
Hüma, şaşkın bir biçimde ona sırtını dönerek uzaklaşan adamın arkasından bakakaldı. Sözlerini duyan biri, ona başka bir şey yapmayı teklif ettiğini düşünebilirdi. Parmaklarını saçlarına gömerek saçlarını çekiştirdi. İstediği tek şey ikisi arasında duran çekime son vermekti. Belli ki bunun olması için adamın keyfini beklemesi gerekiyordu.
‘Ah kraliçe! İstediğin tek şeyin bu olduğundan emin misin?’
“Kes sesini” diyerek Su’yu susturdu. Ona kızgındı.
Onun dışarısı çıkışıyla birlikte sessizce yanına sokulan Kibet “Gerçekten kardeşim misin?” diyen gereksiz bir soru sordu.
Hüma, sertleşen omuzlarını rahatlatmak için kollarını kaldırarak gerindi. Boynunu sağa sola çevirerek kaslarını gevşetti. Prensin duyguları öyle çok karışıktı ki dayanamadı. Gülümsedi. Bütün öfkesini ona akıtmasını söyleyen iç sesine bu kez kulak vermek istiyordu.
Prens bir melezdi. Bu yüzden insanların aptallığından mustaripti. Yüzünü sessiz öfkesiyle birlikte ona döndü. Ardından elini avuçlarının arasına aldı ve “Elbette” dedi. Cıvıltılı çıkan sesine ve gülümseyen yüzüne kanan bakışları yumuşar gibi oldu. Ancak bu uysallığı, parmaklarını saran soğuğu hissedene kadar sürmüştü.
“Bırak!”
Korkusunu solurken rahatladığını hissetti. Şimdi onunla oynamak istiyordu. Dudaklarını büzerek “Bırakırsam çatlayabilirsin” Dedi.
“Ne!!?”
Başını öne arkaya salladı ve şaşkın bir tavır takınarak gözlerini kocaman açtı.
“Hatta parçalanabilirsin”
Avucunun içindeki elini sessizce saran buz kırıklarının soğuğu, adamın gittikçe kızaran öfkesini bastıracak gibi değildi.
“En az senin kadar huysuz”
Yanlarına yaklaşan Kiblegat kahkahalara boğuldu. İkisinin arasındaki çatışmadan aldığı mutluluğu hissedebiliyordu.
“Alakamız yok!” diyerek öfkeli gözlerle kardeşine baktı Kibet.
“Seni kurtarmaya çalışıyorum”
Adamın kara kaşları çatıldı. Önce buz gibi olan ellerine sonra kardeşinin maviye çalan gözlerine baktı. Kelimelere dökemese de bariz bir şekilde ondan yardım istiyordu.
“Diz çöküp özür dilemeye ne dersin?”
“Hayır!”
Kardeşinin sunduğu şartı bir an bile düşünmeden reddetmişti. Hüma böyle şeylerin onun tabiatına aykırı olduğunu tahmin edebiliyordu. O bir prensti ve el üstünde yetiştirilmişti. Af dilemenin onun için ne büyük bir yük olduğunu fark ettiğinde buz kırıklarını kollarına yönlendirdi. Gömleğinin üzerine giydiği uzun ceketi saniyeler içinde buza karıştı. Kiblegat’ta olan gözleri tekrar eline indiğinde sıçradı. Dudaklarından korku dolu iniltiler kaçtı.
“Heyyy hey sakin ol!”
Yanına gelerek elini koluna koyan yağmacı prense -Kiblegat’a- baktı. Kovana girmesine rağmen kardeşini ondan daha fazla düşünüyor gibiydi.
“Karışma” Dedi dişlerinin arasından.
“Babam seni istiyor”
Kaşlarını çattı.
“Neden?”
“Hasret gidermek için?”
Dalgayla karışık söylediklerine dişlerinin arasından soluyarak karşılık verdi. Başını hafifçe geriye çevirdiğinde kralın gözlerini onu izlerken buldu. Kibet’in elini tutan parmaklarını çekti. İki prense sırtını dönüp krala yöneldiğinde Kibet’in “Beni çözmeyecek misin?” diye ardından bağırdığını duydu. Ancak cevap vermedi. Buzu çözülene dek öyle kalmasını istiyordu. Kim bilir belki böylece akıllanır ve daha az soru sorardı.
“Biraz yürüyelim”
Kral kolunu kırarak girmesini beklediğinde parmak uçlarıyla hafifçe cübbesini tuttu. Elini tutarak koluna zorla taktığında rahatsızca yüzüne baktı. Onun aksine yaşlı adam gülümsüyordu.
Diğerlerini salonda bırakarak dışarı çıktıklarında onu sürüklediği yönde ilerlemeye devam etti. Henüz ağzını açıp tek kelime etmemişti. Askerlerin talim alanına bilerek girdiğini düşünüyordu. Sanki onu herkese göstermek için ayrı bir çaba sarf ediyordu. Onları selamlamak için eğilen genç adamların çıplak sırtlarına bakarken bu uzun yolun çabucak bitmesini diledi.
“Ari’yle tanış”
Önünde durdukları kadına baktı. Diğer askerler gibi o da eğilmiş kralı selamlıyordu.
“Kalkabilirsin kızım”
Kadın başını kaldırdığında aynı boyda olduklarını gördü. At kuyruğu yaptığı beyaz saçları gibi kaşından kirpiğine dek beyazdı. Daha önce onun gibi birini görmemişti. Elinde tuttuğu uzun yaya göz ucuyla baktı.
“Bundan sonra sana o eşlik edecek”
Başını kaldırarak krala baktı. Onun için birini tutmasına ihtiyacı yoktu.
“İhtiyacım yok”
“Ari, kızımla ilgilen lütfen”
“Nasıl isterseniz efendim” diyerek başını tekrar eğdi kadın. Sanki biraz önce itiraz etmemiş gibi memnuniyetle gülümseyen kral, onu tekrar sürüklemeye başladı. Bu kez arkalarından onları izleyen Ari’yle birlikte yola düşmüşlerdi.
“Bunu neden yapıyorsun?”
Dişlerinin arasından konuşuyordu. Sanki gücüne yeterince şahit olmamış gibi onunla ilgilenecek birini vermesi hoşuna gitmemişti.
“Prensesime ihtiyacı olanı vermek dışında hiçbir şey yapmıyorum”
“Ben prenses değilim!”
“Yarın taç giyeceksin”
“Ne?”
“Hak ettiğin ismi geçte olsa sana vermek istiyorum”
Başını iki yana salladı.
“Yeni bir isme ihtiyacım yok”
“Hayır var” diyerek durdu kral. Kolunda duran elini sıkıca kavrayan avucu terlemişti. Ne kadar sakin görünse de bu konuşma onu strese sokmuştu.
“Benim kızımsın, bunun geri dönüşü olmadığını biliyorsun”
“Annemin kızı olmayı yeğlerim”
“Annen... Nerede o?”
Elini hızla çekti. Kolundan kurtulduğunda engel olamadığı bir damla göz yaşı çoktan burnuna dek inmişti. Henüz iyileşmeyen kalbine giden parmakları kasıldı. Kral dokunmaması gereken bir noktaya öylece ayak basmıştı. Bu bariz bir saygısızlıktı. Onların öldüğünü, kuzgunların ailesini katlettiğini bilirken bunu ona yapmamalıydı.
Tekrar ona uzanan elinden kaçınmak için geri çekildi. Göz yaşlarının arasında zar zor seçtiği yüzü çarpılmıştı. Ne yapacağını bilememenin azizliğiyle çırpınıyordu. Onun duygularını ilk kez bu kadar açık bir şekilde okuyabildi. Pişmandı.
Sırtını çarptığı askerlerin arasından sıyrılmalıydı. Ancak o kadar çoklardı ki kalabalığın arasında boğulduğunu hissetti. ‘Yardım et’ diye yakardı içindeki güce. Onun yardımına bu kadar muhtaç olacağını düşünmemişti.
Ayaklarından başlayan serinlik içindeki alevleri söndürmeye başladı. Bedenini aşağıdan yukarıya kaplayan dalgaların arasında kaybolurken kralın ona ulaşmak için verdiği çabayı izlemeden edemedi. İsteyerek söylediği bu sözler için üzgündü. Ancak Hüma, bu üzüntünün kızı için mi yoksa elinden kayıp giden güçlü prensesi için mi olduğunu çözemiyordu.
Maidei, geç kalmıştı. Kadını sular içinde görünce kaçtığını anlamış ancak zamanında ona ulaşamamıştı. Ayakları havada süzülürken kadından geriye kalan su birikintisine baktı.
“Sessizlik!”
Şaşkın adamların kuru gürültüsü kralın gürleyişiyle kesildi. Yavaşça yere indi. Siyah çizmeleri kadının kaybolduğu suya değdi. Yüz yüze geldiği krala “Ona ne söyledin?” diye çıkışırken berrak ve kovana yeni katılan prens yanlarına gelmişti.
“Annesini sordum?”
“Annesi öldü!”
Babasına sesini yükselten prensin gözlerinden öfke fışkırıyordu. Kadının yaşadığı sarsıntıyı o da yaşamıştı. Onu bulabilmeleri için tek şanslarıydı. Kiblegat’ta baktı ve “Ona ulaşabiliyor musun?” dedi.
“Hayır, yapamıyorum”
Maidei, kralı iterek bahçeden uzaklaştı. Kovanının kraliçelerine ulaşamayışının tek bir nedeni vardı. Doğa onu içinde saklıyordu. Tıpkı kızıl kraliçeyi altında saklayan dağ gibi... Mavi kraliçe de duygularının onu öldürmemesi için gizlenmişti.
Nereye gideceğini, ne yapması gerektiğini bilemeden yürüdü. Arkasından yeri süpüren rüzgarın öfkesi, kralı ve askerleri toprağa boyadı. Onu yeni bulmuştu. Ardından bir kez daha yitirmişti. Sarayın basamaklarına sertçe çöktü.
“Kız kardeşini bul”
Kralın pekte alçak sayılmayan sesine kulak kesildi.
“Onu rahat bırak”
Prens Kiblegat’ın dişlerinin arasından verdiği cevabın hemen arkasından “Yarın taç töreni var” dedi kral.
“Bunu istemiyor”
“İstemesi gerekmiyor”
Kralın bunu neden yaptığını bilen Maidei, yaşlı adamın grilerine sessizce baktı. Biraz önce yaptıkları konuşmanın ayrıntıları kafasında netleşmemiş olsa da kral için her şey oldukça netti. Eğer insanların, kuzgunların ve yağmacıların bir safta olması gerekiyorsa önce kızı tacını giymeliydi. Böylece yağmacı olarak babası, insanlar olarak halkı arkasında olacaktı. Kuzgunları bir araya getirmekse Maidei’nin göreviydi. Buna kızıl kovanda dahildi.
Kral, Prens Kiblegat ve Al ile hemen önünde durduğunda “Bu konuda anlaştık öyle değil mi?” dedi. Maidei, kralı başını sallayarak onayladı. Ne kadar kaçmak isteseler de savaşın kaçışı yoktu.
“Yarın burada olacak”
“Emin misin?”
Emin değildi. Ancak kadının ailesini koruyacağına güvenmek istiyordu. Duyguları bu kadar doruktayken diğerleri gibi onları da kuzgunlara kaybetmek istemeyecekti. Öyle olmasını umuyordu.
Maidei ellerini çırparak oturduğu yerden kalktı.
“Kalacak yere ihtiyacım var” derken Prens Kiblegat ona kınayan gözlerine bakıyordu. Kadını düşünmek yerine kendini düşündüğüne inanıyordu. Kovanının birbirine olan bağlılığı olağanüstüydü.
Kral memnun olmuş, ışıldayan yüzüyle çoktan sarayın basamaklarını çıkmaya başlamıştı.
“Kızlarını kullanmayı iyi biliyor!”
Kaskatı çenesini tutarak kralın arkasından bakan Kiblegat’ın yanına geçti.
“Kızları?”
“Kız kardeşim, Lindiwe. Onu Celn’e gönderdi. Sözde barış için anlaşma sağlayacak ve onların gelini olacaktı”
“Ona ne oldu?”
“Öldü”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 686 Okunma |
105 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |