
“Hayır!!” diyerek başını iki yana sallayan berrak, kuzgunun kollarından titreyerek düştü. Onunla birlikte yere çöken Maidei bir erkeğe göre oldukça ince olan kaşlarını kaldırarak ona baktı. Yanılgılarına rağmen tereddüt etmeden harekete geçmesi ve berrağı sakinleştirmeye çalışması içinde ki bir şeyin kırılmasına neden oldu.
Hüma gözlerini adamdan kaçırarak tavana baktı. Berrağın hüznü kalbini dağlamaya başlamıştı. Onu kırıp bu hale getirdiği için kendini suçlamalıydı ama yapamadı. Al’in böylesine yenik düşmesinin en büyük sebebi kendi yanılgılarıydı.
“Neden böyle bir şey istemiş olabilir?”
Neredeyse onu unuttuğunu düşünecekti. Berrağı sakinleştirmek ve diğerleriyle konuşmak için o kadar zaman harcamıştı ki onu umursamadığını düşünmeye başlamıştı.
Bahçeye bakan terasın, uzun camlarının önünde duruyordu. Onlar birbiriyle konuşurken, daha doğrusu tartışırken Hüma o saatleri Su ile konuşarak geçirmişti.
“Zincir olduğunu söyledi” diyerek başladı sözlerine. Konuşmak zordu. Ancak içinde yaşananlara karşı koymak daha zordu.
“Bu ne demek?”
Gergin ortama karşın sakin çıkan sesi yumuşacıktı. Yüzüne bakmadı. Bakmak istemediğinden değildi. Yıkılmak istemediği içindi. Hemen yanında duruyor olması bile onu, arzusunu yeterince sarsıyordu.
“Benim güçlerimi kontrol altında tutacaksın demek”
O kadar uzun süre kafa patlattıktan sonra bu düşünceyi daha sakin karşılamaya başlamıştı. Duyduğu ilk anda verdiği tepkiyi anımsayınca dudakları titredi. Su onu kafesteki bir kuş gibi nitelemişti. Kollarını göğsünün altında bağladı. Koluna sapladığı tırnakları kumaşı geçerek tenini deldi. Belki de olmak istediği kadar sakin değildi.
Maidei sessiz kalmıştı. Sözlerine belli bir karşılık vermeyince başını yavaşça sola çevirdi. Boyları arasında ufak bir fark vardı. Adamdan bir tık kısaydı. Kara gözlerini kısmış onu izliyordu. Hüma’ya inanmamıştı. Haksızda sayılmazdı. Sözlerinde duymadığı gerçeği yüzünde görmesini isteyerek “Ciddiyim” dedi.
“Seni zapt edecek kadar güçlü değilim”
Hep olduğu gibi sakin sesine ve mantıklı sözlerine kanmak istedi. Ancak bu kez yanıldığını biliyordu. Mührü aldığında güçlerine de ruhuna olduğu gibi ortak olacaktı.
“Mührü gücümü paylaşmak için veriyorum”
En azından su böyle söylemişti. Bununla bitmiyordu. Birde kendini; düşüncelerini, hislerini paylaşması gerekiyordu. Anne olmaktan daha zor bir şey varsa o da muhtemelen kraliçe olmaktı.
“Ama ben yağmacı değilim”
Haklıydı. Ancak belli ki mazereti doğa için yeterli değildi. Sonuçta hepsi kuzgunlardan bir parça taşıyordu. Maidei onlardan farklı olduğu için kovanına alacağı adamlar gibi olmayacaktı. Bu fark küçükte görünse adamın kuzgun olmasının önemi büyüktü.
Hüma tırnaklarıyla kazıyarak diktiği karanlık duvarın onu kuzgunlardan ayıracağını düşünmüştü. Şimdiyse diktiğinden daha büyük bir çabayla o duvarı yıkması gerekiyordu.
“Öneminin olmadığını söyledi. Her kovanın bir zinciri varmış”
“Her kovanın?”
“Şaşırtıcı değil mi? Hala senden ve kraliçelerden kurtulamıyorum”
“Ben suçsuzum!” diyerek ellerini kaldırdığında başını sağa çevirdi ve önüne baktı. Gözleri güneşin vurduğu topraklardaydı. Yaşadığı bu kara parçasında nefret edecek birileri olmuştu hep. Çoğu zaman insanlar, kimi zaman canavarlar nefsini sınamıştı. Her defasında öfkesini genele yaymıştı. Düşününce sadece bir kişiden hıncını aldığı hiç olmamıştı.
Göz kapaklarını kapatarak yutkundu. Bu onun için vermesi oldukça zor bir karardı. Adamı kovanının bir parçası olarak düşünmek neredeyse imkansızdı.
“Bu yüzden onu yok etmiş olmalı”
Neredeyse fısıltıyla söylediği sözlere “Kim?” sorusuyla karşılık verdi.
“Seher”
Kadının ismini duyunca başını hızla adama çevirdi. Hala ona bakıyordu. Duygu dolu, manalı gözleri içine işledi.
“Eğer arkadaşım onun zinciriyse güçlerini ele geçirmesini istememiş olmalı.”
“Bu yüzden yaptı” diyerek sözlerini doğruladı.
“Peki sen bunu nasıl biliyorsun?”
“Mağarada kanımı almak için bana karşılığında bir şey vermek zorunda kaldı.”
“Nedir o?”
Adamın merakla bakan yüzünden gözlerini çekti ve parmağıyla ayak bileğini gösterdi.
“Bilgi. Sahip olduğu her şey”
“Bunu ne kadar zamandır biliyorsun?”
“Neyi?”
“Zinciri”
“Yeni. Su bana zincir olayını söylediğinde bunu zaten bildiğimi fark ettim”
“Pek kullanışlı değil o zaman”
“Evet. Ne kadar doğru oldukları da tartışılır.”
Maide, yüzünü gökyüzüne çevirdi.
“Peki kehanet?”
“Berrak yankıdan bahsettiği anda biliyordum. Bu kadar yanlış bilmem pek hoş olmadı ama…”
“Onun bilgisine güvenemezsin”
Kast ettiği kişinin berrak değil Seher olmasını umarak “Bu yüzden bilmiyor gibi davranıyorum. Seher bir canavar ve onun bilgisine güvenmek beni de bir canavar yapar” dedi.
“Haklısın”
Birkaç saniyelik sessizliğin ardından aralarında duran elektriğin neredeyse cızırdadığını duydu. Rahatsızca kıpırdandı ve kollarını göğsünde bağlayarak kollarını sıvazladı. Göz kapaklarını sıkıca kapattı. Gergindi ama bunu söylemek zorundaydı.
“Mührünü almalısın”
“Hadi ama!..” diyerek güldü adam. Hafif kahkahası kalbine çöken kasveti dağıtmaya yetmişti. Gözlerini sertçe açtı ve kaşlarını çatarak yüzüne baktı.
“Buna izin vermezsin...“ dedikten sonra başını iki yana salladı Maidei. Başının arkasında topladığı uzun saçlarını sağ göğsüne çekmişti. Yarı aralık düğmelerinden sergilenen beyaz tenine bakarken iç çekti Hüma. Yanında duruyor olması bile onu sarhoş etmeye yetiyordu. Biliyordu ki bugün reddetse bile yarın mutlaka kabul etmek zorunda kalacaktı. Su’yu dinledikten sonra berrağın sözleri çok da anlamsız değildi artık. Her biri kendi yankısının içinde kaybolacaktı.
“Vereceğim. Onun aldığı kararların hiçbirini tekrarlamaya niyetli değilim.”
Adam tamamen ona döndüğünde gözlerini kıstı. Dudaklarına bakıyordu. Gözlerinde sessiz bir fırtına vardı. Saçlarına vuran rüzgar gözlerini perdelediğinde kollarını çözdü ve saçlarını parmaklarıyla toplamaya çalıştı. “Bu şey...” Dedi parmaklarıyla ikisinin arasında duran boşluğu göstererek “... Öfke değil arzu olduğu için şanslısın” İçten içe kendine gülmüyor değildi. Delirmişti. Delirmiş olmalıydı! Bu yersiz düşüncelerinin başka bir sebebi yoktu.
Kuzgunların kanında ki çekicilik bir varlıktı ve yaşıyordu sanki. Ailesiyle ormanda geçirdikleri geceden itibaren hayatı alt üst olmuştu. O gece, her şeyi elinden almıştı ama doymuyordu. Onları kukla gibi döndüren enerjiyi her birinden alıyordu. Güçlü olduğu için değil doğa seçtiği için Maidei’de daha pervasızdı bu akım. Onu bırakmayışının sebebi buydu. Bu olmalıydı. Tıpkı rüzgarın ve yağmurun birlikteliği gibiydi. Onların yaratılış, yükseliş nedenleri buydu. Eğer karşısına çıkan Maidei değil, diğerlerinden biri olsaydı da bu çekimi hisseder miydi? Başını iki yana salladı. Belki de her şey bir yanılgıdan ibaretti.
Aniden eline dolanan sıcak parmaklarıyla sıçradı. O daha ne olduğunu anlayamadan adam, yüzünü yüzüne yaklaştırarak dudaklarını kulağına yaslamıştı. Kalbi deli gibi çarpmaya başladı. Saçlarına karışan nefesi gibi burnunun dibinde duran porselen teni, açlıkla yutkunmasına neden oldu.
“Henüz iyileşmedin”
Ses tonundaki sertleşmeyle yutkundu. Arzuyla kıvranmasına rağmen geri adım atıyordu. Ormandaki kovalamacayı hatırlatmak için “Sabırsız olduğunu biliyorum” Dedi. Gerçekten yazgısına aykırı davranabilir miydi? Bilmek istiyordu.
“Beklerim” diyerek geri çekildi. Ancak kara gözleri, tutkuyla gözlerine bakmayı sürdürüyordu. Tavırları ve sözleri iki ayrı yöne sapmıştı. Elini avuçlarına alarak sıktı ve bıraktı. Bu zor kararı verdikten sonra onu böyle bırakamazdı. Dişlerini alt dudağına sapladı ve gözlerini kıstı.
“Yarın vazgeçebilirim”
Adamın gülümseyen yüzündeki tebessüm dondu. Dudaklarını araladığında dişlerini birbirine bastırdığını gördü. Burun delikleri aldığı nefesle genişledi. Gözleri kısıldı. Hüma, Maidei’nin karşı koyma çabalarını izlerken onunda kendisi gibi yenilip yenilmeyeceğini merak ediyordu.
“Beni kışkırtıyorsun!..”
Kızmaya başlamıştı.
Gülümsedi. Nedense en çekici gülümsemelerinden birini takınmak istemişti.
“Yara... lısın...“ derken sesi nefes nefeseydi. Geri geri giden adımlarıyla yanından uzaklaştı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 686 Okunma |
105 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |