
“Hayır! Dost değil. Onlara tapan insanlar yağmacıları onlara sundular.”
Hassas varlığına yakışmayan bir şekilde yükselen sesi, Hüma’nın sessiz kalmasını sağlayacak kadar net ve rahatsızdı. Bu kadar güçlü bir itirazın altında yatan şey öfke olmalıydı. Ancak bu duyguyu ondan alamıyordu. Varlığı zayıflamaya başlamıştı. Onunda karşı koyamadığı bir güce direndiğini hissetti.
“Sunulanlar, kuzgunları tanrıları olarak gören insanların eseri.”
Onu bakışlarıyla daha fazla rahatsız etmemek için yüzünü yıldızlara döndü. Sunulanlarla berrağın arasında ne varsa bu konuyu daha fazla uzatmasını engelliyordu. Tüm merakına rağmen sessiz kalmayı sürdürdü. Eğer onu varlığına ters düşen duyguların içine sürüklerse bu, berrağa zarar verebilirdi.
“Doğa, dostların değil sunulanların yanında olmayı tercih etti.”
Tekrar konuşmaya başlaması onu rahatlatmıştı. Cesaretli davranarak sordu.
“Bu seni neden rahatsız ediyor?”
“Kendilerini tanrı kabul etmeleri doğayı öfkelendirmeliydi. Onlara yardım etmek yerine onları yok etmesi gerekiyordu.”
Demek sebebi buydu. Kuzgunlara olan kızgınlığı berrağın kendi varlığına ters düşse de bunu dile getirmedi. Berraklar yağmacı dostlarının kalbiyle yükselmişlerdi. Sunulanlar kadar acımasız olduklarını söyleyemezdi ama bunun da doğru bir yol olmadığını biliyordu. Kalplerini çıkartıp vermeleri için gözleri kör olmuş olmalıydı. Maidei için kalbini veren yağmacıyı merak etti. Bunu kendi isteğiyle yapmış olsaydı bir berrak olarak yükselmesi gerekirdi. Ancak bir sunulana dönüşmüştü. Demek ki türünü avlayanlardandı. Düşüncelerinin ona kaymasına izin vermemesi gerektiğini hatırlayarak berrağa baktı. Hüma, onun doğayı yanlış tanıdığını söylemek zorundaydı.
“Doğayı iyi niyetli görmeni anlayabiliyorum. Ancak sandığın gibi değil. O -onlar- çıkarları için kullanacak bir kalp arıyorlar”
Şaşırdığını hissetti. Sözleri doğrularına ters düşecek kadar yanlış gelmiş olmalıydı. Daha açık konuşmak için “Onu kabul etmem için bana yaptığı baskıya şahit olsaydın eğer ne demek istediğimi anlardın. Doğanın...” Dedi ona doğru eğilerek “... sandığın gibi masum düşünceleri yok”
“Ama...”
İtirazını sözleriyle durdurdu. “Diğer taraftan kuzgunlar yani siz berraklar dostluklarıyla yükseldilerse şanslılar. Başka türlü bu güç, onları kibirli varlıklara çevirirdi”
“Sen öyle misin?”
“Öyle olduğumu biliyorsun” diyerek gülümsedi. Diğerlerini küçük görmenin getirdiği gücü ve hoşnutluğu yaşayarak büyümüştü. Eğer bu yağmacı olmanın kibri değilse neydi bilmiyordu.
“Sanırım... “
Bir süre sessiz kaldı. Düşündüğünü görebiliyordu.
“Bir konuda yanıldığını düşünüyorum”
“Nedir?”
“Dostluğumuzla yükselmiş olmak bizi kibirden korumuyor”
Hüma ne söylemesi gerektiğini bilemedi. Seher’in bilgisi bu konuda sınırlı olmalıydı. Berraklarla ilgili fazla şey bilmiyordu.
“Bunu neden söyledin?”
Hüma’nın aksine onda kibir yoktu.
“Söyleyeceğim. Zamanı geldiğinde…”
Sesindeki canlı tonu geri kazanmıştı. Kendine gelmiş olmasının verdiği güç, adeta varlığını parlattı. “Bunları nasıl biliyorsun?” dedi gözlerini kısarak. Berrak gözünden kaçmayacak kadar bariz bir geçmişe sahipti. Asırların kraliçesi dahi bu bilgilere sahip değildi.
“Kendi kendine konuştuğunu söylemişlerdi.”
Burnundaki kanı koluyla temizleyen asi prens, onu rahat bırakmaya niyetli değildi. Yanında bittiğinde omuzlarını silkti. Onunla konuşmak sözlerini dinlemekten daha zordu.
“Arkadaşımla konuşuyorum”
Sayesinde berrağın yaşını öğrenememişti.
“Ben kimseyi görmüyorum”
“Görmen gerekmiyor”
“Biliyor musun...”
Daha da yanına yaklaşarak direk berrağın olduğu noktada durduğunda sorusunu tamamlaması için bekledi. Yarı şiş gözleriyle onu süzmesine aldırmıyordu. Dikkatinin çoğunu adamın içinde durduğu berrağın buğusuna vermişti. Görünür hale gelmemişti. Demek ki bunu kontrol edebiliyordu.
“... senden hoşlanmıyorum”
Anlaşılan soru sormak değil onu kızdırmak istiyordu. “Biliyorum” diyerek gözlerini ondan uzaklaştırdı ve aşağıya avluya baktı. Gitmesini ve onu yalnız bırakmasını istiyordu.
“Kardeşime ne yaptın bilmiyorum ama...”
“Kibet!”
Kralın gür sesi, terastan bahçeye yayıldı. Hüma’nın her ikisine de sırtı dönüktü. Ancak kulaklarını konuşmalarından çekmedi.
“Dışarı çık”
“Ama...”
“Çık dedim!”
Ayaklarını sürüye sürüye uzaklaşan prensin arkasından bakmadı. Onun boşalttığı yeri topuklarına basarak yürüyen kralın ayak sesleri doldurdu.
“Uyandı”
Hüma, başını öne arkaya salladı. Rüzgar saçlarını dağıtmıştı. Yüzünü perdeleyen tutamları kulağının arkasına kıstırdı. “Teşekkür ederim” diyene dek yüzünü ona dönmedi. Kral ona değil gökyüzüne bakıyordu. Gri sakalları, sivri çenesini gizlemişti. Başındaki altın halkaya baktı. Bir kral için oldukça sade oymaları vardı.
“Oğlunu kaybedeceksin”
Yarın yapmayı düşündüğü konuşma istemsizce dökülmüştü dudaklarından. Teşekkür etmesi bir nedenle rahatsız hissetmesini sağlamıştı.
Başını hızla indirdiğinde gözlerindeki gri halkalara baktı. Öfkeleniyordu
“Kurtaracağım demiştin!”
“Yaşayacak ama artık burada kalamaz”
“Neden?”
“Bir yağmacıdan çok daha farklı bir şeye dönüşeceği için...” diyerek en belirgin sebebi sundu.
Adam gülümsedi ve gözlerini tekrar geceye döndü.
“Tahta nasıl çıktığımı biliyor musun?”
“Elbette” Dedi. Bunu bilmeyen birilerinin olduğundan şüpheliydi. Ferq halkı, krallarının kendileri gibi insan olmasını istemişlerdi. Oysa hep melezler tarafından yönetilmişlerdi. Gel gelelim soy ağacı bir şekilde kurumuş ve insanlar, kanlarının tek akrabaları olan yağmacı krala bel bağlamak zorunda kalmışlardı. Nitekim kralda bu yüzden sadece insanlarla evlilik bağı kurmuştu. Yağmacı prens hariç diye düşündü. Kiblegat onun gayrimeşru oğluydu.
“İnsanların ön yargılarını kırmak kolay değil. Çok eskiden bize ait olan bir yere geldim ama sanki onlardan çalışmışım gibi kızgınlar. Yıllar geçti. Benim kanımı kabullenmek onlar için hala imkansız. Biliyorsun ben onlar gibi insan değilim. İnsanların beni reddettiği gibi farklı olduğu için oğlumu terk etmeyeceğim”
“Siz değil, o terk edecek”
“Anlamıyorum?”
“Hayatta kalması için kanıma ihtiyacı var” Dedi. Bir yandan ona bağıran berrağın “Bunu söylememeliydin!” sitemiyle açıklamak zor olsa da başardı. “Kanımı aldığında bana bağlı olacak ve ben neredeysem orada olacak”
“Yeter ki hayatta kalsın” diyerek rahatlayan kral, gözlerini bahçeden çekip ona bakmamıştı bile.
“Şimdi seni burada tutmak için bir sebebi daha var” diye söylendi berrak. Hüma, dikkatini adama yoğunlaştırdı. Duyguları yüzünden okunmuyor olsa da hissediyordu. Bütün endişesi kaybolmuştu.
“Rahatladınız?”
“Evet”
“Neden?”
“Oğlum yaşayacağı için. Kızımı daha yeni kaybettim. Çocuklarımdan birini daha bırakamam”
“Yine de onu bana – tanımadığınız birine- bırakacaksınız”
“Seni tanımıyor değilim küçük hanım” dediğinde huzursuzlandı. Ancak bir şey söylemedi. Onu çözmekte zorlanıyordu.
“Ne demek istedi?”
Hüma, başını iki yana salladı. Bilmiyordu.
“Ailen için üzgünüm”
Sonunda ona bakan kralın gözlerinde hüzün vardı.
“Bende”
“Kaç yaşındasın?”
“Doksan”
Başını salladı ve “Neredeyse benim krallığımla yaşıtsın” Dedi. Ardından birkaç saniye geçmişti ki keskin grileri ona döndü. Şaşkın dudakları aralandı ve hızla kapandı. Çok sürmedi. Yüzü bir kez daha mimiksiz bir duvara döndü. Hüma, böylece Nhamo’un kime çektiğini görmüş oldu.
“Şaşırdınız?”
Gözleriyle yüzünü inceliyor, ancak hiçbir duygu bulamıyordu. Pes ederek başını eğdi. Kralın aklını okuyabilmeyi istiyordu. Ona sorular sormak yorucuydu ve cevapları Hüma’nın merakını hiç mi hiç tatmin etmiyordu.
“Yaşlı olduğun için olmalı”
“Yalan söylüyorsunuz”
“Bunu hissedebiliyor musun?” dedikten sonra yüzü aydınlanmıştı. Onu onaylamak için başını salladı.
“Güçlüsün.”
“Öyleyim” Dedi. Sonra suskun bekleyişini kırmak için “Cevap vermediniz.” Diyerek duygularında gezinmeye devam etti. Ancak adam gücüne ayak uydururcasına sakinleşmişti. En az dayısı kadar deneyimliydi. Bu kez onun yaşını merak eden Hüma’ydı ama kral “Seni yalnız bırakayım” dediği için sesini çıkartmadı. Zaten sorduğu soruları ya geçiştiriyor ya da cevapsız bırakıyordu.
Hareketlendi ve ellerini koyduğu duvardan çekti. Kral ardına bakmadan giderken Hüma, belini yarı örülü duvara yasladı. Annesiyle tanışıyor olması ilk an o kadar rahatsız edici olmamış olsa da şimdi onu tedirgin ediyordu.
“Bir şeyler saklıyor”
“Evet”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 686 Okunma |
105 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |