2. Bölüm

2.BÖLÜM

Ayfer Yıldırım
efsade

Sınırı geçerken dikkatle attı adımlarını. Celn’den çıkmak için üzerine geçirdiği kırmızı giysilerden ve zırhtan kurtulmuştu. Bu yüzden yarı çıplak geçiyordu diğer tarafa.

“Kıpırdama!”

Uzun otları önünden çekmek için kaldırdığı eli havada asılı kaldı. Gözlerini kaldırarak sesin geldiği yeri araştırdı.

“Ellerini kaldır”

Dediğine uyarak iki eline de kaldırdı ve eğdiği belini doğrulttu.

Otlar hareketlendi. Bir grup asker oklarıyla birlikte yaklaştı.

“Kimsin?” dedi aynı ses.

“Prens Nhamo”

Adamlar durdu. Tetikte olduklarını ve karar vermek için dikkatli davrandıklarını görebiliyordu.

“Mühür?”

Avucu onlara bakan elini çevirerek yüzüğünü gösterdi.

Konuşan adam öne çıkarak yaklaştı. Eli, belindeki kılıcının kabzasındaydı ama henüz kılıcını çekmemişti. Yakut yüzüğünü yakından inceleyen soğuk yüzü rahatlayarak gevşedi. “Prensim.” Dizlerini kırdı ve eğildi.

“Beni abime götür”

Doğrularak başını sallayan asker eliyle yolu gösterdi. Prens önüne geçerek ilerlemeye başladığında asker sınır çizgisine baktı. Onun tek başına döndüğüne inanmamıştı. Günlerdir onlardan haber alamamışlardı. Bu halde; yalnız ve sefil geri dönmüş olması ona haberlerin iyi olmadığını söylüyordu. Asker küçük prensi takip ederek karargaha doğru ilerledi.

Üzerindeki tek giysi siyah pantolonuydu ki o da pisliğe karışarak rengini kaybetmişti. Birkaç yüz metre sonra karagaha ulaştılar. Askerlerin yabancı bakışlarına rağmen onu tanıyan birkaç kişinin verdiği selam, kulaktan kulağa dolanan fısıltıları başlattı.

Büyüklü küçüklü beyaz çadırları geçerek sarı çadıra ulaştıklarında asker geride kalarak prensin içeri girmesini izledi. Çadırın önünde bekleyip beklememekte kararsızdı. Nöbet yerine geri dönmeden önce ne olup bittiğini öğrenip öğrenemeyeceğini merak ediyordu.

Aynı masanın etrafına toplanmış münakaşa yapan adamlar, Prens Nhamo’nun çadırı aralayarak içeri girmesiyle konuşmalarına son verdi.

“Sonunda döndün”

Komutanların arasından çıkarak ona doğru ilerleyen ağabeyinin siyah pelerini geri savruldu. Yanına gelir gelmez omuzlarından çekerek ona sertçe sarıldı.

“Neden bu haldesin?”

Onu geri iterek incelediğinde sakallı yüzünde hınzır bir gülüş yer edindi. Prens Omondi, iyi haberler vermesini bekliyordu. Onu daha fazla umutlandırmadan konuya girdi.

“Savaşmamız gerekecek”

“Sen neden bahsediyorsun?”

Anında silinen mutlu ifadesi, onu asıl kimliğine; ordusunun komutanına çevirdi.

“Celn ile anlaşma sağlayamadık”

“Kız kardeşimiz nerede?”

Nhamo, geri plandan onları takip eden adamlara baktı. Onunla baş başa konuşması gerekiyordu.

“Çıkın!”

Savaşçılar sessiz ve isteksizce çadırı terk ettiler.

“Saldırıya uğradık” diye başladı anlatmaya. “Sadece birkaç adamımız sağ kaldı.”

“Geri dönmeliydiniz”

“Dönemezdik. Lindiwe, ağır yara almıştı.”

“Haber verebilirdin!”

Omondi ona çıkışarak çadırın içinde dolanmaya başladı.

“Savaşı durdurmaya çalışıyorduk. Ne olursa olsun geri dönmemesini, orada kalmasını isteyen sizdiniz” diye sertçe söylendi.

“Hala yaralı mı?”

Nhamo ağabeyinin sorusu karşısında afalladı. Eğer yaşıyor olsaydı onu da yanında getirirdi.

“Dayanamadı”

Omondi volta atmayı bıraktı. Nhamo ona bakan gözlerinden geçen hayal kırıklığını ve acıyı gördü.

“Onu tedavi ettirmeliydin”

“Her şeyi yaptım!” Dedi. Hala kendini suçluyordu. En başında onu daha iyi koruması gerekirdi.

“Krala haber vermeliyim”

Sarsak adımlarla masaya ilerleyince önünü kesti.

“Onu buraya getiremedim”

“Sen...”

Prens Omondi’ye sandalyesini göstererek “Otur” dedi. “Daha bitirmedim”

Ağabeyi masaya tutunarak oturduğunda tahta sandalye gıcırdadı.

“Bize saldıran şey insan değildi”

“Hayvan mı saldırdı?”

“Evet”

“Gittiğiniz güzergah güvenliydi”

“Ağabey! O şeyler ne insan ne de hayvan”

“Sen neyden bahsediyorsun?”

“Bilmiyorum” diye yükseltti sesini. Ona nasıl anlatabilirdi?

“Onları gördün mü, görmedin mi?”

“Elbette gördüm”

“O zaman ne olduklarını biliyorsun”

“Kuzgunlar”

Nhamo’ya devam etmesini bekleyerek bakıyordu. Söyleyeceği şeye inanmayacağını bilmesine rağmen konuşmaya karar verdi.

“Hafızamızı sildiler”

“Saldırdılar, öldürdüler ve hafızanızı sildiler...”

“Evet”

“Peki ama neden?”

Beklediği gibi ona inanmıyordu.

“Babamla görüşmem gerek”

Bunu kendi aralarında çözemezlerdi. Ağabeyinden ziyade daha bilgili olan kralla görüşmeliydi.

“Burada kal. Ona mektup yazacağım”

“Hayır” Dedi “Celn, prensini kaybetti. Bir süre saldırmazlar. O süre içinde başkente gidip dönerim”

“Sen mi yaptın?”

“Ne?..”

“Onu sen mi öldürdün?”

“Hayır! Bunu neden yapmak isteyeyim.”

“Nasıl öldü?”

“Gece savaşçıları saraya saldırdı.”

“Yavaşla” diyerek oturduğu yerden kalktı ağabeyi.

“Gece savaşçıları dediklerinde kim?”

“Söyledim ya kuzgunlar!”

Siyah gözlerinde ki karmaşa çatık kaşlarıyla daha da belirginleşti. Ona ne söylerse söylesin gözleriyle görmeden ona tam anlamıyla inanmayacaktı. Hak veriyordu. Eğer tüm bu yaşadıkları olmasaydı söylediklerine kendisi de inanmazdı.

“Neden saldırdılar?”

Sakince sorduğu soruyu dürüstçe cevapladı.

“Kardeşim öldüğünde anlaşmayı ne olursa olsun yapmam gerektiğini düşündüm. Bu yüzden onun yerine geçecek bir kadın buldum”

“İşe yaradı mı?”

“Evet. Her şey yolunda gidiyordu”

Kadının birkaç kez ölümden döndüğünü göz ardı ettiğinde gerçekten de her şeyin yolunda gittiğini düşündü. Onlara inanmışlardı. Prenslerin kadına duyduğu ilgiyi de hesaba katarsa kuzgunların gelişi planını batıran tek şeydi.

“Sonra?”

“Kuzgunlar kadının peşine düştü. Onu saraydan çıkarmak için saldırdılar”

“Neden?”

“Yaşananlara ben bile inanamıyorum”

Elini sallayarak “Devam et!” Dediğinde sanki sözlerinin bir doğruluğu yokmuş gibi hissetti.

“Kadın onların saldırısından kurtulmuş biriydi”

“O kurtuldu ama kız kardeşimiz öldü.”

“Evet”

“Sebebini biliyorsun?”

“Çünkü kadın insan değil yağmacıydı”

“Koyu kanlar, birçok saldırıdan kurtulacak kadar güçlüdür. Onu aldılar mı?”

Babaları yağmacı olduğu için onların ne kadar güçlü olabileceklerini yakinen biliyorlardı.

“Evet”

“Ve bunu herkes gördü”

“Evet”

“Başımız büyük belada kardeşim”

Avuçlarını masaya dayayarak başını eğdiğinde Nhamo, onu bu kadar endişelendiren şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştı.

“Celn Kralı, oğlunun ölümü için bizi suçlayacak”

Bunu hiç düşünmemişti. Ancak Omondi’ye hak verdi. Kardeşlerini almak için gelmişler ve sarayda katliam yapmışlardı. Kral gece savaşçılarıyla iş birliği içinde olduklarını bile iddia edebilirdi.

“Haklısın” Dedi parmaklarını dağınık saçlarından geçirerek. Onun sandığının aksine kral intikam alma düşüncesiyle daha acımasızca ilerleyecekti.

“Yasımızı daha sonra tutacağız”

“Ne demek istiyorsun?”

“Şimdilik...” yanına geldi. Omuzunu tuttu ve sıktı. Ağzından çıkan sözler bir süre kulaklarında çınladı. “... Prensesimiz kaçırılmış gibi hareket edeceğiz.”

“Ama...”

“Bu bizim tek şansımız. Eğer Celn’i onu koruyamadığı için suçlarsak...”

“Suçlarsak?”

“Geri çekilmelerini sağlayabiliriz”

“Bu mümkün mü?”

“Evet”

Kardeşi yine değersizleşmişti. Ölüsü veya dirisi sadece bir anlaşmadan ibaretti. Bir başkası tarafından değil, kendi kanı, ailesi tarafından küçümsenmeye devam ediyordu.

“Ama oğlu öldürüldü.”

“Onu biz öldürmedik”

Alnında yükselen tek kaşına baktı. Yürüttüğü stratejiyi anlayabilmek için birkaç nefes alması gerekmişti.

“Aynı düşmana karşı savaşabiliriz...”

“Aferin.”

Ağabeyi Omondi, omzundan çektiği eliyle sırtına birkaç kez vurdu.

“Şimdi ailemizi bilgilendirelim.”

“Onlara anlatacak mısın?”

“Elbette. Kızlarını kaybettiklerini ve yerine bir başkasını kazandıklarını öğrenmeleri gerek”

“Ya hayattaysa?” dedi. Detayları anlatmamıştı. Ancak kadın ne kardeşleri olacak kadar insan ne de yağmacı kalacak kadar güçlüydü. Buna sırtından çıkan o şeyleri de eklerse artık dost değil düşman safında yer alması bile mümkündü.

“Dua edelim de öyle olsun”

Ona sırtını dönerek tekrar sandalyesine oturdu. Eline aldığı kalemi mürekkebe batırarak kalın parşömeni önüne çektiğinde Nhamo masaya yaklaştı.

“Bizimle iş birliği yapmaz”

“Önce onu bulalım”

Sessizce başını salladı. Ağabeyinin verdiği kararı kabul etmekten başka şansı yoktu.

“Nereden başlayacağımı biliyorum”

“Sen değil... Bunu iki krallık birlikte yapmalı.”

“Ne demek istiyorsun?”

“Hazırlan. Kralla müzakere için Celn’e gidiyorsun”

“Ama...”

Başını kaldırarak ona baktığında itiraz edemeyeceği kadar öfkeli görünüyordu.

“Bu kez batırma”

“Senin git...”

“Orduyu yönetebilir misin?”

“Ne? Hayır!”

“Güzel. Git ve giyin”

Eğilerek yarı çıplak haline göz attı. Evet giyinmesi gerekti. Başını sallayarak sırtını ağabeyine döndü.

“Kim biliyor?”

Sorusunu duymadan önce daha bir adım bile atamamıştı. Yüzünü dönmeden sordu.

“Neyi?”

“Onun öldüğünü”

O değil, kardeşim dememek için yumruklarını sıktı.

Bölüm : 25.03.2025 20:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...