
“Buldum seni!!!”
Avuçlarını birbirine vurarak şakıyan kadın, kendi etrafında birkaç tur döndü. Mavi elbisesinin etekleri bacaklarına dolandı. Kıvrak hareketlerle kalçasını sağa sola sallıyor, beline ulaşan uzun saçları ona eşlik eden rüzgarla savruluyordu. Mutluluktan adeta bayram eden yeşil gözleri, çınar ağacının gölgesinde uyuyan adamın üzerindeydi.
Bir süre dans ettikten sonra ellerini dizlerine koyarak çöktü. Parmaklarını adamın yüzüne değdirmeden üzerinde gezdirdi. Sanki aralarında görünmez bir bariyer vardı ve kadın, ona dokunamıyordu. Özlemle bakan gözleri, bir süre adamda takılı kaldı. Ardından başını sola yatırarak eğildi. Saçları adamın çıplak göğsüne serilmişti. Kulağını hafifçe göğsüne yaslayıp gülümsedi. İki yana kıvrılan dudakları, elmacık kemiklerini belirginleştirdi. Göz altlarında hafif kırışıklar oluşmuştu.
“Çok güzel atıyor”
Kendi kendine mırıldanarak göz kapaklarını kapattı. Uzun süre adamın göğsünde yattı, kalbini dinledi.
“Biraz daha!”
Ses tonu sanki birinden izin istiyormuşçasına tatlı ve uysaldı.
Ağacın geniş gölgesi zaman geçtikçe kısaldı. Ancak kadın, başını kaldırmadan uzanmaya devam etti.
“Şimdi mi?”
Dudaklarını büzdü.
“Tamam”
Başını isteksizce kaldırmış ve bir kez daha kendi kendine konuşarak doğrulmuştu.
Avucunu açtı, mırıldanmaya başladı. Mırıltıları bir süre sonra suyun şırıltısına dönüştü. Parmaklarının arasından akmaya başlayan su kucağına dökülüyordu. Diğer elini kaldırarak avucuna uzandı ve iki parmağıyla kıstırdığı ince buz kırığına baktı.
“Acıtmıyor değil mi?”
Başını kaldırarak bekledi ve sanki sorusuna cevap gelmiş gibi gülümsedi. Parmaklarının arasındaki buzu adamın göğsüne getirerek dikkatlice sapladı. Ardından avucundan dökülen suların içinden bir buz kırığı daha çıkardı. Arka arkaya aldığı kırıkları belli bir düzene göre saplamaya devam etti. Uyuyan adamın göğsüne işlediği deseni bitirmek saatler sürmüştü.
“Güzel oldu”
Kadın eserini memnuniyetle izledi ve parmak uçlarıyla üzerinden geçti. Sol göğsünün üzerinde başlayan kalın çizgi dalgalanıp kıvrılarak yana kayıyor ve çapraz şekilde aşağıya doğru iniyordu. Çok değil, avuç içi kadar anca olan boyutu, adamın geniş göğsünde ufacık görünüyordu.
“Artık bana mı ait?”
Şaşkın yüzü düşüncelere büründü.
“Değil mi?”
Boynunu eğerek avuçlarına baktı. Üzülmüş müydü?
“Neden?”
Bir süre başını kaldırmadan dinledi. Ardından “Öyle mi?” dedi. Uygun bulmuş olmalı ki karşılıksız konuştuğu her kimse onu onaylamaya karar vermişti.
“Tamam, benim için bu yeterli”
Ancak ses tonu hiçte yeterli olmadığını ele verircesine cansız ve silikti.
*******
Önünde dikildiği kapıya bakmaktan yorularak sırtını duvara yasladı. Elinde duran kısa kılıcı kınından çıkarıp geri sokarak vakit öldürmeye çalışıyordu. Ancak zaman geçmiyor, kız kardeşinden ona uzanan yoğun duyguları geri itemiyordu.
Buz tutmuştu. Bunu üşüdüğü için söylemiyordu. Teninde oluşan soğukluk bir süre sonra kabarmaya, adeta derisine kat atmaya başlamıştı. Tırnaklarıyla kazıyarak söküğü her buz parçasının yerine yenisi yerleşmiş, bir süre sonra kıpırdayamayacak kadar tutulmuştu.
Başını eğerek yere baktı. Koridoru aydınlatan meşalelerin alevleri çıplak ayaklarının dibinde oluşan su birikintisine vuruyordu. Buraya, adamın uyuduğu odaya gelmişti. Hissediyordu. Onu ısıtan, buzlarını çözen kişi kuzgun adamdı. Kiblegat adamın kız kardeşinden uzak durmasını istiyordu. Ancak aynı zamanda tıpkı Hüma gibi adama muhtaç hissediyor, paylaştıkları sıcaklığa dokunmak istiyordu. Huzursuz bir nefes çekerek adam akıllı düşünmeye çalıştı. Ona hiç yakışmayan edepsiz düşüncelerin içinde boğulmak üzereydi. Nasıl böyle şeyler hissedebilirdi?
Kapıya bir kez daha bakarak alt dudağını dişledi. Bunu yapamazdı. Yapmamalıydı. Onlara bu kadar yakın olmamalıydı. Kılıcını kınına soktu ve ayaklarını sürüye sürüye merdivenlere ilerledi. İçeri girmeyecekse daha fazla kapıda durmanın bir manası yoktu. Alt kata inen ayakları pelte kıvamındaydı. İçindeki suyu, soğukluğu kaybettikten sonra derisi buruş buruş olmuştu. Odasının koridoruna girdiğinde dudaklarında ki baskının arttığını hissetti. Elini kaldırarak yanan dudaklarına değdirdi. Kovan büyük olsaydı ve her adam, hissettiği bu şeyleri hissetseydi?.. Bunun sonuçlarını düşünemedi.
Taş duvarlara tutuna tutuna odasının kapısına ulaştığında önünde dikilen şeyi görmek için başını kaldırdı. Kadının beyaz saçları onu selamlamak için eğilen başıyla birlikte öne savruldu. Babasının kız kardeşi için ayarladığı askerdi. Elini dudaklarından indirdi. Duvara yaslı elinde tuttuğu kılıç, parmaklarının arasından kayarak yere düştü. Taşa çarpan demirin sesiyle kalp atışları bir tık yükseldi. Zihni daha düşünemeden bedeni hareketlenmiş, dışarı çıkmak için çırpınan kanatları sırtının kasılmasına neden olmuştu.
Kendine hakim olamıyordu. Elini kaldırdı, kadının omzuna koydu. Parmaklarının altındaki sıcaklık yukarıda hissettiği kadar güçlü olmasa da Kiblegat kadının onu doyuracağına inanıyordu. Başını kaldırıp ona baktığında sol eliyle ulaştığı kapının kolunu indirdi. Bir an önce ısınmak isteyen ruhu dizginleri eline almıştı.
Omzundaki eli kadının bileğine indi. Onu kendisiyle birlikte içeri çekip kapıyı sertçe örttü ve karanlıkta kalan yüzüne baktı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken beyaz kaşları çatılmış, göz kapakları kısılmıştı. İnce dudaklarına indiğinde kalp atışları daha da gürleşti.
Başını eğip kadını kapıya yasladı. Ardından vakit kaybetmeden dilini dudaklarında gezdirdi. Onun için yeterince sıcak değildi. Eli kadının boynuna yerleşti, çenesini kaldırdı. Ağzını aralayıp ona yol açtığında bütün açlığıyla dudaklarına saldırdı. Kıyafetlerini yırtarak dışarı çıkan kanatlarının sesi, aç iniltilerini bastırdı.
Arzusu hiç bu kadar güçlü olmamıştı. Nhamo, kadının artık yağmacı olmadığını söylerken onunla ilgili ne kadarına şahit olduğunu bilmiyordu. Ancak şimdi avını sıkıştırmış tenini yağmalarken kardeşinin ne demek istediğini anlıyordu. Onları değiştiren bu akıntı, kız kardeşini de Kiblegat’ı da yağmacı olmaktan çok uzaklara taşımıştı.
Saçlarına asıldığında irkilen kadını, belini sıkıca tutarak kendine çekti ve elinden kaçmasına mani oldu. Daha fazla sıcaklığa ihtiyaç duyuyordu. Uzun tırnakları, iznini almaksızın kadının giysilerini delerek yırttı. Üzerinde çok fazla şey vardı. Kiblegat elinin ulaştığı her silahı yere attı.
Sonunda onu yeterince soymayı başardığında dudaklarından boynuna inmişti. Islak saçlarında gezmeye başlayan ince ama nasırlı parmaklarıyla biraz olsun rahatladığını hissetti. Karşı koymamış olsa da bu harekete kadar kadın ona karşılıkta vermemişti. Onu soyarken aynı anda kendi üzerindeki ıslak kıyafetlerden kurtulamamıştı. Başını teninden kaldırarak geri çekildi.
Kapıdan aldığı destek olmasa yıkılıverecekmiş gibi duran kadın, kirpiklerinin altından onu izliyordu. Hafif ay ışığının vurduğu pencerelerden yansıyan ışık, pamuk kadar beyaz tenine düşmüştü.
Pantolonunu indirerek doğruluğunda omzunun üzerindeki kanatlarına baktığını gördü. Zaman kaybetmedi, bileğinden tuttuğu gibi kendine çekti. Kanatlarını birkaç kez çırparak yatağa doğru atıldığında ayakları yerden kesilmiş, kadının sırtı sertçe yatağa çarpmıştı. Gıcırdayan tahtalardan birkaçının kırılma sesi kulaklarına geldi.
Kiblegat, bacaklarının üstüne oturduğu kadına yukarıdan bir kez daha baktı. Onun sert hareketlerinden hoşnut görünüyordu. Avucunu boynuna sararak onu aşağıya doğru çekti. Göğsünün üzerinden geçen parmakları, kadının inlemesine ve bacaklarının altındaki bedeninin bir yay gibi gerilmesine neden oldu. Göbek deliğinin üzerini baş parmağıyla dolandı. Ardından eli pantolonunu sıkıca tutan kemere takıldı. Onu çırılçıplak bırakması gerekiyordu. Kadının üzerinden kalkarak kemeri çözdü. Arzuyla eriyen yüzünü izleyen gözleri yorulmaya başlamıştı ama direndi. Hüma’nın aksine o henüz açlığını yatıştıramamıştı.
Kadının bacaklarındaki dar pantolonu uzun çizmelerine takıldığında sabırsızlandı. Ayakkabılarını hızlıca çekip attı. Aralarında tenlerini bölecek hiçbir kıyafet kalmadığında derin bir nefes almıştı. Kadının ince bacaklarını tutarak ayırdı. Sonunda onu rahatlatacak en sıcak noktaya ulaşmıştı.
Açık pencerelerden odaya giren kuş cıvıltıları, koridorda dolanan çizmelerin tıkırtısı ve gözüne giren gün ışığı derin uykusunu aynı anda bölmüştü. Ağırca alıp verdiği nefeslerin ardından gerinmek için hareketlendi. Ancak göğsündeki ve kollarındaki ağırlığı hissedince duraksadı. Göz kapaklarını açtı ve göğsündeki yüke baktı. Beyaz saçların arasındaki yüzü tam seçemiyor olsa da geçen geceyi kadının kim olduğunu bilecek kadar net hatırlıyordu.
Üzerini örten mavi kanatlarını kaldırdığında sabah serinliğiyle ürperen kadın kıpırdandı. Gayri ihtiyari üzerini örtmek isteyen parmakları bir süre sağa sola uzandı, örtüyü aradı. Uykusunun dağılmasını ve uyanmasını sabırsızlıkla bekleyen Kiblegat, hafifçe kıpırdanarak kadına nerede olduğunu hatırlatmaya çalıştı.
Hızla doğrulup uykulu gözlerle etrafına bakmaya başladığında o da yavaşça kalktı. Kadının ona çevrilen gözlerine güneş vurmuştu. Göz kapaklarının kısılmasını ve derin bir boşluğu andıran gözlerinin yalpalamasını izledi. Ona hiçbir şey söylemeden yataktan kalktığında ve hızlıca giyinmeye başladığında gözleri, gece yırtarak dağıttığı kıyafetlere değdi. Yarı çıplak halde buradan çıkamazdı. Ayaklarını yataktan sarkıtarak doğruldu. Yavaş adımlarla dolabına ilerlerken gözlerini sırtında hissediyordu. Dolabını açarak raftan aldığı birkaç parça giysiyi kadına uzattı.
Diri göğüsleri ortada olmasına rağmen dün gece onu kavuran açlığı hissetmemişti. Gömleğini üzerine geçirerek toparlanan kadın, onu selamlayarak odadan çıktığında bir süre daha ayakta durmaya devam etti. Bunu neden yapmıştı? Aç hissettiği her seferinde önüne gelene saldırıp duracak mıydı? Parmaklarıyla uzun saçlarını taramaya başladı. Cevaplara ihtiyacı vardı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 686 Okunma |
105 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |