24. Bölüm

24.BÖLÜM

Ayfer Yıldırım
efsade

“Neden?”

“Sen söyle! Sonuçta kardeşimi senin ırkın öldürdü”

Kız kardeş kaderi. Her ikisi de aynı yolda mı ilerlemişti?

“Tacını giymek için geç kalmış” dedi. Aklında sadece kadın vardı. Eğer kız kardeşi yerine anlaşma için o gönderilmiş olsaydı neler olurdu düşünmek istemedi.

“Aynı kanı taşıdığımızı daha bu sabah öğrendik”

“Nasıl?”

“Çok fazla soru soruyorsun” diye söylendi Kiblegat. Babası sarayın kapısından içeri girer girmez öfkeli mavilerini ona çevirdi. Biraz önce otomatikman verdiği cevapların farkında değil gibiydi. “Onun yanında olmak isteyen birine göre çok az şey biliyorsun değil mi?” dediğinde Maidei, avuçlarını birleştirdi ve parmaklarını birbirine geçirdi. O kadar da az şey bilmiyordu. Sadece birleştiremediği birkaç nokta vardı ve artık onların üzerini çizmek istemişti. Çatırdayan parmaklarına bakmak için başını eğdi ve prensi cevapsız bıraktı. Ona yapacağı her yanlış kadına değmiyor olsaydı çoktan hıncını çıkarmıştı.

Kral Pumza’nın verdiği kararları kan bağının etkilediğini düşünmüyordu. Adam çocuklarından çok halkını koruyordu. Buna Maidei’nin gözü gibi bakması gereken kadında dahildi. Onu kullanmasına izin verecek olsa da Hüma’yı tehlikeye atmasına izin vermeyecekti.

“Hangimizin daha zorda olduğunu bilmiyorum”

Solundan kulağına eğilen ve fısıldayan Al’ın varlığıyla kafasını kaldırdı. Kiblegat, ona bakmadığı süre zarfında basamakları çıkmaya başlamıştı.

“Hallederim”

“Bundan emin değilim”

“Neden?”

“Onu paylaşman gerektiğini düşündükçe deliriyor olmalısın”

“Üstesinden geleceğim”

“Eminim gelirsin”

Diğerleri gibi berrakta yanından uzaklaşınca saraya sırtını döndü. Kopan fırtınanın etkisinden henüz çıkamayan askerlere baktı. Gözlerinde hem korku hem saygı vardı. Yaklaştı. Gömleğinin düğmelerini hızla çözerek yumuşak kumaşı omuzlarından sıyırdı. İlk karşılaştığı askerin elindeki kılıcı çekti aldı ve gömleğini eline tutuşturdu. Öfkesini atmaya ihtiyacı vardı.

Adamlara baktı. Karşısına çıkıp çıkmamak konusunda tereddüt ettiklerini görebiliyordu. Bekledi.

Kaskatı parmaklarının arasında sızlanan kılıcı sıkıca kavramıştı. Henüz öne çıkıp ona meydan okuyan kimse olmamıştı. Kılıcının ucunu yere yasladı ve kendi etrafında tam tur dönerek bir daire çizdi. Neyse ki istediği şeyi anlayan birkaç kişi olmuştu. Dairenin çevresini saran altı adama göz gezdirerek kılıcını kaldırdı.

Yarın taç töreninden sonra yağmacıları ve büyücüleri toplamalıydı. Kral savaşta onların desteğini alacağına inanıyordu. Ancak Al ondan farklı düşünüyordu. Büyücülerin ülkeyi kıtlığa sürüklediğini söylemişti. İsteyerek onların yanında olmayacaklardı. Maidei bunu halledebileceğine düşünüyordu. Sadece biraz gözlerini korkutmalıydı.

Kılıç sesleri düşüncelerini dağıtmak için yeterli değildi. Buna onu iyi karşılayamayan askerleri de dahil etti ve birkaç nefeste yere serdiği adamlara çaresizce baktı. Ne kadar vahim durumda olduklarını ifade edecek cümle bulamıyordu.

“Sıraya geçin!”

Onu dinlemek için hiç mi hiç çaba sarf etmediler. Anlayabiliyordu. Maidei’nin burada, sarayda hiçbir konumu yoktu.

“Dediğini yapın”

Arkasından gelen emirle hızlıca hizaya girmeye başlamışlardı. Omzunun üzerinden geri baktığında Prens Kibet ile göz göze geldi. Askerin elinden aldığı gömleğini silkeleyerek koluna takan adam, meydanı ona bırakmıştı.

Yüzünü tekrar askerlere döndü ve kılıcını yere sapladı. Onu izleyerek kılıçlarını bir bir sapladıklarında “Yapmanız gereken tek şey ayakta kalmak. Yıkılmayan!” Dedi. Ne demek istediğini anlamamışlardı. Dudaklarını araladı, havayı üzerlerine üfledi. Hafif bir esintiyle başlayan darbeleri sertleşti. Kılıcına tutunamayan birkaç asker uçarak bahçe duvarına çarptı.

İnsanlar ve canavarlar karşı karşıya geldiğinde kimin kazanacağı belliydi. Daha iyi duruma gelmeleri için ne eğitimleri ne de kendi aralarında girdikleri savaşların tecrübesi yeterli olacaktı. Berraklar yeryüzüne indiğinde hepsi sinek gibi avlanacaktı. Kılıcına tutunmayı başaran birkaç asker kalana dek sabretti. Ardından rüzgarını geri çekti. Öfkesini atmak isterken daha çaresiz hissetmeye başlamıştı. Yere sapladığı kılıcın kabzasından ayırdığı parmaklarını esnetti.

“Onları eğitmek ister misin?”

Prensin ona uzattığı gömleği alarak kollarından geçirdi.

“Yeterli olmayacak”

“O kadar güçlüler mi?”

Düğmelerini ilikledikten sonra kafasını kaldırarak prense baktı.

“Görünmezler”

“Göremediğimiz düşmanla savaşamayız”

“Aynen öyle”

Adama sırtını dönüp saraya ilerlerken bunu düşünüyordu. Bu savaşta insanların av olmak dışında hiçbir katkısı olmayacaktı.

“Size odanızı göstereyim”

Onu merdivenlerin başında bekleyen uşağın ardına takılarak iki kat yukarı çıktı. Kapısını açtığı odadan içeri girer girmez yatağa çöktü. Başına saplanan derin sancılar canını yakıyordu.

“Sakinleş”

Onu derinden tanıyan havayı dinleyemedi. Sırt üstü uzandı ve başını ellerinin arasına alarak büzüldü. Korkuyordu. Onu bulamayacağını düşünmek bile sancıyla kıvranmasına yetiyordu. Burnunun direğini sızlatan ağrıya dayanmak için inledi.

“Biliyor musun, bu beni rahatlatıyor”

Al’ın can sıkıcı kelimelerini duymak istemese de dinledi.

“Seni böyle aciz görmek güzel”

Yatağın diğer yanında beliren buğulu varlığını zar zor seçen kısık gözleri kapandı. Ayık kalamayacağını hissediyordu.

“Sizin için kolay olduğunu düşünmüştüm. Bencil ruhlarınızın istediği her şeyi elde ettiğini. Şimdi sen böyle kıvranırken yanıldığımı düşünmeye başlıyorum. Belki de mavi kraliçenin söylediği gibi değişim hiçbirimiz için kolay değildir”

Onu onaylamak istedi. Onun için de zor ve çekilmez olduğunu, artık yorulduğunu söylemeliydi. Bir başkasına bel bağlamanın, bir başkası için yanmanın acı verdiğini...

“Prens Kiblegat üşüyor, hatta donuyor”

Sözlerini zar zor işitti. Konudan konuya geçmekte, bir oraya bir buraya atlamakta kimse Al kadar iyi olamazdı.

“Onun için yapabileceğin bir şey olmalı”

Yoktu. Bu yüzden berrağın pes edip gitmesini, onu yalnız bırakmasını istiyordu. Kraliçesi iyi olmadığı sürece kovanı da iyi olmayacaktı. Aynı acıları çekecek ve aynı duyguları, aynı arzuları paylaşacaklardı.

“O da üşüyor olmalı” dediğini duyunca daha fazla dayanamayarak tısladı. Başındaki sancı burun köküne kadar inmişti. Kadını düşünmek onu öldürüyordu.

Bölüm : 26.04.2025 16:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...