13. Bölüm

13.BÖLÜM

Ayfer Yıldırım
efsade

“Ona yardım et”

“Kimsiniz?” dedi. Adam nefes nefese kalmış bir şekilde önüne çökmüştü.

“Bu da başka bir prens” diyerek oturduğu sandalyeden kalkan berrak, yanına geldi.

“Kardeşim nefes almıyor”

Ona sorduğu soruyu cevaplamamış olsa da Hüma, cevabını almıştı. Gürültülü ayak sesleriyle odaya dalan adamlar, koltuk altlarından ve bacaklarından tutarak taşıdıkları yağmacıyı, yatağına bıraktılar. Kalktı. Ölü prensle birlikte odasına dalan karanlık yayıldı. Hemen müdahale etmesi gerekiyordu. “Dışarı çıkın” dedi. Kral ve kraliçe odaya yeni girmişti.

“Ama...”

İtiraz kabul etmeyerek elini kaldırdı “Dışarı!”

İsteksizce gerileyen adımları, onları dışarı attığında hala çöktüğü yerden kıpırdamamış olan prense baktı.

“Çıkmazsanız yardımcı olamam”

“Sana güvenmiyorum”

Sesinden yayılan nefret bir yana gözlerindeki çaresizlik onu dinleyeceğini bilmek için yeterliydi. Yine de onu tehdit ederek zamanını harcıyordu. “Senden hoşlanmıyor” diyen berrağa “Bunu görebiliyorum” dedi. Asi Prens. Evet ona bu şekilde seslenebilirdi. Onunla konuştuğunu zannederek ayaklandı.

“Onu iyileştiremezsen yaşamayı bekleme!”

Kara gözlerindeki tehditkar kırıntılara, boynunu omzuna yatırarak baktı. Acaba iyileştirmek onun için ne demekti? “Eskisi gibi olmayacak” dedi. Prensle tartıştığı süre zarfında karanlık, yağmacı prensin bedeninden dışarıya tamamen sızmıştı.

“Nasıl olacak?”

“Benim gibi...”

Yatağın çevresindeki tüller savruldu. Odayı saran rüzgar, asi prensle birlikte onu da geriye savurdu. Sağ omzu, sertçe duvara çarptı. Avuçlarını duvara yaslayarak karanlığa direndi. Prens onun kadar şanslı değildi. Önce yemek masasına çarpmış sonra da duvara dek sürüklenmişti. Düştüğü yerden kalkmak için debelenen vücudu iki büklüm olmuştu.

Yatağı ayakta tutan tahtalar gıcırdadı. Hüma, gözlerini yatağa çevirdi. Yağmacı prensin karanlıkla birlikte havalanan bedeni, tüllerle birlikte süzüldü. Dudaklarını araladı. Ardından tiz çığlığını serbest bıraktı. Karanlık yırtıldı ancak kaybolmadı. Derin bir nefes daha çekti ciğerlerine. Bu kez dudaklarını yırtılırcasına açmış ve gırtlağına sertçe yüklenmişti. Yağmacı yanı eskisi kadar güçlü olmasa da hala kullanabileceği kadar güç vardı içinde. Rüzgarın zayıflayan çırpınışlarından yararlanarak ilerledi.

“Acele et!”

Berrağın sesi, rüzgarın uğultusuna karıştı. Onun aksine saydam bedeni ne karanlıktan ne de güç savaşının yarattığı rüzgardan etkileniyordu.

Yatağa ulaşır ulaşmaz yukarı uzanarak havada duran prensin bedenini aşağı çekti. Ellerinin değdiği karanlık ona saldırdı. Neyse ki kuzgunun aciz ruhundan daha güçlü bir ruhla yükselmişti. Sırtı yatağa düşen adamın göğsüne avucunu yaslayarak gözlerini kapattı. Ardından sıcak tenini serinlik yayarak kabusunu soğutmaya ve ona seslenmeye başladı.

“Onu iyileştirebilirsin”

Yapamazdı. Yükselişi için onun savaşması gerekiyordu. Şimdilik onu iyileştirse dahi ruhunu ele geçirmeye çalışan kuzgunu durduramazdı. Bu, onun yaşam mücadelesiydi. Acısını azaltmak ve bilincini ayık tutmak dışında yapabileceği hiçbir şey yoktu.

Biraz sonra odadaki karanlık toplandı. Bedeninin üzerinde duran silik varlığa bakarak geri çekildi. Prensin karanlıktan gelen darbeyi karşılayacak kadar güçlü olmasını umuyordu.

“O şeyde ne?”

Şaşkın sesiyle birlikte yanına sokulan prense yan gözlerle baktı ve “Kuzgun” dedi. Karanlığa dalan kara gözleri irice açılmıştı. Alından süzülen kan damlaları, çenesinden yere damlıyordu. Biraz önce başını çarpmış olmalıydı.

“Kardeşimden ne istiyor? Onu yok edemez misin?”

“Ruhunu istiyor” diyerek ikinci sorusunu es geçti.

“Bir şeyler yap!”

Beklediği gibi aklı, bir prensin kibriyle emir yağdıracak kadar yerindeydi.

“Onun için yapabileceğim hiçbir şey yok” dedi. Adam onu geri iterek yatağın üzerine çıktı. Sertçe dönen karanlığı kucaklayan kolları, geri katlandığında kırıkların çıkardığı gürültüyle birlikte acı çığlığı odaya yayıldı. Yüzünü buruşturarak yutkundu. Sanki kendi bedenindeki her kıvrım, un ufak olmuş gibi içi titredi.

Odanın kapısı sertçe açıldı ve duvara çarptı. Aynı anda havalanan prensin bedeni sertçe tavana çarptı. Ardından yüz üstü yere düştü. Karanlığa dokunmadan önce ona sorması gerekmez miydi?

Kral ve kraliçe de aynı şaşkınlıkla karanlığa bakarken önlerine geçerek ellerini kaldırdı “Uzak durmalısınız” Prensin attığı çığlık, onlarla birlikte askerlerin de içeri doluşmasına neden olmuştu. Ne kuzgunla savaşan yağmacı prense ne de yaptığı hata nedeniyle yerde kıvranan diğer prense yardım etmelerine izin verebilirdi. Şu saatten sonra dışarı çıkmalarını istese dahi onu dinlemeyeceklerdi. Belki de oğullarının verdiği savaşı kendi gözleriyle görmeleri iki taraf içinde daha iyi olacaktı.

“Çıkın!”

Kralın güçlü sesi askerlerin üzerindeydi. Odayı talan eden şaşkın gözlerine baktı. Daha önce karşılaşmadıkları belki de hiç haberdar olmadıkları şeylerle yüz yüze gelmişlerdi. Belki de bu yüzden verilen emre uymak onlar için akıllıca bir seçim olacaktı. Askerlerin ardından gıcırtıyla kapanan kapıya baktı ve havada kalan ellerini indirdi. Kraliçenin yaşadığı şok onu sessiz ve donuk bir bekleyişin içine itmişti. Ancak kral olanları soğuk kanlılıkla izliyordu. Müdahale etmeyeceklerini anladığında yüzünü tekrar yatağa döndü.

Karanlık yağmacının göğsüne sertçe girdi, adamın bedeni sarsıldı. Yüzüne baktı. Acı kıvrımlar, gri sakallarının altında terliyordu. Kan damarlarında dolaşan karanlık yüzünde seğirmelere neden oldu.

“Ne zaman bitecek?”

Kralın tedirgin sesine kulak vermeden önce yağmacının bedenindeki sarsılmaların son bulmasını bekledi.

“Ondan kurtulana dek bitmeyecek”

“Yardım edeceğini söylemiştin”

“Yardımım için bu savaşı kazanması gerek”

Kimse bunun kolay olacağını söylememişti. Yağmacıya yaklaştı. Karanlık tekrar uykuya çekilmişti. Parmaklarını boynuna koyarak nabzını kontrol etti. Atmıyordu. Biraz önce sıcaktan kavrulan teni soğumuştu. Şimdilik kazanmıştı ama karanlığı öldürememişti. “Bitti” diyerek geri çekildi.

Kral birkaç adımda yatağa ulaşarak oğlunu kollarına çekti.

“Nefes almıyor!..”

Telaşlı sesiyle birlikte coşan duygularının baskısı geri çekilmesine neden oldu. Yoğun duygulardan kaçınması gerekiyordu.

“Birazdan döner”

Yorgun gözlerle ona bakmayı sürdürdüğünde başını çevirdi. Sözlerine inandığından emin değildi. Ayaklarını sürüyerek terasa ilerledi. Yanından geçtiği asi prens, öfkeli gözlerle ona bakıyordu. Ayık olmasına şaşırdı. Çok fazla hırpalanmıştı. İnsan olmasına rağmen güçlü bir bedene sahipti. Gözleri kollarına değdi. Kırıklarını iyileştirmek gibi bir niyeti yoktu. Aksine biraz daha acı çekmesini istiyordu. Kim bilir belki böylece daha temkinli ve uysal birine dönüşebilirdi.

“Biraz dolaşmak ister misin?”

Bunaldığını anlayarak ona çıkış yolu sunan berrağa minnettardı. Onun yol arkadaşlığı olmasaydı eğer verdiği kararlar çok daha farklı olurdu.

Başını kaldırarak dolunaya baktı. Açık gökyüzündeki yıldızlar kadar dağınık ve onlar gibi parlak bir ruhu vardı. Gideceği yönü kestiremediğinde elindeki gücün bir anlamı olmadığını biliyordu. Bu yüzden düştüğü boşluktan çabucak kurtulması gerekiyordu.

“Bir karar verdim” Dedi terasın yarım örülü duvarına yaslanarak. Gözlerini geceden ayırmamıştı.

“Zor olmalı”

“Evet” dedikten sonra hemen yanında dikilen varlığına baktı. Bunu onunla paylaşmak istiyordu.

“Dinliyorum”

“Korkumla kucaklaşmalıyım”

“Şu korktuğun şey?”

Başını iki yana salladı. Nasıl olsa onunla tekrar karşılaşacaktı. Kuzgundan kaçınmak sadece amacından uzaklaşmasına neden oluyordu. Bu yüzden kuzgunların başında duran konseyle ilgili daha fazlasını öğrenmek istiyordu.

“Bana sunulanlardan bahset” dedikten sonra bir süre içeri çevirdi gözlerini. Prens ve ailesi odasını terk etmeyi düşünmüyor gibiydi.

“Güçlüler. Doğa onların yanında.”

“Evet” Dedikten sonra yüzünü tekrar sisli varlığına çevirdi. Onunla temas etmediği için tam olarak görünür değildi. Sadece duygularının yarattığı güçten ibaretti buğusu. Gözleriyle değil kazandığı yeni güçleriyle seçiyordu varlığını. “Doğanın neden onlarla olduğunu bilmem gerek”

“İnsanlar onları kurtarıcı olarak görüyordu. Çok eskilerde... Benden çok daha öncesinde kuzgunların insanları yol arkadaşı olarak gördükleri bir zaman vardı. O vakitlerde iki ruhunda aynı anda hayata veda etmesi yerine birinin hayatta kalması, yoluna onun ruhuyla devam etmesi mucize olarak kabul edilirdi. Sonraları bu arkadaşlık ilişkisi bir şekilde güçlü olana tapmaya dönüştü”

“Sunulanlar dostlarının kalplerini mi taşıyor?”

“Hayır! Dost değil. Onlara tapan insanlar yağmacıları onlara sundular.”

Bölüm : 08.04.2025 19:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...