
Berrak yaklaştı. Sesi sakin olsa da duygularında bir rahatsızlık vardı. Endişeliydi. Muhtemelen gayri meşru bir prenses olmasının getireceği sonuçları düşünüyordu.
“Buradan gitmeliyiz” dediğinde Hüma, dişlerini sıkmayı bıraktı ve başını iki yana salladı.
“Başka şansımız olmayabilir”
“Onu aldıktan sonra gideceğiz” Dedi. Gözleri onu dikkatle inceleyen yağmacının üzerindeydi. Kim olduğunun önemi yoktu. Verdiği sözün arkasında durmalı ve onu kovanına katmalıydı.
Kiminle konuştuğunu anlamaya çalışan prens Kiblegat, “Kimi aldıktan sonra?” diye söylendi. Adamın sorusuna karşılık vermeden bekledi. Karanlık yine yüzeye çıkmaya başlamıştı.
Zamanı gelmişti. Berrağa “Kimsenin görmediğinden emin ol” Dedi. Al’ın buğusu yavaşça uzaklaştığında ona itiraz etmediği için rahatlamıştı.
“Neler oluyor?”
Yağmacının korkuyla karışık çıkan sesi titriyordu. Sorusuna rağmen ne olduğunu biliyordu. Kuzgunu ona sesleniyor olmalıydı.
“Otur”
Karşılık vermeden çimlerin üzerine oturunca “Unutma” dedi “Kalbini almalısın”
Belli belirsiz başını sallayan adamın gri gözleri kaydı. Göz aklarına yayılan karanlıkla birlikte sırt üstü devrildi. Hüma prensin yanına çöktü ve beklemeye başladı. Tahminleri doğruysa çok uzun sürmeyecekti.
Yağmacı prensin ter ve yağ içindeki, gri ve beyaz karışımı saçlarına dokundu. Şu an aile olarak görebileceği biriyle birlikteydi. Ne kadar öfkeli de olsa kanın getirdiği değerin farkındaydı.
Kan, yağmacıların en sağlam öğretilerinden biriydi. Bir nevi onları sürüye katan yegane şeydi. Kana yapılan ihanet ancak bir kısasla temizlenebilirdi. Bunu öğrendiği gün ilk işi “Babam bize ihanet mi etti?“ diye sormak olmuştu. Annesinden aldığı cevap buruk bir gülümseme eşliğinde “Hayır” olmuştu. Böylece babasının varlığından bile haberdar olmadığını anlamıştı.
Öfkesi yavaşça silindi. Çocukça düşünceleri, geçmişe ait kırgınlıkları bir kenara bırakmalıydı. Ancak bu şekilde babasına değil her iki ailesine de ölüm getiren kuzgunlara öfkelenebilirdi.
Yağmacının gözleri, göz kapaklarının altında sağa sola kaymaya başladığında elini saçından çekti. Önce eli bilinçsizce havaya kalktı. Ardından karanlık bütün gücüyle esmeye başladı. Hüma, dizlerinin üzerinde geri çekildi. Adamın avucunda toplanan güç fırıldak gibi dönüyordu.
Biraz sonra toplanan gücü avuçlayarak kalbine götürdüğünü gördü. Başarmıştı.
Kuzgunun karanlık varlığı silindiğinde tekrar adama yaklaştı. Bir süredir kıpırtısız halde uzanıyordu. Elini boynuna koyarak kalbini kontrol ettiğinde kanının damarlarından hızla aktığını gördü. Adamın dönüşümü onunkinden çok daha farklı ilerliyordu. Nhamo, bu süreçte kalbinin durduğunu söylemişti. Ancak belli ki yağmacı için bu söz konusu değildi. Geri çekilerek neyin yanlış olduğunu bulmaya çalıştı.
“Sorun ne?”
Yanına gelerek çöken berrağa bakmadan başını iki yana salladı. Yağmacının gözleri, hızla açıldı. Beyazları yerine kara çukurları görmeyi beklemiyordu. Ellerini dizlerine koyarak adamı süzdü. Kuzguna karşı kaybetmiş olsaydı anlardı değil mi?
Yavaşça yerinden kalktığında ve yüzünü ona döndüğünde hala neler olduğunu çözememişti.
“Geri çekil!”
Berrağın sert sesi ve omuzlarını tutan saydam elleriyle onu içine çeken kara gözlerden sıyrıldı. Ancak yağmacı prens çekilmesine izin vermedi, üzerine atıldı. Sırt üstü berrağın kucağına düştü. Yağmacının sivri tırnakları, göğsünü delerek kalbine doğru yol açtı.
İlk an hissettiği acı, yağmacının kara gözlerine bakarken yok oldu. Onu geri çekerek kurtarmaya çalışan berrağa durmasını söylemek istiyordu. Ancak dudaklarını kıpırdatıp tek kelime söyleyemiyordu. Yaptığı bu şey, gerekliydi. Daha önce karşılaştığı dönüşenlerin aksine prens, bunu mührünü almak için yapıyordu.
Adamın çığlıklarına karışan yırtılma sesi, güçlükle yutkunmasına neden oldu. Çektiği acıyı anımsadığında sırtındaki yarıklar sızladı. Derisinin altında katlanan uzantılar, adamın yeni oluşan kanatlarıyla birlikte dışarı çıkmak istiyordu.
Kalbini saran parmakları henüz geri çekilmemişti. Damarlarına sürten tırnakları, kanını çekerek ona aktarıyordu. Prensin dönüşümünü aksatmamak için elinden geldiğince sabit durmaya çalışıyordu ama berrak, onu kurtarmaya çalışmaktan henüz vazgeçmemişti. Bu nedenle bedeni sarsılıp duruyordu.
“Al!”
Bu sesi tanıyordu. Varlığı, bedenini baştan ayağa gezdi. Maidei, onu bulmuştu. Kafasını çevirmek ve yüzünü görmek istiyordu. Ancak prens henüz dönüşümünü tamamlayamadığı için gözlerini ondan ayıramadı. Tıpkı söylediği gibi kuzgun onu bulmuş, onun için gelmişti.
“Ona zarar vermeden önce dur”
Berrağın asılmaları kesildi. Onu durdurduğu için adama minnettardı. Arkasında cereyan eden olaya dikkatini yoğunlaştırmak için çabaladığı anda prensin tırnağına takılan damarı yırtıldı. Acıyla çığlık attı. Gözlerine inen karanlık gibi körelen kulakları, bir süre daha kendi çığlığında boğuldu.
Dışarıdaki dünyaya dair hiçbir şey duyumsamaz olmuştu. Tıpkı dönüşürken çektiği acılar gibi kor alevler ciğerlerini yakıyordu. Yanındakilerden soyutlanmış, eski karanlığına düşmüştü. Artık öğrenmişti. Gerçek dünyadan soyutlandığı her anda zihni başka bir zihne bağlanıyordu. Tıpkı şu an prensle durduğu boşluk gibi gerçeklikten uzaklaşıyordu.
Eliyle göğsünü yokladı. Prensin eli, hala bedenini işgal ediyordu. Kör karanlığı sadece onu görecek kadar aydınlandığında yüzüne baktı. Adam onu terk edemeyecek kadar içmişti kanını. Gri gözlerinde biriken kan damarlarını izlerken iç çekti. Şimdi, onu kendine tam anlamıyla bağlamak için mührü vermesi gerekiyordu.
Elini kaldırdı. Avucunda biriken su damlaları parladı. Göğsüne ulaşmalıydı. Zar zor kıpırdayan sol eli uyuşmuştu. Ancak kaldırmayı başardı. Tırnağını kullanarak adamın gömleğini yırttı. Ardından avucundaki suyu göğsüne bastırdı. Çığlık atarak karşılık veren prensin irislerinde mavi kıvılcımlar parladı. Hüma, karşılık olarak kalbinde bir yırtık daha oluşunca inledi. Prensin eli o kadar derine inmişti ki kalbinden çıktığında ruhunun paramparça olacağını hissediyordu.
Maidei, acı terler döken kadının yanına çöktü. Açık göz kapakları titriyordu. Su kadar hafif, yeşil ve mavi karışımı gözleri dalgalanıyordu. Acı çığlığından sonra sessizleşmişti. Arkasında duran berrak geri çekildiğinde kadının yere oturan bedeni sallandı. Gözlerini hırsla Al’e çevirdi. Daha dikkatli davranması gerekiyordu. Kraliçenin sırtından çıkan uzantılar anında göğe yükseldi. Al, bu yüzden ondan uzaklaşmış olmalıydı.
Çalı gibi duran damarları süslemek için doğan mavi tüyler, hızla çoğalıyordu. Yağmacı prensin sırtındaki kanlı uzantıların aksine parlak ve ıslak tüylerden sular damladı. Sıkıca kapalı dudaklarından kaçan inlemelerin geçmesini bekledi. Onu böyle acı çekerken görmek istemiyordu.
Kanatlarından damlayan sular, kadının saçlarını ve yüzünü ıslattı. Maidei’nin üzerine sıçrayan birkaç damla, onu acısından kurtardığı zaman ki kadar soğuktu. Eğer kadın onu iyileştirmemiş olsaydı kızıl kraliçenin elinden asla kurtulamazdı. Çok güvendiği dostu Ayodele dahi onu bir başına bırakmıştı. Oysa Maidei arkadaşı için çok fazla risk almıştı.
Kadının uzaktan onu nasıl iyileştirdiğini henüz bilmiyordu. Ancak bir kez daha ne kadar güçlü olduğunu görmek onu rahatlatmıştı.
“Kraliçeyi öldürüyor”
Yanına yaklaşan berrak, endişeli kelimelerinin ardından elini omzuna koydu. Başını iki yana sallayarak sözlerine karşılık verdi Maidei. Bunu daha önce de görmüştü. Ölmeyecekti.
“Mühür böyle verilir”
“Bu kadar zor olacağını düşünmemiştim”
Sesinden yayılan suçluluk duygusu kafasını kaldırarak Al’a bakmasına neden oldu. Onu görmeyeli ne çok olmuştu. Son gördüğü gün kadar genç ve güzeldi. Yıllar, yükselen kuzgunları gölgesinde saklıyordu.
“Onun için endişeleniyorsun?”
“Evet”
Duyduğu rahatsızlık kaşlarını çatmasını sağladı. Kadınla ne zaman karşılaşmışlardı ve nasıl onun için endişelenecek kadar yakınlaşmışlardı bilmek istiyordu. Lakin bunu şimdi yapamazdı. Biliyordu ki soruları için doğru zaman değildi. “Biraz sonra biter” Dedi ama huzursuzluğu henüz geçmemişti.
“Daha önce görmüş müydün?”
Elbette görmüştü. Başını kısaca salladı ve yüzünü tekrar kadına çevirdi. Göz kapaklarını sıkıca kapatmıştı. Kızıl kraliçeyi de birkaç kez görmüştü. Onlar için ritüel sayılabilecek bu süreç oldukça zorlu geçiyordu. Sonrasında ne kadar güçsüz ve yıpranmış duruma düştüğünü anımsadığında kadının yanında olduğu için rahatladı.
Kuzgunun siyah tüylerle bezenen kanatları, yaprak döker gibi tüylerini bir iki çırpmanın ardından döktü. Kanlı tüylerin yerini almaya başlayan maviler, tıpkı kraliçede olduğu gibi su damlatıyordu. Elini kadının omuzlarına sıkıca bastırdı. Biraz sonra yeni doğan geri çekilecek ve kadının kalbini hapseden parmaklarını açacaktı.
Neyse ki kadın mağarada, diğerlerini uyandırdığında böyle bir karşılama yaşamamıştı. Yoksa adamlar mühür uğruna onu katledebilirlerdi. Su ile olan anlaşması geciktiği için şanslıydı. Mühür kraliçeden çok doğaya ait bir damgaydı. İstedikleri savaşta kullanabilecekleri bir düzine asker yaratmak onlar için çokta zor değildi. Karşılığında kimin acı çektiğini umursamayacak kadar güçlülerdi. Aklına gelen kehanetle “Ona yankıdan bahsettin mi?” diye soru verdi.
“Evet”
“Her şeyi biliyor mu?”
Ondan kaçması için bir sebebe daha ihtiyacı yoktu.
“Her şeyi değil”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 686 Okunma |
105 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |