘’Ee neye karar verdin?’’

 

‘’Aslında sadece çorba içsem yeterli olacak. O yüzden çeşm-i nigar çorbası isteyeceğim.’’ Dediğim hoşuna gitmezken kaşını kaldırıp başını iki yana salladı. ‘’Hayır olmaz, kaç gündür açsın. Bilerek buraya getirdim seni balık ye ki düzgünce bir besin girsin midene.’’

 

‘’Yok, sadece çorba yeter Uluç. Hem en sevdiğim çorbalardan biri.’’

 

‘’Hayır balık da yiyeceksin, güzelce beslen. Sadece çorba ile olmaz.’’

 

‘’Of illa söylettireceksin ya, balık sevmiyorum ben.’’ Buna da karşı gelemediğinde sahte bir kızgınlıkla baktı yüzüme. ‘’Neden baştan söylemiyorsun? Kalk hadi o zaman başka yere gidelim.’’

 

‘’Hayır, gerek yok Hem çorba yeter gerçekten.’’ Hayır iyi falan değildi burası eğer biraz daha beklersek kokudan kusabilirdim. ‘’Aysima bir kere de tamam desen reddetmeden. Senin için çıktık yemeğe sen ne seviyorsan onu yiyeceğiz tabi ki, hadi kalk.’’

 

Başka itiraz etmeme gerek kalmadan ayaklanıp az önce çıkardığı takımının ceketini eline aldı yeniden. Ben de başka bir şey demeyip elbisemin eteklerini toparlayarak kalktım, gerçekten kokudan kusacaktım şimdi.

 

Dışarıya çıktığımızda derin bir nefes çektim içime. ‘’İyi misin?’’

 

‘’Daha iyi.’’

 

‘’Pekala, şimdi sen söyle nereye gidelim? Kırmızı et ya da tavuk eti seviyor musun?’’

 

‘’Tavuk olabilir.’’

 

***

 

Önümde fırında kızarmış tavukla masada oturuyordum. Öyle güzel görünüyordu ki yemek için sabırsızlanıyordum adeta. Günlerdir kahveden başka bir şey görmeyen midem gördüğüm yemek ile halay başı gibi elinde mendiliyle halay çekiyordu.

 

Dakikalar içinde gelmesiyle yemeğe başladık. Allah'ım, bu ne güzel nimetti böyle. Bu hayatta deseler ki ömrünün sonuna kadar sadece bir besinle besleneceksin kesinlikle tavuğu seçerdim, o kadar seviyordum balığın aksine.

 

İştahımla yemeğimi yerken Uluç tarafından dikizlendiğimin farkında değildim. Bir ara başımı kaldırıp gözlerim Uluç'a değince bana gülümseyerek bakarken yakaladım kendisini. Ağzımdaki eti çiğneyip yuttuktan sonra ben de yüzüne dikkatle baktım. ‘’Neden bana öylen bakıyorsun?’’

 

‘’İyi ki seni dinlemeyip çıkmışız balık restoranından, sadece çorba yetmezdi çünkü.’’ Söylemine şaşırırken sahte bir kızgınlıkla gözlerine baktım. ‘’Ne o lokmalarımı mı sayıyorsun?’’

 

Yüzündeki gülümseme artarken gözleri adeta parlıyordu. Sol yanağındaki gamzesi 'ben buradayım' derken gözüm ona takılmış kalmıştı. ‘’Ne haddime sayamam ki?’’ Kelimeleri odağımı gamze çukurundan aldığında yaptığı imayı sonradan anlayıp kaşlarımı çattım. ‘’Sen bana ne demek istiyorsun? Çok mu yiyorum ben’’

 

‘’Yok ya, bir şey demedim. Ye hadi lütfen.’’ Sırıtışını hiç bozmazken kollarımı göğsümde birleştirip tabağımı ileriye itekledim. ‘’Yemeyeceğim.’’

 

Yaptığım şey çocukça geliyordu ve bundan dolayı bir nebze utanç yaşıyordum ancak bunu belli etmemeye çalıştım. ‘’Tamam özür dilerim. Bir dahakine daha dikkatli olup saymaya çalışacağım.’’ Özrü kabahatinden büyük derler ya bu söz kesinlikle Uluç için kurulmuş olmalıydı. Battıkça batıyor ya da beni kızdırmak için her tuşa basıyordu.

 

‘’Uluuç!’’ Gülümsemesi kahkahaya dönüşmüştü bir anda. Başını hafif geriye atıp gözlerini kısarak gülüyordu karşımda. O gülüyor ben ise hayran hayran onu izliyordum. Çok, çok güzeldi.

 

Başımı önüme eğip Uluç'un sesinin kesilmesini bekledim. O bana haramdı, benim imkansızımdı. Evet belki evlenmiştik birkaç saat önce Allah katında helalim olmuştu ama bu yasağı koyan bendim. Uluç’la benim aramda ince bir cam bulunacaktı her zaman, bulunmak zorundaydı. O cam kırılırsa eğer parçaları ilk önce bana batar ve beni kanatırdı.

 

‘’Tamam şaka yaptım sadece hadi ye yemeğini. Soğuyacak yoksa.’’ Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gözümün önünde hâlâ gülüşü varken toparlamaya çalıştım kendimi. ‘’Niye gülüyorsun öyle bir de sinir ediyorsun?’’

 

‘’Sinirli halin çok hoşuma gitti Aysima ondan öyle yapt-‘’ Cümlesini yarıda keserken gülümsemesi yok olup yerine ciddi ifadesini takındı. Uluç da biliyor ve istiyordu. Aramızdaki o ince, şeffaf cam kırılmamalıydı. ‘’Hadi bir an önce yiyelim sonra seni evine bırakayım, dinlen biraz.’’mSesi az önceki neşeli haline nazaran oldukça soğuk ve sertti. O eğlenceli halinin esamesi yoktu. Bir şey demeden önüme döndüm.

 

Uluç'un dediklerinden sonra bir daha konuşmayarak sessiz bir yemek yemiştik. Uluç hesabı ödeyince çıktık restorandan.

 

Arabada da sessizce ilerlerken saati merak edince telefonumu aramaya koyuldum. Ama yoktu telefonum, muhtemelen Yasemin ablalarda kalmıştı. Hatta en son yeri boyladığını hatırlıyorum.

 

Uluç telefonu aramak için yaptığım hareketliliği fark etmiş olacak ki bakışlarını yoldan çekip üzerime çevirdi. ‘’Bir şey mi oldu, ne arıyorsun?’’

 

‘’Aramıyorum, daha doğrusu arıyordum ama şimdi bıraktım.’’

 

‘’Neyi?’’

 

‘’Telefonum ve çantam ablanlarda kaldı sanırım.’’ Önüne dönüp vitesi değiştirirken gözlerim eline takıldı, yüzüğü parmağındaydı. ‘’Şimdi hemen lazım mı telefonun?’’

 

‘’Yok, saate bakacaktım sadece.’’ Vitesteki elini kaldırıp saatine baktı. ‘’Altıya on var. Telefonun ve çantan için, seni eve bırakayım sonra alır gelirim olur mu?’’

 

‘’Yok zahmet etme o kadar, ben alırım sonra.’’ Açıkcası biraz dinlenmek istiyordum, bu yüzden direkt Yasemin Ablalara gidecek halim yoktu. ‘’Hayır zaten geldik sayılır evine. Ablamlarda çok uzak değil buraya, zahmet olmaz benim için.’’

 

Bir şey demeden önüme döndüm. Niye bu kadar yardım ediyordu, her şeyimi yapmaya çalışıyordu? Anlayamıyordum. Benim için evlenmesinin yanında bu çanta ve telefon mevzusu basit kalsa da düşünmeden edememiştim.

 

Dakikalar sonra araba evin önünde durduğunda kemerimi çözüp Uluç'a döndüm. Yorgun gözlerine bakarak iç geçirdim, o da çok yorulmuştu olanlardan sonra. ‘’Telefonum ve çantam lazım değil şimdi. İstersen sen de evine git dinlen. Sonra alırız.’’

 

‘’Emin misin?’’

 

‘’Evet, çok telefon kullanan biri değilim zaten, çantamda da evde lazım olacak bir şeyim yok.’’

 

"Anahtarın?"

 

"Girişteki saksının altına gömmüştüm bir tane yedek ordakini kullanırım." Kara kaşlarını çattı hafifçe.

 

"Ne müthiş bir gizlilik ve güvenlik." Kıkırdayıp gülümsedim. "Bak işime yaradı."

 

Bu kez bir şey demezsen tahmin ettiğimden daha çok yorgun olmalıydı, itiraz etmemişti. ‘’Tamam o zaman akşam getiririm, hem sen de uykunu bölmeden dinlenirsin güzelce.’’’

 

‘’Tamamdır, sağ ol.’’ Kemerimi çözüp arabadan çıkacaktım ki yeniden döndüm ve gözlerinnin içine baktım. Olanlardan sonra ne teşekkür etmiştim ne de düzgünce bu konu yani evlilik hakkında konuşmuştuk. ‘‘Çok teşekkür ederim. Yani bu yaptıkların… Benim için hiç istemediğin bir şeyi yaptın. Teşekkür etmek elbette yaptığının karşılığı olamaz ama elimden başka bir şey gelmiyor. Çok, çok teşekkür ederim.’’

 

O da bedenini bana çevirdiğinde yüzünü yüzüme yaklaştırdı, birkaç santim ötemdeydi sadece. Kalbim ritmini şaşırırken gözlerinden ayıramadım bakışlarımı. ‘’Bana teşekkür etmen için ya da minnet duyman için yapmadım Aysima. Yardım etmek istedim ve yaptım, seni yalnız bırakamazdım.’’

 

İstemiz gözlerim dolmuştu birazdan söyleyeceklerimle. Onu bu işe ben bulaştırmıştım ve çok suçlu hissediyordum kendimi. ‘’Ben, çok özür dilerim Uluç. Söylediğim bir yalan yüzünden senin de hayatını mahvettim. O günü geri alabilsem asla böyle bir yalan söylemezdim. Seni karıştırmamalıydım bu işe. Özür dilerim.’’

 

Başımı biraz eğince gözümden bir damla yaş süzüldü. Hemen elimle gözyaşımı silip bekledim Uluç'un diyeceklerini.

İçimden kızmasını istiyordum bana. "Evet senin yüzünden oldu, senin yüzünden başıma bela aldım." demesini bekliyordum. En azından içim biraz soğurdu. Ama Uluç yine istemediğim bir cevap verdi. ‘’Aysima bana bakar mısın?’’

 

Yavaşça başımı kaldırıp dolu gözlerimle baktım gözlerime, sanki biraz daha yakınlaşmış gibiydim. Sol elini kaldırıp tereddütle yanağıma koyduğunda donup kaldım yerimde. Sanki nefes almak işkenceydi. ‘’Akıtma o göz yaşlarını, hele ki benim yüzümden. Sen karıştırmadın ki bu işe beni. Ben kendim karıştım. Eğer isteseydim o gün, o herife senin yalan söylediğini söylerdim. Beni karıştırmayın bu işe derdim ama istemedim. Çünkü seni o adamın eline bırakamam, bırakamazdım. Eğer sessiz kalsaydım sana yardım etmeyenlerden ne farkım kalırdı. Ben sana bu şekilde yardım edebilirdim ve yaptım. Senin yardımıma ihtiyacın varken nasıl evimde huzurla durabilirdim ki? O yüzden sen de suçlama kendini. Senin suçun değil.’’

 

Dokunuşunun verdiği hissiyat hala yanağımdayken elini çekti. Dolu gözlerimi suratında gezdirdim. ‘’Sen çok iyisin, teşekkür ederim.’’ Gözlerimi kaçırıp bir müddet durduktan sonra zorla çıkardığım sesimle devam ettim. ‘’İyi ki varsın.’’

 

‘’Sen de Aysima, iyi ki varsın sen de.’’

 

Gözleri gözlerime öyle derin bakıyordu ki anlayamıyordum. Belki de anlıyordum ama kabullenmek istemiyordum.

 

Arabadan indikten sonra vedalaşıp girdim eve. Sırtımı kapıya yaslayıp elimi kalbime götürdüm, gümbür gümbür atıyordu. Bu gümbürtü içimde bir heyecan oluştursa da aynı zamanda korkutuyor ağlama isteğimi getiriyordu.

 

Ben bu duyguları istemiyordum. Kalbimin gümbür gümbür atmasını; Uluç'a bakınca kalbimin göğüs kafesimden mideme doğru çökecekmiş gibi hissettirmesini; onu görünce, onunla konuşunca midemde tatlı bir ağrının oluşmasını, gözlerimin bir anda mutlulukla parlamasını istemiyordum.

 

Bunlar neydi bilmiyorum ama çok güzel duygulardı fakat olmasındı. Ben kaldıramazdım ki bunları. Bunlar beni, kabullenmesem de Uluç'a bağlıyordu ve ben ona bağlanmak istemiyordum. Batın belası bitince ayrılacaktık belki ve ben ona bağlandıkça yine terk edilmiş gibi hissedecektim. Bu duygu, terk edilme duygusu dünyanın en korkunç duygusuydu. Ben bunu bir daha yaşamak istemiyordum.

 

Bir kaç dakika kapıda kalıp sakinleşince odama girip temiz kıyafet aldım elime ardından banyoya girdim. Üzerimdeki elbiseyi çıkartıp katlayarak bir kenara koydum. Ne yapacaktım artık bu elbiseyi?

 

Elbiseye bakmayı bırakıp güzel bir duş aldıktan sonra üzerimi değişip namazımı kıldım. Elbiseyi de dolaba asmıştım artık.

 

Biraz uzanıp dinlendikten sonra mutfağa geçtim. Uluç gelecekti telefonumu ve çantamı getirmek için. Çay ikram etmeden bırakamazdım, o kadar uğraşıyordu benim için. Çayın yanında ikramlık olarak cevizli tarçınlı bir kek yapmayı planlayıp hazırlamaya başladım.

 

Kek harcını hazırlayıp kek kalıbına döktükten sonra fırına koyup pişmesini beklemeye başladım. Yarım saat gibi bir süre sonunda pişen keki fırından çıkartıp tezgaha koydum. Uluç'un ne zaman geleceğini bilmediğim için çayı o geldikten sonra koyacaktım.

 

Akşam namazımı da kılıp üzerimi değiştirdikten sonra tokamın gevşemiş olduğunu hissedip çözerek hâlâ hafif nemli olan saçlarımı taramaya başladım. Havalar ısınmıştı güzelce artık, haziran ayına girmiştik. O yüzden kurutmaya gerek duymuyordum. Banyodan sonra da toplayıp topuz yaptığım için hâlâ nemliydi.

 

Saçlarımı tararken bir tıkırtı duymamla irkildim birden. Sanki bir kapı açılmış ve yürüme sesleri duymuştum. Geçen gece aklıma gelince korku sarmıştı bedenimi. Tarağı yatağın üzerine fırlatıp saçımı gelişi güzel bağlandıktan sonra başıma örtümü aldım, masanın üzerindeki vazoyu da aldım elime. Ne yazık ki telefonum da yoktu, ne polise haber verebilirdim ne de Uluç'a.

 

Yavaşça kapıya doğru yürürken kalbim korkuyla atıyordu. Elimde sıkı sıkı vazoyu tutuyor kapının yanında bekliyordum hemen.

 

Kulağımı kapıya dayayıp herhangi bir ses duymaya çalıştım. Bir süre ses gelmeyince yanıldığımı sandım ama yine yanılmamıştım. Kapının kolu yavaşça aşağı inince vazoyu daha sıkı tuttum elimde. Bir adam kafasını içeri doğru uzattığında çığlığımı güçlükle bastırdım. Hiç beklemeden ve düşünmeden elimdeki vazoyla var gücümle vurdum ensesine ve kafasına doğru. Vazo vurmam ile parçalara ayrılırken adam acıyla inleyip yere düştü birden.

 

Ellerim tir tir titriyor kalbim korku ile gümbürdüyordu.

 

Bir kaç saniye adama bakakaldıktan sonra korkuyla üzerinden atlayıp odadan dışarı attım kendimi. Dış kapıya doğru koşarak gidiyordum ki örtümün üzerinden, gevşekçe duran topuzumdan sıkıca tutulup çekilmemle korkuyla çığlık attım.

Sendeleyip adama doğru gerilediğimde yerde yatan adama ilişti gözlerim. Demek ki iki kişilerdi yine. Var gücümle adamı ittirmeye çalışırken avazım çıktığı kadar bağırıyordum yine.

 

Sıkıca kollarımdan tutuyor bir yandan beni zapt etmeye çalışırken bir yandan baygın yatan adama bakıyordu. Ateş saçan gözlerini gözlerime sabitleyip bağırarak konuştu. ‘’Naptın lan adama!’’

 

‘’Bırak beni bırak. Seni de öldürürüm yoksa, bırak!’’

 

Öldürmek. Ölmüş olabilir miydi adam? Yok, hayır ölemezdi. Küçücük bir vazo ile ölecek değildi herhalde. Ben birini öldürmüş olamazdım.

 

Öldürme korkusu ile bir an duraksayınca adam çözülmüş saçlarımdan ve kolumdan tutup salona soktu ve koltuğa yatırdı bir anda. Daha ne olduğu anlayamadan üzerime çıkınca aklım başıma geldi. Altında debelenirken var gücümle bağırıp omuzlarından ittirmeye çalışıyordum.

 

‘’Batın abinin selamı var. Dedi ki Aysima Hanım'ın tadına bakmadan gelme.’’

 

Gözlerimin içine acımasızlığı ile bakarken iğrenç bir şekilde konuşuyordu. Yanaklarımdan aşağı sıra sıra gözyaşı süzülüyor ve debelenmekten başka bir şey yapamıyordum. ‘’Bırak diyorum sana bırak!’’

 

Bağırmamdan rahatsız olmuş olacak ki ağzımı kapattı eliyle. Hiç düşünmeden öyle bir ısırdım ki elini acıyla bağırıp hafif doğrularak elini geri çekti. O an acısına odaklanmasından yararlanıp diz kapağım ile kasıklarına vurdum.

 

Bu esnada zil çalmaya başladı. Gelmişti, sanırım Uluç gelmişti.

 

Adamın acıyla bedeni kasılırken zorla çıktım altından. Daha sonra yalpalaya yalpalaya koridora ulaştım. Tam kapıya varmıştım ki az önce üzerime çullanan adam sanki hiç bir yerlerine vurmamışım gibi yine saçlarımdan tutup çekti kendine doğru.

Uluç'un sesimi duyması için bağırdım tüm gücümle.

 

‘’Uluuuç! Uluuç! Yardım et Uluuuç!’’ Sesimi çok şükür duyurmuş olacağım ki zil ardı ardına çalınıyor ve kapı hızla vuruluyordu.

 

O anda ellerinden kurtulmaya çalıştığım adam ise yine kollarımdan sıkıca tutup bu sefer bulunduğumuz koridora yatırıp çıktı yine üzerime. Tüm gücümle ittirmeye çalışırken yüzüme yediğim sert bir tokat ile başım yana düştü. Başımın yana düşüp boynumun açılmasını fırsat bilerek dudaklarını bastırdı boynuma.

 

Hissettiğim baskı ile çırpınışlarım yavaşça azalırken titremelerim arttı. Kalan gücümle ve olanları henüz algılayabildiğim kadarıyla adamı üzerimden atmaya çalışsam da yetmiyordu gücüm. Gözümün önüne gelen karanlık sokak ve sayısını bilemediğim adamlarla aklımı yitirecek gibi hissediyordum.

 

Titremelerim her geçen saniye artıyor gücüm ise azarlıyordu. Dudaklarının baskısını boynumda ve çenemde hissederken elleri vücudumu turluyordu. Ama bu hareketleri yapan sanki şimdi eve giren adam değil de o karanlık sokaktaki adamlardı.

 

Elbisemin eteklerinin bacaklarımdan yukarı doğru kaldırıldığını hissediyor ama engel olamıyordum.

 

Bir anda üzerimdeki tüm ağırlığın gittiğini hissettim. Eteğimi kaldıran el yok olmuş, boynumdaki baskı gitmişti. Fakat gözlerimi öyle sıkı sıkıya kapatmıştım ki neler olduğunu göremiyordum. Etrafta bağrışma ve gürültü sesleri yankılanıyor ama ben algılayamıyordum. Zihnim hala o sokakta, o adamların yanındaydı.

 

Kulağıma acı dolu bir inleme sesi geldi bir yerden. Ama nereden geldiğini, kimden olduğunu ayırt edemiyordum.

 

Sesler kesildi sonra ve ayak sesleri duyulmaya başladı.

 

Etrafımda bunlar oluyordu ama ben bunları o geceye yoruyordum.

Mesela o bağrışma ve gürültü seslerini o adamların ellerinden kurtulmak için ben çıkarıyorum aynı şekilde benim çırpınışlarımı engellerken o adamlar çıkarıyordu.

Acıyla inleme sesleri o gece yüzüme yediğim sert tokat ile çıkan sesimdi.

O ayak sesleri o gece haince bana doğru gelen ayak sesleriydi.

 

Hâlâ gözlerim kapalı titremem devam ederken omuzlarımdan birinin tuttuğunu hissettim. Hafifçe sarsıyor bir şeyler söylüyordu. Ben ise gözlerimi dahi açamıyordum. Açmak istiyordum, o geceyi yaşamak istemiyordum ama sanki birileri gözlerimi en güçlü yapıştırıcı ile yapıştırmıştı.

 

Kulaklarıma birinin sesi ulaşıyor ama anlayamıyordum. Kimin söylediğini dahi beynim ayırt etmiyordu. Ne söylüyordu beynim almıyordu.

 

Ya o adamlardan biriyse. Ya bana iğrenç sözlerini sarf ediyorlarsa. Bana dokunan onlar mı yoksa yine? Omuzlarımı niye sarsıyorlar? Yüzüme niye dokunuyorlar?..

 

ÇEYHUN ULUÇ'TAN

 

Ablamlardan Aysima'nın eşyalarını alıp çıktım yola. Çok uzak değildi mesafe, hemen varırdım evine. İçimde bir sıkıntı peyda oluyordu. Nedensiz bir şekilde kalbime ağrı giriyordu.

 

Yol boyunca onu düşündüm yine. Şu sıralar hiç çıkmıyordu ya zaten aklımdan. Ne zaman bir yere dalıp gitsem onda buluyordum kendimi. Uyandığımda aklıma gelen oydu. Uyurken aklımı kurcalayan düşüncem oydu. En basit işimi bile yaparken dahi onu düşünüyordum. Bir insan çikolata yerken dahi birini düşünür müydü ya hu? Benim aklımdan çıkmıyordu.

 

Sureti zihnime çiviyle kazınmış gibiydi, gözlerimi her kapattığımda yüzündeki tek bir nokta dahi olsun unutmadan karşımda beliriyordu ve bu hayranı olduğum kadın artık karımdı. Ne kadar ayrı evlerde de kalsak, ona dokunamasam bile o benim karım olmuştu.

 

Bu gün ilk kez dokunmuştum ona ve buna nasıl cesaret edebildiğime hâlâ şaşırıyorum. Ona dokunduğum an tenindeki sıcaklıktan bedenime öyle bir his yayıldı ki daha fazlasını hissetmemek için kendime zoraki hakim olmuştum. O, Aysima ismi kadar güzel ve zarifti.

 

O kahverenginin en güzel tonuna sahip gözlerinden kalbime bir ok saplanıyordu her bakışında. Sol alt dudağının bitiş çizgisinde yer alan ufak kara beni yüzüne her baktığımda "Beni gör" diye bağırıyordu sanki bakmamak mümkünmüş gibi. Koca gözlerini koyu kahverengi kirpikleri çerçeveliyordu. Ama o kirpikler güneş gördüğünde bal gibi parlıyordu.

Gözleri, ah o kahve gözleri. Sanki ela ve kehribar karşımı bir kahverengi gibi…

 

Ama o bakmaya kıyamadığım gözler çoğu kez hüzün taşıyordu bağrında.

Gözlerine her bakışımda okuduğum hüzün bir hançer gibi yüreğimi parçalara ayırıyordu. Göz bebeklerinin ardından saklamaya çalışsa da görünüyordu yine de. Mutluluğu hak eden o gözler acının yuvasıydı.

Ben ise o acıyı dindirebilmek için bir şey yapamıyordum.

 

Dudaklarından her ismim döküldüğünde kanımın damarlarımda ısındığını hissediyordum.

Çoğu bana Ceyhun derken o Uluç demeyi tercih ediyordu. Öyle güzel telaffuz ediyordu ki bir şiir gibi ulaşıyordu kulaklarıma ismim. Defalarca ismimin dudaklarından dökülmesi için her şeyimi verebilirdim.

Bana attığı kaçamak bakışlar, iki saniye bakınca hemen kaçırmaya çalıştığı gözler... Yüreğimin onun adı ile atmasına yetiyordu bile.

 

Ama bu yanlıştı. Bu olmamalıydı, buna izin vermemeliydim. Nasıl ki yıllarca bir kadının bana bakmasına izin vermedim, karşı çıktım yine yapmalıydım öyle.

Uzun bir süre başardım da. Ona kendimi kaptırmamak için her şeyi yaptım. Ama ben fark etmeden ona kapılmıştım.

 

Fakat bu bir neden olamazdı. Ben eski ben olmalıydım. Ne kadar şu günlerde vatanım için bir şey yapmasam da ben bir askerdim. Benim görevim vatanımdı, milletimdi, bayrağımdı, dinimdi ve onları korumalıydım. Bundan başka yâr edinemezdim. Eğer gönlüme bir sevda düşerse aklım kalırdı geride. Hizmetimi doğru yapamazdım.

Hem eğer bir gün şahadet şerbeti nasip olursa ardımda gözü yaşlı bir yâr bırakamazdım. Ablamın olması zaten içimi yakarken bu acıyı birine daha yükleyemezdim.

 

Bir şekilde engel olmalıydım kendime. Gerekirse kalbimi durdurmalı ama bir başka yâr sokmamalıydım oraya.

 

Bu düşünceler içindeyken yolun nasıl bittiğini anlayamamıştım bile. Arabayı evin karşısına park ettikten sonra Aysima'nın eşyalarını alıp çıktım arabadan. Kaldığı ev müstakil ve kendisi gibi olukça zarif ve şirindi. Ailesi yoktu ve böyle bir eve nasıl sahipti merak ediyordum. Aysima hakkında aklımı kurcalayan binlerce düşünce ve soru vardı.

 

Küçük demir kapıyı itekleyip açtıktan sonra bir kaç basamak olan merdiveni de çıkıp zile bastım. Bir süre ses gelmeyince tekrar bastım. Tam elimi kaldırıp kapıya vuracaktım ki Aysima'nın bağırma sesi geldi. ‘’Uluuuç! Uluuç! Yardım et Uluuuç!’’

 

Duyduğum sesle endişe yüreğimi sararken elimdeki eşyaları atıp bir elimle zile basıyor bir elime kapıya vuruyordum hızlıca. Aklıma bin bir düşünce, kötü ihtimal geliyordu ve en kötü ihtimalde Batın’dı.

 

Beynim durmuştu sanki, böyle sadece kapıya vurarak asla yardım edemezdim. Bu sefer tüm gücümle kapıyı kırmaya çalıştım ama kapı çeliktendi, ne kadar uğraşırsam uğraşayım kırılmayacaktı; belliydi.

 

Bu defa da pencerelere koştum, açık bir pencere varsa girebilirdim içeri. Pencereler kapalıydı ama arka tarafa gelince mutfak balkonu kapısı açıktı. Hızla oraya yönelip girdim mutfağa.

 

Koridora geçtiğimde gördüğüm görüntü ile adeta kan beynime sıçradı. Asyima yerde gözlerini kapatmış tir tir titriyor adamın biri ise üzerine çıkmış bir taraflarına dokunuyor dahası açıkta kalan yerlerine dudaklarını dokunduruyordu.

 

Sinir, nefret, acımasızlık ve daha bir sürü duygu tüm bedenimi ele geçirirken hiç düşünmeden adamı omzundan tuttuğum gibi ayağa kaldırıp kendime çevirdim. Bana dönmesiyle burnuna doğru savurduğum bir yumruk ile yığıldı yere. Büyük ihtimalle burnu kırılmıştı ki acı dolu bir feryat kopardı adam.

 

Tekrar kaldırıp aynı yere vurdum. Yine yere düşünce bu sefer üzerine çıkıp suratının her yerine vurmaya başladım, durduramıyordum kendimi. Adam elimin altında ölecekti belki ama umurumda değildi şu an. Gözlerimin önünden az önceki sahne gitmezken bilincimi yitirmiş gibiydim. Sanki sadece o adam vardı yanımda ve ben her şeyden bağımsız şekilde öldürmek istiyordum onu.

 

Elim yeniden hava kalmış adamın suratına inecekti ki boynumda hissettiğim acı ile gözlerim karardı birden. Sanki dünya etrafımda dönüyor ve etraf bulanıklaşıyordu.

 

Yan tarafa doğru devrilirken az önce öldürmekte olduğum adam başka bir adam tarafından sırtına alınıp götürülüyordu.

 

Elimi boynuma atıp bir kaç dakika kendime gelmeye çalıştım. Gözlerimi açtığımda etraf dönmeyi durdurmuştu. Hâlâ yerde uzanıp olanları algılamaya çalışırken kesik kesik ağlama ve acı ile inleme sesleri ulaştı kulaklarıma.

Aysima?

 

Hızla yerimden doğrulup koridorun başında hala titreyen ve büyük ihtimalle kriz geçiren Aysima'yı fark ettim.

 

‘’Aysima!’’

 

Hızlı adımlarla yanına vardığımda başını dizlerime koyup omuzlarından hafif hafif sarsmaya başladım. Gözleri kapalıydı ve ağlıyordu. Arada "yapma" diye kısık sesli söyleniyor ve titriyordu.

 

Onunla iletişime geçmem lazımdı. Adamların gittiğini, ona bir şey yapmadıklarını bilmesi gerekiyordu. ‘’Aysima, Aysima kendine gel. Lütfen aç gözlerini hadi. Hadi güzelim aç o güzel gözlerini. Kahvelerini göster bana hadi.’’ Söylediklerime hiçbir tepki vermezken ağlamaları ve titremeleri devam ediyordu. ‘’Korkma güzelim, ben yanındayım. Geçti, kimse yok. Sana zarar verecek kimse yok burada. Aç gözlerini, bak gittiler.’’

 

Bu sefer ulaştım mı kendisine bilmiyorum ama gözlerini açmaya başladı. Beni görünce bir an afallasa da sonra korku dolu bakışları geldi yerini yeniden.

 

Hızla başını dizlerimden kaldırıp beni ittirerek kendini de duvar dibinde götürdü. Bacaklarını kendine doğru çekip saf korku dolu bakışlarla bakıyordu. ‘’Git burdan! Git burdan! Git burdan! Defol, istemiyorum ben! Öldürürüm seni, gelme!’’

 

Şaşkınca ve endişeyle baktım yüzüne, beni o iki adam biri sanıyordu. Ellerimi öne doğru uzatıp sakince konuştum. ‘’Aysima ben Uluç, korkma. Asla zarar vermem sana, senin yardımına geldim. Zarar vermeyeceğim sana.’’

 

‘’Hayır, hayır, hayır, git, git! İstemiyorum ben! Dokunma bana!’’

 

‘’Aysima benim Uluç! Sana zarar vermem.’’ Sanki dediklerimi duymuyordu. Korkuyla bakıyordu gözleri.

 

Gözlerini benden çekip etrafta gezdirdiğinde evi tanımaya çalışıyor gibiydi. Ardından başını eğdi kucağına doğru. Ellerini başının arasına alıp kendine inandırmaya çalışır gibi dediği şeyleri tekrar edip durdu. ‘’Burası orası değil! Burası orası değil! Burası orası değil! Burası ev! Burası ev! Burası o sokak değil! Burası o pis yer değil! Burası ev! Burası ev! Burası orası değil!’’

 

Kurduğu cümleler beynimde yankı yaparken acıyla bakakaldım. Aysima az önce burada olan o iki adamdan korkmuyordu. Anne olamamasına sebep olan o adamdan korkuyordu ve beni o adam zannediyordu.

 

Ablam tecavüze uğradığını ve anne olamayacağını söylemişti ama tam olarak ne yaşadığını bilmiyordum ve bu görüntüler asla ama asla kolay şeyler olmadığını gösteriyordu bana, zaten bir tecavüz nasıl kolay olabilirdi ki.

 

Anladığım gerçek ile yüreğim yanarken gözümden bir damla yaş süzülüp aktı gitti. Karşımda harap olmuş bir kız vardı. Gözlerindeki hüznünün, acısının sebebini şu an yaşıyordu karşımda ve ben daha iyi anlıyordum o hüznün sebebini. Şu anki hali öyle berbattı ki kalbimi sıkıntıdan söküp atmak istiyordum. Kim bilir o gece neler yaşamıştı da bu gün bu kadar kötüydü.

 

Ellerini yumruk yapıp başına vurmaya başlayınca kendime gelip yanına gittim. Kriz anında kriz geçirenin çok yakınında olmamak, gerekmedikçe dokunmamak önemli olsa da şuan yanında olmalı ve dokunmalıydım. Çünkü öyle bir vuruyordu ki kafasına, büyük bir zarar verebilirdi kendine.

 

Yavaş ve nazik ama hareket etmesini engelleyecek bir şekilde tuttum bileklerinden. Ona dokunmamla endişeli gözleri beni buldu anında. Korkuyla bakıyor "Bırak beni yaklaşma!" diye bağırıyordu.

 

Bırakmayıp gözlerinin içine baka baka konuştum. Beni tanınmalı ve ona zarar vermeyeceğimi anlamalıydı. ‘’Aysima benim Uluç. Sana zarar vermeyeceğim. Sana zarar vermeyeceğim. Bana güven, lütfen. Bak benim Uluç. Sana asla zarar vermem. Yardım ediyorum sadece.’’

 

Gözlerinde öyle büyük bir korku vardı ki uzaktan bakan biri bile anında görürdü o korkuyu. ‘’Ben pisim, ben kirliyim, ben kirliyim, beni kirlettiler. Ben çok pisim.’’

 

‘’Hayır hayır, gözlerime bak. Sen kirli değilsin, sen bu hayattaki en temiz insansın. Sen kirli değilsin, pis değilsin, sen temizsin. Aynı adın gibi, ay gibi parlaksın sen. Ay yüzlüsün...’’

 

‘’Suuus! Yeter! Ben pis değilim! Ben kirli değilim! Ben istemedim ki!’’ Başına vurmak için ellerimden kurtulmaya çalışırken bileklerini çekmek istiyordu ama buna izin vermeyerek sıkıca tutuyordum. ‘’Sus, sus, sus, ben istemedim! Ben kirli değilim, ben değilim. Pis değilim ben! Sus artık sus, yeter!’’

 

Kelimelerinden anladığım kadarıyla şu an benimle değil zihnindeki başka bir sesle konuşuyordu ve aynı zamanda ellerimden ve zihnindeki seslerden kurtulmaya çalışıyordu. Bense Onunla konuşmaya devam ediyordum. Temiz olduğuna ikna etmeye çalışıyordum ama benden fazla zihnindeki sese odaklanmıştı.

 

Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama bir süre sonra "kirliyim" diye bağırmayı bırakmışı ama beni hâlâ tanımış değildi. Bu defa beni tanıması için konuşmaya devam ettim. Bir süre sonra hareketleri yavaşlasa da hâlâ tam algılayabilmiş değildi kim olduğumu.

 

Gözlerine bakıp konuşurken gözlerini kaçırınca devam ettim. ‘’Bana bak güzelim, gözlerime bak. Benim Uluç, tanıyorsun beni.’’ Ürkek gözlerini kaldırıp yeniden baktı. ‘’Evet bak gözlerime. Beni tanıyorsun ve sana zarar vermeyeceğimi biliyorsun. Bak evet benim. Sana zarar vermem. Asla zarar vermem.’’

 

Hareketleri iyice yavaşlıyor ve gözlerimin en derinlerine bakmak ister gibi bakıyordu. Bakışları değişiyordu her saniye. Tanıdığı, güven duyduğu birini görmeye başlayınca yumuşuyordu gözleri.

 

Öyle yakındı ki, nefesi yüzümü okşuyordu.

Gözleri hüzünle karışık güven istercesine bakarken bir elini omzuma koyup sıktı hafifçe. Ardından kurumuş dudaklarını kesik kesik hareket ettirdi. ‘’U-ulu-ç se-sensin de mi?’’

 

Güven verircesine başımı sallayıp hafifçe tebessüm ettim. ‘’Benim Aysima. Uluç'um ben. Gözlerime bak, tanıyorsun onları değil mi?’’

 

Biraz daha gözlerimi tarayıp başını onayla salladı. ‘’E-evet tanıyorum. Rü-rüyamdaki gözler. Se-sensin evet, Ul-uçsun.’’

 

Rüyasındaki gözler? Ne demkti bu?

 

Bir anda, ellerini koltuk altımdan geçirip sırtımda dolayarak başını göğsüme yaslayıp sarılmasıyla çıktım düşüncemden. Öyle bir sinmişti ki üzerime, kollarını sıkıca dolamış ve yapışmak ister gibi kucağıma çıkarak yüzünü ve gövdesini bastırmıştı göğsüme. Ardından da hıçkırarak ağlamaya başladı.

 

Ellerim havada kalırken kaldım bir kaç saniye öylece. Sırtına daha doğrusu belinden aşağı kadar inen; uzun, siyah kadar koyu olan kahverengi saçlarına koydum ellerimi..

Şimdi fark ediyordum saçlarını. Deminden beri odaklandığım tek şey beni tanıması ve sakinleşmesiydi, o yüzden başının açık olduğunu dahi algılamamıştı zihnim. Burnuma gelen korkusundan gözlerimi kapatma isteği duysam da kendime gelip Aysima ile ilgilenmeliydim.

 

Sarılmasına ben de hafif bir şekilde karşılık verip sakinleşmesi için konuştum. ‘’Şşhh; geçti, geçti Aysima. Bak kimse yok artık. Şimdi bir şey olmadı sana geçmişteki de geçmişte kaldı. Korkma artık, ben senin yanındayım güzel gözlüm. Korkma bir şey olmayacak.’’ Geçmiş geçmişte kalmamıştı, biliyordum. Kalsaydı bu gün bu kadar kötü olmazdı ancak başka ne diyebilirdim ki.

 

Bir süre sadece sakinleştirici cümlelerimi kurup bekledim. Yavaş yavaş hıçkırıkları geçip sessiz iç çekişlere bırakıyordu yerini.

Ellerim öylece hareket etmeden yerinde dururken sessizce adeta fısıldamayla kesik kesik ağlama eşliğinde konuştu. ‘’Yardım et Uluç. Bırakma beni. Sen de gitme, ne olur. Sen de yakma canımı. Rüyalarımda olduğu gibi yalnız bırakma beni hiç olur mu?’’

 

Ah Aysima, ah güzel güzel yüzü kadın… Sen neler yaşadın? Neler çektin de söylüyorsun bunları? Neler yaşıyorsun kendi içinde?

Sabah uyandığında hatırlamayacaksın belki bu yaptıklarını, dediklerini. Ama umarım anlatırsın bir gün; geçmişini, acılarını, yaralarını… O yaraları teker teker sarmama izin verirsin.

 

Hafifçe arkama doğru gidip sırtımı dayadım duvara. Bacaklarımı öne uzatıp biraz daha açarak Aysima'nın daha rahat etmesini sağladım ki daha rahat etti de sanırım. Rahat bir konuma gelip iyice sokuldu göğsüme.

 

Ben de bu sefer ellerimi hareket ettirip saçlarında dolandırmaya başladım. Hafif dalgalı saçları biraz nemli ve yumuşaktı. Yeni duş almış olabilirdi belki.

 

Ne kadar kaldık o halde hiç bilmiyorum. Aysima bir şeyler mırıldanıyorken anlayamıyordum dediğini. En sonunda uyuyup kalmıştı göğsümde. Bir süre daha iyice dalmasını bekledim. Bu esnada sürekli saçlarını okşayıp duruyordum.

 

Uykusunun derinleştiğine emin olduktan sonra yavaşça kucağıma alıp odasına götürdüm. Öyle hafifti ki kuş gibiydi ama bu imrenilecek bir zayıflık değildi. Gerçekten hiç iyi beslenmiyordu.

Bu zamana kadar hep bol, salaş elbiseler içinde görmüştüm onu, o yüzden bu kadar zayıf olduğunu bilmiyordum. Ama şimdi görmüş ve hissetmiştim gerçekten iyi değildi beslenme durumu.

 

Uyandırmamak için sakin adımlarla geçtim odaya. Yerde kırık cam parçaları vardı hep. Şu an ayağımda ayakkabı olduğu için batmasa da süpürsem iyi olurdu yine de.

 

Aysima'yı yatırdıktan sonra üzerine pikeyi örttüm. Öyle masum uyuyordu ki bakmaya doyamadım o an. Kirpikleri birer örtü gibi örtmüştü gözlerini. Yanakları ve burnu ağlamasından olsa gerek kızarmıştı. Dudakları kırmızıya dönmüş, hemen dudağına bitişik olan ufak beni daha da belirginleşmişti. Biçimli kaşları düz dururken saçları yatağa dağılmıştı. Güzeldi, adı gibi parlıyordu adeta.

 

Bir süre incelemem devam etse de kendimi toparladım. Sessizce odadan çıkıp ayakkabılarımı çıkardıktan sonra süpürge aramaya koyuldum. Yerdeki cam parçalarını temizleyip dağılmış olan etrafı toparladım. Sabah uyandığında geceyi hatırlatacak bir şey olmamalıydı Aysima için ne kadar hatırlayacak olsa da.

Mutfak balkonu kapısını kapatırken dış kapıda kalan eşyaları geldi aklıma. Onları da alıp odasına geçtim geri.

 

Eşyaları bir kenara bırakıp Aysima'nın yanına gittim. Biraz eğilerek yüzüne düşen saçlarını geriye itip doğruldum. Sandalyeyi başucuna çekip oturdum. Gözlerimi alamıyordum, baktıkça içim yanıyordu. Az önceki hali gözlerimin önüne geliyor yüreğim dağlanıyordu.

Benim bakmaya kıyamadığım, çekindiğim kadına neler yapmışlardı?

Kim bilir gelmeseydim, biraz daha geç kalsaydım neler olacaktı?

 

Aklıma olacakların ihtimali gelince delireceğimi hissettim.

Düşünmemeliydim bunu. Gelmiştim ve bir şey olmamıştı, şu an iyiydi.

 

Gece ara ara sıçrayıp ağlamaya başlıyordu uykusunda.

Hemen yanına oturup saçlarını okşuyor yanında olduğumu söylüyordum. Uyuyordu ama yaptıklarımla hissediyordu güvende olduğunu.

En sonunda benim de göz kapaklarım yorgunluğa dayanamamış ve kapatmıştı kendilerini.

***

AYSİMADAN

 

Yavaşça araladım gözlerimi. Gözlerimin üzerinde sanki bir ton ağırlık var gibi hissediyordum, öyle zorlanmıştım ararlarken. Kafam çatlayacak gibi ağrıyordu.

Başım sert ve bir inip bir kalkan yastığımın üzerindeydi. Ben ne ara değiştirmiştim yastığımı. Benim şampuanım ya da deterjanım gibi de korkmuyordu. Başka, çok güzel bir koku yayılıyordu.

 

Başımı hafif bir şekilde kaldırdığımda yastığıma baktım. Ama bakmam ile az önce zorla açtığım gözlerim fal taşı gibi açıldı. Çünkü sarılıp uyuduğum şey yastığım değil Uluç'tu.

Kollarımı kalçasının biraz üzerinde bağlamış kafamı da karnına koymuş bir şekilde uyumuştum. Uluç ise sırtını yatak başlığın dayamış oturur vaziyette, elleri saçlarımda uyumaya devam ediyordu.

 

Kollarımı hızla doladığım yerden çekip başımı da karnından kaldırım. Yaptığım ani hareket ile Uluç da irkilip uyandı. Ben yatağın diğer ucuna giderken Uluç şaşkın bir şekilde etrafına bakınıyordu. En sonunda gözleri benden tarafa dönüp bende durdu. ‘’Ben yani sen... ne oluyor burada Uluç? Niye buradasın sen, benim odamda?’’

 

Uluç eline ensesine atıp biraz mahcup biraz da yeni uyanmışlığın verdiği sersemlik ve şaşkınlıkla konuştu. ‘’Ben yani sen şey oldu. Sen gece uyanınca şey yaptım, ağladın biraz o yüzden seni sakinleştireyim derken uyumuş kalmışım öyle. Kusura bakma, özür diledim.’’

 

Gece?

Gece ne olmuştu ki?

Yeni uyandığım için gece olanlar aklıma gelmese de hemen, biraz düşününce her şey hücum etti beynime.

 

İki adam girmişti yine eve.

Ve bana az daha...

 

Allah'ım. Yaşadıklarım bir bir gözümün önüne gelirken nefes alamadığımı hissettim. Hatırladığım şey Uluç'un kapıya gelene kadar olan kısmıydı. Adamın üzerimde olduğu yere kadar hatırlıyordum sadece ama o kısımlar acıtıyordu zaten içimi, nefes almamı o anılar zorlaştırıyordu.

Uluç hızla yerinden kalkıp bana doğru geldi. Yüzümü kendine çevirip baktı. ‘’Aysima, iyi misin?’’ Başımı iki yana sallayıp nefes almaya çalıştım. Duvarlar üzerime üzerime geliyordu sanki. Ellerimi göğsüme getirip üzerimdeki elbisenin kumaşını asılıyordum.

 

Uluç yanaklarımdan tutup gözlerimin içine baktı, endişeliydi. ‘’Bana bak, gözlerimin içine bak Aysima. Derin derin nefes al. Burası havasız değil sen öyle zannediyorsun ama öyle değil. Biliyorum oda dar geliyor ama iyi burası. Derin derin çek nefesini içine. Yapabilirsin. Gözlerime bak, ayırma gözlerini tamam mı?’’

 

Dediklerini yapmaya çalıştım bir bir. Evet havasız değildi burası bana öyle geliyordu sadece. Her krize girdiğimde olduğu gibiydi, ben havasız olduğunu hissediyordum.

Uluç'u dinleyip gözlerine baktım. Kahverenginin en koyu tonuna sahipti ve bu çok güzeldi. Oraya bakınca gerçekten sakinleştiğimi hissediyordum.

 

Bir kaç dakika sonra iyice sakinleştiğimde Uluç ellerini yanaklarımdan çekip hâlâ kumaşı tutan ellerimi gevşeterek kucağımda birleştirdi ellerimizi.

 

Sakinleşmiştim ama gözlerimi alamıyordum gözlerinden. Öyle güzeldi ki gözleri. Rüyalarımda ezberlemiştim her bir tonunu zaten ama yine de sanki ilk kez görüyorum da ezberlemek istermişim gibi, büyülenmişçesine bakıyordum.

 

Bakışları merhamet ve samimiyetle doluydu, güven veriyordu. Endişe de barındırıyordu biraz, benim için endişeleniyor ve üzülüyordu. Önemsiyordu, Uluç beni önemsiyordu. İyi olmamı istiyordu.

Aklıma geçen söylediği cümle geldi bir anda. "Sen sıkıntı içindeyken ben de mutlu olamıyorum."

 

Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim... ‘’Özür dilerim Uluç.’’ Özrüm karşısında şaşırmıştı, aklımdan geçenleri bilmiyordu. ‘’Neden, neden diliyorsun?’’

 

‘’Gözlerindeki hüznün sebebi olduğum için, sadece hüznüne sebep olduğum için.’’ Öyleydi. Uluç’u bir kez bile güldürdüğümü hatırlamıyorum. Ne zaman benimle olsa ya üzülüyor, ya endişeleniyor ya da öfkeleniyordu. Benim yanımda güzel duyguların hiçbirini yaşayamıyordu.

 

Bir şey demesini beklemeden ellerimi ellerinden kurtarıp yataktan kalktım. Ardından odadan çıkıp banyoya geçtim, elimi yüzümü soğuk su ile yıkadım suyu çarpa çarpa.

 

Başımı kaldırıp aynaya baktığımda yine o acı dolu gözler vardı. Saklayamıyordum artık, olmuyordu. Herkes fark ediyordu, görüyordu hüznümü, sırlarımı. Niye olmuyordu ki, niye görünüyordı, niye saklayamıyordum?

Onlar benim sırrımdı, gizli bir kuyuya attığım geçmişimdi. Saklamak istiyordum gene, saklayayım ve kimse görmesin.

 

Gözlerim şişmişti hafif, yanaklarım kızarıktı biraz. Saçlarım dağılmıştı.

Saçlarım!

Saçlarım açıktı, ben deminden beri açıktım hatta geceden beri Uluç'un yanında açıktım, saçlarımı gördü. Ben nasıl fark etmedim bunu?

 

Kendime bundan ötürü kızacakken aklıma gelen şey ile durdum bir kaç saniye. Hata değildi ki artık. Gördüğü için günah değildi, haram değildi. O benim evlendiğim adamdı...

 

Bir süre şaşkın ve hatta dumura uğramış bir şekilde bakakaldım aynaya. Ardından kendime gelip düzeltmeye başladım saçlarımı. Ellerimin ıslaklığı ile havaya kalkmış tellerini yatırıp boynumdan geriye doğru attım. Geriye atınca bir şey fark ettim. Aynaya biraz daha yaklaşıp gerçekliğine baktım.

 

Boynum?

Boynum yer yer morarmıştı. Boynumdan çeneme doğru küçük morluklar vardı hep.

Titrek ellerimi kaldırıp morluklara dokundum. Dokunmamla geceki olan şey aklıma gelince gözlerimi kapadım istemsiz. Göz yaşlarım gelmeye başladı birden kapalı göz kapaklarımdan. Dudaklarımdan bir hıçkırık döküldü.

 

O pislik üzerime çıkıp dokunmuştu her yerime. İğrenç dudaklarını boynuma ve çeneme değdirmişti hep, ellerini vücudumda gezdirmişti. Eteğimi kaldırıyordu en son. Uluç gelmeseydi eğer...

 

Hıçkırıklarım artarken boynuma geçiriyordum tırnaklarımı, engel olamıyordum. O morlukların, izlerin oradan silinmesini istiyordum hemen. Musluğun sıcak suyunu açıp avcuma doldurdum. Bir taraftan boynumu yıkıyor bir yandan tırnaklarımla kazıyordum.

 

Zihnimde geçmişe ait sesler yankılanırken bu defa delireceğim dedim. Hiçbir şey değil bu sesler delirtecekti beni. "Sen pissin artık, kirlisin. Defol git buradan." Ellerimi saçlarıma atıp seslerin susması için koparırcasına asıldım. ‘’De-değilim, ben kirli değilim!’’

 

"Sen iğrenç, pis bir o*ospunun tekisin. Ne o zevk aldın mı sen de verirken?’’ Susmuyordu, susmayacaktı. Bu sesler zihnimden silinmeyecekti.

 

‘’Değiliiiim! Ben değiliiiim! Ben pis değilim!..’’ Ellerimi saçlarımdan çekip sıcak suyun altında avuçlarıma su doldurarak tekrardan boynumu yıkamaya başladım. Acı hissetmeliydim, acı hissetmeli ve o sesleri yok etmeliydim.

 

Gözlerimden yaşlar ardı ardına dökülürken hıçkırıklarım, haykırışım banyoyu dolduruyordu. Sıcak sudan ötürü ellerim kızarmış ve kabarmaya başlamıştı ama onun acısını hissedemiyordum bile. Sesler gitsin diye acı istiyordum ama acı çekemiyordu ellerim. Boynumdaki da morluklar görünmeyecek kadar kızarmıştı.

 

Kollarımdan tutulup çekilmem ile sıcak suyun altında olan ellerim çekildi. Uluç gelmişti, dirseklerimden tutmuş bir şekilde duruyor gözleri ellerimde, boynumda ve yüzümde turluyordu telaşla.

 

Gözleri gözlerime değince acıyı gördüm bir kez daha. Benim yüzümden çektiği acıyı gördüm. Buna canım çok yansa da ona ağlamak istiyordum, derdimi sadece o görsün istiyordum yine de.

Gözlerine bakınca güven duyduğum tek kişinin burada, benim yanımda olması ile yürek sancımı sonuna kadar atmak istedim. Evet, ben Uluç’a güveniyordum. Yıllar boyunca kimseye güvenemezken ona güvenmeyi seçmiştim.

Yılmışlık ile kendimi yere bıraktığımda Uluç da benimle beraber çöktü yere. Sesler de gitmişti gözlerine baktığım o an.

 

Anlımı omzuna koyup hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim. Uluç biraz daha yaklaştı, ellerini dirseklerimden çekerek sırıtma koydu. Ben hıçkırarak ağlarken o hiç sesini çıkarmadan saçlarımı okşuyordu.

 

Tek istediğim şey de buydu zaten, yıllar boyu istediğim tek şey buydu. Birinin omuzlarında ağlamak... Ben ağlarken birinin yanımda olduğunu hissettirmesi… Bu yetecekti bana zaten.

 

Yıllarca kimseden görmediğim bu desteği tanıdığım ama bir o kadar da hiç tanımadığım bir adamdan görüyordum. Tek güvendiğim insandan, sığındığım tek kişiden, kahramanımdan, hoşlandığım ama aşık olmak istemediğim adamdan...

 

Ne kadar süre kaldık öyle bilmiyorum. Hıçkırıklarım bitmişti ve öylece başım boyun girintisine düşmüş şekilde nefesleniyordum. Uluç hiç ses etmeden saçlarımı okşayarak bekliyordu beni. Burnuma kokusu doldukça daha da sakinleştiğimi hissediyordum.

 

Başımı kaldırıp baktım Uluç'a. Yüzü çok yakındı yüzüme. Ama benim odaklandığım tek şey merhametin, yuva olarak bellediği gözlerindeydi. Öyle güzel gözlere sahipti ki sanki dünyanın en güzel gözüne bakıyordum. Merhametin, şefkatin, güvenin, huzurun yuva yaptığı kahve çekirdeklerine, benim için üzülen kahve çekirdeklerine, benim için endişelenen kahve çekirdeklerine...

 

Uluç ellerini saçlarımdan çekerek yanaklarıma koydu. Özenle başparmağı ile sildi yaşlarımı. Öyle bir dokunuşu vardı ki sanki bozmaktan korktuğu ince bir işlemeye dokunuyordu. Öyle hafif, öyle yumuşak...

 

Gözlerini ise gözlerimden bir an olsun çekmeden bakıyordu. Ardından konuşmaya başladı yavaş ve kısık bir sesle. ‘’Daha iyi misin?’’

 

Sadece başımı sallamakla yetindim. Başımı ve bakışlarımı kucağıma indirip ellerime baktım. Acısını hissediyordum yavaş yavaş. Uluç da benim başımı eğmem ile ellerini yanaklarımdan çekip ellerimi aldı avuçları arasına.

 

Ellerim kızarmış ve yer yer su toplamıştı. Boynum ne haldeydi bilmiyorum ama orası da yanıyordu. ‘’Hadi kalkalım buradan, ellerine krem sürüp saralım.’’

 

Yine sadece dediklerini başımla onaylayıp Uluç'un yardımı ile kalktım yerimden. Uluç önce hâlâ akmaya devam eden sıcak suyu kapatıp soğuğu açtı. Ardından ellerini ıslatıp kuruyan gözyaşlarımı yıkadı.

 

Ve ben fark ettim ki benim korkmadığım tek dokunuş yine Uluç’un dokunuşuydu. Artık kocam olmasından mıydı bilmiyorum ama onun dokunuşları asla rahatsız etmiyordu. Nihan’ın bile dokunması rahatsız ederken onun şefkatli elleri beni korkutmuyordu.

Bilmiyorum belki de tek sebebi güvenmemdendi. Ona güveniyordum ve ellerinin bana zarar vermeyeceğine inanıyordum.

 

Banyodan çıkıp odama geçtiğimizde yatağıma oturdum. Ellerim çok acıyordu gerçekten, yanışından gözlerim bile dolmuştu. ‘’Evde yanık kremi var mı, yoksa sen ellerini suyun içinde beklet ben hemen eczaneden alıp geleyim.’’

 

‘’Yok, yani krem var burada. Şuradaki ikinci çekmeceyi aç, orda küçük poşetin içinde bir kaç krem var. Mavi kutulu olan yanık kremi.’’ Uluç çekmeceyi açıp poşeti ardından da kutuyu bulduktan sonra yanıma gelerek oturdu. Kremi kutudan çıkartıp kapağını da açtıktan sonra parmağının ucunu sıktı biraz. Önce sağ elimi eline alarak yavaş yavaş sürmeye başladı.

 

Öyle acıyordu gözümü kapattım dokunduğu an. Dudaklarımdan acı ile küçük bir inleme dökülürken dolmuş olan gözümden bir damla yaş süzüldü. Uluç hemen elimi dudaklarına yaklaştırıp ufak ufak üflemeye başladı.

 

Gözlerimi açıp sürmeye devam etmesini söyledim, dayanabilirdim daha. Sağ elime güzelce kremi sürdükten sonra sol elime de sürüp dikkatlice gazlı bezle sardı. Su toplamamış olsa da yandığını hissettiğim için boynuma da ince bir tabaka halinde sürmeye başladı. Ben başımı hafif kaldırarak ona yer açarken o başını biraz yan tarafa eğip dikkatlice sürüyordu. Nefesi boynuma değdikçe nefesimin kesildiğini hissediyordum. Ona bakmamaya çalışıyordum. Zaten çok utanıyordum şu anki halimizden, bir de yüzüne bakamazdım.

 

Uluç'un parmaklarının dokunuşu durunca gözerimi indirdim ona doğru ama keşke indirmeseydim. Uluç kahvelerini bana çevirmiş bakıyordu öyle. Gözlerim onun gözlerinde asılı kalırken çekemiyordum bakışlarımı. Çok farklı bakıyordu yine.

 

Olmamalıydı bu. Yapmamalıydım bunu, yapmamalıydık. Biz birbirimize hatta herkese yasaktık. Belki evliydik ama yasaktık yine de işte.

 

Ben gözlerimi kaçırmak için bir savaş verirken sanırım Uluç da benim düşündüklerimi düşünüyordu ki o çekti bakışlarını. Başını doğrultup boğazını temizledi hafif. ‘’Sürdüm her yerine. Bir kaç saat su değdirme geçer; ellerin kadar kötü değil, merak etme.’’

 

‘’Tamam, teşekkür ederim.’’ Uluç kremi kutusuna sonra da poşete koyup çekmeceye bıraktı. Ben de ayaklanarak konuştum. ‘’Üzerim de ıslandı, ben üzerimi değiştireyim sonra çay koyayım kahvaltı ederiz; olur mu.’’

 

‘’Yoruldun, dinlen istersen..’’

 

‘’Gerek yok. Kahvaltı edelim beraber.’’ Yüzüme şüpheye bakarken beni bu kadar düşünmesi hoşuma gitmiyor değildi onca olan şeye rağmen. ‘’Emin misin, dinlensen iyi olurdu.’’

 

‘’Kahvaltıdan sonra dinlenirim.’’ Artık itiraz edemezken başını salladı. ‘’Pekala, ben çıkayım o zaman.’’ Uluç çıktıktan sonra dolabıma ilerleyip bir kıyafet çıkardım. Atletim falan da ıslanmıştı o yüzden baştan aşağı değişmem gerekiyordu.

 

Üzerimi değiştirip saçlarımı elimden geldiği kadarıyla toplayarak baş örtümü aldım başıma. Bu işlerimi yapmak normalde çok kısa sürerdi benim için ama hareket ettirdikçe acıyordu elim. Ayrıca Uluç nerdeyse tüm elimi sarmıştı, haliyle yavaş yavaş yapmış ve bir hayli oyalanmıştım.

 

Yorgun hissediyorum kendimi ama Uluç vardı, onu daha fazla üzemezdim. Az önce gözlerinde gördüğüm acı benim yüzümdendi. Daha da kötü hissetmesindi kendini.

 

Yatağımı da gelişi güzel topladıktan sonra zorla da olsa yüzüme bir tebessüm yerleştirip çıktım odadan. Salona geçtiğimde Uluç yoktu. Ardından mutfağa geçtim orda olacağını tahmin ediyordum çünkü ve yanılmamıştım da. Uluç tezgahın önünde duruyor bir şeyler doğruyordu.

 

Biraz yaklaşıp konuşmaya başladım. ‘’Kolay gelsin.’’

 

Uluç anında arkasına dönüp hafif bir tebessüm ederek cevap verdi. ‘’Teşekkür ederim, daha iyi misin? Ellerin çok acıyor mu hâlâ.’’

 

‘’İyiyim. Ellerimi de krem rahatlattı biraz, teşekkür ederim. Sen hazırlamışsın yine, bekleseydin beraber yapardık.’’ Teessüf eder gibi baktı yüzüme. EESeni bu halinle çalıştıracağımı düşünmüyorsun herhalde Aysima. Sen geç otur masaya, her şey hazır zaten neredeyse.’’

 

‘’Sen ne doğruyorsun öyle?’’ Merakla elindeki bıçağa ve dığrama tahtasına baktım.

 

‘’Kornişon turşusu. Patates salatasında güzel oluyormuş.’’

 

‘’Salata mı yaptın?’’

 

Bilmiş bir şekilde sırıtıp konuştu. ‘’Tabi ki, ne sandın.’’ Söylediklerine gülümseyip beni yönlendirmesiyle masaya geçtim. Tezgah başına yeniden dönerken beş dakika sonra o da her şeyi hazırlayıp karşıma oturmuştu.

 

Ama küçük bir sorunum vardı benim şu an. Uluç ellerimin nerdeyse her yerini sarmıştı benim, ben nasıl yiyecektim ki? Şaşkınca sofrada bakışlarımı gezdirirken Uluç yerinden kalkıp tabağını ve çayını da alarak yanımdaki sandalyeye oturdu.

 

Önce benim tabağıma ardından kendi tabağına koydu kahvaltılıklardan. Şaşkın ve merakla hareketlerini izlerken çatalımı alıp patates salatasından biraz alarak ağzıma yaklaştırdı. ‘’Aç bakalım ağzını.’’ Bir çatala bir Uluç’a baktım. ‘’Ben kendim-‘’

 

‘’Ellerin sargılı Aysima, nasıl yemeyi düşünüyorsun?’’ Lafımı bile bitirtmezken itiraz kabul etmez gibiydi.

 

‘’Çocuk gibi beslemeyeceksin herhalde beni?’’

 

‘’Aysima bir kez inatlaşmasan ne olur sanki? Ellerinin her yanı yandı ve sardık, hadi izin ver lütfen.’’ Haklıydı, bu ellerle çatalı bile tutamazdım. Ağzımı açarak uzattığı salatayı aldım ve yemeye başladım. Şu an gerçekten çok utanıyordum.

 

Uluç meraklı gözlerini bana dikerek bakmaya başladığında ona "ne oldu" der gibisinden bakınca gözlerini devirip salatayı işaret etti. ‘’Ha salata mı güzel olmuş ellerine sağlık.’’

 

‘’Gerçekten mi, kandırmıyorsun değil mi?’’

 

‘’Kandırmıyorum tabi ki, niye kandırayım Uluç?’’

 

‘’Belki ayıp olmasın diye diyorsun.’’ Annesinden onay bekleyen çocuk gibiydi ve bu komiğime gitmişti. ‘’Hayır gerçekten çok lezzetli olmuş. Bana yedirmeyi bırakıp kendin de tadarsan anlarsın.’’

 

Söylediklerimi yapıp çatalımı bırakarak kendi tabağından yemeye başladı. Gözlerini memnuniyetle açıp bana dikti. ‘’Evet, güzel olmuş gerçekten.’’ Ardından bir bana bir kendisine sofradakilerden yedirmeye başladı. Yaklaşık yarım saat konuşa konuşa ve benim utangaçlığım eşliğinde etmiştik kahvaltımızı.

 

Aklımda dün gece vardı, çoğu olanları hatırlamıyordum. En son Uluç'a seslenmiştim yardım için sonra o pislik bana dokunmaya başlayınca krize girmiş ve geçmişe gitmiştim. Gerisi yoktu hafızamda. Uluç nasıl geldi, o adamlar nasıl gitti, ben krizden nasıl çıktım hiçbir şeyi bilmiyordum.

 

‘’Uluç.’

 

‘’Efendim?’’ Çatalını bırakıp bakışlarını bana çevirdi. ‘’Şey, bir şey soracağım. Dün gece ne oldu? Yani ben en son sana seslendim sonra kriz geçirmeye başladım, gerisini hatırlamıyorum. Eve nasıl geldiğini, adamların nasıl gittiğini hiç bir şeyi hatırlamıyorum.’’

 

‘’Konuşmak istiyor musun gerçekten bunu?’’

 

‘’Evet, merak ediyorum ne oldu?’’

 

Olanları hatırlamak bile sinirlenmesine yetmişti, gözlerinden okunabiliyordu. ‘’Mutfaktan girmişler yine, kapısı açıktı; ben de oradan girdim. Koridora geçince işte o adamı gördüm ve kendimi durdurmayıp saldırdım adama. Sonra kafama biri vurdu, bir başkası daha varmış. Onlar gittiler hemen, ben kendime geldiğimde sen kriz geçiriyordun hâlâ.’’ Kısa bir sessizlikten sonra devam etti. Sanki bir şey düşünür gibiydi. ‘’Sonra sakinleştin kalkıp yatağına gittin, gece senin sesini duyunca ben de odana gelmek zorunda kaldım. Öyle seni sakinleştireyim derken uyumuşum ben de.^^

 

‘’Hemen sakinleştim mi, yani koridordayken?’’

 

‘’Tabi hemen sakinleşmedin biraz konuşmaya çalıştım senle sonra sakinleştin.’’

 

‘’Başka bir şey olmadı yani değil mi?’’ Sanki bir şeyler saklıyordu Uluç. Gerçeği tam söylemiyordu, hissediyordum ama üzerine de gitmek istemedim daha fazla. ‘’Hayır yok, olmadı.’’ Başımla dediğini onayladım ve soframıza döndük tekrardan.

 

‘‘Hadi bakalım ben burayı toplayayım sen de bir kaç günlük yetecek kadar eşyanı topla çıkalım sonra.’’ Söylediklerine anlam veremezken yüzüne baktım. ‘’Nereye, hem niye bir kaç parça eşya topluyorum.’’

 

‘’Benim evime gidiyoruz.’’ Şaşkınca bakakaldım, onun evine mi gidecektim? ‘’Bir kaç parça ise şimdi ellerini çok fazla yorma diye. Biz çıktıktan sonra ablamdan rica ederim evdeki çalışanlardan birini gönderir geri kalanını onlar toplar.’’

 

Uluç'u şaşkın bakışlar eşliğinde dinlemiştim. Konuşması bitince yine şaşkınca bir kaç saniye yüzüne bakıp konuştum. ‘’Bir dakika bir dakika, ne diyorsun sen Uluç? Senin evine mi gideceğiz?’’

 

‘’Seni bu halde hele ki olanlardan sonra tek başına bırakacağımı düşünmüyorsun herhalde Aysima. O yüzden benim evime gideceğiz.’’

 

‘’Keşke bana da sorsaydın.’’

 

-Kabul edeceğini düşündüm çünkü. Seni burada yalnız bırakamam. Bak geceyi hatırlatmak istemiyorum ama başına neler geldi. Ya gelmeseydim Aysima, evden on dakika sonra çıksaydım ne olacaktı. Seni üzmek için söylemiyorum bunu. Burada tek başına güvende değilsin. Burada kalalım desem burası normalde de güvenli değil. Burası müstakil tek katlı bir ev, güvenliği yok. Adamlar elini kolunu sallayarak girebiliyorlar eve. İki kez girdiler Aysima. Şimdi evin içini de biliyorlar, başka nerelerden kolaylıkla girebileceklerini görmüşlerdir belki.’’

 

‘’Ama Uluç ben, nasıl olacak?’’

 

‘’İstersen ablamlarda da kalabilirsin.’’

 

‘’Hayır hayır yük olmak istemiyorum kimseye.’’

 

‘’O zaman kabul et benim evimde kal. Bak emin ol rahat etmen için her şeyi yapacağım. Sıkıntı içinde olacağın bir şey olmayacak. Kendine ait bir odan olacak. Kendi evinde rahat ettiğin gibi rahat etmen için elimden ne geliyorsa yaparım. Yeter ki kalma burada. Aklımı korku ve endişeyle sende bırakma.’’ Haklıydı sanırım. Dün gece başaramadılar belki istediklerini ama pes etmeyebilirlerdi. Batın yine gönderebilirdi köpeklerini. Ama Uluç'un yanında da nasıl kalacaktım ki?

 

‘’Tamam, ama eşyalarımı sonra ben toplarım. Başkasına gerek yok.’’

 

‘’Nasıl istersen. Ellerin iyi olsun beraber gelir hallederiz. Şimdi sadece ihtiyacın olanları al, yeter.’’ Bir şey demeyip sadece başımla onayladım. ‘’Hadi o halde kalk ben burayı halledeyim sen de toparlan.’’

 

Uluç masayı toplarken ben de odama geçtim. Sırt çantama bir kaç günlük eşyamı koyduktan sonra tarak gibi kişisel eşyalarımı ve yanık kremimi de koydum. Ardından bilgisayarların ve insanları araştırmam için Mücahit Komutanın temin ettiği diğer aletlerin olduğu odaya geçip birkaç kitap ve bilgisayarımı aldım. Bu aletler sonra taşınırdı artık.

 

Hazırlanıp mutfağa geçtiğimde Uluç da son iki tabağı geçiriyordu sudan. O da işlerini halledince çıktık evden. Sessiz bir yolculuğun ardından büyük bir binanın otoparkında durdu araba. Etrafta lüks arabalar vardı hep. Gözlerim arabalarda gezerken bu zengin bölgenin ihtişamına bir türlü alışamayacağımı anladım bir kez daha.

 

Uluç kemerini çözüp "Haydi inelim." dedikten sonra kendime geldim. Benim de kemerimi çözmeme yardım edip indik arabadan.

 

Asansöre ulaştığımızda Uluç düğmelere basınca istediği kata çıkmaya başladık. Tam olarak kaçıncı katta durduğumuzu bilmeden asansör kapısı açılınca büyük koridora çıktık. Gerçekten güzel bir binaydı, oldukça büyüktü. Daha önce bir kez gelmiştim ama bu kadar inceleme fırsatım olmamıştı.

 

Koridorda biraz ilerledikten sonra Uluç'un durması ile durdum ben de. Kapıyı açarak içeri girdiğimizde Uluç dolaptan bir terlik çıkartıp koydu hemen önüme. Babetlerimi çıkarıp kenara koyduktan sonra terlikleri giyerek takip etmeye devam ettim Uluç'u.

 

Uzun bir hol vardı önümüzde. Holün her iki yanında da kapılar bulunuyordu. Sağ tarafta üç kapı sol da ise iki kapı vardı.

Holde ilerlerken göz gezdirdiğim kadarıyla sol taraftaki ilk kapı mutfağa ve biraz ilerisindeki kalan ise geniş bir salona açılıyordu.

 

Sağ taraftaki üç kapı kapalı olduğu için tam olarak ne olduğunu bilmesem de birini Uluç'un yatak odası olduğunu biliyordum, orada kalmıştım hatta. Bir diğerini de benim kalacağım oda olarak tahmin ettim. Tam karşıda ise banyo olduğunu tahmin ettiğim bir kapı daha vardı.

 

Beraber salona geçerek koltuklara oturmuştuk. Ben geniş ve ferah duran salonu incelerken Uluç bana seslendi. ‘’Daha önce gelmiştin zaten, nasıl beğendin mi evi? Umarım rahat edersin.’’

 

‘’Çok güzel gerçekten... Bayağı geniş bir salona sahipmişsin.’’

 

‘’Sahibiz, artık sahibiz. Burası senin de evin.’’ Benim de evim, öyle mi? Benim bu zamana kadar hiç evim olmamıştı. Ev üç beş odası olan üstünde çatısı olan yer değildi ki. Ev yuva demekti. Yuva olan bir yer ev olabilirdi ancak. Hiç bir zaman bir yuvaya sahip olmadım ben haliyle bir eve de sahip değildim. Bundan sonra da olacağımı zannetmiyordum.

 

Uluç'un lafına karşı söyleyecek bir şey bulamadım. Evim diyemezdim çünkü hissetmiyordum. Evim değil de diyemezdim çünkü Uluç'u kırmak istemiyordum. Gözlerimi gözlerinden çekip usulca önüme eğdim başımı.

 

Ben cevap vermeyince Uluç konuştu tekrardan. ‘’İstersen evi ve tabi odanı göstereyim sana.’’

 

‘’Olur.’’ Beraber ayaklanarak salondan çıktık. Az önce tahmin ettiğim üzere o üç kapıdan ilki Uluç'un bana verdiği odaydı. Oda bir yatak odasına göre gayet genişti. Bir kaç kutu eşya dışında bir şey yoktu.

 

‘’Dediğim gibi bunları alırız buradan benim odama ya da diğer odaya koyarız. Eşyaların gelince her şeyi istediğin gibi döşersin.’'

 

‘’Tamam, teşekkür ederim’’ Tekrardan hole çıktığımızda Uluç anlatmaya devam etti. ‘’Bu ortadaki oda benim çalışma odam gibi düşünebilirsin. Kitaplarım, bilgisayarım falan var. Ama malûm asker olduğum için çok fazla kullanmam gerekli olmuyor burayı. Eğer senin için lazım olursa ki bilgisayar vesaire malzemelerin var burayı sen kullanabilirsin tabi ki. E bir de okulun var çalışman gereken şeyler olabilir, burayı dilediğin gibi kullanırsın.’’

 

Evet ben hackerim değil mi, uzun zamandır hiçbir şey yapmayan bir hacker. Tabi bir de okulum var, elimden kayıp gidecek olan bir okul. ‘’Bu en sondaki oda da benim, biliyorsun. Karşıdaki banyo, baştaki kapı da mutfağa açılıyor onu da biliyorsun zaten.’’

 

Başımla dediğini onaylayıp salona geçtiğimizde aklıma takılan soruyu sordum Uluç'a. ‘’Bir gelişme var mı hiç? Yani avukat aramış ya da haber etmiş mi? Evlenmemiz en azından okul için bir yarar sağlamış mı?’’

 

Uluç keyifsiz bir şekilde başını iki yan salladı, yoktu. ‘’Şimdilik bir haber, gelişme yok. Ama olabilir yani belki burası kapanır ama bu bir daha hiç açamayacağın anlamına gelmez.’’

 

‘’Sürgün gibi mi?’’

 

‘’Bir nevi öyle denilebilir ama en azından başka bir yerde açabilirsin.’’ Gözlerine yorgunca baktığımı fark edip başka yöne döndüm. Her şeyden öte okulu kaybedecek olmak çok fazla üzüyordu. ‘’Çok seviyorsun değil mi okulunu.’’

 

Sorusuyla tekrardan ona bakıp başımı salladım. ‘’Çok, sahip olduğum tek servetim o benim. Maddi olarak söylemiyorum.’’ Bir nefes alıp koyverdim. ‘’Çocuklara ilgilenemiyorum, onlarla uzun zaman geçirmek canımı yakıyor ama benim seçtiğim kişilerin bir sürü çocukla ilgilenmesi beni inanılmaz mutlu ediyordu.’’

 

Gözlerini bana kaldırıp acıyla baktı ve anlayışla. Gözlerinde acı vardı. ‘’Sebebi… tahmin ettiğim şey mi? Okulu ve çocukları bu denli sevmenin…’’

 

Ne sormak istediğini anlamıştım. Tahmin ettiği şeyi biliyordum, anne olamayacağımı o da biliyordu. ‘’Evet sebebi o. Aslında tamamı diyemem ama en büyük sebeplerinden biri. Üniversite sınavına girmeme bir yıl vardı, on birinci sınıfa gidiyordum anne olamayacağımı öğrendiğimde. Daha sonra karar verdim, madem anne olamıyorum o zaman anne gibi hissedeceğim bir mesleğim olsun dedim. Ama seçemedim, yapamadım…’’ Bakışlarımı çevirip bir süre sessiz kaldık. Yeniden ona baktığımda devam etmemi bekliyordu.

 

‘’Çocuklarla bir arada olmak bir yerden sonra yaralarımı yeniden kanatıyordu. İnsanlarla da iyi anlaşamazdım o yüzden yazılım mühendisliği okudum, hem bu devirde iş imkanı daha iyiydi. Sonra… zengin olduğumu öğrendim ve ilk işim okulu almak oldu.’’

 

Tek sebebi o değildi evet ama en büyük sebebiydi. Diğer sebep ise anne babasız büyümemdi. Uluç’a söylemeyecektim bu sebebi çünkü bilmiyordu yetim ve öksüz olarak büyüdüğümü.

 

Aslında çocukluğumdan beri yaşayamadığım çocukluğumu kendi çocuğumla yaşayacağımı hayal ederim hep. Çocuğum olunca onunla ilgilenecek, oynayacak, gülecek, okula gönderecektim. Çocukken yapmadığımı onunla yapacaktım. Ama olmadı, olmayacak. Bir gece bu hayalim elimden alındı çünkü.

 

Sonra karar verdim, madem çocukluğumu anne olarak yaşayamayacağım en azından öğretmen olarak yaşayabilirdim. Bir sürü öğrencim olur onları bilmesem de kendi çocuğum gibi severdim. Böylelikle hem içimdeki evlat hasreti bir nebze olsa azalır hem de çocukluğumu yaşardım. Ama olmadı. En azından benim elimle başkaları o şefkati versin dedim ve okulu satın aldım.

 

Ama bu da olmadı yine. Bu sefer de o gidiyordu elimden. Küçükken anne babam aldı elimden çocukluğumu. Genç bir kız olduğumda anne olma hayalimi, çocukluğumu bir kaç zavallı aldı elimden. Şimdi ise Batın denen pislik alıyordu elimden servetimi.

 

Benim için bir nevi şifa idi o okula sahip olmak. İçimdeki yarayı biraz olsun sarıyor ve merhem oluyordu ama o iğrenç yaratık şifamı da elimden alıyordu.

 

Bu düşünceler içinde sessiz kalınca Uluç konuşmamı bitirdiğimi anlamış olacak ki konuştu. ‘’Alamayacaklar elinden. Kazanacaksın geri, kazanacağız.’’

 

‘’Ben bilmiyorum artık. O adam var olduktan sonra hiç bir şeye inanamıyorum. Okulu geri alamayacağım, çocuklara geri kavuşmayacağım gibi geliyor.’’

 

‘’Umudunu yitirme. Her şeyin bir çözüm yolu vardır. Allah çıkaracak o yolu bize, merak etme.’’

 

‘’İnşallah.’’

 

Kısa süre sessiz kaldıktan sonra yeniden ona döndüm. Benim de merak ettiklerim vardı aslında Uluç hakkında. Bence sormanın zamanı gelmişti. Şu an sorsam bir tuhaflık olmazdı bence. ‘’Peki şey, sen neden mesleğinden uzak duruyorsun. İzinli olduğunu söylemiştin ama neden?’’

 

Uluç sıkıntı ile nefes alıp verdi. Sorduğum şey hoşuna gitmemişti. ‘’Uzak kalmam gerekiyor bir süre. Biliyorsun, o gün arabada şahit oldun; bazen ben de kriz geçiriyorum. O yüzden raporlu bir şekilde izne ayrıldım. Ama kısa süre içinde döneceğim inşallah. Biraz daha beklemem ve daha iyi olmam gerekiyor sadece.’’

 

‘’Niye oluyor peki bu krizler? Bir şey yaşamış olmalısın ki oluyor? Boş yere olmaz çünkü.’’ Çok meraklı gibi duruyor muydum bilmiyorum ama merak ediyordum. Operasyona gitmişti ve döndüğünde bu hale gelmişti. Ne olmuş olabilirdi ki o operasyonda?

 

‘’Sonra konuşsak bunu.’’ Bir sorudan çok emir verir gibiydi sesi. Ama bence şimdi konuşsak iyi olurdu. Konusu açılmışken konuşmalıydık. Eğer şimdi konuşmazsak bir daha açabilir miydim bu konuyu bilmiyorum.

 

‘’Geçen de öyle demiştin; arabada, Yasemin ablalardan dönerken.’’

 

‘’Anlatacağım ama kendimi hazır hissettiğim zaman. Şimdi anlatabileceğimi sanmıyorum.’’ Lafını bitirdikten sonra hemen ayaklanıp salondan çıkmak için adımlayınca ben de daha fazla ısrar etmedim. ‘’Kahve yapayım, içersin değil mi?’’

 

"Yok içmeyeyim, teşekkür ederim." Aslında içsem olurdu ama ellerim sarıyken kahve bardağını tutmam zor olurdu. ‘’Emin misin, kendime yapacağım.’’

 

‘’Canım istemiyor pek, sen iç.’’ Beni onaylayıp yaklaşık beş dakika sonra elinde kahve kupası ile geri döndü salona. O kahvesini yudumlarken ben de arada ona bakıyor arada salonu inceliyordum. Son yudumdan sonra kupayı masaya bırakıp ayaklandı. ‘’Sargılarını yenileyelim istersen, krem de süreriz önce.’’

 

‘’Ben de onu diyecektim. Abdest almam gerekiyor, çıkarabilir misin diyecektim.’’ Yanıma gelip oturdu ve yavaşça sargılarımı çıkardıktan sonra ben kalkıp banyoya ilerledim.

 

Basitçe bir abdest almayı bile o kadar zor yapmıştım ki. Başta elim suya değince acısını hissetsem de sonradan rahatladığımı hissediyordum. Bir süre sonra abdestimi almış bir şekilde çıktım banyodan. Önce Uluç'un bana verdiği odaya geçip yere temiz bir örtü sererek namazımı kıldım. Ardından duamı ettikten sonra çantamdaki kremi ve gazlı bezi alarak salona geçtim tekrardan.

 

Uluç benim bıraktığım yerde elinde telefonuyla oturuyordu. Benim geldiğimi görünce elindeki telefonu kenara koydu. ‘’Evdeki kremi mi getirdin?’’

 

‘’Evet, belki yoktur diye düşünmüştüm.’’

 

‘’Yoktu zaten ama sen abdest almaya banyoya girince alıp gelmiştim eczaneden.’’ Yanına oturdum. Kremi ortamıza bıraktım. ‘’Gerçekten mi, söylemeyi unutmuşum sana. Zahmet etmişsin o kadar.’’

 

‘’Önemli değil hiç, evde bulunmuş olur.’’ Nazik hareketlerle kremi sürmeye başladığında arada üflüyordu. Biraz yansa da ses etmedim.

 

Ellerimi sardıktan sonra boynuma da sürmeye başladı. Elim kadar kötü değildi çok şükür ama ne de olsa su elimde hiç beklemeden boynuma değmişti haliyle acısını hissediyordum hâlâ.

 

Bu defa hiç bakmadım Uluç'a. Sabahki durumu yaşamak istemiyordum. Uluç da işini bitirince hiç beklemeden ellerini yıkamak için çıkmıştı zaten salondan.

 

*

 

Gün böyle geçip gitmişti. Tüm gün evden dışarı çıkmamıştık. Yemeği Uluç hazırlamıştı. Ne yalan söyleyeyim hiç fena değildi elinin lezzeti. Ondan pek böyle bir şey beklemiyordum açıkçası ama gayet lezzetliydi yemekler.

 

Yemekten sonra ben Uluç’un bana verdiği odaya geçip bir süre namazlarımı kılarak kitap okudum. Ardından sıkılarak salona geçtim. Uluç üçlü koltuğa uzanmış televizyon seyrediyordu. Benim geldiğimi görünce hemen toparlanıp oturur pozisyona geldi. Çok utanmış ve mahcup olmuştum bu durumdan. Benim yüzümden rahatını bozuyordu. Kim bilir benim görmediğim daha nice rahatlık ve konforluğundan vazgeçmişti.

 

Bir süre Uluç'un izlediği filmi izledim ben de. Uzun zaman sonra ilk kez televizyondan seyrediyordum. Hatta bu ikinci seyredişim olabilirdi. İlk kez yurtta ben on beş on altı yaşındayken alınmış ve yemekhaneye koyulmuş olan küçük televizyondan seyretmiştim. O gün de aslında çok seyredememiştim çünkü kızlar korku filmi açmışlardı üstelik ışıkları da söndürmüşlerdi. Ben çocukluğumdan beri karanlıktan ve tabi ki korku filmlerinden çok korkardım.

 

Onlar korku filmi açınca odaya geçmiştim geri. Odadaki diğer kızlar da film seyrediyorlardı. Ben de bunu fırsata çevirip kitabımı okumuştum doyasıya. O günden sonra kızlar hangi filmi izlerlerse izlesinler hiç inmez ve tadını çıkara çıkara kitabımı okurdum. Benim için televizyon izlemekten daha keyifliydi kitap okumak.

 

Bir süre daha filmi izledikten sonra Uluç'u daha fazla rahatsız etmemek için ve kendim de daha rahat olmak kalktım yerimden. Evet rahat değildim. Çünkü bir erkekle ilk kez bu kadar uzun süre aynı ortamda duruyordum. Hatta bırakın erkeği üniversiteden sonra ilk kez biriyle bu kadar çok oturuyordum.

Evet Uluç'un yanımda olması istemsiz mutlu ediyordu beni ama utanıyor ve çekiniyordum da ne kadar o benim kocam olsa da.

 

Yerimden kalkmamla Uluç bana döndü. ‘’Bir şey mi oldu? İstediğin bir şey varsa ben alabilirim.’’

 

‘’Yok hayır uykum geldi de yatmak istiyorum artık.’’

 

‘’Tamamdır. Şöyle yapalım bir kaç gün benim odamda kalırsın şimdi senin odanda yatak falan yok henüz. Getirince geçersin kendi odana.’’

 

Aynı yerde mi kalacaktık? Buna müsaade edemezdim. Yanımdaki varlığına bile yeni alışıyorken aynı yerde uyuyamazdım. ‘’Yok gerek yok. Ben yere bir battaniye serer uyurum üzerinde.’’

 

‘’Olur mu öyle şey Aysima. Merak etme ben burada uyuyacağım. Rahat olabilirsin.’’ Elbette koltuk vardı, nasıl olurda hemen ikimizin aynı yatakta uyuyacağımızı düşünmüştüm ki?

 

‘’Olmaz öyle ben yatarım koltukta. Rahatını bozmak istemiyorum. Dağdan gelip bağdakini kovmak gibi bir niyetim yok.’’ Uluç bıkkınca bir nefes alıp verdi. ‘’Lütfen bir kez kabul etsen, itiraz etmeden. Ben yatacağım burada. Hem koltuklarda gayet rahat, az uyuyup kalmadım burada. Gel hadi geçelim odaya.’’

 

‘’Neye itiraz ediyormuşum ben?’’ Kaçtır bunu deyip duruyordu. Sürekli itiraz mı ediyordum?

 

‘’Her şeye Aysima Hanım.’’ Sessiz kalıp arkasından yürüyerek girdim odaya. Bu oda inanılmaz güzeldi. Hayatımda gördüğüm en güzel yatak odası olabilirdi. Gerçi yurttaki odalardan başka yatak odası görmemiştim ama muhtemelen en güzel yatak odası olmalıydı.

 

Aynı salondaki gibi bir duvar boyda boya camdı. Tüm şehir altımızdaydı sanırım. Oda gayet genişti. Ayrıca bir ebeveyn banyosu da bulunuyordu.

 

Gözlerimi bir kez daha hayranlıkla odada gezdirirken Uluç dolaptan gecelik, yastık ve battaniye alıp hayırlı geceler diyerek çıktı odadan. O çıktıktan sonra biraz daha odayı inceledim. Ardından üzerimi değişip uyudum.

 

***

Günler geçip gidiyordu. Uluç'un evinde beş gündür kalıyordum. Bu süreçte ters giden veya gelişen bir şey olmamıştı. Batın'dan beklenmedik bir şekilde hiç ses çıkmıyordu. Soruşturma ise devam ediyordu hâlâ.

 

Beş günde alışmaya çalışıyordum Uluç'a. Tabi bu kolayca olabilecek bir şey değildi. Başım açık bile dolanamıyordum yanında. Tam her yerimi örtecek şekilde bağlamasam da baş örtümü yine de başımda olmasına özen gösteriyordum. Belki de alışamamam en iyisiydi. Bir gün ayrılacak olursak terk edilmiş gibi hissetmezdim en azından.

 

Onun dışında iyi gidiyordu her şey. Uluç dediği gibi benim için elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Rahatsız olacağımı düşündüğü hiçbir şeyi yapmıyordu. Ellerim ise daha iyi olmuş, iyileşmişti neredeyse. Ama hâlâ eşyalarımı toplamaya gidememiştik. Ben ne kadar iyiyim desem de Uluç tamamen iyi olmasını bekliyordu ellerimin.

 

Şimdi ise mutfakta yemek masasın da kahvaltımızı ediyorduk sakince. Arada bir kaç kelam edip sessizliğimize devam ediyorduk. Sessizliğimizi bozan şey ise kapı zili olmuştu. Uluç yerinden kalkıp kapıya bakmaya giderken ben yakamdaki küçük toplu iğne ile baş örtümü düzeltip çıktım mutfaktan.

 

Kapıya doğru baktığımda Uluç gelen kişi ile konuşuyordu. Gelen kişi yirmili yaşlarında -muhtemelen yirmi altı veya yirmi yediydi yaşı- genç bir kadındı, Nihan ile yaşıt olabilirdi. Yanlarına ilerleyip meraklı gözlerimi ikilde dolandırırken kadın bana baktı. "Merhabalar, Aysima Hanım siz olmalısınız?"

 

‘’Evet benim, siz kimsiniz?’’ Kadın pantolonun arka cebinden cüzdanını çıkartıp uzatarak kartını gösterdi. "Ben sivil polis memuru Gamze Solmaz. Sizinle biraz konuşmak istiyorum."

 

Polis mi? Polisler ile aramda güzel bir ilişki olmamıştı. Ne diye gelmişti ki bu kadın? ‘’Hayrola, bir sorun mu var?’’

 

"Yok hayır, yani şimdilik. Biraz konuşabilir miyiz? Siz ve Batın Cevahir hakkında.’’

 

***

 

Herkese yeniden merhabalar. Arayı çok açtım biliyorum. Maalesef yazamadım bölümü ondan çok geç kaldım.

 

Umarım beğenmişsinizdir yeni bölümü.

 

Beğeni ve yorum yaparak destek olursanız sevinirim.

 

Diğer bölüm görüşmek üzere🥰

Bölüm : 22.08.2025 19:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...