17. Bölüm

17.BÖLÜM

Ayfer Yıldırım
efsade

Kast ettiği şey, kadının gerçekten onun kızı olması mıydı? Saraya ilk geldiklerinde ona annesinin adıyla hitap ettiğini hatırladı. Biraz önce de benim kanım demişti.

Kraliçeden daha şaşkın görünen Kibet, adeta sandalyesinden fırlayarak doğrulmuş babasına bakıyordu. Keşke kralın sözünü kesmek yerine sakin kalmayı başarsaydı. Al'ın yanılmadığından emin olmak için ayrıntıları duyması gerekiyordu.

Kral sessiz kaldı. Kiblegat'a ve kraliçeye baktı berrak. Şaşkındı. Yine de böyle bir karmaşayı takdir etti.

"Test ettin mi?"

Kraliçenin sorusuyla kafa karışıklığı bir tık daha arttı. Ne testinden bahsediyordu?

"Evet"

Hüma, bahçeye adım atar atmaz onu süzen insanlardan uzaklaşmak istedi. Hava almaya ihtiyacı vardı. Ancak içerdekinden daha çok boğulmuş hissediyordu şimdi. İzleyicileri umursamadan yürümeye çalıştı. Elbisesinin etekleri, adımlarının arkasından sürüklendi.

Güneş güzel bir günü beraberinde getirmişti. Öyle ki kuş cıvıltıları sarayın bahçesinde renklendiriyordu. Çıplak ayaklarının altında ezilen nemli çimlerin tadını çıkara çıkara yürümek için güzel bir gündü.

Yönünü bahçe kapısına çevirdi. Çıkmasına izin verip vermeyeceklerinden emin değildi. O geçtikçe eğilen, adeta yere kapaklanan askerlerin arasından sıyrılmaya çalıştı. Kulakları sessizlikten çınlıyordu. Biri dahi ağzını açıp tek kelime etmemişti ama meraklarını, mutluluklarını ve minnettarlıklarını hissediyordu.

Hızlandı. Kapıya daha yeni varmıştı ki ardından gelen at nallarının sesiyle durakladı. Yoldan çekilerek geri baktığında Prens Kiblegat’ı gördü. Her an devriliverecekmiş gibi dururken at sürmemesi gerekiyordu. Yanına geldiğinde dizginleri çekti. Kişneyen ve şaha kalkan at, bir süre sahibinin altında debelendikten sonra duruldu.

“Konuşmamız gerek”

Prense bakarken gözlerini kıstı. Güneşin sıcak ışıkları yüzüne vuruyordu. Ne hakkında olduğunu sormadan elini uzattı. İnsanların içinde kuzgunlardan bahsederse bu iyi olmazdı. Onu yukarı, arkasına çektiğinde ellerini geniş omuzlarına koydu.

Ağırca açılan bahçe kapısından yavaşça geçtiler. Atına hız kazandırdığında adama olan yakın temasıyla birlikte artan duygularında boğulmamaya çalıştı. Hisleri belirsiz, duygu geçişleri tahammül edilemeyecek kadar hızlıydı. Gittikçe süratlenen ata rağmen ellerini omuzlarından çekti ve bacaklarını sıkıca ata bastırdı. Onunla konuşmak isteme nedeni, kuzgunlar değildi. Sebebin ne olduğunu duygularıyla tahmin edemeyeceği kadar karmaşıktı adam.

Sokakları, adeta curcunaya katarak geçtiklerinde onu nereye sürüklediğini bilmiyordu. Şehri çeviren surları görünce bir an için dışarı çıkacaklarını düşündü ama yanılmıştı. Yağmacı, sağ elindeki dizgini çekti. Hüma, hızını kesmeden sert bir dönüş yapan atla dengesini kaybetti. Bacaklarının desteğini henüz yitirmemiş olsa da saçları yeri süpürecek kadar eğilmişti bedeni. Zar zor doğruldu. Güçlü kasları olmasaydı şimdiye uçarak taş surlara çarpmıştı.

Duvarları izleyerek yol almaya bir süre daha devam ettiler. Sonra tepeye çıkan patika yolu izlediler. Seyrek ağaçlar sıklaştı. Ardından yine azaldı. Bir süre sonra tepeye varmışlardı. Açıklığa girdiklerinde adam atı durdurdu ve zaman kaybetmeden aşağı atladı. Onu da kollarından tutarak indirdi.

Adeta sürükleniyordu ama sesini çıkarmadı. Yağmacı prens, doğru düşünemeyecek kadar hastaydı. Kontrol onda olsa da ruh halindeki dengesizlik, içindeki kuzgundan kaynaklanıyor olmalıydı.

Bileğini bırakarak karşısına dikildiğinde karanlık damarların sızdığı göz aklarına baktı. Fazla zamanı kalmamıştı.

“Çığlık at!”

Nefes nefese dile getirdiği kelimelere “Ne?” diyerek karşılık verebildi.

“Çığlık at” Dedi tekrar. Sabırsız görünüyor, yanlarında duran elleri titriyordu. Saç dipleri ter içindeydi.

“Neden?”

“Yap şunu!”

Neler olduğunu anlatmadan söylediği şeyi yapacağını düşünüyor olmalıydı. Başını iki yana salladı ve kollarını göğsünün altında bağladı. Önce açıklamasını duymalıydı.

“Tamam” Dedi omuzlarını indirerek. Bir iki saniye onu aydınlatmasını bekledi. Ancak prens alnındaki ıslaklığı elinin tersiyle sildi ve “O zaman dinle” diyerek başını kaldırdı. Ağzı genişçe araladığında Hüma, ne yaptığını anlamak için gözlerini kıstı. Konuşmak dışında neyin peşinde olduğunu görmeye çalışıyordu.

Tiz çığlığı kulaklarını delerek göğe yükseldiğinde düşüncelerini savuşturdu. Gücünü kaybettiğini mi göstermeye çalışıyordu? Hayır başka bir şeydi. Çığlığını kesmeden başını eğdiğinde gri gözlerine baktı. Bu çığlık tanıdıktı. Öyle tanıdıktı ki...

Kavuşma. Erinliğe girdiği ilk dönemlerde bu anı sabırsızca beklemişti. Yağmacıların en özel günüydü. Belki de bu yüzden kavuşma demişlerdi adına. İki sevgilinin bir araya geldiği gün kadar değerliydi halkı için. Zira onları farklılaştıran tek şey buydu.

Annesi gibi güçlü olabilmek için çığlığını bulması gerekiyordu. Evden defalarca kez kaçarak birçok deneme yapmış ama başaramamıştı. Neyin yanlış olduğunu annesi söylemeden çözememişti. Biraz daha zaman alacak demişti. Sabırlı olmalısın.

Çocukluğuna inen zihni sarsıldı. Başına giren sancılardan kurtulmak için elleriyle saçlarını çekiştirdi.

Evlerinin bahçesinde bir ağaç vardı. Salıncağını kurduğu ve dışarı çıkan köklerine yaslanarak uyduğu o ağaç, canlandı. Evden koşarak çıkan geçmişi, oraya çöküp ağlarken annesi de ardından gelerek karşısına çökmüştü.

“Sorun değil” demişti. Hata yaptığını düşündüğü her an onu rahatlatmak için yapardı bunu. Parmaklarını saçlarında dolaştırır ve onu teselli ederdi.

“Ben yağmacı değil miyim anne?”

Öyle korkak bakıyordu ki yeşilleri, bu kızın küçüklüğü olduğundan emin olamadı.

“Öylesin tatlım.”

“O zaman neden yapamıyorum?” diye sormuştu. Ona cevap verene dek bu soruyu kaç kez dile getirmişti?

Sonunda “Baban yanında olmadığı için” demişti. Büyürken asla yokluğunu hissetmediği adam, bir anda en çok ihtiyaç duyduğu şey olmuştu.

Babası... Kimdi ki o? Dayısı ve kuzeniyle birlikte yaşadıkları evde asla adı anılmayan biriydi. Öyle biri olduğundan bile emin değildi. O kadar çok şaşırmıştı ki göz yaşları durmuştu. İnsan çocuklarının anne ve babalarını sık sık görmüştü. Kuzeni, dayısına baba derken asla ona ait bir babası olduğunu düşünmemişti. Sahi bunu neden yapmamıştı?

“Ne zaman gelecek?”

Kim olduğunu umursamamıştı. Sadece burada olmasını ve ona gücünü vermesini istemişti.

“Gelmeyecek tatlım”

“Ona gelmesini söyleyemez misin?”

Başını iki yana sallamıştı.

“Söylemelisin..!”

Yine büzülen dudakları göz yaşlarıyla ıslanırken annesi onu göğsüne çekerek “Yapamam” demişti. O zamanlar nedenini öğrenememiş olsa da şimdi biliyordu. Bir kralı ayağına çağırmazdı.

Kavuşma günü o yanında olmadığı için ertelenmişti. Neredeyse genç bir kadına dönüşene dek bir insan gibi kör ve sağır yaşamıştı. Belki de bu yüzden en çok insan ırkından nefret etmişti. Hüma için insan demek, aciz geçirdiği o günler demekti. Dayısından ve kuzeninden aldığı dövüş dersleri olmasaydı eğer o zamanları asla geride bırakamazdı.

Bilinçsizce çöktüğü yerden süratle kalktı. Ardından parmaklarıyla yağmacının boynunu sıkıca kavradı. Susmalıydı. Kendi çığlığı kadar tanıdık olan sesine tahammül edemiyordu.

Kral, ona annesinin adıyla seslendiğinde ve terasa yanına geldiğinde o kadar çok açık vermişti ki... Anlamalıydı. Çocukluğunda onu yalnız bırakan adamla karşı karşıyaydı. Sonunda kader, onu bir şekilde kapısına dek sürüklemişti.

Yağmacı sustu. Kulaklarına değen baskı durdu ama kalbi için aynısı geçerli değildi. Öfkeliydi. Onu yalnız bırakan adamın çocuklarıyla geçirdiği günleri düşündükçe kalbine saplanan ağrı arttı. Dişlerini birbirine bastırdı. Yağmacının ona bakan yüzü, sulanan gözlerinin altında bulanıklaştı.

Parmak uçları soğumaya başlamıştı. Damarlarından akan güç, onu ortadan kaldırmasını söylüyordu. Ancak adamdan ona ulaşan duygular, durmasını istiyordu. Rahatlık ve huzur, onun hislerinin aksiyle çarpışırken sarsıldı. Elinin altındaki kemikleri biraz daha zorlasa kırabilirdi.

“Yapma”

Berrağın sakin ve temkinli sesini duyduğunda parmakları istemsizce çözüldü. Yüzü kıpkırmızı olan ve şaşkın gözleri irice açılan yağmacı, dizlerinin üzerine düştü.

“Biliyor muydun!?”

“Doğru mu?”

Sorusuna karşılık gelen cevapla öfkesi anında dindi. Al’de onun kadar şaşkın hislere sahipti.

“Babam haklıymış...”

Ellerini yere koyarak kalkmaya çalışan yağmacının, cızırtılı çıkan sesiyle nefes aldı. Öfkesi hızla geri dönmüştü. Titreyen ellerini yumruk yaptı. Ardından yüzünü göğe kaldırarak sakinleşmeye çalıştı.

“Onlarda yeni fark ettiler”

Bölüm : 12.04.2025 11:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...