11. Bölüm

Bölüm 9-Yüreğim Onu İstiyordu

Gül Kelam
efgan1

KEYİFLİ OKUMALAR🌹

Beğeni ve yorumlarınızı bekliyorum.

 

***


Bağlanmak. Dokuz harf, üç hecelik bir kelime. Söylemesi basit bir kelime. Ama hissettirdiği duygu söylemesi kadar basit değildi.

 

Öyle ki insan bir şeye bağlandığında ondan asla vazgeçmek istemez. İster bu bir eşya olsun ister bir hayvan ister bir insan. İnsan yaradılışı gereği bağlanır birçok şeye.

 

Bazen çok istediği sevdiği şeye bağlanır bazen de istemediği hâlde, çaba gösterdiği halde bağlanmaktan kendini alı koyamaz.

 

Uluç'a bağlanmak istemediğim bir şeydi. Belki sadece ben istemeseydim bir zaman sonra düşüncelerimden sıyrılır ve ona tüm hayatımla bağlanırdım. Ama Uluç istemiyordu. Beni asıl alıkoyan şeyde buydu. Ama bugünlerde bu da etki etkisini yitirmişti sanırım.

***

 

Elimde çay tepsisi ile mutfaktan salona doğru ilerliyordum. Salonda daha önce hiç görmediğim, kendini polis olarak tanıtan bir kadın oturuyordu. Konuşmak istediğini söyleyince Uluç buyur etmişti. İkisi salona geçerken ben henüz kahvaltı ettiğimiz için sıcak olan çaydan bardaklara doldurup ikram etmek için mutfağa geçmiştim.

 

Tepsideki çayları önce Gamze Hanım’a ardından Uluç’a ikram ettim. Uluç çay tabağını tutup alırken bir anlık gözlerime baktı. “Teşekkür ederim hayatım.” Hitabı ile gözlerim kısa süreliğine şaşkınlıkla açılırken Gamze Hanım’ın varlığını hatırlayıp kendimi toparladım. Sonuçta Gamze Hanım bir yabancıydı ve ona evliliğimizin sahte olmadığını inandırmalıydık.

 

O bir polisti, belki soruşturmadan ötürü denetim için bile gelmiş olabilirdi ama bir taraftan da bu görevi bir polisin yapacağından şüpheliydim

 

Elimdeki tepsiyi orta sehpaya bırakıp Uluç’un yanına oturdum. Bardağımı elime alırken önce Uluç’a ardından Gamze Hanım’a baktım. Neden geldiğini merak etmiyor değildim, Batın hakkında konuşacağını da söylemişti.

 

“Ben hiç uzatmadan ve beklemeden konuya girmek istiyorum.” Gözlerimdeki merakı görmüş müydü bilmiyorum ama beklememesi sevindirmişti. “Tabii, dinliyoruz sizi.”

 

Derin bir nefes alıp elindeki bardağı sehpaya bıraktı. “Yaklaşık beş ay önce geldim bu bölgeye, yeniyim yani. Birkaç ay önce sizi gördüm karakolda, Batın Cevahir’den şikayetçiydiniz. Ben ilgilenmemiştim sizinle, başka bir arkadaş bakmıştı şikayetinize. Öğrendim ki herhangi bir yardımları dokunmamış.” Merakla dinlerken başımı salladım. “Evet, ne yazık ki kimse yardımcı olmadı. Yani ediyormuş gibi göründüler ama Batın hakkında herhangi bir işlem başlatılmadı.”

 

"Evet, yapmış olduğunuz tüm ihbarları, suç duyurularını ve başvurularını inceledim. Fakat dediğiniz gibi neredeyse hepsi bir sonuca kavuşmadan bitmiş." Sessiz kalıp sadece başımı salladım.

 

“Peki, siz ne istiyorsunuz bizden.” Benim sessizliğim karşısında Uluç konuştuğunda ona çevirdim bakışlarımı. Oldukça temkinliydi, bakışları bile bunu gösteriyordu.

 

"Aslında bir şey istemiyorum, tek isteğim size özellikle Aysima Hanım'a yardım etmek, Batın'a karşı sizin yanınızda durup elimden geleni yapmak.” Aklımda birkaç ihtimal dönerken Batın’a karşı bana yardım edeceğini hiç beklememiştim doğrusu. Sonuçta Batın oldukça tehlikeliydi ve kimse onu karşısına almak istemiyordu. Yardım için aylarca kapılarından ayrılmadığım polis memurları bile yardım etmemişken bir polisin istekle bunu yapacağını söylemesi şaşırtıcıydı.

 

“Bana yardım edeceğinizi mi söylüyorsunuz hem de Batın Cevahir’e karşı?”

 

“Evet.” Net cevabı ile bir anlık afallarken bakışlarımı Uluç’a çevirdim. O da en az benim kadar şaşkındı. O da biliyordu, kimse yardım etmemişti ki kendinden başka.

 

Yeniden Gamze Hanım’a döndüğümde oturuşumu dikleştirdim. “ Kusura bakmayın yani şaşırdım bir an. Herkes kaçıyor benden, bizden. Yardım etmek istemiyor kimse. Ama siz şimdi buraya kadar gelip yardım edeceğinizi söylüyorsunuz.”

 

"Biliyorum tuhaf gelmiş olabilir ama ben bir söz verdim. Mesleğimi elime almadan önce bir sözlüm vardı. Yardıma muhtaç herkese yardım edecektim sorun ne olursa olsun. Ve görüyorum ki siz çok zor durumdasınız.” Ya gerçekten sözüne çok sadık biriydi ya da Batın’ı tanımıyordu. Onu tanıyan kimse bu kadar yardım sever olamazdı.

 

“Batın çok tehlikeli ve güçlü biri. Her yerde adamları var. Yani kusura bakmayın ama çok zor bir iş bu. Batın kendi istek ve çıkarları için herkesi yakabilecek biri. Hafife almıyor ve kim olduğunu iyi biliyorsunuz değil mi?” Bunları bilmiyorsa bilmeliydi çünkü ne yarı yolda bırakılmak istiyordum ne de benim yüzümden Gamze Hanım’ın başının belaya girmesini istiyordum.

 

“Elbette biliyorum, kaç kişi şikayette bulunuyor onun hakkında ki ben zararı dokunduğu çoğu kişinin de şikayette bulunamadığını biliyorum. Gücünün ve tehlikesinin farkındayım ama dedim ya bir söz verdim. Siz yardıma muhtaçken eğer yardım etmezsem o sözümde durmuş olmam.” Günümüzde sözüne bu kadar sadık birini bulmak zordu. Acaba yalan söylüyor olabilir miydi?

 

“Peki nasıl yapacaksınız bu yardımı? Tek başınıza ne yapabilirsiniz ki?” Bu kez Uluç konuşurken yeniden polis memuruna döndüm. Gerçekten tek başına Batın’ın karşısında durabilir miydi?

 

“Evet biraz zor olacak ama başaracağız. Bakın bir çok şey biliyorum hakkınızda. Gelmeden önce araştırdım. Batın'ın Aysima Hanım'ı rahatsız ettiğini, kaçırdığını, tehdit ettiğini... hatta tahmin ediyorum da okula mühür vurulma sebebi bile o bence. Savunma dilekçenizi okudum. Size inanıyorum.” Dersine çalışıp gelmişti. Hakkımızda bir çok şey biliyor olabilirdi. Acaba evliliğimizin sahte olduğunu da biliyor muydu?

 

“Ben, gerçekten ne diyeceğimi bilmiyorum. Yardım etmenizi elbette isterim ama nasıl olacak? Batın çok güçlü.” Bunu sürekli tekrar etmekten nefret ediyordum ama bu unutulması gereken bir şey değildi. Batın güçlü olduğu için bir şey yapamıyorduk zaten.

 

“Öncelikle okulu kurtarmaya çalışacağız; suçsuz olduğunuzu, bir tuzağa düşürüldüğünüzü ispatlamamız lazım.”

 

“Hiç bir kanıt yok elimizde. Avukatımız hâlâ uğraşıyor ama bir kanıt yok.” Bulmak da pek mümkün müydü bilmiyorum. Tek şey benim o gün, o adamın beni öptükten sonraki şikayet dilekçem ve kamera kayıtları olabilirdi ama onlar da ortadan kaldırılmıştı.

 

“Dilekçede o adamdan şikayetçi olduğunuzu hatta kayıtlara geçtiğini ama sonradan o kayıtların ortadan kaldırıldığını söylemişsiniz. Eğer gerçekten kayıtlara geçtiyse bulabilme ihtimalimiz var. Biraz zor olacak ama yapacağız. Dediğim gibi önce okulu kurtaralım daha sonra Batın meselesine döneceğiz.” Okulu geri alabilmeyi çok istiyordum gem de çok istiyordum ama Batın’dan kurtulmak için feda etmem gerekirse ederdim de.

 

“Peki evliliğimiz bu konuda bir sonuç ortaya çıkartır mı, yardımcı olur mu?”

 

Düşünceyle dudaklarını büzdü. “Belki ama pek mümkün olmayabilir. Hala sizin uygunsuz davranış sergilediğinizi düşünecekler ve evlenmeniz bunu önler mi bilmiyorum hatta sırf bu yüzden evlendiğinizi bile düşünebilirler.” Kaşlarını anlık olarak çattığında sesi meraklı çıkmıştı. “Yoksa, siz bu yüzden mi evlendiniz.”

 

Demek ki evlenme nedenimizi bilmiyor sadece tahmin edebiliyordu. Bne bir anlık duraksayıp cevap veremediğimde Uluç girdi araya. “Hayır, zaten evlenecektik.” Bana bakıp elimi tuttu ve kalbim o an birkuş gibi pır pır etti sanki. “Birbirimizi seviyoruz.” Gözlerimin içine muhteşem bir duyguyla baktığında bir süre kilitlenip kaldım.

 

Birbirimizi seviyoruz…

 

Tutuşunu bıraktığında bir transtan çıkmış gibiydim. “Ama bu iş olunca daha erkene almış olduk nikahı.”

“Anlıyorum.” Gamze hanımın sesine dönüp baktım. “Peki Batın sizden ne istiyor?”

 

Derin bir nefes alma sırası bendeydi. Yorgun bakan gözlerimi kaldırıp baktım, bu işten gerçekten sıkılmıştım. “Kızı için…” Olan her şeyi anlattım Gamze Hanım’a. Ece'nin beni annesi olarak istediğini; Batı'nın yaptığı teklifleri, reddedince vazgeçmediğini; nişanlı olduğumu öğrendiğinde kaçırdığını... Her şeyi anlattım

 

Ben bunları anlatırken Gamze Hanım'ın sinirlendiği buradan dahi belli oluyordu. O an karşımıza Batın çıksa öldürecek gibi tepkiler veriyordu. Biraz abartı gelse de benim için fazla endişelendiğini gördüm. Batın’ın yaptıkları elbette basit değildi, Gamze Hanım’ın tepkileri az bileydi ama sonuçta beni de daha yarım saattir tanıyordu.

 

Olanları anlatmam epey sürmüştü, bize yardım edecekse bir çok ayrıntıyı bilmeli düye düşünmüş ve tane tane anlatmıştım. “Merak etmeyin, her şeyi yoluna koyacağız. Batın Cevahir’in diğerleri gibi size de daha fazla zarar vermesine izin vermeyeceğim.” Kapıdan çıkmadan önce bunları söyledikten sonra küçük bir tebessüm kondurdu dudaklarına.

 

“Çok teşekkür ederiz, başaralım veya başaramayalım yine de bu desteğiniz benim için çok kıymetli.”

 

“Teşekküre gerek yok ben yapmam gerekeni yapıyorum.” Telefon numaralarımızı alıp verdikten sonra gitmişti evden. Yardım edebilecek miydi bilmiyordum ama yine de umutluydum.

 

“Sence yardım edebilecek mi?” Salona geçerken sordum Uluç’a. Onun da düşüncelerini merak ediyordum. Koltuğa geçip vücudunu geriye yaslarken saçlarını karıştırdı. Oldukça karizmatik görünüyordu ve ben ona bakmaktan kendimi alamıyordum.

 

“Bilmiyorum, yardım etmesini umuyordum.” Ben de karşısına geçtim ve merakla bakmaya devam ettim. “Kadına neden öyle bakıyordun, sanki içinde bir kuşu bir şey vardı.”

 

Omuz silkti. “Bilmem, biraz tuhaf geldi. Bu devirde kim bir sözden ötürü bu kadar tehlikeye bulaşmak ister ki. Batın’ın ne yapacağı belli değil.”

 

“Sen.” Ağzımdan birden çıktığında gözleri bana kalktı. “Sen yardım etmiyor musun bana üstelik herhangi bir sözün de yokken.” Gözlerini kaçırıp etrafına baktı bir süreliğine.

 

“Bana bakma sen. Ben… ben istedim. Yani…” Cümlesini toparlayamadı, ne diyeceğini bilemedi sanki. Bana gerçekten neden yardım ettiğini sanki kendisi de bilmiyordu. “Her neyse boş ver, belki kuruntu yapıyorum kadına karşı.” Lafı değiştirmeyi tercih edince üzerine gitmek istemedim, bir gün bana yardım etmesinin gerçek nedenini anlardı elbet.

 

“Hadi bu gün eşyalarımı toplamaya gidelim.” Ellerime bakıp konuşacakken konuşmasına izin vermedim. “Ellerim gayet iyi artık, bir şeyi kalmadı. Hem sen de beş gündür koltukta sürünüyorsun benim yüzümden. Getirelim de hem sen rahat et hem de ben.”

 

Kaşları birden çatılınca anlam veremdim. “Yatağımda rahat edemiyor musun? Rahat değil mi?” O kadar söylediğim şeyden çıkardığı tek şey buydu. “ Hayır hayır öyle değil. Gayet rahat yatağın ama sen burada uyurken senin yerini çalmış gibi hissediyorum ve içim rahat etmiyor. O yüzden bu gün halledelim şu işi.” Kaşları düzeldiğinde bu kez tamam dercesine başını salladı.

 

Sonrasında ayaklanıp önce mutfağı ve evi birlikte hızlıca toparlayıp hazırlanarak çıktık. Önce Yasemin Ablalara uğradık. Uluç Serhat abiyi arayıp şirketteki boş kolileri istemişti. Serhat abi de şoförleriyle evine göndermişti. Evde kimse olmadığı için hiç oyalanmadan kutuları alıp geçmiştik eşyalarımı almaya.

 

“Eveet söyle bakalım, ne yapmamı istersin.”

 

“Ben kıyafet dolabımı boşaltayım önce, sen de tüm perde halıları kaldırabilirsin. Evi komple boşaltmayacağım ama ortada kalıp tozlanmasınlar.” Uluç emir almış bir asker gibi başını sallayıp işine koyuldu. Onun bu haline gülümsemeden edemedim. Daha fazla vakit kaybetmeden ben de odama geçip kıyafetlerimi bavuluma doldurmaya başladım. Az kıyafetim olduğu için işim çabucak bitecekti.

 

“Dediklerini yaptım sadece bilgisayarların olduğu odadaki halı ve perde kaldı.” Kapıdan gelen Uluç’un sesiyle ona döndüm. “Tamamdır şunları da koyayım kitapları ve aletleri toplamaya başlarız.” Son kalan bir kaç kıyafeti de bavula sıkıştırmıştım ki elime gelen Uluç’un hırkasıyla kalakaldım. Batın beni gecenin bir vakti kaçırdığında ve sonrasında yeniden bayıltıp Uluç’a teslim ettiğinde gözlerimi onun evinde açmıştım ve üzerimde sadece pijamalarım olduğu için Uluç’tan bu hırkayı istemiştim. O günden beri de bende kalmıştı, vermeyi unutmuştum.

 

“Hırkan bende kalmıştı ama aklımdan çıkmış tamamen, unuttum vermeyi.” Uluç’a dönüp gösterdim. “Emin ol benim de hiç aklıma gelmedi, hırkamı sana verdiğimi dahi unutmuşum.” Nerelerden gelmiştik gerçekten böyle. Çok bir zaman olmamıştı belki ama sanki yıllardır uğraşıyordum Batın'la ve sanki yıllardır yanımdaydı Uluç. Öyle çok alışmıştım ona; bilmeden, hissetmeden hatta istenmeden. Her şeyim alışmıştı. Düşüncem, ruhum, kalbim... varlığına alıştım alışmamam gerekirken.

 

Bu defa dolabımın bir köşesinde bulunan beyaz uzun elbise geçti elime. Nikah kıyafetimdi bu. Elime aldığım an o günün anıları gözümde canlandığında kendimi zorlayarak o andan çıkıp elbiseyi koydum bavula. Bunları düşünecek vaktim yoktu.

 

Dolabım tamamen boşalınca kitapların olduğu ve çalıştığım odaya geçtik. Bu odada bir duvar baştan sona kadar kitaplarımla doluydu. Hackerlik yapmak kadar sevdiğim bir şey varsa o da kitap okumaktı. “Ne kadar çok kitabın varmış.” Uluç şaşkınca bakınca gülümsedim.

 

“Mücahit komutan bu aletleri getirmeden önce burayı kütüphane niyetine kullanıyordum.”

 

“Gerçekten bir kütüphane gibi...” Öyleydi ve buradan ayrılıyor olamama en çok bu yüzden üzülüyordum. Ne yazık ki kütüphanem bozulacaktı. “Üzülme. Evdeki diğer odayı da istediğin gibi kullanabilirsin hatta istersen yeniden döşeyebilirsin. Kitaplarını oraya yerleştirsin. İstediğin değişikliği yapabilir ve yeni kütüphaneni oluşturursun.” Yüzümün aldığı şekilden anlamış olacak ki hemen bir çözüm bulmuştu. Bu adam gerçekten rahat etmem için her şeyi yapıyordu.

 

“Düzenini daha fazla bozma istemiyorum. Zaten çok şey yapıyorsun benim için.” Yanıma yaklaşarak karşımda durduğunda aramızda bir adımlık mesafe vardı sadece. Gözlerini özenle yüzümde gezdirdikten sonra gözlerimde sabitledi. “Sen benim düzenimi bozmazsın ki. Aksine düzeni olmayan hayatımı yoluna koyar ve güzelleştirirsin.”

 

Söylediği şeyle hiç bir tepki veremedim. Hiç böyle bir cevap beklemiyordum ondan. Duyduklarım kalbimin göğüs kafesimden çıkacak kadar hızlı atmasına neden olmuştu.

 

Uluç bana bir şeyler anlatıyordu. Bir şeyler söylüyor ve gösteriyordu. Ama ne o ne de ben, ne anlamamı ne duymamı ne de görmemi istiyorduk.

Uluç kendine engel olamayıp açıyordu bana kendini ama sonrasında gözlerindeki pişmanlığı da görüyordum tıpkı şimdi olduğu gibi. Bir anlık heves ya da istekle diline engel olamayıp bir kaç kelam etmişti ama hemen ardından söylediğine pişman olmuştu. Çünkü o da istemiyordu bir sorumluluk altına girmeyi tıpkı benim gibi.

 

Ben terk edilmekten korktuğum için istemiyordum o ise terk etmekten korktuğu için. Çünkü biliyordu, hissediyordu içinde bir yerlerde, bir gün geçip gidecekti bu dünyadan ve gözü yaşlı biri bırakmak isteyeceği en son şeydi. Ve belki de canını acıtan en büyük şey de buydu. Gönüllü olarak gitmek istiyordu bu dünyadan. Şehit olmak istiyordu ve eğer bir yâr koyarsa gönlüne o yârin engel olacağını düşünüyordu gönüllülüğüne.

 

İkimizde anlıyorduk aslında içimizde yeşeren duyguyu. Farkındaydık ikimizde birbirimize olan çekimin. Ama görmezden gelmeye çalıyorduk ve durdurmaya yemin etmiş gibiydik.

 

Uluç'un gözlerini kaçırmasıyla ben de kendime gelip kaçırdım gözlerimi. “Hadi bir an önce toparlayalım da gidelim.” Sonrasında pek konuşmadan odadaki tüm eşyaları koliledik. Bu oda oldukça vaktimizi almıştı.

 

Bir süre geçtikten sonra kütüphane ve yatak odasının işini bitirmiştik. Sadece yatak, dolap ve masalar kalmıştı. Yatağımı ve dolabımı da nakliye aracı gelince yükleyecektik. Salona geçtiğimizde ise çok oyalanmamıştık. Orda da koltuk ve masa vardı. Bir kaç küçük süs eşyası dışında pek bir malzeme yoktu. Koltuklara tozlanmaması çarşaf serip süs eşyalarını bir koliye kaldırdım.

 

Bu evden ne kadar süreliğine ayrı kalacaktım bilmiyordum. Temennim Batın belasından bir an önce kurtulmaktı ama kurtulamadığım taktirde evi kullanmadığım günlerde tozlanıp eskisin istemiyordum eşyalarımın.

 

Bir süre sonra Uluç mutfak dolaplarını boşaltırken ben buz dolabını boşaltıyordum. Uluç'un acıkmış olabileceğini düşününce ekmek arası bir şeyler hazırlamaya başladım. Sabah kahvaltımız yarıda kalmıştı, acıkmış olabilirdi.

 

Ekmeğimizi hazırlayıp Uluç'un kutuya koyduğu tabaklardan ikisini çıkartarak masaya koydum. Ardından dolaptaki meyve suyundan da bardaklara doldurdum. “Hadi bakalım yemek molası.” Kendini işine odaklamış olacak ki hazırladığım ekmek arasını bile fark etmemişti. “Ne ara hazırladın.”

 

Tebessüm edip sandalyeyi çekerek oturdum. “Şimdi, hadi gel.” Elindeki kaseyi de kutuya bırakıp ellerini yıkamak için tezgaha yöneldi. “Uğraşmasaydın, dışarıdan bir şeyler söylerdik.”

 

“Şipşak hazırladım işte.” Yanımdaki sandalyeyi çekip oturunca ekmeğinden koca bir ısırık aldı. Acıkmış olmalıydı, iştahla yiyordu. Bu haline gülümseyip ben de bir ısırık aldım.

 

Dakikalar içinde Uluç ekmeğini bitirirken ben de yarısını yemiş ve doymuştum. Tabağımda yarım kalan ekmeğime ara ara gözleri değiyordu, sanırım ekmeğimde gözü vardı. “Yemek ister misin?”

 

“Yok, sen ye.” Elime alıp uzattım. “Ben doydum, sen ye.”

 

“İyi madem, israf olmasın.” Benim yarı ekmeğimi de eline alıp afiyetle yerken ona baktım, seyrettiğimin farkında bile değildim. Öyle güzeldi ki... Kendime bunu itiraf etmeye korkuyordum ama engel olamıyordum yine de kalbime. Çok güzeldi, baktıkça bakasım geliyordu. Hiç bir şey yapmasam, saatlerce onu izlesem hiç sıkılmazdım. Diğer insanlara bakınca hissetmediğim şeyler hissediyordum. Farklı, yabancı ama bir o kadar da güzel.

 

Fakat bu güzel duygunun yanında bir o kadar korkutucu. Korkuyordum, çok korkuyordum. Bağlanmak istemiyordum ama bağlanıyordum. Hem muhteşem hissettiriyordu hem de berbat, kötü, korkunç...

 

Uluç yemeğini bitirince bana baktı ve onu dikizlediğimi fark etti. Yakalanmışlığın verdiği utançla hızlıca gözlerimi kaçırdım. “Meyve suyu ister misin?” Ona değil de boş bardağına baktığımı düşünmesini umdum. Kabul etmemiş ve kalan işlerimize koyulmuştuk.

 

Buz dolabı çok dolu değildi, son günlerde hiçbir şey yemediğim için alış veriş gereksiniminde bulunmamıştım, kalanların da bir kısmı bozulmuştu. Buz dolabını boşaltınca kenardaki fırın tepsisine koymak için fırını açmıştım ki burnuma gelen ekşimsi kokuyla yüzüm buruştu.

 

Fırında, o gece Uluç gelecek diye yaptığım kek vardı ve ne yazık ki unuttuğum için bozulmuştu. O gün son sıcaklığı çıktıktan sonra daha fazla soğumasın diye yeniden fırına koymuştum ve olanlar malumdu. Ertesi gün ise kek aklıma bile gelmemişti.

 

Keki fırından çıkartıp çöpe atmak için çöp poşetini açarken Uluç gördü kekin halini. “Hiç dokunulmamış mı o kek? Yayıp yememiş miydin?” Buruk bakışlarımı ona çevirdim, başımı iki yana salladım. “O gün sen geleceksin diye yapmıştım ama… yiyemedik. Ertesi gün de unutmuşum.”

 

“Benim için mi yapmıştın?” Şaşkınlık ve biraz da inanamayarak sordu sorusunu. Sanki onun için yapıldığını anlayınca kekin hazin sonuna daha da üzülmüştü. “Evet, nikahtan sonra pek konuşamamıştık. Konuşurken yeriz diye düşünmüştüm.”

 

“Ellerine sağlık, teşekkür ederim.” Burukça tebessüm ettim “E yiyemedin ki ama.”

 

“Olsun beni düşünerek yapman bile yeterli teşekkür için. Ayrıca yiyemediğime bu kadar üzülüyorsan eve gidince yaparsın yeriz, olmaz mı?” Çarpık bir şekilde sırıtırken ben de gülümsedim samimiyetle. Beni bir kekle korkutacağını düşünüyor olamazdı. “Olur yaparım.”

 

“Unutmam ama bak. O keki yemeden uyutmam seni.”

 

“Tamam anlaştık.”

 

“Anlaştık.” İmalı şekilde göz kırpıp işine dönerken ben aptal bir sırıtış ile arkasından izliyordum hâlâ onu. Durdurmalıydım kendimi ama hiç engel olmaya çalışmıyordum bu gün kendime.

 

Saatler içinde tüm eşyalar paket haline geldiğinde koca bir oh çektim. Geriye sadece nakliye aracının gelmesi ve Uluç’un evine gidecek eşyalarımın yüklenmesi kalmıştı. Çoğu eşyam gitmeyecekti elbette çünkü Uluç’un evinde her eşya vardı. Sadece dolap, yatak, kitaplık, bilgisayar gibi daha kişisel eşyalarım gidecekti. Geri kalanlarını da bir köşeye yığmıştım.

 

Evi toplamak bir günümüzü aldığı için nakliye işi yarına kalmıştı. Şimdilik sadece buz dolabındaki bozulmamış yiyecekleri ve bavulumu alıp çıktık evden.

 

Yaklaşık yarım saattir yoldaydık ve Uluç’un evine hâlâ varamamıştık. Sabah da düşünmüştüm bunu ve eğer Uluç’a sormazsam meraktan çatlardım. Uluç o gece, kaçırıldığım gece nasıl olmuştu da on beş dakika da varmıştı, bunu kendisi söylemişti.

 

“Bir şey soracağım, evine en kısa bu istikametten mi gidiliyor.” Dikiz aynasını kontrol edip bakışlarını kısaca bana çevirdi. “Bildiğim kadarıyla evet, neden sordun.”

 

“Kaçırıldığım gece on beş dakikada varabildiğini söylemiştin de. Ama yarım saat oldu neredeyse hâlâ varamadık.” Yüzüne baktım merakla. Vitesi değiştirip dikkatle yola baktı. Güzel araba kullanıyordu ve ben Uluç’un bu haline bile hayran kalıyordum. “O gece sokaklar geç olduğu için neredeyse boştu ve… kaçırılmıştın Aysima. Bu hızla gelemezdim değil mi?”

 

Yarım saatten daha uzun sürecek yolu on beş dakikada bitirmişti. Kim bilir ne kadar hızlı kullanmıştı arabayı. “Başına bir şey gelebilirdi, kaza yapabilirdin. Kendini düşünmelisin önce.” Birkaç saniye sessiz kalırken bana bakıp hafifçe tebessüm etti.

 

“Sanki bu sahneyi daha önce yaşamıştık, hatırlıyor musun?” Kaşlarımı çatarken merakla baktım, neyden bahsediyordu? Anlayamayan bakışlarımı gördüğünde açıklamaya başladı. “Aynısını sana söylemiştim, özür dileyip benim yüzümden yaralanabileceğini söylemiştim. Sen ne demiştin?”

 

Aklıma birkaç hafta önce düştüğünde ben de tebessüm ettim. Yasemin ablalar Uluç’a benimle evlenmesini söyleyince adeta delirmişti verabayı çok tehlikeli şekilde kullanmıştı. Sakinleşince de benden özür dilemişti. “ ‘Olmamış şeyler için dert yanıp üzülmeye gerek yok.’ Aynısını tekrar etmeme gerek var mı” diyerek devam etti.

 

“Aldım cevabımı.”

***

 

Eve geldiğimizde ilk işimiz duş almak olmuştu. Ben Uluç'un odasındaki ebeveyn banyosunu kullanırken o koridorun sonundaki banyoyu kullanmıştı. Banyodan çıktıktan sonra önce namazımı kıldım. Ardından mutfağa geçip bir şeyler hazırlamak için işe koyuldum ama Uluç yemek yapmama izin vermemiş ve tüm ısrarları üzerine dışarıdan bir şeyler söylemişti. Benim isteğim üzerine soğuk baklava da sipariş etmişti. Soğuk baklavaya bayılırdım.

 

Yemeğin üzerine çayla soğuk baklavayı da yiyince üzerime yorgunluk basmıştı. Gün içindeki ev işi zaten yormuştu ama yemekten sonra da bir ağırlık çökmüştü. Gömülüp kaldığım koltukta uyuyabilirdim ama Uluç’a söz vermiştim, kek yapacaktım.

 

Kalan son irade kırıntılarımla ayaklandım, görevim kek yapmaktı. “Ne oldu, uyuyacak mısın?”

 

“Yok; söz verdim sana, kek yapacağım.” Söylediğim aptalcaymış gibi kaşlarını kaldırdı. “Bu saatte kek mi yapacaksın?” Nefes alıp bıraktı, başı ile salonun çıkışını işaret etti. “Hadi hadi git uyu.”

 

“Ama söz verdim, bu gün-”

 

“Boş ver sözü mözü, gözlerinden yorgunluk akıyor. Başka zaman yaparsın; borcun olsun.” Açıkcası hiç itiraz edecek halim yoktu aksine sevinmiştim bile. Bu yüzden hiç karşı çıkmadım. “Peki madem ben yatıyorum, eşyalarını alacak mısın?”

 

“Geliyorum.” Saniyeler sonra odadan eşyalarını alırken mahcupça baktım ardından. “Bu gece sen kal burada, yarın zaten yatağım geliyor.”

 

“Evet, yarın yatağın geliyor. Bir gece daha koltukta idare edebilirim.” Kaşlarımı hafifçe çattım. “Onun için mi dedim hemen kendi lehine hatta aleyhine çeviriyorsun lafı.” Elindeki pike ve yastığın üzerine pijamalarını da bırakıp bana döndü.

 

“Sabah yatağımın rahat olduğunu söylemiştin.” Öyleydi geniş ve rahattı, inkar edemezdim ama benim için sürekli koltukta yatıyor olmasına da gönlüm razı gelmiyordu. “Öyle ama bu sürekli burada ben yatacağım anlamına gelmiyor.”

 

“Bir gün kaldı zaten, son bir kez keyfini çıkar yatağımın.” O çarpık şekilde sırıtırken göz devirdim. “Kendi yatağım da rahat bir kere.” Uluç’un yatağı kadar olamazdı belki ama iki yıldır benim yükümü çeken yatağı burada kötüleyecek değildim.

 

“Eminim öyledir ama bu gece de burada kalıyorsun ve yarın kendi yatağına kavuşuyorsun. Hadi iyi uykular, sabah görüşürüz.” Başka bir şey dememe izin vermeden susturup gitti. Arkasından fısıltıyla

"sana da" demekten başka bir şey diyemedim.

 

Üzerimi değiştirip sabah namazı için alarm kurduktan sonra yatağa geçtim. Aklımda Gamze Hanım ve söyledikleri vardı. Yapabilir miydi acaba, başarabilir miydik? O öyle inanarak yardım edeceğim dediğinde içimde umut yeşermeye başlamıştı ama şimdi düşünüyorum da ne yapabilir ki? Karakol, koca emniyet, savcılık hiç biri yapamazken, Batın'a karşı gelemezken Gamze Hanım tek başına bir polis, ne yapabilir? İçimdeki umudu yitirmek istemiyordum ama gerçek de ortadaydı.

 

Gözlerim kapatıp derin bir nefes çektim, hayırlısı demekten başka bir yapamayacaktım.

***

 

Sabah namazdan sonra biraz daha uyuyup sekiz gibi geri kalktım. Bu gün yine bir sürü işimiz vardı o yüzden geç saatlere kadar uyuyamazdık. Dün getirdiğim kıyafetlerimden bir eşofman altı ve uzun kollu tişört çıkartıp banyoda işlerim hallettim. Uluç’un yanında sürekli günlük elbiselerimle duramazdım, bir yerde alışmalıydım artık. Ne kadar çekinsem de ne kadar süre evli kalacağız bilmiyordum ve sürekli evde de elbise ile duramazdım. O yüzden bu gerginlik ve utancın zincirlerini bu gün kırmalıydım.

 

Kıyafetlerimi giyip başıma da örtü alarak çıktım odadan. Uluç saçlarımı görmüş hatta banyodaki krizimde dokunup okşamıştı bile ama o zaman bilincim tam yerinde değildi ve utanma hissini yaşayamıyordum. Ama şimdi beynim utanmam, çekinmem gerektiğini söylüyordu.

 

Önce Uluç’a bakmak için salona geçtim, hâlâ uyuyordu. Bacakları koltuktan dışarı fırlamıştı, hem uzun hem de gerçekten kocaman bir adamdı.

Üzerindeki pike bacaklarına kadar açılmıştı. Yüzünün yarısı yastığa gömülüydü ve saçları dağınıktı. Ellerini birleştirip yumruk gibi yapmış ve yüzünün biraz aşağısında tutuyordu. Öyle bir duruşu vardı ki şuan masum bir çocuktan farksızdı.

 

Yanına ilerleyip bacaklarına kadar açılmış örtüyü omuzlarına kadar çekip örttüm. Yarısı görünen alnına düşen saçlarını çekmek istedim yüzünden. Öyle siyahtı ki saçları kömür karasıydı adeta. Parlak ve yumuşak görünüyordu. Onlara dokunmamak için bir savaş veriyordum şu an, istemsiz parmaklarımı üzerimdeki kıyafetlere bastırıyordum.

 

Yapmamalıydım, yapamazdım. Şu an ona bakmamalıydım bile. Evet günah değildi, haram değildi aksine belki böyle helalim olan kişiye sevgiyle baktığım için sevap bile olabilirdi ama yanlıştı. Benim için yanlıştı, Uluç için yanlıştı. Ben istesem bile o istemezdi. Ben nasıl ki her erkeğe kapatmıştım kendimi o da kendini her kadına kapatmıştı.

 

Düşüncesi zamanında tıpkı benimki gibiydi. Asla sevmeyecek ve evlenmeyecekti. Şimdi benimle evliydi ama gerçek değildi. Başkaları için gerçek olsa bile bizim zihinlerimizde gerçek değildi. Ve Uluç aynı düşüncesindeydi. Hâlâ sevmeyecek ve gerçek bir evlilik yapmayacaktı. Ben de öyle. Belki kalbime söz geçirmeyip sevecektim ama evlenmeyecektim.

 

Ellerime ve gözlerime zorla sahip çıktıktan sonra geri adımlar atıp mutfağa geçtim. Çok işimiz vardı, boş şeyler düşünmeye vaktim yoktu.

 

Hızlıca bir çay koyup Uluç’un sevdiği gibi bir patates salatası hazırladım. Gün içinde yorulacağımızı düşünüp kahvaltıyı hazırlayana kadar onun biraz daha uyumasına izin verdim.

Yarım saat içinde masa hazır olduğunda salona geri döndüm, hâlâ uyuyordu. Başını biraz yastıktan kaldırmış yüzü daha görünür hale gelmişti. Ama o kara tutamları duruyordu hâlâ alnında.

 

Yavaşça seslenip uyandırmaya çalıştım. “Uluç. Uluç, uyan hadi.” Birkaç saniye bekledim ama ses vermedi. “Uluç, sana diyorum uyan.” Herhangi bir tepki alamayınca omzuna dokunup hafifçe sarstım. “Uluç, hadi uyan. Kahvaltı hazır.” İçimde kötü bir ortaya çıkarken endişelenmemeye çalıştım. Neden uyanmıyordu ki, uykusu çok ağır değildi normalde. “Uluç, Ceyhun Uluç!” biraz fazla sarsıp uyandırmaya çalıştım ama yine hiçbir tepki alamadım.

 

İyice endişelenmeye başladığımda iki elime omuzlarına tutundum. “Ceyhun Uluç, uyan. Uyansana!” Sesim bile korkulu çıktığında birden gözlerini açması ve ‘bö’ demesiyle irkilip geri gittim. Attığım dengesiz adımla sehpaya çarpıp yeri boyladım.

 

Kalçamın üzerine sert bir oturuş yaptığımda Uluç’un keyifli kıkırtısı duyuluyordu. “Ah.” Kalçam hafifçe sızlarken minik bir inilti döküldü dudaklarımdan tabi bunu duyan Uluç da gülmeyi bırakmıştı.

 

“Aysima, iyi misin?” Yerinden doğrulup yanıma geldi. Öfkeli gözlerle baktım yüzüne. “Oradan bakınca nasıl görünüyorum sence.”

 

“Düşmüş görünüyorsun.” Cevabıyla daha da öfkelenirken küskünce baktım. “hı hı çok komiik. Utanmaz adam, bir de dalga geçerek cevap veriyor.” Hafifçe doğrulup bir elimle belime tutundum.

 

“Ben şaka yapmak istemiştim sadece, çok acıyor mu?” Elini uzatıp kalkmama yardımcı olmaya çalıştı. “Yok bi’ şeyim! Kalkarım ben.” Yerden destek alıp ayağa kalktım.

 

“Emin misin, acıyorsa söyle.”

 

“Yok ya hem acıt hem de yardım isteyeyim, öyle mi?” Kızgın bir bakış atıp trip atarak gibi başka tarafa döndüm. “Ya ben nerden bileyim düşeceğini, sadece korkutmak istemştim.”

 

“Ay özrü kabahatinden büyük, korkutmak istediğini de inkar etmiyor.” Göz devirip arkamı döndüm. “Seni düşünende kabahat.”

 

“Özür dilerim ama nerden bileyim bu kadar korkacağını.”

 

“Öldün zannettim!” Birden ona dönerken sesim hafif yüksek çıkmıştı. “Böyle şaka mı yapılır.” Yüz ifadesi değişmişti, biraz ciddiyet kazanmıştı sanki. “Üzülür müydün?”

 

“Ne?”

 

“Gerçekten ölsem, üzülür müydün?” Sanki saçma sapan bir şey diyormuş gibi baktım yüzüne ki gerçekten saçma sapan konuşuyordu. “Yok zil takıp oynardım Uluç. Neyse ben mutfağa geçiyorum ve sen ise gelmiyorsun. Seviyorsun diye patates salatası yapmıştım ama gördüm ki hak etmiyorsun.” Başka konuşmasına izin vermeden arkamı dönüp mutfağa geçtim.

 

Kendim için çay doldururken koridorun sonundaki banyodan sus sesi gelmeye başladı, elini yüzünü yıkıyordu muhtemelen. Birkaç dakika sonra kapıda belirdi. Yavaşça süzülüp masanın başında durdu. “Demek benim için salata yaptın ha.”

 

Kötücül bir bakış atıp salata tabağını kendi önüme çektim. “Yok sana salata falan. Hem demedim mi ben gelme diye.”

 

“Şaka yaptığını düşünüyordum.”

 

“Düştüğüm yerden bakınca şaka yapmış gibi bir halim de mi vardı?”

 

“O konuyu kapattığımızı zannediyordum.”

 

“Ama kapatmadık. Az önce içerde ne dediysem hala arkasındayım.” Her şeyime bir cevabı ve her şeyine bir cevabım vardı. Hemen yumuşama gibi bir düşüncem yoktu, ölümle beni korkutmaması gerektiğini öğrenmeliydi ki kalçam da acımıştı. “Şimdi gerçekten bu sofraya oturtmayacak mısın beni?”

 

“Az önce tek lokma yedirtmeyeceğim dedim. Yeminimden dönmem, dönemem.”

 

“Yemin etmedin Aysima.” Bir an cevapsız kalırken ağzımı açıp kapadım. “Tamam olabilir ama yedirtmem yine de. Yalan söylemiş olurum.”

 

“Bana yalan söylemiş olursun, ben de hakkımı helal ettim. Sorun yok artık değil mi? Oturuyorum.” Her şeyime bir cevabı vardı ve bu sinir bozucuydu. “Hayır, oturabilirsin demedim, o konu kapanmadı. Nasıl korkuttun beni Uluç!”

 

“Özür dilerim dedim ya kaç defa. Senin salona geldiğini görünce küçük bir şaka yapayım demiştim.” Onu duymuyormuş gibi yapıp önüne dönerek bir şeyler aldım ağzıma. “Çıkıyorum o zaman mutfaktan.” Benden bir yine bir cevap bulamayınca devam etti. “İyi madem ne yapalım. Akşama kadar eşyalarını taşırken yorgun düşer giderim ben de.” Duygu sömürüsü yapıyordu ve bunu çok iyi beceriyordu. Beni nereden vuracağını iyi biliyordu.

 

Tüm gün benim sorunlarımla uğraşacaktı yine ve bunu aç bir halde yapmasını istemezdim. Sinirle bir nefes alıp bıraktım. “İyi tamam, gel.” Hemen arkasını dönerken devam ettim. “Ama affettim sanma, benim eşyalarımı taşıyacaksın. Allah muhafaza düşüp kalırsan eşyalarıma zarar gelir.”

 

“Ha eşyaların için yani.”

 

“Oturmuyorsan sofraya çıkabilirsin mutfaktan.” Elbette sebebim o değildi. Eşyalarım Uluç'tan kıymetli değildi. Güçsüz düşmemesi için yediriyordum ama bunu ona söyleyecek değildim. “Tamam tamam, oturuyorum.”

 

Kahvaltımız Uluç’un bana attığı bakışlar ve benim kesinlikle konuşmayı reddeden sessizliğim eşliğinde geçmişti. Kahvaltıdan sonra o duşa girerken ben masayı toplayıp hazırlandım. Uluç da hazırlanınca evden çıkıp benim evime gitti.

 

Uluç yolda ünden ayarladığımız nakliyeciyi arayıp eve gelmesini istedi. Eve vardığımızda bir araba ve yanında takım elbiseli bir adam duruyordu. Ben kim olduğunu anlayamazken Uluç "Cahit'in ne işi var burada?" diyerek söylendi.

 

Cahit, Serhat Abi’nin şoförlerinden biriymiş ve Serhat Abi bize yardım için göndermiş. Yardıma gerek olmadığını gidebileceğini söylesek de gitmemişti. Uluç da ben de işimizi başkasına yaptırmak istememiştik ama Serhat abi kabul etmemişti.

 

On dakika sonra nakliye aracı da gelince erkeler eşyaları taşımaya koyulurken ben de etraf boşalmışken gitmeden son temizliğimi yapmak istediğim için yerleri sildim. Odalarda elbette yine şya kalıyordu ama dolap, yatak gibi eşyalar gittiği için epey boşalmıştı yine de.

 

Tüm odadaki eşyalar taşındığında geriye çalışma odamdaki kitaplığım kalmıştı. Mücahit Komutanın araştırmalarım için temin ettiği aletler ilk olarak taşınmış ve dikkatli olmaları için kendim denetlemiştim. Gerçekten pahalı malzemelerdi ve en ufak zarar gelse epey bir paraya mal olurdu.

 

Kitaplığım bir duvarı baştan sona kapladığı için parçalara ayrılmıştı. Cahit ve iki nakliyeci dışarıya çıkarılmış olan parçaları nakliye arabasına yerleştirirken Uluç da kalan parçaları dışarı çıkarıyordu. Ben de en son burası kaldığı için orayı temizliyordum.

 

Aramdan ses gelince kim olduğuna bakmak için döndüm ve Uluç’la göz göze geldim. Gözlerimi devirip yeniden önüme döndüm. Hâlâ barışmamıştım. Sabah gün boyunca yaptığını unutmayacağımı söylemiştim, sözümden dönemezdim bu sefer de.

 

“Aysima.” Bakmadım. “Hıh?”

 

“Küs müyüz hâlâ?”

 

“Küs değiliz, ben sana küsüm. Çünkü ben senin küsmeni gerektirecek bir şey yapmadım.”

 

“Daha ne kadar özür dilemem gerekiyor affetmen için?”

 

“Onu beni korkutmadan önce düşünecektiniz Ceyhun Uluç Bey.”

 

“Ne dedin sen?” Yüzünde o muhteşem gülümsemesinden biri açmıştı. Ne olmuştu ki? “Ne dedim ben?” İç geçirdi, gözlerime hayran gibi baktı. “Ne olduğunu bile bilmiyorsun?”

 

“Ne oldu ki, ne dedim?” Gerçekten dediğim hangi şeye karşılık böyle iç geçirdiğini merak etmiştim. “Söylemem.”

 

“Ne demek söylemem?”

 

“Sen bana küs değil miydin, ne diye konuşuyorsun benle?” Kaşlarım çatılırken sahte bir sinirle baktım. “Uluuç!”

 

“Hadi dön işine.” Tam ağzımı açıp cevap verecektim ki daha fazla onursuzlaşıp gurursuzlaşmamak için geri kapadım ağzımı. Viledayı kovasındaki sabunlu suda iyice ıslatıp sıkma ve kurutma kısmında hırsla fazla suyunu aldırırken Uluç'un acı dolu bağırışı doldu kulaklarıma. “Ahh!”

 

Telaşla arkama döndüm. “Ne oldu?!” Az önce ayaktaki adam şimdi yerdeydi ve sağ bacağında kitaplığın bir parçası vardı. Seri birkaç adım atmıştım ki durdum, yine oyun yapıyordu.

 

“Yemezler, bu defa bu numaralara kanmam. Kalk adamlar seni bekliyor.”

 

“Aysima, ne numarası? Gerçekten acıyor.” Yüzünü buruşturup acıyormuş gibi b,r ifadeye sokmuştu amam bu defa gerçekten oyununa gelmeyecektim. “Hı hı, hı hı! Ben de inandım. Sabah ki oyunu sürdürüyorsun işte.”

 

“Hayır sürdürmüyorum, inanmıyorsan gel de bak.” Yüzü gerçekten acı çekiyor gibi duruyordu. Gerçekten düşmüş olabilir miydi? “Sahi mi diyorsun?” Birkaç küçük adım atıp yanına ulaştım. Ayağının üzerindeki kaldırmaya çalıştım ama başaramadım, çok ağırdı.

 

“Bu çok ağar, gerçek diyorsun. Nasılsın, çok acıyor mu?” Endişeyle sorarken yüzüne baktım. “Oradan baktığında nasıl görünüyorum?” Sabah ki bana olan şey şimdi ona olurken gülesim geldi. “Yere düşmüş görünüyorsun.” Dudaklarım hafif yana doğru kıvrılırken Uluç devam etti. ‘Geç dalganı geç, nasıl da intikamını alıyorsun?”

 

Dudaklarımı büzüp gülmemi bastırdım. Zorla rafı ittiğimde ise yüzüm bu defa gerçekten soldu çünkü parçanın kenar kısmı ayağını kanatmıştı. Üstelik kızarıklık ve biraz da morluk da görünüyordu.

 

Hiç beklemeden 112’yi arayıp bir ambulans istedim; dışarıda Cahit de vardı, o götürebilirdi ama en azından yolda müdahale ederlerdi ambulanstakiler. Dün dolabı boşalttığımız için fişini de çemiştik bu yüzden buz da yoktu.

 

Dakikalar içinde ambulans geldiğinde evin anahtarını Cahit’e verip nakliyeci işini halletmesini istedim çünkü ben de ambulansta Uluç’un yanında olacaktım. “Çok acıyor mu?”

 

“Biraz.” Üzgün gözlerle ayağına baktım. Daha da morarmış ve şişmişti. “Ah Uluç, nasıl düşürdün ki ayağına o parçayı.”

 

“Ayağım kaydı, burkuldu. O öyle olunca elimdeki parça da üzerine düştü.” Şaşkınlıkla bakarken daha da mahcup hissettim kendimi. “Her şey çıkarıldıktan sonra silmeliydim yeri, o yüzden oldu tabi. Özür dilerim.”

 

“Dileme, sorun yok. Küçük bir burkulma sadece.” Böyle dese de öyle olmadığını biliyordum çünkü yüzündeki ifadeden acı çektiği belliydi.

***

 

Uluç yatakta uzanmış ben de başındaki sandalyede oturuyordum. Doktorun söylediğine göre burkulmadan dolayı ayak bileği bağı zedelenmesi olmuştu. Çok şükür kırık veya çatlak yoktu ama bu da çok sancılı geçermiş. Şu an ağrısı için serum takmışlardı. Serum bitince çıkabilecektik hastaneden ve bir hafta sonra kontrole gelecektik.

 

“Uyusaydın biraz.”

 

“Yorgun değilim ki, zaten az kaldı serumun bitmesine. Çıkarız birazdan.” Daha lafı bitmeden kapı gürültüyle açılınca ikimizin bakışları da kapıya yöneldi. “Ceyhun, kardeşim. Ne oldu, iyi misin?” Gelen Yasemin abla ve Serhat abiydi.

 

“Hoş geldiniz.”

 

“Hiç hoş bulmadık. Ne oldu, nereni yaraladın yine.” Yine? Bu adam sürekli yaralanıyor muydu? “Önemli bir şey değil abla. Sizin nerden haberiniz oldu da geldiniz?” Yasemin abla hemen yatağın kenarına oturup endişeyle baştan aşağı süzdü kardeşini, elini elleri arasına alıp hüzünle baktı. Kardeşi için oldukça endişelenmişti.

 

“Cahit aradı beni, şirketteydim. Ablan da evdeydi ben haber ettim.”

 

“Ah senin şu sakarlıkların ablacım, biraz dikkatli olsana...” Yasemin abla endişeli ve hafif öfkeyle Uluç'a çıkışırken bana döndü. “Çocukken de böyleydi, hep düşer bir yerini yaralardı.” Sadece bakmakla yetinip dudaklarımı büzdüm. Ne yazık ki Uluç’un çocukluğunu bilmiyordum.

 

“Abartma istersen abla.” Tabi canım, karizması çiziliyordu. “Neyi abartıyormuşum ben, yalan mı? Hep düşerdin hatta bir keresinde-”

 

“Neyse kesin tartışmayı.” Serhat abi araya girip iki kardeşin atışmasını durdururken sanki bunlara alışkın gibiydi. Kollarını göğsünde bağlamış kollarındaki kaslarını belirginleştirmişti. Nefret ettiğim ela gözlerini Yasemin ablaya odaklamışken kibarca “sus” diyordu sanki.

 

Nefret ediyordum, ela gözlerden ve dahası kendi kahverengi gözlerimden nefret ediyordum.

 

Nefret ettiğim gözlerini bana çevirdiğindeyse kollarını çözdü. “ Aysima sen anlat lütfen, bu kocan olacak adam doğru düzgün anlatmaz geçiştirir şimdi.” Kocam. Kocam olacak adam. Uluç, benim kocamdı. Söylediği kelimeye karşın biraz suspus olsam da sonradan kendime geldim. “Eşyalarımı taşıyorduk ya ayağı burkulmuş sonra da kitaplığımın bir parçası düştü ayağına. Ayak bileği bağı zedelenmesi olmuş. Bir kaç hafta üstüne basmaması gerekiyor dedi doktor. Ağrı çok oluyormuş o yüzden ilaç ve krem verdi. Şimdi de serum taktı ağrısı için, bitince gidebilirmişiz.”

 

“Bir de öneli bir şey yok diyorsun Ceyhun.”

 

“Abartma abla. Aysima sen de yardım et çıkarıver şu serumu gidelim.”

 

Dakikalar sonra serum bitince hemşire gelmiş ve öyle çıkarmıştık serumu. Yasemin abla Yiğit’i almak için eve giderken Serhat abi bizi eve götürdü. Yol üstünde ilaçları da almıştık.

 

Eve varınca koltuğa çarşaf serip Uluç için yatak yaptım. Yasemin ablalar burada olacağı için güzel bir akşam yemeği hazırlamaya karar verip Uluç’u ve Serhat Abiyi salonda bırakarak mutfağa geçtim. Ben yemekleri hazır edene kadar Yasemin ablalar anca gelmişti çünkü Yiğit’i aldıktan sonra benim evime geçmiş orada arabasını Cahit’e verip Uluç’un arabasıyla buraya gelmiş.

 

“Senin için ne yapabilirim Aysimacığım?” Kaseye çorbayı çekerken dibimde bekleyen Yiğit’e güzel bir tebessüm sundum. Geldiğinden beri yanımdan ayrılmıyor benim için bir şeyler yapmayı teklif ediyordu. “Zaten birçok şeyi yaptın; salatayı, ekmeği hatta bardakları bile taşıdın teşekkür ederim Yiğitciğim.”

 

Dayısına benzer olan koyu kahverengi gözlerini açıp genişçe gülümsedi. “Sana yardım etmek hoşuma gidiyor.” Hastalığından ötürü solgun olan yanakları al al olmuştu. Bazen benimle öyle konuşuyordu ki dört yaşında olmasa benimle flört ettiğini düşünürdüm.

 

“Bana yardım ettiğin için ben de çok mutluyum ama artık bir şey kalmadı. Dayına tepsisini verelim sonra masaya geçeriz biz de.” Bu defa bir şey demeyip başını salladı sadece. O önümde küçük adımlarla ilerlerken ben de Uluç’un tepsisini alıp arkasından ilerledim.

 

Biz masada yerken Uluç’un rahatı bozulmasın diye ona da bir tepsi hazırlamıştım.

Yemekten sonra birer kahve yapıp salona geçtim. Biz kahvelerimiz eşliğinde sohbet ederken Yiğit ise evin içinde dolanıyor ve kendince oyunlar oynuyordu. “Aysimacığım, bize bir daha ne zaman geleceksin?”

 

Yanıma gelip dirseğini oturduğum koltuğa yasladı. Meraklı gözlerini gözlerime dikmiş yerinde hafif hafif sallanıyordu. “Bilmem, neden sordun ki?”

 

“Azer Dedem bana yeni, çok güzel, büyük bir uzaktan kumandalı araba aldı. Ona göstereceğim sana. Beraber oynarız onu.” Öyle güzel anlatıyordu ki gerçek bir araba sahibi olan kişi onun kadar heyecanlı anlatamazdı. Azer Bey’e Dede diye hitap ediyordu genelde ama yanında Mazhar Bey yani kendi dedesi varsa bunu yapmıyordu.

 

“Ne güzel. Ne zaman geleceğim bilmiyorum ama geldiğimde mutlaka görmek isterim o muhteşem arabayı.”

 

“Dayın iyi olsun gelirler anneciğim hatta bahçede oynarsınız, olur mu?” Annesine başını sallarken bir taraftan da dudaklarını büzdü. Uluç’a dönüp onu şöyle baştan aşağı bir süzdü. “Ohooo dayıma baksana hiç iyileşecek gibi durmuyor.” Bakışlarında bir küçümseme vardı sanki ve mimikleri aşırı komiğime gitmişti. Yeniden bana döndüğünde ise gizli bir şey söyler gibiydi. “Ben sana demiştim Aysimacığım onunla evlenme diye, benimle evlenecektin ne güzel. Neden böyle sersem bir dayıyı seçtin anlamıyorum.”

 

Söyledikleriyle istemsiz küçük bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan. Hemen kendimi toparlayıp dudaklarımı gülmemek için büzdüm. “Benim dedikodum mu yapılıyor orada? Yoksa beğenmiyor musunuz beni Yiğit Bey?”

 

"Senin gibi sersem bir dayının neresini beğeneceğim ben. Hem Aysimacığım ile konuşuyorum ben."

 

“Oh Aysimacığın(!) gelince pabucumuz dama atıldı.”

 

"Kıskanç!" Atışmaları zorla tuttuğum gülümsememi bozduğunda ikisine de gülerek baktım. En sonda Yiğit’e dönüp yanağını hafifçe okşadım. “Evet maalesef Yiğitçiğim seni dinlemedim. Ama nerden bilebilirdim ki dayının bu kadar sakar olduğunu.”

 

"Ben sana evlenme dedim değil mi? O zaman dinleyecektin sözümü ama yine de dayımı bırakıp benimle evlenebilirsin." Her fırsatı değerlendiriyordu.

 

Yüzümde kocam bir gülümseme ile -koca bir gülme gelse de içimden- başımla onlayladım. “Haklısın galiba, seni en başta dinlemeliydim. Ama...”

 

 

"Yeter siz ikiniz benim dedikodumu yapıyorsunuz. Biri yeğenim diğeri karım olacak bi-" Nedense bu kelimeyi her duyduğumda içimde bir şeyler kıpırdıyordu. Onun karısıydım, o da kocamdı.

 

Karısı... Karısı olacaktım bir de. Cümlesinin devamı böyle gelecekti. Karısıydım artık. O benim kocam ben ise onun karısı. Ama gerçek miydi, değildi. Gerçek olsaydı bu laf yarıda kalmazdı. Devamı gelirdi ama gerçek değildi işte.

 

Bakışlarımız birbirinde durdu kısa bir süre ama kısacık anda bile ne çok şey konuşuldu. Karısı olduğumu bildiğini ama istemediğini anlatıyordu bana bense onu doğruluyordum. Bu ilişkinin sahte olduğunu hatırlatıyordum. Belki daha çok şey konuşulurdu ama Yiğit kopardı aramızdaki görünmeyen diyaloğu. “Neden karım diyorsun ona.”

 

“Ne diyeyim aslanım. Evlendik ya biz.”

 

“Olsun deme.” Küskünce bakarken aynı zamanda kızgındı da. “Nedenmiş o?”

 

“İşte.”

 

“Anneciğim dayınla Aysima Ablan evlendi ve bazı değişiklikler oldu. Mesela Aysima Ablan bana artık abla diyor.” Düşünür gibi durdu bir süre. Sonrasında bana baktı hızlıca. “O zamaaan sen benim Teyzem mi oldun?”

 

Normalde yengesi olabilirdim ama dayısının gerçek anlamda karısı değildim. Ben bir süre cevap veremeyince yine Yasemin abla girdi araya. “Hayır oğlum teyze değil yengen. Teyze eğer benim kız kardeşim olsaydı o olurdu. Dayının, amcanın eşi yengedir ama sen istersen abla demeye de devam edebilirsin.”

 

“Abla demiyorum ki zaten.” Hiç umursamaz konuşurken yine güldüm. Evet her zaman Aysimacığım diyordu.

 

Birkaç saat daha durduktan sonra gitmişti Yasemin Ablalar. Gitmeden Serhat Abi, Uluç’a odasına kadar gitmesine yardım etmişti. Uluç ne kadar yerimde rahatım dese de –benim yatağında uyumamı istediği için bunu diyordu- bu defa kesinlikle kabul etmemiş ve yatağına göndermiştim.

 

Serumun etkisi geçiyordu sanırım çünkü bana belli etmemeye çalışsa da acı çektiğini anlayabiliyordum. Bu yüzden ağrı kesici verip uyuması için onu rahat bıraktım.

 

Mutfakta çay bulaşıklarımız duruyordu, onları halledip namazımı kıldım. Saat ilerlerken başka işim kalmadığında uyumak için Uluç’un odasına gittim, bavulum doğal olarak da pijamalarım oradaydı. Kapıyı yavaşça açıp parmak uçlarımda ilerledim, uyuyordu. Ağrısı yok gibi duruyordu sanki. Hiç oyalanmadan pijamalarımı aldım ve çıktım.

 

Pijamalarımı giydikten sonra Uluç için hazırladığım koltuktaki yatağı düzeltip uzandım. Başımı yastığa koyduğum an gözlerim kapandı istemsiz.

Bu koku... Uluç'un kokusu... Yastıklarımızı değiş tokuş etmeyi unutmuştum ve bu... Kokuyu içime çektikçe midemde kasılmalar oluyordu. Sanırım dünyanın en güzel kokusuydu.

 

Bir süre sonra burnumda kokusu aklımda ise onun düşüncesiyle uykuya daldım.

*

 

“Hiiih!” Kalbim güm güm atarken nefessiz kalmıştım sanki. Yattığım yerden doğrulup elimi kalbime götürdüm. Alnım boncuk boncuk terlemişti.

 

Yine o rüyayı görmüştüm; önce o geceyi sonrasında Batın’ı, beni Uluç’tan koparıp uçurumdan itişini.

 

Kalbimin yerinden çıkacağını hissederken koltuktan kalkıp koridordaki banyoya girdim. Soğuk suyu açıp yüzümü yıkadım, kendime gelmem ve sakinleşmem gerekiyordu.

 

Kısa süre içinde nefesim düzene girerken havluyla yüzümü kurulayıp koridora çıktım. Hemen yan kapı Uluç’un odasıydı ufak bir iç çekiş sesi duyuldu, sanki canı yanıyordu. Ağrısı olabilir miydi?

 

Hiç beklemeden kapıyı çaldım “Gel Aysima.” Kapıyı aralayıp hemen yatağa baktım. “İyi misin?”

 

“İyiyim, bir şey mi oldu?” İnanamayarak birkaç adım attım yanına. “Ağrın var mı?”

 

“Biraz.” Uluç karanlıkta uyumayı seviyordu benim aksime, bu yüzden odanın içi sadece koridordaki ışıkla aydınlanıyordu ama loş ışıkta bile yüzü hiç iyi görünmüyordu. “İyi görünmüyorsun.” Işığı yakıp ayak ucuna kadar gittim. Ayağı sanki biraz daha morarmış ve şişmişti. “Ben buz getireyim, doktor şişerse buz koyabilirsiniz demişti.”

 

“Uğraşma, gerek yok. Uykunu bölme.”

 

“Ne uğraşması Uluç, sen burada ağrı çekerken uyumamı mı bekliyorsun.” Küçük bir serzenişte bulunup hafifçe kaşlarımı çattım. “Bekle hemen geliyorum.” Mutfağa geçerken arkamdan söylendiğini duysam da ses etmedim. “Zaten kalkamıyorum ki.”

 

Buz aküsü alıp bir beze sardım, ilaç poşetini de alıp yeniden yanına döndüm. “Tok olmadığın için ilaç veremem ama önce buzu koyalım sonra krem süreriz, olur mu.”

 

“Tamam, hadi sen yat artık. Ben hallederim.” Bıkkınca bakıp yanına oturdum ve buzu ayağına koydum. “Susar mısın artık, yatmayacağım. Uykum yok zaten.” Yalan söylemiyordum, rüya görmüştüm ve rüyamdan sonra bir süre uyumam mümkün değildi.

 

Ara ara buzun konumunu bekletip yirmi dakika kadar beklettik buzu. Birazcık da olsa şişkinliği inmişti. Buzu mutfağa bırakıp geri odaya döndüm ve ilaç poşetinden ağrı kesici krem çıkardım.

 

Uluç uyumuyordu ama ellerini başının arkasına koymuş ve gözlerini kapatmıştı. Mutfaktayken aklıma bir şey gelmişti ve bunu sormam gerekirdi. “Tuvalete gitmen gerekiyor mu?” Tek gözünü açıp tuhafça baktı. “Yok.’’

 

Kesin vardı ama söylemiyordu, belli ki çekiniyordu. “Bak varsa söyle, Serhat Abi’yle de gitmedin bildiğim kadarıyla.’’ Yerinden kıpırdanıp hafifçe doğruldu. “Yok ya, sonra şey yaparım… Hallederim.” Kesin vardı, kesin. “Çekinme benden, birkaç hafta ayağın böyle kalacak. Elbet gitmen gerekecek tuvalete.”

 

Ses etmedi ama dediklerime de yanaşmadı. Kalktım, kremi yandaki sehpaya bıraktım. “Hadi, kalk hadi.” Elimi uzattım tutunması için.

 

“Aysima, kendim hallederim.” Göz devirdim, su almaya bile gidemezdi tek başına ki su dökecekti. İçimden yaptığım espriye gülmek gelse de sustum. “Hallederiz, merak etme.” Artık ısrarlarıma dayanamayıp başını iki yana salladı ve doğruldu. Önce elime ardından koluma tutunup desteklenerek kalktı.

 

Hızlı bir şekilde koltuk altına girsem de bir an çökeceğimi düşündüm, bu adam neden bu kadar ağırdı. Sadece sağ tarafının ağırlığını verdiği halde ezilecektim şimdi. Ayrıca ne kadar uzundu. Evet, normalde bariz belliydi benden çok fazla uzun olduğu ama böyle şimdi koltuk altına girince yanında kendimi cüce gibi hissetmeden edemedim.

“Ne kadar ağırmışsın be.”

 

Erkeksi bir kıkırdama duydum. “Sana dedim ben hallederim diye.”

 

“Bu kadar ağır olacağını düşünmemiştim, kaç kilosun ve çok uzunsun Uluç?” Daha da güldü sanki çünkü omzuma değen göğsü hafifçe sarsıldı. “En son doksandı. Boyum da 1.88” Duyduğum sayılarla gözlerim yerinden fırlayacak gibi açıldı. Adam benim iki katımdı. En son ölçüldüğümde 43 kiloydum ve son zamanlarda iyice zayıflamıştım. Boyum desem zaten yerlerdeydi.

 

“Sakın düşeyim deme pestilim çıkar.” Kolunun altından başımı kaldırıp ciddiyetle yüzüne baktım. Söylediklerimde gayet ciddiydim, yere yapışır kalırdım. Benim aksime o bundan keyif alırken yine güldü.

 

Göz devirip önüme döndüm. “Neyse yürü hadi, yoksa ben de sakatlanacağım.” Serzenişim eşliğinde yavaşça adımlayıp odadaki banyoya girdik.

 

“Ha getirdin bakalım beni, ne yapacaksın şimdi?”

 

“Şimdi ben arkamı döneyim, omuzlarıma tutun; ama çok yük vereyim deme düşer kalırım. Ardından klozete oturunca ben çıkarım dışarı. Sonra geri götürmeye gelirim.” Sessiz kalmasını onaylamasına yorarak arkamı döndüm ve dediklerimi harfiyen yerine getirdik.

 

Banyodan çıkıp bir süre bekledim. Aradan uzun bir süre geçerken merak etmiştim açıkçası çünkü sifon sesi gelmişti ama Uluç hâlâ seslenmemişti.

 

Kapıya gidip tıklattım. ‘’Uluç, iyi misin? Gelebilir miyim?’’

 

“Gelebilirsin.’’

 

Gözlerimi kapatıp girdim içeri. Ellerimle lavaboya tutunarak yanına gitmeye çalıştım ama Uluç giyindiğini söyleyerek gözlerimi açmamı istedi. “Nasıl giyindin, basmadın değil mi ayağının üzerine? Benden destek alıp giyinirdin.”

 

“Giydim işte Aysima, sorun yok.” Yanına ilerleyip belinden destek oldum. Ellerini yıkayıp çıktık ve yeniden yatağa yatmasına yardım ettim. Buz iyi gelmişti ama krem de sürersek ağrısını alırdı bu yüzden kremi alıp yeniden ayak ucuna oturdum.

 

“Bunu da sürelim ağrısını alır.” Elime biraz sıkıp yavaşça ayağına sürdüm. Hafif hafif yapıyordum ki acımasın. Birden aklıma bir anı düşerken gülümsememe engel olamadım. Geçen hafta, elim yandığı vakit Uluç da nazik davranmıştı. Yavaş yavaş sürmüş acımasa bile üfleyerek devam etmişti sürmeye.

 

Her şey karşılıklıydı sanki ama yine de o hiçbir şey yapmamış olsa bile ben ona nazik varanırdım, biliyordum.

 

“Bitti.” Ayağından bakışlarımı çekip yüzüne baktığımda o çoktan beridir beni izliyordu. Bakışları uzun zamandır dalgın gibi bakıyordu. Bu bakışlar karşısında ben çok bakamazdım bu yüzden kaçırdım gözlerimi. “Sürdüm güzelce, ellerimi yıkayayım geleyim.”

 

“Teşekkür ederim.”

 

“Ağrıyor mu hâlâ.”

 

“Yok, çok değil. Buz ve krem iyi geldi, sağ ol.” Gözleri yorgun bakıyordu ama bu fiziksel bir yorgunluk değildi. Açıklayamıyordum ama kederli bir yorgunluktu sanki. “Ne demek sen de bana yardım etmiş merhem sürmüştün kaç kez.”

 

“Karşılığını bekleyerek yaptığım bir şey değildi.”

 

“Olsun ben de borç diye yapmıyorum zaten.” Birkaç saniye sessiz durduktan sonra devam ettim. “Neyse ben çıkayım sen de uyu. Eğer ağrı artarsa lütfen çağır beni. Olmadı bir şeyler atıştırıp ilaçlarını alırsın ya da hastaneye gideriz.”

 

“Tamam, sen de uyu hadi.” Takmıştı uyuyamamama. “Hayırlı uykular.”

 

“Sana da.”

 

Salona geçtiğimde saate baktım. Üç bucağa geliyordu. 10-15 dakika sonra imsak kesilirdi. Biraz daha bekleyip namazımı kıldıktan sonra uyuyacaktım.

 

Ezanı beklerken sabah kahvaltı için poğaça yapmak geldi aklıma. Şimdi yoğurup bekletirsem uyanıncaya kadar kabarırdı. Mutfağa geçip hızlıca bir hamur yoğurdum, sabaha hazır olurdu.

 

Abdest almak için lavaboya geçtiğimde aynaya baktım ilkin ve gördüğüm şey ile şaşırmadan edemedim. Benim başım açıktı yine ve Uluç'un yanında hiç fark etmemiştim bunu. Korkuyla uyandıktan sonra banyoya elimi yüzümü yıkamaya gitmiştim ve kalkarken örtümü almamıştım başıma sonra da Uluç'un sesini duyunca hiç aklıma gelmemişti.

 

Normalde bir erkeğin yanında bileğim dahi açılsa hemen fark eder ve kapatırım ama Uluç unutturuyordu her şeyi ya da haram olmadığını beynim kabul etmişti ve bana sinyal göndermiyordu.

 

Gözlerimi aynadan çekerek abdest alıp salona geçtim. Üzerime feracemi aldıktan sonra namazımı da kıldım. Uzunca dua edip Allah'tan yardım diledikten sonra uyumaya geçtim. Uykum da gelmişti geri, hiç zorlanmadan uyuyabildim.

***

Koridordaki boy aynasından son ez üzerime bakıp Uluç’un odasına geçtim. Hem açık görünmek istemiyordum hem de kötü.

 

“Günaydın, uyanmışsın bile neden seslenmedin bana?.”

 

“Günaydın.” Muhteşem bir gülümseme takınmıştı kırmızı dudaklarına. “Mutfaktan güzel kokular geliyordu, işini bölmek istemedim.”

 

“Hadi kalk o zaman da o güzel kokuların tadına da bakalım.” Kalkmasına yardım edip banyoya götürdüm. Uluç ihtiyaçlarını giderirken ben de yatağını düzelttim. Sonrasında yine yardım edip mutfağa salondaki yatak vaziyetine giren koltuğa götürdüm.

 

Mutfakta neredeyse işim bitmişti, poğaçalar pişmiş kahvaltılıklar hazırlanmıştı. Sadece sucuklu yumurtanın yumurtasını kıracaktım o kadar.

 

Dakikalar içinde her şey olunca iki tepsi hazırladığım kahvaltılıkları salona taşıdım. “Afiyet olsun.” Tekli koltuğa geçip kendi tepsimi kucağıma aldım.

 

Arada bir kaç kelime dışında sessizce yaptık kahvaltımızı. Bitirdiğimizde önce Uluç'a ilaçlarını verdim ardından bulaşıkları halledip evi toplayıp temizledim. Daha sonra benim kalacağım odaya geçip oradaki fazla eşyaları çıkarıp temizledim. Bu gün eşyalar gelirdi muhtemelen ve yerleştirirdim.

 

Öğleye doğru odayı temizledim. Salona geçip Uluç’a baktım, televizyona bakıyordu. “Bir şeye ihtiyacın var mı?”

 

“Yok, sağ ol; sen ne yaptın.” Yanına gidip oturdum. “Kalacağım odayı temizledim, bu gün getirirler eşyaları.”

 

“Soralım bakalım ne yapmışlar.” Telefonunu çıkarıp birini aradı. Ben de geriye yaslanıp yorgunluğumu dindirmeye çalıştım.

 

Yarım saat sonra nakliye aracı gelmişti ve neyse ki dolap ve kitaplığın kurulumunda yardım edeceklerdi. Uluç bu haldeyken Serhat abiden yardım istemek zorunda kalacaktım ve bundan dolayı uğraştırmak istemiyordum.

 

Adamlar büyük eşyaları yerleştirdikten sonra gitmişlerdi. Geriye benim yerleştireceğim hafif eşyalarım kalmıştı ama onlara başlamadan önce mutfağa gidip çay koyup bir şeyler atıştırdık. Uluç2un alması gereken ilaçlar vardı ve midesi kazınmış olabilirdi.

 

Çayla bir şeyler atıştırdıktan sonra ilacını verdim ve eşyaları yerleştiriyordum ki birden salondan Uluç’un acıyla bağırma sesi geldi. “Ahh” Yüreğim korku ve telaş ile harmanlanırken ellerimdekini bırakıp hızla salona daldım. “Uluç?!”

 

Koşar adım salona girdiğimde Uluç'u yerde buldum. Yarı oturur yarı uzanır vaziyette koltuğa yaslanmış sağ bacağını elleriyle sıkıca tutuyor gözlerini de aynı şekilde sıkça acıdan kapatmıştı.

 

Onu o halde acı içinde kıvrılırken görünce benim canımın daha çok yandığını hissettim. O ayağının ağrısıyla acıyla kıvranırken ben kalbimin acısıyla kıvrandım bir an. Ondan daha fazla hissettim acısını. Yüreğime bir anda onlarca ton ağırlığında kayaların oturduğunu hissettim.

 

Yanına gidip dizlerimin üzerine çökerek oturdum.

 

“Uluç, ne oldu? Nasıl oldu bu? Çok acıyor mu?” Sesim kontrolüm dışında titrek çıkmıştı, gerçekten çok endişelenmiştim. Kısık gözlerini kaldırıp bana baktı. “Lavaboya gideyim dedim. Ayağımın üzerine basmayayım derken dengemi kaybedip düştüm.”

 

“Ahhh, neden çağırmadın beni? Bostan korkuluğu muyum ben burada?”

 

“İşini bölmek istemedim.”

 

“Ah ah, bölünsün işim ne olacak ki? Gel tutun bana kalkalım yerden.” Koltuk altından ve sırtından destek vererek kaldırdım yerden zorla. O kadar ağırdı ki bir süre uğraşmak zorunda kaldım. Koltuğa oturtup ayağına kontrol ettim. “Morarmış hemen. İlaçlarını yeni aldın bir daha veremem ama buz getireyim hemen.”

 

Hızlıca mutfağa geçip buzluktan bir buz aküsü alarak salona geçtim. Ayak ucuna oturup buzu yavaşça ayağına koydum. Gerçekten kötü görünüyordu yine. Şişmiş ve morarmıştı bu kadarcık zamanda. “Ahh ahh. Neden çağırmazsın ki beni?”

 

“Bir ton işin var zaten. Bir de ben meşgul etmeyeyim dedim.”

 

“Et, sen meşgul et Uluç. Böyle daha mı iyi oldu? Ayağının haline bak. Senden daha mı kıymetli? Senden daha önemli meşguliyetim mi var?” Manasını bilmeden, ne dediğimi bilmeden söylediğim sözlerden sonra gözlerimi ayağından kaldırıp gözlerine baktım. Öyle derin bakıyordu ki o an anladım söylediğim şeyi.

 

Ben Uluç'a gittikçe bağlanıyordum. Gün geçtikçe kalbimden ona doğru sarkmış olan bir ip güçleşiyor ve sürekli ilmek ilmek örülüp bağlanıyordu. İstemediğim ve istenilmediğim hâlde bağlanıyordum ona.

 

Bu öyle acı verici bir şeydi ki... Yüreğim onu istiyordu, aklım onu istiyordu, ruhum onu istiyordu; başım onun omuzlarına yaslanmak; saçlarım onun parmaklarının dokunuşunu, benim parmaklarım da onun saçına dokunmayı; yanaklarım göz yaşlarımdan onun elleriyle temizlenmeyi istiyordu.

Ama ne benim geçmişim ne de Uluç bunları istemiyordu. Bu kadar fazla istediğim şeyi şu iki şey etkisiz hâle getiriyordu.

 

Az önce gözlerine çevirdiğim gözlerimi sıkıntı ile ondan kaçırıp ayağına baktım tekrardan. “Çok açıyorsa hastaneye gidelim mi? Belki başka bir şey de olmuştur Allah korusun.”

 

“Yok zorladığım için oldu. Başka bir şey olmuş olamaz.”

 

“İnşallah ama buz işe yaramazsa yarım saat içinde gideceğiz ona göre.”

 

“Tamam sen git bak işine hadi.” İtiraz edecektim ama itirazı mı kabul etmeyecekti, biliyorum. “Tamam ama ağrı artarsa söyle bana hemen. Hastaneye gideceğiz. Hem lavaboya gitmeyecek miydin sen?”

 

“Ağrı geçsin biraz o zaman giderim.”

 

“Tamam haber et bak ağrı artarsa.”

 

“Tamam tamam hadi bak işine.” İstemeye istemeye yerimden kalkıp yarım kalan işime döndüm. Yaklaşık bir saat sürmüştü yerleştirmek. Tabi on dakika da bir Uluç'a bakmayı ihmal etmiyordum. Çok şükür ki buz ve sonrasında sürdüğümüz merhem iyi gelmişti.

 

Kalacağım odanın işi bitince çalışma odasını düzenlemeye başladım. Zaten kitaplığı ve Müchit Komutanın temin ettiği aletleri adamlar istediğim yere kurmuşlardı. Diğer küçük eşyaları da yerleştirip kendi kitaplarımı ve Uluç'un kitaplarını da yerleştirdikten sonra o odada da işim bitmişti.

 

Bu sürede epey bir vakit geçmişti artık. Salona geçtiğimde Uluç uyuyordu. Ses etmeden gerisin geri salonda çıkıp mutfağa geçtim. Akşama yemeğini hazırlayacaktım.

 

Bir süre sonra yemek de hazır olmuştu ama bitmiştim. Her şey üst üste gelmişti ve hepsini tek başıma yapmıştım. Bu yüzden ayak tabanlarım dahi ağrıyordu sanki.

 

-Keşke hazırlamasaydın. Çok yoruldun bu gün, dışarıdan söylerdik.

 

“Olsun önemli değil. Hazırladım işte.” Uluç tavuk çorbasından bir kaşık alıp konuşmaya devam etti. “Güzel olmuş çorba. Ellerine sağlık.”

 

“Afiyet olsun.” Bu hayatta en sevdiğim yemek tüm tavuk yemekleriydi ve tabi en sevdiğim çorba da tavuk çorbasıydı. Bol havuçlu ve bol ekşili bir tavuk çorbası harika oluyordu ve kendimi övmek gibi olmasın çok güzel yapardım

 

Yemek boyunca ses etmemiştik, televizyon açıktı sadece onun sesi dolduruyordu salonu. Emin değilim ama sanırım Uluç bir kaç saat önce söylediğim şeyden dolayı konuşmak istemiyordu, bilmiyorum. Belki de kendi içimde kuruyordum sadece.

 

Yemeğimizi yedikten sonra bulaşıkları toplayıp ardından namazımı kıldım. Bu esnada çay da hazır olmuştu. Salona geçmeden birer bardak doldurdum.

 

Çay içerken Uluç'un açmış olduğu bir filmi izliyorduk daha doğrusu gözlerim izliyordu sadece. Beynim orada değildi çünkü. İki gündür Uluç ile ilgilenirken hiç düşünmeye fırsat bulamamıştım ama Batın diye bir bela vardı hâlâ başımda. Düşünmüyor olsam da hala duruyordu yerinde.

 

Şöyle şaşırtıcı bir şey vardı ki onun da sesi çıkmıyordu ne zamandır. Ne arıyor ne mesaj atıyor ne de karşıma çıkıyordu. Elbette buna üzülecek değildim ama bu Batınlık bir hareket değildi. Daha kötü bir şey planlıyor olabilir miydi acaba?

 

İnşallah Gamze Hanım bir an önce delil bulurdu da başımızdaki bir sıkıntıdan dahi olsa kurtulmuş olurduk. Önümüzdeki cuma okullar tatil oluyordu. Yeni döneme kadar suçsuzluğumuza dair bir delil bulurduk inşallah.

Gerçi buna çözüm bulsak Batın yine bir haltlar karıştırıp bir şeyler yapardı ama... neyse.

 

Uluç'un ismimi yüksek sesle söylemesi ile düşüncelerimden sıyrılıp ona döndüm. “Hıh, efendim. Bir şey mi oldu?”

 

“Bana olmadı ama sana oldu herhalde. Kaç kez seslendim ama duymadın.”

 

“Dalmışım öyle, bir şey mi isteyecektin?”

 

“Çay varsa bir bardak daha alabilir miyim diyecektim ama senin uykun geldi sanırım. Sen geç yat hadi, yoruldun iyice bu gün.”

 

“Yok ben öyle daldım sadece.” Klakıp bardağını alarak mutfağa geçtim.

 

Çaylarımızı tazeleyip bir müddet daha oturduktan sonra geçmiştik yataklarımıza.

 

Uluç her gün zahmet ettirmemek için koltukta yatabileceğini söylemiş ve hatta uzun bir süre ısrar etmişti ama ben kesinlikle reddetmiştim. Normalde doğru düzgün, rahat rahat uyuyamıyordu hele ayağı bu hâldeyken asla koltukta bırakamazdım onu.

 

Uluç'u odasına götürüp kendi odama ve yatağıma geçtiğimde yatağımı özlediğimi fark ettim o an. Evet Uluç'un yatağı bu yataktan daha rahattı ama insan kendine ait olan yerde daha rahat ederdi her zaman iyi veya kötü olsun.

 

Belki de alışkanlıktı. Vücudum bu yatağa alışmıştı. Alışkanlıklardan vazgeçmek zor olabilirdi bazen. Benim için öyle de olmuştur genelde.

 

Bedenim kendi yatağıma alışmıştı başka yatak çok rahat da olsa tuhaf geliyordu. Ruhum yalnızlığa alışmıştı mesela, şimdi Uluç ile beraber kalıyorduk, o tuhaf geliyordu. Artık her sabah kahvaltımı tek başıma yapmıyordum, çay içerken kitaplarımla veya bilgisayarımla yalnız değildim artık. Her gece uykuya dalarken evde tek başıma olduğumu hissetmiyordum. Uluç vardı artık. Yanımdaydı, yalnız bırakmıyordu beni. Tuhaf geliyordu varlığı ama gittikçe bağlanmama engel de olmuyordu bu durum.

 

Belki günün birinde yine yalnız kalacaktım, Uluç gidecekti belki ama şimdi yalnız değildim. İnsan için de önemli olan şimdiydi. Şuan ne halde olduğuydu. Olmamış şeyler için dert yanmaya gerek yoktu, olacağını bilsek de…
.

Herkese yeniden merhabalar, daha kaossuz bir bölümle geldim. Umarım beğenmişsinizdir.

 

Batın yoktu bu bölümde ve buralarda daha çok batın konusunda ziyade il işimiz ön planda olacak. Elbette Batın eksik olmaz ama bir adım geride olacak.

 

Yeni bölüm için aklımda bazı sahneler var ve şimdiden yorumlarınızı merak ediyorum.

 

gelecek bölüm görüşmek üzere 🥰😍

Bölüm : 04.09.2025 21:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...