20. Bölüm

20.BÖLÜM

Ayfer Yıldırım
efsade

Başını salladı. Ardından gözlerini sönükleşerek kaybolan kanatlarının arkasındaki kişiye dikti. Şaşkın gözleri saniyeler içinde silikleşen ve adeta kaşla göz arasında yok olan berrağın durduğu noktaya dikmişti.

“Kanatlarını gizlemelisin”

Bir süre daha boşluğa bakan adamın sözlerini duyması uzun sürdü. Başını bilinçsizce salladı. Yavaşça tüylerinden arınan uzantıları geri çekildi. Giysileri parçalanmış ve kanla lekelenmişti.

“Peki ya o?”

Kollarındaki kadına baktı. Ağır ve ıslak kanatları yere değiyordu. Onu gizleyemezlerdi. Eski gücüne kavuşana dek kanatları böyle kalacaktı.

“Atınla dön”

“Hayır!”

“Merak etme, onu istesem de senden gizleyemem”

Dediklerinde son derece ciddiydi. Prens, mührü aldığı için kraliçeye ulaşma şansı en yüksek olan kişiydi artık. Zihinleri bir bütünün iki yarısı gibi olacaktı. Ona imreniyordu. Artık ikisi de kopmayacak bir ilişkiye sahiptiler.

Usulca başını sallayan adam atına binerek uzaklaşırken berrak “İkisini birden saraydan çıkarmak zor olacak” Dedi.

“Mecburuz”

“Aslında değiliz”

Biraz önce sarayda kalma fikrine hiddetle karşı çıkan adam nereye gitmişti?

“Ama dedin ki...”

“Ne dediğimi biliyorum”

Neyse ki, diye geçirdi içinden.

“Onlara istedikleri şeyi verdiğimiz sürece burada rahatça yaşayabiliriz”

“Ama...”

“Prensesi ve prensi kaybetmek istemeyecekler. Hazırlanmamız gereken bir savaş varken bir de kaçak olarak yaşayamayız”

Biraz önceki tavırlarının aksine son derece mantıklı konuşuyordu.

“Bizi desteklemelerini sağlarsak eğer...”

“Bir ordu kurabilirizzzz”

Sesindeki heyecanı duyumsayınca gülümsedi. Gidecek yerlerinin olmayışı bir yana eğer ülkenin desteğini alabilirlerse birçok insanı da yok oluştan kurtarabilirlerdi. Ancak yaşanabilecekleri düşündüğünde berrağın sevincini bölerek “İnsanlar onları kabul etmeyebilir” Dedi.

“Hayır! Çoktan kabul ettiler”

Başını eğerek kadına baktı. Göğsündeki delik hiç var olmamışçasına kapanmış, mavi elbisesindeki delikler onarılmıştı.

“O zaman gidelim” Dedi. Hemen arkasından berrağın elini kolunda hissetti. Onları sıcacık sarmalayan hava ayaklarını yavaşça yerden kesti. Çevrelerini saran kaos bir süre döndükten sonra açıldı. Ayakları tekrar yere bastığında sarayın bahçesinde askerlerin arasındaydılar.

Kınından çıkan kılıçların şangırtısı, sessizliği yardı. Şaşkın bakan adamaların gözleri, prenseslerinin yere değen kanatlarındaydı.

“Güzel karşılama” diye söylendi Al. Muhtemelen onları nasıl ikna edeceğini düşünüyordu. İnsanların bilmedikleri güçlerle baş etmelerinin tek yolu savaşmaktı. Böyle öğrenmişlerdi. Muhtemelen böyle de devam edeceklerdi.

“Krala yol açın!”

Maidei’nin bağıran askerin olduğu tarafı görebilmek için sağına doğru ufak bir dönüş yapması gerekti. Geniş merdivenleri yavaşça inen yaşlı adam, onlara doğru geliyordu. Silahsızdı. Ancak onun hemen arkasından gelen genç adam öyle değildi. Askerler gibi kılıcına sarılmıştı. Koruması olmalıydı.

Askerler açıldı. Kralla aralarındaki mesafe yavaşça kapandı.

“Babası” diye fısıldadı Al. Bunu söylemesine gerek var mıydı? “Arkasındaki prens... Ona karşı dikkatli olmalısın”

Demek koruması değil, oğluydu. İşte bunu duymaya ihtiyacı vardı. Kral tahtını sağlama alacak kadar çok çocuk dünyaya getirmiş olmalıydı.

“Kimsiniz?”

Onlara çok fazla yaklaşmadan konuşan kral, gözlerini berrağa dikmişti. İnsanlardan çok daha farklı göründüğü için onu canavar olarak düşündüğüne emindi. Al’ın şeffaf saçları, kumral tenini örten bol mavi pantolonu ve sırtında yükselen geniş kanatları vardı. İçlerinde insan gibi görünen tek kişi Maidei’nin kendisiydi.

“Prensesi getirdik”

Berrağın tehdit barındırmayan ama çok da sakin gelmeyen sesiyle kralın gözleri kadına indi. Gri gözleri kısıldığında kadını tanıdığını anladı. Onlara doğru bir adım attı. Ancak kanatlarını gördüğünde durdu. Kararsız kalmış gibiydi.

Maidei birkaç askerin fısıltısını duydu. Kralın itiraz edemeyeceği kadar çok asker prensesi tanımıştı. Berrağın söylediği gibi gerçekten de prenseslerini seviyor olmalıydılar. Zira birkaçı çoktan kılıçlarını indirmişti.

Kralın arkasında duran prens, babasının yanından geçti. Göğsüne doğru tuttuğu kılıcıyla onlara doğru ilerlemeye başlayınca kralın tedirgin bir adım daha attığını gördü.

“Yaklaşma!” diyerek elini kaldırdı Al. Prensesin kardeşini bir tehdit olarak gören omuzları sivrildi. Adam uyarısını dikkate almadı. Saniyeler içinde aralarındaki mesafe kapandı. Kara gözlerinden yayılan tehdit çok barizdi. Kin doluydu.

Maidei bir adım geri çekildi. Arkasında duran kılıçlardan biri kaburgasını dürttü. Eğer prens biraz daha zorlarsa gücünü göstermek için onları korkutmaktan çok daha fazlasını yapması gerekecekti. Kılıcını öne doğru uzatırken tehditkar gülümsemesi gözüne değdi. İronik bir şekilde prensesin onu koruyan bir kardeşi, aynı zamanda onu öldürmek isteyen başka bir kardeşi vardı. Dahası olup olmadığını merak etti.

Berrak onu bulup kadının yerini ona söylediğinde işler bu kadar karmaşık değildi. Al, onun Kuzey Ferq prensesi olduğunu söylemeyi unutmuştu. Aksine ölü prensesin yerini doldurduğunu, gerçek bir prenses olmadığını söylemişti. Ferq’e ayak bastığında hava’nın ona söyledikleri olmasaydı Maidei için her şey tam bir karmaşa olurdu.

Tehditkar kılıç, üzerine sertçe düşen ağırlığın altında parçalanarak yere saçıldığında derin düşünceleri dağıldı. Üzerlerine inceden yağan sular tenlerini ıslattı. Demiri kesen ayakların sahibi önlerinde duruyordu. Ona atıyla gelmesini söylemişti ama prens onu dinlememişti. Kraliçeye olan tehdidi hissetmiş olmalıydı.

Mavi kanatlarından damlayan sulara bakarken iki prensi karşı karşıya getiren kadının kolların da kıpırdandığını hissetti. Omzuna koyduğu başı yavaşça kalktı. Kadının yüzünü görmek için başını hafifçe sola yatırması gerekti. Yorgunca kıpırdanan kirpiklerinin altındaki yeşilleri maviye çalıyordu.

Göz bebekleri yüzünü seçmeye çalışırken küçüldü. Yorgun dudakları hafifçe aralandı. Kimin kollarında olduğunu anlaması biraz zaman almıştı. Anladığında ise gözleri kocaman açıldı. Ondan uzaklaşmak için alelacele toparlandı. Maidei, sırtındaki kılıçların el verdiği ölçüde eğilerek kadını kucağından indirdi ve ayaklarının yere basmasına izin verdi.

Onunla birlikte canlanan mavi kanatları yerden yükseldi. Dengesizce sallanan bedenini ayakta tutmak için belindeki elini çekmedi. Neyse ki kadın rahatsız duygularına rağmen ondan uzaklaşmak için daha fazla debelenmedi.

“Geri çekilin!”

Kralın sert sesiyle askerler kılıçlarını indirdi. Maidei’nin sırtında ki sızı hızla silindi.

“İçeri geçelim”

Kralın bu sözleri kime söylediğinden emin olamayınca yüzünü berrağa döndü. Hala kolunu tutmaya devam ediyordu.

“Gidelim” Dedi Al. Onun aksine önünde kralı görmesini engelleyecek geniş kanatlar yoktu. Aslında vardı ama eğilmiş ve kanatların altından yaşananları izlemeye devam etmişti.

Başını sağa çevirerek kadının yüzüne baktığında gözleriyle karşılaşmayı beklemiyordu. Yutkundu. Ona ait olmayan kalbi, kulaklarında çarpmaya başladı. Belindeki kolunu tutarak indiren soğuk parmakları tenini dağlarken gözlerini yüzünden çekemedi. Kadın onun için yer çekimi gibiydi. Ruhu uçmak istese de ayakları her zaman onu takip ediyordu. Ondan gittikçe uzaklaşan bedeni merdivenleri çıkarken kolunu çekiştiren berrakla kendine geldi.

“Bu kadar etkili olacağını tahmin edemezdim” dedikten sonra kolunu bıraktı Al. Ne demek istediğini biliyordu. Yüzü muhtemelen her şeyi ele veriyordu. Maidei de bu kadarını beklememişti. Eğer böyle bir hissin var olduğunu bilseydi. İlk kraliçeye – Seher’e- gitmek gibi bir hatayı asla yapmazdı.

Kral ve kraliçe merdivenlerin başına ulaştığında kadın durdu. Ailesiyle aralarında kalan birkaç basamağı çıkmadan yüzünü bahçeye çevirdi. Mavi gözleri bir kez daha Maidei’nin çekim alanına girdi. Ona doğru giden sarsak adımları, kadının aralanan dudaklarıyla birlikte durdu. Kontrolünü yitirmişti. Yürümeye devam etmek istiyor ama kılını kıpırdatamıyordu.

Omuzlarının hizasında duran ve biraz önce arkasından yeri süpüren kanatları sertçe yanlara doğru açıldı ve yükseldi. Çat sesiyle birlikte kalkan kolları, kanatlarının hizasında durdu. Öyle ihtişamlı görünüyordu ki onun yanında durmak için yeterli olup olmadığını sorguladı. Omuzlarından göğsüne dökülen nemli saçları mavinin üstünde simsiyahtı. Su gibi güzel, kış kadar soğuk duruyordu.

Ağzını kocaman açınca yağmacılara has çığlığını duymak için bekleyen kulakları kasıldı. Ancak kadın ne çığlık attı ne de yeni büründüğü kimlikle tısladı. Dudaklarından öylece dökülüveren melodi biliyordu ki suya, doğaya aitti. Adeta bir şelalenin coşkusuyla yükselen sesi, taşları okşayan suyun naifliğiyle kayboldu. Bir yükselip bir alçalan melodisiyle birlikte öne doğru kapanan kanatları kadını gizledi.

“Engelle!!!”

Havanın yükselen sesi, kadının onu etkisi altına alan mırıltılarının arasında kayboldu.

“Ona engel ol!”

Kıpırdandı. Yere çivili ayakları gibi donuklaşan ruhu, bir türlü çözülmedi.

Gök gürledi.

Yer sarsıldı.

Kraliçenin çatttt sesiyle birlikte bir kez daha iki yana açılan kanatlarından gökyüzüne doğru buzlar saçıldı. Hayır! Buz değildi. Buza dönüşen mavi tüyleri uzantılarından koparak göğe yükselmişti.

Başını kaldırdı. Pırıl pırıl güneş ışıklarını keserek çıkan tüylere baktı. Ta ki her biri gözden kaybolana dek izledi.

Bölüm : 13.04.2025 09:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...