
Santim santim yüzüne yaklaşan ellerine rağmen ona bakmayışı bir şeylerin yanlış gittiğini düşünmesine neden oldu. Geri çekildi. Ancak Maidei ona aldırmadan üzerine gelmeyi sürdürdü. Yatağa doğru ilerleyen adımları, adamın onu bileğinden tutup çekmesiyle son buldu. Sert göğsüne çarpan göğsü sızladı. Sıcak parmakları saçlarının arasından boynuna karıştığında soğuk gerdanlık canını yaktı.
“Neler oluyor?”
Dudaklarının arasından değil ruhundan sızan acı bir fısıltıydı bu. Gözlerini buğulandıracak, dilini düğümleyecek kadar ağır hissediyordu.
‘Ona mührünü verdin’
Hüma omuzlarını tutarak geri çekilen adamın pürüzsüz yüzüne baktı. Öylesine donuk ve soğuk duruyordu ki... Onun için yabancıdan farklı değildi.
“Verdim” dedi. Sebebi bu muydu? Ona mührü verdiği için mi bu hale gelmişti?
‘Üzülmene gerek yok. Tıpkı istediğin gibi onu sana verdim. Sende ruhuna taktın’
Ne saçmalıyordu?
“Böyle söylememiştin!”
‘Öyle mi? Ne söylemiştim?’
“Mührü vermemi söyledin”
‘Evet’
“Peki neden böyle görünüyor? Neden diğerleri gibi değil?”
‘Diğerleri?.. Onu yağmacılarla karıştırma. Sizinle aynı kanı taşımıyor’
“Önemi olmadığını söyledin!”
‘Evet, önemi yok’
“Mührü verdiğimde diğerleri gibi olacaktı”
‘Hayır, bunu söylemedim. Kanı güçlü olsaydı mührünü kendi söker alırdı’
“Gücümü paylaşacaktı”
‘Bunları da nereden çıkardın?’
“Neden?..”
‘Sana söylediğim tek şey onun zincir olduğuydu. Anlamalısın! Adam, senin aşırı duygularını dizginleyecek bir eşyadan ibaret. Tıpkı boynuna taktığın o gerdan gibi bana ait olduğunun ufak bir işareti’
“Ona bunu neden yaptın?” derken buldu kendini. Hala önünde duruyor ve donuk gözlerle yüzüne bakıyordu.
‘İnsanları küçümsediler. Sanki onları yaratmış gibi üzerlerinde hak iddia ettiler, onları kullandılar. Amaçları uğruna insanları... hatta siz yağmacıları katlettiler’
“Ama ona güç verdin” dedi. Bu kuzgun için bir hediye değil miydi?
‘O güç senin içindi.’
“Ama...”
‘Bunu yapma!’
“Neyi?”
‘Sana yapılanları hatırla ve üzülme. Ne onun için ne de ırkı için’
Sessiz kaldı. Donukça kalkan parmakları gerdanlığı okşarken kuzgunun yanına yaklaşan berrağın varlığı netleşmeye başlamıştı.
“Peki ya o?”
‘O da dahil hiçbiri verilenlerin değerini bilmedi.’
“Savaşı durdurdular” dedi. Konseydeki kuzgunlar savaşa son vermemiş olsaydı çok daha fazla can kaybedilirdi.
‘Bunu neden yaptıklarını bilmek istemiyor musun?’
Bunu düşündüğünden daha farklı bir amaç için mi yapmışlardı?
‘Bir kraliçe daha yaratmak istediler’
Kuzgunlar ilk kraliçeyi yok ettiklerini düşünmüşlerdi. Mağaraya gelen öfkeli kadını hatırladı. Kovan ortadan kaybolduğu için ne kadar çaresiz olduğunu görmüştü.
“Bunlara sebep olan kişi ilk kraliçe”
‘Evet. Ama bu onlarca yağmacı kadını katletmelerini gerektirmezdi’
Nefesi kesildi. Verdikleri hasarın boyutunu düşününce adama duyduğu yakınlığın kırıldığını hissetti. Irkına zarar veren, gelecek nesilleri yok eden onlar mıydı? Gerçekten kadının o adama kavuşması için bunu mu yapmışlardı?
‘Hiç kimse masum değil’
“Ne yapmamı istiyorsun?” diye sordu. Bu kez içinden değildi sözleri. Kulaklarına sert gelen sesi, içindeki kargaşaya rağmen netti.
“İnsanlarımızı korumanı istiyorum”
Kralın arkasından Su’yun sesi yankılandı ruhunda.
‘İnsanlığı koru. Bunun için kullanabildiğini kullan, kullanmadığını yok et.’
Töreni haber veren davul seslerini duyduğunda gözlerini Maidei’den çekti, krala çevirdi. Doğa onları oynatıyordu. Verdiği kararların aslında hiçbir önemi olmadığını, bu noktaya onun sürüklemesiyle ulaştığını gördü. Su’yu kabul ettiği andan itibaren değil, doğduğu andan itibaren yolu çizilmişti. Hüma, tıpkı kuzgunlar gibi doğanın kullanıp kenara atacağı biriydi.
‘Yanılıyorsun’
Ona seslenmemesine rağmen tüm düşüncelerini duyan bu varlıktan nasıl kurtulacaktı?
‘Başından sonuna senin kararlarındı. Kendini kuzgunlarla bir tutmamalısın. Sadece verdiklerimizi kötü amaçlar için kullananlar cezalandırılmayı hak ederler.’
“Siz istediğiniz için buradayım”
‘Evet. Ancak sonun nasıl olacağına sen karar vereceksin’
“Ve sonuçlarıyla tek başıma yüzleşeceğim”
‘Sana bu yüzden güç verdik’
“Sizden güç istemedim”
Cevap gelmedi. Sanki suçlamalarına yetişemeyeceğini anlamış gibi geri çekilen varlığı ile rahatladı, gözlerini sessizce onu izleyen ailesinin üzerinde gezdirdi. İçten veya dıştan insanları koruması için gördüğü baskı onu korkutuyordu. Masumiyetlerine inansa dahi onları kendinden aşağı gören kibriyle nasıl başa çıkacağını bilmiyordu.
Kralın grilerine bakarak “Onları koruyamam” diye yakındı. Hiç kimse anlamasa dahi, onunla aynı kanı taşıyan bu adam onu anlamalıydı.
Maidei’yi kenara iterek ona yaklaştığında gözleri yaşarmaya başlamıştı. Bir kez daha kendinden utanmasını sağlayacak kadar korkuyordu. Başının arkasına yasladığı avucuyla onu kendine çeken kralın göğsüne alnını yasladı. “Onları koruyabilirsin” dediğinde içindeki karmaşayı net bir şekilde gördüğünü düşündü.
“Benim için de zordu. Senin için de öyle olacak. Belki biraz daha fazla olacak ama sen benden daha güçlüsün. Başaracaksın”
Burnunu çekti. Gürültülü iç çekişlerine rağmen tek kelime etmemişti.
Kral saçlarını okşayarak konuşmayı sürdürdü.
“Onlar seni istiyorlar. Sana saygı duyuyorlar”
Bunları bilmek yeterli gelmiyordu.
‘Kibirli olduğunu düşünüyorsun ama yanılıyorsun. Eğer zannettiğin kadar kibrin olsaydı istediğin tek şey onlara boyun eğdirmek olurdu.’
Her şey bir yana Su’yun bu sözlerini duymak ona yetmişti. Nedense küçümsediğini hissetmiş ve babasının kollarına sakladığı başını kaldırarak geri çekilmişti.
Omuzlarını dikleştirdi, nemli yanaklarını kuruladı. Irkına, kanına olan güvenini ne zaman kaybetmişti bilmiyordu. Bu dünyaya hükmetmek için geldiklerini unutuvermişti. Kanı kadar güçlü ve adil bir ırk tanımamıştı. Onlar, hak ettikleri konumlar ellerinden alınmasına rağmen aç gözlü davranmak yerine huzurlu yaşamayı seçmişlerdi. Belki bu yüzden gerektiğinde yok edilecek kadar güçsüz görülmüşlerdi.
“İşte böyle” diyerek elini tutan kralın adımlarına uydu. Belki de ona haksızlık etmişti. İstediği şey halkını korumak kadar kanlarının ne kadar değerli olduğunun anlaşılmasıydı. Anlaşılmıştı da. Bu yüzden kızı olarak taç giyecek ve tahtta hak iddia edecekti.
Onun dışarı çıkmasını bekleyen insanlardan ses gelmiyordu. Kalabalığın ona uzanan coşkun duygularını hissediyor ancak çıt duymuyordu. Eğer güçleri olmasaydı varlıklarından şüphe edebilirdi.
Merdivenleri indiklerinde iki yana açılan kanatların gıcırtısına kulak verdi. Dışarıdan içeri sızan güneş holü hızla aydınlattı. Gözlerini kıstı, kalabalığa baktı. Bu kadar çok kişinin gelmesini beklememişti. Sarayın bahçesinden sokaklara taşan binlerce insanın onu izliyor olması rahatsız ediciydi.
Kralın kollunda dışarı çıkarken geri dönüşü olmadığını bilerek çenesini kaldırdı. O artık bir prensesti. Sadece bunu resmiyete dökmesi gerekiyordu. Sessizlik içinde duran insanlardan bir anda alkış ve selam sesleri yükselmeye başladı. Sanki tepede duran kraldan çok daha önemliymiş gibi ona sesleniyorlardı.
“Prenses!!!”
“Prensesssss...”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 686 Okunma |
105 Oy |
0 Takip |
39 Bölümlü Kitap |